26 Kasım 2020 Perşembe

 ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI

(17. YAZI)

Tarikatların şirk dini ile Diyanet'in ve cemaatlerin uydurma Ehli Sünnet'in hadis dini arasında bir fark yoktur.

 Eğer bir fark olsaydı birbirlerinin inanç, fikir  ahlak, ve söylemlerinden rahatsız olmaları gerekirdi.

 Mesela: 

Vahiy ehli muvahhidlerin sinesi  şirk dinine ve müşriklere karşı büyük bir kin ve nefret ile doludur.

(Mü'min-35)

 Aynı şekilde, tarikatçısı, nurcusu,  diyanetçisi, süleymancısı ile Kur'an'a tavır koyan bütün şirk ehli, vahiy'den ve muvahhidlerden son derece nefret ederler.

"...Müşrikleri dâvet ettiğiniz (İslam-Tevhid) çok zorlarına gider..."

(Şura-13)

 Fakat vahiy ehli muvahhidler, müşriklerle kaba kuvvet ve zorlama ile değil,  Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve hikmet ile mücadele ederler.

Muvahhidler, hiçbir zaman zorlama, şiddet ve baskı ile Kur'an'ı ve İslam'ı kabul ettirmeye çalışmazlar. 

Uydurma din mensuplarının anlayamadığı şey, neyin doğru, neyin yanlış, neyin hak ve neyin  batıl  olduğunu, muhaddis ve müctehidlerinin rivayet ve içtihatları değil, sadece ve sadece  Allah'ın irade ve hükmünün indirilen vahiy ile tecelli edeceğidir.

"Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde şüphe edicilerden olmayasın"

(Bakara-147)

"İşte O, sizin gerçek olan Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl  sapıklığa döndürülüyorsunuz?

(Yunus- 32)

 Aslında ataların şirk dinine mensup mezhepçilerin Kur'an ehli muvahhidlere  karşı gelmelerinin arkasında Kur'an'ı itibarsızlaştırma vardır.

 Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri uydurma dinlerini hayatlarına ve  ahlaklarına  o derece hakim kılmışlar ki, onlardan birine ne kadar âyet okumuş olsak da  şüpheyle karşılıyorlar.

Fakat ne kadar absürt ve ahmakça da olsa her hangi bir rivayete kesin doğruymuş gibi yaklaşıyorlar.

Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an kabul etmez cahilleri, çıkar ve menfaatleri için yaptıklarını ümmi insanları aldatarak din ve iman diye sattılar.

Günümüz ehli sünnet ileri gelenlerinin  inancı :

 NURETTİN YILDIZ:

 "Kardeşler! Elimizde bizim liste var, Sahih-i Buhari demek, Kur'an'dan sonra en güvenilir kitap demek, Müslim o demektir.

 Bu iki kitab-ı tartışmayız ! Tartışanla selam  kesebiliriz.

 Bir sakıncası yoktur.

 Tekrar ediyorum anlaşılsın diye, selam kesebilirim.

 Kafirdir demem! ama istemem melekler benim onunla çay içtiğimi! görmesini istemem.

 Çaydan dolayı başım belaya girmesin kıyamet günü isterim!

 CÜBBELİ AHMET: 

"Kur'an bana yeter diyor, bunların hepsi tâbi  itikadi bozuk adamlar!

 Kur'an bana yeter diyen kafir olur!

 Çünkü hadisi inkar eden kafir olur!

 Sünnet Kur'an ile sabittir! Kur'an bizi sünnete havale ediyor!

 Onun için kafir olur"

F GÜLEN

"Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı"

 İHSAN ŞENOCAK

"Oynama Buhariyle, oynama Müslim ile, Buhari  çökerse İslam çöker,  Müslüm çökünce İslam çöker"

SAİD NURSİ

Milyonlarca insanın ilâh ve Rab olarak gördüğü Said Nursi son derece Kur'an ve Resul cahili bir adamdır.

Diyor ki, 

"Ben sekiz dokuz yaşındayken cevizim bile kaybolsa "ya Gavs-ı Geylani" derdim.

"Ya şeyh!  Sana bir Fatiha, sen benim şu şeyimi buldur" derdim, şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hz. şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir"

 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi,  Sözler Neşriyat, sayfa 120)

"Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselam) namaz kılarken hırçın bir çocuk namazını kat'edip(kesip önünden )

geçtiğinden, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) Allah'ım! onun eserini (izini, zürriyetini, ayağını) kes demiş, ondan sonra çocuk daha yürüyememiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş"

( Risale'i Nur Külliyatı, Mektubat 19 mektup, mucizatı Ahmediye, sayfa 130)

Halbuki Nebi  (a.s)  arkadaşları tarafından kendisine yapılan bir çok olumsuz tavra karşı utancından ve yüksek ahlakından dolayı ses çıkarmamış, Allah tarafından onları ikaz eden âyetler inmiştir.

 EBUBEKİR SİFİL

"Aleyhissalâtu vesselam efendimiz bir kere şunu çok net olarak ifade edelim.

 Aleyhissalâtu vesselam efendimiz herhangi bir ölümlü gibi bu dünya ile bağlantısı kesilmiş bir peygamber değil, yani buyuruyor ki:

 "Mesela bana sık salâtü selam getirin,  yeryüzünde Allahu Teala'nın dolaşan melekleri vardır.

 O melekler her kim bana salatü selam getirdiğinde, onu alır ve bana getirirler.

 Bana ruhum iade edilir ve ben de ona selamına mukabele ederim.

 Gene bizzat kendi ifadesi  "Peygamberlerin bedenlerini Allah toprağa haram kılmıştır" Peygamberlerin bedeni çürümez!

 Kur'an'ı Kerim'de şehitler için "onlara ölü demeyin" diridirler.

 "Siz hissedemezsiniz" buyuruyor.

 Peygamberler için bu evveliyetle böyledir. Şehitler diriyse, ölmediyse, peygamberler evveliyetle  diridir.

 Dolayısıyla peygamber (aleyhissalâtu vesselam)  efendimizin biz onu dilimizde ruhaniyeti diyoruz, ama (aleyhissalâtu vesselam) efendimizin bizâtihi hayat sahibi olduğu çok aşikar, çok çok açık.

 Dolayısıyla ona getirilen her salâtü selama mukabele ediyor,

amellerimiz ona arz ediliyor! bundan ya hoşnut oluyor ya hüzünleniyor.

Dolayısıyla onunla irtibatımızın birtakım perdelerin arkasına gömülmüş, böyle sanal, efendim çok hayali bir şey düşünmeyelim.

 Son derece çok canlı,

kalbi bir münasebet  kurulmalı (aleyhissalâtu vesselam)  efendimizle   onu rehberliğinde o zaman hayatımızda kendiliğinden ortaya çıkacaktır"

Ebubekir Sifil'in başka bir konuşması:

"İsterse beş yüz (500) tane ayet okusun, bir kimse size gelip Kur'an'da şu yoktur, veya Kur'an'da şu vardır, iddaasına isterse beş yüz  (500) âyet getirsin.

 Eğer Sünnette  selefte bir dayanağı  yoksa,  sünnetin ve selefin tasdikinden geçmiyorsa, biz buna bid'at hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz"

Halbuki asıl bid'at, hurafe, küfür, şirk ve cehalet  din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen şeylerdir.

Cübbeli Ahmet 

"Hz Ömer efendimiz kabre İner inmez hemen

 Münker- Nekir geldiler.

 "Rabbin kim? dediler.

  O da hemen dedi ki:

  Ben size sorayım:

Nereden geldiniz?

Hz Ömer, durun bakayım! dedi.

 Siz nereden geldiniz?

 Arş'tan geldik, Arş neresi ?

E dedi ki, siz arştan geldiniz Rabbinizi unutmadınız!

 Ben bir  metre yerden geldim gömüldüm, ben niye unutayım Rabbimi, bana soruyorsunuz.

 Bir de ondan sonra ne kopardı?

 Dedi ki, meleklere bir daha bu Muhammed ümmetinden kabre girenlerin hiçbirine öyle korkutucu manzara ile sert gelmeyeceksiniz bir daha, diye meleklere bir ültimatom verdi.

 Adam olursan Melekler seni dinler!

 Böyle dostların çok işleri var!

 MAHMUT USTAOSMANOĞLU

 "Mevla Teala ziyade genişlik sahibidir.

 Ama bu, bizim bildiğimiz genişlik değildir.

 O'na mahsus genişliktir.

 Ziyade bilicidir.

İsteyen o, istenilen o, bilen o,  bilinen o, şahit o, meşhut o, akıl ermez bu işlere.

 "Namaz kıldık" diyoruz.

 Ama asıl namazın hakikatini Mevla Teala'nın kıldığı namazın sureti oluyor.

 Mevla Teala gibi kim kılabilir?

 Asıl kendisine layık olan namazı kendisi kılıyor. Mevla Teâla hakkıyla kılıyor, ya biz!

 Çok dikkat ederek namaz kılsak, ancak Mevla Teala'nın  kıldığı namazın süretini kılmış oluruz. Demek ki zat-ı pâkı süphaniye hem abid, hem mâbud,  hem zakir, hem mezkur.

Yani hem ibadet ediyor, hem ibadet olunuyor, hem zikrediyor, hem de zikr olunuyor"

( Ahıska Yayınları, 1 baskı, İstanbul 2012, Mahmut Efendi sohbetler 6. Cilt,  sayfa 109)

 MESUT ÖZDEMİR

SORU:

Hocam! namazlarımı kılıyorum, ancak Kur'an okumayı bilmiyorum.

 Ama her akşam eve geldiğimde Türkçe mealinden okuyorum.

 Bunun sevabı,  veya sakıncası var mıdır?

 CEVAP:

"Türkçe mealdan okumanın sevabı illaki var, sonuçta Kur'an'ı Kerim'in mealini okuyorsun. Ama meal'den  hiçbir şey anlamazsın onu da söyleyeyim.

 Yani meal'den hiç kimse bir şey anlamaz! Mesela: Ben sana bir meal söyleyeyim.

 Mesela: Ne diyor âyeti kerimede mevlamız.

"Oruç sizin üzerinizde yazıldı"

Ne demek bu? Mealde böyle, "kütibe aleykümüssiyému " "oruç sizin üzerinize yazıldı" Nasıl yazıldı yani! kalem alıp üzerimize oruç mu yazılar.

 Türkçesi bu, ama manası bu değil, oruç size farz kılındı.

 "Kütibe" "furize" manasında,  yani farz kılındı manasında.

 Bunu da ancak tefsirden çözebilir.

 Bu kardeşimiz gene meal okumaya veya tefsirli mealler var, onları okumaya devam etsin.

Ama şunu söyleyelim.

 Kur'an'ın Arapçasından yani aslından bir sayfa okumak,

Türkçeyi hatim  etmekten belki 10   kere, 20 kere hatim etmekten daha sevaptır. 

Yani kekeleye kekeleye böyle

"kü-ti-be" böyle  kekeleye kekeleye okusun  bir sayfayı bir  saatte okusun  ama o bir saatte okuyacağı bir  cüz Türkçe meali'den çok çok daha sevaptır.

 Niye sevaptır?

 Çünkü bu Allah'ın kelamıdır.

 Bir kimse Kur'an okurken, okuduktan sonra, "ben Allah'la konuştum" diye yemin etse, yemin kefareti ödemek zorunda değildir.

 Çünkü onun içindeki gizli manaları biz Türkçede açığa çıkaramayız.

 Eğer Türkçe okumakla  iş yerine gelmiş olsaydı,  o zaman namazı da Türkçe kılardık, ezanı da Türkçe okurduk

 O zaman ne olurdu?

 Herkes bunu anlasın derdik.

 Ama öyle değil, bir  Fatihayı Türkçe okumanın manası yedi ayet, yedi sıra yapmaz.

 Ama Fatiha'nın manası yedi sıra değil ki, develer yükü  kitaplar Fatiha'nın manasını almıyor!

 Onun için Arapça okuduğun zaman Mevlanın  kasdettiği bütün manayı  söylemiş olursun.  Ama Türkçe'yi okuduğu zaman sadece onu tefsir  eden kişinin ondan ne anlamış olduğunu,  ne söylemiş olduğunu öğrenmiş olursun"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder