ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI
(16. YAZI)
Ehl-i Sünnet âlimine göre "kabak sevmiyorum" diyenin cezası ölümdür.
Cübbeli anlatıyor.
"Harun Reşid'in sofrasında davet var iken, imam-ı Ebu Yusuf(Hanefi mezhebinin müctehid imam-ı ) efendimiz oradaydı.
Kâdı'l Kudât (kadıların kadısı) orada ulemadan (âlimlerden) birisine kabak ikram edildi.
Bu balkabağı, tatlı kabağı değil, o şeyler var ya, yemek yaptığımız kabaklar, uzun böyle, ince uzun, orada bulunanladan birisi dedi ki: "Resulullah (s.a.v) bu kabak yemeğini çok severdi"
Orada "kibirli" birisi kalkıp demesin mi ki, "Bende hiç sevmem"
Hiiii! buz kesti ortalık.
Bütün meclis halifenin huzurunda, bütün ulama, meşâyih var, dondu herkes, kanı dondu!
İmam-ı Ebu Yusuf hemen dedi ki:
"Tevbe etmezsen dedi, vur kellesini!
(Adam) ne oluyor yahu, ben dedi.
Ne dedim?
Ne yaptım?
Adam mı öldürdük falan.
Kabak sevmek imanın şartı mıydı?
Ben bilmiyordum falan filan.
(İmam-ı Ebu Yusuf) sus dedi.
Burada sen bunu bilmeseydin bu hadisi, şemayildeki (Allah Resulünün vücudunun ve hareketlerinin nasıl olduğunu anlatan hurafe eserler) bu hadisi, konu değildi.
Orada âlimin birisi rivayet yapıyor.
Sahih rivayat, Rasulullah (s.a.v) kabağı severdi! Sen bunu yemeye bilirsin, içinden, isteğin, iştahın gelmeyebilir.
Ama ben sevmem.
Ne oldu bunu eklediğin zaman birbirine cümleleri!
"Resulullah'ın sevdiğini ben sevmem" demek oldu.
Resulullah'ın sevdiğini sen nasıl sevmiyorsun? Hani o sana canından ileriydi!
Haa seviyorum dersin! yemezsin! yemeye bilirsin!
(Yani Cübbeli'ye göre yağcılık ve yalancılık yaparsın)
Büyük bir spor salonunda binlerce kişinin önünde Cübbeli Ahmed'in anlattığı hikayeye bakar mısınız?"
"Efendi Hazretleri ben biraz Buhara'ya çarşıya pazara çıksam çok sıkıldım, izin verir misin? Olur evladım! çıkmış,
O da o makama ermiş ki, (tekkeden)kovulandan bahsediyoruz, o kovulan direk şimdi nasıl uçaklar, jetler tak uçuşa geçiyor.
Bir uçmuş müritlerin üzerinden gitmiş Buhara'ya doğru!
Yani (tekkeden) kovulan adam uçabilen adam haa!
Demek ki burada uçmak muçmak çok hüner değil.
Şah ı Nakşibendi Hazretleri hemen bunu anlamış, doğru müritlerine çıkmış.
Bir bakmış hepsi böyle,
"yahu kaç senedir bu tarikatta ders yapıyoruz daha hala açamadık!
Adam dün geldi, uçuyor kafamızın üzerinde" bunların bütün feyzi bozuldu.
(Şah-ı Nakşibendi) yahu gelmiş demiş, "içerde biraz huzur üzere bir namaza duracaktım, sizin kalbinizin karıştığını anlayınca zor yetiştim" demiş.
Evladım bu ne iştir demiş ya!
Siz nereden aldanıyorsunuz? demiş.
Bu adamı Ricâlul ğayb
(tasavvufçuların ilâhları) zaten tardetmiş ( kovmuş)biz buna şefaat ediyoruz da bunu düzeltmeye uğraşıyoruz.
Bunun uçması muçması çok büyük bir makam değil evladım!
Mühim makam olsa sivrisinek uçmaz evladım demiş yaa! sinek uçuyor, sivrisinek uçuyor.
Bunlar hasis (basit) işlerdir demiş ya!
Ondan sonra bir daha demiş, o bir daha geliyor! Buhara'dan yine uçarak geliyor!
O zaman var böyle veliler, uçuyorlar, geliyorlar, gidiyorlar.
Şahı Nakşibendi Hazretleri demiş "Bir daha uçamayasın" demiş orada.
Ondan sonra oda tekkede oturmuş aşağı, öbür müritlerle beraber.
Yani ne diyorum?
Kimileri uçarken Şah-ı Nakşibendi Hazretleri de uçanı aşağı indiriyor! (kaddesallahu sırrahu)"
Bu inanç ve fikirlere sahip olan memleketleri Allah kahreder, harabeye çevirir.
İşte âyetler.
"Onlara bir zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabb'inin azap emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları İlahları onları hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir)
Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir.
İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır.
O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün bütün mahlukatın hazır bulunduğu bir gündür"
(Hud--101,102,103)
Yüce Allah memleketleri yanlış ameller dolayısıyla değil, şirk ve zulüm yüzünden tarumar eder.
(Hac-31)
Menzil uydurma gavs'ının Semerkand tv'de tasavvuf müziği eşliğinde Serdar Tuncer'in anlattığı alçak bir şirk sapıklığı:
"AHIRI MELEKLERE TEMİZLETTİRMEK"
Serdar Tuncer diyor ki:
"Yüce Nakşibendi yolunun önemli amellerinden biri de hizmettir.
(Tarikatta hizmet: Şeyh adlı tağuta kölelik yapmaktır)
"Hizmet, müridin kendini yetiştirmesinde ve manevi olarak yükselmesinde en önemli basamaktır.
Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri geceleri sofiler uyuduktan sonra lavaboları temizleyerek, Seyyid Abdulhakim El Hüseyni de hizmet yapmak maksadıyla Şah-ı hazne'nin
(Şeyh Ahmet el- Haznevi, Tekkesi Suriye'de tel- Ma'ruftadır )
sürüsünün ahırında tezekleri bir taraftan öbür tarafa atarak bu yolda ilerlemişler ve benliği yıkmışlardır.
Seyyid Abdulhakim Hazretleri El- Hüseyni Hazretleri bir gün müritlerinden ahırın önündeki samanları ahırın üstüne atmalarını ister.
Sofiler samanları ahırın üstüne atarken, içlerinden birisi
"mübarek bize niye hizmet ettiriyor ki" diye içinden geçirir.
O esnada mübarek gavs gelir ve sofiler!
"Çok yoruldunuz, isterseniz bir çay molası verin, hem dinlenmiş olursunuz" buyurur.
Çay içme esnasında içinden bunları geçiren sofi'nin kalp gözü açılır ve samanları meleklerin taşıdığını görür!
Gavs (kuddise sırruhu) buyurur.
"Sofi gördün mü?
"Biz istersek Allah'ın izniyle bu işi meleklere bile yaptırırız, ancak istiyoruz ki sofiler kazansın"
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Müşriklere de ki: Allah'tan başka ilâh saydığınız şeyleri çağırın. Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur"
(Sebe- 22)
İsmailağa tarikatının müridi Muhammed Fatih Osmanoğlu anlatıyor.
"Bununla alakalı size bir sır daha vereyim!
Ben çok gidiyorum, gittiğim zaman da paylaşıyorum' insanlar gitsin diye.
Akbaba Hazretleri var (kuddise sırruhu) nerede yatıyor?
"Kuddise sırruhu veya kaddasallâhu sirrahu" ne demektir?
Aslında Allah elçilerinin kavimleri gibi, bu sapık müşrikler de şeyhlerine "Allah" diyecekler, fakat Kur'an'dan ve muvahhidlerden çekindikleri için "gavs, insanı kamil,
hakikatı Muhammediye, kuddise sırruhu ve kaddasallâhu sirrahu"
gibi kavramları kullanarak takiyye yapmaktadırlar.
Devamında diyor ki,
"Beykoz'da yatıyor, Beykoz'da Akbaba Köyü vardır.
Nakşi büyüklerinden Akbaba Hazretleri orada yatıyor.
Efendi hazretleri
(Mahmut Ustaosmanoğlu) bununla alakalı çok ciddi hikayeleri var.
Akbaba Hazretleri Fatih döneminde yaşadı halbuki.
Ama diyor ki, zaman zaman tıbbi noktada fiziki şartlarla yaşamış olduğu bazı sıkıntılar olmuştu Efendi Hazretlerinin
(Mahmut Ustaosmanoğlu) ameliyatlar geçirmişti.
Dediklerine göre, diyor ki kendileri, "Ameliyatımıza Akbaba Hazretleri teşrif ettiler" diyor.
Gelmiş manevi doktorluk yapmış.
Ve derdi ki: Ha şimdi kabre gidip de istimdat istemeyi inkâr edenler var.
Olur mu?
Bal gibi olur!
Öyle bir olur ki, sen yaşayanlardan istiyorsun! yaşayan insanlar ile ölüler arasında fark ne? Onları sen vesile kılıyorsun da, insanın nefsi insandan ayrılınca,
insanın istidadı ve ruhsal kabiliyeti daha çok artar halbuki!
Derler ki, mesela: Bir veli yaşarken kınına sokulmuş kılıç gibidir.
O kılıç keser mi? Vurursun adama, en fazla bayıltırsın!
Ama bu kılıcı kınından ayırırsan, adamın boğazına dayarsan, adamı ikiye bölersin kağıt gibi.
İşte diyor veli de vefat ettiği zaman nefis ayrılıyor ya bedenden, nefis geberip gidiyor!
Ruh devam ediyor onunla!
Dolayısıyla diyor, o insanın tasarrufu yaşamındaki tasarundan çok daha kaliteli olabilir"
Gerçekten de tasavvuf ve tarikat mensupları yardım etmede ve cezalandırmada ölü şeyhlerin yaşayanlardan daha etkili olduklarına inanırlar.
Bu Kur'an düşmanı müşriklere bir âyet ile cevap verelim.
"Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını onun bilmesi yeter"
(Furkan-58)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder