7 Haziran 2020 Pazar

ALEVİLİK :
(4. YAZI )
On altıncı yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Anadolu topraklarında ışık taifesi diye anılan Aleviler, bu tarihlerden sonra bu isimle anılmaz oldular.
Işık taifesi tanımı, geçen yüzyıllar içinde Osmanlı İmparatorluğu'nun takip ve baskılarından  tamamen unutuldu.
On altıncı yüzyıl Osmanlı- Safevi çatışmasının en yoğun olarak yaşandığı yüzyıl oldu.
Bu çatışmada o günkü ismi ile ışık taifesi bugünkü ismiyle Aleviler, safevilerden yana oldular. Osmanlıların safevilerle olan savaşlardan üstün çıkmaları ile Osmanlı ülkesinde ışık taifesine yönelik sürek avı başladı.
Emevi Ehli Sünnet mezhebine sıkı sıkıya bağlı olan Osmanlı'ya göre ışık taifesi, "kâfirlerden de kötü" bir taife idi.
Peçevi tarihin'de ışık taifesi şöyle anlatılır:
"Ehli İslam'da ışık taifesi mezmüm( kötülenmiş--şerli ) bir taife olduğu gibi, kâfirlerden daha kötü bir taifedir"
 Prof. Süleyman Uludağ tasavvuf terimleri sözlüğünde ışık karşılığı için şu açıklamayı veriyor. "Osmanlılar zamanında bazen Bektaşilere, Alevilere, Hurufilere ve rafizi eğilimli derviş zümrelerine ışık ve ışık taifesi adı verilmiştir.
"Bunlar adına tesis edilecek vakıfların şer'an geçerli olamayacağı" kaydedilmiş fermanlarda bu cümleye dikkat çekilmiştir.
Dolayısıyla Osmanlıda "kafirlerden daha kötü bir taife olan ve vakıfları şer'an geçerli olmayan ışıklar" Osmanlı ülkesinde sürek avlarının ve katliamların hedefi oldular.
Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ışık taifesi kurtuluş olarak çeşitli kelime oyunları arkasına sığınarak kendilerini korumayı seçtiler.
"Işık taifesi" bugünkü Alevilere, on yedinci yüzyıldan önce verilen isimdi.
Ellerinde bağlamaları köy köy dolaşarak, inançlarının yayılmasını ve yerleşmesini sağlayan misyoner Ozanlara da "ışık" deniliyordu.
Köy yollarında dolaşarak başı açık, yalın ayak, korumasız dolaşan, ellerinde sazlarından başka dayanakları olmayan "ışık"lar,
 sürek avlarının başlamasıyla ağır zulümlere uğradılar, aşağılandılar, yok edildiler.
Işıklar bu zulümden ve yok oluştan kurtulmak için, bir kelime oyunu ve bir ses benzerliğinin ardına sığındılar.
Aşk, aşık ve ışık sözcükleri o dönemde Osmanlı ülkesinde kullanılan Arap alfabesi ile neredeyse aynı harflerle yazılıyordu. Okunuşları da birbirlerinden farklı değildi.
 Misyoner ozanlar, kağıt üzerindeki ışık yazısını, aşık olarak okuyarak kendilerine "aşık" deliler.
Böylece ışıklara yönelik öfke ve şiddeti kendilerinden savuşturmaya çalıştır.
İhan Erten tarafından derlenmiş eski bir Alevi deyişinde ışık'ların bu saklanışı şöyle anlatılmıştır.
"Biz aşığız ne söylesek, sözümüzde yalan olmaz.
Sır içinde sır saklarız, hiç kimseye ayan olmaz"
Gubari'nin ünlü nefesinde
"Aşkların" aslında ışıklar olduğu çok açık ifade edilmektedir.
"Aşıklarız, ışıklarız elhalk gedalarız. Şeydalarız felek zedeler müptelalarız"
Yani (aşıklarız, ışıklarız doğrusu fakir çobanlarız.
Delileriz, feleğin zulmüne uğramış mübtelalarız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder