4 Kasım 2020 Çarşamba

 HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? 

(44. YAZI ) 

 Kur'an'ı esas alan dini anlayışın yüzlerce konuda daha tutarlı ve detaycı anlatımı, daha mantıklı ve daha yaşanır olduğunu gördüğü halde mezhep dininden  kurtulamayan birçok kişi bahaneyi  "namaz" konusuyla ilgili bir çıkışta aramaktadır. 

Bu konuyu istismar ederek Kur'ani anlayışı bertaraf etmek istemektedirler.

(sanki bu konu diğer ahmakça uydurmaları ve Allah Resulü'ne iftira olan rivayetleri hasıraltı edebilirmiş gibi) 

Kur'an'ı dinin kaynağı olarak yetersiz gören bu mezhepçi yaklaşımı benimseyenler "sırf Kur'an'dan dini anlamaya çalışırsak "namazı" nasıl kılacağız? 

"Namazı" sırf Kur'an'a bakarak kılamayız. Demek ki Kur'an dışı kaynaklar lazımdır" diyerek mezhep ve  rivayetlerini kurtarmaya çalışmaktadırlar.

Mezhep tapıcılarının bu yaklaşım tarzı bile dini anlamadıklarının bir delilidir. 

Yapılması gereken, dinin kaynağını belirleyerek, dini ona göre anlamak ve uygulamaktır. 

Dinin gerçek kaynağı ortaya konduktan sonra dinin kaynağını önümüzde alıp salat-ı, savmı, güzel  ahlakı ve din adına herşeyi Allah'ın kitabından  anlamamız tek çıkar yoldur. 

Yani salat-ı ikame etmek de dinin tek kaynağından anlaşılacaktır.

Dinin kaynağı, akılda önceden belirlenmiş hurafe ve uydurmalara göre olmamalıdır.

Yanlış anlamalara sebep olmamak için bazı hususları ortaya koymakta büyük fayda görüyoruz.

Mevcut uygulamalarda salat'ın ikame edilmesinde  düzeni sağlayan, ümmetin toplu ibadetlerine kolaylık getiren yaklaşımlar varsa veya belli bir vakitte yerine getirilmesi bir mecburiyet olmamasına rağmen ümmetin daha çok Allah'ı anma, bir araya gelme  gibi Kur'ani bir şuura hizmet eden uygulamaları  varsa "ümmetin bu sünnetleri"ni muhafazada elbette yararlar mevcuttur.

Yani islam milletinin nesilden nesile ta İbrahim (a.s) dan beri  uygulayarak getirmiş olduğu salat-ı ikame etmeyi Kur'an'ın eksik olduğu iddiası için delil olarak kullanmaya çalışmak büyük bir hata Allah'ın kitabına ihanettir.

 Aslında tek kaynak olan Kur'an'ı elimize aldığımızda, Kur'an'ın salat-ı ikame adına gerekli tüm bilgileri içerdiğini görürüz.

Gerçek olarak salat ibadetini karıştıran, zorlaştıran, başkalaştıran, hükümlerini paramparça eden rivayetler ve mezhep içtihatları olmuştur. 

Sadece salat ile alakalı mezhepler arası yüzlerce ihtilaf meydana getirilmiştir. 

Kur'an'da ise en detaylı şekilde anlatılan ibadet salat-ı ikame etmedir. 

Bir anne beş yaşındaki çocuğuna "yıkan" derse, o çocuk bunu anlayıp gider yıkanır gelir. 

Oysa koskocaman adamlara "yıkan" dendiğinde, onlar "nasıl yıkanacağım? 

Toplu iğne başı kadar kuru yer kalırsa ne olur? 

"Önce hangi uzvuma su dökeceğim" gibi geçersiz sorular sorup, Kur'an'ın anlaşılmaz olduğunu iddia etmek büyük bir haksızlıktır. 

Mesela: Cünüp ile abdestsizlik arasında hiçbir fark olmadığı halde mezheplerde özellikle tavaf yapmada cünup olarak yapılan ile abdestsiz olarak yapılan tavaf  arasında fark gözetilmiş, cünüp olarak tavaf yapana ağır cezalar getirilmiştir. 

Halbuki cünüp ve abdestsiz olarak sadece namaz kılınamaz. Namazdan başka her türlü ibadeti ve uygulamayı cünüp ve abdestsiz olarak yapmanın hiçbir sakınca yoktur. 

 Salat'ı ikame etme en kadim milletlerden itibaren gelen bir ibadettir. 

Bundan dolayı müşrikler hiç bir zaman salat-ı ikame  ibadetine karşı gelmediler. 

Çünkü kendileri de salat-ı ikâme ediyorlardı. 

Kur'an'da hareketli ibadet (salat'ı ikame etme  ) manasında üç kelime geçer. 

Bunlar "kıyam (ayakta durma)" rükü (eğilme)" ve "secdedir( yüzüstü yere kapanma)

Yine Kur'an'da İbrahim (Aleyhisselam) ın  makamının namazgah edinilmesi, Kabe'nin temiz tutulması geçer.

( Bakara- 125) 

Hac süresi 26. ayetinde ise evin (Kabe'nin )"Kıyam, Rüku ve Secde" edenler için temiz tutulması emredilerek. Salat-ı ikame etmenin  üç hareketinin ne olduğu bir arada gösterilmiş oluyor. 

Kur'an'da salat-ı ikame  ibadetinde Kur'an okunmasına dair açık bir ifade geçmez, fakat İsra süresi 78. âyetinde akşam vakti açıklanırken sabah namazının vaktinde Kur'an okumaya vurgu yapılmıştır. Müzzemmil süresi 22. âyetinde de namazda Kur'an okunacağına dair işaretler mevcuttur. 

Ayrıca Kur'an'ın özellikleri bize açıklanırken, Kur'an'ın "zikir" yani hatırlatma olduğu söylenir.

 Aslında hiçbir yerde bir işaret olmasa dahi aklını kullanan birisi salat-ı ikame esnasında  Kur'an okumanın güzel bir olay olacağını keşfedebilir. 

Akıllı bir mümin salat-ı ikame ederken yapacağı  bütün dualarda, Allah'a yakarışta, her yerde ve ortamda Kur'an'ı gündeme getireceğini anlar.

 Bir mü'min kesin olarak şunu idrak edecek ki, Allah kendisini uydurulmuş dinden değil, kendisi tarafından indirilmiş din ile sorumlu tutmuş ve mükellef kılmıştır. 

Salat  konusuna dönecek olursak, Cin süresi 18. âyetine göre mescitlerde  Allah dışında kimseye yakarılmamalıdır. 

Allah'ın elçilerinden, evliya diye inanılan şahsiyetlerden veya ölmüş alimlerden yardım istemek mü'mine yakışmaz. 

Müslüman bir tek Allah'a yalvarır, din olarak sadece Kur'an'a iman eder,  güc ve kuvvetin bir tek Allah'ta olduğunu bilir. 

Allah Resulü (Aleyhisselam) salat ibadetinde  bir düzen olsun diye "Kıyam, kıraat, rüku, sucud yani rekat denilen birim şu kadar olsun...şeklinde bir düzenleme ile yerine getirmiş olabilir.

Salatta  şaşırılmamasını sağlayan, toplu ibadetlerde kolaylık getiren bu tip uygulamaların yapılmasından daha tabii bir şey yoktur.

Ümmetin Kur'an'a aykırı olmayan, yerleşmiş ve salat-a düzen getiren bu tip uygulamaların, özellikle toplu yapılan  ibadetlerin devam ettirilmesinin iyi ve güzel olacağı âşikardır.

Tekrar etmekte fayda var, Kur'an'ın ruhuna aykırı olmayan bu düzenlemelerin gereksiz yere tartışma konusu yapılmaması gerektiği kanaatindeyiz. 

Kur'an'ı Mübin, ümmetin modern ve uygar bir toplum olmasını hedefler, rivayetler ve mezhepler bizi ilkelliğin bataklığına çekerler. 

Uydurma rivayetler ve bu rivayetlere dayanan mezhepler aracılığıyla emevilerden itibaren Kur'an sistemi bozulan bir makineye benzemektedir. 

İşte İslam milleti  bu Kur'an'ın bozulan manasını yaşamak zorunda bırakıldı.

Daha doğrusu bu millete  hiçbir zaman Kur'an medeniyeti yaşatılmadı. 

Muhafazakar toplumlar tarafından iktidara getirilen hükümetlerin hakimiyeti sayesinde bu sistemin arızası katiyen tamir edilmeyecektir. Bakara süresinde bulunan iki ayeti kerime bu konuda o kadar önemlidir ki, onları aktarmadan geçmek olmayacaktır. 

"İçlerinde bir takım ümmiler vardır ki, kitabı bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir.Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.

Elleriyle bir kitap yazıp sonra da onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline Onların! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun"

( Bakara- 78, 79) 

Yani bütün milletlerde Kur'an ilmine vakıf olanlar azınlıktadır. 

Halkın ve ilim adamlarının bilgisi kulaktan dolma bilgilerle zanna dayalıdır. İlim adamları uydurma din ile milleti aldatıp onları sömürüyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder