23 Haziran 2020 Salı

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR ?
(1. YAZI )
Bu soruya sağlıklı bir cevap verebilmek için öncelikli olarak dinin kaynağının ne olduğunun netleştirilmesi gerekir.
Bu noktada önemli bir ayırım karşımıza çıkmaktadır.
 Hanif İslam dininin kaynağını belirlerken dinin sahibi olan Allah'ın ilâhi kelamına başvurmak ya da Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından Allah Resulü adına iftira edilmiş yorum ve kabulleri esas alarak Allah'ın sözünün yanına beşeri söz ve rivayetleri katmak olacaktır.
Birinci yol Kur'an âyetleri tarafından detaylı ve  açık olarak ortaya  konulan yoldur.
İkincisi ise Allah Resulü'ne atfedilen hadisler, sünnet başlığı altında ortaya çıkan hadislerin pratik uygulamaları, mezhep imamlarının keyfi bir şekilde esas aldıkları hadislerden hareketle ortaya koymuş oldukları din yorumları ve bütün bunların yanında "din alimi" kabul edilen kişilerin yaptıkları tercihler doğrultusunda kaleme aldıkları fıkıh kitaplarından oluşmaktadır.
 Bununla birlikte ikinci yolun içinde tarikat şeyhleri ve cemaat liderleri  tarafından şekillendirilmiş sonu gelmez din anlayışları da bulunmaktadır.
Şimdi sormak gerekir.
Bu şekilde bir dinin hükümlerini belirlemiş olan kimdir?
Bu anlayıştaki kişilere Kur'an şu soruyu yöneltir.
"Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz. Oysa ki Allah gökte ne var, yerde ne var Hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir "(Hucurat 16)
Yazık ki Allah tarafından insanlara ibret, rahmet ve hidayet olmak üzere gönderilmiş Kur'an âyetleri gerektiği ölçüde dikkate değer kabul edilmediğinden Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri de  önceki din mensuplarının düştüğü hatalara düşmüş dinlerini Allah'a  öğretircesine Kur'an'ın  hükümleriyle yetinmeyerek sayısız ilave ve eksiltmeler yapmak yoluyla yeni bir din inşa etmişlerdir.
 "Hüküm yalnız Allah'ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir.
Dosdoğru olan din İşte budur Ama insanların çoğu bilmiyorlar"
( Yusuf- 40)
 Şüphesiz uydurmacı yalancılar din adına asılsız şeyler uydururken bunu bir kutsal üzerinden yapmaları gerekiyordu.
Allah'ın tarafından vahyedilen  Kur'an açık ve detaylandırılmış olarak ortadaydı.
(Hud-1,2)
Kur'an cahilleri, Allah'ın kitabına alternatif  başka bir kutsal bulmalıydılar ki, ellerinde son Nebi ve  Resul (a.s) dan daha iyi bir malzeme yoktu.
 Bu sebeple Allah Resulü'nün vefatından itibaren sürekli olarak yeni şeyler uydurmaya ve uydurulan bu sözler Allah Resulü'ne mal edilmeye başlandı.
Oysa Kur'an âyetleri Allah'ın hükmüne kimseyi ortak etmeyeceğini açık bir şekilde ifade ediyordu.
"Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz"
(Kehf, 26)
"...Hükmün sadece Allah'a ait olduğu Kur'an'da açık olarak kayıt altına alınmıştı"
(Yusuf-40; Şura-10)
 Din adına ortaya çıkan uydurmaları Allah Resulü'nün üzerinden kutsallaştırmaları yetmediği gibi bir de Allah Resulü'nün dilinden de aktarmalar yapmak suretiyle iftiralarda bulunuyorlardı.
 Oysa Kur'an Allah Resulü'nün yalnızca kendisine vahyedilene uyduğu, (Yunus-15,109; Ahkaf-9  Kuran'ın gerekli tüm detaylara sahip olduğu ifade edilmektedir.
"Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım"
( Enam- 114)
" De ki: Ben sizi sadece vahiy ile uyarıp korkutuyorum"
( Enbiya- 45)
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?..."
( Ankebut 51)
Aslında daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından indirilen vahiy ile din tamamlanmıştır.
(Mâide-3; En'am-115)
Dine sokulan hurafelerin ve rivayetlerin uydurulmaları çok çeşitli sebeplere dayanmaktadır.
Söz konusu sebeplerin temelde şu başlıklar altında değerlendirilmeleri mümkündür.
HADİSLER NEDEN UYDURULDU?
1- Kasıtlı olarak dini bozmak ve  yozlaştırmak.
2-) Siyasi ayrılıklardan kaynaklanan uydurmalar.
3-)Dini eksik zannedip kendince dini kurtaran cahillerin uydurdukları rivayetler.
4-) Terğib ve terhib için yani kendi anlayışlarına göre iyi olan amellere yönlendirme ve günahlardan sakındırma için uydurulan binlerce hadis.
5-) Maddi çıkar sağlamak ve şöhret için yapılan uydurmalar.
 6-) Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesi gibi bir çok nedenden dolayı hadis uydurulmuştur.
 Eğer hadisler dinin bir parçası olarak kabul edilirse dinimiz eksik, sorunlu, insan yaratılışı ve aklına aykırı çelişkiler ve tutarsızlıklarla dolu bir din haline gelir ki zaten Şia ve Ehli Sünnet anlayışı ne yazık ki bu inançta bulunmaktadır.
Hadisler Kur'an ile çelişmeleri bir yana kendi işlerinde de çelişkiler ihtiva etmektedirler.
Öyle hadisler vardır ki Kur'an âyetleri, ilim ve akıl tarafından ortaya konulan gerçeklere tamamen aykırıdır.
Bazıları Kur'an ve Nebi (a.s) ın  makam ve mertebesine iftiralar içermektedir.
Kuran âyetlerine aykırı bir Allah tasavvuru, zalim, sapkın ve şehvet düşkünü bir  Allah Resulü tasavvuru, âyetleri kaybolmuş ya da eksik kalmış bir Kur'an tasavvuru ortaya koyan birçok hadis vardır.
 (Hemde Kütübü Sitte denilen en önemli hadis kaynaklarında)
 Gerek toplanış zamanları (Emevi- Abbasi) gerekse toplanma usülleri açısından hadisler dünyanın en karanlık metinleri arasında yer almaktadırlar.
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR
(2. YAZI )
Aslında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
Daha Resul (a.s) hayatta iken din Allah tarafından indirilen vahiy ile   tamamlanmıştır.
( Mâide-3; En'am-115)
 Nebi ( a.s) sadece indirilen vahye tâbi olmuştur.
(Yunus-15, 109; Ahzab-1,2)
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman edilmez.
(Casiye-6)
 Şunu demek istiyoruz.
Kendisinden asırlar sonra onun  adına  iftira edilen bütün hadislerin Nebi ( a.s) dan geldiğini kabul etmiş olsak da bizim için değişecek hiçbir şey yoktur.
Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
Din Allah tarafından indirilen vahiy'den başka bir şey değildir.
Din Kur'an'dır.
Nebi ( a.s) sadece yüce Allah tarafından indirilen vahyi insanlara tebliğ eder.
Nebi ( a.s) hüküm olarak  dinde söz sahibi değildir.
Dinin Allah'a özel kılınması gerektiğini anlatan bir çok âyet mevcuttur.
(Zümer-2,3,11,12,13)
Tabi bütün bu söylediğimiz gerçekler, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamak isteyenler içindir.
Dolayısıyla hadislerin sıhhat derecesi üzerinde kafa yoranlar Kur'an cahili kimselerdir.
Biz "hadisler neden dini kaynağı olamazlar?" dediğimizde, aslında  rivayetlerin Nebi ( a.s) a ait  olmadığını biliyoruz.
Esas gayemiz, hadislerin ne kadar  saçma sapan, cehalet dolu, karanlık bir zihnin ürünü olduklarını ortaya koymaya çalışıyoruz.
Yoksa hadisleri temize çıkarmak için bunu söylemiyoruz. 
Dinin Allah'a özel kılınması gerektiğini biliyoruz.
Hadislerin büyük bölümü Kur'an'a karşı cehaletten, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesinden, Şia ve Ehli Sünnet arasında yapılan uydurma yarışından, islam dinine olan düşmanlıktan, siyasi ve sosyal sebeplerden dolayı uydurulmuş olduğunu cahillerden başka herkes bilir. 
 Şia ve Ehl-i Sünnet'te uydurmalar dini hayata o derece egemen  olmuşlar ki, artık Ne Şia'nın ne de Ehli Sünnet'in Kuran'a dönme ve onu sahiplenme istek ve kabiliyetleri kalmamıştır.
Şia ve Ehli Sünnet'in hadis ve rivayet dini bir Madalyonun iki tarafı gibidir. Birbirlerini doğurmuş, birbirlerinin hurafe ve yalanlarından beslenmişlerdir.
Şia ve Ehli Sünnet dini tamamen hadislerin üzerine inşa edilmişlerdir. Özellikle  Emeviler'in din anlayışı olan Ehl-i Sünnet, Osmanlı saltanatının işine yaramış kayıtsız şartsız onun yalanlarını katlayarak kabul etmiştir.
Şia ve Ehli Sünnet kutsallarından vazgeçemezler.
Dolayısıyla asla Kur'ana ulaşamaz ve onun hidayetini bulamazlar.
 Ehli Sünnet ve Şia âlimleri,  Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul eden, ilme göre hareket eden, aklını kullanan hakikat avcılarına asla fırsat vermeyeceklerdir.
Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet'te  yaşanılan din Allah'ın, Resulullahın ve Kur'an'ın dini değil  Emeviler'in, Muaviye'nin, Yezid'in ve Mecusi geleneğine bağlı kadim İran'ın  dinidir.
Şia ve Ehl-i Sünnet'te  Kur'an'dan bağımsız olarak yaşanılan dinin diğer batıl ve şirk dinlerden hiçbir farkı yoktur.
 Şia ve Ehli Sünnet'in dini uydurma rivayetlerle oluşturulmuş bir komisyon dinidir.
Bu komisyonun hiçbir zaman Kur'an diye bir arayışı ve araştırması  olmamıştır.
  Ehli Sünnet ve Şia dini, ölmüşlere tapma ve taptırma dini haline gelmiştir.
Cehaletin başka bir tarafı da hadisleri dinin önemli bir unsuru olarak kabul edip savunanların büyük çoğunluğunun hadislerin nasıl toplandığından haberleri yoktur.
Hadislerden haberi olan ulama kesimi ise Kur'an'ın hikmetinden  habersizdir.
 Müslümanlar Allah'ın kitabını  bilmedikleri gibi hadis ilminden de uzaktırlar.
İlmihal kitapları, fıkıh ya da hadisler hakkında yüzeysel bilgi sahibi olmaktadırlar.
 Oysa hadisler hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olmak için öncelikle Kuran'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde sistemli olarak anlaşılması gerekir.
Hadislerin hem Kur'an ile hem de kendi aralarında çeliştikilerini göstermek için yığınla örnek vermek mümkündür.
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR
(3.YAZI )
İşte Emevi- Abbasi Ehli Sünnet din âlimlerinin sahih olarak gördükleri önemli hadis kaynaklarında yer alan bazı hadisler:
 "Namaz kılan bir adamın önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozulur"
(Buhari 8-102, Ahmet bin Hanbel 4- 86 )
"Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmesini emreden ayet Aişe'nin döşeğinin altındaki sahifede yazılı bulunuyordu.
Allah Resulü vefat edince Aişe onun defin işlemi ile meşgul iken evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sahifeyi yedi ve böylece taşlama cezası Kur'an'dan sakıt oldu ama hükmü devam ediyor"
( İbni mace 36- 1944 ,Ahmed bin Hanbel-3 131, 132 ,183, 6 269 )
Keçinin yemesi sonucu Kur'an'dan çıkan taşlama âyetini  Ömer Kur'an'a tekrar yazmak istedi ise de halkın fitne ve dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi"
( Buhari- 53-5,54,9 -83-3 -93.,21 Müslim- Hudut 8 b 1431 Ebu Davud- 41 1431 Ebu Davud' 41, 1)
Buhari Müslim ve benzerleri Kur'an'ı ve Allah Resulü'nü anlayamadıkları gibi Ömer'i de tanımamışlardır.
Eğer recm yani taşlama âyeti diye bir hüküm ve emir olsaydı bütün dünya Ömer'in karşısına dikilseydi yine de istediğini dikta ettirirdi. Hadis uydurmacılarının anlayamadıkları şeylerden biriside  "Allah Resulü'nün utangaç, mahcup, haya sahibi ve güzel ahlaka sahip bulunmasaydı.
Yani "insanların işine karışmayı sevmeyen bir tabiat ve yaratılışı mevcuttu"
Halbuki Kur'an cahili  hadisçilerin ve  mezhep imamlarının Resul tasavvuru neredeyse her olaya karışan, her konuda konuşan, her olumsuz işe beddua eden,  dengesiz, muhakemesiz bir Allah Resulü portresi çizmektedir.
Allah kelamı Kur'an'a bakıldığında bu  tespitimizin yerinde olduğu görülecektir. 
MESELA:
Kendisinden mal mülk ve güzel yaşantı isteyen hanımlarına bile bir kelime söylemeyip Kur'an tarafından uyarılmaları bunu açıkça göstermektedir.
Huzurunda arkadaşlarının tartışmasına bile müdahale etmeyen "arkadaşlar susun bağırmayın! (Hucurat-1,2,3) diyemeyen bir Nebi'ler ve Resuller  halkasının sonuncusundan bahsediyoruz.
Önemine binaen tekrar ediyoruz.
Allah Resulü  utangaç, son derece haya sahibi, mükemmel bir ahlaka sahip ve başkalarının işine karışmayı sevmeyen  bir karaktere sahipti.
 Hadislerin güvenilmez olduğunu bir de bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir.
 Güya Allah'ın Resulü demiş ki :
"Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama( recm)cezasını uyguluyorlardı. Onları bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim"
 (Buhari- 63, 27)
Yalancılar, akıllarınca bu yalanı Allah Resulü'nün ağzından uydurarak şunu demek istemişlerdir.
"Recim cezasını uygulamayan müslümanlar maymunlardan daha aşağı bir dereceye sahip olacaklardır.
,Peygamber hiçbir zaman ayak üstünde idrarını yapmadı"
( Ahmed bin Hanbel-4-196, 6,136 192 -213)
"Peygamberin ayak üstünde idrarını yaptığını gördüm"
(Buhari- 4, 60, 62 Hanbel- 4,246 -5,384 -394)
"Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine'ye gelerek Müslüman oldular.
Medine'nin havası onlara dokununca Allah Resulü onlara deve sidiği içmelerini öğütleyerek beytülmale ait hayvanları otlatan çobanların yanına gönderdi. Adamlar çobanı öldürüp develeri dağıttılar.
Allah Resulü  onları yakalattı, ellerini ve ayaklarını kesti, gözlerini oydu. çölde susuz olarak ölüme terk etti. biz onlara su vermek istediğimizde Peygamber bizi engelledi"
 (Buhari- 56 ,152 -Tıp ,5,1 Hanbel 3 -107, 163)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
(53. YAZI )
 Sekine sahifesinin Allah Resulü'ne gelişi!
 Said Nursi'nin akıl almaz, mantık kabul etmez hikayeleri: 
Lütfen anlattığı saçmalığa bir bakın ne diyor? 
"Hz. Cebrail'in Alâ Nebiyyina (a.s.m) huzuru nebevide (Nebi'nin huzurunda) getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sahifede yazılı İsmi âzam Hazreti Ali "radıyallahu anh)ın kucağına düşmüş, Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız Alâim-üs Sema suretinde gördüm, sesini işittim, sahifeyi aldım, bu isimleri buldum"
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi-167 On Sekizinci Lema)
CEVAB:
 Gulat-ı Şia yani Şia'nın aşırı üç takımında olan  fırkaların bu ahmaklıklarına Said Nursi nasıl inanmış hayretler olsun.
Bu yalan rivayet, "Cebrail (a.s )ın risâlet görevini Ali'ye getirmesi gerekirken yanlışlıkla Muhammed'e getirmiştir" rivayeti kadar yalan ve ahmakça hezeyandır.
Said Nursi bu rivayete inanmakla  Kur'an düşmanı Gulat'ı Şia'nın tuzağına düşmüştür.
Said Nursi uydurulmuş, düzülmüş metinleri vahye izafe etmeye oldukça meraklı olduğunu göstermiştir.
O, bir şeyin vahiy olup olmadığı konusunda ilmi disiplin ve ciddiyetinden o kadar uzaktı ki, işine geleni, özellikle içinde gizem bulunan her metni vahiy diye takdim etmeye hazır vaziyette beklemektedir.
 Yüce Allah'tan Resulü ( a.s) a  vahiy olarak yazılmış bir metnin inmediği herkes tarafından  bilinen ve üzerinde ittifak edilen bir konu iken, bu  "SEKİNE"SAHİFESi" öyle bir yalan ve uydurmadır ki, içinde hem vahye, (Kuran'a ) hem vahyedene (Allah'a) hem de vahyedilene (Resul  (a.s  )a karşı saygının kırıntısı bile yoktur.
Vahyin tek muhatabı Allah Resulü ( a.s) olduğu halde, hem de onun huzurunda, getirdiği yazılı bir vahiy metnini Cebrail (a.s ) Allah Resulü'nün değil de Hz.  Ali'nin kucağına düşürttüren bu beyinsizlerin tefekkürsüz akılları ve kapalı idrakleri o kadar bariz ki, Kur'an'dan ne kadar uzak düştükleri akıl sahipleri tarafından artık farkedilsin.
 Halbuki Said Nursi'nin zerre kadar bir araştırması olsaydı veya aklını kullansaydı bu yalan rivayeti hazreti Ali'ye uluhiyet isnad edenler tarafından uydurulduğunu hemen anlardı.
 Tabi ki kendisi aynı inanç ve fikirlere sahip değilse.
Vahyin Allah Resulü'nün kalbine indirildiğini Said Nursi nasıl bilmez?
(Şuara-?)
Sait Nursi'nin bu yolu çok tehlikeli bir yoldur.
Kur'an'da Yüce Allah şöyle buyuruyor.
 "İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır"
(Lokman-6)
KAFİR, ZALİM VE FASIK OLANLAR KİMLERDİR?
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
 "Hakka batılı karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
(Bakara-42)
Ali ile Muaviye'nin arasında yapılan Sıffin savaşından sonra "hakem" olayı ile dini ilk siyasallaştıran Hariciler olmuştur.
Çok ilginçtir, Şia ve Ehli Sünnet'in dini adamları Haricileri sevmedikleri halde dini siyasallaştırma fikirlerini benimsemişlerdir.
Dolayısıyla buradan hareketle Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri    âyetlerin bağlamından kopararak şu  cümlelerle sürekli olarak devlet adamlarını tekfir ederler.
"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"
(Mâide-45)
"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"
(Mâide-46)
"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"
(Mâide-47)
Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne  baktığımızda "hüküm" kavramının devlet adamları ile ilgili  değil, din adamlarıyla ilgili kullanıldığını çok açık olarak görüyoruz.
Yani bu âyetlerde kasdedilen şey, devlet adamlarının karar ve tasarrufları, adliye hukuk ve adliye sarayları değil,
 Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibâr edilmemesi ile ilgilidir.
 Dolayısıyla Kur'an'da var olan "hüküm" kavramları devlet ve hukuk  adamlarından daha çok insanlara din anlatan ilim adamlarını ilgilendirmektedir.
Çünkü devlet adamları nihayetinde ilim adamlarının önlerine koyduğu hükümlerle insanları yönetmeye çalışırlar.
Âyetlere dikkat edildiğinde hepsinde  "Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" buyrularak,  hüküm (din- hayat-yaşantı-inanç) anlamında olup  sosyal, ictima'i, ekonomik, kültür olarak  Allah'ın indirdiği vahiy'den başka hiçbir kaynak olmaması ile ilgili bir kavramdır. 
Peki Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri vahyi tek kaynak kabul eden muvahhidleri "sapık" ve "en büyük   fitne" olarak görüyorlarsa devlet adamları "Allah'ın indirdiği" ile nasıl hükmedecektir.
Yok eğer atalarının söz ve ictihadlarını Allah'ın dini gibi kabul ediyorlarsa, bu da çok çirkin bir yalan ve Allah'ın üzerine atılmış  büyük bir iftiradır.
Siz atalarınızdan gelen yalan ve iftiraları Allah'ın  indirdiği vahiy yerine koyamazsınız.
Kur'an'da bulunan "hüküm" kavramının "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak edinmemekle ilgili olduğunu" gösteren âyetler.
"Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak  ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet;  sana gelen gerçeği  bırakıp da onların arzularına uyma. ( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) sizleri bir tek ümmet  yapardı;  fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde)  sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizşe yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir"
 (Sana da şu talimatı verdik):  Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına  dikkat et. Eğer hükümden (Kur'an'dan) yüz çevirirlerse bil ki  bununla  Allah ancak, günahlarının  bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.
 "Yoksa onlar (İslam öncesi)  cahiliyehükümlerini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır"
( Maide- 48, 49, 50 )
"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıkların ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut'un (hadisler-ictihatlar -mezhepler)  önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
Onlara Allah'ın indirdiğine (kitab-a) ve Resul'e  gelin (onlara balvuralım, sadece onları kaynak kabul edelim)   denilğildi zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir, onlara aldırma,  kendilerine  öğüt ver onlara, kendileri  hakkında tesirli söz söyle.  Biz her Resulü-- Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar( vahiy'den başka kaynaklara başvurarak)  kendilerine zulmettikleri zaman (kendisine vahiy  indirilen  Allah'ın Resulü olarak)  sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı  dileseler.  Resul de onlar için istiğfar  etseydi (vahiy indirerek) Allah'ı ziyadesiyle affedeci bulurlardı.
"Hayır Rabbine andolsun ki aralarında çıkan (dini)  anlaşmazlık hususunda (Allah'ın Resulü olarak) seni hakem kılıp sonra da (indirilen vahiy ile)  verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı durmaksızın  onu tam manasıyla kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar"
(Nisa-60/65)
Sonuç olarak:
"Allah'ın indirdiği hükümler" den maksat Kur'an'ın tek kaynak kabul edilmesi olduğu için asıl ve gerçek olarak kafir, zalim ve fasık olanlar devlet adamları değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarıdır.
SEÇİLMİŞLIK İNANCI
(2.YAZI)
 F Gülen'nin ve cemaatinin!!! seçilmiş olduğuna iten en önemli şey Said Nursi'nin  "Cenab-ı Hakk'ın izniyle Mehdi gelir, o daireyi genişletir" sözüdür.
 Bilindiği üzere terör örgütü, Said Nursi'nin açtığı hurafe ve uydurma  yolu büyütmüş ve dünya çapında   genişletmiştir.
 Örgütte, F Gülen'in "Said Nursi tarafından  müjdelenmiş  olduğu" inancı hakimdir.
Said Nursi'ye göre, Mehdi siyaset vazifesiyle İslam toplumunu tekrar birleştirecek,
F Gülen ve terör örgütünün  siyasetle bu kadar ilgilenmesinin, belediye başkanlıklarına kadar müdahale edip, milletvekili tayin ettirmesinin sebebi budur.
Fetö'nun inancına göre
"F Gülen Allah tarafından özel görevle (kainat imamı, beklenen salih zat, Mehdi-i muntazır)
İslam dininin içindeki bid'atları ortadan kaldıracak,
İslam'ı saf haline getirecek, başkomutan olup cihad yaparak İslam aleminin üzerindeki karanlıkları kaldıracaktır.
Mehdi'nin bu kadar büyük işler yapabilmesi için devlet başkanı yani halife rüyi zemin  olması kaçınılmazdır.
  Bilinenin aksine halifelik kaldırılmamış askıya alınmıştır.
 Devlet ele geçirilip F Gülen  devlet başkanı  olduğu  zaman aynı zamanda halife-i rüyi zemin  olmuş olacak.
Osmanlı'nın başkentleri Bursa ve İstanbul'da örgüt zenginlerinin F Gülen için  yaptırdığı villaların sırrı bir nebze aydınlanmış olsa proje daha iyi anlaşılacaktır.
 Halife-i rüyi zemin aynı zamanda  devlet başkanı olan mehdi için  oturacak çok lüks ve şaşalı bir yer yapılmalı.
 Örgütün yıllardır  devlet kurumlarına(yargı, emniyet, ordu, istihbarat)  sızdığı,  kendilerini engellemek isteyenleri  bir şekilde saf dışı ederek  pasifize ettiği bilinen bir gerçektir. 
Orgütün ilk olarak  referandumda  mezardan bile adam toplayarak ele geçirdiği  HSYK marifetiyle yargı olmuştur.
 Bu iş aslında pek  kolay olmadı.
 Referanduma sert muhalefet yapacağı düşünülen  CHP'nin genel başkanının referandum öncesi diskalifiye  edilmesinin ardından yine referandumda plan ve projelerine taş koyan  Bahçeli'nin yardımcıları Baykal'ın akibetini paylaştı.
 Anlaşıldığı üzere örgüt ve lideri F Gülen, Said  Nursi'nin Mehdi tanımını birebir hayata geçirmek için her şeyi yapıyor, baba Bush'un tanımıyla  tanrıyı Mehdi göndermesine zorluyor. 
Mehdi'nin gelebileceği yerlerde oturacağı villalara kadar her şey  hazır edilmiştir.
 Devlet yetkililerinin "yurda  gel" çağrılarına cevap vermemesinin en büyük nedeni F Gülen ve terör örgütünün  Mehdi'nin vaktinin gelmediğine inanılıyor olmasındandır.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
 (54. YAZI )
VAHHABİLİK İTHAMI :
 Said Nursi diyor ki:
"Risâle-i Nur'un üstadı ve Risâle-i Nur'a Celcelutiye kasidesinde rumuzlu işareti ile pek çok alakadar gösteren ve benim hakaik-i imaniye de hususi (özel) üstadım(hocam)   imamı Ali'dir.
(radıyallahu anh), ve " kul lâ es-elukum aleyhi ecran illelmeveddete fil kurbâ"
 (Şura-23)
âyetinin nassıyla ehli beyt'in  muhabbeti, Risâle-i Nur'da ve mesleğimizde bir esastır.
Vehhabilik damarı hiçbir cihetle Nur'un hakikî şakitlerinde olmamak lazım geliyor..."
"İşte şimdi gizli münafıklar, vahhabilik damarıyla, en ziyade islamiyeti ve hakaik-i kur'aniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip ehli hakikatı alevilikle itham etmekte birbiri aleyhine istimal ederek dehşetli bir darbeyi İslamiyet'e vurmaya çalışanlar meydanda geziyorlar.
Sen de bir parçasını mektubunda yazıyorsun, hatta sende biliyorsun, benim ve risale-i Nur'un aleyhinde istimal edilen en tesirli vasıtayı hocalardan bulmuşlar.
Şimdi haremeyn-i şerifeyne hükmeden Vahhabiler ve meşhur, dehşetli dâhilerden İbni Teymiye ve İbni kayyım el Cevziyyenin pek acip cazibedar eserleri, İstanbul'da, Çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususen evliyalar aleyhinde ve bir derece bid'alara müsaadekar meşreplerini kendilerine perde yapmak isteyen bid'alara bulaşmış bir kısım hocalar sizin, muhabbeti Âli Beyt'ten gelen ve şimdi izharı lazım olmayan ictihadınızı vesile ederek, hem sana hem Nur şakirdlerine darbe vurabilirler.
( Emirdağ Lahikası- 193 Yirmi Yedinci Mektuptan Aziz Muhterem kardeşim Tarihçe-i Hayat- 475 ) ÜÇÜNCÜ ESAS :
"Vahabilerin azim (büyük)  imamlarından acip dehaları taşıyan meşhur İbni Teymiye ve İbni kayyım el Cevziyye gibi zatlar Muhyiddin'i Arabi(k.s) gibi azim evliyaya karşı fazla hücum ettikleri ve güya mezhebi Ehl-i Sünnet'i Şia'lara karşı Hz. Ebubekir'in (Radıyallahu anh ) Hz Ali'den (radıyallahu anh) efdaliyetini müdafaa ediyorum diyerek Hazreti Ali'nin (Radıyallahu anh ) kıymetini düşürüyorlar.
 Harika faziletlerini âdileştiriyorlar. Muhyiddin'i Arabi ( k. s)gibi çok evliyayı inkar ve tekfir ediyorlar. Hem vahhabiler kendilerini Ahmed İbni Hanbel mezhebinde saydıkları için Ahmed İbni Hanbel Hazretleri 1 milyon hadisin hafızı ve ravisi ve şiddetli olan Hanbeli mezhebini reisi..."
 CEVAP :
Şimdi Yukarıdaki yalan, iftira, hezeyan ve cehaletin hangisine cevap verelim.
Dünyada hiçbir eserde yalan ve cehalet Risale'i Nur Külliyatındaki kadar yoğunlukta bir araya gelmemiştir.
1) Muhyiddin'i Arabi, hulul inancına sahip bir batıni müşrik olduğunu Ömer Nasuhi Bilmen  şu şekilde Açıklıyor.
"Muhyiddini Arabi'ye gelince onun bir kısım sözleri vardır ki, bunlar dini mikyasa ( ölçüye) muhaliftir. Bunların bir kısmı sahibinin fıskını, diğer bir kısmı da iman dairesinden büsbütün çıkmasını mültelzimdir.(gerektirir)  Muhyiddin'i Arabi'nin  kitaplarında bahusus Fususü hikeminde bu gibi birçok sözlere tesadüf olunuyor.
Firavun'un imanına, (Firavun'un iman ile öldüğüne)  cehennem azabının adem-i devamına kail bulunuyor.
 Abide mabudiyet, (kula kulluk-şirk)  mahluka halikiyet (yaratılanı Allah sayma)  sıfatını izafe ediyor.
Bütün ecza-i kainata birer hısse-i uluhiyet ( ilahlık payesi) ayırarak onlara karşı yapılacak ibadetlerin Allah'a ibadet gibi  olacağını iddia ediyor.
 Daha birçok sözleri var ki, hiçbir vechile tevcih ve te'vili Kabil bulunmamakta, eğer bu sözlerde bütün dini esaslara, lisan kanunlarına muhalif olmalarına rağmen, tevil edilirse artık cihanda batıl hiçbir söz kalmamak ve hiçbir batıl akide bulunmamak icabeder. Bunun neticesinde sözler maksatlara, hakikatlar dalalet hıssasından mahrum kalır.
Hasılı bu sözler sarihtir, bunları te'vile çalışmak zaittir, bunlar bir vecd ve sekir (sarhoşluk ) halinde söylenmiş sözler de değildir.
Çünkü, kitaplarda yazılmış, bunların ibkasına (ebedi olarak kalmalarına)kailleri(sahipleri ) tarafından çalışılmıştır.
Bu sözler masum halkın temiz akidelerini bozuyor, bir kısım kimselerin ilhada (küfre,şirke) sevk ediyor, evâmir (Allah'ın emirlerine )ve nevahiye (Allah'ın haram kıldıklarına) itaat kalmıyor, kendilerinde birer rububiyet (Rab'lık ) hıssası (Payı) görerek birer firavun kesiliyorlar.
Bu hal ise hem ferdin, hem cemiyetin saadetine, intizamına muhaliftir.
Bir "Vahdeti Vücut" sözüdür- birtakım lisanlarda devaran edip duruyor, daha ilimlerin mebadisi'nden(ilimlerin  en basitinden ) haberdar olmayan nice gafiller, işittikleri bu sözün tesiriyle ne muzlim ( karanlık) çukurlara yuvarlanıp gidiyorlar.
 İşte fusustaki sözlerin bir kısmı sahibinin bu mehlekelere ( itikadi felaketlere) duçar olduğunu göstermektedir"
( Bilmen, Büyük tefsir tarihi 2 507- 512)
Said Nursi'nin yukarıdaki fikirlerine baktığımızda bütün hurafeciler gibi onun da vahiy ehl-i muvahhidlerden çok korktuğu anlaşılıyor.
Ayrıca Said Nursi ehl-i beyt olarak iman ettiği Ali ve çocuklarını da hurafelerine bir perde ve kalkan olarak kullanıyor.
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR?
(4.YAZI)
Hadis adı altında Allah Resulü'ne atılan iftiraları aktarmaya devam ediyoruz.
 "Allah'ın elçileri arasında ayrım yapmayınız ben Yunus (a.s) dan  üstün değilim"
(Buhari- 65. 4,5 ; Hanbel- 1 205- 242 440 )
"Ben Adem oğullarının efendisiyim"
 (Hanbel- 1, 5 -5 ,540 -388)
"Hesap Günü tüm Resüller korku içinde canlarının derdindeyken, sadece ben ümmetimi düşüneceğim"
( Buhari- 97, 36 )
"Uğursuzluk üç şeydedir at, ev ve kadın"
(Buhari- 76, 53)
"Dünya balığın üzerindedir, balık başını sallayınca dünyada depremler olur"
( İbni Kesir- 2, 29 50,1)
 "liderler mutlaka Kureyş kabilesinden seçilmelidir"
(Buhari- 3, 129- 183 -4, 121- 86, 31 )
"Tüm siyah köpekleri öldürünüz. Çünkü onlar şeytandır"
( Ahmet bin hanbel- 4/85-5, 54 )
"Karga fasıktır"
(Buhari- 59, 16- Hanbel 2, 52)
"Allah ahirette Nebi'lere  kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir"
( Buhari- 97 ,24- 10,129)
"Resül (a.s)  30 erkeğin cinsel gücüne sahipti"
( Buhari )
"Nebi ( a.s) nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar Zeynep'le yatardı"
 (Buhari- Hibe kitabı- 8)
"Nebi ( a.s) ın  izniyle ihramdan çıkıp minada bulunan kadınlarımıza yöneldik cinsel organlarımızdan meni damlıyordu"
(Buhari- Hac kitabı, 81)
Cevap : Allah boşuna abes bir şey yaratır mı?
Neden siyah köpekleri öldürelim.
 Kur'an cahili muhaddisler kadim tarihte inanılan bir uğursuzluğu Nebi'nin sözü olarak rivayet etmişler. 
Karga neden fasıktır.
Karga siz yalancı iftiracılardan çok daha mübarek bir hayvandır.
Karga Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu görevi aksatmadan yerine getirmektedir.
Esas fasık olan sizin gibi beyinsizlerdir.
Halifelik Kureyş' ten olması lazım mış.
Allah belanızı versin.
"Allah Resulü Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi.
Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı"
( Buhari)
"Sol elinizle yemeyiniz içmeyiniz çünkü şeytan sol eliyle yer içer"
(Ahmet Bin hanbel )
"Allah zamandır"
(Buhari, Müslim ,Ebu Davud, muvatta)
"Allah Nebi ( a.s) ile görüşmüş ve el sıkışmış"
(Ahmet Bin hanbel)
"Allah Müslümanlara günde 50 vakit namaz kılmayı farz kılmış ancak miraç gecesinde Musa Aleyhisselam'ın uyarı ve ikazı sayesinde Nebi  (a.s) ın  ricası üzerine günde beş vakte indirilmiştir"
( Buhari, Müslim ,Tirmizi,)
"Kişinin saçının veya sakalının beyazlaması, Allah tarafından bir lekelenmedir"
( Müslim)
"Melekler içerisinde köpek veya süret( Fotoğraf)bulunan eve girmezler"
(Buhari)
"Kur'anın çoğu süresi ve ayeti mushafa (Kur'an'a) yazılmadan kayboldu"
(Suyuti)
"Ahzab süresi mushafa ( Kur'an'a )
eksik yazılmış"
( Ahmed bin Hanbel, Suyuti) "Beyyine süresi mushafa eksik yazılmış"
(Tirmizi )
"Bakara suresinin 238. ayeti Kur'an'a eksik yazılmış"
(Müslim, Nesai ,Tirmizi ,Ebu Davud) "Felak ve Nas sureri aslında birer Kur'an süresi değildir"
 (Ahmet Bin Hanbel, Tebarani, Bezzar)
"Nebi (a.s)  şifa niyetine deve idrarı içmiş ve içtirmiştir"
( Buhari ,Müslim, Tirmizi ,Ebu Davud, İbni Mace,Nesai)

19 Haziran 2020 Cuma

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR
(3.YAZI )
İşte Emevi- Abbasi Ehli Sünnet din âlimlerinin sahih olarak gördükleri önemli hadis kaynaklarında yer alan bazı hadisler:
 "Namaz kılan bir adamın önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozulur"
(Buhari 8-102, Ahmet bin Hanbel 4- 86 )
"Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmesini emreden ayet Aişe'nin döşeğinin altındaki sahifede yazılı bulunuyordu.
Allah Resulü vefat edince Aişe onun defin işlemi ile meşgul iken evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sahifeyi yedi ve böylece taşlama cezası Kur'an'dan sakıt oldu ama hükmü devam ediyor"
( İbni mace 36- 1944 ,Ahmed bin Hanbel-3 131, 132 ,183, 6 269 )
Keçinin yemesi sonucu Kur'an'dan çıkan taşlama âyetini  Ömer Kur'an'a tekrar yazmak istedi ise de halkın fitne ve dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi"
( Buhari- 53-5,54,9 -83-3 -93.,21 Müslim- Hudut 8 b 1431 Ebu Davud- 41 1431 Ebu Davud' 41, 1)
Buhari Müslim ve benzerleri Kur'an'ı ve Allah Resulü'nü anlayamadıkları gibi Ömer'i de tanımamışlardır.
Eğer recm yani taşlama âyeti diye bir hüküm ve emir olsaydı bütün dünya Ömer'in karşısına dikilseydi yine de istediğini dikta ettirirdi. Hadis uydurmacılarının anlayamadıkları şeylerden biriside  "Allah Resulü'nün utangaç, mahcup, haya sahibi ve güzel ahlaka sahip bulunmasaydı.
Yani "insanların işine karışmayı sevmeyen bir tabiat ve yaratılışı mevcuttu"
Halbuki Kur'an cahili  hadisçilerin ve  mezhep imamlarının Resul tasavvuru neredeyse her olaya karışan, her konuda konuşan, her olumsuz işe beddua eden,  dengesiz, muhakemesiz bir Allah Resulü portresi çizmektedir.
Allah kelamı Kur'an'a bakıldığında bu  tespitimizin yerinde olduğu görülecektir. 
MESELA:
Kendisinden mal mülk ve güzel yaşantı isteyen hanımlarına bile bir kelime söylemeyip Kur'an tarafından uyarılmaları bunu açıkça göstermektedir.
Huzurunda arkadaşlarının tartışmasına bile müdahale etmeyen "arkadaşlar susun bağırmayın! (Hucurat-1,2,3) diyemeyen bir Nebi'ler ve Resuller  halkasının sonuncusundan bahsediyoruz.
Önemine binaen tekrar ediyoruz.
Allah Resulü  utangaç, son derece haya sahibi, mükemmel bir ahlaka sahip ve başkalarının işine karışmayı sevmeyen  bir karaktere sahipti.
 Hadislerin güvenilmez olduğunu bir de bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir.
 Güya Allah'ın Resulü demiş ki :
"Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama( recm)cezasını uyguluyorlardı. Onları bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim"
 (Buhari- 63, 27)
Yalancılar, akıllarınca bu yalanı Allah Resulü'nün ağzından uydurarak şunu demek istemişlerdir.
"Recim cezasını uygulamayan müslümanlar maymunlardan daha aşağı bir dereceye sahip olacaklardır.
,Peygamber hiçbir zaman ayak üstünde idrarını yapmadı"
( Ahmed bin Hanbel-4-196, 6,136 192 -213)
"Peygamberin ayak üstünde idrarını yaptığını gördüm"
(Buhari- 4, 60, 62 Hanbel- 4,246 -5,384 -394)
"Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine'ye gelerek Müslüman oldular.
Medine'nin havası onlara dokununca Allah Resulü onlara deve sidiği içmelerini öğütleyerek beytülmale ait hayvanları otlatan çobanların yanına gönderdi. Adamlar çobanı öldürüp develeri dağıttılar.
Allah Resulü  onları yakalattı, ellerini ve ayaklarını kesti, gözlerini oydu. çölde susuz olarak ölüme terk etti. biz onlara su vermek istediğimizde Peygamber bizi engelledi"
 (Buhari- 56 ,152 -Tıp ,5,1 Hanbel 3 -107, 163)
MEHMET OKUYAN HOCA'NIN  HADİS ANLAYIŞI
Yüce Allah şahittir ki, bu yazıyı kaleme almamızın tek sebebi hakkın ortaya çıkmasından başka bir şey değildir.
Batıl belli olsun, hak olan ortaya çıksın.
Yakınlarda yapmış olduğu bir konuşmayı kelimesi kelimesine yazdım.
Sayın hocamız aynen şöyle diyor:
 "Hani sen rivayetleri kabul etmiyordun?
 Hani sen hadisleri inkâr ediyordun? Ne zaman inkar ettin ben hadisleri,  ben yalanları inkar ederim, hadisleri değil.
 Sen önünde ne kadar yalan varsa hepsine inanıyorsun.
 Ben ayıklıyorum, bu rivayetlerin Kur'an'a aykırı bir tarafı yok!!! niye bakmayayım!
 Babanın tarlası mı bu?
 Türkiye'de hiçbir hadisi kabul etmeyen kimse var mı? bilmiyorum. Eğer varsa, hiç bir hadisi  kabul etmiyorum diyen biri varsa,  ben onlardan değilim kardeşim!
 Benim yazdığım 20 tane 30 tane 40 tane 50 tane kitap var.
 Aç herhangi birine bak, bak ki ben hadislerden istifa ediyor muyum, etmiyor muyum?
 Ama sana göre bir farkım var.
 Ben rivayeti Kur'an'a arz ederim!!! Kur'an'a  uygunsa başım gözüm üstüne, Kur'an'a aykırıysa bu "Peygamber"imin olamaz diyorum, bu  uydurmadır.
Bir hiç bir zaman demiyoruz, Kur'an'dan konuşamazsın, konuş, biliyorsan konuş.
Ama hadislerden ben de konuşurum, senin babanın malı mı bunlar ya. Allah Allah ya!
 Bana açık değil mi bu?
 Yani 40 senedir Kur'an'la  uğraşan bir adamım.
Hangi hadisin Kur'an'a aykırı olduğunu anlayamayacak mıyım ben?
 Sen anlamayabilirsin, sen anlamıyorsun diye millet anlamıyor, öyle bir şey yok!
 Ben ayıklarım, bilebildiğim kadar ayaklarım, bilemediğimi de bunu bilmiyorum derim canım!
 Âyetlerin tefsirini yapıyorum, sürekli ne yazıyorum biliyor musun? Âyetlerin altına.
 Benim anlayabildiğim bu kadardır;  gerçeği Rabbim bilir.
 Bu kadar anladım, sen daha iyisini anla, Allah Allah!
 Yok o diyor ki: Sen anlayamazsın, bana diyor sen anlayamazsın, ben zaten anlayamam diyor.
 O da anlamıyor, peki ne yapacağız? "Anlayanlar var onları anlayalım"
 Ne malum onlar da doğru anladı, 
o da yanlış anladıysa.
Olur mu? olur olur?
Niye oluyor muymuş?
 Benim yanlış anlama ihtimalimin  bulunduğu dünyada başkaların böyle bir böyle bir yanlış anlama ihtimali yok mu yani?
"Yok" diyor.
Hadis okuyorum, bana diyor ki:
İşine geleni okuyorsun değil mi? Sen de öyle, sen öyle değil misin yani?
Sen de benim okuduğumu okumuyorsun bak, senin işine gelmiyor bu demek ki, kaldı ki ben işime geleni değil, Kur'an'dan referansı olanı okuyorum. Aramızdaki fark bu.
Ne bileyim, hadis okumaya korkar olduk.
 Şuna bak ya, ben Kur'an dışında hiç bir kitabın her yazdığı doğrudur yalanına İtibar etmem.
 Bunu benden kimse beklemesin, yapmam böyle bir şey.
 Ben Allah'ın kitabının hakemliğine müracaat ederim.
 Benim yolum bu:
 Rivayet, bu kitaptan besleniyorsa, buradan (Kur'an'dan) bir referansı varsa,  başım gözüm üstüne yani "peygambere" ait  herhangi bir söz veya eylem Kur'an'a aykırı olamaz, ölçümüz budur.
 Kur'an'a aykırı değilse başım gözüm üstüne kardeşim.
 Ölçüm Kur'an'a  uygunluk ya da ayrılıktır.
 Bu bu kadar basittir.
Cevap:
Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak da hadislere hiçbir ihtiyaç yoktur.
Tam aksine hadislerin hepsi kültür ve gelenek olarak değil de, din ve hüküm olarak geldikleri için tümü şirk ve küfürdür.
Çünkü hadisler, Kur'an'ın anlaşılmasını imkansız hale getiren, Kur'an'ın önünde bir bataklık,  dünyanın en karanlık ve en vahşi metinleridir.
Hadislerin cehennemine takılan  Kur'an'ın cennetine ulaşamaz.
Hadisler, cehennemin mutfağı gibidirler.
 Din ve hüküm  olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı, insanların sadece indirilen vahiyden yani Kur'an'dan sorumlu oldukları, (Mâide-100; Zuhruf-43,44)
Din adına Kuran'dan başka hiçbir söze iman edilmeyeceği,( Casiye-6; Mürselat-50)
Yalnız Allah'tan indirilenin hak olduğu, (Bakara-147; Yunus-94)
Din ve olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğu,(Ankebut-50,51)
Daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy'le dinin  Allah tarafından tanımlandığı,(Mâide-3; En'am -115)
Fırka ve mezheplerin Kur'an tarafından reddedildi, (En'am-159; Rum -30,31,32)
Hadislerin Allah'ın hidayet yolundan insanları engelleyen boş söz olduğu (Lokman-6)
Allah indinde tek  geçerli dini bütün Resullere  indirilen tevhid dini İslam olduğu,(Âli İmran-19,85)
Allah elçilerinin sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ettikleri (Mâide-99; Râd-40; Nahl-35)
Ve sadece vahye  uydukları, (Yunus-15,109; Ahkaf-9)
Onların vahyi tebliğ etme  ve duyurmadan başka görevlerinin  olmadığı, (Kaf-45; En'am-51; Enbiya -45)
Kuran'dan başka bir kaynakta hidayet'in aranmayacağı, (Sebe-50;Yunus-108)
Kur'an Allah tarafından tebyin, (açıklandığı) (Nahl-89; Yusuf-111) tasrif, ( çeşitli şekillerde sindire sindire anlatıldığı) (Kehf-54)
 tafsil (çeşitli şekillerde  detaylandırıldığı) (Hud-1,2) tefsir, (kendi içinde çözüme kavuştuğu) (Furkan-33) ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
Din ve  hüküm olarak Kuran'dan başka kaynakların şirk olduğu, (Kasas-87)
 Resul'e itaatin Allah'a itaat olduğu, (Nisa-80)
Nebi'ye karşı gelmenin günah olmadığı (Ahzab-37)
Fakat Resul'e isyan etmenin apaçık bir sapıklık olduğu (Ahzab-36)
Çünkü Resul ile Kur'an'ın arasında bir farkın olmadığı, "beşer Resul" vefat edinceye kadar risâlet misyonuyla konuşan Kur'an olduğu,   vefatından sonra onu sadece Kur'an'ın temsil edeceği, dolayısıyla başta
 "itaat" kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hak,nur, kerim,  aziz, mubin, helal ve haram kılma, istihza (alaya alınma)
üsve-i hasene ( örnek  gösterilme) tekzib ( yalanlama) tasdik, inzar (uyarma) tebliğ, kitabı tilavet etme, icâbet, dâvet,
Elçi gönderilmeden azap etmeme, şikak,ittiba gibi bir çok kavram Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Sonuç olarak:
Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kaynak yoktur.
 insanlık tarihinde her zaman müşrikler çoğunlukta olmaları sünnetullahtır.
 Kur'an'dan yüz çeviren Allah'ın yardımına kaybeder.
 İman edenler için Kuran'dan başka hiçbir sığınak yoktur.
(Âli İmran-103)
 İslam dini mezheb ve firkacılığı  kabul asla kabul etmez.
(Âli İmran-106)
 Hidayet ve dalâlet sadece Kur'an ile ortaya çıkar.
   Allah sadece Kur'an'a uyulmasını emretmiştir.
(En'am-153,155;Âraf-3)
 Din adına Kuran'dan başka bütün kaynaklar cahiliyedir.
(50)
 Kur'an'dan bağımsız hidayet olmaz. Kur'an okumak ve üzerinde düşünmek farzdır.
(Kasas-85)
Kur'an Allah tarafından kolaylaştırılmış bir kitaptır.
(Kamer- 17. 22,32,40)
 Din adamları her zaman vahye  ihanet etmişlerdir.
(Âli İmran-187) ; Bakara-159,174) Allah'ın kitabını gözleyenler lanetlenmişlerdir.
(Bakara-159,174)
 Allah hükmünde hiç kimseyi ortak yapmaz.
(Kehf-26; Yusuf-40; Şura-10)
 Kur'an'dan sapma dünya ve ahirette azap sebebidir.
(İsra-73,74,75)
 Nebi ( a.s) sadece vahye  tabii olmuşlardır.
(Ahzab- 1,2)
 Kayıtsız şartsız âyetleri kabul etmeyenlerden Allah ve  müminler nefret eder.
(Mümin-35)
Daha bu âyetler gibi yüzlercesi hadislere hiçbir ihtiyaç bırakmadam Kur'an'ın din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak yeterli bir olduğu açıklanmıştır.
YERYÜZÜNDE BÖYLE ŞİRK  GÖRÜLMEDİ, BÖYLE KÜFÜR  YAŞANMADI
Attığımız başlık ile Allah elçilerinin tevhid mücadelelerini küçümsüyor değiliz.
Tabi ki Allah'ın elçileri müşrik ve  kafirlere karşı en büyük mücadeleyi  vermişlerdir.
 Nebi ve Resuller müşrik ve kâfirlere karşı kanlı ve canlı bir mücadele yapmışlardır.
 Biz ise sanal ve hayali bir zeminde  mücadele ediyoruz. 
Mesela, Nuh ( a.s) ı  öyle bir hale getirdiler ki, Allah'a şu şekilde yakarmak zorunda kaldı. 
  "Ben kavmime karşı mağlup oldum, bana yardım et"
(Kamer-10)
Nuh (a.s) ın başka bir yerdeki yakarışı şöyledir.
 "Rabb'im! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma"
(Nuh- 26)
 İbrahim (a.s) müşrik kavmine  şöyle sesleniyordu.
"Size de  Allah'tan başka (Allah'ı bırakıp da yöresinde, birisinde) tapmakta olduğunuz şeylere de yuh  olsun.  Aklınızı kullanmaz mısınız?"
(Enbiya- 67)
 Son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) ın meydan okuması şöyledir.
"Siz ve Allah'ı bırakıp (yöresinde, berisinde) kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya  gireceksiniz"
 (Enbiya- 98)
 Bizi böyle bir başlığı atmaya sevkeden şey,  Kur'an'ın din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak mükemmel bir kitap ve yeterli bir kaynak olduğu halde ondan niye yüz çeviriyorlar? 
Bizi üzen şey ataların uydurma dinine bağlı olanların Kur'an gibi bir hidayet ve rahmete rağmen  göz göre göre cehenneme doğru yol almalarıdır.
Yüzlerce açık delile rağmen vahye karşı kör, sağır ve gönüllerinin duygusuz olmalarıdır.
 Yüce Allah kitabında yüzlerce âyette "Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kaynak olmadığı..."
 (Yusuf- 40; Kehf- 26; Şura 10)
 Allah Resulü'nün sadece kendisine indirilene vahiy ile insanları uyardığı..."
(En'am-51; Enbiya-45; Kaf- 45)
"Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kaynağa iman edilmeyeceği..."
(Casiye- 6)
"Allah Resulü'nün sadece vahiy ile tebliğ ettiğini..."
( Maide- 67; Râd- 40; Mâide-99)
"Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğu..."
(Ankebut- 50,51)
 "Tek hidayet edici olanın  Kur'an olduğu yani hidayet'in kaynağının yalnız Allah olduğu..."
( Nisa- 176;Ahzab- 4; Leyl-12 )
"Allah'ın ayetlerini gizlemenin lanetlik bir günah olduğu..."
( Bakara- 159, 174)
"Daha Allah Resulü hayattayken dinin  Allah tarafından tamamlandığı..."
(Mâide-3; Enam- 115)
"Din ve hüküm olarak insanların sadece Kur'an'dan sorumlulu oldukları..."
(Zuhruf-43,44)
"Mezheplerin ve ictihadların bölücülük ve tefrika, ihtilaf ve ayrımcılık, kaos ve kargaşa ürettikleri..."
(En'am-159; Rum-30,31,32)
"Allah'ın en önemli emirleri arasında dinin Allah'a özel kılınması gerektiği..."
(Zümer-- 2, 3, 11, 12, 13, 14; Beyyine-5; Mümin-65)
Bütün bu kesin delillere rağmen günümüz ehl-i sünnet din adamları bakın ne diyorlar.
Bir bakalım insanlık tarihinde böyle bir şirk görülüp ? Böyle bir küfür yaşandı mı?
 "Madem Kur'an herşeyi açıklıyor, bana müziğin haram olduğuna dair Kur'an'dan delil getirin"
(Ubeydullah Arslan)
"Kur'an'a uymuyor diye sahih  bir hadisi reddeden kimse kafirdir,  Müslüman değildir"
( Mehmet Emin Akın)
"Buhari'de gök aşağı, yer yukarıdır diye bir hadis varsa  bitti benim için. Artık yer gök, gök de yerdir derim. Taş sıvı, su katıdır derim"
 (Nurettin Yıldız)
"Sen hadisleri yok sayarsan Kur'an'ı  nasıl anlarsın?"
 "Bana Kur'an yeter" diyenler, çağımızın en büyük fitnesidir"
(Nihat Hatipoğlu)
"Oynama Buhari ile oynama Müslim ile  Buhari çökerse islam çöker, Müslim çökerse islam çöker"
( İhsan Şenocak)
"Beş yüz (500) tane de âyet  gösterseler, eğer sedefin (din  ataları) onayından geçmiyorsa, biz buna bid'at (uydurma) hükmü  vermekte tereddüt etmemeliyiz"
 (Ebubekir Sifil)
" Kuran hadissiz anlaşılmaz, mümkünü yok"
( Cübbeli Ahmet)
 Biz de onlara Allah'ın kitabıyla cevap veriyoruz.
"Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sahip dökmüşüzdür. Fakat (Allah'a karşı)  mücadeleye  en çok düşkün varlık insandır"
 "Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir!"
"Biz Resulleri sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kafir olanlar ise batıla dayanarak hakkı  ortadan kaldırmak için  batıl yolla   mücadele verirler. Onlar ayetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır"
"Kendisine Rabbinin  âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden,  kendi elleriyle yaptığını unutandan  daha zalim kim vardır?
 Biz onların kalplerine bunu anlamalarına  engel olan bir ağırlık,  kulaklarına da  sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf-55,56,57)
CÜBBELİ  AHMET
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan engellerler.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azap vardır.
( Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp da  bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki:
"İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yapmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın"
(Tevbe-34,35)
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden, " Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir değer ile  değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"
(Âli İmran-187)
 Cübbeli Ahmet merdiven altında gayri resmi  çalışan kurnaz bir pazarcı.
 Piyasanın ihtiyacına göre anında cevap veren bir din tüccarı.
Ancak onun elinde diğer tüccarlarda bulunmayan önemli bir malzeme var :
 Din.
 Onu ve benzerlerini köşeye sıkıştırmak, mahcup etmek, özür diletmek zorunda bırakmak mümkün değil.
Uydurma din her sıkıştırmadan kurtulmanın yolu ve ilkesizliğin en sağlam kılıfı.
Rivayet dini, istisnasız her rezilliğin izahını yapabilecekleri, islam dışı eylemlerini  bir anda sevaba dönüştürecek sihirli bir değnek.
Yani gayri meşru her şeyi yapabilmek için beşeri üretim olan ve patent hakkını ellerinde tuttukları bir dine ihtiyaç vardı.
 Öyle de oldu.
Emevilerle başlayan süreçte mezhep ruhbanlığının ortaya çıkmasıyla dinin  ticarileşmesi arasında bir birini doğuran bir ilişki bulunuyor.
 Kur'an'ın metnini değiştiremiyorlar ama onda olmayan ticari metaya dönüştürdükleri bir çok malzeme ortaya çıkardılar.
 Cübbeli'nin akademik versiyonları  Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş, Ramazan Ayvalı bunu Ehli Sünnet için yapıyor.
Amaç farklı araç aynı.
Tüccar ve Cübbeli kelimeleri yan yana durduğunda herkesin aklına onun pazarladığı  din geliyor.
Cübbeli Ahmet kelimenin tam anlamıyla din alıp satan bir dinci, kurduğu şirket Cübbeli Ahmet ürünleri (CAH) satıyor.
 Kabir azabından koruyan kefen, yangın başta olmak üzere her türlü hastalığı,  kaza- belayı uzaklaştıran "peygamber" nalını, "peygamber" sakalı yıkanmış içme suyu gibi liste uzayıp gidiyor.
 Su için paketleme tesisi bile açtığını kayıtlara geçirip kefen ve nalını  pazarlama taktiklerinden bahsedelim.
Kefene Allah'ın isimlerini yazıyor ama pahalı hammadde kullanıyor, anlayacağınız malzemeden çalmıyor.
Pazarlama esnasında diyor ki:
"Diğer kefenler imamların elinde kalıyor yani dayanma gücü çok zayıf, kumaş çürük"
Ama Cübbeli'nin kefen dokuması çok sağlam, ceylan derisi ya da Kâbe örtüsüne  yazılması lazım.
 Benim var ama herkese Kâbe örtüsü bulmak mümkün değil.
 Ceylan derisine yazdık, hakiki misk ve safranla  yazılması gerekiyor.
 Onlar da ne kadar pahalı biliyor musunuz? Cübbeli Ahmet,  stok maliyetine satılmayan ürüne de katlanmak istemiyor.
"Peygamber" nalınları  için ön ödeme ve sipariş şartı koşuyor.
Eee gemin batmasın, evin yanmasın! istiyorsan  maliyetine katlanacaksın.
 Din ve iman tüccarı Cübbeli, en büyük vurgununu  Fadıl Akgündüz (Jet Fadıl) la  ortaklığından vuracaktı.
 Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.
Beklendiği gibi Fadıl yine battı.
Kendisini savunurken söylediklerinden anladığımıza göre iki  daire karşılığında Jet Fadıl'ın vurgununa eyvallah demiş.
Diyor ki :  "Fadıl  Bey'in otelinden yer alın  demedim.
 Sadece fetva soranlara caizdir dedim.
 Sen enayilik ettiysen bende enayilik ettim, benim de birkaç dairem gitti"
 demesi sizi yanıltmasın, temel atma töreninin şeref konuğu ve kutsayıcısı olarak başrolde bulunuyordu.
Bu arada Fadıl Akgündüz'ün tutuksuz yargılandığı dolandırıcılık davasında mağdur avukatları başka bir iddiayı ortaya attı.
 Avukat, Jet Fadıl'ın Marmaris'teki oteli'nde tatil yaptırdığı Cübbeliyi gizlice kaydettiği  ve görüntülerle şantaj yaptığını öne sürdü.
Mahkeme yargılamanın konusu olmadığı için CD yi  işleme koymadı.
 Fuhuş iddiaları Cübbeli Ahmet'in başını  sıklıkla ağrıtıyor.
 Bu yüzden tutuklandı ve yargılandı.
 Bir zamanlar internete düşen görüntülerin komplo olduğunu öne sürse de mahkemede Özbek bir kadınla nikahlandığını ve kamera görüntülerinin internete düşürüdüğünü itiraf etti.
Görüntülerin kendisine ait olduğunu ve bunu inkar etmediğini belirten Cübbeli, cemaatine  madde madde ben değilim diye açıkladı.
 Ancak mahkemede "ben ilk günden beri inkar etmedim" dedi.
 Görüntülerdeki kadını nikahlayıp sonra boşadığını yazan Emine Şenlikoğlu da doğruluyor ve ekliyordu:
 Savcıya dedim ki,  ne olur, Allah aşkına serbest bırakın o alışkındır böyle sık sık nikah yapmaya  ama kesinlikle kadın satışına bulaşmaz"
Acarkent'teki yüzme havuzlu villasını savunurken "yüzmem lazım ama harama bakmamak için denize umumi  havuzlara gidemiyorum.
 Erkek havuzları bile haram" diyor.
 Malta'da bikinili kadınlarla birlikte yüzerken yakalanınca "Avret yerleri açık olarak denize girmek yasaktır. Ben haşemalıyım. Bunda ne mahzur var" diyerek çark ediyor.
Konfor yaşantısını "Allah nimetini kulunun üzerinde görmek ister" uydurma hadisiyle  savunuyor.
Aslında Cübbeli Ahmet isterse lüks ve konfor içinde yaşayabilir.
Ameli günahları onunla Allah arasında, karışma hakkımız yoktur.
Esas sorun, din ticareti yapmasında, Allah  ile insanları aldatmasında,  Allah Resulü'ne uydurma rivayetler yoluyla hakaret etmesinde, Allah'ın dinini,  her türlü günahı, suçu örtbas  edebileceği bir örtü olarak kullanmasında.
ALEVİLİK
(6.YAZI )
EVRENİN YARATILIŞI :
Kur'an'a göre evren yoktan var edilmiştir.
 Alevilik inanışında ise yaratılış, kudretten kopan ve arşta asılı duran bir kandil'den
(Güneş) gelen ışığın yeryüzüne ulaşması ile başlamıştır. Alevi inanışının esası olan ışık aracılığı ile varoluş İslam'ın anlatımları arasında yer almaz.
 İNSANIN YARATILIŞI :
Alevilik ile İslam inanışı arasındaki bir diğer önemli fark insanın yaratılışındaki inanç farklılığıdır. İslam inancına göre Allah Adem'i topraktan yaratmıştır.
Alevilik'te ilk insanın yaratılışı çok farklıdır.
Alevi inancında  ilk insan kırklar meclisinde, kırklar meclisi'nin kararı ile kırklardan birinin özünün, seçilmiş varlığa (hüruh'u naci) katılmasıyla yapılmıştır.
Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı, ahiret, cennet -cehennem ve Allah'ın tanımlanması gibi en temel konularda İslam'dan çok farklı inançlara sahip Aleviliğin İslam'ın bir mezhebi gibi sunulamayacağı gayet açıktır.
Aleviliği islamdan asıl ayıran, bu inanç farklılıklarıdır.
Eğer Alevilik İslam'dan en temel konularda bu kadar keskin çizgilerle ayrılmamış olsaydı 400 yıl boyunca süren Aleviliği İslam içinde eritme ve monte etme çabaları başarıya ulaşmış olurdu.
Alevilik kendine özgü bir kültür ve bir  inançtır.
Anadolu'da şekillenen, Balkanlarda, Ortadoğu'da, Avrupa'da yaşayan milyonlarca insanı etkileyen Alevilik ortaya çıktığı coğrafyada İslam dışında bütün inaçlarla kaynaşmış, hulul öğretisini onlardan aldığı katmanlarla zenginleştirmiştir. ALEVİ İNANIŞI İÇİNDE ALİ :
"Yoğ iken yerle gökler ezelden kudret kandilinde punhan Ali'dir.
Kün deyince bezmi elestten evvel Âlemi var eden Sultan Ali'dir"
(Genç Abdal)
Alevi sözcüğünün Ali'ye ve ehli beyt'e (Allah Resulü'nün ailesi, hane halkı) bağlı olmak anlamına geldiğini, kendilerinin'de Ali'ye ve Muhammed ( a.s) ın ailesine bağlı, gerçek Müslüman olduklarını söyleyerek kendilerini Müslümanlık içinde gizleyen Aleviler, zaman içinde Ali  sözcüğünün Alevi söylemi içinde çok fazla yer alması ve Ali'ye beslenilen sevginin beklenenden fazla artması üzerine, Ali sözcüğüne, Alevi inanışına (Hulul) uygun anlamlar yükleyerek, bu ismi Alevi felsefesinin bir öznesi haline getirmişlerdir.
Şeriat kapısında olmasa bile, Aleviliğin diğer kapılarında
(Tarikat, Marifet, Hakikat) Ali etiyle, kanıyla yedinci yüzyılda yaşamış Muhammed ( a.s) ın amcasının oğlu ve damadı olan tarihi kişilik olmaktan çıkarılmıştır.
Alevi inanışında, edebiyatında ve ibadetinde Ali (r.a) kişi olmaktan uzaklaştırılmış bir ilâh haline getirilmiştir.
Alevilere göre Ali, yaratanın görünen yüzü olan güneşin doğuş hali ve ışığıdır.
Alevi sözlü geleneği içinde  Ali'nin Nur (ışık) ifade eden bir kavram olduğunu ve bunun bir sır olarak korunduğunu, Alevi nefeslerinde adı geçen Ali'nin İslamiyet'in erken dönemlerinde yaşamış tarihi kişilik olmadığını ifade eden sayısız deyiş  vardır.
Yani Ali hulul inancına uygun bir konuma getirilmiştir.
"Müminler sırrını ilden sakınır.  Kendin bilmezlere sözün dokunur. Genci Abdal dört kitaptan okunur. Evveli âhiri destan Ali'dir"
(Genç Abdal )
"Hakkın kandili'nde gizli nihan da,
La mekan elinde sır idi Ali,
Küntü kenzin esrarı andadır.
Dünya kurulmadan var idi Ali"
( Devrani)
Aleviler çeşitli nefeslerinde, ışığın yapmaya kadir olduğu olayları veya ışık aracılığı ile var edilmiş olanları anlatırlarken ışık öznesi yerine Ali adını kullanmışlardır.
"Tevalla: Sırrı" içinde bunu anlamak kolaydır.
Ancak bu sırra vakıf olmayanlar kolayca Alevilerin Ali'yi ilahlaştırdikları yargısına kapılabilirler.
Aleviler kendi gizliliklerinde Ali'ye "Işık" anlam ve kavramını yükleyerek, ışığın varoluştaki rolünü kolayca ifade etmişler.
 Işığa olan sevgi ve saygılarını çok tanrıcılık suçlamalarına hedef olmadan yaşatabilmişlerdir. Unutmamak gerekir ki, Ali ismine yüklenen "ışık" anlamı, bir zorunluluktan, var olma ve varlığını sürdürebilme kaygısından doğmuştur.
Bu durum Emevi Ehli sünnet ikliminde, gizli bir din olarak saklanmanın, zaman içinde oluşmuş bir dayatması gibidir.
En sevdikleri, gönülden bağlı oldukları yaratılışın sebebi saydıkları Nur'a (ışığa ) doğrudan seslenebilmek, onu başka kisveler altında gizlemek, sırra vakıf Aleviler için sancılı olmakla beraber zaman içerisinde bütün Alevilerin razı olacağı kendi inançlarına uygun bir din haline getirilmiştir.
ŞİRK MANTIĞI
"O halde onların (müşriklerin) kulluk ettikleri şeylerin (bâtıl olduğundan) asla şüphen olmasın.
 Çünkü onlar ancak daha önce (din) atalarının kulluk ettikleri gibi (düşünmeden)  kulluk ediyorlar. Biz onların azaptan hisselerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz"
(Hud-109)
Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'da bulunan hiç bir kavrama isabetli bir  açıklama getirmediler.
 İnsanları aldatmak için kavramı Kur'an'dan aldılar.
 Fakat onu dinlerinde var olan uydurma rivayet ve yalan ictihadlarla doldurdular.
 Mesela: İslam, din, iman, Nebi, Resul, salât, salavât, küfür, ihlâs kavramları gibi.
 Bu konuda ümmi insanların bir günahı yoktur.
Ümmi insanlar hangi geleneğin ve dinin içinde kendini bulmuşsa  onunla şekil almıştır.
Şirk akıl ve mantığının en önemli argümanı "din âlimlerimiz, atalarımız, eski ulema bilmedi de, siz mi bildin?"
"Bunları nereden çıkarıyorsun ?"
"...Biz geçmişteki (din)  atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"
(Mü'minün-24) itirazlarıdır.
Mezhebi din edinen cahil, düşünmüyor ki, bir de şu Kur'an'a kulak verelim, bir de şu Kur'an'dan konuşanları dinleyelim.
Bu konuşan insanlar sadece Kur'an'a atıf yapıyorlar, "dinde  Kur'an'dan  başka hiçbir kaynak yok" diyorlar. 
Bu adamlar dinde adres olarak yalnız Kur'an'ı gösterdiklerine göre, birde Allah'ın indirdiği kitab-a bir göz atalım.
Bir ihtimal, olabilir ki, bunlar doğru söylüyor.
Rahmân ve Rahim olan Allah müminleri tarif ederken şöyle buyuruyor.
"Onlar ki, sözü dinlerler en güzeline uyarlar..."
(Zümer-18)
Sözü dinlemeden en güzelini nasıl bulacaksınız?
Sizin Allah'a, kitab'a imanınız yok mu?
Bak Kur'an her şeyi tarif ediyor, her açıklamayı yapıyor.
Siz bin dört yüz seneden beri yalan ve iftira konuşuyorsunuz! 
Bırakın herkes konuşsun, konuşturmuylar, hemen kafirsin, peygamber düşmanısın, hemen aforoz ediyorlar.
"Atalarımız, ulemamız, imamlarımız bilmedi de sen mi bildin?
Bak Kur'an senin din ataların hakkında ne diyor?
"Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Peki ataları hiç bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler?"
(Bakara-170)
"Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allah onlara buyurur.
Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi?
Yoksa yaptığınız neydi ? "
(Neml-84)
Siz  atalara kulluk ediyorsunuz, siz Ebu Cehil'in dinine mensup cehennem odunusunuz.
Kur'an bir çok âyette bu gerçeği ortaya koyuyor.
Bizim sizinle harcayacak bir zamanımız yoktur.
Eğer bilgi sıkıntınız varsa, Kur'an ile giderelim.
Ama aforoz yok, daha ağzımızı açmadan "atalarımız bilmedi de sen mi bildin?"
"Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen adam Kur'an'ın yüzlerce âyetini inkâr ediyor demektir.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
(46.YAZI )
CELCELUTİYE
Said Nursi, dördüncü halife olan  Ali'ye isnad ettiği uydurma ve hepsi yalan  olan Celcelutiye kasidesinden  kendisi ve Nur risalelerine pay çıkarmakla  kalmamış,
hiç düşünmeden bunların kaynağının vahiy olduğunu da iddia etmiştir.
İnanılacak gibi değil, Said Nursi diyor ki:
"Madem Celcelutiye vahiy yoluyla "peygamber" (Aleyhisselam'a) nazil olmuştur"
"Ve  Allâm'ul- Guyubun (bilinmeyenleri bilenin)  ilmi ile ifade-i mana eder"
"Hem madem Celcelutiye mana'yı  mecazi ile o kasidenin hakikatını ispat eden Risale'i Nur-a sarihan, (açık--anlaşılır)  ve onun
13 ehemmiyetli risalelerine işareten haber vermekle beraber Risale'i Nur müellifi ve bunun 13 ehemmiyetli
va'kıat'ı hayatına (Said Nursi ve hayatındaki 13 önemli olaya)  imaen, (ima ile) remzen, işareten mana'yı mecazi ile haber  veriyor"
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi-136- Sekizinci Şua)
 "Hem madem Celcelutiye'nin aslı vahiy'dir ve  esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor, ve gaybi umur-u istikbaliyeden (geleceğin   bilinmeyen olaylarından) haber veriyor"
(Sikke-i Sasdik-i Gaybi-141 )                                 CEVAP :
 Kur'an'ı Mübin'de yüce Allah  şöyle buyuruyor.
 "Ey Ehli kitap!  Dinimizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin..."
( Nisa- 171)
Başka bir âyette,  "Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler"
(Nahl- 116) buyrulmaktadır.
Diğer bir ayette "Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim kim  vardır?"
( Kehf- 115 )buyrulmaktadır.
Dolayısıyla, bu kasidenin vahiyle inzal edildiği iddiası, yüce  Allah'a iftira olduğu gibi, Resulullah'a da iftiradır.
Çünkü Risâle-i Nur'dan anlaşıldığına göre Allah Resulü ( a.s) bunu herkese duyurmamış, bilakis Ali'ye hasretmiştir.
Öyleyse, Said Nursi'ye göre  Allah Resulü tebliğ görevini -Haşa- hakkıyla yerine getirmemiş olmaktadır.
 İşte size Allah'ın kitabından bir ayeti kerime
"Ey Rasul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun"
( Maide- 67)
 Ali, şehadeti ile bitecek olayların bile sonuçlarını kestirememişken,  kendisinden yüzyıllar sonra gelecek olan Said Nursi'den  ve onun risalelerinden en ayrıntısına kadar haber verecek, ,,,,
Üstelik onca sıkıntısının arasında oturacak ebced ve cifir hesapları yaparak, kelimelerin Süryanicesini  de gözönüne alıp şifreli,  gizli bir şekilde kaside yazacak.
Bunlar karmakarışık efsaneler, rüyalar,  hayaller ve uydurma iftiralardan başka bir şey olmadığını çocuklar bile kavrar.
Sonra kasidelerin büyük zatları övmek için yazıldıkları bilindiğine göre,
 Celcelutiye denen bu kaside kimi, kimin eserlerini övmek için yazılmıştır acaba?..."
ALEVİLİK
 (7. YAZI )
 "Ehl-i Beyt"  konusu içinde Kerbela faciasına kısaca değinmek yerinde olacaktır.
 Müslümanlar tarafından çok sevilen Hüseyin (r.a) ın Kerbela'da Yezid'in ordusu tarafından vahşi bir şekilde katledilişi, Alevilik içinde geniş bir yer tutar.
 Bu olay zalimin zulmüne uğramış mağdura duyulan sempatiyle geniş halk kitlelerini Alevi inancının etrafında toplamıştır.
En önemlisi Alevi inancı bu trajik hadise ile perdelenerek mezhepçi fanatiklerden uzak tutulmuştur.
 Kerbela olayı Alevi ozan ve şairler tarafından destanlaştırılmış , geçmişte bir çok yönden Alevi inanç ve edebiyatına sayısız faydalar sağlamış gerçekten bilinçli bir halkla ilişkiler politikası olarak görülebilir.
 Alevilerin Kerbela olayına verdikleri önem kendi atalarının başına gelenler bu katliama benzer olduğundan dolayıdır.
 Aleviler Allah Resulü'nün torunu olan Hüseyin ve ehlibeyt'in şahsında geçmişte çekmiş oldukları zulüm ve ızdırapların kederini  yad etmektedirler.
Ali (r.a) Ehlibeyt ve Kerbela hadisesi Aleviler içinde çok zengin anlatım ve kendini ifade etme edebiyatı ortaya çıkarmıştır.
 (Aleviliğin gizli tarihi- Erdoğan Çınar Mjora Kitaplığı, Aralık 2006) Alevilerin gerek namaz, gerekse Ramazan orucu konusundaki tavırları nettir.
"Benim Kabe'm insandır"
diyen bir topluluğun kıble konusunda tutumu da meçhul değildir.
19. Yüzyıl Alevi Bektaşi ozanlarından edip Harabi'nin sözleri gerçekten manidardır.
"Ey vaiz Efendi! 
Harabi der ki:
 Dinle bu nutkumu bilmezsin çünki, ben öyle mukaddes Kabe'yim ki, Kabe gelsin beni tavaf etsin"
"Edip Harabi, bir başka nefesinde Kabe, kıble ve namaz konusundaki Alevi-bektaşi inancını üstü kapalı bir biçimde de olsa şöyle dile getirmektedir.
 "Zühdü riya olan ibadet, hatadır Hazreti Sattara karşı, böyle namaz ile olamaz ümmet, hiç kimse Ahmedi Muhtar a karşı"
"Tarikatsız Mümin olamaz kimse, Nur'u Nübüvvetle dolamaz kimse. Hakkı, Peygamberi bulamaz kimse, Yatıp kalkmak ile duvara karşı" Birinci kıtada namaza ilişkin yaklaşım gerçekten çok  dikkat çekicidir.
 İkinci kıtanın sonundaki "duvar" sözcüğü ile Kabe'nin kastedildiğini ve Kâbe'ye karşı nasıl bir tavır takınıldığını görmemek mümkün mü?
Bir takım te'vilerle "Aslında kastedilen şey başka" demenin ne derece ikna edici olduğunu İnsaf sahibi herkesin idrakine bırakmaktan başka elimizden ne gelir.
Kabe ve kıble konusunda Alevi ozanı Yunus Emre bir şiirinde şöyle demektedir.
 "Çalış kazan ye, yedir. Bir gönül ele getir.
Yüz Kabe'den yeğnektir.
Bir Gönül ziyareti.
 Yunus Emre der ey hoca, İstersen var bin hacca. Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir"
Alevi-bektaşilerin büyük piri hacı Bektaşi Veli bu husustaki kimi sözleri zaten dillerden düşmemekte ve Alevilere her zaman yol göstermektedir.
"Ellerin kabesi var, benim Kabe'm insandır"
"Hararet nardadır, (ateş)  sacda değil, keramet baştadır,
 tacda değil, her ne ararsan kendinde ara Mekke'de Küdüste Hac'ta değil"
Mustafa Cemil Kılıç
"İslamsız Alevilik iddiası ve Kızılbaş Müslümanlık" kitabında şöyle demektedir.
"Bu bağlamda her kişi ve kurumca bilinmelidir ki, Alevilerin ibadeti Cem'dir.
Cem ibadetinin teolojik kökeni kırklar Meclisidir.
Cem ibadeti ve içinde yer alan semah, kültürel ve folklorik bir unsur biçiminde değerlendirilip küçümsenemez.
 Sünni inancına mensup kardeşlerimizin ibadet biçimi olan 5 vakit namaz uygulaması Alevilerce saygı duyulan bir ibadet olmakla birlikte Alevi tarihinde ve geleneğinde asla yer almamaktadır. Her ne şekilde olursa olsun 5 vakit namaz uygulamasının Aleviliğe dahil edilmeye çalışılması doğru değildir. Bunu hiçbir Alevi kabul etmeyecektir"
RİSÂLE-İ  NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
(47. YAZI )
 HAKİKİ SEKİNE :
Said Nursi Tevbe süresi 40.âyetine dayanarak Cebrail'in, Allah Resulü'ne kağıt üzerinde yazılı adı "sekine" olan bir duayı getirip düşündükten sonra Ali (r.a) ın onu  aldığını iddia etmektedir.
Halbuki Tevbe süresi 40. âyette var olan gerçek "sekine" nin anlamı   huzur, ferahlık, kalp rahatlığı, mutmain  olma,  yatışma, rahat etme, üzüntüden kurtulma, teskin edici husus, sebat, huzur ve korkudan emin olma" anlamlarını taşımaktadır
Aziz ve Hakim olan Allah, "Sekine"yi Said Nursi'nin inandığı gibi sahife  olarak değil,  hicret sırasında Allah Resulü (a.s) ve yanındaki arkadaşına sevr mağarası'na sığındıklarında arkadaşının kalbine ona cesaret ve güç vermek için indirmiştir.
(Tevbe- 40)
 Âyette ad verilmemesine rağmen  Ehl-i Sünnet muhaddislerinin Tevbe süresi 40. âyette bulunan sekinenin Ebubekir'in kalbine  indiğini rivayet edince, beyinsiz aşırı şiiler buna karşı olmak üzere,
 Cebrail (a.s) ın "sekine" adında bir  sahifeyi Allah Resulü'ne indirdiğini fakat ona vereceği sırada onu  düşürüp  Ali'nin onu aldığını dolayısıyla Ali'nin vahiy aldığını yalanını uydurmuşlardır.
Ve gülat-ı Şia'nın bu dünyanın en ahmakça  rivayetini Said Nursi gerçekmiş gibi eserine almaktan çekinmemiştir.
 Halbuki sekinetin yani huzur ve güvenin  mü'minlere  indirildiğini belirten âyetler de  vardır.
   (Tevbe- 26; Fetih- 18,19, 26)
Kur'an'dan az çok haberi olan sekine sözcüğünün  hangi anlama geldiğini bilir.
Allah'tan korkmadan ve  utanmadan manası en açık olan Kur'ani bir kelime ancak  bu kadar amacından uzaklaştırılıp  tahrif edilebilir.
Said Nursi bu "sekine"
 sahifesine o kadar kafayı takmıştır ki eğer söylemiş olduğu her şeyi yazacak olursak iş tamamen komediye dönecektir.
 İnsan bu gibi akıl almaz, batıl te'villeri okurken, zihnine bir sürü düşünce doluyor.
Akıllı bir adamın, bu gibi batıl inanç ve olmayacak hayallere inanması nasıl mümkün oluyor?
Yüce  Allah insana akıl ve tefekkür  vermiştir.
Varlığı düşünsün, saadeti elde edecek usul ve kaideler koysun,
ferdi ve içtimai hayatında zihnini karmaşa ve fikri anarşiye kaptırmasın.
 Yüce  Allah, bunun gibi bir çok güzel ahlak ve üstün meziyetlerle insanı diğer yaratıklardan üstün tutmuştur.
O halde, insan nasıl olur da aklını atar da fikrini bu inanılmaz vehimlerle yorar.
Allah'ın verdiği akıl nimetini  nasıl bu  aşağılık duruma düşürür?
Muayyen şartlar altında akıllarını yitirmiş delilerden başka bunlara kim inanır ?
ALEVİLİK
 (8. YAZI )
 Aleviliği İslam'ın içinde gören Alevi yazarlara göre Alevilik inancı hakkındaki görüşleri:
"Alevilikteki Tanrı inancının ne denli farklı olduğunu hemen her zaman her konuda olduğu gibi yine deyiş ve nefeslerden öğrenmekteyiz.
Zira deyiş ve nefesler Aleviliğin en önemli kutsal metinleri arasında yer alır.
Hatta ilk sıradadır.
 Alevi inancında Tanrı, evrenden ve insandan ayrı düşünülemez.
Evren ve insan, tanrının tecellisi yani yansımasıdır, denilse de gerçekte açığa vurulmayan bir sır olarak Allah, evren ve insan bir bütünlük içindedir.
Aslında Allah  hakkında böyle bir  inanç ve düşünce, kişiyi İslam'ın dışına çıkarmaktadır. 
Bu nedenle Alevi ve Müslümanların aynı tanrıya inandıklarını söylemek zahiren doğru olabilir ama gerçekte doğru değildir.
Aleviliğe göre Allah hiçbir şeyi yoktan var etmemiştir.
Kendi varlığından yaratmıştır. Görünür âleme çıkarmıştır.
"Hiçbir şey yoktan var olmaz ve var olan hiçbir şey de yok olmaz" biçiminde ifade edilen fizik kuralına uygunluk taşıyan bu inanış, Alevilik'te Tanrı ve yaratma kavramının islami inançtan tümüyle farklı olduğunu göstermektedir. Sünni kökenli büyük Alevi Bektaşi şairi Edip Harabi'nin sözleri dikkat çekicidir.
Aynı zamanda bu sözler, islami inanç sistemine karşı da inanılmaz bir isyanı ortaya koymaktadır.
"Daha Allah ile cihan yok iken, biz anı var edip ilan eyledik.
Hakka layık hiçbir mekan yok iken, hânemize aldık mihman eyledik. Kendisinin henüz ismi yok idi, İsmi şöyle dursun cismi yok idi.
Şekil verip tıpkı insan eyledik.
 Allah ile işte burda birleştik,
nokta-i amaya geldik yerleştik.
Sırrı küntü kenzin orda söyleştik, ismi şerifini Rahman ekledik.
Aşikâr olunca zâtı sıfatı, kün dedik var ettik bu semavatı.
Birlikte yaratık hep kainatı, nam-u nişanını cihan eyledik.
Yerleri gökleri yaptık yedi kat, altı günde tamam oldu kainat.
Yarattık içinde bunca mahlukat, erzakını verdik İhsan eyledik"
Alevilik,  İslam'da var olan Tanrı- Evren ayrımı, yaratan- yaratılan farklılaşmasına bir karşı duruştur. "Gerçi kün emriyle var oldu cihan, Arş-ı kürsü gezdik durduk uzun zaman.
 Boş kalmasın diye bu kevnü mekan, Adem'in halkını(yaratılışını)ferman eyledik.
 İrfan olan bilir sırrı müphemi, izhar etmek için ismi azamı, çamurdan yoğurduk yaptık Adem'i"
Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik, böyle cilvelerle vakit geçirdik.
Biz enbiya ile çok iş bitirdik, başka bir nebiyi zişan getirdik.
Anın her nutkunu Kur'an eyledik.
Küffarı Kureyşi ettik bahane, Muhammed Mustafa geldi cihane, Halkı davet etmek için imane, Murtaza'yı(Ali ) ona İhvan eyledik. Bu sözleri sanma her insan anlar, Kuş dilidir bunu Süleyman anlar. Bu sırrı mübhemi arifan anlar. Çünkü cahillerden pinhan eyledik" Alevilik'te tanrı inancı Vahdeti Vücut felsefesine dayanır.
Buna göre özü gereği var olan varlık birdir ve bu da Allah'ın varlığıdır.
 Bu varlık, zorunlu ve öncesizdir. Çokluk, parçalanma, değişme ve bölünmeyi kabul etmez.
Biçimi ve sınırı yoktur.
 Buna mutlak varlık, saf varlık adı verilir.
Mutlak varlık, varlıklar dünyasına nispetle bir ayna gibidir, anlaşılır ve duyulur tüm nesneler onda görünür. Başka bir ifadeyle tanrı, zatı ile değil ama fiil ve sıfatları ile tüm varlıklara mutlaklık özelliğini yitirmeksizin ve değişme, bozuluşa uğramaksızın görünür.
Bu nedenle varlıklarda onun aynısıdır.
Tüm Evren Tanrı'nın varlığı nedeniyle var olur.
Vahdeti Vücut inancı, varlık hakkındaki temel düşünceye bağlı olarak dinlerin birliği düşüncesini de içerir.
 Buna göre bütün dinler temelde birdir.
Çünkü bütün yaratıklar Tanrının bir tecellisidir. Dolayısıyla tapınılan her varlıkta tanrının bir tecellisine ibadet edilmektedir.
 Böylece bütün insanlar gerçekte çeşitli süretlerde görünen tek bir Tanrıya ibadet etmektedirler.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
 (48. YAZI )   
Said Nursi'nin Celcelutiyesinden  beyitler  :
"...Bisamsamin tamtamin ve ya hayra bazihin"
"Bacin âhucin ya ilâhi muhevvecin
Ve ya celcelütin bil icabeti helhelec"
"...Bihakki şemahin eşmehin sellemet semet"
"...Binuri celelin bâzihin ve şerantahin"
"...Alâ risaletin-nuri ve âtihel kabule bişelmehet"
"...Ebaziha beyzuhin ve zeymuhin ba'da he"
"Hamaruhin yeşruhin bişerhin teşemmehat"
"...Fe ya şemah sâyâ yâ şemahsa ente şemlaha"
"...Tuheymefyailu bihil -kurbetun celet"
(Hizbül Envar el- Hakaik en-Nuriye 100,111)
Abdulkadir İnan, hurafeler ve menşeeleri isimli eserinde diyor ki:
Muska, tılsım kitapları incelendiğinde öyle anlamsız melek,  cin, şeytan ve nebi adlarına rastlarsınız ki, anlamlarını hiçbir dilde ve lügatte bulamazsınız.
İşte bunlara bazı örnekler:
a) Melek adları :
 Hımtıhılgıyail, Similhiyail, Hirhiyail, Sıfıryail.
b) Cin ve Şeytan adları : Hışıtışılkikuş, Keşikşeliguş, Bihelhelşituş
c) Nebi adları :
Heryail,Tefyail, Beclail, cerfiyail.
Yukarıda örneklerini verdiğimiz melaike, cin ve Nebi  adlarına bakılınca bunların genellikle "il"ile  biten Yahudi adlarına benzediklerini görüyoruz.
 Sebebi ise, Şemsül Maarif yazarı Ahmed El Buni'nin İspanya "kabbalist"leriyle yakın ilişki kurması ve bu isimleri onlardan öğrenmiş olmasıdır.
( Hurafeler ve menşeelerinden nakil, Erdil Yaşayan hurafeler, 28)
 Bu satırları nakleden Erdil,  yaşayan hurafeler isimli kitabında şöyle diyor.
"Yukarıda adları geçen melek cin ve Nebi adlarının hiçbirisinin İslamiyet ile ilgisi yoktur.
Hepsi uydurma yalan ve hayali adlardır"
( Yaşayan Hurafeler- 29)
Celcelutiye kasidesindeki sam sam, tam tam, tuheymefyailin de    bunlardan bir farkı yoktur.  Celcelutiye de süryanice ifadelerin bolca yer almış olması bu uydurma
rivayette yahudilerin de parmağı olduğunu akla getirmektedir.
Zaten akıl almaz yalan ve hurafelerde aşırı Şii fırkaları ile
 Yahudiler kardeş kabul edilmelidir.
 Said Nursi'nin bu Celcelutiye hurafesi ile hem Yahudilerden hemde aşırı Şia'dan etkilendiğini söyleyebiliriz.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
 (49.YAZI )
Said Nursi'yi tek rehber edinen ve onun yolunda olduğunu söyleyen Fethullah Gülen cevşen ile ilgili şunları söylüyor.
 "Onun için biz kesinlikle diyoruz ki: Cevşen manası itibariyle efendimize (Allah Resulü'ne) ilham veya vahiy yoluyla gelmiştir.
Daha sonra ehlullah'tan (Allah'ın dostlarından)  birisi bu Cevşeni keşif (Allah'tan direk olarak gelen ilim)  yoluyla efendimizden almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır. İmamı Gazali gibi bir allame, (büyük bir âlim)  gümüşhanevi gibi bir büyük veli ve bediüzzaman gibi bir sahipkıran Cevşeni kabullenip onu vird (sürekli olarak okunan bir zikir)  edinmişlerdir.
Hatta İmamı Gazali ona bir şerh yazmıştır.
Cevşenin mehazindeki
(kaynağındaki) kuvvet ve kutsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhan olmasa,sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşene gönülden bağlanıp değer atfetmeleri Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşene dil uzatmak en ılımlı ifade ile haksızlıktır"
(Fethullah Gülen- prizma, 1- 150, 151)
CEVAP :
Bu ifadeler karşısında ilimden biraz nasibi olan birisinin ürpememesi, tüylerinin diken diken olmaması mümkün değildir.
Zira bazı çevrelerce yaygınlaşması için çaba sarf edilen, deri, gümüş vs, kılıflarda muska haline getirilen, bazı gazeteler tarafından promosyon olarak dağıtılan, bu keramet ve kutsiyeti kendinden menkul Cevşen, hiçbir klasik kaynakta bile  yer almayan sadece adı geçen alimlerin eserlerini aldıkları, isnadı olmayan, metnine bakıldığında suni ve düzmece olduğu aşikar olan bir Şii uydurması rivayetten başka bir şey değildir.
Böylesi sayfalar tutan bir duanın uydurma olduğundan en küçük bir şüphe dahi yoktur.
Bazı alimlerin bunu eserlerinde zikretmelerinin onun subutu için yeterli delil addedilmesi ise, akıl alacak gibi değildir.
Bunu söyleyen hadis ilminden hiç haberi olmayan biri değilse, ortalıkta çok daha ciddi bir problem var demektir.
İşin doğrusu burada yapılanın ilimle de ilgisi yoktur.
Bu uydurma rivayetlerin savunulmasının tek sebebi Said Nursi'nin bunları eserinde zikretmiş olmasıdır.
Ama ne yazık ki said Nursi'yi savunduğunu zannedenler uydurma hadislerle Allah Resulü'nün tek mirası olan vahye ne büyük kötülük ettiklerinin farkında bile değillerdir.
 Uzun ve yorucu Cevşen uydurmasının tam aksine Kur'an'da var olan dualara baktığımızda çoğunun  bir satırı geçmediğini görüyoruz.
ALEVİLİK
(9. YAZI )
 "Vahdeti Vücut" inancının gereği olarak insan, Allah'a tecelli  (hulul)  etmesinin niteliğiyle öne çıkmaktadır.
Göklerde ve yerde olan her şeyin Allah  ile özdeşleştirme düşüncesi, varlığın en mükemmel ögesi olarak insanı da Allah'a tecelli (hulul) etmesinin odağına koymaktadır. İnsanın ilâhi tecellideki yeri Hallacı Mansur'un "enel hak" sözüyle ifade edilmektedir.
Alevi inancında Allah- Evren- insan bütünleşmesi içinde simgesel kişiliğiyle Ali'nin ulûhiyeti- tanrısallığı inancına da yoğun bir vurgu vardır.
Burada aslında Ali'nin şahsında tüm Resüller, Nebiler ve velilerle birlikte insanın uluhiyeti anlatılmak istenmektedir.
Yani kimilerince yanlış yorumlandığı şekilde Ali'nin doğrudan doğruya ilahlaştırılması yoktur.
Yüzyıllar boyunca pek çok Alevi -Bektaşi önderi ve Ozanı Allah'ın doksan dokuz adından birisinin "Âli" olmasından da esin alarak Allah'ı kastetmek üzere şiirlerinde "Ali"sözcüğünü hiç çekinmeden kullanmışlardır.
 Alevi ve Bektaşiler hulul inancı gereği Ali'de İlâhi özellikler olduğuna inanırlar.
Muhyiddin-i Arabi'nin, Celaleddin-i Rumi'nin, Beyazıti Bestaminin, Hallacı Mansur'un, Yunus Emre'nin ve bütün tarikat ehlinin inancının merkezinde hulul itikadı yer almaktadır.
 İnsanlık tarihinde bu inançtan etkilenmeyen bir millet ve medeniyet olmamıştı.
Hiristiyanlar da bu inanç ve felsefeye sahiptirler.
Bu inanış, Alevi karşıtları tarafından Ali'nin İlahlaştırıldığı ve putlaştırıldığı suçlamasına zemin teşkil etmiştir.
Aleviler, "Hulul" inancının Kur'an'daki tevhid inancına aykırı bir inanç sistemi olduğunu kabul ederler. Alevi -Bektaşi  inanışının omurgasını oluşturan "Vahdeti Vücut "anlayışı ve Allah'ın insanda tecelli ettiği düşüncesi, bu inanışın yani Ali'nin ilâhi özelliklere sahip olduğu  inancının temelini oluşturmaktadır. Ali'nin yüzünü "vechullah"(Allah'ın yüzü) olarak tavsif eden alevi-bektaşi inancı bu özgünlüğü ile bambaşka bir özelliğe  sahip bulunmaktadır.
Yine Celaleddin-i Rumi'nin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan Divan'ı Kebir adlı eserinde Ali için yazdığı sözler onun ulûhiyetini  İlan etmektedir.
Celaleddin-i Rumi adı geçen bu eserinde şöyle demektedir.
 "Hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır.
Hakkın sıfatları Ali'den ayrı değildir. O tanrının zatına yapışmış sanki o olmuştur"
Gerçekte Ali'nin uluhiyeti, "Hulul" inancından bağımsız düşünülemez. Her ne kadar yüksek sesle ifade edilmese de Alevilik'te tam bir Hulul inancı yani şirk mevcuttur.
Başta  Ali olmak üzere 12 imam Allah'ın kendilerine Hulul etmiş ilahi özelliklere ve sıfatlara sahip şahsiyetlerdir.
ÖRNEKLERLE NEBİ'NİN TARİHSELLİĞİ, RESUL'ÜN EVRENSELLİĞİ:
Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine  yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler  olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir.
Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir.
 Bizde Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalışacağız.
 Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün  arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği,  Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük.
 Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan hayatını  ve güzel ahlakını  devre dışı bırakıyor değiliz.
 Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve  hatıralarından ibret ve ders  çıkarırız.
Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da  amaçsız bir âyet bulunmamaktadır.
Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa,  dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin muhatabının inanç, güzel ahlak, söz ve hareketlerini  veya üstün meziyetlerini anlatmamasını  düşünmek doğru değildir.
Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibret ve ders çıkarırız.
Fakat üzerine din ve hüküm inşa  edemeyiz.
 Resul sözcüğünün beraber  kullanıldığı kavramlara baktığımızda  geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz.
 Yani şunu demek istiyoruz.
 Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.
Nübüvvet makam ve mertebesi  Medine'de son bulmuştur.
 Nebi'nin hayatı dar bir alan  ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak vefat etmiştir.
 Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi şarttır.
 Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil  etmektedir.
Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir.
Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama)  âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma)  gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet  gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır.
 Nebi'nin dar bir alan ve belli bir  coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler.
"Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin  sesinin  üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye)  yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"
(Hucurat-2)
 Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir.
 Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur.
 Fakat ona karşı da  saygısızlık yapılamaz.
 Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir.
"Allah'ın Resulünün huzurunda seslerini kısanlar,  şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan  ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"
( Hucurat- 3)
 Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin  sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi"  (Allah Resulü'nün indinde)  buyurmuştur.
 Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi  okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.
Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir.
Resulün görevi  sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil,  okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır.
 Nübüvvet makam ve mertebesi  tarihsel ve özel hayat ile ilgili  olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrumuştur.
 Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup  ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan  en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı  söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur.
(Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)
Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99)
olduğu için yani vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı için (Hakka-44)
dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
(Nisa-80)
Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek:
 "Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."
(Ahzab- 52)
 Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi ( a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur.
 Şimdi Resul kavramının nasıl bir  evrenselliğe ve genel bir davete  sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım.
"O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım"
(Furkan- 27)
 Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği  kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir.
 Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır.
 "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir.
 O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz.
 Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile gelmektedir.
 mesela: "Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"
(Ahzab-64,65,66)
 Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil,  Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. 
 Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.
Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir.
 Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile  kıyamet saatine kadar devam edecektir.
 Mesela: "Kim Allah ve  Resulü'ne  doğru hicret ederek evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatın Allah'a kalmıştır.  Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"
( Nisa- 101)
Nebi tarihsel yani  ölümlü olduğu için ona hicret edilmez.
 Fakat Resul misyonu itibariyle  evrensel olduğu için  kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı   devam edecektir.
Dolayısıyla kiyamet gününe kadar Resule hicret etmek devam edecektir.
Kitap Resule hicret edenler aynı zamanda beşer Resule hicret etmiş olurlar.
Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir.
 mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün  hak olduğuna şahit olmalarından sonra  ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme  Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86)
 Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonunu devam ettirmesi gerekiyor.
 Çünkü Resul ile  muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk  olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın  olması mümkün değildir.
 Bütün bu dini  kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar.
 Yani "beşer Resul" veya  "kitab Resul" olan vahiy'le  muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez"
 "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)
"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"
(İsra-15)
MESELA: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."
(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir.
Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.
Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkumdur.
Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olacaklardır.
RİSÂLE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
(50.YAZI)
Risâle-i Nur'da gayb ile ilgili inanç ve fikirler :
Risale'i Nur'dan yaptığımız alıntılardan, evliyanın!!! gaybı bildiği sonucu çıkmaktadır.
Bu konu Risâle-i Nur'da çok açık bir şekilde ortaya konmuştur..."
Bakın Said Nursi ne diyor?
 "Madem Hazreti Ali (radıyallahu anh) "Ene medinetu'l-ilmi ve aliyyun bébuha" "Ben ilmin yurduyum Ali de onun kapısıdır" hadisine mazhar olmuştur.
 "Hem madem şâh-ı velayet (Ali   bütün evliyanın şâhı)unvanını alarak harika kerametlerini göstermiştir.
Hem ahir zamanda gelen hadiselere(kiyamet olaylarına) karşı Kur'an Âl-i Beyt ciheetinde herkesten ziyade alakadardır.
 "Hem madem esrarlı kaside-i ercuziyede ve meşhur kaside-i celcelutiyesinde va'kıat'ı istikbaliyeden (gelecek olaylardan)  haber veriyor"
Ve "esrar-ı gaybiyeyi  (gaybın sırlarını) benden sorunuz" diye iddia ederek kısmen davasını ihbarat-ı sâdıka-ı gaybiiye ile ispat etmiştir".( Sikke-i Tasdik-i Gaybi-212- Yirmi Yedinci Mektuptan, Hafız Ali'nin fıkrasıdır. Pek sevgili ve mübarek üstadımız! )
 CEVAP :
Yukarıda dördüncü halife olan Ali (r.a) ın hakkında söylenenlerin hepsi hiç kuşkusuz yalandır.
Onlarca âyete aykırıdır.
Fakat Risâle-i Nur Külliyatındaki  uydurma ve hurafelerin ambalajı mükemmeldir.
 Said Nursi, fetö ve benzerleri İslam, iman, ihlas ve Kur'an ambalajı içinde Anadolu'nun insanına ölümcül bir virüsü, bir zehiri enjekte etmeye devam ediyorlar. 
Ambalaj çekici, cezbedici, ambalajı sarmalayan meşhur edilmiş ve parlatılmış  biri  olunca insanların buna kanmaları ve ona inanmaları kolaylaşıyor.
Güzel bir söz vardır "Avam nazarında galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evladır"
Yani "ümmi  halkın yanında  meşhur olmuş yalan ve hurafeler, gerçeklerden daha çok kabul edilir"
Said Nursi ve  şakirtleri binlerce dershanede gülat-ı Şia'dan aldıkları  hurafelerle  Kur'an cahili ümmi halkı uyuşturmaya devam ediyorlar.
Said Nursi diyor ki :
 "...Hz. Ali diyor ki:"Evveli dünyadan (dünyanın başlangıcından)  kıyamete kadar ulum-u esrarı mühimme (mühim ilimlerin esrarı)  bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş (açık olarak bize gösterilmiş)  kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur"
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi -167, On Sekizinci Lem'a )
CEVAP :
Böyle bir yalan ve iftira  hiç bir yerde değil, ancak aşırı Şia'nın kitaplarında ve Risale'i Nur Külliyatında olur.
Değil Ali (r.a) ın  böyle bir şey söylemesi, Allah Resulü( a.s) dâhi bunu söyleyemez.
Bu nasıl bir cehalet ve haddini bilmezliktir.
Ali (r.a) ın gaybı bildiğini iddia eden gulat-ı Şia ve Nurcular  zelil olmuştur.
Gayb bilgisinin sadece Allah'a ait olduğu ile ilgili bir çok âyet mevcuttur.
"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır, onları O,ndan başkası bilmez..."
(En'am-59)
"Ey Nebi! De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem..."
(En'am-50)
"Ey Nebi! De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..."
(Neml-65)
Sadece Resuller Allah'ın vahiy ile bildirmesi neticesinde gaybı bilirler.
(Cin-26,27)
ALEVİLİK
 (11. YAZI )
Alevi Kızılbaş önderi Şah İsmail der ki:
"Budur evvel, budur ahir.
Budur muhabbette mahir.
Küfür her mezhepte küfür.
Küfür bizde iman olur"
Aleviler Allah'a inanırlar.
Ama Alevilerin iman ettikleri Allah isim ve sıfatları ile Kur'an'da anlatılan Allah değildir.
 Onlar Muhammed ( a.s) a iman ederler.
Fakat onların Muhammed'i, Nebi makam ve mertebesi, Resul misyonu  ile Medine'de yaşayan Muhammed değildir.
 Onların Muhammed'i âyın-i cem eyleyip semah dönen bir Muhammed'dir.
 Aleviler Ali'yi çok severler ama sevdikleri Ali yedinci yüzyılda yaşayıp giden Ebu Talib'in oğlu Ali değildir.
Onların Ali'si hem Ali Bin Ebi Talib'tir hem de "kün" deyince onsekizbin âlemi yaratan, yaratıkların rızıklarını veren, arslan kılağında Muhammed'in yolunu açan, kılıcı yetmiş arşın uzayan, Hayber kalesinin kapısını şehadet parmağıyla asuman'a atan, hasıl-ı bin bir kimlikte görünen yaratanın  zatına yapışık olan bir Ali'dir.
SONUÇ:
 Alevilik İslam'dan ayrı olarak kendine özel inanç ve ibadetiyle kadim tarihten beri hayatiyetini devam ettirip gelen bir dindir.Aleviliğin bu şekilde kabul edilmesi önemli bir meseledir.Aleviler dinlerini ve inançlarını özgürce yaşayabilmelidirler. Hiç kimse inancını başkasına dayatma hakkına sahip değildir.
"(Ey Nebi! Şüphesiz sen de öleceksin onlar da ölecekler. En sonunda sizler kıyamet günü Rabbimizin huzurunda yargılanacaksınız"
(Zümer-30,31)
(Son)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
(51. YAZI )
 Risâle-i Nur'da gayb ile ilgili inanç ve fikirler:
 (2. YAZI)
Said Nursi diyor ki :
 "İmam-ı Ali'nin bir kısım sırları ve gaybi haberleri dahi bildirmek istediği anlaşılıyor.
"Ben sıkıntılı bir zaman İmam-ı Ali'nin (Radıyallahu Anh) Ayetü'l Kübra namını verdiği "yedinci Şua"yı bitirdiğim aynı vakitte itikadımca bana acele bir mükafat ve bir ücret olarak- geceleyin Celcelutiyeyi okudum.
Birden bir ihtarı gaybi gibi kalbime denildi.
 İmam-ı Ali (radıyallahu anh) Risale'i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan (tamamından)  haber verildiği gibi kıymettar risalelerine de işaret derecesinde remz edip ima ediyor.
 Eğer sarih bir surette gaipten haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmet'e munafi olduğu cihetle) hikmet-i ilahiye tarafından yasak olmasaydı tasrih edecekti"
( Şualar- 573, Sikke-i Tasdik-i Gaybi-125 Sekizinci Şua)
Said Nursi devamla şöyle devam ediyor.
"Ne isterseniz benden sorunuz, haber vereyim size, sorun bana maziden, halden ve İstikbal'den! diye Ashab-ı izam arasında, kendini âllame ilan eden ve her müşkülü izah ve beyan ve "ene medinetül ilmi ve aliyyun bebuha" (ben ilmin yurduyum Ali de onun kapısıdır)  hadisi şerifini ispat ve ayan eden nâşiri İlim ve vâkıfı esrarı Kur'an Cenabı Hazreti Haydar..."
( Zülfikar Mecmuası-439)
CEVAP :
Evvela: Hadislerin uydurma ve Allah Resulü adına iftira  olduklarını  anlamak için senedini araştırmaya gerek yoktur.
Sadece Kur'an'ı bilme ve aklı kullanma yeterlidir.
Yukarıda sözü edilen hadis de bu çeşittendir.
Kur'an'ın bir çok âyetine aykırı  Şia uydurmasıdır.
 İkincisi : Said Nursi, Ali (r.a) için, 
 "Her türlü müşkülü izah ve beyan eden" diyor.
 Halbuki  Ali (radıyallahu anh )kendi başındaki bir sürü sıkıntının bir tanesini bile gideremedi.
Said Nursi'nin Kur'an ilmi son derece sınırlı olmakla beraber aklını kullanma kabiliyeti de çok zayıf görünüyor.
Çünkü sıkıntıları Allah'tan başka hiç kimse gideremez.
(evliya ve ilahlarınız mı daha hayırlı) yoksa darda kalana kendisine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Neml-62)
"Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu O'ndan başka giderecek yoktur.
 Eğer sana bir hayır dilerse onun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dileyene eriştirir. Ve O bağışlayandır merhamet edendir"
(Yunus-107)