NASIL NURCU OLDUM?
(1. YAZI)
Bu yazı dizisinde fanatik bir nurcu olan emekli öğretmen Mehmet Erol'un Kur'anla tanıştıktan sonra ibret verici tevhid mücadelesine şahit olacaksınız.
Şöyle başlıyor.
"Sene 1956 yine elimde İslam'la ilgili bir kitap yok.
Yine açıkta kaldım.
Radyo dinlerken Nurcular diye bir grubun olduğunu duydum
Beni merak sardı.
İlk işim Malatya merkezine gidip, Nurcuları bulmaktı.
Merkezde günlerce soruşturma yaptım.
Devlet demir yollarında çalışan Tarık isminde bir Nurcu buldum.
"Ben Nurcu olmak istiyorum. Ne yapabilirim?" dedim.
Bana Diyarbakır'da bir adres verdi. Mehmet Kayalar diye yüzbaşılıktan ayrılmış bir ağabeyimiz var. Oraya gideceksin" dedi.
Üstadımız Said Nursi, onu Diyarbakır'a temsilci olarak tayin etmiş.
Tarikattan uyandığım! (tanıdığım da olabilir) kişilerle Diyarbakır'a gittik. Yatsı ezanı okunurken kapı zilini çaldık.
Kapı açılarak bizi içeri aldılar.
O günde tesadüfen ders varmış.
Biz Malatya'dan geliyoruz.
Mevsim sıcak, açık avluda tam 95 kişi var.
Namazdan sonra Mehmet Kayalar Arap harfleri ile yazılı Lemalar'dan ders yaptı.
Dersten sonra, "ağabey müsaade ederseniz misafirleri birer birer evlerimize götürelim" dediler.
"Hayır olmaz. Hasırlar üzerinde kalabilirler" dedi.
Sabah namazından sonra beraber ders yaptık.
"Said Nursi ahir zamanda gelecek son Mehdi'dir.
Bundan sonra bir başka Mehdi gelmeyecektir" dedi.
Risale-i Nur'da son tefsirdir. Risale-i Nur Mehdi'nin elinde elmas bir kılıçtır. Risâle-i nur gönülleri fethedecektir.
Bütün dünya müslümanlarını bir hilafet altında toplayacaktır.
Şam'a inecek olan Hz. İsa (a.s) imam olacak. En sonunda üstadımız 2005 yılında ölecek, götürüp Medine-i Münevvere'de "Peygamber" (a.s.m) ın yanına gömeceğiz" dedi.
Ben "üstadın 2005 yılında öleceğini nereden biliyorsun?" dedim.
Bir âyet okuyarak onu cifir-ebcet hesabına vurarak ispatlamaya çalıştı.
"Öyleyse ağabey, bize müsaade et, biz trenle Isparta'ya gidip, Mehdi'ye biatimizi yapalım" dedim.
Üstadın, "Benim fâni şahsımı ziyaret etmektense, eserlerimi okumak ondan bin kere daha kıymetlidir" sözünü hatırlatarak bana Arap harfleriyle yazılı bütün Külliyatı verdi.
Ne çare ki, ben Kur'an harflerini bilmiyorum.
Elime bir elif- ba geçirdim.
Başladım kendi kendime öğrenmeye.
Bizim köyde Bayram Hoca diye eski Rüştiye mezunu bir hoca vardı. Risâle-i Nurları ona okutuyorduk.
Bir de ondan eski yazıyı okumaya başladım.
Kopya kağıdı koymak suretiyle yazıları öğrenmeye çalışıyordum. Gecemi gündüzüme katarak 6 ay içinde kendi kendime okuyacak duruma geldim.
Yine dersleri Bayram Hoca yapıyordu.
Şimdi de evim Tekke olmaktan çıkarak Nur Dershanesi olmuştu. Artık elimizde İslam adına yazılmış Mehdi'nin elmas kılıçları vardı.
Risâle-i Nur okunduğunda hepimize ağlama tutardı.
Çünkü üstadımız Said Nursi'nin başına gelenleri duydukça kendimizden geçerdik. Yumruklarımızı masaya vurmakla teselli oluyorduk"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder