SÖZÜN ÖZÜ
Kur'an, İslam dinin temelidir, apaçıktır ve mesajı bütün insanlar tarafından anlaşılan yani "Mübin" olan bir kitaptır.
"De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir. Artık (bundan sonra) kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum )
(Ey Resul! ) Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus-108,109)
"Andolsun ki biz size gerekeni açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve sorumluluk bilincine sahip kimseler için öğütler indirdik"
(Nur-34)
"De ki: Ben ancak, bu şehrin Rabbine-ki O burayı muharrem kılmıştır-kulluk etmekle emrolundum. Her şey zaten ona aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emrolundu.
Artık ( bundan sonra) kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir; kimde saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım"
(Neml-91,92)
Kur'an, insanlar tarafından bilinemez, kendisine ulaşılamaz, anlaşılamaz, çok mukaddes, esrarengiz, sırlarla dolu bir kitap olarak tanıtıldığı sürece insan ile Yüce Allah veya insan ile din arasında arıcılığa soyunan yalancı sahtekarlar var olacaktır.
Veya Allah Resulü'ne iftira edilen hadis ve mezhep ictihadlarına göz yumulacak olursa, dini menfaat aracına ve ranta çevirecek kurum ve kişiler eksik olmayacaktır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerince öne sürülen "Kur'an'ın yetersizliği, Kur'an'ın hadislere olan ihtiyacının hadislerin Kur'an'a ihtiyacından daha fazladır" hezeyanları,
"Sünnet'in (hadislerin) Kur'an'a egemen olduğu (essünnetü kâdiyetun alel kitébi)" veya Kur'an'ın bilinmezliğine, veya Allah'ın rahmet ve mağfiretinden daha çok azaba ve korkuya, insanları bekleyen korkunç akibete sürekli vurgu yapılması,
ümmi insanları sahte ve sanal sığınaklar ve çıkış yolları aramaya sevk etmiş, neticede karşı durulması zor olan cezbedici bir din piyasası ve hayli karlı lânet olası bir ticaret alanı ortaya çıkarmıştır.
Halbuki daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din tamamlanmış, (Mâide-3) hiç kimseye Allah adına söz söyleme hakkı ve aracılık yetkisi verilmemiştir.
Dolayısıyla Allah'ın kitab-ı öncelikli olarak insana hitap eder.
Kur'an ehli muvahhidler dini yeniden inşa eden değil, sözün gücüne dayandığından dolayı Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü kendi içinde bulunan çözümünü yani hikmetini topluma aktaran kimselerdir.
Kur'an'ın en temel özelliği, bireyi muhatap alması, kitlelerle ilgili mesajlarında da her zaman bireyin sorumluluğunu devrede tutması olmuştur.
Yani Kur'an'ı Mübin toplumsal yapı ve kurallar, insan için koruyucu sınırlar, zorlayıcı yaptırımlar içerse de en sonunda her insan kendi inanç dünyasını kendisi inşa edecektir.
"Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman'a gelecektir.
O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tespit etmiştir. Bunların hepsi de kıyamet gününde O'nun huzuruna tek başına yapayalnız gelecektir"
(Meryem-93,94,95)
Nihayi karar bireyindir ve onun inancını kabul veya reddedecek olan yüce Allah'tır.
Kur'an'da bu anlamıyla aracı bir din kurumu ve ruhban sınıfından söz edilemez.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "kafir, münafık, Allah'ın âyetlerini yalanlama, onları inkar etme, üzerini örtme, görmezden gelme, onları gizleme, şirk, zulüm, gibi kavramlar ümmi halk yani Allah'ın hidayet yolundan engellenen saf insanlar için kullanılmamıştır.
Bu gibi kavramlar bilinçli ve şuurlu bir şekilde Kur'an'ın yetersizliliğini iddia eden, Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren yani ilim adamları ve dinde söz söyleme hakkını elinde bulunduran Kur'an'ın deyimi ile "kitap yüklü eşekler" ile alakalı kullanılmıştır.
Allah'ın yolundan engellenen, Kur'an'ın yolundan uzaklaştırılan güzel ahlak sahibi ve merhametli olan kilise, havra, cemevi ve cami cemaati için cehenneme girme söz konusu değildir.
"Cehenneme girme" ümmilere uydurma din dayatan, Allah ile insanları aldatan, dini menfaat aracına dönüştüren ilim adamları, tarikat şeyhleri, cemaat liderleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanlar için söz konusudur.
( Bakara- 165, 166, 167; Şuara-90--103)
Ümmi ve saf insanlara yani Allah'ın kitabından haberi olmayanlara, muhaddis ve müctehideri sanki Allah ve Resulü adına konuşan, Allah katından bilgiler getiren kimseler olarak tanıtıldı.
Ve Allah'ın kitabından haberi olmayan geniş halk kitlelerinin bu şekilde iman etmeleri sağlandı.
Sonuçta islam dünyasının asırlardan beri doğudan- batıya kadar muhaddisler, müctehidler, mezhep imamları, mezhepte müçtehitler, müctehid âlimler, kutup, evliyaullah, ehlullah, ricâlul gayb, insan- kâmil, mürşid-i kâmil, bediüzzaman, sahib'i zaman, mehdi-i muntazar, gibi sayısız uydurma san ve vasıflara sahip kutsal hakimiyetler ve manevi yetkilerle hikaye ve efsanelerle ümmi halkın aklı ve zihni bulandırıldı.
Halbuki yüce Allah, Mübin kitabında şöyle buyurmuştu.
"Sakın hakkı batıl ile bulaştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
(Bakara-42)
Uydurma rivayetlerle Allah'ın azabı hakkında sürekli korku enjekte edilerek ümmi halk özgür düşünceden soyutlanmış, aldatılmış sindirilmiş, gözaltına alınmış, gelecek endişesi olup bu konuda tutunacak bir dal arayan fakat Kur'an'dan haberi olmayanlar için bedelsiz, daha az çileli, daha az emek isteyen bu sanal dünya ile ilgili karşı konulamaz bir piyasa ve cazibe üretilmiştir.
Konu tamamen vahyin bilinmesine bağlı olduğundan, haktan uzaklaştırılan halkın vahiy ve akıl eksenli, sahih ve sağlam ilme dayalı bir tefekkür ile hesap yapması yani hikmetin gölgesinde yürüyerek gerçek olarak kendini garantiye alması imkansız hale getirilmiştir.
Yani insanlar Allah'ın kitabında bulunan mutlak hak ve hidayetle geleceklerini garanti altına alacaklarına tamamen yalan ve iftira olan muhaddislerin hadislerine, mezhep ictihadlarına, uydurma hikayelere ve efsanelere teslim edildiler.
Halbuki Rahmân ve Rahim olan Allah, tek sığınılacak yerin adresini de apaçık olarak göstermişti.
"Size Allah'ın âyetleri okunup dururken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle sırat-ı müstakime iletilmiştir"
(Âli İmran-101)
"Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının; (ondan koparak) fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan (Kur'an-islam-tevhid) nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun ( Kur'an) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O (vahiy ile) kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran-103)
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"
(Âli İmran-105)
Gelinen bu durum, Kur'an'dan uzaklaştırılan iyi niyetli ve arayış içinde bulunan geniş halk kitleleri için de, onların bağlandığı ve manevi otorite olarak gördüğü Kur'an cahil ulema için de, güzel ahlak, infak, adalet, inanç ve fikirde olmasa bile yaşantıda hayli "karlı ve yararlı" bir ticaret oldu.
İki tarafın da sonuçta beklentilerine uygun düşen bu sahte din ve inanç zaman ve zemine göre farklı form ve söylem geliştirerek, hak olan Allah'ın kitabına kulakları tıkayan dar ve kapalı devre oluşturarak varlığını hep korumuştur.
Uydurma manevi otorite merkezli bu ilişki ve bağlılık tarzının, islam'ın tevhid ilkelerine ne derece uygunluğundan sosyal ve siyasal ilişkilere sirayetinin muhtemel sonuçlarına veya toplumun din algısına etkisine kadar Kur'an tarafından kabul edilmeyecek birçok yönü vardır.
Bu, bahs-i değer olup, esas konumuzla ilgili problem, din konusunda özgürlükçü, sivil, saf, mütevazi ve gelişmeye açık ve yalın olan mesajın yerini "tartışılmaz dini otoriteler ve sorgulanamaz dini hakikatlere!! !bırakmış, gücünü mutlak hak ve ilimden alan ilâhi otoritenin yerini veraset ve taklitle veya manevi işaretle intikal eden uydurma ve yalan "kutsal otoritelerin" almış olmasıdır.
Kur'an'ı Mübin'de "(Ey Nebi ? ) Eğer Rabbin dileseydi (yani insanların iradelerine ipotek koysaydı) yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?"
buyuruyor.
( Yunus- 99 )
Dolayısıyla söylenmek istenen şey, "gökleri ve yeri yaratan yüce Allah, din ve iman konusunda insanları zorlamazken, ey Nebi ! senin insanları dine ve imana zorlaman asla doğru değildir"
Elbette Kur'an'ın bu emri, küfrü ve şirki onaylamak ve meşru görmek değil, bunun bir realite, akla ve özgürlüğe değer vermesinden dolayıdır.
Yoksa Allah son vahiy'de inanç ve din konusunda bütün gerçekleri ortaya koymuş, insanlara hak ve batıl arasında seçme özgürlüğünü, inanıp inanmama hürriyetini vermiştir.
Bu hürriyet'in doğal sonucu, böyle bir inanç çeşitliliğini ortaya çıkarıyor.
Yani bütün bunlar bireysel ilişkilerde farklı din mensupları arasında hoşgörüye, insanı ilişkilere ve diğerlerine din özgürlüğü tanımaya asla engel değildir.
Herkes inancında özgür olmalıdır.
Barış ve hoşgörü, adalet önünde eşitlik, güzel ahlak ve güven, hukukun üstünlüğü, etnik kökenin, inanç ve düşüncenin ayrımı ve ötekileştirme konusu yapılmaması gibi evrensel insani ilkeler toplum ve kamu hayatında bir zorunluluktur.
Dolayısıyla vahyin dini olan islam açısından inanç hürriyeti ve çoğulculuk konularını bu zeminden hareketle ele almak gerekir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder