PARALEL DİN
(34.YAZI)
Tahrif edilmiş ve bozulmuş dinin en önemli özelliği din adamlarının kurdukları bir kutsallık zincirinin var olmasıdır.
Özellikle bu kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta, bunların görüşlerini, içtihatlarını, inançlarını, fikirlerini ve uygulamalarını taklit etmeyenleri İslam düşmanı olarak görmektedirler.
Dinin, Allah'ın apaçık kitabından sapıp beşer dinine yani ilahların ve evliyanın şirk dini olan paralel dine nasıl dönüştüğünü bir misal ile göstermeye çalışalım.
Şia'ya göre: Dinde imamet itikadi bir konudur, dinde esastır, usul-ı dinden sayılır.
Yani Allah Resulü'nden sonra Ali bin Ebi Talib'in halife, imam, vâsi ve müminlerin emiri olduğuna inanmayan kimse gerçek anlamda müslüman olamaz.
Şia'ya göre beklenen Mehdi (mehdi'i muntazır) ile beraber on iki imam'a inanmayan İslam dairesi dışında kalır.
Bu inanç size çok basit gelebilir. Fakat Şia, bu inanca çok değer verir.
Bu inancı tartışma konusu bile yapmaz.
Hatta "Zamanın imamını tanımadan ölen kimse cahiliye (küfrü) üzerine ölmüştür" hadisini ehli sünnet ve Şia ortak olarak nakletmişlerdir.
Şia ve Ehli Sünnet dininin rivayet ve içtihatlarında dini algılama yöntemleri aşağı yukarı şu şekildedir.
"Din adamları (imamlar, müctehidler, âlimler, âyetullahlar ve benzerleri) dinin kurucusu ve muhafızlarıdır.
Onlar masumdur, hatalardan münezzehtirler.
Dolayısıyla Kur'an'ın yorumlanmasında onları yegane otorite olarak görmeli ve alçak gönüllü bir tavırla bize verdikleri bilgileri itiraz etmeden almalıyız.
Din adamlarının doğru kabul ettikleri hiçbir şeye karşı gelmemeliyiz.
Tasavvuf ve tarikatlarda bir din anlayışı var ki, düşman başına,
tarikatlardaki inancı bütün dünya dinleri kabul etse,
Allah'ın sonsuz bir ilim ve sistem üzerine indirmiş olduğu tefekkür ve sorgulama dini bu inanç ve kuralları asla kabul etmez.
Bundan dolayı ben diyorum ki, tasavvuf ve tarikatlar islam dinine ve davasına en büyük darbe ve ihanettir.
İslam açısından baktığımızda tarikatlar fitne ve fesat, cehalet ve yobazlık, insan kaynaklarımızı hunharca israf eden, islam ve Kur'an, akıl ve mantık düşmanı paralel bir dindir.
MESELA: Tarikatta "Haklı dahi olsa, müridin şeyhine itirazı haramdır"
Çünkü onların inancına göre " Bir velinin huzurunda bir an durmak 150 yıl kabul edilmiş ibadetten üstündür"
"Gavs müritlere şefaat etmeye tam yetkilidir"
"Onları alıp cennete götürmeye kadirdir"
Milyonlarca tapanı bulunan cübbeli Ahmed'e göre mürid "Nakşibendi tarikatının hâlidi kolundan ise, cehenneme götürülürken bile azap melekleri onu bırakırlar"
Yine cübbeli Ahmed'e göre "Müritlerinin cennete girme ve cemalullâhı görme karşılığında Şâh'ı Nakşibendi, Allah ile anlaşma yapmıştır"
Bu inanç ve akide tevhid ilkesine, Kur'an aklı ve ahlakına bireysel sorumluluk anlayışına karşı söylenmiş, düşünce ve hikmetten uzak şirk ve küfür olan sözlerdir.
MESELA,
"Mürid, şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki gibi olmalı ki, şeyh, müridini istediği gibi yönlendirebilsin"
Halbuki Kur'an'a baktığımızda vahyi tebliğ ettikleri için sadece Allah'ın Elçilerine mutlak itaat emredilmiştir.
Nebi'ye bile mutlak itaat emredilmemiştir. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey NEBİ!
İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,
İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile, Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Mumtehine,12)
Yani eğer bir iş maruf değilse Nebi'ye bile itaat olmaz.
Çünkü Nebi hata edebilir.
Peki Kur'an'da bunun örneği var mı?
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
(Tevbe- 113)
Bu âyette açıkça görüldüğü gibi Nebi (Aleyhisselam) akrabalarından müşrik olanlara dua ve istiğfarda bulunmuştur.
"Ey NEBİ!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Tahrim- 1)
Ayetlerdeki NEBİ kavramına dikkat etmek gerekir.
Çünkü Elçilik makam ve mertebesinde asla böyle bir şey söz konusu olamaz.
Elçi Allah'ı temsil eder ve temsiliyet makamında ihanet olmaz.
Elçi konuşan Kur'andır, vahiy ile Elçi arasında bir fark yoktur.
Elçi sadece Allah'ın kitabını okur ve onu tebliğ eder.
Bu konunun üzerinde neden çok duruyorum.
Çünkü ne kadar alim olursa olsun bu önemli konuyu anlamayanın
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yakalaması mümkün değildir.
Dolayısıyla Nebi ve Resul sistemine sahip olmayan kişi konuştuğu zaman hata etmekle karşı karşıya kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder