31 Mart 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (12.YAZI) "Selam! "Bize Kur'an yolunu ve bu yolun altından değerli taşlarını gösterip sevdiren, böylece Kur'an'ın has temiz duru ve saf dünyasına sokan Ali hocam ve gibilerine olsun inşallah.Âmin. Hocam! Bugün yine beni tasvir etmişsiniz. Rabbım sonsuz razı olsun sizden inşallah.Amiiin.Saygı ve hürmetle; vesselâmü aleyküm"(Ismail Kilic)_________________________________"Hocam!Dayanamadım daha 13.satırda teşekkür etmek istedim.Rabbim sizden ebeden razı olsun inşallah.Bizi lafızla efsunladılar.Buda işimize geldi.Sizde bizi ayağa kaldırıyorsunuz gaflet uykusundan.Nasıl dua etmem size.Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)______________________________"Selam beni Kur 'an ile tanıştıran Hocama, abime, inançta ve hilkatte kardeşim Ali'ye olsun.30 yıl çalışıp görevi dolar dolmaz hemen emekli olan bir imam olarak tekraren itiraf ediyorum!Meğer 30 sene gırtlağıma kadar bataklıkta debelenmişim de kendimi abid zannederek avutmuşum.Dün Cuma namazını eda ederken imamın 6 saf arkasında tam hizadayım ve mihrapta sağda Allah solda Muhammed yazısı.Oysa yıllarca kıldırırken ben fark etmemiştim hocam!Hocaaaaaam! Sahi Muhammed(a.s) Allah'ın şeriki ve din ortağımı ki, ismi Allah ile yanyana olsun.Bize ne olduda bu hale geldik ? Allah aşkına!Yetmezmiş gibi kilise ikonları sanki, Ebu Bekir, Ömer, Osman Ali vs. isimleri.Hocam! Camilerden yıkıldık. Camilerden kalkarız ayağa.Parayı kaybettiğimiz yerde aramalıyız çünkü. Ama mutlaka bi yerden başlamalıyız.(Allah sizden razı olsun inşallah, siz başladınız, buna biz şahidiz)Hocam! Haddim olmayarak diyorum ki, Resul ve Nebi farkını anlamak ve anlatmak eyvallah."LEBENEN HALİSEN" (Nahl-44) üzerinde de çok durmalıyız.("Lebenen hâlisen" ananın göğsünden yavrunun ağzına akan katışıksız süt gibi, dinin Allah tarafından indirildiği saf şekliyle yaşanması anlamına gelmektedir)Çünkü inanç sağlam, temiz ve duru olmadan bu dediklerinizin hiçbiri olmaz, olmuyor da zaten.O yüzden sizden "LEBENEN HALİSEN" mevzusuna temas etmenizi arz ediyorum.Rabbım bizi yalnız kendini Rab ve İlah edinip, sadece zatına teslim olan muvahhitlerden eylesin.Özellikle de beni.Çünkü sicilim çok kötü.Rabbım tövbemi kabul, günahlarımızı affetsin.Amiiin"Kur'an'ın söz sahibi olması için gece gündüz demeden mücadele ettiğiniz içinde, sizden ebeden razı olsun inşallah.Vesselâmü aleyküm"(Ismail Kilic) _______________________________"Selam ve esenlik Kur'an'a inanıp vahyi duyuranlara ve onu işitip uyanların üzerine olsun.Hocam bu hak ve hidayeti diyanet'e ve milli eğitime nasıl ulaştırabiliriz?Lütfen bir çözüm öneriniz varsa söyler misiniz?Vahyin sahibi sizden ebeden razı olsun inşallah.Yine sade net ve derin analiz yapmışsınız.Şahsım adına ziyadesiyle faydalanacak ve duymayan bilmeyenlere duyuracağım inşallah. Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)_________________________________"Yüce Allah sizden razı olsun!Çok güzel izah etmişsiniz, hem kalben, hemde aklen tatmin oluyoruz.Yüce Allah ilminize, dünya ve âhiretinize hayırlı bereketler ihsan etsin inşallah"(Mehmet)__________________________________"Eyvallah hocam! Ağzına sağlık, bizlere değerli bilgiler veriyorsunuz. Allah ve Resulü'nü seviyorduk, daha çok sevmemize vesile oluyorsunuz. Açıklamalarınız basta Mustafa İslamoğlu ve Mehmet Okuyan ve diger Kur'an ehli hocalarımizla bire bir örtüşüyor. Selam ve dua ile"(Sami Büyükada)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (11.YAZI) "İnsanın var ediliş nedeni olan "Ahsenu Amela" (Mülk-2) her durumu, daha iyi, daha doğru, daha güzel hale getiren, geliştiren her türlü tavırdır.Fedakarlık, en sevdiklerini, her ne ise, sevdiklerinden insanı sarsacak şekilde Allah yolunda ikram etmektir. Hayırdan farkı da budur."Âmenu ve amilus salihati" "iman edip salih ameller işlemek" sadece iyilik, güzellik değildir, kendini, başkalarını, insanlığı, Rabbil- âlemine yani (âlemlerin Rabbine) evrensel ilkelere yönlendiren, islah eden, fedakarlık gerektiren, sabırla başarılan, muttaki olmakla farklılaşan, her âlemi de cennetleştiren amellerdir (Tevbe-24,111; Âli İmran-92;)Haseneden farkı da budur.Hayır ile fedakarlık; aç birine balık vermekle, balık tutmayı öğretmek kadar farklıdır"(Ahmet Aldemir)------------------------------------------------"Hocam! Mükemmel ki, ne mükemmel.Vahyin sahibi sizden razı olsun inşallah. Bizi de Kur'an vesilesiyle rahmetine dahil eylesin. Yapmayıp yapamadıklarımızıengin rahmetiyle affetsin.Kalan ömrümüzü vahye hizmet edip, onunla izzet bulanlardan eylesin. Amin.Kur'an sayesinde bugün sadece inkar etmeyi değil, hakkın yani vahyin, âyetlerini üstünü örtmenin küfür olduğunu ve yıllarca bu gerçeği görevim boyunca bilmeden ve istemeden örttüğüm için yüreğimin yandığını belirtmek isterim.Onun için sâlihatı da öğrettiniz ya bize. Hamdolsun fakirde farkındalık oluştu. Yazamazsam da yazanın yazısını yaymak kitlelere ulaştırmak için gayret ediyorum.Rabbım sizden sonsuz razı olsun inşallah Selâm ve dua ile"(Ismail Kilic) -----------------------------------------------------Allah Razı olsun Ali Hocam! Bir birinden muhteşem yazılarınızı açık seçik her insanın anlayacağı cümlelerle ruhumuza gıda, kalbimize ilaç oluyorsun.İyiki sizinle buluşturmuş yüce Rabbim.Allah'ıma! Hamd olsun.Rabbim sizlere hayırlı ve sağlıklı uzun ömürler versin inşaAllah. Amin.Esselamü aleyküm muhterem hocam" (Mücahit Güleç)----------------------------------------------------Ali hocam! Yazılarınızı önce paylaşır sonra okurum hep.Yine döktürmüşsünüz maşallah.Emekli imam olarak tekraren itiraf ediyorum.Diyordum ki, yahu bu âyeti ben anlayamadım.Lakin filanca çözümlemiş maşallah.Demek ki: İnancın temiz (geleneğin etkisinde, baskısında, ataletin (tembelliğin) gölgesinde, ataların zehirinde ve etkisinde ancak bu kadar oluyormuş.Onun için imanın "LEBENEN HALİSEN" (hâlis saf süt gibi) (Nahl-66) olması şart ve saf olması Kur'an'ın anlaşılmasında anahtar kavramlar.O yüzden tekraren dua ederim ve dua beklerim.Kur'an'ın sahibi sizden razı olsun inşallah Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)-------------------------------------------------"Ali hocam! Vahyi öncelleyen ve vahyin hikmetini karartanların karşısında dimdik durmaktan biran olsun vazgeçmeyen tavrınıza tanıdığım, gördüğüm, okuduğum ilk yazınızdan son yazınıza kadar şahidim. Diliniz dimağınız ve ruhunuz hikmetli, hayırlı, bereketli işleri, sürekli cesur yüreklilikle vurgulamaya devam ettikçe, dini Allah'a has kılma çabanıza, kuduranların karşısında siz kardeşlerimin yanında olacağım. Allah razı olsun"(Hasan Ayhan Karakuş)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (17 . YAZI) Kur'an, duygu yüklü bulunan insan hafızasındaki durumu ile bir bilgisayardaki veya mushaftaki durumu arasında büyük bir fark bulunmaktadır."Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana, onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumada acele etme ve "Rabbim benim ilmimi artır" de.( Tâhâ-114 )"Şüphesiz onu (Kur'an'ı) toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et"( Kıyamet- 17,18)"Kur'an kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir..."(Ankebut- 49 )Buna paralel olarak son vahiy olan Kur'an'da dengeli tekrarların varlığı dikkat çekmektedir.Harf tekrarlarının yanında, bir de konu ve muhteva tekrarlarını görebilmekteyiz.Örnek olarak kıssa anlatımları, aynı kıssanın farklı kelimelerle, yeniden anlatımına bir çok yerde rastlanmaktadır.Bu tekrarlar kitabın özelliğine ve formatına aykırıdır. Çünkü kitapta tekrar olmaz, kitap tekrar kaldırmaz. Mesela, kitabın başında kullanılan bir cümle artık sonuna kadar başka bir yerinde kullanılamaz, bu metnin tabiatına aykırı bir durumdur.Fakat sözde ve hitabette bir saat içinde bir kelime on defa tekrar edilebilir.Televizyonlarda canlı olarak verildiği halde bir siyaset adamının aynı konuşması bir çok yerde tekrar dinlenebilir.Ve orada hazır olanlar kendilerinde bir usanç meydana gelmeden çok dikkatli bir şekilde bu konuşmayı dinlerler. Yine bir düşüncenin genellikle antitezlerle ifade edilmesi Kur'an'ın en belirgin özelliğidir. Bu durum elbette bütünüyle sözlü kültürden kaynaklanan salt bir ifade biçimi olduğunu iddia etmiyoruz.Temelde sorun tevhid ve şirk ayrımından kaynaklanır; ancak, denilebilir ki bu ayrımın anlatılmasında sözlü kültürdeki bu ifade tekniğinden ziyadesiyle yararlanılmıştır.Kur'an'ın kendisi zaten en güzel söz ve çağrı, bir mesaj ve mücadeledir."O halde kafirlere boyun eğme ve Kur'an'la onlara karşı olanca gücünle büyük bir mucadele ver"(Furkan- 52) Bu anlamda "Ey kafirler! Eğer sözünüzde doğru iseniz delilinizi getirin" gibi ifade biçimleri Kur'an'ın mücadeleci uslubuna güzel bir örnektir. Dünyada kutsal kitaplardan başka hiçbir metin mücadele yöntemine sahip değildir. Bu da onların sözlü kültüre sahip olmalarından ileri gelmektedir. Çünkü kutsal kitaplar hafızalarda taşınabilir bir mahiyette vahyedilmişlerdir.Bu konuda Kur'an hepsinden daha ileri söz ve hitabet tekniğine sahiptir.Kur'an'da bulunan kelime kullanımı ve hitabet biçimi olağanüstü bir güzellik ve büyük bir heyecana sahiptir. Kur'an, kendisinde bulunan hitabet tarzına ve söz gücüne karşı gelen Mekke müşriklerine hayret eder. Çünkü onda karşı konulamaz ve hayret edici bir sözün gücü mevcuttur. Aslında vahiy ehl-i muvahhidler, Kur'an'da bulunan sözün gücüne vakıf olsalardı bir çok şeyin değişmesine neden olabilirlerdi. Yüce Allah şöyle buyuruyor.(Ey Resul! ) Biz Kur'an'ı, sadece, sorumluluk bilincine sahip olanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle okutarak kolaylaştırdık"( Meryem- 97)"Biz Kur'an'ı, öğüt alsınlar diye senin dilinle indirerek kolayca anlaşılmasına sağladık"(Duhan- 58)"Andolsun biz Kuran'ı düşünenler için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?( Kamer- 17, 22, 32, 40)Tekrar ederek ısrarla vurgulamak gerekir ki Kur'an, kendisinin yazıya geçirilmemesi ve hafızalarda muhafaza edilmesi yani bir metin değil, sözün gücüne sahip edebî bir söz olduğunu ortaya koymak için elinden gelen her türlü imkanı seferber etmiştir. Fakat Kur'an'ın ilk nesli bu mesajı hakkıyla anlayıp gereğini yerine getirememişlerdir. Yukarıdaki örnekler bağlamında sözlü ve yazılı kültür ayrımını yeniden düşünürsek, bu ayrımın Kur'an'ı anlamada ne derece hayati bir öneme sahip olduğunu görebiliriz. Kur'an'ın bu özelliğinin dikkate alınmaması demek yani Kur'an'daki âyetleri sözlü kültür (-davet-hadis-kelam-zikir) bağlamında değil de yazılı kültür (kitap- metin- yazı) bağlamında ele almak bize birçok şeyi kaybettirecektir. Zira, yazılı kültüre mensup olan bizler yazılı kültüre ait iletişim alışkanlıklarıyla Kur'an'a yöneldiğimizde onun geniş anlam dünyasını, ifade formlarını, hitabet özelliklerini deforme edebileceğimizin farkında olmalıyız. Şayet yukarıda anlatmaya çalıştığımız ifade özelliklerini yazılı metine aitmiş gibi değerlendirirsek, bu birçok yanlış anlamaya neden olabileceği gibi, aynı zamanda sözlü kültür içinde yerli yerinde olan birçok vurgu da kaybolacaktır. Mesela çağrıya dayalı anlatım biçimi sözlü kültürde, bir fikri anlatımda başvurulan en önemli ifade biçimidir. Buna karşın, yazılı metinde bu biçim pek fazla istenmediği gibi şık da durmayacaktır.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (10. YAZI) 27-) HAKEM-HÜKÜM Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin istismar edip yanlış meal verdikleri âyetlerden biri de Nisa süresi 65. âyettir.Âyetin meali şöyledir."Hayır, Rabbine andolsun ki (Ey Resul! ) aralarında çıkan (dinî anlaşmazlıklar hususunda seni hakem kılıp sonra da (indirilen vahiy'le) verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabulenmedikçe iman etmiş olmazlar"Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Kur'an'a tam manasıyla iman etmedikleri için onu hakkıyla anlamaya çalışmamışlardır. Gelenekçi mezhepçilere göre Kur'an, hadisler olmadan anlaşılamayacağı için inançlarını tamamen rivayetler üzerine bina ederek bu gibi âyetlerden uydurma dinlerine bir dayanak edinmeye çalışmışlardır. İşte dinin doğru olarak anlaşılmasında Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamak bunun için çok önemlidir. Kur'an, vahiy'den bağımsız olan Mekke vatandaşı Muhammed (a.s,) ı görmez ve onun üzerinde olumlu veya olumsuz durmaz. Din ve hüküm için için Nebi ve Allah Resulü olan Muhammed(a.s) önemlidir. İşte bundan dolayı son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan son Resul olan Muhammed (a.s) Allah'ın âyetlerine eşdeğer bir konuma sahip kılınmıştır. Dolayısıyla Nisa süresi 65 .âyetinde bulunan "hakem" kavramının muhatabı vahiy'den bağımsız olan Muhammed değil, Resul olduğu açıktır. Bunu anlamayan tam bir Kur'an cahilidir. İsterse bu kişi mezhep imamı, muhaddis ve müctehid olsun hiç fark etmez. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda din ve hüküm olarak Allah'tan başka bir hakemin olamayacağını, din ve hüküm olarak ihtilafları çözecek tek merci ve yetki sahibinin Allah olduğunu açık olarak görebiliriz. (Ey Resul! ) De ki: Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olmayasın"(En'am-114)"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbim'dir. Sadece ona dayanırım ve yalnız ona yönelirim"( Şura- 10) Kur'an'ın dininde ve dilinde Muhammed'in ayrı, Nebi'nin ayrı Resul'ün ise apayrı bir kimliği ve misyonu mevcuttur. Kur'an'ın dininde ve dilinde Resul (a.s) , Allah'ı temsil makamında bulunuyor. Dolayısıyla Nisa Suresi 65. âyette bulunan "hakem" kavramı vahyi tebliğ ve risâlet misyonunu ifade etmektedir.Yani "hakem" Muhammed veya Nebi değil, kendisine Allah'ın hükümleri indirilen Resul (a.s)dır. Çünkü hükmün tek kaynağı Allah'tır ve âlemlerin Rabbi olan Allah hükmünde hiç kimseyi ortak yapmaz."... O, kendi hükmünde hiç kimseyi ortak etmez"( Kehf- 26)"Allah'ı bırakıp taptıklarınız sizin ve (din) atalarınızın taktığı bir takım isimlerden (muhaddis- müctehid- mezhep imamı) başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında ( doğru yolda olduklarına dair) bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"- Yusuf-40) Kur'an'ın bağlam bütünlüğünden sonra söz konusu olan Nisa 65. âyetinde önceki âyetlere de bir göz atalım. "Hakem"in Muhammed yani Nebi adına uydurulan binlerce yalan ve iftira hadisler değil, Resul (a.s) ın insanlara tebliğ ettiği Kur'an olduğunu anlamış olacağız."Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor"(Nisa, 60) "Onlara Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a ) ve Resul'e gelin (onlara baş vuralım), denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"(Nisa, 61) "Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederim sana nasıl gelirler"(Nisa-62) "Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onları aldırma, kendilerine öğüt ver onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle"(Nisa-63)"Biz her Resulü Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman (Ey Resul!) sana gelseler de Allah'tan bağışlanma dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı"(Nisa-64)(Hayır, Rabbine andolsun ki (Ey Resul! ) aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra (indirilen vahiy'le) verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabulenmedikçe iman etmiş olmazlar"(Nisa-65)Allah Resulü'nün İnsanlar arasında sadece indirilen vahiy'le hüküm verdiğine dair çok âyet vardır. "Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab-ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma..."(Mâide-48) (Ey Resul! Sana şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onlarıın arzularına uyma..."(Mâide, 49) "Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik; hainlerdentaraf olma"(Nisa-105)Hayat Allah'a bağlılıktan ibarettir, yalnız Allah'a bağlı olan mutlu yaşar.
30 Mart 2021 Salı
GELENEKLERİN ZARARLARI (3.YAZI) Yüce Allah'ın yanında nefret ile karşılanan amelleri insanlar neden çok kolay bir şekilde inanç ve ahlak haline getirmişlerdir?Kur'an ehli muvahhidlerin şiddetle karşı geldikleri gelenekler nasıl insanların dini olmuş?Çünkü her şey alışkanlıkla şekillenir. Kötü alışkanlıklar yok edilmezse zamanla toplum nezdinde bir tabiat olarak kök salar, milletin dini hayatını sarmalar, ümmet bu hurafelere alışınca artık onları kolay kolay terkedemez. Bundan sonra nereye giderse gitsin bu hurafeleri ve uydurmaları yanında taşımaya mahkum olacaktır.Maalesef insan, beşikte öğrendiğini mezara kadar götürmeye azmedecektir.İşte Allah tarafından gönderilen tüm Elçilerin görevi insanların üzerinde bulunan bu esaret zincirlerini atmaktır. "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Nebi'ye uyanlar var ya, işte o elçi onlara iyiliği emreder,onları kötülüklerden meneder, onlara temiz şeyleri helal,habis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O elçiye inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur 'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler bunlardır"(Âraf- 157)Dolayısıyla gelenekleri ve alışkanlıkları söküp atmak kolay bir iş değildir.Yani gelenekleri terketmek inanılmayacak kadar zor bir iştir.Bir kaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye geleneklerin doğru olduğuna sakın inanmayın.İnsan ilk önce doğruyu öğrenmesi gerekir. Doğruyu bilirse gelecek olan yanlışı bilir. Fakat sürekli olarak yanlış olan şeylerle büyümüşse doğruya zor ulaşır.Çünkü gelenek ve alışkanlıklar, hurafe ve uydurmalar zamanla demirden bir gömlek gibi olurlar. Elçilerin dâvetinin kavimler tarafından sürekli olarak reddedilmesinin Kur'an'daki gerekçesi şu şekilde haber verilmiştir. "...Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"(Mü'minün-24) Güzel bir söz vardır."Gelenekler ve hurafeler aklını kullananların baş belası, cahil ahmakların putudur"Dolayısıyla gelenekler ve hurafeler önce örümcek teli gibidir, zamanla kopmaz bir halat haline gelirler.Kur'an ayetlerinden sonra en çok sevdiğim söz şudur."Yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var"Yani Kur'an ehli muvahhidler yaşayan cahillerden daha çok, yüzyıllar önce ölüp giden Kur'an bilmez cahil din atalarınin kötü miraslarından çekiyorlar.Bizi yoran hayatta olan ümmi insanlar değil, cahil ölülerin bıraktıkları batıl ve karanlık mirastır.Eğer sözde müçtehidler, âlimler, müfessirler, muhaddisler olmasaydı insanların Kur'an'a karşı ikna edilmesi bu kadar zor olmayacaktı.SONUÇ :Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde bulunan Kur'an ve akıl dışı inanç ve ameller, hurafe ve cehalet, uydurma ve iftiralarla geçen bir ömür sanki cehennemin mutfağında geçmiş gibi oldu.Yani anlayacağınız, Emevi Abbasi Ehli Sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki hurafe ve uydurma rivayetler kitapta durduğu gibi durmuyor.Büyük bir vahşet, zulüm, cehalet, tefrika, taklit, çürüme, parçalanma, ırkçılık ve yozlaşma meydana getiriyor.
29 Mart 2021 Pazartesi
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU (14.YAZI)CAFERİLERDE MASUMİYET İNANCI (3)Caferilerin, İmamların masumiyeti ile alakalı delil olarak kullandıkları rivayetler hayli fazladır.Bu rivayetlerden birine göre, "İmamların (12 imam) bilgisi sınırsızdır."Onlar bilmek istediklerini her zaman bilebilirler"Bir başka deyişle "Onların bilmek istedikleri şeyler Allah tarafından kendilerine bildirilmiştir"( Küleyni Usulul Kâfi s, 13)Bir diğer rivayete göre "İmamlar sadece Allah'ın emrini yerine getiren ve bu konuda haddi aşmayan kimselerdir"( a.g.e, 2. 28)Bu rivayetlerde "İmamın Allah'ın nuru, hidayet rehberi, Nübüvvet ağacı, Allah Resulü'nün ve bütün Nebilerin ilmine vâris yüce şahsiyetlerdir"Şia' ya göre on iki imam Kur'an'da onlarca âyette tarif edilmektedir. ( Küleyni Usulul Kâfi 1-320)Geniş bilgi için Marife yıl, 8. sayı, 3 2008)ALİ ŞERİATİ'NİN İMAMET HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ "Yönsüz (imam) Kur'an'ın da Sünnet'in de, tevhidin de anlamsız olduğunu görüyoruz. Bu söz, İmam-ı Sadık'a aittir ve Kâfi'de bulunmaktadır. Ne kadar yüce bir söz"Ali Şeriati, Caferi Sadık'tan çölde kaybolan koyunu kurdun kaptığını anlatan bir hikayeyi aktardıktan sonra şöyle devam ediyor."...Aynı şekilde bu sürü'den o sürüye, birinden öbürüne."Çölde son bir yere kadar öyle avare avare dolaşıp duruyor. Sonunda gerçek sürüsünden başka bir yer buluyor."Orası neresi? Kurdun karnı..."İmamı Sadık, Kurdun karnı ile ne kadar yüce bir şekilde yön meselesini göstermek istiyor, yön!"İmamet yön demektir."Aslında İmamet kelimesi yön demektir.İmametin yorumu ve deneyimi değil,"Gerçekte onun sözlük anlamı yön demektir."Bu yöne git."Eğer başını çevirirsen, bütün kitap ve Sünnet seni saptırır ve yolunu kaybettirir."Seni yanlış bir yola sürükler."Tevhid bile böyledir "(Ali Şeriati, Kendini devrimci yetiştirmek, fecr yayınları, 2. Baskı Ocak 2009) CEVAP: Kur'an'ı Mübin'in tek hidayet kaynağı olduğuna dair yüzlerce ayet mevcuttur."Şüphesiz ki bu Kur'an tek doğru yola iletir"(İsra, 9)"Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an, sana ve ümmetine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf- 43, 44)Dolayısıyla, Müslümanın yönü Kur'an olmalıdır.Ali Şeriati devamla şunları söylüyor.""...özetle, grupsal ve mezhebi taassup olmazsa şöyle deriz, bizim tanıdığımız Ali, bu üç boyutun tam bir örneği ve tezahürüdür.Hem de aşk olarak, yani insanı maddi yaşamda kaygı, endişe, ateş ve doyumsuzluğa götüren o metafizik enerji olarak, o, aşkın fışkırdığı kaynaktır. Başka hiçbir kimse de, o kadar alev ve ateş yoktur. Onun ateşi o kadar şiddetli ki bazen kendinden geçer ve çölde feryat eder. Tabi biz bilinçsizler bunun, Medine'de ona verdikleri sıkıntılardan ve Fedekten( Şia'ya göre Allah Resulü'nden kalan mirasın Ebubekir tarafından gasbedilmesi olayı) olduğunu zannederiz.Halbuki o ızdıraplı biriydi ve yanardağ gibi feryat ediyodu.Olmak ve yaşamak, onun için tahammül edilmesi imkansız bir şeydir. (Kendini devrimci yetiştirmek- s, 75)"...Ali, Mazdek'ten de Marks'tan da daha duyarlı yaşadı" (a.g.e s- 121)Yine Şeriati, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan mübalağalı bir şekilde Ali'yi şöyle anlatıyor"Yine unutmayalım ki Ali, tevhidin sembolü ve bütün Resüllerin tarihi misyon ve elçiliğinin kendisinde canlandığı bir insandır.Onun varlığı, bütün tevhidi devrimlerin cevheridir.O, öyle bir girdaptır ki adalet, özgürlük ve eşitlik tarihi boyunca, beşerin devrim ve hareketlerinden doğan ve zulüm, zorbalık, şirk ve tüm haksızlıklarla mücadele eden nehirlerin tamamı ona (Ali'ye) dökülür.Evet dinin özü ve İslam'ın ruhu olan Ali, tamamen savaşla gelen yönetim dönemi boyunca sadece "Müslümanlar"la savaştı.CEVAP: Yukarıdaki son cümle hariç bütün bu iddialar ancak Kur'an ve Allah'ın Elçileri için söylenecek sözlerdir.Şia'nın kendisinden kabul etmediği ve Ehli Sünnet'e daha yakın gördüğü Şeriati bunları söylüyorsa, gerçek Şia'nın İmamet konusundaki inanç ve fikir yapısını artık siz düşünün.
BEKTAŞİLİK(5.YAZI)Sonuç olarak:Bilinmeli ki Alevi ve Bektaşilerin ibadeti cem'dir, namaz değil! Alevilerin orucu Muharrem'dir, Ramazan değil! Alevilerin ibadet yeri cem evleridir, camiler değil! Bektaşilerin inanç önderleri dedeler ve babalardır, imamlar ve mollalar değil! Alevi-Bektaşilere göre okunacak en büyük kitap insandır! Bektaşilere göre insan konuşan Kur'an'dır. Bektaşilere göre bağlama, telli Kur'an'dır. Bektaşilere göre devriye ve tanasuh haktır. Bektaş illere göre semah, Muhammed'in müminlere (Alevilere) armağan ettiği bir ibadettir ve bu ibadet ezelden gelmektedir. Bektaşilere göre Ali tanrısal bir kimliğe sahiptir. (hulul)Bektaşiler taştan bir binaya (Kabe) değil insana secde ederler.Bu yüzden Müslümanlar ibadetlerini Alevilere dayatmaktan vaz geçmeleri gerekmektedir.Allah'ın emri de bu şekilde hükme bağlanmıştır."Eğer Rabbin dileseydi, (iradelerine ipotek koyarak- zorla yapsaydı) yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi. (Allah insanların iradelerini özgür bırakmışken) O halde sen, (Ey Nebi!) inanmaları için insanları zorlayacak mısın?" (Yunus- 99)"Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber iman edenleri ya yurdumuzdan çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz" (Şuayb) istemesek de mi? dedi"(Âraf- 88)Gerçekten her topluluk diğerinin inanç sistemine saygı duyması şartıyla hiç kimseye benimsemediği bir inancı ve ameli de yatamaz.Yüce Allah, inanç konusunda, ele aldığımız yukarıdaki âyetlerle birlikte bu konuyu geniş bir açı ile Kur'an'da hükme bağlamıştır.Yani herkes inancında hürriyet sahibi olmalıdır.Diğer inanç sahipleriyle mücadele Kur'an, ilim ve akıl ile olmalı, her türden din mensuplarına karşı merhamet, güzel ahlak ve ikna yöntemi kullanılmalıdır.Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur. (Ey Resul!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..."(Nahl- 125)Dolayısıyla Alevi vatandaşları zorla İslam dairesi içinde göstermek, hem Kur'an açısından, hem kendi açımızdan, hem de Aleviler açısından doğru ve verimli bir iyi ol olmasa gerektir.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (9. YAZI) 27-) SEBİL (yol) Sebil kavramı da diğer kavramlar gibi Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmaktadır. O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der. Keşke o Resul ile birlikte bir yol (sebilen) tutsaydım"( Furkan- 27)Eğer muvahhidlerin Kur'an gibi bir dayanakları olmasaydı uydurma dinin fanatik müşriklerine karşı koyamazlardı. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece "kitap Resul" temsil eder. "Şayet ilahlarımıza iman etmekte sabır göstermeseydik, gerçekten bu Resul bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun (sebilen) sapık olduğunu bilecekler"( Furkan- 42) "Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir! Onlar, insanları Allah'ın yolundan alıkoyan (yesuddune an sebililléhi) ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkar edenler de onlardır"(Hud-18,19)(Ey Resul! ) De ki: "İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. (hézihi sebili-bu benim yolumdur ) Ben Allah'a dâvet ediyorum..."(Yusuf-108) "Dünya hayatını âhirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar (yesuddune an sebililléhi) ve onun yamukluğunu isteyenler var ya, işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler"( İbrahim- 3)(Ey Resul! ) Bir bak; senin için ne benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, öyle bir saptılar ki, artık doğru yolu bulamayacaklardır" (fedellu felé yestetiune sebilen) (İsra- 48) "...Allah sadece gerçeği söyler ve yalnız O doğru yola ulaştırır" (vallâhu yekulul hakku ve huve yehdissebile) (Ahzab-4)"Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. (Onlar) orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik Resul'e de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan sapdırdılar, (fe edallunes sebile) derler" (Ahzab- 64,65,66,67) Yine Kur'an'ı Mübin'de "İkrah" ve "inkar" kavramları da vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. "Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Yoksa Resullerini (Resülehum) henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar (münkirun) ediyorlar. Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar. (kérihun)"(Müminün- 68, 69, 70) 28-) HAK DİN Şimdi "hak din" tamlamasında nasıl bir sistemin kurulduğunu görmeye çalışalım. "O (Allah) Müşriklerin hoşuna gitmese de kendi dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"(Tevbe-33) (Daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) üzere Resulü'neü hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah Yeter"(Fetih-28) "Müşrikler istemeseler de dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderen odur"(Saf-9)Âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında "Allah, vahiy ve Resul" sistemi açık olarak görülecektir.
KUR'AN'A VE AKLA DAVET: Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."De ki: "işte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a dâvet ediyorum.Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben müşriklerden değilim"(Yusuf-108)"Eğer biz, bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık"(Tâhâ-134)F Gülen terör örgütünün meydana getirdiği mehdiyetçi tehlike tam olarak atlatılmamışken, ülkenin başına yeni tehlikelerin sarmalanması mukadder görünüyor.Neden mi?Allah'ın ilmiyle Muhammed ( Aleyhisselam) a gönderilen, mutlak hidayet ve tam bir rahmet olan Kur'an bir kenarda terkedilmiş olarak, sadece ses ve güftesiyle gönüller eğlendirilip,Allah'ın apaçık âyetleri oyun, eğlence ve müzik ziyafeti olarak sergileniyorsa, Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin rivayet ve içtihatlarıyla oluşturulan mezhepler, kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler dinde tek kaynak olarak kabul ediliyorsa, İngiliz destek ve aklıyla Hindistan'dan getirilen ilkel ve karanlık inançlar tarikat marifetiyle topluma hakim kılınmaya çalışılırsa,muhafazakar olarak bilinen tv kanallar sabahtan akşama kadar uydurma dinin rivayetlerini anlatan cahillere teslim edilirse,din tamamen bir aldatma ve rant aracı haline getirilmişse,memlekette ilim, hikmet, akıl, tefekkür, sorgulama rağbet görmüyorsa,insanlar Kur'an cahillerinin peşine revan olmuşsa,ilim ve aklı temsil etmesi gereken ilahiyatçılar Kur'an'dan beslenmiyorsa,devleti yönetenler Kur'an, tevhid, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulamaya gereken ilgiyi ve desteği göstermiyorlarsa,oy kaygısıyla hurafecilere itibar edilip, yurt ve medreselerine destek olunuyorsa,daha bu ümmetin başına çok belâlar gelecektir.Bir hareketin tehlikeli görülmesi için illa devleti ele geçirmeye çalışması mı gerekir?Kaybolan nesillerin, israf edilen insan kaynaklarının, bozulan beyinlerin, tarumar olan ailelerin, ifsad edilen akılların hiç bir değeri yok mu?Bence F Gülen terör örgütünün en büyük darbesi yeni yetişen nesile olmuştur. Binlerce gencin dünya ve ahiret hayatları sönmüştur.Yü Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "(Resulüm! )İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz.Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir ( kitap) verdik. Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir.Bu kimseler, onda (o günah yükünün altında) ebedi kalırlar.Onlar için kıyamet gününde bu ne kötü bir yüktür"(Tâhâ- 99, 100, 101) Bundan dolayı İktidar sahipleri kendi ikballeri için değil, milletin geleceği için, acil olarak Kur'an'ın ilim ve hikmetine, bereket ve rahmetine sığınmak zorundadır.Hurafecilere karşı güç ve kuvvetle değil, Kur'an, ilim, delil, akıl ve tefekkürle mücadele edilecektir.
28 Mart 2021 Pazar
BEKTAŞİLİK (4.YAZI)Sünnilerin iddia ettikleri gibi Hacı Bektaş Müslüman Sünni inançta birisi idiyse, neden gözlerden uzak, Anadolu'nun ücra bir köyüne gidip yerleşsin. Sünni âlimlerinin kentlerde ve özellikle de merkezi yerlerde hatta devlet adamlarına yakın yerde yaşadıklarını biliyoruz. Baba-i ayaklanması sonrası Alevi Türkmenlerin dağlara ve ücra yerlere çekildikleri ve çoğunlukla Hacı Bektaş'a bağlandıkları bilinen bir gerçektir. Hacı Bektaş batıni bir önder değilde iddia edildiği gibi Sünni olsaydı batıni Baba-i isyancılar ona neden bağlansın? Hacı Bektaş Sünni Müslüman olsaydı ve eserlerinde Sünnilerin itikad ve ritüelleri anlatmış olsaydı, yüzlerce Bektaşi babalarının idam gerekçeleri arasında Sünni Müslüman ibadetleri yapmama suçlaması ile niye karşı karşıya kalmışlardır.Ne denilirse denilsin, ne yapılırsa yapılsın Bektaşilik hakkında gerçek şudur. İslam tarihindeki muhalif kanadı temsil eden ve genel anlamda Ali taraftarları olarak nitelenen hemen hemen tüm Batıni ekoller, İslami ibadetlere ve hükümlere her zaman muhalefet etmişlerdir. Bu gerçeği kimse inkar edemez. Bunu kimi zaman alenen, kimi zaman da "sırrı sır ederek" yapmışlardır. Bununla birlikte baskılar yüzünden bazen de "sırrın açığa çıkmaması" için yer yer hakim din anlayışının kimi, itikat ve ritüellerni benimser görünmüşlerdir. Bütün bunlara rağmen Batıniliğin yaşayan en güçlü devamı olan Alevi-Bektaşileri, Muhammed, Ali on iki imam ve Hacı Bektaş'ı veli üzerinden Sünni müslüman ibadet ve itikadlara çekme uğraşısının ne denli inançlara saygısızlık ve abes bir iş olduğunu zikretmeye gerek var mıdır. Aleviler ve Bektaşiler inançlarını sır etmeden kendi inanç önderlerinden bu yola dair ne gördülerse o şekilde yaşama ve yaşatma hakları yok mudur? Bu yolda Alevi-Bektaşi önderleri tarafından İslam'a aykırı sözler söylenmesi Aleviler açısından bakıldığında övünç duyulacak bir şeydir. Zira Alevilere göre şeriat denilen hukuk kuralları, çoğunluk itibariyle Emevi Abbasi döneminde ihdas edilen Arap geleneklerinden başka bir şey değildir. Mesela: Osmanlı resmi belgelerine göre Alevi önderi ve şairi Pir Sultan Abdal şu gerekçelerle idam edilmiştir."Dinsiz, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor. Müslümanlara "Yezid" diyor ve şarap içiyor, İslamiyetin ilk halifesine hakaret ediyor. Cem ayini gibi gizli toplantılar yapıyor, safavi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden bir devlet düşmanı, Râfizi kitaplar bulunduruyor, onları okuyor ve okutuyor, saz ve çalgı çalıyor, törenlerde semah dönerek oyun oynuyor, haremlik-selamlık kuralına riayet etmiyor, Mehd-i zaman gelecek propagandası yapıyor.Bu gerekçeler aslında Alevi-Bektaşiliğin pek çok temel yaklaşımın Osmanlı tarafından nasıl algılandığını bir göstergesidir. Bu gerekçelere bakarak özgün Alevi kimliğinin pek çok unsurunu görmek mümkündür.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (16. YAZI) Aslında sözlü kültür içinde yetişmiş kimseler için yazıya, yazılı kültüre geçiş hiç de kolay olmayan bir durumdur. Bundan dolayıdır ki yazıya geçirilen Kur'an'ın, o günkü insanlar üzerinde etkisi günden güne zayıflamaya ve tamamen yok olmaya doğru gitmiştir. Hatta mezhep âlimlerinin içtihadları ve sözlü kültür olan rivayetler, insanların inanç ve fikirlerine vahiy'den daha fazla egemen olmuştur. Çünkü rivayet ve ictihadlar sözlü kültür olarak hafızalarda taşınmışlardır.Öte yandan belki de en temeldeki sorun kimin otorite olacağına ilişkin bir sorundur. Zira yazı, hakikatı tam ve gereği gibi yeniden canlandırmaya ehil tek kişi olan öğretmenin meşru otoritesini tehlikeye sokar. Yazı, hakikatın öğretimini, otoritenin ( öğretmen) kontrolünden çıkardığı için, yanlış anlama ve tahrifata sebebiyet verir. Bu açıdan yazı bilgi aktarımında daha az güvenilir bir yoldur. İşte bu yüzden Kur'an'ın yazılması esnasında gösterilen haklı ve yerinde tepkileri bu bağlamda düşünmek gerekir. Bu konuda şu âyet çok önemlidir. "Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir) (okumakta ( bilmekte) ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz"(Âli İmran-79) Allah Resulü (a.s) ın ardından vahyin yazıya dökülmesi noktasında çok ciddi tereddüt oldu.Çünkü Kur'an'ın yazıya dökülmesi, yukarıda anlatılanlar dışında daha birçok olumsuz sonuçlar vereceği belliydi. Mesela konuşmanın kaydedilmesi, bir yere dökülmesi, insanoğluna sözcükleri açık bir biçimde ayırma, sözcük sistemleri oluşturma ve kıyasa bağlı akıl yürütme olanağı sağlar.Yani yazı, insanın eleştiri olanağını arttırır. Bu ise metnin, cevaplamayı amaç edinmediği sorularla karşı karşıya kalması, belki de çarpıtılması demektir. Bu açıdan, İbni Hazm'ın "Kitaplar ve tasnifler sonradan ortaya çıkmıştır. Zira kitap ve tasnif sahabe zamanında ve tabiun döneminin başlarında mevcut değildi"Zehebi'nin "Kitaplar, ortaya çıkmadan evvel sahabe ve tâbiunun iilmi, göğüslerinde idi. Çünkü onların yanında göğüsler, ilmin muhafaza edildiği yerlerdi" İbni Haldun'un "Sahabe ve tâbiun döneminde toplum, tâlim, telif ve tedvin nedir bilmez Araplardan müteşekkildi. Onları buna zorlayan herhangi bir sebep olmadığı gibi, kendileri de böyle bir şeye ihtiyaç duymamışlardı" şeklindeki sözleri sözlü kültür bağlamında ele alınmalıdır. Kur'an, mesajını sözlü kültür formuyla iletmiştir. Yani sözlü geleneğe ait ifade kalıplarını kullanmıştır. Mesela borçların yazılmasını en ince detayına kadar anlatan Kur'an (Bakara- 282) kendisinin kayda ve yazıya geçirilmesi ile ilgili hiçbir işaret ortaya koymaz. Kur'an'ın Resulü son Nebi olan Muhammed (Aleyhisselam) bu konuda hiçbir çalışma ve çaba içine girmez. Konunun başında dile getirilen sözlü kültürle ilgili iletişim alışkanlıklarını Kur'an'ın metninde çok net bir biçimde görmekteyiz. Mesela: Kur'an'ı Mübin'de çok belirgin bir ritmik ve ahenk yapı mevcuttur.Özellikle âyet sonlarının türdeş harflerle tamamlandığı görülür. Bu durumun i'caz, belağat ve edebi yönü olmakla birlikte, asıl amaç hafızadaki kalıcılığı sağlamaktır. Yüce Allah tarafından Kur'an'ın ezberlenmesinin kolaylaştırılması, hafıza, zihin ve yüreklerde taşınması, dilden dile sözlü olarak devam etmesi içindir. Kur'an, sözlü kültür ile alakalı bütün yardımcı unsurları bünyesinde barındıran ilâhi bir kelam ve Rabbani bir hitaptır. Yüce Allah, vahyin yüreklerde, zihinlerde yani canlı organizmalarda taşınmasını murat etmiş, cansız ve ölü nesnelerde taşınmasını istememiştir.Çünkü bu durumda Kur'an'ın anlam ve hikmeti değil, yazısı ve kabı tapınma aracı yapılacaktı.Resüllullâhın hayatında hayata hâkim ve mübarek olan Allah'ın emirleri yani mesaj iken, daha sonraki dönemlerde yazılı metin kutsallaştırılarak dokunulmaz bir fetiş hâline getirilmiştir. Allah Resulünun kalbine indirilen Kur'an'ın (Şuara-194) kitap hâline getirilmesi, öyle bir cehalet ortaya çıkardı ki, Allah'tan nesnelere yazılı indirilmiş gibi onu dokunulmaz kabul etmişlerdir.Hepsi Mekke'de indirilen ve muhatapları tamamen müşrikler olan âyetleri genelleştirerek insanların ona yaklaşmalarına engel olmuşlardır. Gerçekte Kur'an, kağıt, kalem, defter ve kitapla ilgili bir nesne degil, akıl, zihin, tefekkür, yürek ve dil ile ilgili bir mesajdır.
27 Mart 2021 Cumartesi
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ KUR'AN'DAN HİÇBİR ŞEY ANLAMAMIŞLARDIR Yüce Allah, yüzlerce âyette "Cehennem azabından başka bir azap olmadığını" anlattığı halde, Ehl-i sünnet ve Şia âlimleri, kabir azabının var olduğuna iman ederler.Bir çok ayette "...siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız" (Yasin-54) buyrulduğu halde,Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri,"vekalet yoluyla haccın yapılabileceğini" ileri sürerler. Yüce Allah, yüzlerce âyette, kainattaki mucizelerini gösterip dikkat çektiği, elçisinin mücize göstermesinin mümkün olmadığını, Kur'an'ın ve kainattaki mucizelerin düşünen akıl sahipleri için kâfi olduğunu bildirdiği halde,Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, Allah Resulü'nün binlerce mucizesinin olduğunu iddia ederler.Kur'an'ı Mübin, Ahzab süresi 56. âyette Nebi (a.s) a, Allah'ın ve meleklerinin yardım ettiklerini ve destek olduklarını, Mü'minlerin de Nebi'ye destek ve yardımda kusur etmemelerini öğütlerken,Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, büyük ve inanılmaz bir cehaletle "Nebi'ye destek ve yardım "anlamına gelen âyeti," Muhammed'e salavat çekme" olarak değiştirip âyeti tahrif etmişlerdir.Ehl-i Sünnet ve Şia mezhepleri, cehalette daha da ileri giderek "Cuma günü hutbede Muhammed(a.s) a salavat getirmenin farz, vacip ve sünnet olduğunu" ictihadlarına eklemişlerdir.Yüce Allah'ın, "...Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar" haberine rağmen, Ehl-i Sünnet âlimleri, insanları "dinden döndüler" gerekçesiyle öldürmüşlerdir.(Bakara- 217) Kur'an dinden dönenlerin durumunu kesin bir delille, açık bir şekilde hükme bağlamıştır.Yani dinden dönenlere Allah, ölünceye kadar hayat hakkı tanındığı halde, Ehl-i Sünnet âlimleri, "dinden döneni öldürün" iftirasına iman ederek, kendi batıl inançlarını reddedenlere karşı savaş açmışlardır.Kaza namazı hurafesinden, oruç keffareti hurafesine kadar, Kur'an'a aykırı birçok ictihada imza atan Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, maalesef Kur'an'ın hiç bir âyetini doğru olarak anlamamışlardır. Kur'an Nebi (a.s) ın günah ve hatalarından söz ederken,Şia, on iki imamın masum ve hata etmekten bile münezzeh olduklarını,Kur'an, yüzlerce âyette Allah Resulü'nün arkadaşlarının olumsuz hareketlerini anlatırken, Mesela: "...Savaştan kaçtıklarını..." (Âli İmran-152, 153)"...Allah Resulü'nü ayakta bırakarak eğlence ve ticarete koştuklarını..." (Cuma- 11)"...Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini..." (Mumtehine- 1) "... Nebi (a.s) ın hanımına zina iftirasında bulunduklarını..." (Nur- 11, 17)"...Nebi (a.s) a saygısızlık yaptıklarını ..." (Hucurat- 1,2,3,4,5,6,) ortaya koymaktadır.Bütün bu gerçeklere rağmen Emevi Abbasi Ehli Sünnet âlimleri, Nebi (a.s) ın arkadaşlarının gökteki yıldızlar gibi günahlardan masum, Şia âlimleri de on iki imamın her türlü hata ve günahtan masum olduklarını iddia ederler.Halbuki Nübüvvet makam ve mertebesi özel hayatı temsil ettiğinden, Nebi (a.s) bile müşrik akrabalarına dua ederek Allah'a karşı hata etmiştir.(Tevbe-113)Evet gerçekten de Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamamışlardır.Kadına el ile temas etmekten ve kan akmaktan dolayı abdestin bozulacağını söyleyenler, Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamamışlardır.Daha da ileri giderek diyorum ki: Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Kur'an'a iman etmemişlerdir.
26 Mart 2021 Cuma
BUHARİ'NİN DİNİ İLE ALLAH RESULÜ'NÜN DİNİ ARASINDA BİR KIYAS:Ehl-i Sünnet âlimleri yanında Buhari'nin hadis kitabı Kur'an kadar itibar görür.Hatta Buhari'nin sahihi Ehl-i Sünnet dininin âlimleri yanında Kur'an'dan daha fazla rağbet ve itibar görür dersem abartmış olmam. İşte bu Buhari, Allah Resulü'nden şöyle bir hadis rivayet etmiştir."İbni Ömer'den rivayet edilmiş ki, Allah'tan başka ilah olmadığına,Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edinceye, (kabul edinceye) salat-ı ikame ve zekat verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa benim elimden mallarını ve canlarını korumuş olurlar.İslam'ın koyduğu haklar bunun dışındadır.Diğer (görülmeyen) konularda hesapları ise Allah'a kalmıştır"(Sahihi Buhari, muhtasarı Tecrid'i Sarih, hüner yayınları çeviri, tahric ve notlar Abdullah feyzi kocaer, hadis no, 24-- 1. Cilt, sayfa, 32, 5.baskı )Birbirine tam olarak muhalif olan Ehl-i Sünnet ve Şia, Kur'an'ın değil, Nebi (a.s) a iftira edilen rivayetlerin üzerine bina edilmişlerdir.Allah Resulü'ne karşı iftira olan bu hadis "umirtu" yani "Allah tarafından bana emredilen" "emrolundum""Allah'ın bana emri" diye başlamaktadır.Peki Kur'an'da Allah Resulü'ne emredilen nedir?Bir de ona bakalım en ufak bir benzerlik var mı?"(De ki:) Ben ancak, bu şehrin ( Mekke'nin) Rabb'ine ki O burayı dokunulmaz kılmıştır 'kulluk etmekle emrolundum.Her şey de zaten O'na aittir.Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur, kim de doğruluktan saparsa ona de ki:Ben sadece uyarıcılardanım"(Neml-91,92)Şimdi yüce Allah'ın, tam bir rahmet ve mutlak hidayet olan Allah'ın kitabında bir zorlama olduğunu görebilir misiniz?"...Resüllerin görevi apaçık vahyi tebliğ etmekten ibaret değil mi?(Nahl-35)Allah Resulünün tebliğten yani vahyi okuyup duyurmaktan başka bir görevi var mı?(Âli İmran-20; Mâide-92,99; Râd-40) "Savaştan kaçanlara bile af ve Allah'tan bir rahmet ile muamele eden (Âli İmran-159) "insanlara rahmet olan..." (Enbiya-107) Allah Resulü (a.s) insanların evlerini üzerlerinde yakar mı?Fakat yalan ve hurafelerle dinî bir çöplüğe çeviren müfteri Buhari bunu nereden bilsin? Allah Resulü'ne karşı uydurulan bu yalan ve iftiraların hesabı nasıl verilecek?Ümmeti hurafelerin pençesinde kıvrandıranlar ve onların peşinde kör olmuşcasına gidenler bu ağır vebalin altından nasıl kalkacak?Ümmet bu vahşi ve karanlık dinin cehaletinden nasıl kurtulacak?Dinde tam bir özgürlük vardır.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (10.YAZI) "Nebi ve Resül kavramlarını bir farsca olan "peygamber" kelimesinde birleştirince sapı samana kattılar.O günün örf ve geleneklerini "sünnet" ve dindenmiş gibi dayattılar.Onun için islam toplumu sürünüyor. Aynı zamanda bol bol din tüccarı, dinden beslenen virüsler peydah oldu.Uydurma rivayetlerle, hurafelerle paralel bir din ürettiler.İnsanların aklını ipoteğe aldılar ve dinle insanları soyarak saltanat sürüyorlar. Mahmut bey aynen föte'de böyle yaptı Allah ve din ile insanları aldattılar.Uydurma dinin karakteri budur. Saygılar(Menderes Ates)------------------------------------------------------Alışılmış bir söz, bunu onların elinden almak öyle kolay bir iş değildir.Çin Seddi gibi birde"Peygamber" elden gidiyor" yaygarasını yapsalar, bilenlerin dışında hiç kimseye hiçbir gerçeği anlatamazsınız !Kur'an çevirilerinde Nebi-Resül konusu mutlaka ele alınmalıdır ve onu yaygın hale getirmek için çok yönlü bir eğitim, örgütlü bir anlatım olmalıdır. Diyanet bu işe engel olur !Diğerleri zaten fetö'nun izinden gidiyor.Bu kavramların toplumda yer bulması çok zor gibi görünüyor sevgili Ali hocam"(Recep Ekinci "Kur'an meallerinin kanser hücresi peygamber kelimesi" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------Ali Aydın hocam!Hiç itirazım yok, sizin nezaketiniz ve alçak gönullülüğünüz kabul.Lakin muhteşem olan Kur'an'ımızla bizi vurucu kelimelerle siz tanıştırdınız elhamdülillah.Bende sanıyordum ki, Kur'an talebesiyim kendim.Terennüm etmeyi, nota ve musiki ile okumayı bir marifet sanırdım.Bir kaç âyet ile avunup savunup beylik âyetlerle zamanı geçirip ömrümü boşuna tüketmişim.Sayfadaki kardeşlerim rahatlıkla beni herkese örnek verebilirler.Çünkü üç aylık emekli bir imam olarak mâzimi itiraf ediyorum.O yüzden maksatı aşan kelime kullanmış olsam da niyetim hastır.Bizi hep böyle virüslü kelimlerle vurdular.Salat olmuş namaz, savm olmuş oruç vs.Hocam yine size dua ediyorum ve saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum.Siz yapın tesbitlerinizi,biz yayalım bir kişiye daha ulaştıralım İNŞALLAH. Selâm ve dua ile.(Ismail Kilic "Kuran meallerinin kanser hücresi peygamber kelimesi" adlı yazıma yaptığı yorum)------------------------------------------Hocam!Selam olsun size.Ne güzel izah etmişsiniz maşallah. Hocam, eksen kayınca, maalesef hedef de sapıyor.Kur'an atlanınca, tabiat boşluk kaldırmıyor malumunuz.Kur'an'ın inşa etmesi gereken zihin dünyamızı maalesef hadislerle işgal edip doldurduk.Hemde uydurma ve yalan olanından.Selâm ve dua ile saygılar sunarım. Can hocam.(Ismail Kilic)------------------------------------------------------“Salihat” kavramı ile ortaya çıkan böyle bir dine kim değer verip inanmaz ki! Biz bunu “toplumculuk” olarak ilkeleştirmiş, ancak bunu Kur'an’a dayandırmayı bilememişiz! Şahsen daha çok kabul görmüş anlamıyla ibadet ve salih amel kavramları arasındaki ilişki ve bağlantıyı, “İBADET EDEN KİŞİ UMULUR Kİ SALİH AMEL İŞLER” anlamımda kafamda şekillendirmiştim. Yazdıklarınıza baktığımda doğru düşündüğümü farkettim. Yani sonunda bizi salih amele götürmeyen hiçbir şey İBADET olarak değerlendirilemez. Aydınlatma gayretlerinizin karşılığını Allah size versin. Çok teşekkür ederim.(Nizamettin Arslan)
TERÖR ÖRGÜTLERİ KİMİN ÇOCUKLARIDIR?Yüce Allah şöyle buyuruyor."Onlara göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" de. O merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini hüsrana sokanlar inanmazlar"(En'am-12)"Âyetlerimize iman edenler sana geldiğinde onlara de ki: Sizlere selam olsun! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine gerekli kıldı. Gerçek şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir"(En'am-54) Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Allah'ın, hidayet, rahmet, aydınlık, öğüt, gönüllere şifa ve bir sisteme bağlı olarak inen, insanların içinden en güzel ahlak sahibi olan Musa, İsa ve Muhammed (aleyhimusselâm) a indirilen vahiy'den şiddet, anarşi, zulüm, katliam, kaos, ihtilaf, zorlama çıkarmanın mümkün olmadığını görürüz.Çünkü Allah Elçilerinin görevi sadece ve sadece Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmekten başka bir şey değil, değildir.(Nahl-35) Kur'an'a göre dinde zorlama ve zorlaştırma yoktur. (Bakara-256)Çünkü indirilen dinde İslam ile şirk, doğru ile yanlış, hak ile batılın ne olduğu açıklanmıştır.Yani Allah'ın koyduğu helal ve haramlara dikkat ediniz, Allah'ın sınırlarını aşmayınız, dine ekleme yapmak süretiyle insanları dinden nefret ettirmeyiniz.Allah ve Resullerine iftira ederek din kisvesi altında hayatı insanlara zindan etmeyiniz.Dolayısıyla genel vahiy'den son vahiy olan Kur'an'dan kaos, anarşi, zulüm, katliam ve ihtilaf çıkarmak olanaksız ise, ümmeti gırtlağına kadar kaplayan bu cehalet, terör ve vahşet nereden üremiştir?Allah'ın kitabı olan Kur'an'a göre bunun sebebi vahiy'den kopuş,Kur'an'a ihanet, bölünmüşlük, itikadi bakımından parçalanma, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeme yani şirk olarak karşımıza çıkıyor."Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanifleri (saf kulları olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini vahşi kuşlar kapışmış yahut rüzgar onu uzak bir yere sürüklemiş bir nesne gibi olur"(Hac-31)"Eğer biz, bundan ( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu, bize bir Resul gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık"(Tâhâ-134)"Hep birlikte Allah'ın ipine(Kur'an'a) sımsıkı yapışın, ondan ayrılmayın, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşmandınız da, O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti (olan Kur'an)sayesinde kardeş olmuştunuz.Yine siz bir ateş uçurumunun tam kenarında iken oradan da sizi O (Kur'an) kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran- 103)"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"(Âli İmran- 105)"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya,(Ey Nebi! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.Onların işi ancak Allah'a kalmıştır.Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Kim ne derse desin.Daiş, Boka Haram, el Kaide, Fetö, PKK, Taliban gibi terör örgütleri Kur'an'ın baglam ve bütünlüğünden asla şiddet çıkaramazlar.Fakat Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininden her türlü terör ve vahşet çıkarmak mümkündür.Çünkü Ehli Sünnet'in kaynaklarında öyle rivayetler var ki, tamamen Allah ve Resulü'ne hakaret ve iftira teşkil etmektedir.Mesela: Ehli Sünnet dininin en muteber hadis kaynağı olan Müslim'de Allah Resulü'ne nisbet edilen mutevatir (onlara göre tartışılmaz) şöyle bir hadis mevcuttur. Güya Allah Resulü demiş ki: "İçimden öyle geçiyor ki, namaz için kamet getirilmesini emredeyim de kamet getirilsin, sonra bir adama emredeyim de cemaate namazı kıldırsın.Sonra yanlarında odun demetleri bulunan bazı adamları yanıma alarak namaza gelmeyen o gruba gideyim ve evlerini onların üzerine ateşle yakayım!(Müslim, Mesacid, 252 (651) yedi hadis imamının (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, Ahmed bin Hanbel) ittifak ettikleri Hadisler, sayfa, 190 cemaatle kılınan namazın faziletli olması )Adı geçen eserin 191. sayfasında Ehl-i Sünnet'in en sahih, Kur'an'a eşit hatta Kur'an'dan daha değerli olarak gördükleri Buhari'de bazı ufak tefek farklarla aynı rivayet mevcuttur.Halbuki bırakın Allah Resulü'nün namaza gelmeyenlerin evlerini yakması, Kur'an'a göre "yanında kendisine karşı yapılan menfi hareketleri bile bastırmaktan utanan"(Hucurat-1,2,3) "Gece geç vakitlere kadar evinde saatlerce konuşup sohbet edenlere, yeter artık evinize gidin"(Ahzab, 53) , diyemeyecek kadar üstün bir ahlak ve büyük bir edebe sahiptir.Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininde yukarıdaki rivayetler gibi şiddet içeren bir çok hadis vardır.İşte bu uydurma ve vahşi kaynaklardan beslenen psikopatları, insanlık düşmanı Emperyalist ABD, İsrail, AB, Rusya, Çin, İngiltere gibi ülkeler rahatlıkla kullanır.İngiliz aklının herkes tarafından bilinen çok meşhur bir uygulaması vardır. Terör örgütünü veya tarikatı kurar kendi haline bırakır.Durumuna göre fikir ve silah verilip kendi haline terkedilen terör örgütü zamanla mutlaka gelişip, kök salacak ve korkunç bir taraftar kitlesine sahip olacaktır.İşte daiş, boko-haram, el-kâide, pkk, fetö, taliban, gibi terör örgütleri rivayet dininin manevi çocuklarıdır.
MEHMED AKİF'TEN HURAFECİLERE REDDİYE "Havas'ı maskara yaptık avam'ı (halkı) aldattık. Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk. Nebiye atf ile binlerce herze (hadis) uydurduk. O hâli buldu ki cür'et "yecüzü fitterğib..." Kararı erzeli fetva kesildi! Hem ne garip. Hadis uydururken sevap uman bile var. Sevabı var mı imiş, bir zaman gelir anlar. Lisanı pâk-i Nebi'den yalanlar uyduruyor. (Nebi (a.s) ın dilinden yalanlar uyduruyor)Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor. Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına? Sevap ümit ediyor ha! Deyin ki namerde: "Sevabı sen göreceksin huzuru mahşerde! Tepende gezdirecek ra'dı intikamını Hak. Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak. Yakandan inmeyecek desti kahrı husranın. Bugün fesadına kurban olan zavallıların. Vebali boynuna yüklenmesinin mi yoksa, yarın? Kolay mı ümmeti idlal edip sefil etmek? Kolay mı dîni hurufat(hurafeler) içinde inletmek? Niçin kitab-ı ilahi'yi (Allah'ın kitabını) payimal ettin? Niçin şeriatı murdar elinle kirlettin? Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir saha? Nedir bu salladığın çifte kâ'betullah-a? Herif! Şu millet-i ma'sumeden ne isterdin. Ki doğru yol diye tuttun dalâli gösterdin!Hadislerin uydurulduğu tarihlerde muhaddislerin içinde"insanları kötülüklerden sakındırıp iyiliklere yönlendirmek için hadis uydurmak sevaptır" diyenlere Mehmet Akif dikkat çekiyor.
25 Mart 2021 Perşembe
NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Çok özür diliyorum, affedersiniz ama Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerine güzel bir örnek olduğu için onu söylemek zorundayım. Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin rivayet yarışı, çocukların sidik yarışına benziyor. Fakat çocukların sidik yarışı daha masumdur. Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
24 Mart 2021 Çarşamba
LEDÜNNİ İLİM Kur'an'da geçen "vesile, (Mâide-35) evliya,(Yunus-62,63) zikir, (Râd-28) rabıta" (Âli İmran-200) kavramları gibi, tasavvuf ve tarikat ehlinin istismar ettiği kavramlardan bir tanesi de "ledünni ilim" kavramıdır. Vesile : İnsanın sâlih amellerini Yüce Allah'ın af ve mağfiretini elde etmek için vesile edinmesi anlamına gelmektedir. Örnek: (Bu cennet nimetleri) "Ey Rabb'imiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru!" diyen; sabreden dürüst olan, huzur'da boyun büken, infak eden ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir"(Âli İmran-16,17)EVLİYA: GENEL ANLAMDA EVLİYA Genel anlamda evliya vardır ve çoktur. Yani her kim tevhid inancına sahip olur yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmez, güzel ahlak sahibi olur ve Allah'ın emirlerini yerine getirirse Allah o kişinin velisidir. (Yunus-62,63; Bakara-257)ÖZEL ANLAMDA EVLİYA: Özel anlamda evliya hem yoktur hemde şirktir. Yani birinin adını anarak onu Allah'ın veli bir kulu olarak tayin etmek şirktir. (Şura- 6,9)Çünkü kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez ZİKİR: Kur'an'da geçen "zikir" kavramlarının büyük çoğunluğu vahiy anlamına gelmektedir. (Nahl-44; Hicr-9; Tâhâ-99)RABITA: İlgili âyetin (Ali İmran-200) bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "Rabıta" kavramının, şeytan evliyasının adlarını anmak, zikir yapmak ve onlara kulluk etmek değil, Kur'an'ın ve bağlı olan hanif İslam dininin etrafında kenetlenme ve onlardan kopmama anlamına geldiğini görüyoruz. "LEDÜN" VEYA "LEDÜNNİ İLİM"Tasavvuf ehli ve tarikatçılar Kehf süresi 65. âyetinden bulunan "ledunne ilmen" ifadesini istismar ederek "ledünni ilim- ilmi ledün- ledün ilmi" nin şeytan evliyasına Allah tarafından vahiy'den bağımsız olarak verildiğini iddia ederler. Hatta daha da ileri giderek bu "ledünni ilim" sayesinde şeytan evliyasının Nebi ve Resüllerden üstün olduğunu söylerler. Gerekçeleri şudur. "Nebi ve Resüller belli bir yoldan yani bir aracı vasıtasıyla vahiy alırken, bizim evliyamız Allah'tan aracısız yani direkt olarak vahiy alıyorlar"Halbuki "ledünni ilim" yüce Allah'ın Nebi ve Reüllere vahiy vasıtasıyla indirmiş olduğu ilimden başka hiçbir şey değildir. Vahyin bir çok ismi mevcuttur. Bunlar bazıları "zikir, furkan, şeriat, resül, heblilléh, ilim, apaçık âyetler, kitap, sırat-ı müstakim, hadis, kelâmullâh, hidayet, rahmet, müjde, nezir" gibi kavramlardır. Ledün ilmininin vahiy anlamına geldiğini gösteren âyet.(Ey Rasul!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik" (ve ked éteynéke min "LEDÜNNE" zikran) (Tâhâ- 99) Dolayısıyla "ledünni ilim" Nebi ve Resüllere Allah tarafından indirilen vahiy'dirKehf süresinde Musa (a.s) ile yol arkadaşlığı yapan kişi Nebi veya Allah Resulüdür.Çünkü söz konusu âyette "eteynehu rahmeten min indiné ve allemnéhu min ledunné ilmen" "ona katımızdan bir rahmet ve bir ilimiz öğrettik" buyruluyor. Kur'an'ın dilinde "rahmet" ve "ilim" "vahiy" ve "Nübuvvet" anlamına gelmektedir. Gemiyi parçaladığı halde, hem geminin sahipleri tarafından, hem de yolculardan hiç kimsenin kendisine müdahale etmemesi, onun Allah tarafından manevi bir misyona sahip olduğunu göstermektedir. Anne- babasına bile "tuğyan" ve "küfür" yanı şiddet uygulayabilecek bir psikopatlığa sahip olan genci öldürmesi de çevreyi çok iyi bilen, insanları tanıyan, ve gencin yapmış olduğu bütün kötülükleri bildiğini gösteriyor. Ayrıca öldürülen "ğulam" çocuk değil, kısasta öldürülebicek yaşta olgun bir genç olduğunu şu cümleden anlaşılıyor. "...Musa dedi ki: Temiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) öldürdün öyle mi!..."(Kehf-74)Demek ki, öldürülen kişi, cinayet işleyebilecek bir yaşta idi. Duvarın içinde bulunan gizli hazineyi bilmesi ise Allah tarafından aldığı vahiy sayesinde olmuştur. Çünkü yüce Allah'tan sonra, aldıkları vahiyle sadece Nubuvvet'e bağlı Resüller gaybı bilir. (Cin-26,27; Hud-49; Kasas-44,45,46) Kıssa şöyle bitiyor. "Bütün bunları ben kendiliğimden yapmadım. İşte hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur"(Kehf-82) Yüce Allah vahiy haricinde yani direkt olarak hiç kimseye ilim vermez.İlmin tek kaynağı vahiy'dir.(Bakara-120; Râd-37)Bilimsel icad ve keşiflerin kaynağı da aklı kullanma, tefekkür etme, plan ve program dahilinde araştırma ve analiz yapmadır.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU (13. YAZI)ŞİA'NIN ÖZELLİKLERİ (3)Numan, gaybetin iki şeklini, ikinci gaybetin başlamasından sonra 342- 953' lerde yazdığı Kitabul Gaybesinde ayrıntılarıyla ele almış ve ikinci gaybetin daha uzun olacağını söylemiştir.Şeyh Saduk ise, gaybeti tam anlamıyla itikadi bir çerçevede ele alarak, Mehdi'yi ve onun gaybette olduğunu bilmeyenin imanının eksik kalacağını iddia etmiştir.Çünkü ona göre, imamlar on birinci imamın gaybetini önceden haber vermişlerdir.( İbni Babeveyh Kemalu-d Din 1,19)İbni Babeveyh, bu düşüncesinin Allah Resulü'nden geldiğini iddia ettiği bir hadisle de desteklemeye çalışmıştır.Aktardığı söz konusu rivayetle, Resülüllah'ın "Kim gaybeti zamanında çocuklarımdan olan kaim'i (Mehdi'yi) inkar ederse öldüğünde cahiliyye üzere ölür " dediğini ileri sürmüştür.(İbni Babeveyh Kemalud Din ll 412)İmamiyye, gaybet inancının önemi İbni Babeveyh tarafından bu şekilde ortaya konmasının ardından Şeyh Mufid (413-1022)Şerif el Murtaza (436-1044) ve Tusi (460-1067)gibi kelamcılar , tüm zamanlarda bir imamın bulunması ve bunun masum olmasının zorunluluğundan hareketle, o ana kadar ki iddiaları rasyonel argumanlarla izah etmeye çalışmışlardır.CAFERİLERDE MASUMİYET İNANCI (1)Caferi mezhebi Allah'ın Resulü ile birlikte on iki imamın da söz ve fiillerinde büyük küçük tüm günahlardan korundukları fikrini benimsemişlerdir.Onlara göre imamların ismetine (masum olduklarına) inanmamak küfrü gerektirir.( Kummi Risale s, 100, 113)"Cemil Hakyemez imamiyye Şia'sında ismet inancı ilk tezahurleri Teşekkülü ve itikadileşmesi"Marife-s, 169 ( 167-192 ss) Mehmet Akif Aydın-İmame " DİA 22 c, 205, Mustafa öz- imamiyye " DİA 22, 208)Caferiler, haklarındaki naslardan ötürü imamların masum olmasını zorunlu görürler.Onlar, İmamın günahtan ve hatadan korunduğu şeklindeki görüşlerini desteklemek için genellikle Ahzab süresi 33. âyeti delil gösterirler.Onlara göre, ayette yer alan ( innemé) te'kidi ve (lam) Ehli Beyt'i vurgulamış( ve yutahhirukum tathira) kısmı ise " Masumiye"tin delili olarak algılanmıştır.( Hilli, Minhacul Kerame s, 151, 152)Şii alim ve müfessirler yukarıda sözü edilen âyete ilaveten bir takım rivayetleri de kullanarak, İmamları Allah Resulü'nün "Vâsisi " olup günahtan korunduklarını, fakat Elçiler gibi vahiy almadıklarını ve nass ( âyet) ile tayin edildiklerini ileri sürmüşlerdir.( Kummi Risale-s,111)
23 Mart 2021 Salı
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK (1.YAZI) Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(9. YAZI)
22 Mart 2021 Pazartesi
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(12. YAZI)
İMAMİYYE ŞİA'SININ ÖZELLİKLERİ:
Onlara göre İmamlar ( 12 imam) büyük ve küçük günahlardan korunmuşlardır.
(Ahzab-33)
Onlara hata ve nisyandan bir şey atfetmek asla caiz değildir.
Âhir zamanda Mehdi'nin zuhur etmesi haktır.
Mehdi-i muntazır (beklenen-yolu gözlenen) zalimlerden gizlenmiş olup Şia İmamları'nın sonuncusudur.
Her salavat ve duanın ardından onun âcilen gönderilmesi için "Allhumme accil feracehu" "Allah'ım zamanını acil eyle- yolunu kolaylaştır" denilerek, niyazda bulunulur.
Bütün Şii kaynak ve eserlerinde görüleceği gibi, İmamet ve hilafet Ali ve evladına ( Ehli Beyt) e mahsustur.
Fakat ashabtan pek çoğu onların haklarının gasbedilmesine ön ayak olmuş veya haklarının çignenmesine ses çıkarmamış, bu sebepten dolayı onlar kafir ve münafık olmuşlardır.
İmamlar kutsaldır.
İmamların velayetine iman etmeden, dinin diğer esaslarının hiçbir önemi yoktur.
Her devirde bir imam vardır.
Allah Resulü vefat ederken din ilimlerinin hepsini ve şeriat hükümlerini, Ali'ye tevdi etmiş, o da imam Hasan'a o da Hüseyin'e bırakmış, böylece on iki imama gelinceye kadar devam etmiştir.
( El-aklu infeş- Şia - s, 55, 56)
İmamiyye indinde, imam diğer müçtehitler gibi değildir.
Onlar ilimlerini ve Şer'i hükümleri, Allah'ın Elçileri veya kendinden önceki imamlardan ilham yoluyla alırlar. ( a.g.e s 57)
Dolayısıyla, imamların Allah ile manevi ve ruhsal bir bağlantıları vardır.
Delil olma bakımından, Nebi (a.s) ın sözü ile imamın sözü arasında bir fark yoktur.
Şia'ya göre imam-ı reddetmek Allah'ı reddetmek gibidir.
İsmet sıfatı imam'dan ( 12 imam) ayrılmaz bir sıfattır.
Gaybet fikrinin imamiyye tarafından benimsenmesi ve ardından bir inanç esası haline getirilmesine sebep olan başlıca olay,
On birinci imam olan Hasan el- Askeri ardında bir halef ( evlad) bırakmadan vefat etmesidir.
İmamiyye Şia'sının on birinci imam olarak kabul ettiği Hasan el Askeri (Hicri 237-Miladi 846) senesi Rabiul Ahir ayında Medine'de doğdu.
H 238- M 847 yılına doğru, Abbasi halifesi Mütevekkil tarafından babası el-Hâdi ( H- 254- M- 868) ile birlikte Samarraya getirilmesi emredildi.
Ömrünün sonuna kadar orada göz hapsinde tutuldu.
8 Rabiul Âhir 260--2 Ocak 873 te Samarra'da vefat etti.
( Nevbahti Firak uş Şia- s. 79)
( Kummi kitabul makalat vel Firak s. 102)
Hasan el Askeri'nin kendine halef olarak birinin var olduğunu ilan etmeden vefat etmesi, imametin zorunlu olduğuna inanan Şiiler arasında büyük bir panik ve karışıklığa neden oldu.
Hicri dördüncü asrın ortalarında imamet inancına önemli bir ilave yapıldığı görülmektedir.
Buna göre imamların sayısı on iki olup, bunların sonuncusu gaybete gitmiştir.
Kâim Mehdi olarak dönünceye kadar da gaybette kalacaktır.
( Etan kohl berg. From İmamiyye to ltna Arhariyya--c.1 sayı, 521--534. 1976)
Bilinen çalışmalar arasında, on ikinci imamın gaybete gittiği şeklindeki rivayetleri ilk gündeme getirenler ise, Küleyni ( 329--941) ve Ali b. Hūseyin el Kummi ( 329--941) olmuştur.
İbni Babeveyh'ten ( Şeyh Saduk) önce Ahbari müellif en Numan ( 360--971)
Küleyni'nin kayda geçirmiş olduğu bir takım rivayetlere daha sonra başkalarını da eklemiş ve böylece yeni bir inanç ve yorumlamaya gitmiştir.
21 Mart 2021 Pazar
GELENEKLERİN ZARARLARI
(2.YAZI )
Özel hatlardan benimle iletişime geçen Kur'an ehli muvahhid arkadaşlarla yaptığımız sohbet ve yazışmalarda her zaman şu temel gerçeği söylemişimdir.
Kur'an ve tevhid davasında tek başımıza da kalsak, bundan başka doğru yol asla yoktur.
(Ey Nebi! Hak, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan olmayasın"
(Bakara-147)
Tarihin bütün zamanlarında Allah Elçileri ve vahiy yolcuları azınlıkta kalmışlardır.
Dolayısıyla eğer Kur'an'ın ve aklın düşmanı olan Şia ve Ehl-i Sünnet dininin mollaları ve mütrefleri tarafından sapık, mezhepsiz, dinsiz, modernist, mason, imansız ve deli olarak görülmüyorsak, Allah Elçilerinin hidayet yolu üzerinde değiliz.
Çünkü yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor.
"İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir sihirbazdır veya delidir, demişlerdir.
(Ataların dinine bağlı gelenekçiler)
Böyle söylemeyi (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler?
Doğrusu onlar haddi aşan azgın bir topluluk oldular. Artık onlara aldırma.
(Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin. Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt iman edenlere fayda verecektir"
(Zâriyat-52, 53, 54 55)
Vahiy ve tevhid yolunda işimizin çok zor ve yorucu fakat büyük bir şeref ve onura sahip bulunduğunun farkında olmalıyız.
(Ey Resul! ) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir"
(Tevbe- 129)
Ataların dinine mahkum olarak yaşayan dinci mukallitlerin, sanki anahtarı kaybolmuş bir zindanda yaşadıklarını bilmeliyiz.
Kur'an aydınlığından mahrum olan bu kitlenin dünyalarını aydınlatmak ve ahiretlerini kurtarmanın ne kadar ehemmiyetli bir hadise olduğunu idrak etmek zorundayız.
Bizim kin ve nefret duyduğumuz bu karmaşık şirk dini, bu ümmi halk asırlardan beri en merhametsiz bir şekilde yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Doğru bir yol olarak dayatılan bu iftira ve yalan dinden, son derece bağnaz ve cahil din adamlarına rağmen, iğfal edilmiş toplumu kurtarmak için başta Kur'an bilgisi, sabır, metanet, şefkat, fedakarlık, büyük bir güven, yumuşaklık, engin merhamet duygusu ile yüklü olmak gerekir.
Allah katında insanların ebedi saadetlerine vesile olmak en önemli ameldir.
"Sizden önceki asırlarda yeryüzünde insanları bozgunculuktan alıkoyacak erdemli kimseler bulunmalı değil miydi?
Fakat onlardan kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı hariç kimse bu görevi yapmadı.
Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düşüp doğru yoldan çıktılar"
(Hud-116)
GELENEKLERİN ZARARLARI:
(1.YAZI)
Kur'an'ın en çok şikayet ettiği şeylerden birinin uydurma din ve zararlı geleneklerin olduğunu görüyoruz.
Bu batıl din ve gelenekleri söküp atmak çok zor ve zahmetli bir meseledir.
Bu işin ne kadar zor olduğunu Kur'an'ın penceresinde baktığımızda daha açık görüyoruz.
Mesela:
(Ey Resül ! )
"Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları:
Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
(Elçileri onlara) "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız)? deyince, dediler ki:
"Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz, dediler"
"Biz de onlardan intikam aldık.
Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu"
(Zuhruf- 23, 24, 25)
Dolayısıyla toplumu hurafe inanç ve zararlı geleneklerden kurtarmak Allah Elçilerinin en önemli mesleği olmakla beraber en kutsal bir görevdir.
Uydurma din ve gelenekler insanlara en saçma sapan ibadet ve âdetleri yaptırırlar.
Üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra insanlar bu ibadet ve uygulamalardan asla vazgeçemezler.
Mesela:
Uzun bir zaman önce Allah Resulü (a.s) adına iftira edilerek uydurulan "ölülerinize Yasin ve Fatiha okuyun" bid'at ve yalanını bugün kim kaldırabilir?
Bırakın kaldırmayı artık bu yalana karşı gelmenin bile imkanı kalmamıştır.
Mesela:
Yukarıdaki uygulamadan daha yalan ve iftira bir gelenek olan ölünün başında yapılan "telkin komedisine" kim ses çıkarabilir?
Mesela:
Manasını hiç önemsemeden ve üzerinde zerre kadar tefekkür etmeden Allah'ın kitabını teğanni ile okuma rezaletine kim karşı gelebilir?
Yüce Allah'ın kitabını oyun ve eğlence edinmenin hesabını nasıl vereceğiz.
Allah için söyleyin, Kur'an'ın üzerine kurgulanan bu tuzaktan kurtulmanın imkanı var mı?
Allah'ın rahmet ve hidayet kaynağını adam gibi ne zaman anlamaya çalışacağız.
Allah'ın kutsal kelamı gönül eğlencesi yapılacak bir müzik eseri ve güfte midir?
Ama dediğim gibi, bugün artık bu hurafelere karşı gelmek bile mümkün değildir.
Bundan dolayı ne yapıp edip, nesillerimize hayat boyunca doğru yolu gösterecek tek kaynak, kayıtsız şartsız tâbi olunacak engin rahmet ve yegane kurtuluş reçetesi olan Allah'ın kitabının anlaşılmasını miras olarak bırakacağız.
Her hurafenin Kur'an'da bulunan bir gerçeği yok ettiğini asla göz ardı etmemeliyiz.
Mademki gelenekler ve hurafeler, hayatımızın en önemli hakimleri konumundadır.
Öyleyse Allah'ın kitabına aykırı olmayanları arkadaş edinmeye çalışmalıyız.
İnsanlık tarihi gösterdi ki,
gelenekler ve hurafeler ipe benzer, her gün birer lifini örmek suretiyle sonunda hayatımızı etkileyen, kopması mümkün olmayan bir halat haline getiririz.
Mesela:
Ehli Sünnet ve Şia mezheplerinde kutlanan uydurma geceler,
Hacerul-Esved'in ( İbrahim (a.s) tarafından Kabe'nin inşası esnasında tavafin başlangıç noktasını belirlemek
amacıyla yerleştirilen taşın adı) ölüm pahasına öpülmeye çalışılması, onu öpmenin sevap sayılması, onun hakkında olan rivayetlerin yalan olduğunu artık kabul ettiremeyiz.
Kaza namazının büyük bir yalan ve hurafe olduğunu insanlara anlatamayız.
Mesela:
Mescid-i Nebevi'de Ravza'i Mutahhara olarak bilinen bir bölgenin cennet bahçelerinden bir bahçe olarak kabul edilmesi, Muhammed ( a.s) a salavat getirme hurafesini, kabir azabı hurafesini, türbe yapma hurafesini kaldırmanın imkanı var mı?
Mesela:
Kur'an'da bulunan en güzel dualar bir satırı geçmezken, Said Nursi'nin Şia'dan getirdiği, bir saatte bitirilemeyen "cevşen" ve "tesbihat" hurafelerine karşı gelmenin ve onları terketmenin bir yolu var mı?
Binlerce hatta on binlerce hurafe ve geleneğin, milletin hayatını olumsuz yönde etkilemesi, insanlar tarafından birer farz, gerekli bir vecibe ve ibadet olarak görülmesi, geleneklerin kötü şöhretinin açık bir göstergesidir.
Kur'an'ın büyük bir bölümünün hurafe ve gelenekleri söküp atma ile ilgili olduğunu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bu sebeple gerek çocuklarımızda, gerekse kendimizde gelişen ve bizi etkisi altına alan alışkanlıkların Allah Resulü'nün ahlakına ve Kur'an ilmine uygun olup olmadığını sürekli kontrol etmeliyiz.
Gelenekler ve uydurmalar önce hissedilmeyecek kadar zayıf, sonra kopmayacak kadar sağlam olurlar.
Bu yüzden din adına Kur'an'da olmayan her şeyin yalan ve iftira olduğunu bilmeliyiz.
Bir düşünürün dediği gibi,
"İnsanın bütün rahatlığı gelenek ve alışkanlıkta gizlidir, alıştığımız hoş olmayan bir şeyi bile kaybetmekten korkarız"
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR
(8. YAZI)
"Ali Aydın hocam!
Söylenecek her şeyi yazmışsınız, Allah razı olsun.
Bu millete yani akıllarını bir takım adamlara verenlere müstehaktır.
Allahın kitabından konuşana sapık diyecek kadar cehalet içinde olanlara hiçte acımıyorum.
Ancak öyle bir fitneden korkun ki, bu fitne ateşi yalnız hak edene isabet etmez.
(Enfal-25)
İşte bu üzücü, Buhari'yi Allahın kelamının önüne geçiren zihniyete hiç bir uyarı fayda vermez.
Ülkelerin hali ortada, bugün binlercesi sınırlarda donma bahasına gavur dedikleri ülkelere sığınmak için?
Bu gidişle onlara yenileri eklenir.
Devleti yöneten adamlar taraf kaybetmemek için kör ve sağır davranıyor.
Başımızdaki cumhurun reisi beyefendi bilmiyor mu?
Elbeteki biliyor.
Allahın hak yolunun dışındaki tüm mevcut sistemler yok olacaktır.
Olmayada mahkumdur.
Ne zaman hakkı konuşacak ve sadece Allahtan korkacak bu adamlar"
(Meral İnce Çelik)
----------------------------------------------------
"148 beğeni 24 paylaşım.
Neden paylaşım düşük veya beğenenler neden bu yazıyı paylaşmıyorlar.?
Belki birilerini bu durumdan haberdar edersinizde bu gibi cemaat ve tarikatların ağından kurtarırsınız.
Neden paylaşmadığınızı tahmin edebiliyorum, çünkü; etrafımızda uydurulmuş dinin taraftarları kaynıyor.
Hangi tarafa baksan, dönsen, kuşatılmışız, kınanmaktan çekiniyoruz.
Çekinmeyin, korkmayın, paylaşın.
Hiç kimse size zarar veremez. Rabbimiz dilemedikçe.
Sadece ve sadece Allah'tan korkun, ondan çekinin"
(Muammer Aydın, "Tehlike Büyük" adlı yazıya yaptığı yorum)
--------------------------------------------------------
"Sayın hocam!
Bu tespitlerinize katkı sağlamak adına başımdan geçen bir hadiseyi siz ve takipcilerinizle paylaşmak istiyorum.
Anlatacağım mevzu belki din tüccarlığı ile alakalı değil, ama bu cemaate mensup kişilerin bizim gibi sıradan vatandaşlara bakış açısını anlamamız açısında gerçekten çok önemlidir.
Günlerden cuma günü işim icabı Fatih'te bulunuyordum.
Yakınında olmam hasebiyle cuma namazını İsmail Ağa camiinde kılıyım dedim.
Bilenler bilir.
Avludan içeri girdikten sonra merdivenlerden üst kata çıkınca caminin ortasına denk gelecek şekilde üst kata giriş yaptım.
Tam caminin ortasındayım, haliyle ileriye doğru baktım boş yer varsa oturayım diye, o esnada biri beni perdeleme yaparak engelledi ve arka tarafı işaret etti.
Neyse geriye döndüm.
Boş yer buldum tam oturacağım.
Yine cemaat mensupları tarafından en arka saf işaret edildi.
En arkaya geçtim.
Şok üstüne şok yemiştim.
Rencide oldum.
İncindim.
Baktım herkes sarıklı cübbeli, bir ben normal kıyafetliyim.
Onlar açısından benim müslüman oluşumun hiç bir anlamı ve kıymeti yoktu.
Onlar için cübbeli sarıklı olmak yeterli gibi görünüyor.
Cubbeyi giyen "takvalı, imanı kuvvetli, giymeyen ise takvasiz ve imanı zayıf ..."
Sanki göğsümü yarıp içine içine baktılar.
Yıllarca Rabbimin rızası nerde varsa, elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
Ondan dolayı cemaat, cübbe, sarık önceleri hep gıbta ile baktığım bir konuydu.
Ama bunların gerçek yüzü çok farklı .
Buna benzer birçok hadise başımdan geçti.
Hele bir menfaat ve çıkarlarına ters gelecek bir iş yap o mülayim görünümlü sofi, zincirini parçalayan aslan gibi seni paralar.
Yinede bir kısmını tenzih ediyorum. Görevim icabı bu tür vakalarla karşılaştım.
Rabbime beni doğru yola iletmesi için hep duacı oldum.
Allah'ıma hamd olsun ben onlardan değilim .
"Kalplerde olup biteni sadece Allah bilir" diyerek sözlerimi bitiriyorum. Allah'a emanet olun.
(Muammer Aydın-"Cübbeli Ahmet" adlı makaleye yaptığı yorum)
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ
(9. YAZI)
27-) SEBİL
Sebil kavramı da diğer kavramlar gibi Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmaktadır.
"O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der. Keşke o "Resul" ile birlikte bir yol tutsaydım"
( Furkan- 27)
Bu âyette geçen Resul kavramı "kitap Resul" yani "Kur'an" ile ilgili bir durumdur.
Çünkü beşer Resul olan Muhammed (a.s) hem fâni, hemde insanlık tarihi açısından yaşadığı hayat bir saat hatta bir an kadar kısadır.
Ama kitap Resul muvahhidlerin lisanıyla kıyamet gününe kadar uyarı ve ikaz görevini yapmaya devam edecektir.
Muvahhidler direk olarak sadece Kur'an'dan etkilenir ve Kur'an'dan konuşurlar.
İşte bu yüzden gelenekçi mezhepçilerin bilmedikleri ve duymadıkları gerçekleri dile getirirler.
Eğer muvahhidlerin Kur'an gibi dayandıkları sonsuz bir güç ve bitmez bir enerji kaynağı olmasaydı uydurma dinin fanatik müşriklerine karşı koyamazlardı.
Dolayısıyla Beşer Resul vefat ettikten sonra onu sadece kitap Resul temsil eder.
"Şayet ilahlarımıza iman etmekte sabır göstermeseydik, gerçekten bu Resul bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun (sebilen) sapık olduğunu bilecekler"
( Furkan- 42)
"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır.
Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:
İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!
Onlar, insanları Allah'ın yolundan alıkoyan (yesuddune an sebililléhi) ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkar edenler de onlardır"
(Hud-18,19)
(Ey Resul! ) De ki: "İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. (Sebili) Ben Allah'a dâvet ediyorum..."
(Yusuf-108)
"Dünya hayatını âhirete tercih edenler, "yesuddune an sebililléhi" "Allah yolundan alıkoyanlar" ve onun yamukluğunu isteyenler var ya, işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler"
( İbrahim- 3)
(Ey Resul! ) Bir bak; senin için ne benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, öyle bir saptılar ki, artık doğru yolu bulamayacaklardır" "fe dallu felé yestediune sebilen"
(İsra- 48)
"...Allah sadece gerçeği söyler ve yalnız O doğru yola ulaştırır"
(Ahzab-4)
"Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. (Onlar) orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize!
Keşke Allah'a itaat etseydik Resul'e de itaat etseydik! derler.
Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan sapdırdılar, derler"
(Ahzab- 64,65,66,67)
Yine Kur'an'ı Mübin'de "İkrah" ve "inkar" kavramları da vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Yoksa Resullerini (Resülehum) henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar (münkirun) ediyorlar.
Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar. (kérihun)"
(Müminün- 68, 69, 70)
28-) HAK DİN
Şimdi "hak din" tamlamasında nasıl bir sistemin kurulduğunu görelim.
"O (Allah) Müşriklerin hoşuna gitmese de kendi dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"
(Tevbe-33)
(Daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) üzere Resulü'neü hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah Yeter"
(Fetih-28)
"Müşrikler istemeseler de dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderen odur"
(Saf-9)
Âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında "Allah, vahiy ve Resul" sistemi açık olarak görülecektir
19 Mart 2021 Cuma
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(11.YAZI)
KIRTAS OLAYI (4)
Yine Şii müelliflerden el-Hacui, kırtas hadisesinden dolayı Ömer'in yaptığını içtihad olarak görenlere karşı "Resulullah'ın sözünü reddetmek ve hilafına amel etmenin tam bir küfür olduğunu bilmiyorlar mı? demekte ve bu olaydan dolayı Ömer'i, "lain oğlu lain" diyerek lanetlemektedir.
(Hacui - mize, 413)
Şii kaynaklarına göre Ömer, Ebubekir ile daha önce yapmış oldukları gizli anlaşmadan dolayı onu halife olarak tayin etmiştir.
Sakife toplantısında Ömer'in, Ebubekir'e biata razı olmasının sebebi ise ancak, Ali'nin biatına engel olmasından dolayıdır.
Şayet serbest bırakılsaydı kendi nefsini tercih eder ve orada kendini halife seçtirirdi.
(Şerif el Murtaza eş -Şafi fil imame 4, 126)
Mustafavi'ye göre Ömer, Sakifede Ebu Bekir'in halife seçilmesini sağlamış, onun bu zorlaması meyve vermiş, yaptığının karşılığını almıştır.
Ebubekir de Resulullah'ın bir emri olmaksızın yaptığı hizmet ve arkadaşlık hakkını yerine getirmek için onu halife olarak yerine bırakmıştır.
Osman ise Ömer'in Ebubekir tarafından vasiyet edilmesi konusunda tam sevgisini açığa vurmuş, onun halife olmasını desteklemiş, Ömer'in hizmetinde mümkün mertebe var gücüyle çalışmıştır.
Ömer'de Osmanı mukafatlandırmış ve çok çirkin bir şekilde onu halife tayin etmiştir.
Şii âlimlere göre bütün bunlar, ilk üç halifenin kendi aralarında Ehli Beyt'e karşı anlaştıklarını, komplo kurduklarını, ihtilal yaptıklarını, İslam'da ilk darbeyi gerçekleştirdiklerini ortaya koymakta, böylece Ali'yi makam ve haklarından menettiklerini göstermektedir.
Aynı şekilde Ebubekirin, Allah Resulünden sonra zekat vermeyenlere veya dinden dönenlere karşı savaş açması külliyen yalandır.
Şii âlimlerine göre, Ebubekir'in savaş açtığı kabileler Ali'nin hilafetini arzulayan ve hakkının gaspına karşı gelenlerdir. (Mustafavi- 217)
Çok sert ve kaba biri olarak gösterdikleri Ömer'i halife tayin etmesinden dolayı Ebubekir Şii müellifler tarafından kıyasıya eleştirilmektedir.
(Mustafavi- 215)
Sonuç olarak:
Temel inanç sistemini imamet nazariyesi üzerine inşa eden imamiye Şia'sına göre Ali kesin bir biçimde nas (âyetle) imam tayin edilmiştir.
Diğer üç halife onun bu hakkını batıl yollarla, inkılap ve zorbalıkla gasp etmişlerdir.
Bundan dolayı ilk üç halife gasıp ve yalancıdırlar.
Her üç halife de Allah Resulü'nün ortaya çıkışından önce kafir ve risaletten sonra zalim olduklarını gösteren kimseler olduklarından, onlara halife denilse bile imam denilemez.
Çünkü zalim olduklarından, "Allah'ın imamet ahdi onlara erişmez"
( Bakara- 124)
Şii müellifler Ali ile ilk üç halifeyi mukayese ederken, zaman zaman çok aşırı ithamlarda bulunarak ilk üç halifenin şahsiyetlerine yakışmayacak suçlamalar, hatta iftiralarda bulunmuşlardır.
Bazı rivayetlerde çok daha aşırıya gidilerek, "Ali beşerin en hayırlısıdır" demeyenin kafir olduğuna hükmedilmiştir.
Şia'nın 'ın bir kısmı da bu konuda daha da aşırıya giderek hululiyet inancına saplanmıştır.
Esasen Şia'nın Ali ve Ehli Beyt'e aşırı sevgi beslenmelerinin altında eski İran'ın Hululiyet inancı yatmaktadır.
Özellikle 12 imam inanç ve anlayışını Hulul inancından bağımsız olarak düşünmek olanaksızdır.
HİÇ BİR IRKIN DİĞER BİR IRKA ÜSTÜNLÜĞÜ YOKTUR.
Kur'an'ı din ve hüküm bakımından tek kaynak olarak kabul eden muvahhidler bir ırkı diğer bir Irak'tan bir lisanı ötekinden üstün görmezler.
Her ırk ve dil tarihi süreç içerisinde gelişir, güçlenir, zayıflar ve zaman içinde hayatı son bulur.
İnsanlar, kültürler, toplumlar ve medeniyetler de böyledir.
İnsanlık tarihi boyunca Allah bilir kaç toplum, millet ve medeniyet gelip geçmiştir.
Irklar ve insanlar Allah'ın yarattığı birer renk, kültür, zenginlik ve çeşitliliktir.
Bunların arasında var olan ayrılıklar, başkalıklar yalnızca bir tanışma, gelişme, sevgi, merhamet ve yardımlaşma duygusunun konusu olabilirler.
Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyurur.
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi şubelere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah'ın yanında en değerli olanınız, sorumluluk bilincine sahip olanlarınızdır.
Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberi olandır"
(Hücurat- 13)
Aslında kişi başkasını tanımakla gerçekte kendini tanımış olur.
Bütün varlıklar aynı olsalardı, aralarında ihtilaflar veya çeşitlilikler bulunmasaydı, ortada birbirinden ayırt edilecek bir şey olmayacağından insanoğlunun ayırt etme kabiliyeti olmayacak ve kendisi için monoton, renksiz ve heyecansız bir hayat yaşanmış olacaktı.
Dolayısıyla araştırma, fikir üretme, icat etme ilim ve yeteneği de gelişmeyecekti
"O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"
(Rum-22)
Kur'an'a göre bir muvahhid Arap, Türklerin millet olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir inceleme, araştırma, öğrenme ve yararlanma konusu edinebilir.
Bir milletin Ulus olarak varlığını ortadan kaldırmaya ya da eritmeye girişmesi durumunda Allah katında sorumlu olacaktır.
Hiç kimsenin "Kürtçe'yi, Türkçe'yi boşver Arapça dilini kullan" demeye hakkı yoktur.
Diğer ulusları Araplaştırmaya yönelik bir propaganda ve çalışma içine giremez.
Kur'an'a göre Allah tüm yaratıklara onların anlayabilecekleri biri yolla iletişim kurar.
Arılara da arıların anlayacağı bir yöntemle emirlerini iletmiştir.
(Nahl-68, 69)
Yüce Allah bal arısına Arapça olarak konuşmadı.
Arıların anlayacakları bir dille onlara vahyetti.
Çünkü, bal arıları bal yaparken daha yeryüzünde beşer diye bir yaratık yaşamıyordu.
Dolayısıyla Arapça ile diğer diller arasında fazilet açısından hiçbir üstünlük yoktur.
Her dilin kendine özgü bir farkı ve özelliği vardır o kadar.
Kur'an'ın verdiği ders uyarınca, evrendeki yaratıkların tür olarak çeşitliliği, renk, ses, dil, yazı başkalıkları, yeryüzünde tek bir Allah'a inanan toplumların ibadet biçimleri birbirinden başka, gelenekleri, görenekleri, dilleri, yazıları değişik birçok toplumların bulunması, Allah'ın ilim, hikmet, kudret ve sanatından kaynaklanmaktadır.
İlk vahiy'den son vahiy olan Kur'an'a kadar değişmeyen tek şey tevhid akidesidir.
Yazı türleri "kutsal olanlar" "kutsal olmayanlar" diye ikiye ayrılmaz.
Hiç kimse "Arap yazısı kutsaldır, Latin yazısı kutsal değildir" diyemez.
Çünkü böyle bir ayrımın dilbilimsel bir dayanağı olmadığı gibi, din bakımından da bir dayanağı yoktur.
Kur'an'da böyle bir ayrım yapılmamıştır.
Kutsal öğretiler, yeryüzündeki bütün dillerle, bütün yazı türleri ile ortaya konulabilir.
Yolda yürürken yerde Arap yazısıyla yazılmış bir kağıt görünce bunu saygıyla yerden kaldırıp yüksekçe bir yere kaldıran kişi, aynı saygılı davranışı diğer diller ve yazılar için de göstermiyorsa cahillik etmiş olur.
"Arap yazısıdır" diye yerden kaldırıp yüksekçe bir yere koyarak korumaya çalıştığı o kağıtta şirk ve küfür kelimeler yazılı olabileceği gibi, Çin'ce yazı diye çöpe attığı kağıtta güzel ahlak ve öğüt verici bilgiler de olabilir.
Müslüman olup hiç bir ırkı ve dili ötekine üstün saymayan gerçek ilim sahiplerine selam olsun.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(10. YAZI )
KIRTAS OLAYI -2 -
Bu konuda gelen rivayetleri Şia, ikinci halife Ömeri eleştirmek için adeta bir silah gibi kullanmaya çalışmıştır.
Zira onlara göre, Allah'ın Resulü Ali'yi halife olarak vasiyet edeceği sırada Ömer ve arkadaşları buna engel olmuşlardır.
Resülüllah (a.s ) "Benden sonra ebediyyen sapıtmayacağınız bir vasiyet yazdıracağım "dediğinde, onlar bu vasiyet ile terk edilmesi durumunda, ümmetin ebedi bir sapıklık ve inhirafını gerekli kılarak mühim bir iş kast edildiğini anladılar.
Bu iş halifenin belirlenmesinden, yöneticinin görevlendirilmesinden başka bir şey değildi.
Geçmişteki ve o sıradaki mevcut karinelerle Resülüllâh'ın vasiyetinin pâk olan Ehl-i Beyt'e ve Ali'ye yönelik olacağını hemen kavramışlardı.
Bu ise plan ve bakış acılarına aykırı idi.
Bu yüzden en sert bir şekilde karşı çıktılar.
Risâlet misyonuna yaraşmayan sözler sarf edip Allah Resulü'ne karşı gelmiş oldular.
Dolayısıyla bu hareketle kıyamete kadar ümmeti apaçık bir sapıklık içinde bıraktılar.
(Mustafavi-129 )
Şia'nın naklettiği bir rivayete göre Ömerin şöyle dediği iddia edilmektedir.
"Resulullah hastalığında Ali'nin adını açıklamak istedi, İslam için titizlik ve ihtiyattan dolayı ben engel oldum.
"Bu yapının ( Kabe'nin) Rabbine and olsun ki, Kureyş onun etrafında asla bir araya gelmezdi.
Şayet Resülüllah onu iş başına getirseydi bütün Araplar onun aleyhine hükmederdi.
Resülüllah bu işten haberdar olduğumu bildiğinden bundan vazgeçti"
( el-meclisi, 38 -157)
İran ve Irak'ın Şii televizyon kanallarında ve bütün hüseyniye derslerinde de bu olay sık sık dile getirilmektedir.
Âyetullahların Şia kaynaklarından anlattıklarına göre olay şöyle cereyan etti.
"Resulullah'ın yorgunluk ve üzüntüden dolayı bayıldı.
Biraz baygın kalınca Müslümanlar ağlamaya başladı.
Hanımlarının, çocuklarının, Müslüman kadınların ve orada hazır bulunan tüm Müslümanların haykırışları yükselmeye başladı.
Ayıldığında onlara baktı sonra
"Bana kalem ve kürek kemiği getirin ki benden sonra asla sapıklığa düşmeyeceğiniz bir yazı yazdırayım" dedi.
Sonra bayıldı.
Orada hazır bulunanlar kalem ve kemik aramaya başladılar.
Ömer, "İnnerracule leyehcur"
"Dönün bu adam sayıklıyor, ne dediğini bilmiyor" dedi.
Resülüllah ayıldığında oradakiler kalem ve kemik getirmediklerinden birbirlerini kınadılar.
Resülüllah'a kalem ve omuz kemiği getirelim mi? dediler.
Resülüllah "Bu söylediklerinizden sonra mı?
Hayır getirmeyin, fakat Ehl-i Beyt'im için hayır tavsiye ediyorum" dedi.
Sonra yüzünü topluluktan çevirdi.
( Şeyh Mufid, el-İrşad, 98;
et -Tabersi İ'lamul vera, 167;
el -Meclisi 12, 468)
17 Mart 2021 Çarşamba
ŞİRKTEN DAHA BÜYÜK BELA YOKTUR
Bir insan Kur'an'a ne kadar yoğunlaşırsa, Kur'an'ın gerçekleri ona karşı o derece açılacaktır.
"Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza hidayet edeceğiz.
Hiç şüphe yok ki Allah muhsinlerle (güzel ahlak sahibi muvahhidlerle) beraberdir"
(Ankebut-69)
Vahiy, hikmet, ilim, tefekkür ve sorgulama bir kişinin hayatına ve şuuruna hakim olursa yalan ve hurafelere, iftira ve hezeyanlara karşı kin ve nefreti daha da artacaktır.
İşin gerçeği şudur.
Bir insan vahiy, ilim akıl ve kainatta bulunan Allah'ın âyetlerine karşı imanı ne kadar güçlü olursa Allah Ve Resulu adına iftira olan hurafelere ve hurafelerin sahiplerine karşı o derece kalbinde kin ve düşmanlık artacaktır.
Yani Kur'an'ı bir türlü kabul etmeyen, sürekli mezhebini ve atalar dinini ileri sürerek Kur'an’a itiraz eden bu ahlaksız imansızlara karşı duyduğumuz kin ve nefret vahiy ile alakalı bir durumdur.
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah'ın yanında gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları büyük bir nefretle karşılanır.
Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin- 35)
Yukarıdaki âyette bulunan "...gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları büyük bir nefretle karşılanır..." bölümü, iman edenler için dünyalık olan her şeyden daha değerlidir.
Bizim bu hurafecilere olan kin ve düşmanlığımız, Allah'ı ve elçisini dünyalık menfaatlerine âlet etmelerinden ileri geliyor yani Allah'ın bizde var olan ahlakından kaynaklanıyor.
Yoksa Allah Ve Resul'ü adına yani İslam hesabına konuşmasalardı, Müslüman olarak geçinmeselerdi, din ve iman adına cahil halkı aldatmasalardı, biz Kur'an ehli muvahhidlerin onlara karşı bu kadar kin ve düşmanlığımız gerçekten mantıksız olurdu.
Mesela: Biz vahiy ehli muvahhidler, hurafeci mezhepçilere, cemaatlere ve tarikatlara duyduğumuz kin ve nefreti Yahudi ve Hristiyanlara karşı duymuyoruz.
Çünkü bunlar iman ettiğimiz dinin milletini aldatıyorlar.
Bizim ülkenin, yaşadığımız vatanın insanını istismar ediyorlar.
Bile bile dine, imana, Kur'an'a ihanet ediyorlar, yalan söylüyorlar, toplumu aldatıyorlar.
Mesela:
Din ve hüküm olarak Kur'an’ı tek kaynak kabul eden biz muvahhidler, Yahudi ve Hristiyan din adamlarına karşı duyduğumuz kin ve düşmanlığı ateist ve komünistlere karşı duymuyoruz.
Çünkü Yahudi ve Hristiyan din adamları, yine yüce Allah ve elçisi adına insanları aldatıp sömürüyorlar.
Peki siyasal islamcılar din satan ve Allah ile aldatan bu istismarcılara karşı niye bir şey yapmıyorlar?
Bu dini dünyaya satan ahlaksızlara karşı siyasal islamcıların sesi niye hiç çıkmıyor?
Onlar için devletin imkanları, maddi itibar, makam, mevki, saltanat, dünya zevki ve hayatı Allah ve Resul'ünden, din ve imandan, Kur'an ve ahiretten daha değerli olduğu içindir.
Evet siyasal islamcılar
1) Kur'an ve tevhid konusunda korkunç derecede cahildirler.
Kur'an'sız ve müşrik bir toplumun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değillerdir.
(Fetö örneğinde görüldüğü gibi)
2) Siyasal islamcıların yanında Kur'an dininin önemi yani hanif İalam'ın değeri dünya saltanatı ve itibarı kadar bir değeri bulunmamaktadır.
Siyasal islamcılar siyaseti konuştuklarının binde biri kadar Kur'an’ı konuşmazlar.
Çünkü baştan sona kadar tam bir Kur'an cahilidirler.
Siyasal islamcılar Kur'an'ın ilminden ve ahlakından zerre kadar haberleri yoktur.
Vahiy dininde şirk konusu çok hassas bir konudur.
Son inen vahiy olan Kur'an en az iki bin ( 2000) ayetle şirk'in üzerinde hassasiyetle durur.
Yüce Allah'ın ahirette affetmeyeceği tek günah ve en büyük zulüm şirk'tir.
Bu yüzden şanı yüce olan Allah müşriklerle evlenmeyi kesin olarak yasaklamıştır.
Özellikle şirk kavramının üzerinde önemle durarak şöyle buyurmuştur.
"İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Hoşunuza gitse bile müşrike bir kadından, imanlı bir cariye kesinlikle daha hayırlıdır.
İman etmedikçe müşrik erkekleri de kızlarınızla evlendirmeyin.
Hoşunuza gitse bile, müşrik bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha hayırlıdır.
Müşrikler cehenneme davet ederler. Allah ise rahmet ve yardımı ile cennete ve mağfirete davet eder.
Allah, öğüt alsınlar diye ayetleri insanlara böyle açıklar"
( Bakara- 221)
Başka bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor.
"...Mümin kadınlardan İffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden İffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir..."
( Maide- 5)
Peki müşriklerle evlenmeyi yasak eden Allah neden Yahudi ve Hiristiyanlarla evlenmeyi mubah kılıyor.
Halbuki Yahudiler ve Hristiyanlar'da müşriktirler.
Yahudi ve Hristiynlar'ın müşrik oldukları ile alakalı Kur'an'da birçok âyet vardır.
Burada belirleyici olan "şirk" ve "müşrik" kavramlarıdır.
Yani şirk dininde kişi bir bilinç, şuur, ilim ve inatla batıl inancı için mücadele ediyorsa, dinini savunma kabiliyetine sahipse bu kişi ile evlenilmez.
Hangi dine kendisini izafe ederse etsin din ve hüküm olarak Kur'an’dan başka kaynak kabul eden fanatik müşriklerle evlenmek haramdır.
Yani Allah'ın açık âyetlerine göre şirk olduğu belli olan bir inanca sahip olan bir müşrik ile bir araya gelip nikah kıyılması Allah tarafından kesin olarak yasaklanmıştır.
Çünkü müşrik kula kulluk ettiğinden dolayı necistir, pistir, mikroptur, haindir, alçaktır.
"Ey iman edenler!
Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid'i Haram'a yaklaşmasınlar..."
(Tevbe- 28)
Aslında müslüman olmayanların Mekke ve Medine'ye girmeleri, Mescid'i Haram'ı ziyaret etmeleri ve oralarda gezi yapmaları asla haram değildir.
Bu konunun bağlam ve bütünlüğünden şöyle bir mana çıkıyor.
"Ey iman edenler!
İlahlarına bağlı olan ve onlardan vazgeçmeyen, tevhid dini olan İslamı kabul etmeyen Mekke müşriklerini İbrahim'in kurmuş olduğu, tevhid dininin vatanı olan Mescid'i Haram'a sokmayın, orada oturmasınlar arazi ve mesken edinmesinler, ibadet kastıyla oraya yaklaşmasınlar.
Yoksa Yahudi ve Hristiyanların sadece gezme ve görme amaçlı olarak Mescid'i Haram'a girmelerini hiç kimse engelleyemez.
Yukarıdaki âyette belirleyici olan şuurlu ve bilinçli şirk'tir.
Anadan- Babadan kalma taklidi iman şirk de olsa sahibini müşrik yapmaz.
Müşrik olabilmek için din kisvesine bürünüp insanları Allah ile aldatmak gerekiyor.
Şuurlu ve bilinçli bir imanla işlenen şirk ile taklidi şirk arasında çok büyük bir fark vardır.
İşte bu yüzden Allah "Şirk" ve "Müşrik" kavramlarını özellikle kullanıyor.
MESELA
"...Fakat kendilerini çağırdığın bu (din-tevhid) müşriklere ağır gelir..."
( Şura-13)
Âyette özellikle "müşrikler" kelimesinin kullanılması, bir bilinç ve inatla şirk'e bağlı olan inancı kast ettiği açıktır.
MESELA
"Zâni olan erkek, zâniye olan olan veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zâniye olan kadınla da ancak zâni olan veya müşrik olan erkek evlenir. Bu muminlere (muvvahidlere) haram kılınmıştır"
( Nur- 3 )
Aslında zina eden bir kadın ve erkekle evlenmenin bir sakıncası yoktur.
Yani şu veya bu şekilde günaha girerek zina eden bir erkekle zina eden bir kadınla evlenmek asla haram değildir.
Âyette kastedilen zina fiilini alışkanlık haline getiren, onu ahlak edinen, ondan vazgeçmeyen ahlaksız kişilerle alakalıdır.
Fahişe ile evlenilmez, ancak tevbe ederse o başka.
Şirk de böyledir, kişi şirk fiilini bir ahlak ve bir inat haline getirirse, ondan vazgeçme yolu aramıyorsa, hangi dinden kendisini gösterirse göstersin onunla evlenilmez.
Otuz yıldan beri Kur'an'ı inceliyorum, son yıllarda tamamen Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ile alakalı çalışıyorum.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığına inanıyorum.
Kur'an'ın bir tevhid ve ahlak kitabı olduğunu görüyor ve şunu iddia ediyorum.
Tarikat ve cemaatlerde bulunan şirk insanlık tarihinde işlenen bütün şirklerden daha açık ve daha yoğundur.
Eğer tarikatlarda olan inanç ve bu inanca bağlı olarak dile getirilen sözler , şirk ve küfür değilse, bu sözleri söyleyenleri ve itiraz etmeden dinleyenleri müşrik yapmıyorsa, artık dünyada hiç kimseye müşrik deme hakkına sahip olmayız.
Şirk küfründe hiç kimse tarikat ve cemaatleri aşamaz.
Firavun, Nemrut, Ebu Cehil, Ebu Lehep, Velid İbni Muğire, As bin Vail tarikat şeyhleri ve onlara ölümüne bağlı olan müritlerin yanında çok saf ve temiz kalırlar.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(9. YAZI )
ĞADİR-İ HUM HADİSLERİ -4 -
Şii müellif ve muhaddislere göre, öğle vakti idi Allah Resulü iki rekat namaz kıldı.
Güneş zeval vaktine girince onun müezzini öğle ezanını okudu.
İnsanlara öğle namazını kıldırdı.
Sonra kendi çadırında oturdu.
Karşısında bulunan çadırda da Ali'nin oturmasını emretti.
Sonra müslümanlara, bölük bölük Ali'nin huzuruna girmelerini, imametini tebrik etmelerini ve ona "Emiril Mü'minin" diye selam vermelerini emretti.
O gün bütün insanlar bu işi yaptılar.
Sonra hanımlarına ve tüm Müslümanların hanımlarına da Ali'nin huzuruna girip onu "Emiril-Mü'minin:"mü'minlerin emiri" olarak selamlamalarını emretti.
Hepsi emri yerine getirdiler.
Çadırına gelip Ali'yi tebrik edenler arasında Ömer Bin el-Hattab ve Hassan bin Sabit de vardı.
Ömer Aliye "Ne mutlu sana! Benim ve tum müminlerin emiri oldun! dedi.
Ğadir olayı 18 Zilhicce Hicri 10 (16 Mart 632) tarihinde gerçekleştiği için Şia 18 Zilhicce gününü Ğadir günü, (el - Meclisi, 37. 108 )
Ğadir Bayramı demekte ve bu güne çok büyük önem göstermekte ve en büyük bayram olarak kutlamaktadır.
Ğadir günü için oruç, namaz ve dua gibi birtakım ibadetler ifa etmekte ve bir çok yerde merasim düzenlemektedir.
KIRTAS OLAYI :
Vefatından dört gece önce perşembe günü sahabilerden bir grup Resülüllah'ın yanında toplanmışlardı.
İbni Abbastan rivayet edildiğine göre Resülüllah (Aleyhisselam ) onlara
"Bana kırtas (yazı malzemesi ) getirin, size benden sonra ebediyyen sapıtmayacağınız bir vasiyet yazdıracağım "dedi.
Ömer, "Resulullah'a hastalığı baskın gelmiştir(Hastalığı artmıştır )
(İnnerracüle leyehcur, hasbuna kiteballâhi ) "Resülüllah'ın aklı başında değildir, ne dediğini bilmiyor, sayıklıyor, yanımızda Allah'ın kitabı var, bize Allah'ın kitabı yeter"dedi.
Bazıları da onu destekledi.
Bu konuda kargaşa ve ihtilaf çıktı.
Diğer bir kesim "Resülüllah'a yazı malzemesi getirin, size, bir yazsın da hiç bir zaman yolunuzu şaşırmayasınız! "dediler.
Onların bu şekilde tartışmaları Allah Resulü'nün hoşuna gitmedi.
Onları yanından çıkmalarını emretti.
Bunun üzerine İbni Abbas "Allah'ın Resulü ile yazacağı yazı arasına girilmiş olması ne kadar büyük bir felakettir " diyordu.
(Ahmed bin Hanbel -1,324 -325, 336, Buhari, Merda -17 (vııı -9) Müslim "Vasiyye - 5, 22 (11, 1259 )
16 Mart 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR
(7.YAZI)
"Ali Hocam!
Bu yazınız, not ettiğim bir çok bilgi yüklü paylaşımlardan biri.
Zaman zaman okumaktan haz aldığım baş ucu notlarımın arasında.
Sağolun eksik olmayın"
(Hayri Sipahi,"Allah'a giden yol mabedlerden geçmez" yazısı için yaptığı yorum)
----------------------------------------------------
Sayın hocam!
"Hz. Ali'ye bazı sahabeler, ya Ali! Allaha daha çok nasıl yakın olabiliriz? diye sordular.
Cevaben dedi ki: "Allah'ın Kur'an'da size gösterdiğini kendinize rehber edinin.
Yani sünnetullaha yönelin.
Allah Rahim'dir.
Sizde merhamet edin, acıyan olun.
Allah Rahman'dır.
Sizde, size karşı bir hata işleyeni, özür dileyeni bağışlayın.
Allah hâlıktır.
Sizde yaratılmış eşyadan yaşamınızı kolaylaştıracak bir şeyler yaratın.
Allah kebirdir.
Sizde kebire (büyüklük taslayana) karşı kibirli olabilirsiniz.
Allah kahhardır.
Sizde zalime karşı kahhar (kahredici) olabilirsiniz.
Bunun gibi, siz daha iyi bilirsiniz bunları emreden âyetlerde var hocam.
Allah sizden razı olsun"
(Şükrü Burç)
-------------------------------------------------
Hocam!
Yuvarlanırken büyüyen kar yumağı gibi, içimizdeki bildiklerimiz ve bilmediklerimizi engin ufkunuz ve ilminizle beraber belağatınızla harekete geçirip bizi "enziruna" (insanları Kur'an ile uyarmaya) davet ediyorsunuz.
Bizde başım, gözüm üstüne diyerek
karınca misali duyurmaya çağırıyoruz.
Yaptığınız güzelliğin misliyle ecrini Rabbim dünya ve ahirette lütfetsin inşallah, tüm müminlerle beraber Allah'a emanet olunuz hocam!
(Ismail Kilic)
-----------------------------------------------------
Kardeşim !
Problemlerimizi çok güzel analiz ediyor ve ortaya koyuyorsunuz! Benim kafama çok şey takılıyor insanlar hakkında !
Gördüğüm kadarıyla Kur'an'ı çok güzel açıklayan ve anlatan bir kişi bile (ve bunlar bana göre çok fazla) Kur'an’ın özünü, insanlara ve topluma ne vermek istediğini tam kavrayamıyorlar!
Allah hep adaletlidir, merhametlidir, affeder, herkese eşit davranır vs yani hep iyilik ve güzellik olduğu yerde Allah vardır.
Bu gün böyle, yarın başka olmaz, sevgiler
(Hüseyin Bostan)
----------------------------------------------------
Ağzını eğmeden, bükmeden, esnemeden, örtmeden, dosdoğru bir şekilde, hiç kimsenin kınamasından korkmadan bu dini neşretmeye çalışmak herkesin işi değil, zor bir iş.
Eminim Rabbim bu gayretinin karşılığını size verir inşallah hocam .
(Muammer Aydın)
---------------------------------------------------
Yüreğinize sağlık hocam!
Ancak benim anlayamadığım, bu adamın bu kadar rezillikleri var.
Hurefeleri hatta yüce Allah'ı, şeyhi Mahmud'a benzetmesi ve daha nice akıllara zarar konuşmaları.
Bu peşinde giden binlerce insan hiç mi sorgulamaz, hiç mi düşünmezler?
Bu adamı Fatih Altaylı sırf birşeyleri itiraf ettirmek ve eğlenmek için çağırıyor.
Bu adamı binlerce kişi takip ediyor ve onun reklamını yapıyor.
Ama hocam ben kesinlikle anladım, bir insan inanmak ve bilmek istemiyorsa ne söylense boştur.
Kur'an'ı Mübin'de bildirildiği üzere ancak gerçek akıl sahipleri düşünüp anlar ve bulur.
(Bakara-269)
Yani binlerce takipçisinin olması onun doğru olduğu anlamına gelmediği gibi, sadece cehalletleri çoğalıyor.
İslam ülkelerinin durumu ortada, cübbeli gibileri birer proje sadece,
Bir ülkenin insanlarını cehalete sürüklemek için varlar.
Olumlu hiçbir getirileri yok.
Allah onu takip edenlere feraset versin inşaAllah.
Umarım geç olmadan birileri tevhid dinini yüce kitabımızdan öğrenir"
(Meral İnce Çelik"Cübbeli Ahmet" adlı yazıya yaptığı yorum)
EYYÜB SULTAN HURAFESİ
"Emevilerin Miladi 669 yılındaki Kostantinopolis kuşatmasına
katılan ve bu sırada hastalanarak ölen Ebu Eyyüb el_Ensari'nin vasiyeti uyarınca İslam ordusunun ulaşabildiği en ileri noktada defnedildiği ve sahabilerden bir kaçının mezarınında yine o civarda olduğu kabul edilir.
Emevi ordusu çekildikten sonra Bizanslıların kabrin korunmasına özen gösterdikleri, üzerine dört sutunla taşınan bir kubbe yaptıkları ve geceleri burada kandil yaktıkları rivayetler arasındadır.
Ancak İstanbul'un gelecekteki fethinde Ebu Eyyüb el Ensari'nin yol gösterici bir rol oynayacağına dair rivayetler hep yaşayagelmişti.
İşte bu zeminde 1453'te kuşatma sürerken 2. Mehmed'in hocası Akşemseddin'in keramet göstererek
Ebu Eyyüb El Ensari'nin mezarını keşfettiği ilan edilmiş, bunu fethin gerçekleşeceği yolunda önemli bir işaret sayan askerlerinde morali yükselmişti.
Kabrin yeri olarak Akşemseddin'in gösterdiği noktada hemen bir türbe yapılmış, fetih'ten kısa süre sonra da Eyyüb Sultan diye bilinecek olan cami ile medrese inşa edilerek bu yörenin manevi yapısının temelleri atılmıştı"
(TDV. İslam Ans-C.12, Sayfa- 2)
Hikaye bu:
Her halde bu saçma sapan hikayeden daha mantıklı bir şey akıllarına gelmedi.
Yani ümmi halk bu derece Kur'an’ın ilminden ve İslam ahlakından uzaklaştırıldı.
İnsanların akıllarıyla alay etmekten utanmadılar.
Allah'tan korkmadan yüzyıllardan beri topluma aralıksız yalan söylüyorlar.
Ümmeti bu derece aldatmanın sorumluluğundan hiç endişe etmiyorlar.
Eyyüb Sultan!! yalanı ve hurafesi Yahudilik'te, Hıristiyanlık'ta, Budizm'de, Şamanizm'de, Mecusilik'te olabilir.
Fakat Kur'an gibi, Allah'ın ilmiyle nazil olan, bu derece akla değer veren, ilmi kutsayan, tedebbür, tezekkür, tefekkür ve tefekkuh diyen, aklı kullanmaya davet eden bir dinde bunları nasıl söylersiniz?
Demek ki, sizin de kitabınız Kur'an değildir.
Kitabı Kur'an olanını böyle bir saçmalığa inanması ve böyle bir şey söylemesi olacak bir şey degildir.
Kur'an gibi bir kitaba dayanan yüce ve muazzez İslam dini böyle saçma sapan yalanları kabul edip sineye çekemez.
"Eyyüb el_Ensari'nin vefatından 780 sene sonra keramet yoluyla bulunarak İstanbul'un fethine yol gösterici bir rol oynayacak, fethin gerçekleşeceği yolunda önemli bir işaret teşkil edecek ve böylece askerin morali yükselmiş olarak" gibi rivayetlerin zerresini tevhid dini olan İslam kabul etmez.
Bu hikayede tek doğru mevcut değildir.
Eyyüb Sultan hurafesi, İstanbul'un alınması için şehre kutsallık yükleyerek, orduyu savaşa teşvik etmek gayesiyle uydurulmuş yalan ve hurafeden başka hiçbir şey değildir.
Eyyüb Sultan olarak bilinen yerde hiçbir şey yoktur.
Veya Bizanstan kalma bir din ya da Devlet büyüğünün mezarı bulunmaktadır.
Hıristiyan Bizanstan kalma bir mezarı Allah Resulü'nün sahabisi diye insanlara yutturmaya çalışmak en hafif bir deyimle sahtekarlıktır, putperestliktir.
Gerçi orada medfün bulunan Ebu Eyyüb el_Ensari'de olsa İslam açısından zerre kadar bir değeri yoktur.
Hatta orada medfün bulunan bir Nebi ve Resul dahi olsa, manevi açıdan insanlara ne faydası vardır.
Sadece insanların dini duygularını sömürerek, onları günaha sokan bir çok hurafelere ve şirk işlemelerine yol açılmış olur.
Bu çeşit yalanlarla insanların dini duygularını sömürüp aldatırsanız onlardan dürüstlük, erdem, fazilet, güzel ahlak namına bir şey üretmelerini ve akıllarını kullanarak bir icad yapmalarını bekleyemezsiniz.
15 Mart 2021 Pazartesi
BEKTAŞİLİK
(2.YAZI)
Böylece Bektaşilik ikinci Mahmud tarafından 1826'da yeniçeri ocağıyla birlikte ilga edilinceye kadar varlığını kesintisiz sürdürmüştür.
İmparatorluktaki bütün Bektaşi tekkelerini Nakşibendi tarikatının emrine veren ikinci Mahmud bununla hiç şüphe yok ki Bektaşilik gibi gayri Sünni bir tarikatı bu koyu Sünni tarikat bünyesinde zamanla eritmeyi amaçlamıştır.
Kalenderilikten doğmuş olması sebebiyle Bektaşiliğin daha başından beri Sünni din anlayışının itikat ve ibadet esasları karşısında genellikle kayıtsız ve duyarsız bir tutum içerisinde olduğu tarihi bir gerçektir.
Bu konuyla ilgili ipuçları muhtelif Bektaşi menkibelerinde ve nefeslerinde rahatça rastlanabildiği gibi meşhur Bektaşi fıkraları da ayrı bir delildir.
Bektaşilik, dinin mükelleflerini mecbur tuttuğu salat-ı ikame, savm gibi ibadetleri açıkça olmasa da çeşitler te'vilerle rad yolunu tercih etmiştir.
Buna karşılık İslam öncesi eski Türk dinleriyle Şamanizm, Budizm, Hinduizm ve eski İran dinlerinin bakiyelerine dayanan bir takım ayin ve erkan geliştirmiştir"
( TDV. İsl.Ans.C. 5- S 373)
HACI BEKTAŞ SÜNNİ MİYDİ?
Batıni- Alevi bir derviş olduğu kesin olan Hacı Bektaş Alevilere yapılan haksız baskılardan dolayı eserlerine Sünni unsurları kattığı anlaşılmaktadır.
Büyük bir katliam yaşanan Baba-i ayaklanmasının cereyan ettiği bir dönemde egemen olan Sünni şer'i dinsel anlayışın baskısıyla, batıni bir önderin kimi saldırılara karşı savunma ve takiyye amaçlı, Sünni anlayış doğrultusunda bazı görüşleri eserine dahil etmesi kaçınılmaz bir durumdur"
Abdülkadir Gölpınarlı "Mevlana Celaleddin" adlı eserinde Hacı Bektaş için şöyle demektedir.
,Halbuki Horosani'lerden olmakla birlikte ne kadar bilgin olduğunu bilemediğimiz, ancak Makalatına ve gene elimizde bulunan bir şathiyesine (Sünni inanç esaslarına aykırı söz) nazaran derin ve geniş bir bilgiye sahip olmaktan ziyade münteşir ( yaygın) terbiye ile yetiştiğini sandığımız Hacı Bektaş, bir halk isyanının arda kalanları tarafından ulu tanındı.
Bilgisi, meşrebi ve mezhebi bakımından yalnız medrese mensupları tarafından değil, tarikatçılar tarafından da kınanan bu zümre, ilk zamanlardan itibaren gizlenmeye lüzum görmüş tekkelerini ve şehirlerini dağ başlarında, ıssız yerlerde kurmuşlardır.
Onları İslam'dan dışarı gören saltanat ve medrese, bu zümreyi vakıf kurmaktan bile mahrum etmiştir"
(S. 239- 240)
Bu ifadeler Batıni- Alevi zümre üzerindeki baskının ne denli şiddetli olduğunu göstermesi bakımından kayda değerdir.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(8.YAZI )
el -Alleme el-Hilli lakabıyla tanınan ünlü Şii âlim ve müellif ibnul -Mutahhar, Ali'nin imamatini nakli deliller ile ispat edebilmek için el-Elfeyn fi imameti Emiril-Mü'minin Ali b. Ebi Talib adlı eseri kaleme almış(Beyrut 1982 )
Ve bu eserinde iki bin (2000)âdet nakil ( âyet ve hadisi) delil saymıştır.
İleride görüleceği üzere, Şia'nın bir çok müellifi de Ali'nin Allah Resulün'den sonra onun halifesi, Mü'minlerin Emiri ve vâsisi olduğunu ispat edebilmek için çok sayıda âyet ve hadis zikretmektedirler.
Şii müfessirler de bir çok ayeti İmamet eksenli olarak yorumlamaktadırlar.
Bütün bu delillerin sıralanması kuşkusuz bu çalışmanın sınırlarını aşar.
Burada Şia'nın bugün dâhi bu konuda mutlak delil olarak kabul ettiği bir kaç hususa değinmek, İmamiyye Şia'sının anlayışı üzerinde durmakla yetineceğiz.
- MENZİLE HADİSİ -
Şia'ya göre Allah Resulü ( Aleyhisselam ) hicretin 9.yılında Tebuk gazvesine giderken Ali için söylediği
"Senin benim yanımdaki konumun (Menzile )Harun'un Musa'nın yanındaki konumu gibidir.
Ancak benden sonra Nebi gelmeyecektir"
(İbni Sâd- 3, 23, Buhari- Megazi -78 (V. 129)
Müslim -Fedailus -Sahabe -4 (2 1870 )
Müfid -el -İrşad, 11)
Ebi Mansur Ahmed bin Ali b. Ebi Talib et -Taberi, el ihticac, Beyrut, 1983 -1,36)
Şeyh Saduk, bu hadisin imamete delalet ettiğini teyid ederek diyor ki, "Cabir b. Abdullah'tan Allah Resulü'nün Ali için söylediği
"Senin benim yanımdaki konumun, Harun'un Musa'nın yanındaki konumu gibidir..."sözünün anlamı soruldu.
O, vallahi bununla hayatında ve vefatından sonra onu ümmeti için kendi yerine halife tayin etmiştir.
Ona itaat etmeyi farz kılmıştır.
Bu sözden sonra kim onun halifeliğine tanıklık etmezse o zalimlerdendir "dedi.
(Şeyh Saduk, Me'ani -Ahbar, Beyrut 1990, 74, Nebile -116, krş, Müfid, el-ifsah -6)
Buna göre hadiste istisna edilen Elçilik hariç, bütün durumlarda Resülüllah'a göre Ali'nin konumu, Musa'ya göre Harun'un konumu gibi kabul edilmekle daha sonra da Harun(a.s) da var olan hasletler sıralanarak aynı hasletlerin Ali'de de var olduğu vurgulanmaktadır.
Hatta daha fazlası..."
Şii âlimlere göre resüllük misyonu hariç Harun için var olan her makam ve mansıb Ali içinde mevcuttur.
Bu bağlamda Musa (a.s) ın duasını içeren aşağıdaki âyet zikredilerek Harun (a.s) ile Ali (r.a) arasındaki benzerlikler sıralanmaktadır.
"Bana âilemden bir vezir ver. Kardeşim Harun'u, onunla beni kuvvetlendir. Ona (elçilik) işimde ortak et"
(Tâhâ 29-30)
Harun ile Ali'nin sema'daki iki parlak yıldız ve yüzdeki iki göz mesabesinde oldukları, her ikisinin de ümmetlerine aynı görevi üstlendikleri birinin diğerinden farklı bir ayrıcalığı olmadığı sıklıkla dile getirilmektedir.
Bazı rivayetlere bakıldığında Şii ravilerin, Ali'yi neredeyse Risalet görevinde de Allah Resulü (Aleyhisselam)a ortak kılma çabası içerisinde oldukları düşüncesine kapılmaktan insan kendisini alamamaktadır.
Birçok rivayette bu düşünce açıkça ortaya konmaktadır.
Nitekim İbni ebil Hadid, İmamı Cafer es- Sadık'ın şöyle dediğini nakletmektedir "Ali (Aleyhisselam) nübüvetten önce Rasulullah(Aleyhisselam ) ile birlikte ışık görüyor, ses işitiyordu.
Nebi (a.s) ona şöyle dedi.
"Ben Nebilerin sonuncusu olmasaydım sen Nübüvvette bana ortak olurdun"
"Sen Nebi değilsen de Nebi'nin vâsisi ve vârisisin.
"Dahası vâsilerin efendisi ve muttaki Kulların imamısın "( İbni ebil Hadid,10 - 13-20)
13 Mart 2021 Cumartesi
SAİD NURSİ HEDEF SAPTIRARAK MİLLETİ ALDATTI.
Kur'anın bağlam ve bütünlüğüne, özellikle Kur'an'ın kavramları olan küfür-kâfir, şirk-müşrik, zulüm-zalim, fısk-fusuk, kizb-tekzib gibi bir çok kavramın Allah'ın varlığını kabul etmeyen dinsizlerle ilgili değil, Allah'a iman eden, kulluk yapan hatta dindar olarak kabul edeceğimiz kimseler hakkında kullanılmışlardır.
Ama Said Nursi tam aksine bir yol izleyerek, sanki bütün dünya şirk ve küfür pençesinde değil de, dinsizlik pençesinde kıvranıyor gibi, ömrünü Allah'ın varlığını ispat etme üzerine yoğunlaştırmıştır.
Böyle olunca Kur'anın yüzlerce âyette kınadığı şirk ve müşriklerin, dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların, Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün şirk, küfür, zulüm ve vahşetlerinin görülmesini engelleyerek hedef saptırmıştır.
Eserlerinde müşrikleri ,Yahudi ve Hristiyanları, mezhep ve fırkaları eleştirdiği bir cümlesi bile mevcut değildir.
Halbuki yeryüzünde olan vahşet ve katliamların en büyük sebebi dinsizlik değil, şirk ve ırkçılık belasıdır.
Ateistler hiçbir zaman Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünniler kadar etkili ve tehlikeli olamazlar.
Hatta ateistler değil bir hükümet ve bir devlet kurmak, bir dernek ve vakıf bile kurabilecek bir güce sahip değillerdir.
Yani anlayacağınız fetö'nün inanç atası ve fikir babası Said Nursi çok kötü bir şekilde milleti aldattı.
Allah'a ve O'nun dini olan İslam'a en büyük düşman ateistler değil, müşriklerdir
(Tevbe-114; Şura-13)
HARRE OLAYI
Ehl-i Sünnet dini tam olarak Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisler ve bu hadislerden çıkarılan ictihadlar üzerine bina edildiği için mezhep âlimleri Emevi ve Abbasiler tarafından yapılan zulüm ve katliamların bir çoğunu örtbas etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet dini vahşi ve karanlık bir zeminde doğmuş olmasına rağmen, âlimler o devri sanki saadet ve selamet devri olarak görür ve gösteriler.
Özellikle Emeviler dönemi tam olarak bir istibdat, zulüm ve vahşet devridir.
İnanmıyorsanız buyurun "Harre Olayına" tarihten bir göz atalım.
Yalnız"Harre Olayını"okuduğunuzda Ehl-i Sünnet dininin nasıl karanlık bir zeminde doğduğunu ve kimin kuruluşu olduğunu aklınızdan çıkarırsanız bu olaydan hiçbir ders çıkarmamış olursunuz.
Dolayısıyla Ehl-i Sünnet dininin ne kadar vahşi olduğunu anlamaktan uzak kalırsınız.
Hicri 10 Muharrem 61, 680 Miladi yılında meydana gelen Kerbela faciasından sonra Emevilerin ikinci Halifesi Yezid bin Muaviye bin Ebi Süfyan bütün müslümanları kendine biat etmeye davet etmiştir.
Medine'de Allah Resulü'nün arkadaşları ile tabiin, Yezid'in hüküm sürdüğü Şam'da Kur'an'ın inanç ve ahlakına aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı hilafetini kabul etmeyeceklerini ilan ettiler.
Bu gelişme karşısında Müslim bin Ukbe komutasında (12 000) "on iki bin kişilik" bir orduyu Medine'nin üzerine gönderir.
Emevi ordusunun içinde kendileriyle ittifak halinde bulunan Bizans askerleri de vardır.
Allah Resulünün arkadaşları ve Medine halkı şehri savunmak için hendekler kazarlar.
Fakat çok güçlü olan Emevi ve Bizans ordusu karşısında fazla dayanamazlar.
Haliyle mağlup olurlar.
Emevi ordu komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid'in emriyle işgal edilen Medine'yi üç gün boyunca yağmalaması için "mubah" kılar.
"Mubah" kelimesi, her türlü mal ve can yağmacıların saldırılarına serbest bırakılması anlamına gelmektedir.
Allah Resulü'nün 80 civarında arkadaşı öldürülür.
Başları kesilir ve başkent Şam'da bulunan Yezid'e gönderilir.
Vahiy kâtibi!!! Muaviye'nin oğlu Yezid'in ordusu tarafından bütün genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir.
Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce müslüman acımasızca katledilir.
Genç kızlar cariye, erkekler köle olarak kabul edilir.
Ev ve işyerleri yağmalanır.
Allah Resulünün mescidinin bulunduğu topraklar kirletilmiş Medine harap olmuştur.
Yıl Hicri 63 (27 zilhicce) Miladi 683, 27 Ağustos
Ehli Sünnet dininin yanında vahiy katibi ve ender sahabi olarak kabul edilen Muaviye bin Ebi Süfyan,
Müslümanların meşru halifesi olan Ali'ye karşı gelerek sıffin'de yapılan savaşta binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
Pek tâbi dir ki oğluna da Mekke ve Medine'yi tahrip ederek yerle bir etmek düşecektir.
Yezid bin Muaviye, Emevi Arap ırkçılığına karşı çıktıkları için Allah Resulü'nün hicret yeri olan Medine'de 80 küsür sahabi olmak üzere on bin (10 000) Müslümanı katlettikten sonra orduyu Mekke üzerine sevkeder.
Medine'de katliam gerçekleştiren ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır ve ölür.
Yerine Emevilerin en sadık köpeği olan Haccac bin Yusuf komutanlığa getirilir.
Haccac bin Yusuf, daha sonra yaptığı zulüm ve katliamlardan dolayı "Zalim" olarak şöhret olacaktır.
Fakat Emevi Abbasi Ehli Sünnet dini Haccac'ı da temize çıkaracaktır.
Çünkü Ehli Sünnet kaynaklarına göre Haccac çok Kur'an okuyan muttaki birisi idi.
Dahası onlara göre Kur'an'ı notalayan, yani Kur'an'a hareke koyduran da Haccac idi.
Daha da, aslında halk bu zulümleri hak edecek bir karakter ve ahlaka sahip idi.
Daha da ilerisi Emevi dini Ehl-i Sünnet mezhebine göre bu vahşet ve katliamlar ümmetin bir kaderi ve Allah'ın bir takdiri idi.
Sözü fazla uzatmadan olayımıza gelelim.
Mekke'yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehri taş yağmuruna tutar.
Atılan taşlarla Kabe yıkılır.
Mekke halkı açlıkla kıvranır.
Zalim Haccac, Müslümanları aşağılamak için Mekke'ye mancınıkla hayvan leşleri attırır.
Halk açlıktan köpek leşlerini bile yemek zorunda kalır.
Bulaşıcı hastalıklar yayılır.
Yezide karşı çıkan sahabi Zübeyr bin Avvam'ın oğlu Mekke'nin Emiri Abdullah bin Zübeyr, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder ve çıkan çatışmada şehit olur.
Kafası kesilir Şam'a gönderilir.
Cenazesi üç gün Mekke'de asılı kalır.
Annesinin çok yalvarması üzerine indirilip kendisine verilir.
Zalim Haccac, Mekke'de katliamlara devam eder, yıkılan kabeyi yaktırır.
(Zalim Haccac, valilik ve komutanlık dönemlerinde 200 000 kişinin ölümünden sorumlu olduğu söylenmektedir)
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(7. YAZI )
ĞADİR-İ HUM HADİSLERİ : 3
Şii müelliflere göre böylece son farz olan velayet emri de geldikten sonra Resülüllah daha orada iken şu mealdeki âyeti kerime nazil olmuştur.
"İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslama razı oldum..."( Maide- 3)
Şii müelliflerin rivayetlerini özetleyecek olursak olay şöyle aktarılmaktadır.
Resülüllah ( Aleyhisselam ) hac ile ilgili (Veda Haccı ) ibadetlerini yerine getirdikten sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktı.
Ğadir-i Hum denilen yere geldiğinde Cebrail (a.s)indi.
Resülüllah'a Ali'yi kaldırıp imam tayin etmesini emretti.
Resülüllah (a.s ) da
"Benim ümmetim cahiliyyeden yeni çıkmıştır" dedi.
Cebrail (a.s) tarafından
"Bu işin ruhsatı olmayan bir azimet ve gereklilik olduğu" bildirildi.
Ardından şu âyeti kerime nazil oldu.
"Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. doğrusu Allah kafirler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Maide- 67 )
Bunun üzerine Resulullah (a.s) çok sıcak bir gün olmasına ve merası ile suyu bulunmamasından dolayı dinlenmeye elverişli bir yer olmamasına rağmen Ğadir-i Hum denilen yerde konakladı.
Orada bulunan sığ ağaçların altlarını temizletip onların gölgeleri altında oturmalarını ve orada göç yükünün bir araya getirilerek birbirinin üzerine konulmasını emretti.
Resülüllah(a.s ) münadisine insanları cemaat namazına çağırmalarını emretti.
Böylece bütün insanlar Resülüllah'ın yanında toplandılar.
Resülüllah (a.s ) birbiri üzerine konan yükün üzerine çıktı. Ali'yi yanına çağırdı.
Ali çıkıp Resülüllah'ın sağına oturdu.
Sonra Resulü Ekrem (a.s) insanlara hitap etti.
Allah'a hamd ve sena edip kendi durumunu ümmetine bildirdikten sonra şöyle dedi.
"Ben (Allah'a-âhirete) davet edildim, icabet etmem yakındır"
Sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız Allah'ın kitabını ve Ehli Beyt'imi geride bırakıyorum.
Bu ikisi havuz başına varıncaya kadar birbirinden ayrılmayacaklardır.
Sonra en yüksek ses tonu ile sözlerine şöyle devam etti.
"Bilmez misiniz, şehadet etmez misiniz ki, ben hepinizin, her mü'minin üzerinde kendisinden daha çok hak ve yetkiye sahibim? diye sorunca, onlar "Evet biliyoruz "dediler.
Bunun üzerine o, Ali'nin sağ elini tutup kaldırdı.
O kadar ki, her ikisinin de koltuk altlarının beyazlığı göründü.
Sonra şöyle dedi " men küntü mevléhu fe Aliyyun mevléhu : "ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et!" deyip aşağı indi.
HER SÖZLERİ YALAN VE ALDATMACA
Arap olmayanların Müslüman olabilmeleri için veya Kur'an'ı öğrenmeleri için öncelikle Arap yazısını kullanmaları gerektiği aldatmacasının bin yıl önce olduğu gibi, maalesef bugünde fanatik ve cahil savunucuları vardır.
Koskocaman tarihçiler bile şunu söyleme cehaletini sergilemektedirler.
"1928 yazı devrimi ile kullanılmakta olan Kur'an alfabesi bir gece içinde değiştirilerek bu toplum cehaletin karanlığına itildi"
"Müslümanları alfabesi değiştirildi, böylece Müslümanlar İslam'dan şiddetle uzaklaştırıldı, İslam alfabesi yasak olduğu halde, Müslüman Türk halkı İslam'dan ayrılmadı"
Halbuki 1928 yazı devrimi'yle toplumsal iletişim aracı olmaktan çıkartılan yazı, bu cahillerin iddia ettiği gibi "Kur'an alfabesi, Müslüman alfabesi, İslam yazısı" değil, "Osmanlı yazısıdır"
Dolayısıyla 1928 yazı devrimi ile kullanımdan kaldırılan "Osmanlı yazısı"nı ümmi halka "Kur'an yazısı, Müslüman yazısı, İslam yazısı" gibi yaldızlı nitemelerle sunmak yalan ve aldatmacadan başka bir şey değildir.
"Kur'an Arapça olarak indirilmiştir"
( Yusuf- 2)
Kur'an, Mekke, Medine ve çevresinde konuşulan Arapların dili ile indirilmiştir.
Yani kur'an Müşrik Arapların Allah'ın elçisi Muhammed (aleyhisselam) ın risaletinden önce kullandıkları bir yazıyla nazil olmuştur.
Bu yazıyla Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an yazılabildiği gibi, Kur'an'ın anlamını yok eden, onu kaybeden, delillerini karartan uydurma ve iftira rivayetlerde Arapça olarak yazılmıştır.
Kur'an'a, Allah Resulü'ne ve tevhid dinine en büyük hakaret olan hadisler de Arapça olarak yazılmışlardır.
Kur'an'ın ortaya koyduğu din ile hadislerin uydurma dini arasında doğu ile batı kadar fark vardır.
Yani biri hanif din İslam olurken, diğeri şirk ve küfür oluyor.
Dolayısıyla Arapça ile Kur'an yazılabildiği gibi nice yüz kızartıcı sövgüler de yazılabilir.
Biraz akıllı ve mantıklı olun.
Yazının dini yoktur, yazı bir gelenek, bir kültür, bir medeniyet ve bir mirastır.
MESELA,
Arapça olarak "Allah'tan başka ilah yoktur" tevhid cümlesi yazılabileceği gibi, "Allah üçtür, Meryem oğlu Mesih Allah'tır" cümlesi de yazılabilir.
Allah Resulü döneminde şirk koşan Mekke'liler ve Necran Hristiyanları Araptı.
Ve bunlar Arapça olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne reddiyeler yazarak, Kur'an'ın indiği Arapça'yla ona karşı gelerek her türlü hakareti yaptılar.
Öyleyse sanki Arapça yazısı Kur'an'a ve Müslümanlara özgü bir dilmiş gibi, "Kur'an, İslam, Müslüman alfabesi" adlarını takmak, çok cahilce bir harekettir.
Arapça dilinin üzerinde bu kadar durmak, onu kullanmak, Arapça yazısının kutsallığı meselesi Emevi ırkçılığından başka bir değer taşımaz.
Bugün yeryüzünde Kur'an'dan en uzak olan toplum, Arapça yazan ve Arapça okuyan Arap toplumu ve Arapçayı çok iyi bilen medrese mollalarıdır.
Dünyada bulunan tüm halklardan sonra ancak Arap milleti Kur'an'ı anlamaya başlayacaklardır.
Kur'an'ı anlama dil ile alakalı bir şey değil, aklı kullanma ve tefekkür ile alakalı bir olaydır.
MESELA,
Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaat ve tarikatların kutsal kitabı Kur'an değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Malik Bin Enes'in Muvatta'sı, Ahmet Bin Hanbel'in sünen'i gibi uydurma ve iftira hadis kitapları hayata hakimdir.
Mekke'de Mescid-i Haram'ın beş yüz metre yakınında gençler arasında meydana gelen bir kavgaya şahit oldum birbirlerine öyle küfür ediyorlardı ki, yaptıkları sövgüler kullandıkları ağır cümleler dünyada başka hiçbir dilde bulunmaz.
Dolayısıyla Emevi ırkçılığını ev Ehl-i Sünnet dinini bırakın da Kur'an'a, evrensel ahlaka ve tevhid akidesine gelin, işte o zaman doğru yolu bulursunuz.
Emevi ırkçılığında ve uydurma Ehli Sünnet dininde hiç bir hayır ve keramet yoktur.
Madem Osmanlı "Kur'an alfabesini, İslam yazısını" kullanıyor idiyse neden Kur'an'dan hiçbir şey anlamamış, hiçbir ders çıkarmamış, hiçbir ibret almamıştır.
Neden Arapça eğitim veren medrese mollaları ve tarikat şeyhleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamıyorlar.
Kur'an Arapça inmiş olmasına rağmen ona en sert tepkiyi Arapça konuşan Mekke müşrikleri vermiştir.
Allah Resulü'nün vefatından kısa süre sonra Kur'an'ı en iyi anlaması gereken Araplar neden binlerce hadis uydurarak Kur'an'dan yüz çevirmişlerdir?
Edebiyat ve belağat olarak bazı diller diğerlerinden daha geniş ve evrensel olabilir.
Fakat dini açıdan hiç bir dilin başka bir dile üstünlüğü yoktur.
Hiçbir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü olmadığı gibi.
"O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"
(Rum-22)
12 Mart 2021 Cuma
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(6 . YAZI )
Şia'nın Ali'nin İmamet ya da hilafeti için delil olarak gördüğü ve dayandığı en önemli hadis, Resulullah'ın veda Haccı dönüşü
"Gadir Hum" (Kâmil Miras, Tecrid -i Sarih Tecümesi 9, 363 :Sofuoğlu -Şia'nın hadis anlayışı -19 ) denilen mevkide konakladığı anda söylediği rivayet olunan hadistir.
Ğadir-i Hum hadis-i olarak bilinen bu hadis'e Şia kaynakları çok büyük önem atfetmişlerdir.
İmamiyye kaynakları onun rivayeti konusunda tam bir görüş birliği içerisindedir.
Ğadir-i Hum'un önemi Şia'nın İmamet konusundaki görüşlerine en büyük dayanak teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır.
( Gadir Hum, Mekke ile Medine arasında, Cuhfe'den iki mil uzaklıktaki Hum vadisinden doğan bir su kaynağının birikintileri ile oluşmuş bataklık bir gölcüğün bulunduğu yerdir)
(Fığlalı, Şiiliğin doğuşu ve gelişmesi mat- 6, şs-36)
Ğadir-i Hum meselesini ilk zikreden kişi müellif Süleym b. Kays'tır.
Süleym der ki: "Ben Said El Hudri'nin şöyle dediğini işittim:
Resulullah (Aleyhisselam) Ğadir-i Hum'da perşembe günü insanları yanına topladı.
Ağaçların altındaki dikenlerin toplanması için emir verdi.
Ali Bin Ebi Talib'in koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar onun pazısından tutup kaldırdı.
"Sonra şöyle dedi: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır."
"Allah'ım! onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene sen de yardım et! Onu yardımsız bırakanı sende yardımsız bırak! dedi.
Ebu Said der ki : Rasulullah (Aleyhisselam) daha oradan inmeden şu ayet nazil oldu.
"İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum"
( Maide- 3 )
Din'in kemale ermesi, nimetin tamamlanması, risalet vazifesini yerine getirmesinden dolayı Yüce Allah'ın ondan razı olması ve kendinden sonra Ali'nin velayetinin bildirilmesi üzerine Resulullah (Aleyhisselam ) sevinçten tekbir getirdi. Süleym b. Kays 355, Nebile- 121, 122)
ĞADİR-İ HUM HADİSLERİ -2
İlk Şii müfessirlerden Furat el-Küfi'nin naklettiği rivayete göre,
Resûlullah insanlara tebliğ etmesi için "Men küntu mevléhu fe Aliyyun mevléhu" "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" sözü vahyedilmiş fakat Allah'ın Resulü insanlardan utanıp bu sözü tebliğ etmemiş, bunun üzerine şu ayeti kerime nazil olmuştur.
"Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun.
"Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu doğru yola iletmez"( Maide- 67)
( Furat el Küfi -130)
Yüce Allah'ın Resulullah'a namaz, zekat, oruç, haccı açıkladığı gibi Ali'nin velayetini de Mü'minlere açıklaması için emrettiği fakat Resulullah'ın bu konuda sıkıldığı, utandığı ve bu konuyu açıklamak konusunda zorlandığı, kavminin dinden dönmelerinden ve onu yalanlamalarından korktuğu ve bunun üzerine yukarıdaki meali yazılı Maide süresi- 67 nci ayeti kerimesi nazil olduğu ve velayetin son farz olduğu hakkında ayrıca bakınız,( el Küleyni 1, 389:
Mesudi, İsbatul Vasiyye -132 133 :
Numan, De'aim- 14-15 )
Bazı Şii alimlere göre bu ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Ali Bin Ebi Talib'in hilafetidir.
Allah Resulü, takiyye için eşi Aişe'den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden de yüce Allah onu ikaz etmiştir.
(et- Tabersi Mecmaul - Bayan 3, 344)
10 Mart 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR
(6.YAZI)
"Siyonistlerin, imanlı insanları maddi- manevi sömürü aracı olarak ortaya attıkları "ILIMLI İSLAM" tezine tokat gibi bir cevap olmuş. inanç bir bütündür.
Teşekkür ederim.
Esenlikler dilerim"
Ali Kurtar ("Kafirun süresi" adlı yazıya yaptığı yorum)
---------------------------------------------
Ali Aydın hocam, Kur'an basiretiyle yazdıklarınızı ilgiyle severek okuyorum.
"Okuyanlara çok uyarıcı, faydalı olduğuna kesin inanıyorum.
Allah sa'yinizi mübarek eylesin, hayırlı ve sağlıklı ömürler dileğiyle mahsus selamlar"
(Recep Can)
-----------------------------------------------
"Çok emek verilmiş içeriği takdire şayan hakikatlar bütününü dile getirmişsiniz.
Sağolun varolun hocam"
(İsmail Şen)
-------------------------------------------------
"Böylesine değerli aydınlatıcı bilgileri paylaştığınız, bizleri aydınlattığınız için teşekkür ederiz.
Siz yazmaya devam ettiğiniz sürece biz okumaktan usanmayacağız"
(Sait Avcı)
-----------------------------------------------
"Ağzını eğmeden, bükmeden, esnemeden, örtmeden, dosdoğru bir şekilde, hiç kimsenin kınamasından korkmadan bu dini neşretmeye çalışmak herkesin işi değil, zor bir iş.
Eminim Rabbim bu gayretinin karşılığını size verir inşallah hocam"
(Muammer Aydın)
------------------------------------------------
"Teşekkür ederim.
Bir çok defa Kur'an'daki bu âyetleri okuyoruz ama nebi ve resul farklarını tam olarak bilmiyorduk.
Tâ ki siz bu ayrımı ve farkı böyle açıklayıncaya kadar.
Allah sizden razı olsun"
Esenliker dilerim"
(Ali Kurtar)
--------------------------------------------------
"Allah razi olsun hocam!
insanlar okumuyor, daha kolay olan Cübbeliyi dinliyor.
Adamın (Hâşâ)Allah'a yakıştırmadığı hiçbir sıfat kalmadı ama hala kör ve sağırlar görmüyorlar, duymuyorlar.
Adam âyeti kerimeyi örnek veriyor. Allaha ulaşmak için vesile arayın âyetini (Mâide-35 ) hevasına göre anlatıyor.
Ve Allah'a ulaşmak aracısız olmaz diyor.
Ve kendince Resul'e olan itaati Buhari'ye endeksliyor.
Ve hiç Allah'tan korkmadan âyeti kerimeyi ketmediyor, üstünü örtüyor.
Âyetin gereği olarak "azık edinin, Allaha ulaşmak için size neler emredildi, nelerden kaçınmanız gerektiğini gösterdiğimiz üzere, gereği gibi müslümanlar olun!
Yani âyet (Mâide-35) sanki "Yaşantınızda doğru olanı yapın ve salih amelleri uygulayın demiyor!
"Allah ile aranıza aracı koyun" diyor.
Şimdi bu adamın Mekkeli müşriklerden ne farkı kaldı ? "Peyganber" kelimesi ayrıca başka bir yara.
Birileri sürekli bu adamın reklamını yapıyor.
Allah'tan dilerim birlikte haşrolurlar.
Zaten âhitette kesin birbirlerinden mümkün olduğunca uzak kaçarlar (Bakara-165,166,167) "bekleyin bizde beklemekteyiz"
(Hud-12
Bu insanlara evela tevhid'i anlatmak gerek, Kur'an'ı Mübin'i para karşılığı okuyanlar zaten bunu anlayamazlar.
Meral İnce Çelik
--------------------------------------------------
Ali hocam!
İlmi ve samimi yaklaşımınız fakiri harekete geçirdi elhamdülillah.
Seksen yaşında anam bile bir buçuk aydır moda tabirle meal, ana tabirle Kur'an okumaya başladı, hamdolsun.
Bu ektiğiniz tohumların tomurcuklandığını,
ve meyvenin uzak olmadığını
gösteriyor.
Karamsarlık yok, durmak yok, yazmak sizden, yaymak bizden.
Hocam Kur'an'ın sahibi sizden razı
olsun inşallah.
Selâm ve dua ile.
(Ismail Kilic)
HACERUL ESVED
(2. YAZI)
Hacerul Esved, Mü'minlerin mallarından, kanlarından ve canlarından daha değerli değildir.
Mü'minin boynunu, Allah katında hiçbir değeri olmayan Hacerul Esved'e kaptırması İslam ahlakı, Kur'an ilmi ve aklı açısından acınacak bir durumdur.
Kur'an ilminin, İslam ahlakının ve tevhid aklının hakim olduğu bir toplumda böyle akıl almaz, iman kabul etmez manzaraların meydana gelmesi mümkün değildir.
Suudi Arabistan Devleti 1300 yıl önceki Emevi- Abbasi Ehli Sünnet mezhebinin rivayet dinini yaşamaktadır.
Hacerul Esved İslam aleminin bir aynası gibidir.
Hacerul Esved, bu milletin Kur'an ahlakından, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden ne kadar uzak savrulduğunun en güzel göstergesidir,
Hacerul Esved'i Kur'an'ın ve Allah Resulü'nün ahlakına kıyasladığımızda karşımıza son derece dramatik bir manzara çıkmaktadır.
Hacerul Esved'in yerinde bırakılması İslam ahlak ve ciddiyetine büyük bir hakarettir.
Tavafa işaret olması için Hacerul Esved'in yerine
başka bir işaret konulabilir.
Fakat orta çağ karanlığını yaşayan Suud ailesine ve alimlerine bu hakikatı kabul ettirmek mümkün değildir.
Yeri gelmişken Suudi Arabistan ilim adamlarının fikir ve zihin yapısını ortaya koymadan geçmek olmayacaktır.
Suudi Arabistan'da bir çok ilim adamı ve fetva makamı ile sohbet ve tartışmalarımız olmuştur.
Suudi Arabistan'da dini hayat baştan sona kadar rivayet dinine bağlı bulunmaktadır.
Suudi Arabistan'da bir ilim ehline iki âyet okuduğunuzda buna mukabil Ehli Sünnet dininin on rivayetiyle karşılık alırsınız.
İnsanlar, Ehli sünnet dininin hadislerine tamamen mahkum bırakılmışlardır.
Suudi Arabistan'da en tehlikeli şey Allah'ın kitabı Kur'an ve aklın kullanılmasıdır.
Suudi Arabistan ilim erbabınca Kur'an'dan konuşmak ve sadece Kur'an'ı kaynak göstermek Resul ve Sünnet düşmanlığıyla eş değer bir kafirliktir, sapıklıktır.
Suudi Arabistan dini ile Osmanlı Devletinin dini aynıdır.
Eğer F Gülen darbesi başarılı olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
aynen Suudi Arabistan gibi, Ehli Sünnet dininin karanlığına mahkum olacak,
bu uydurma dinin bataklığında boğulacaktı.
Mescidi Haram ve Mescid-i Nebevide görevli, fetva veren ilim adamlarıyla yaptığımız tartışmalarda ahiret hayatında
Allah'ın şefaatinden başka şefaatin olmadığı, kabir azabının bulunmadığı,
Muhammed ( Aleyhisselam)a salavat getirmenin Kur'an'a aykırı olduğu,
salavatın Muhammed'e değil,
Nebiye yardım ve destek anlamında kullanıldığını kabul ettiremedik.
Orta çağ karanlığını yaşayan Suud ailesinin ve alimlerinin yanında
Buhari ve Müslim'in uydurma rivayetleri Allah Resulü'nün dilinden çıkmış gibi itibar görüyor.
Suudi Arabistan ilim adamlarının yanında hadis kitaplarında bulunan her hangi bir rivayete karşı gelmek küfür ve en büyük sapıklık olarak algılanır.
Maalesef bugünkü Mekke'de karanlık bir cehalet hüküm sürmektedir.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür, sorgulama ve özgürlük aşığı olan birisi Mekke ve Medine'de yaşayamaz.
Şia ve Ehli Sünnet, İslam milletini Kur'an, akıl, tefekkür, sorgulama, hikmet ve aklı kullanmaktan yoksun bıraktılar.
Ben inanıyorum, Hacerul Esved'in yerine, Hacerul ebyad, yani beyaz bir taş konulsa millet onu öpmek için izdiham çıkararak birbirini ezmeye çalışacaklardır.
Ümmet, Kur'an'ın ahlakından ve tevhid onurundan uzak olduğu için tapacak bir şey aramakla meşguldür.
Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah bu kainatın merkezine vahiy, insan hakları ve hürriyetini, insan özgürlüğünü, adalet, ilim ve tefekkürü yerleştirmiştir.
Allah Resulü ( Aleyhisselam) bugün Hacerul Esved'in başında yaşanan rezil manzarayı, veya salavatlar eşliğinde bir kılı, bir hırkayı öpmek için insanların sıraya girdiklerini, birbirleriyle yarıştıklarını görmüş olsaydı utanç duyardı.
Bize gerçekten Allah Resulü'nün güzel ahlakı ve mükemmel aklı çok gerekli olmuştur.
Kur'an'a inanan bir Müslüman, mutlaka ilim ve akıl taraftarı olmalı.
Tefekkür ve sorgulamaya değer vermeli.
Özgür bir birey olarak kendini kabul ettirmelidir
İzdihamdan dolayı farz olan Hac ibadetine kota uygulanırken tam bir edepsizlik, ahlaksızlık ve şirk olan
Hacerul Esved'i ve İbrahim ( Aleyhisselam) a nisbet edilen makam putunu imha etmemek büyük bir cehalettir.
(Not: Kur'an'da söz edilen "MAKAMI İBRAHİM)
İbrahim (Aleyhisselam'ın) Tevhid mücadelesi, ahlakı ve örnek hayatıdır.
Müslümanın aklı, kendisini böyle hurafelerden korumalıdır.
Suudi Arabistan'da sadece ölülere Kur'an okunmaz, ölülerin üzerine türbe yapılmaz.
Suud mescitlerinde cuma günü sala okuma hurafesi yoktur.
Bu iki hurafe dışında Suudi Arabistan'da hurafe ve uydurmanın her türlüsü mevcuttur.
Ağlama duvarının yanında Yahudilerin Tevrat'ı okudukları gibi, Suudlular Kabe'nin yanında Kur'an okurlar.
Fakat onu anlamaya çalışmak, ona yoğunlaşmak, ona iman etmek, üzerinde düşünmek, Kur'an'ı hakkıyla idrak etmek, diye bir olaydan söz edilemez.
Onlara göre Kur'an hadislerle çözülmüş, hadislerde alimler tarafından fıkıh olarak ortaya konmuştur.
Mescid-i Haram'ın minberinde "Deccal'ın eşeğinin kuyruğunun uzunluğu, ve bacaklarının özellikleri" anlatılır
İhlas Holding zihniyeti ile Suudi Arabistan zihniyeti arasında hiçbir fark yoktur.
İkisi de fanatik Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin kullarıdır.
Bu gerçeklere rağmen ihlas holding Suudi Arabistan'ı vahhabi olmakla suçlamaktadır.
Bugün Suudi Arabistan'da KUR'AN'SIZ ve ahlaksız, fıkıh ağırlıklı
Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin egemenliği hakimdir.
Fakat güncellenmiş bir fıkıh değil, 1300 sene önceki fıkıh egemenliği,
Yani Suudi Arabistan'da yeni bir ictihatta bulunmak sapıklıktır.
İşte Suudi Arabistan'ın vahhabiliği budur.
Mescid-i Haram'ın imamlarının namazda
Kur'an okurken ağlamaları sakın sizi aldatmasın.
Onlara Hacerul Esved'i üç metre yukarı kaldırın dediğimde,
Mescidi Haram'ın fetva makamı olan Şeyh Yusuf beni Sünnete karşı gelmekle itham etmiştir.
Suudi Arabistan'ın Ehli Sünnet dininde merhamet, adalet, güzel ahlak, yetimi koruma, kimsesizleri kollamayı esas alma ve insan hakları yoktur.
Bunların uydurma dinlerinde Namaz kılma insan haklarından ve adaletten daha değerli bir ibadettir.
EHL-İ SÜNNET DİNİNDE MECUSİ MANZARALARI
(MİRAÇ)
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri kutsal ve dokunulmaz kabul ettikleri kaynaklarında bulunan bütün rivayetler yalan olmakla birlikte, Şia âlimleri tarafından inanç haline getirilen "Ğadir Hum" rivayetleri ile "imamet" meselesi, Ehl-i Sünnet kaynaklarında bulunan "İsra" ve "miraç" olayı yalan ve iftiraların boyutlarının sonsuzluğunu gösteriyor.
Uydurma kaynaklarına göre "İsra" ve "miraç" olayı şöyle cereyan ediyor.
"Enes İbni Malik'ten (kutsal kaynaklarına göre Hicretten sonra on yaşında müslüman olmuştur) Resulullah(s.a.v) in şöyle dediği rivayet edilmektedir.
"Bana burak (katırdan küçük ve merkepten büyük, gözlerinin gördüğü en son yere adımlarını atan uzun ve beyaz bir hayvandır) getirildi.
Ben ona bindim ve Küdüs'e vardım. Onu bütün peygamberlerin bineklerini bağladıkları mescit kapısının arkasına bağladım.
Sonra mescide girdim ve iki rekat namaz kıldım.
Mescitten çıktığımda Cibril(a.s) bir bardak içki bir bardak da süt getirdi.
Ben sütü içtim. Bunun üzerine Cibril bana, "Sen fıtratı seçtin" dedi..."
Malik İbni Sasaa'nın hadisinde Peygamber (s.a.v) İsra gecesi hakkında ona söyle söylemiştir.
"Ben Harim'de ( Rükun ile Makam arasında, Râvi diyor ki: "Hicr de demiş olabilir) uzanmış olduğum bir sırada, bana Cibril geldi.
Göğsümü yardı ve kalbimi çıkardı. Sonra içi imanla dolu olan altından bir kap getirildi. Kalbim yıkandıktan sonra içine iman ve hikmet dolduruldu.
Daha sonra eski haline getirildi. Sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binek (Burak) getirildi. Ben onun üzerine bindirildim. Cebrail'in refakatinde dünya semasına yükseldim. Cibril gök kapısının açılmasını istedi.
(Bekçi melek tarafından)
"Kim o ? denildi.
O da:
"Cebrail'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur!" dedi ve gök kapısını açtı.
Ben birinci semaya varınca orada Adem ile karşılaştım.
Cibril bana: "Bu senin baban Âdem'dir, ona selam ver" dedi.
Ben de ona selam verdim. Âdem selamımı aldı ve: Merhaba salih oğluma ve salih peygambere" dedi.
Sonra Cibril benimle beraber yukarı semaya geldi. Onun kapısını da çaldı.
"Kim o?" denildi. "Cebrail'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet, gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve hemen gök kapısı açıldı.
Ben ikinci semaya varınca, orada Yahya ve İsa peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana: "Bu gördüklerin Yahya ve İsa'dır. Bunlara selam ver" dedi.
Ben de onlara selam verdim. Onlar da selamımı aldılar ve: "Merhaba hayırlı kardeşe, salih peygambere" dediler. Sonra Cebrail benimle üçüncü semaya yükseldi. Onun da kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Ben Cebrail'im"
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve hemen hök kapısı açıldı.
Ben üçüncü semaya varınca Yusuf Peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana:
"Bu gördüğün Yusuf'tur ona selam ver" dedi. Nen de selam verdim. O da selamımı aldı ve "Merhaba salih kardeşe ve salih peygambere" dedi. Sonra Cibril benimle yükseldi ve dördüncü göğe vardı. Onun da kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Ben Cebrail'im"
"Yanındaki kimdir?
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve hemen gök kapısı açıldı. Ben dördüncü semaya varınca İdris Peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana: Bu gördüğü İdris'tir, ona selam ver" dedi. Ben de ona selam verdim. O da selamımı aldı ve "Merhaba salih kardeşe ve salih peygambere" dedi.
Sonra Cibril benimle yükseldi ve beşinci semaya vardı. Onun da kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Ben Cebrail'im"
"Yanındaki kimdir"
"Muhammed'dir"
" Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelir zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve gök kapısı açıldı.
Ben beşinci semaya varınca Harun Peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana: Bu Harun'dur, ona selam ver" dedi. Ben de ona selam verdim. O da selamımı aldı ve merhaba salih kardeşe ve salih peygambere" dedi.
"Sonra Cibril benimle yükseldi ve altıncı semaya vardık. Gök kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Cibril'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Bu gelen kişiye Merhaba... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" dedi.
Ben altıncı semaya varınca Musa peygamberle karşılaştık.
Cibril bana: Bu Musa'dır, ona selam ver" dedi. Ben de selam verdim. O da selamımı aldı ve sonra: "Salih kardeşe ve salih peygambere merhaba" dedi.
Ben Musa'yı geçince o ağlamaya başladı.
"Niçin ağlıyorsun" denildi.
O da: Benden sonra bir genç peygamber gönderildi ki, onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden cennete girenlerden daha fazladır. Ona ağlarım" dedi. Sonra Cibril, benimle yedinci semaya yükseldi.
Gök kapısını çaldı.
" Kim o?"
"Cibril'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba bu gelen zata... Bu gelen misafirdir" dedi.
Ben kata varınca, orada İbrahim bulunuyordu. Onunla karşılaştım.
Cibril bana: "Bu gördüğün zat baban İbrahim'dir, ona selam ver" dedi.
Ben de ona selam verdim. O da selamımı cevapladı ve: "Merhaba salih oğluma, salih peygambere" dedi.
Bütün bunlardan sonra Sidre-i Münteha bana yaklaştırıldı. Bir de gördüm ki, yemişleri Bahreyn'in Hacer kasabasının testileri büyüklüğündedir.
Yaprakları da fillerin kulakları gibidir.
Cibril bana:
"İşte bu Sidre-i Münteha'dır" dedi.
Orada dört nehir vardı. İkisi gizli, ikisi de açık idi.
Ben: Ey Cibril! Bu dört nehir nedir?" diye sordum.
Cibril: "Batın(gizli) olanlar cennette iki nehirdir. Zahir olanlar ise, Nil ve Fırat nehirleridir" dedi. Sonra Beyti Ma'mur bana yaklaştırıldı. Sonra bana şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. Ben süt bardağını aldım.
Cibril bana:
"O senin ve ümmetinin üzerinde olduğu fıtrattır.
dedi.
Sonra benim ve ümmetimin üzerine günde elli (50) vakit namaz farz kılındı.
Ben de döndüm. Yolda Musa'ya uğradım.
O bana:
"Ne ile emrolundun?" diye sordu.
Ben de:
"Günde elli (50) vakit namazla emrolundum" dedim.
Günde elli vakit namaza ümmetinin gücü yetmez. Vallahi ben senden önce denedim ve İsrailoğullarını sıkı bir denemeye tâbi tuttum. Sen Rabbine dön ve ümmetin için hafifletilmesini iste" dedi.
Ben de dönüp geldim. Yine bana önceki tavsiyede bulundu. Ben de dönüp aynı niyazda bulundum. On vakit namaz daha indirildi. Ben yine Musa'ya döndüm. O da bana yine evvelki gibi tavsiyede bulundu. Ben de dönüp Rabbime niyaz ettim.
On vakit namaz daha indirildi. Ben yine Musa'ya dönüp geldim; o da bana evvelki gibi tavsiyede bulundu. Ben de dönüp Rabbime arz eyledim ve her gün on vakit namazla emrolundum.
Ben yine Musa'ya geldim ve o da yine daha önceki bir tavsiyede bulundu. Ben de dönüp Rabbime niyazda bulundum. Bu defa beş vakit namazla emrolundum. Yine Musa'ya geldim. Bana:
"Ne ile emrolundun?" diye sordu.
Ben de:
"Her gün beş vakit namaz ile emrolundum" dedim.
O da:
"Ümmetinin her gün beş vakit namaza gücü yetmez. Ben senden önce insanları çok denedim.
İsrailoğullarını sıkı bir şekilde sınadım. Şimdi sen tekrar Rabbine dön ve ümmetin için biraz daha hafifletilmesini dile" dedi.
Ben de:
"Rabb'ime çok niyaz ettim. Artık dönüp arz ve niyaz etmeye utanırım. Buna razı ve teslim olacağım" dedim.
Oradan ayrılınca bir nida geldi.
"Ben beş vakit namazı farz olarak hükmettim ve fazlasını kullarımdan hafifletttim"
( Buhari, 3207; Müslim,164)
Bu Buhari ve Müslim rivayeti Allah'a ve Allah elçilerine bir iftira ve hakaret olduğu gibi dini ve Allah'ın âyetlerini eğlenceye almak anlamına gelmektedir.
Dinlerini oyun ve eğlence edinen Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri ile ilgili Kur'an'ın hükmü şöyledir.
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bana) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete uğramaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi.
O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Hakikatın üzerini öttüklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır"
( Enam- 70)