30 Kasım 2020 Pazartesi

 KABİRDE  ZAMAN YOK,

 Kur'an'ı Mübin'in yüzlerce âyetine göre kabir azabı olmadığı gibi, kabir hayatı diye bir şey de söz konusu değildir.

 Kur'an'ı Mübin'in  onlarca âyetine baktığımızda dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır.

 Bu konuda bine (1000) yakın ayet bulunmaktadır.

Kur'an'a baktığımızda sadece cehennem azabının anlatıldığını çok açık olarak  görüyoruz.

 Kabir hayatı ve dolayısıyla kabir azabının olmadığı konusu Kur'an'da var olan konuların içinde en açık ve anlaşılır olanıdır.

 Kabir azabının varlığını savunan Şia ve  Ehli Sünnet muhaddis ve  âlimlerinin zerre kadar Kur'an  bilgileri mevcut değildir.

 Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'a  hakkıyla inanmadıkları için Allah, Kur'an'ın anlaşılmasını onlara imkansız kılmıştır.

(Kehf- 57)

 Yahudi ve Hristiyan din adamları Kur'an'ı Mübin'i  Ehli Sünnet ve Şia'nın  âlimlerinden daha iyi bilir ve daha sağlıklı bilgiler verirler.

Yüzlerce âyete  baktığımızda hesap ve azabın yeniden  diriliş saatinden sonra olacağını görebiliriz.

 Fakat Kur'an'a karşı  gönülleri taşlaşmış,  kulakları sağır ve gözleri kör olan Şia ve  Ehli Sünnet âlimleri bunu anlayamaz ve bu gerçekleri idrak edemezler.

 Konuyla alakalı âyetlere baktığımızda şunları söylemek mümkündür.

Dünya hayatının hemen ardından yani ölümün hemen arkasından Allah kıyameti ve âhiret  azabını başlatacaktır.

Yani kabirde kalma,

 "Bir tanışma müddeti kadar...",( Yunus- 5)

"Sadece bir akşam ya da  kuşluk vakti kadar..."  (Naziat--46)

 "Çok az bir zaman dilimi..." (Kehf-- 52)

"Bir saat(an) kadar..."( Ahkaf- 35)

"Bir yiyeceğin ve içeceğin  sıcakta  bozulma zamanı kadar..."

( Bakara-259)

"Ölümün hemen ardından ya cehennem veya cennet..."

( Enfal, 50- Muhammed- 27 -- Nahl- 32)

 Yani bilmediğimiz bir gün vefat edeceğiz.  Kıyamet sabahında veya akşamında uyanacağız.

 Uzun ve derin bir uykuya dalmış gibi.

 Aslında bu kabir uykumuz bizim  dünya hayatındaki bir gecelik uykumuzdan çok daha kısa olacaktır.

Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzun olacaktır.

 Hatta kabir uykusu "göz açıp kapayıncaya kadar belki ondan daha kısa olacaktır..."

 (Nahl- 77-- Kamer-50)

 Söndürülen ve yine yeniden yakılan bir ampul bir mum  gibi,

 Fişi çekilmiş ve tekrar takılmış bir makine bir cihaz gibi,

 Bir anlık duraklayan zaman tekrar yeniden çalışmaya başlayacak!

 Korku ve paniğe gerek yok, çünkü zaman kaybı diye bir şey asla söz konusu olamaz.

 Kaldığımız yerden başlayacağız.

 Ancak bu yepyeni başlangıç öncekinden apayrı sıfır sorun olarak başlayacak.

 "Yaptıklarına karşılık olarak, onlara ne göz aydınlıklarının saklandığını kimse bilemez"

(Secde- 19)

 Bu yeni başlangıçta "ölüm korkusu,  hüzünlenme, panik ve üzüntü yoktur,,

( Fussilet- 30-- Â'lâ-13) 

Zaman algımız yeniden devreye girecek,

 Aynen nabız verilen hasta gibi!

 Narkozun etkisi bitince yeniden kendimize gelip uyanacağız.

Âzad edildiğimiz  bir hayattan ailemizle birlikte yepyeni bir yaşam alanına intikal edeceğiz.  

Kabir''de ha bir an, ha bir saat, ha üçyüz yıl, ha bir milyar yıl ne farkeder.

 Dönüşümüz bizi yaratan, besleyen merhameti sonsuz yüce Rabbimiz değil mi?

( Bakara- 156-- Secde- 11)

 Korku ve ümitsizliğe mahal yok, çünkü  ölümün hemen arkası yeniden diriliştir.

 Geçici  dünya kapısı kapanırken baki ve ebedi olan hayatın kapısı açılacak,

Gri perde kapanırken ötelere  rengarenk perde açılacaktır.

 Kabir karanlık bir kuyunun ağzı değil, bir cennet bahçesinin giriş kapısıdır. 

Sürgün hayattan anavatana dönmüş olduk, acı ve ızdıraplar bitti, huzur, refah ve mutluluklar başladı.

Yalan, dolan, hurafe, şirk, aldatma, zulüm,  katliam ve kaos yok oldu. 

Allah'ın sonsuz merhameti olarak hiç yokluk tatmadık, zaman israfımız olmadı, bundan büyük nimet olur mu?

 İmtihan faslı bitti teneffüs ve  tatil mevsimi  başladı.

Kış sona erdi, ilkbaharın dirilişi göründü.

 Çalışma, yorgunluk, esaret,  emek ve sıkıntı sona erdi,

Emeklilik ve özgürlük devri başladı.

 Ebedi hayatımıza bir an sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 Hemde "Rabbimizin emirlerine sadık kaldığımızdan ötürü Allah ve melekleri tarafından selam selam diye karşılanmış olarak"

(Zümer- 73-- Yasin-58)

 ÖLÜM ANINDA MELEKLER AZAP EDER Mİ? 

Kur'an'ı Mübin'in bağlam ve bütünlüğünü bilmeyen veya uydurma dinin rivayet ve ictihadlarına  mahkum olan birinin  çok zor anlayacağı iki âyet'i kerime  vardır.

 Aslında Kur'an'a göre kabir sorgusu ve  azabı olmadığı gibi kabir hayatı diye bir şey de yoktur. 

 Buna bağlı olarak vefata yakın  olan bir kişinin, herhangi bir hastalığı sebebiyle maddi olarak duyduğu acı ve ızdırap dışında yüce Allah tarafından veya melekler vasıtasıyla azap edilmesi olacak bir şey değildir.

 Çünkü Kur'an'ın onlarca âyetine göre sadece dünya hayatında sağlıklıyken cezalandırma ve kıyametten sonra cehennem azabı vardır. 

Ancak şu da bir gerçektir.

Kadim müşriklerin dünya hayatında cezalandırılmaları ile Kur'an indirildikten sonra cezalalandırma yöntemleri bir değişikliğe uğramıştır. 

Kadim toplumlar küfür ve şirk'lerinden dolayı olağanüstü ve toplu bir şekilde cezalandırılırken, 

"Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. 

Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik,  kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. 

Allah onlara zulmetmiyor,  asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı"

 (Ankebut-40)  

Allah Resulü'nden sonra ise zalimler ahlaki ve bireysel olarak cezalandırılıyor.

 "Kendisine ortak koşmaksızın Allah'ın hanefileri(onun birliğini tanıyan müslümanlar olunuz) Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir  yere sürüklemiş nesne gibidir" 

(Hac- 31)

Yani Kur'an indirildikten sonra  cezalalandırma anarşi, kaos, savaşlar,  ekonomik buhran, terör, düşman istilası şeklinde gerçekleşiyor. 

Dolayısıyla dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. 

 "Onlara(müşrik ve kafirlere)  dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir"

 Râd- 34)

"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. 

Ahiret azabı elbette daha çok alçaltıcıdır. Onlara yardım da edilmez" 

(Fussilet- 16)

Cimriliklerinden dolayı bahçe sahiplerinin nasıl  cezalandırıldıkları  anlatıldıktan sonra şöyle buyrulmuştur.  

"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi"

 (Kalem- 33)

 Kur'an'a göre sadece dünya hayatında sağlıklı, irâde ve aklı yerinde iken  ve isyankar olma anında ile kıyamet saatinden sonraki cehennem azabından başka azabın  olmadığı ile ile ilgili yüzlerce âyet vardır. 

 Fakat Şia ve Ehli Sünnet  âlimlerinin Kur'an'ın manasında  yaptıkları tahribat nedeniyle bağlam ve bütünlüğü dağıtılmış  iki âyeti anlamı zor olmuştur. 

1. Âyet 

"Melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve sırtlarına vurduklarında nasıl olacak"

( Muhammed-27)

 2. Âyet 

"Bir görsen,  melekler o inkarcıları vefat ettirirken  onların yüzlerine ve sırtlarına  vurarak "tadın yakıcı azabı" derler"

( Enfal- 50)

 Uydurma din âlimlerinin söylediği gibi melekler insanları vefat ettirirken azap ederler mi?

 Yukarıda söylediğimiz gibi  Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre dünya hayatındaki cezalandırma ve âhirette olan cehennem azabından başka hiçbir azap söz konusu değildir.

Yüce Allah hesaptan önce yani sorguya çekmeden, muhakeme etmeden, savunma almadan,  hiçbir zaman azap etmez. 

Karakolda azap ve işkence olmaz.

 Ölüm anında aciz olan bir insana Allah azap etmez.

 Peki bu iki ayeti nasıl anlamak gerekir? 

Söz konusu âyetleri iki bölüme ayırmak gerekir. 

Birinci bölüm, "meleklerin,  kafirlerin  canlarını almaları"

İkinci bölüm, "kafirlerin cehennemdeki azaplarıdır"

 Yani  Âyetlerin Kur'an'daki sisteme göre manaları şöyledir.

Âyetleri metinleri ile yani Arapçası ile birlikte görelim. 

"Velev terâ iz yeteveffellezine keferul meléiketü" "melekler onları vefat ettirirken onları bir görsen"

 Âyetin bu cümlesi  meleklerin kafirlerin canlarını aldıkları anı haber veriyor.

 "Yedribune vucuhehum ve edbérâhum  ve zuku azâbel harik" 

"yakıcı azabı tadın  diyerek yüzlerine ve sırtlarına vuracaklardır" 

(Enfal-50)

Buda cehennem azabıdır. 

Yani ölüm ile cehennem azabı arasında o kadar kısa bir mesafe var ki,

 kişi öldükten hemen sonra, binlerce sene kabirde kalsa bile kendisine bir  saat gibi gelecektir.

 Bu ister kafir olsun ister mümin olsun hiç farketmez.

 İşte şu âyet  aynı hakikatı gösteriyor. 

"Onlar, meleklerin, "Size selam olsun.

 Yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir" 

(Nahl-32)

Kişinin vefatından hemen sonra ya cennet nimetleri veya cehennem ateşi vardır. 

Ashab-ı Kehf buna en güzel delildir.

Üç yüz sene mağara uykusu  bir günden az gibi geçmiştir.

 Adem(a.s)  zamanında ölen ile kıyamet saatinde ölen arasında hiçbir fark yoktur.

 Her ikisi de kabirde aynı zamana mahkum olurlar. 

 Yasin- 51, 52, 53;  Nahl- 26-27; Müminün-- 14, 15, 16. Âyetleri dünya hayatından direkt olarak mahşere çıkılacağını gösteren en güzel örneklerdir.

Yani dünya hayatı ile kıyamet arasında bir  mesafe ve zaman kaybı söz konusu değildir. 

Zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçecektir.

 Yat ve kalk, işte o kadar. 

 Ancak şu da  Kur'an'ın bir gerçeğidir. 

 insanlar vefatları anında nereye gideceklerini görürler.

( Yunus-- 90, 91; Müminün-- 99, 100; Mümin--  84, 85; Nisa-- 159 )

28 Kasım 2020 Cumartesi

 PARALEL DİN

 (34.YAZI)

Tahrif edilmiş ve bozulmuş dinin en önemli özelliği din adamlarının kurdukları bir kutsallık zincirinin var olmasıdır.

Özellikle bu  kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta, bunların görüşlerini, içtihatlarını, inançlarını, fikirlerini ve uygulamalarını taklit etmeyenleri İslam düşmanı olarak görmektedirler.

Dinin, Allah'ın apaçık  kitabından sapıp beşer dinine yani ilahların ve evliyanın şirk dini olan paralel dine nasıl dönüştüğünü bir misal ile göstermeye çalışalım.

Şia'ya göre: Dinde imamet itikadi bir konudur, dinde esastır, usul-ı dinden sayılır.

Yani Allah Resulü'nden sonra Ali bin Ebi Talib'in halife, imam, vâsi ve müminlerin emiri olduğuna inanmayan kimse gerçek anlamda müslüman olamaz.

Şia'ya göre beklenen Mehdi (mehdi'i muntazır) ile beraber on iki imam'a inanmayan İslam dairesi dışında kalır. 

Bu inanç size çok basit gelebilir. Fakat Şia,  bu inanca çok değer verir.

Bu inancı tartışma konusu bile yapmaz.

Hatta "Zamanın imamını tanımadan ölen kimse cahiliye (küfrü) üzerine ölmüştür" hadisini ehli sünnet ve Şia ortak olarak nakletmişlerdir.

Şia ve Ehli Sünnet dininin rivayet ve içtihatlarında dini algılama yöntemleri aşağı yukarı şu şekildedir.

"Din adamları (imamlar, müctehidler, âlimler, âyetullahlar ve benzerleri) dinin kurucusu ve  muhafızlarıdır. 

Onlar masumdur, hatalardan münezzehtirler.

Dolayısıyla Kur'an'ın yorumlanmasında onları yegane otorite  olarak görmeli ve alçak gönüllü bir tavırla bize verdikleri bilgileri itiraz etmeden  almalıyız.

 Din adamlarının doğru kabul ettikleri hiçbir şeye karşı gelmemeliyiz.

Tasavvuf ve tarikatlarda bir din anlayışı var ki, düşman başına,

tarikatlardaki inancı bütün dünya dinleri kabul etse,

 Allah'ın sonsuz bir ilim ve sistem üzerine indirmiş olduğu tefekkür ve sorgulama dini bu inanç ve kuralları asla kabul etmez.

Bundan dolayı ben diyorum ki, tasavvuf ve tarikatlar islam dinine ve davasına en büyük darbe ve ihanettir.

İslam açısından baktığımızda   tarikatlar fitne ve fesat, cehalet ve yobazlık, insan kaynaklarımızı hunharca israf eden, islam ve Kur'an, akıl ve mantık düşmanı paralel bir dindir.

MESELA: Tarikatta "Haklı dahi olsa, müridin şeyhine itirazı haramdır"

Çünkü onların inancına göre " Bir velinin  huzurunda bir an durmak 150 yıl kabul edilmiş ibadetten üstündür"

"Gavs müritlere şefaat etmeye tam   yetkilidir"

"Onları  alıp cennete götürmeye kadirdir"

Milyonlarca tapanı bulunan cübbeli Ahmed'e göre mürid  "Nakşibendi tarikatının hâlidi kolundan ise, cehenneme götürülürken bile azap melekleri onu bırakırlar"

Yine cübbeli Ahmed'e göre  "Müritlerinin cennete girme ve cemalullâhı görme karşılığında  Şâh'ı Nakşibendi, Allah ile anlaşma yapmıştır" 

Bu inanç ve akide tevhid ilkesine, Kur'an aklı ve ahlakına bireysel sorumluluk anlayışına karşı söylenmiş, düşünce ve hikmetten uzak şirk ve küfür olan sözlerdir.

MESELA,

"Mürid, şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki gibi olmalı ki, şeyh, müridini istediği gibi yönlendirebilsin"

Halbuki Kur'an'a baktığımızda  vahyi tebliğ ettikleri için sadece Allah'ın Elçilerine mutlak itaat emredilmiştir.

Nebi'ye bile mutlak itaat emredilmemiştir. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.

"Ey NEBİ!

 İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,

 elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,

 İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile, Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır çok merhamet edendir"

(Mumtehine,12)

Yani eğer  bir iş maruf değilse Nebi'ye bile itaat olmaz.

Çünkü Nebi hata edebilir.

Peki Kur'an'da bunun örneği var mı?

 "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"

(Tevbe- 113)

Bu âyette açıkça görüldüğü gibi Nebi (Aleyhisselam) akrabalarından müşrik olanlara dua ve istiğfarda bulunmuştur.

"Ey NEBİ!

 Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır çok merhamet edendir"

(Tahrim- 1)

Ayetlerdeki NEBİ kavramına dikkat etmek gerekir.

Çünkü Elçilik makam ve mertebesinde asla böyle bir şey söz konusu olamaz.

Elçi Allah'ı temsil eder ve temsiliyet makamında ihanet olmaz.

Elçi konuşan Kur'andır, vahiy ile Elçi arasında bir fark yoktur.

Elçi sadece Allah'ın kitabını okur ve onu tebliğ eder.

Bu konunun üzerinde neden çok duruyorum.

Çünkü ne kadar alim olursa olsun bu önemli konuyu anlamayanın

 Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yakalaması mümkün değildir.

Dolayısıyla Nebi ve Resul sistemine sahip olmayan kişi konuştuğu zaman  hata etmekle karşı karşıya kalacaktır.

27 Kasım 2020 Cuma

 ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI

(18.YAZI)

Hayatını cami kursülerinde hurafe ve yalan anlatarak geçiren uydurma dinin önemli vâizlerinden Tahir Büyükkörükçü'nün Kur'an cehaleti ve şirk sapıklığı:

Diyor ki,

"Bütün bu âlem "levlâke leme halaktul eflâk" "Muhammed'im, Muhammed'im, eğer sen olmasaydın bu eflakı, bu alemi, cennetleri ve nimetleri, dünyadaki bütün devlet ve saadetleri yaratmazdım" buyuruyor, Cenab-ı Hak.

Hatta muhterem müslümanlar!

Elli  defa duydunuz benden, elli birinci  defa tekrar söylüyorum.

Hacı veyiszade Mustafa Efendi Hazretleri, "ihvânım!  derdi, "kardeşlerim! derdi,

 "Sofra başında besmeleden sonra bir de salâtü selam okuyalım!

 Zira bu sofranın, bu nimetlerin  yaratılıp önümüze gelmesine sebep "peygamber" efendimizdir" derdi.

 "Nail olduğumuz ne kadar nimet varsa, gördüğümüz ne kadar güzel gün ve surur (sevinç)  varsa, bütün neşe varsa,  bütün neşe veren mazhariyetler "Peygamber" Efendimizin kanalıyla bize geliyor"

"Sofra başında besmeleden sonra bir de salavatı  şerifeyi  okuyarak Rasulullahı hatırlayalım, vesile'i necatımız (kurtuluş sebebimiz) odur" derdi.

 Muhterem müslümanlar!

 Rabbimiz bizi, Rabbimiz bizi, onun nurlu  yolundan ayırmasın!

Tahir Büyükkörükçü Kur'an cahili müşriğin tekiydi.

1-) Allah hiç zaman Resulullah (a.s)a  "Muhammed'im, Muhammed'im" dememiştir ve asla böyle bir şey buyurmaz.

Allah'ın indinde şahsiyetler önemli değildir.

Allah'ın indinde önemli olan kişilerin güzel ahlak, sâlih amelleri  ve  yüklendikleri misyondur.

İşte bu yüzden Kur'an'da Allah "Muhammed'im, Muhammed'im" değil, "Resüllerim, "elçilerim" "Rasüli" "Elçim" buyuruyor.

Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin iddia ettikleri gibi  Allah'ın yanında önemli olan "Muhammed" değildir.

Hatta "rahmet" (Enbiya- 107) olan da "Muhammed" değildir.

"Rahmet" insanlara Allah'ın mesajını ulaştıran Resul'dür.

Yani insanlara rahmet olan Allah'ın kitabıdır, Allah'ın âyetleridir, Allah'ın Resulleridir, Allah'ın mesajlarıdır.

(Bakara-157; En'am-133, 147, 154, 157; Âraf- 52, 154; Yunus- 57; Hud- 17, 28, 63; Nahl- 89; İsra- 82; Kasas- 43, 46, 86; Ankebut- 51; Lokman' 3)

Allah tarafından indirilen Tevrat, Zebur, İncil birer hidayet ve rahmet kaynaklarıdır.

Allah'ın Resulü İsa (a.s) insanlara Allah'ın bir  rahmetidir.

(Meryem- 21) 

Önemli olan elçilik makam ve mertebesi, görev ve sorumluluğudur.

2-) Aynı şekilde Ahzab süresi 56. âyetinde bulunan "yusallune alen nebiyy" "Nebi"ye salât veya salâvâtın" da Muhammed ismi ile hiçbir alakası yoktur.

Âyetlerin bağlam ve bütünlüğünde söz konusu edilen "Nebi"ye yardım ve destektir"

Yani "onun yalnız bırakılmaması, rahatsız edilmemesi, Allah ve meleklerinin ona yardım ve destekleri gibi, müminlerin de ona yardım etmeleri ve destek olmalarıdır"

Bunun haricindeki manalar şirktir.

Diyanet'in mealinde iddia ettiği gibi Allah ve melekleri (Hâşâ) Nebiye asla  salâvât getirmezler.

Nebi'ye salat etmek sözle değil, fiili olarak yapılması gereken bir şeydir. 

Çünkü âyette "Allah ve melekleri nasıl salat ediyorlarsa, sizde öyle yardım edin ve destek olun" buyuruyor.

Ahzab süresi 43. âyet bu "salat'ın" nasıl olacağını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 

"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardım ve desteğini gönderen O'dur. Melekleri de size yardım ve destek olurlar.  Allah müminlere karşı çok merhametlidir"

(Ahzab-43)

Yani Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de yardım ve destek oluyorlar.

Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet'in Kur'an cahili muhaddis ve müctehidleri bunu hiç dile getirmiyorlar.

 Allah Resulü'nün arkadaşlarının  "Muhammed'e" salavat getirdiklerine iman eden  Şia ve Ehl-i Sünnet'in  muhaddis ve müctehidlerinde  zerre kadar Kur'an bilgisi, aklı kullanma, muhakeme yeteneği,  tefekkür ve sorgulama erdemi mevcut değildi.

Allah ve meleklerinin Muhammed (a.s) a salavat getirdiklerine iman eden birisi "din anlatan takımdan" ise İslam ve  Kur'an düşmanı bir müşriktir.

Eğer ümmi ise  aldatılmış ve iğfal edilmiş bir Kur'an cahilidir.

Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını "Muhammed'e salâvât getirme" hurafesinden  daha iyi ortaya koyan bir şey yoktur.

Adamlar Kur'an'ın en açık bir âyetini bile  anlamakta uzak tutulmuşlardır.

Hiç Allah'tan korkmadan ve Resul (a.s)dan utanmadan sanki Allah ve melekleri Muhammed (as) a salavat getiriyormuş gibi, asırlardan beri ümmetin ümmilerine salavat çektiriyorlar.

Bundan daha büyük bir cehalet ve akılsızlık olur mu?

Allah yerleri ve gökleri yani kâinatı Muhammed için değil, kudret, sanat  ve ilminin ihtişâmını insanlara göstermek için yaratmıştır.

Allah'ın indinde şahsiyetler önemli değildir.

Önemli olan tevhid, adalet, merhamet, güzel ahlak, infak ve her türlü erdemli hareket ve amellerdir.

"Levlâke leme halaktul eflâk" "Ey Muhammed!  sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım" iftirasına iman eden cahillerden  din ve Kur'an adına hayırlı bir hizmet beklemeyin.

Cübbeli Ahmet 

22. 12. 2015 tarihinde "Mevlid'i Şerif" programında büyük bir spor salonunda binlerce kişiye konuşan Cübbeli Ahmet  aynen şunları söylüyor.

"Evvela şunu bileceğiz,  Allame Safuri  Hazretleri'nin ve birçok ulemanın ve meşâyihin  beyanı vechiyle Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) efendimiz "huve hayyun, semiun, basirun fi kabrihi'ş- şerif"

"Kâinatın efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem)  kabri şerifinde hayattadır, diridir, işiticidir, görücüdür"

 Siz Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Mehmet Okuyan vesaire, bu kafada olan, artık Vahhabi desen Vahabi değil, Mutezili desen Mutezili değil, Şii desen Şii değil, belli bir kimlik de veremiyorum.

 Bu adamların görüşüne göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) öldü, bitti, gitti yitti bir şeyden haberi yok.

Hâşâ ve kellâ,  bunların bir şeyden haberi yok.

 Bütün âlimler, veliler diyorlar ki:

 Kâinatın efendisi diridir,  işitiyor ve görüyor!

 Bu mecliste olanlara da şahittir, nasıl olacak? nasıl şahit olacak?

"Biz seni şahit olarak gönderdik"

 Onun şahitliği 23 sene mi devam etti, 23 sene şahitlik mi olur?

 Bütün ümmetine şâhit gönderdik.

 Şu anda bizim amellerimiz ona arz ediliyor.

 Bu gece buraya kim geldi?

 Bu camilere kim gitti, Mevlidi Şerif'i ihya için kainatın efendisi'ni sevdiği için, cemaate gitti, zikretti, salavat getirdi hepsine şahittir.

 Şahit kime derler?

 Görgü şâhitliğine derler.

 Bir adam dese ki, ben bunu duydum!

 Ona şâhit demezler.

 Demek ki, burayı görüyor.

 Şimdi "biz seni şahit olarak gönderdik!

 Bunu hadisi şerif'ten te'yid edelim!

 Ne buyuruyor! (sallallahu aleyhi ve sellem) "hayâti hayrun leküm ve meméti hayrun leküm" "yaşamam da sizin için hayırlıdır,  ölümüm de sizin için hayırlıdır"

 Dediler ya Resulullah!  Hayatında çok hayır gördük, ölümünde ne hayır olsun ki:

 Buyurdu "tu'radu aleyye a'melüküm fissabâhi vel meséi"  "sizin bütün amelleriniz her sabah akşam  kabrimde bana gösterilecek"

 "Şerit gibi önümden geçirilecektir, hepinizin" Sadece sahabe ile alakalı olacak bir şey değil ki, biz de onun ümmetiyiz!

 Falan ümmetim namaz kıldı, falan ümmetim  şu kadar salavat getirdi, falan ümmetim zekat verdi, isminiz babanızın adıyla, isimleriniz  babalarınızın adıyla bana söyleniyor!"

 "Ve  amelleriniz bana gösterilecek"

 Bu hadis sahihtir, muhaddislerde bunu tashih  etmişlerdir.

" Eğer ben sizin amellerinizi hayırlı bulursam hamd edeceğim, Ya Rabbi! Bu kadar ümmetimi saptırmadın" diye!

"Sizin amellerinizi  kötü bulursam,  İçki içmiş, kumar oynamış, zina etmiş, ben yine kabrimden sizin günahlarımızın affı için istiğfar edeceğim!" Böyle bir peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem)  nerede ölmüş!

"Sabah akşam amellerimiz bana gösterilecek" diyor.

 Bu kadar ümmetin ameli, tabii manevi şeyler de vakit, saat çok düşünülmez.

 Zahiren bilgisayarda yetmez, efendim böyle bir teftişe ümmetin bütün yaptıkları işlerin haricini  konuşuyoruz.

 Tabii vakit saat yetmez, ama manevi işlerde zaman geçmez.

Onun için hepsini görür.

 Yine Ebu Davud'un tahric ettiği bir hadis-i şerifte, Ebu Davut sahih kitap!

"Hangi Müslüman ümmetim,  bana selam verirse, şimdi burada bu kadar insanız, binlerce insan var, bana selam verirse, mutlak Allahu Teala ruhumu bana iade eder.

 Zaten âlimler diyorlar ki, "selamsız vakit  dünyada yok!  her seferinde ruhu çıkıp geri mi gelecek, o zaman her seferinde bir acı mı çekilecek" diyorlar.

 Diğer âlimler de diyorlar ki, cevabı şudur ki: "Ruhum kabrimde devamlı hazırdır" selamsız vakit yok! Her kim selam verse, ben de ona selamı iade ederim.

 Kabrimde gelirse, bütün selamlara  cevap veriyor.

 Bu  şimdi nasıl öldü?

 Şimdi biz buradan selam gönderiyoruz!

Hadisi Şerif'te "Allahu Teala benim kabrimin başına bir melek görevlendirdi.

Ben öldüğüm zaman o melek başımda duracak, bütün yaratılmışların kulaklarını o Meleğe  bağlamış,

 Nasıl sistem?

 Bilgisayar da şurada burada alıyorsun ya!

 Her odadan ne konuşuluyor, oraya geliyor. Dinleme cihazlarıyla falan.

 Şimdi o melekte  ne var?

 Hepimizin kulağı var.

 Hadis bu!

 Kaynaklı sahih hadis!

 Ne demek hepimizin kulağı Melek'te!

 Şu demek, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ağzından çıkanı kulağın duyuyorsa, ağzından ne çıkıyor?

"Allahumme salli ale Seyyidine  Muhammedin ve âlihi ve sellem"

 Benim kulağım duydu.

 Benim kulağım kime bağlı?

 Kabri Şerif'teki meleğe  bağlı!

 ismim var mı?

 isim babasının  adıyla Yusuf oğlu Ahmet..."

Cübbeli Ahmed'in bu şirk sapıklığına bir iki âyet yetiyor.

"Allah: Ey Meryem oğlu İsa! insanlara, "Beni ve anamı Allah'tan başka iki ilah edinin" diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim  sen onu şüphesiz bilirdin.

Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.

Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onların üzerinde kontrolcu idim.

Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin"

 (Maide- 116, 117)

26 Kasım 2020 Perşembe

 "DİNİN GÜNCELLENMESİ" MESELESİ. 

İlk önce sizin din ile neyi kasdettiğiniz çok önemlidir.

Siz eğer Allah tarafından tüm elçilere gönderilen vahyin dini olan İslam'ın güncellenmesini  kasdediyorsanız bu mümkün değildir. 

Çünkü Adem (aleyhisselam)dan Muhammed (aleyhisselam) a kadar tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam'da hiçbir güncelleme meydana gelemez.

  Tevhid dini indirilmeye  başlandığı andan bitirildiği son vahye (Kur'an) kadar kendisinde hiçbir değişiklik ve güncelleme meydana gelmemiştir. 

Yani Allah bile tevhid dini olan İslam'da bir  güncelleme yapmamış ve yapmasını yasaklamıştır.

 Din Allah tarafından indirildiği için onda güncellemeyi sadece Allah yapar.

 Yani dinde güncelleme yapmak Allah'ın ilmi ve iradesiyle alakalı bir şeydir. 

Allah'ın elçileri bile dinde güncelleme değil, ancak vahiy ile  ıslah yaparlar. 

(Hud--88)

Yani bozulmuş tevhid akidesi ancak vahiy ile onarılabilir. 

Bundan sonra Nebi gelmeyeceğine göre, son vahiy olan Resül'e gitmekten başka bir yol kalmıyor. 

 İşte tevhid dininde güncellemeyi  yasaklayan bazı ayetler. 

"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini, sana emrettiğimizi, İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kaldı.

 Fakat kendilerini çağırdığın bu din(tevhid-islam) Allah'a ortak koşanlara ağır gelir. 

 Allah dilediğini kendisine elçi seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"

( Şura- 13)

( Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.  Fakat insanların çoğu bilmezler"

(Rum- 30) 

 "Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin,  müşriklerden olmayın" (Rum-31)

 "Dinlerini parçalayan ve bölük bölük(mezhep mezhep, fırka fırka, Şia Şia)  olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka  kendilerinde olan(batıl inanç)  ile kibirlenip böbürlenmektedir"

(Rum- 32) 

 Demek oluyor ki Allah tarafından vahiy'le elçilere gönderilen tevhid dininde  değişme ve güncelleme mümkün değildir. 

 Son vahiy ile tevhid dini  kıyamet gününe kadar ilkelerinde bir değişme olmadan geniş bir açıdan  güncellenmiştir. 

Ancak son indirilen vahiy olan Kur'an'da güncelleme yapmak mümkündür.

 Hatta Kur'an'da güncelleme yapılmazsa  tam olarak anlaşılmamış olacaktır.  

 Bundan dolayı Kur'an'da güncellemeye gitmek son derece önemlidir.

 MESELA: 

"Tevrat'la yükümlü tutulup da  onunla amel etmeyenlerin durumu,  ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan milletin  durumu ne kötüdür.  Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" (Cuma- 5 )

Yukarıdaki âyette bulunan "Tevrat" kelimesinin  yerine "Kur'an" kelimesini koymadığımız takdirde âyetin bir anlamının olmadığı görülecektir. 

 Çünkü Yahudi âlimlerinin tevhid dinine yaptığının aynısını Şia ve Ehli Sünnet âlimleri de yapmıştır. 

 Yani âyet mutlaka güncellenmelidir. Yoksa Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri bu uyarıyı ciddiye almayacaklardır. 

 MESELA: 

"İbrahim, ne Yahudi, ine de Hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (saf) bir Müslüman idi, o müşriklerden değildi"

( Âli İmran,  67)

 Yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesi yerine "Şia" "Hristiyan" kelimesi yerine "Sünni" yazılmadığı takdirde âyet tam olarak anlaşılmayacaktır.

 Yok Eğer dinden maksat  Allah Resulü'nden asırlar sonra icad edilen sahte ve sanal, uydurma ve hurafe, yalan ve iftira olan  Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininin  güncellenmesi ise  buda  mümkün değildir. 

Baştan sona kadar yalan, cehalet,taklit ve  hurafe bulunan, 

hayal ürünü ve  saçma sapan hikayelerle dolu, Allah Resulü'ne iftira olan, sürekli olarak kaos, katliam, kargaşa, zulüm, 

anarşi ve tefrika çıkaran vahşi bir dini  nasıl güncelleyeceksiniz?

 Yalan ve iftiranın güncellenmesi olur mu?

 Burada yapacağınız tek şey yüzlerce âyette ortaya konulduğu gibi 

 Allah Resulü'nün uyduğu ve tebliğ  etmekle yükümlü olduğu, asırlardan beri atalarınızın  terkettiği  Kur'an'a dönmekten  başka önünüzde bir çare bulunmuyor.  

Çünkü  Kur'an'dan başka hidayet ve rahmet  kaynağı yoktur. 

"Elif. Lam.Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa,  yani her şeye galip ve övgüye  layık olan Allah'ın Yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim-1)

 "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.

 Onu bırakıp da başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"

(Âraf- 3)

 "Hep birlikte Allah'ın ipinin korumasına (Kur'an'a) girin, ondan uzaklaşmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,  gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böylece açıklar  ki doğru yolu bulasınız"

( Âli İmran- 103)

"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"

( Âli İmran-105)

"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez. 

Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin  en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"

(Zümer--54,55)

"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. 

Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" (En'am--153)

 "İşte bu Kuran, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"

(En'am-155)

 ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI

(17. YAZI)

Tarikatların şirk dini ile Diyanet'in ve cemaatlerin uydurma Ehli Sünnet'in hadis dini arasında bir fark yoktur.

 Eğer bir fark olsaydı birbirlerinin inanç, fikir  ahlak, ve söylemlerinden rahatsız olmaları gerekirdi.

 Mesela: 

Vahiy ehli muvahhidlerin sinesi  şirk dinine ve müşriklere karşı büyük bir kin ve nefret ile doludur.

(Mü'min-35)

 Aynı şekilde, tarikatçısı, nurcusu,  diyanetçisi, süleymancısı ile Kur'an'a tavır koyan bütün şirk ehli, vahiy'den ve muvahhidlerden son derece nefret ederler.

"...Müşrikleri dâvet ettiğiniz (İslam-Tevhid) çok zorlarına gider..."

(Şura-13)

 Fakat vahiy ehli muvahhidler, müşriklerle kaba kuvvet ve zorlama ile değil,  Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve hikmet ile mücadele ederler.

Muvahhidler, hiçbir zaman zorlama, şiddet ve baskı ile Kur'an'ı ve İslam'ı kabul ettirmeye çalışmazlar. 

Uydurma din mensuplarının anlayamadığı şey, neyin doğru, neyin yanlış, neyin hak ve neyin  batıl  olduğunu, muhaddis ve müctehidlerinin rivayet ve içtihatları değil, sadece ve sadece  Allah'ın irade ve hükmünün indirilen vahiy ile tecelli edeceğidir.

"Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde şüphe edicilerden olmayasın"

(Bakara-147)

"İşte O, sizin gerçek olan Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl  sapıklığa döndürülüyorsunuz?

(Yunus- 32)

 Aslında ataların şirk dinine mensup mezhepçilerin Kur'an ehli muvahhidlere  karşı gelmelerinin arkasında Kur'an'ı itibarsızlaştırma vardır.

 Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri uydurma dinlerini hayatlarına ve  ahlaklarına  o derece hakim kılmışlar ki, onlardan birine ne kadar âyet okumuş olsak da  şüpheyle karşılıyorlar.

Fakat ne kadar absürt ve ahmakça da olsa her hangi bir rivayete kesin doğruymuş gibi yaklaşıyorlar.

Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an kabul etmez cahilleri, çıkar ve menfaatleri için yaptıklarını ümmi insanları aldatarak din ve iman diye sattılar.

Günümüz ehli sünnet ileri gelenlerinin  inancı :

 NURETTİN YILDIZ:

 "Kardeşler! Elimizde bizim liste var, Sahih-i Buhari demek, Kur'an'dan sonra en güvenilir kitap demek, Müslim o demektir.

 Bu iki kitab-ı tartışmayız ! Tartışanla selam  kesebiliriz.

 Bir sakıncası yoktur.

 Tekrar ediyorum anlaşılsın diye, selam kesebilirim.

 Kafirdir demem! ama istemem melekler benim onunla çay içtiğimi! görmesini istemem.

 Çaydan dolayı başım belaya girmesin kıyamet günü isterim!

 CÜBBELİ AHMET: 

"Kur'an bana yeter diyor, bunların hepsi tâbi  itikadi bozuk adamlar!

 Kur'an bana yeter diyen kafir olur!

 Çünkü hadisi inkar eden kafir olur!

 Sünnet Kur'an ile sabittir! Kur'an bizi sünnete havale ediyor!

 Onun için kafir olur"

F GÜLEN

"Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı"

 İHSAN ŞENOCAK

"Oynama Buhariyle, oynama Müslim ile, Buhari  çökerse İslam çöker,  Müslüm çökünce İslam çöker"

SAİD NURSİ

Milyonlarca insanın ilâh ve Rab olarak gördüğü Said Nursi son derece Kur'an ve Resul cahili bir adamdır.

Diyor ki, 

"Ben sekiz dokuz yaşındayken cevizim bile kaybolsa "ya Gavs-ı Geylani" derdim.

"Ya şeyh!  Sana bir Fatiha, sen benim şu şeyimi buldur" derdim, şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hz. şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir"

 (Sikke-i Tasdik-i Gaybi,  Sözler Neşriyat, sayfa 120)

"Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselam) namaz kılarken hırçın bir çocuk namazını kat'edip(kesip önünden )

geçtiğinden, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) Allah'ım! onun eserini (izini, zürriyetini, ayağını) kes demiş, ondan sonra çocuk daha yürüyememiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş"

( Risale'i Nur Külliyatı, Mektubat 19 mektup, mucizatı Ahmediye, sayfa 130)

Halbuki Nebi  (a.s)  arkadaşları tarafından kendisine yapılan bir çok olumsuz tavra karşı utancından ve yüksek ahlakından dolayı ses çıkarmamış, Allah tarafından onları ikaz eden âyetler inmiştir.

 EBUBEKİR SİFİL

"Aleyhissalâtu vesselam efendimiz bir kere şunu çok net olarak ifade edelim.

 Aleyhissalâtu vesselam efendimiz herhangi bir ölümlü gibi bu dünya ile bağlantısı kesilmiş bir peygamber değil, yani buyuruyor ki:

 "Mesela bana sık salâtü selam getirin,  yeryüzünde Allahu Teala'nın dolaşan melekleri vardır.

 O melekler her kim bana salatü selam getirdiğinde, onu alır ve bana getirirler.

 Bana ruhum iade edilir ve ben de ona selamına mukabele ederim.

 Gene bizzat kendi ifadesi  "Peygamberlerin bedenlerini Allah toprağa haram kılmıştır" Peygamberlerin bedeni çürümez!

 Kur'an'ı Kerim'de şehitler için "onlara ölü demeyin" diridirler.

 "Siz hissedemezsiniz" buyuruyor.

 Peygamberler için bu evveliyetle böyledir. Şehitler diriyse, ölmediyse, peygamberler evveliyetle  diridir.

 Dolayısıyla peygamber (aleyhissalâtu vesselam)  efendimizin biz onu dilimizde ruhaniyeti diyoruz, ama (aleyhissalâtu vesselam) efendimizin bizâtihi hayat sahibi olduğu çok aşikar, çok çok açık.

 Dolayısıyla ona getirilen her salâtü selama mukabele ediyor,

amellerimiz ona arz ediliyor! bundan ya hoşnut oluyor ya hüzünleniyor.

Dolayısıyla onunla irtibatımızın birtakım perdelerin arkasına gömülmüş, böyle sanal, efendim çok hayali bir şey düşünmeyelim.

 Son derece çok canlı,

kalbi bir münasebet  kurulmalı (aleyhissalâtu vesselam)  efendimizle   onu rehberliğinde o zaman hayatımızda kendiliğinden ortaya çıkacaktır"

Ebubekir Sifil'in başka bir konuşması:

"İsterse beş yüz (500) tane ayet okusun, bir kimse size gelip Kur'an'da şu yoktur, veya Kur'an'da şu vardır, iddaasına isterse beş yüz  (500) âyet getirsin.

 Eğer Sünnette  selefte bir dayanağı  yoksa,  sünnetin ve selefin tasdikinden geçmiyorsa, biz buna bid'at hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz"

Halbuki asıl bid'at, hurafe, küfür, şirk ve cehalet  din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen şeylerdir.

Cübbeli Ahmet 

"Hz Ömer efendimiz kabre İner inmez hemen

 Münker- Nekir geldiler.

 "Rabbin kim? dediler.

  O da hemen dedi ki:

  Ben size sorayım:

Nereden geldiniz?

Hz Ömer, durun bakayım! dedi.

 Siz nereden geldiniz?

 Arş'tan geldik, Arş neresi ?

E dedi ki, siz arştan geldiniz Rabbinizi unutmadınız!

 Ben bir  metre yerden geldim gömüldüm, ben niye unutayım Rabbimi, bana soruyorsunuz.

 Bir de ondan sonra ne kopardı?

 Dedi ki, meleklere bir daha bu Muhammed ümmetinden kabre girenlerin hiçbirine öyle korkutucu manzara ile sert gelmeyeceksiniz bir daha, diye meleklere bir ültimatom verdi.

 Adam olursan Melekler seni dinler!

 Böyle dostların çok işleri var!

 MAHMUT USTAOSMANOĞLU

 "Mevla Teala ziyade genişlik sahibidir.

 Ama bu, bizim bildiğimiz genişlik değildir.

 O'na mahsus genişliktir.

 Ziyade bilicidir.

İsteyen o, istenilen o, bilen o,  bilinen o, şahit o, meşhut o, akıl ermez bu işlere.

 "Namaz kıldık" diyoruz.

 Ama asıl namazın hakikatini Mevla Teala'nın kıldığı namazın sureti oluyor.

 Mevla Teala gibi kim kılabilir?

 Asıl kendisine layık olan namazı kendisi kılıyor. Mevla Teâla hakkıyla kılıyor, ya biz!

 Çok dikkat ederek namaz kılsak, ancak Mevla Teala'nın  kıldığı namazın süretini kılmış oluruz. Demek ki zat-ı pâkı süphaniye hem abid, hem mâbud,  hem zakir, hem mezkur.

Yani hem ibadet ediyor, hem ibadet olunuyor, hem zikrediyor, hem de zikr olunuyor"

( Ahıska Yayınları, 1 baskı, İstanbul 2012, Mahmut Efendi sohbetler 6. Cilt,  sayfa 109)

 MESUT ÖZDEMİR

SORU:

Hocam! namazlarımı kılıyorum, ancak Kur'an okumayı bilmiyorum.

 Ama her akşam eve geldiğimde Türkçe mealinden okuyorum.

 Bunun sevabı,  veya sakıncası var mıdır?

 CEVAP:

"Türkçe mealdan okumanın sevabı illaki var, sonuçta Kur'an'ı Kerim'in mealini okuyorsun. Ama meal'den  hiçbir şey anlamazsın onu da söyleyeyim.

 Yani meal'den hiç kimse bir şey anlamaz! Mesela: Ben sana bir meal söyleyeyim.

 Mesela: Ne diyor âyeti kerimede mevlamız.

"Oruç sizin üzerinizde yazıldı"

Ne demek bu? Mealde böyle, "kütibe aleykümüssiyému " "oruç sizin üzerinize yazıldı" Nasıl yazıldı yani! kalem alıp üzerimize oruç mu yazılar.

 Türkçesi bu, ama manası bu değil, oruç size farz kılındı.

 "Kütibe" "furize" manasında,  yani farz kılındı manasında.

 Bunu da ancak tefsirden çözebilir.

 Bu kardeşimiz gene meal okumaya veya tefsirli mealler var, onları okumaya devam etsin.

Ama şunu söyleyelim.

 Kur'an'ın Arapçasından yani aslından bir sayfa okumak,

Türkçeyi hatim  etmekten belki 10   kere, 20 kere hatim etmekten daha sevaptır. 

Yani kekeleye kekeleye böyle

"kü-ti-be" böyle  kekeleye kekeleye okusun  bir sayfayı bir  saatte okusun  ama o bir saatte okuyacağı bir  cüz Türkçe meali'den çok çok daha sevaptır.

 Niye sevaptır?

 Çünkü bu Allah'ın kelamıdır.

 Bir kimse Kur'an okurken, okuduktan sonra, "ben Allah'la konuştum" diye yemin etse, yemin kefareti ödemek zorunda değildir.

 Çünkü onun içindeki gizli manaları biz Türkçede açığa çıkaramayız.

 Eğer Türkçe okumakla  iş yerine gelmiş olsaydı,  o zaman namazı da Türkçe kılardık, ezanı da Türkçe okurduk

 O zaman ne olurdu?

 Herkes bunu anlasın derdik.

 Ama öyle değil, bir  Fatihayı Türkçe okumanın manası yedi ayet, yedi sıra yapmaz.

 Ama Fatiha'nın manası yedi sıra değil ki, develer yükü  kitaplar Fatiha'nın manasını almıyor!

 Onun için Arapça okuduğun zaman Mevlanın  kasdettiği bütün manayı  söylemiş olursun.  Ama Türkçe'yi okuduğu zaman sadece onu tefsir  eden kişinin ondan ne anlamış olduğunu,  ne söylemiş olduğunu öğrenmiş olursun"

 PARALEL DİN

 (33. YAZI)

"İnsanlık tarihinde  insanlar için en tehlikeli şey uydurma dindir demiştik"

Uydurma paralel din, Allah'ın indirdiği hakikî, hidayet, rahmet ve kurtuluş olan din ile savaş halinde olmuştur.

Ve bu uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık ve zehir dolu paralel din maalesef büyük çoğunluk tarafından ölesiye benimsenmiştir.

Paralel dinin sermayesi ve finansmanı  devlet adamları,

sultanlar, krallar, padişahlar tarafından,  fikir ve ideolojisi ise alçak din bilginleri tarafından sağlanır.

Mesela, Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik

(Diyanet, Cemaatlar, Tarikatlar, Süleymancılık, Nurculuk vb. )

 Allah'ın indirdiği Tevhid akidesine karşı kurulmuş paralel dinler grubuna girerler.

Çünkü meşruiyetini Allah'ın kitabından almayan her inanç, fikir, ideoloji,dini  yapılanma kesinlikle paralel din sayılır.

Hatta yalan ve hurafelerde Sünnilik ve Şiilik Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha bozuk  paralel din olarak İslam'a ve Müslümanlarlara  en büyük hüsranı yaşatmışlardır.

Allah Resulü'nden hemen sonra günümüze kadar var olan ve kurulan devletlerin (Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlı Devleti) hiçbiri Kur'an'ı anlamayı ve tevhid sistemini gündemine almamıştır.

Hepsi uydurulmuş Emevi Abbasi paralel dinini  tavizsiz olarak korumaya çalışmışlardır.

Bu paralel dine karşı çıkan Kur'an ehli muvahhidler itham edilmekte, sapık, mezhepsiz, dinsiz, imansız, mason ve ajan olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

MESELA, Türkiye Cumhuriyeti Devletin'i yıkmaya ve yerine mehdiyet rejimi kurmaya  çalışan paralel yapı bir Ehl-i Sünnet dininin  fanatiğidir. 

Devlete karşı kurulan paralel yapı herkes tarafından kınanırken,  Allah'ın dinine karşı oluşturulan Şiilik ve Sünnilik paralel din yapılanmaları hiçbir zaman gündeme alınmamaktadır.

Kur'an'a göre asıl tehlikeli olan ve yok edilmesi  gereken bu tür paralel din yapılardır 

"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir?

Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

 Çünkü Rabbi ona Müslüman ol, demiş, o da:

Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti.

 Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da,

" Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti. O halde sadece Müslümanlar ( Muvahhidler) olarak ölünüz (dediler).

"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?

 O zaman (Ya'kub) oğullarına: Bendensonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.

 Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"

(Bakara, 130, 131, 132, 133)

Ehli Sünnet ve Şia'nın bir çok cemaatinde bugün Allah'ın kitabı yerine kendi önderlerine,

Cemaat liderlerine, Tarikat Şeyhlerine ait kitaplar baş tacı edilmekte, onlardan başka

 kaynak ve hidayet yolu kabul edilmemekte ve sadece bu kitaplar okunmaktadır. 

Bazılarının yanında Kur'an olsa da çoğu zaman O'ndan bir şeyler öğrenmek amacıyla değil sevap amaçlı teberrüken istifade edilmek için okunmaktadır.

 Allah'ın kitabına baktığımızda yüzlerce âyette başka hiçbir kaynak kabul edilmemekte ve sadece Kur'an'a bağlı kalmak emredilmektedir.

Mübin kitabımız, bir çok âyatte yüce  Allah ile kulları arasında şefaatçi ilahlar, gavslar, evliyalar, şeyhler, efendiler ve rabler edinmeyi şiddetle yasaklmatadır.

Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.

"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim.

 Bana ilahınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık (tevhid) üzerinde müstakim olun.

Ondan bağışlanma dileyin.

Müşriklere yazıklar olsun"

(Fussilet, 6)

"(Ey müşrikler! )Allah ile beraber kulluk ettikleriniz sizler gibi (aciz) kullardır.

(Onların ilahlar ve evliyalar oldukları hakkında iddianızda) doğru iseniz, onları (yardıma) çağırın da sizeyardım etsinler"

(Â'raf, 194)

Dolayısıyla Kur'an, Allah ile kulları arasında tevhid sistemini yani isim ve sıfatlarında kim olursa olsun herhangi bir yaratığın Allah'a ortak yapılmamasını esas ve hayati ilke olarak ortaya koyar.

Aslında Allah tarafından indirilen kitapların ve gönderilen Elçilerin geliş amacı, temel ilkesi ve kanunu bu olduğu bilinmektedir.

"(Ey RESUL! ) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona: "Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"

( Enbiya, 25)

"(Ey Nebi ! ) Şüphesiz sana da senden önce öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükreden (Muvahhidlerden) ol"

(Zümer, 65, 66)

24 Kasım 2020 Salı

 PARALEL DİN

 (31.YAZI)

Allah'ın tevhid dini zamanla tahrif edildikten sonra paralel din adamlarının kurdukları anonim şirk dinine bir kutsallık zinciri ihdas edildi.

 Uydurdukları bu kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta,

kutsal ve mukaddes, masum ve hatasız kabul ettikleri mezhep  imamlarının görüşlerini, içtihatlarını, bu âlimlerin! koydukları kuralları taklit  etmeyenleri haktan! sapanlar olarak göstermişlerdir. 

 Uydurma din eğitiminin ilk doğurduğu şey Kur'an'sız ve ilimsiz   paralel dindir.

 KUR'AN'SIZ PARALEL DİN:

Milleti aldatmak ve etkilemek için kaynağının Allah'tan olduğu algısı yapılan,  esasında ise Kur'an cahili akılsızların oluşturduğu hurafe bir dindir.

Yüce  Allah, insanların dini algılarını yarattığı kainat kitabının ve indirdiği Kur'an âyetlerinden beslenmesini ısrarla vurgulamaktadır.

"Göklerde ve yerde olanlar, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Ehli sünnet, Şia), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?

Halbuki O'na döndürüleceklerdir"

(Âli İmran- 83)

 Yani Allah sizi indirdiği dinden ve gönderdiği kitaptan sorumlu tutacaktır.

Dolayısıyla her akıllı insan dinini, yâni yolunu ve hidayetini

  Allah'tan öğrenmeli ve onun vazgeçilmez öğretmeni sadece Allah olmalıdır.

Çünkü Elçilerin öğretmeni Allah'tır.

"Allah'ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler.

Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini ÖĞRETMİŞTİR.

Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur"

(Nisa- 113)

Rahman ve Rahim olan Allah, gönderdiği kitaplarda olaylardan ve kavimlerden  bahsetmesi, insanların tarihsel  bakışlarını evrenselliğe  dönüştürmek içindir.

Çünkü insanların her dönemde yaptıkları, bir sonraki dönemin ya  aynısı ya da benzeri olarak tekrar edilir.

Bu yüzden yüce Allah,  eski kavimler döneminde ilahlaştırılan din adamlarının  kadim tarihte kalmadığını ve çağımızda da her zaman ve zeminde  onlarla karşılaşacağımızı göz önünde bulundurmamızı istiyor.

 Kur'an'ın terkedilmesi uydurma rivayetlerin hayata hakim olması neticesinde,

 mezheplerin kurumsallaşmasıyla Şia ve Ehl-i Sünnet arasında sonu gelmeyen sosyal ve siyasal fitneler  baş göstermiştir.

Ehl-i Sünnet ve Şia, kendi elleriyle  hanif dini tahrif ederek Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünü  parçalamaları nedeniyle Yahudi ve Hristiyanlar'dan hatta putperestlerin ilâhlarına  verdiği yetkilerden daha fazlasını âlimlerine  vermeye başladılar.

Kur'an bu ahlakı deşifre ettiği gibi, Allah'ın yanında, berisinde, altında  birer rab ve ilah konumuna sokulanları da haber vermiştir. 

"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını) :

(Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.

Halbuki onlara bir tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu.

Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştuklarından münezzehtir"

(Tevbe- 31)

 Böylece herkes kendi mezhebini  ve bilginlerini kutsamaya ve yüceltmeye  başlamış, onlarla ilgili uydurma rivayetlerle sahte deliller üretmeye  çalışmıştır.

 Bütün bunlarla birlikte Allah'ın yanısıra Allah adına konuşanlar,

 haram ve helal uyduranlar,   Allah'ın dininin  yanısıra ümmilere din dayatanlar, hatta  Allah'ın kitabının yanı sıra "Bana da yazdırıldı" diye kitap yazanlar, uydurma  din  ve hüküm ortaya  koyanlar çıkmış oldu.

 Tüm bunlar, adını şimdi koyduğumuz fakat tarih boyunca her zaman var olan Paralel Dinin şubeleridir. 

Aslında tarihe baktığımızda ümmi insanların mezhep bilginlerinden daha masum ve daha namuslu olduklarını görüyoruz.

Çünkü ümmilerin Allah ile aldatma ve dini rant yapma gibi kahredici bir günahlarının olmadığına şahit oluyoruz.

Bundan dolayı Kur'an, ilim adamlarını "kitap yüklü eşekler"( Cuma-5) ve "dilini sarkıtıp soluyan  köpekler"( Âraf-176) olarak damgalamıştır.

 ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI

(16. YAZI)

Ehl-i Sünnet âlimine göre "kabak sevmiyorum" diyenin  cezası ölümdür.

Cübbeli anlatıyor.

"Harun Reşid'in sofrasında davet var iken, imam-ı  Ebu Yusuf(Hanefi mezhebinin müctehid imam-ı ) efendimiz oradaydı.

 Kâdı'l Kudât (kadıların kadısı) orada ulemadan (âlimlerden) birisine  kabak ikram edildi.

 Bu balkabağı, tatlı kabağı değil, o şeyler var ya, yemek yaptığımız kabaklar, uzun böyle, ince uzun, orada bulunanladan birisi dedi ki: "Resulullah (s.a.v) bu kabak yemeğini çok severdi"

 Orada "kibirli" birisi kalkıp demesin mi ki, "Bende hiç sevmem"

Hiiii! buz kesti ortalık.

Bütün meclis halifenin huzurunda, bütün ulama, meşâyih var, dondu herkes, kanı dondu!

 İmam-ı Ebu Yusuf hemen dedi ki:

 "Tevbe etmezsen dedi,  vur kellesini!

 (Adam) ne oluyor yahu,  ben dedi.

Ne dedim?

 Ne yaptım?

 Adam mı öldürdük falan.

  Kabak sevmek imanın şartı mıydı?

 Ben bilmiyordum falan filan.

(İmam-ı Ebu Yusuf) sus dedi.

 Burada sen bunu bilmeseydin bu hadisi, şemayildeki (Allah Resulünün vücudunun ve hareketlerinin nasıl olduğunu  anlatan hurafe eserler)  bu hadisi, konu değildi.

 Orada âlimin birisi rivayet yapıyor.

 Sahih rivayat, Rasulullah (s.a.v) kabağı severdi! Sen bunu yemeye bilirsin, içinden, isteğin, iştahın gelmeyebilir.

 Ama ben sevmem.

 Ne oldu bunu eklediğin zaman birbirine  cümleleri!

"Resulullah'ın sevdiğini ben sevmem" demek oldu.

 Resulullah'ın sevdiğini sen nasıl sevmiyorsun? Hani o sana canından ileriydi!

Haa seviyorum dersin! yemezsin! yemeye bilirsin!

(Yani Cübbeli'ye göre yağcılık ve  yalancılık yaparsın)

Büyük bir spor salonunda binlerce kişinin önünde Cübbeli Ahmed'in anlattığı hikayeye bakar  mısınız?"

 "Efendi Hazretleri ben biraz Buhara'ya çarşıya pazara çıksam çok sıkıldım, izin verir misin? Olur evladım! çıkmış,

O da o makama ermiş ki,  (tekkeden)kovulandan bahsediyoruz, o kovulan direk şimdi nasıl uçaklar, jetler tak uçuşa geçiyor.

 Bir uçmuş müritlerin üzerinden gitmiş Buhara'ya doğru!

 Yani (tekkeden) kovulan adam uçabilen adam haa!

 Demek ki burada uçmak muçmak çok hüner değil.

 Şah ı Nakşibendi Hazretleri hemen bunu anlamış,  doğru müritlerine çıkmış.

 Bir bakmış hepsi böyle,

"yahu kaç senedir bu tarikatta ders yapıyoruz daha hala açamadık!

Adam dün geldi, uçuyor kafamızın üzerinde" bunların bütün feyzi bozuldu.

(Şah-ı Nakşibendi) yahu gelmiş demiş, "içerde biraz huzur üzere bir namaza duracaktım, sizin kalbinizin karıştığını anlayınca zor yetiştim" demiş.

 Evladım bu ne iştir demiş ya!

 Siz nereden aldanıyorsunuz? demiş.

 Bu adamı Ricâlul ğayb

 (tasavvufçuların ilâhları) zaten tardetmiş ( kovmuş)biz buna şefaat ediyoruz da bunu düzeltmeye uğraşıyoruz.

Bunun uçması muçması çok büyük bir makam değil evladım!

 Mühim makam olsa sivrisinek uçmaz evladım demiş yaa!  sinek uçuyor, sivrisinek uçuyor.

 Bunlar hasis (basit) işlerdir  demiş ya!

 Ondan sonra bir daha demiş, o bir daha geliyor! Buhara'dan  yine uçarak geliyor!

O zaman var böyle veliler,  uçuyorlar, geliyorlar, gidiyorlar.

 Şahı Nakşibendi Hazretleri demiş "Bir daha uçamayasın" demiş orada.

 Ondan sonra oda tekkede oturmuş aşağı, öbür müritlerle beraber.

 Yani ne diyorum?

 Kimileri uçarken Şah-ı Nakşibendi Hazretleri de uçanı aşağı indiriyor! (kaddesallahu sırrahu)"

 Bu inanç ve fikirlere sahip olan memleketleri Allah kahreder,  harabeye çevirir.

İşte âyetler.

"Onlara bir zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabb'inin azap emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları İlahları onları hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı.

 Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir)

Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir.

 İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır.

 O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün bütün mahlukatın hazır bulunduğu bir gündür"

(Hud--101,102,103)

Yüce Allah memleketleri  yanlış ameller dolayısıyla değil, şirk ve zulüm  yüzünden tarumar eder.

(Hac-31)

Menzil uydurma gavs'ının Semerkand tv'de  tasavvuf müziği eşliğinde Serdar Tuncer'in anlattığı alçak bir şirk sapıklığı:

"AHIRI MELEKLERE TEMİZLETTİRMEK"

Serdar Tuncer diyor ki:

"Yüce Nakşibendi yolunun önemli amellerinden biri de hizmettir.

(Tarikatta hizmet: Şeyh adlı tağuta kölelik yapmaktır)

 "Hizmet, müridin kendini yetiştirmesinde ve manevi olarak yükselmesinde en önemli basamaktır.

 Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri geceleri sofiler uyuduktan sonra  lavaboları temizleyerek, Seyyid Abdulhakim El Hüseyni de hizmet yapmak maksadıyla Şah-ı hazne'nin

 (Şeyh Ahmet el- Haznevi, Tekkesi Suriye'de tel- Ma'ruftadır )

 sürüsünün ahırında tezekleri bir taraftan öbür tarafa atarak bu yolda ilerlemişler ve benliği  yıkmışlardır.

 Seyyid Abdulhakim Hazretleri El- Hüseyni Hazretleri bir gün müritlerinden ahırın önündeki samanları ahırın üstüne atmalarını ister.

 Sofiler samanları ahırın üstüne atarken, içlerinden birisi

"mübarek bize niye hizmet  ettiriyor ki" diye içinden geçirir.

 O esnada mübarek gavs gelir ve sofiler!

"Çok yoruldunuz, isterseniz bir çay molası verin, hem dinlenmiş olursunuz" buyurur.

 Çay içme esnasında içinden bunları geçiren sofi'nin kalp gözü açılır ve samanları meleklerin taşıdığını görür!

 Gavs (kuddise sırruhu) buyurur.

"Sofi gördün mü?

 "Biz istersek  Allah'ın izniyle bu işi meleklere bile yaptırırız, ancak istiyoruz ki sofiler kazansın"

Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.

"Müşriklere de ki: Allah'tan başka ilâh saydığınız şeyleri çağırın.  Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler.  Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur"

(Sebe- 22)

İsmailağa tarikatının müridi   Muhammed Fatih Osmanoğlu anlatıyor.  

"Bununla alakalı size bir sır daha vereyim!

 Ben çok gidiyorum, gittiğim zaman da paylaşıyorum' insanlar gitsin diye.

Akbaba Hazretleri var (kuddise sırruhu) nerede yatıyor?

"Kuddise sırruhu veya kaddasallâhu sirrahu" ne demektir?

Aslında Allah elçilerinin kavimleri gibi, bu sapık müşrikler de şeyhlerine "Allah" diyecekler, fakat Kur'an'dan ve muvahhidlerden  çekindikleri için "gavs, insanı kamil,

hakikatı Muhammediye, kuddise sırruhu ve kaddasallâhu sirrahu"

gibi kavramları  kullanarak takiyye yapmaktadırlar.

Devamında diyor ki,

 "Beykoz'da yatıyor, Beykoz'da Akbaba Köyü vardır.

 Nakşi büyüklerinden Akbaba Hazretleri orada yatıyor.

 Efendi hazretleri

(Mahmut Ustaosmanoğlu) bununla alakalı çok ciddi hikayeleri var.

 Akbaba Hazretleri Fatih döneminde yaşadı halbuki.

 Ama diyor ki, zaman zaman tıbbi noktada fiziki şartlarla  yaşamış olduğu bazı sıkıntılar olmuştu Efendi Hazretlerinin

 (Mahmut Ustaosmanoğlu) ameliyatlar geçirmişti.

Dediklerine göre, diyor ki kendileri, "Ameliyatımıza Akbaba Hazretleri teşrif ettiler" diyor.

 Gelmiş manevi doktorluk yapmış.

 Ve derdi ki: Ha şimdi kabre gidip de istimdat istemeyi inkâr edenler var.

 Olur mu?

 Bal gibi olur!

 Öyle bir olur ki, sen yaşayanlardan istiyorsun! yaşayan insanlar ile ölüler arasında fark ne? Onları  sen vesile  kılıyorsun da,  insanın nefsi insandan ayrılınca,

 insanın  istidadı ve ruhsal kabiliyeti daha çok artar halbuki!

 Derler ki, mesela: Bir veli yaşarken kınına sokulmuş kılıç gibidir.

O kılıç keser mi? Vurursun adama,  en fazla bayıltırsın!

 Ama bu kılıcı kınından ayırırsan, adamın boğazına dayarsan, adamı ikiye bölersin kağıt gibi.

 İşte diyor veli de vefat ettiği zaman nefis ayrılıyor ya bedenden, nefis geberip gidiyor!

Ruh  devam ediyor onunla!

 Dolayısıyla diyor, o insanın tasarrufu yaşamındaki tasarundan çok daha kaliteli olabilir"

Gerçekten de tasavvuf ve tarikat mensupları yardım etmede ve cezalandırmada ölü şeyhlerin  yaşayanlardan daha etkili olduklarına inanırlar. 

Bu Kur'an düşmanı müşriklere bir âyet ile cevap verelim. 

"Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını onun bilmesi yeter"

(Furkan-58)

 PARALEL DİN

 (32. YAZI)

 İnsanlara  Allah tarafından indirilen orijinal ve organik din öğretilmediği takdirde din korkunç bir silaha dönüşür.

Belki de insanlık tarihinde paralel din kadar tehlikeli bir silah icad edilmemiştir.

Çünkü yüzyıllar boyunca nesillerin hayatını etkiler, onları uyuşturur, güzel ahlak, gelişme  ve medeniyet için onlara yol vermez.

Bundan dolayı bizim tarihimizde mezhepleri, tarikatları,  Kur'an dışı inançları din diye sunan cemaatler tâbiilerine, müritlerine ve müntesiplerine din öğretirken

"Sen nasıl düşünüyorsun?

 neye inanıyorsun?

fikrin nedir?

Sorguluyor musun? diye söylemezler.

"Sen böyle inanmalı, fikrin ve inancın böyle olmalı,

hak budur ve bundan başka hak yoktur" diyerek paralel bir din empoze etmişlerdir.

Bu aldatma ve şartlandırma metodu ile  Allah'ın gönderdiği din yerine kendi uydurdukları dinin öğretilerine göre yeni iman şartları ve ameli esaslar oluşturmuşlardır.

İşte bundan dolayı yüce Allah, sürekli olarak ataların dinine karşı, insanlığı hak dine  davet ediyor.

"Hak ve hakikat, Rabbinden gelendir.

Öyle ise sakın şüphe edenlerden olma"

(Âli İmran-60)

",,,Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur"

(Bakara- 12)

"Onlara (ataların dinine uyan gelenekçilere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, " Hayır!

Bizatalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Peki ya ataları bir şey anlamamış, doğruyuda bulamamış idiyseler"

(Bakara-170)

"(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.

Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir.

Bu yüzden düşünmezler"

( Bakara- 171)

İnsanlık tarihinde kitleleri Allah'ın yolundan saptıranlar ilim! adamlarıdır.

Çünkü uydurma da olsa bir inanç hakkında bilgi sahibi olmayan kişi insanları etkileyip onları bir yola kanalize edemez.

İşte bundan dolayı ataların dininde ısrar eden dünya ve rant peşinde koşan din bilginleridir.

Bu bilginler uzman oldukları paralel  dinin devam etmesinden  yana tavır koyarlar ki, cahil  halk üzerinde  hegemonyaları devam etsin.

Bundan dolayı yüce Allah şöyle buyuruyor.

"Onlardan bir çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür"

(Maide- 62)

"Din adamları ve âlimleri onları, günah olan (şirk) sözleri söylemekten ve haram yemekten alıkoysalardı ya! İşledikleri (hurafe ve yalanlar)ne kötü olmuştur"

(Mâide- 63)

"Ey iman edenler!

(Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları

Allah'ın yolundan saptırırlar.

Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler var ya, işte onlar için elem verici bir azap vardır"

 Yukarıdaki ayetin, "Ey iman edenler!" diyerek  başlaması ilginçtir. Yani bu aşağılık ahlak her zaman ve zeminde devam edecektir.

(Tevbe, 34)

 Yahudi ve Hristiyan ilim adamları Allah'ın kendilerine indirdiği âyetleri dünya  menfaatı karşılığında

 değiştiriyorlar veya kendilerini rahatsız etmeyecek şekilde menfaatleri doğrultusunda  hükmünü değiştirip heva ve arzularına göre yorumluyorladı.

Şu âyet çirkin ahlaklarını  ortaya koymaktadır.

"Allah, kendilerine kitap verilenlerden,

"Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz"

diyerek söz almıştı.

Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalık karşılığında değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"

(Âli İmran, 187)

Bu konuda şu ayetler daha korkunçtur.

"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu,

İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"

(Bakara- 159)

"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir.

Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"

(Bakara- 174)

"Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"

(Bakara- 175)

"O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"

( Bakara-176)

  Yüce Allah Kur'an'ı apaçık ve bir hikmete bağlı olarak hak ile indirdiği halde, din adamları ondaki hükümleri kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda değiştirip ümmeti  içinden çıkılmaz felaketlere sardılar.

22 Kasım 2020 Pazar

 PARALEL DİN

 (30. YAZI)

2-) ABDAL

"Bedel kelimesinin çoğuludur.

 Büyük Resüllerin yerine, onlardan bedel anlamınadır.

"Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir"

( Yani Allah'ın ortaklarıdırlar.  Bu cümle hem şirk hemde küfürdür, zaten bütün müşrikler aynı zamanda kafirdirler.)

"Onlar âlemin  intizam sebebidir.

(Yani bu ilahlar âlemin işlerini düzenler, her şeyi yerli yerine koyarlar, Allah onlara bu işleri havale etmiştir)

 "İnsanların işlerini tanzim ettiklerine İnanılır" "Velilerin  üstün  vasıflı olanlarına "evtad" (Kainatın  direkleri) denir"

" Onların üstünde "revasi" (zirveler ) vardır"

 "Bir felaket zamanında kulların mercii evtad, evtadın mercii de  revasidir"

"Revasi seçkin velilerdir"

 Revasiyi kutub idare eder"

 Bir başka tasnife  göre kutuptan sonra gelen iki kişiye "imâmân-imameyn" denir"

"Bunlardan birine "imamı yemin"(Sağdaki imam)  diğerine "imamı yesar"(Soldaki imam)  adı verilir"

"İmamı yemin kutbun  hükümlerine,  imamı yesar da hakikatine mazhardır"

 "Kutbun yerini imamı yesar alır. Kutup ile iki  imam üçleri oluşturur"

"Bu topluluğun içinde kadınlarda bulunabilir. Abdal, maddelerini mana, nefislerini ruh, mevhum varlıklarını  gerçek varlığa  bedel verdiklerinden bu adı alırlar"

(Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar, Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz)

Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yukarıda geçen bütün sözleri şirk ve küfürdür.

Kur'an'ın dininde zerre kadar değeri olmayan anlamsız ifadelerdir.

Bu inançların küfür ve şirk olduğuna dair iki bin (2000) ayet vardır.

Ama biz hangisini yazalım.

Önemine binaen  sadece iki  ayeti yazıyorum.

"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan Allah mı?

(Yusuf- 39)

"Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimlerden

(Gavs, Şeyh, Efendi, Kutup, Üçler, revasi, nüceba, nukeba, evtad)  başka bir şey değildir.

 Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir.

 Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"

( Yusuf- 40)

Tasavvufçular inançlarını açık olarak ortaya koymazlar.

Çünkü Allah, Kur'anda tevhid akidesine olağanüstü bir değer vermiştir.

Açıktan Kur'an'a aykırı düşmek istemezler.

Dolayısıyla inanç ve dinlerini uydurdukları kelime ve kavramlarla anlatmaya çalışırlar.

Yoksa Kur'an'ın dininde ve lisanında hepsi müşrik ve kafirdir.

Bundan dolayı bütün bu kavramları "ilahlar" ve "rabler" anlamında kullanırlar.

Ümmi insanların nefret ve düşmanlığını kendilerine çekmemek için böyle kelime oyunlarına başvuruyorlar.

Aslında cübbeli Ahmet gibileri "evtad, revasi, gavs ve kutup" kavramlarının "ilah" anlamında kullanıldığını bilirler.

Ve tv ekranlarında bile bunu söylemekten kaçınmazlar.

Cahil müritleri de bu küfür ve şirk kavramları te'vil etmeye çalışırlar.

3-) Kutup:

"Lügatte değirmen taşının iği demektir.

Tasavvuf istilahında en büyük velidir. Bütün ricalin başı, kainatta tasarruf sahibidir" 

(Sayfa, 355)

Hasan Kamil Yılmaz'ın yazdıklarının 

hepsi Allah'ın kitabını inkar, Allah Elçilerinin getirdiği tevhid akidesini reddetme  anlamı taşıyor.

HALBUKİ KAİNATTA TEK TASARRUF SAHİBİ ALLAH'TIR:

Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.

"Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse (bunu da geri alacak yoktur)

Şüphesiz O her şeye kâdirdir"

"O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır"

(En'am- 17, 18)

Bu konu ile alakalı âyetler çoktur.

Yani bırakın falanın filanın kainatta tasarruf sahibi olmasını, her kim

"Muhammed ( Aleyhisselam) İbrahim, İsmail, İshak, Yakub, Musa, İsa Mesih ( Aleyhimusselam) kainatta tasarruf sahibidir" derse,  Kur'an'a göre kesinlikle kâfir ve müşrik  olur.

Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia âlimleri! Kur'andan yüz çevirmişlerdir, Kur'an'ı tek başına terketmişlerdir.

Uydurma rivayetler yüzünden Allah'ın kitabına ihanet etmişlerdir.

Ah keşke  Allah Elçilerinin tevhid akidesinin önemine gösterdikleri hassasiyetin on binde biri bizde olsaydı.

Maalesef yok,,

 NASIL NURCU OLDUM? 

(2.YAZI) 

1957 de askere çağrıldım.

 Ankara piyade okulunda 4 ay kurs gördüm.

44. dönem olarak eğitime başladım.  Bu döneme katılan öğretmen arkadaşlarla bir araya gelmiştik.  Hepimiz Malatya Akçadağ köy enstitüsünden mezun olmuştuk. Ekseri arkadaşlarım sol fikirlerini  halen devam ettiriyorlardı. 

 Benim Nurcu olduğumu öğrendiklerinde hepsi bana cephe  aldılar. 

Beni gerici ve yobazlıkla itham ettiler.

 Okulumuzun bir mescid-i vardı. 

Arkadaşlarla yatsı namazını mescidde toplu olarak kılardık. Ortasına büyük bir Isparta halı serilmişti.

Bir gün namaz kılmak için mescide girdiğimizde halı yerinde yoktu. Kimin götürdüğünü araştırmaya başladık.

 Neticede anons yaptırmak mecburiyetinde kaldık.

Okul komutanının emri ile o gün dans yapılacak salona alındığını öğrendik.

Okul komutanı heybetli bir kişiydi. Herkesin gözünü korkutmuş.

Onun için okul disiplinli bir hayat yaşıyor.

Aramızda konuştuk.

"Alba'ya  kim gidebilir?" dediler.

"Ben giderim" dedim.

Yanıma bir arkadaş daha alarak albay'ın odasına gidip, askere  yakışır bir selam verdik. 

"Niye geldiniz?" dedi. 

"Albayım, mescidin halısı dans  yapılacak  salona alınmış.

Müsaade ederseniz halıyı almaya geldik" dedim.

"Danstan sonra gönderirim" dedi. "Albayım, namaz kılınan halı  ayakkabı ile çiğnenip, üzerine şarap dökülürse, bir daha üzerinde namaz kılınmaz" dedim.

"Teşekkür ederim, ben bunu bilmiyordum" dedi ve emriyle halı tekrar yerine gönderildi. 

(Yıkanıp ve  silinip kılınabilir deseydim, belki de vermeyecekti) Kıtalara dağıtım günü gelmişti. Kuralar çekilmeye başlandı.

 Ben içimden Isparta'ya düşeyim  diye dua ediyordum. 

Torbadan Isparta değil Van çıktı. 

Yine üstadımın (Said Nursi)  senelerce kaldığı şehir çıktı diye gözlerim sevinç yaşları döktü. 

 O gece elbiselerimiz verildi.

Subay olduğumuza kani olduk.

Gece yarısı yedi kişi isimleriyle idareye çağrıldı. 

Elbiseleri soyularak er olarak kıtalarına gönderildi.

Bunlar aşırı solcu militanlardı. 

15 günlük izin müddeti içinde Malatya'ya gelerek çocukları alıp, 1958 Ocak ayı içinde Van'a  hareket ettik. 

Alaya yakın yerde bir ev kiralayarak yerleştik.

 Malatya'dan ayrılırken Van'daki kardeşlerin adreslerini almıştım. 

Bir anda alaya bir nurcu subay gelmiş diye herkes birbirine haber vermiş.

Nurcular aileleriyle  birlikte  ziyaretime geliyorlar. 

Risâle-i Nur'lar yeni harflerle piyasaya sürülmüştü.

Kuralkanlar diye bilinen bir ticarethane, Risâle-i Nur'ları  satışa sunmuştu.

Birkaç gün sonra Sözler kitabını masamın üzerine koydum.

Ben onlardan vazifeye  daha erken gelirdim. 

 Beraber çalıştığımız Kemal isimli  binbaşı kitabın üzerindeki "Bediüzzaman" Said Nursi yazısını görünce "Sen yoksa Nurcu musun?" dedi.

 "Evet" dedim.

 "Derhal bu kitabı buradan kaldır" "Hayır kaldıramam, bu benim dini kitabımdır.

 Akşam eve götürüp,  sabahleyin tekrar getiriyorum" dedim.

İki binbaşı, beni albaya şikayet ettiler. 

 Albay bizzat gelerek kitabı masanın üzerinde görünce şaşkına döndü.  "Bu kitabı bir daha buraya getirme" dedi. 

"Albayım bu benim dini kitabımdır" Boş kaldığım zaman bunu okumak mecburiyetindeyim" dedim. 

"Hayır, bu kitaplar yasak kitaplardır,  askeriye içerisinde okuyamazsın" dedi.

"Bunlar yasak değildir, mahkemelerde beraat etmiştir. Hiçbir  art niyetim yok. Propaganda yapmamak şartıyla kendim okuyorum" deyince Alay kumandanı  bir şey demeden çekip gitti.

O tarihlerde nurcular için sıkı takibat  vardı.

Dersleri gizli olarak evlerde yapıyorlardı.

 Ben bir ay sonra müftü bey'e gittim. Üstadımızın uzun zaman Van'da  kaldığını,  Erek Dağı'nda inzivaya çekildiğini söyledim. 

 Üstadımız bir yandan Van'lı  sayılır. Ben "Nürşin camiinde yatsıdan sonra Risâle'i Nur  okuyabilir miyim?" dedim. 

İçten ve dıştan kapısı olan camiye bitişik eski bir medrese var.

İmama söyle dıştaki kapının anahtarını sana versinler.

Orayı temizleyerek Risâle-i Nur okuyabilirsin" dedi.

Medreseyi kısa zamanda temizleyerek derslere başladık.

Bir ay içinde 100 kişi olduk.

Dersleri resmi elbise ile yapıyorum. Polisler etrafımızda dolaşıp  duruyorlardı. 

Subay olarak resmi elbise ile yaptığım için bize ilişemiyorlar. Şikayetler albaya kadar gidiyorsa da Albay şikayetlere aldırış etmiyor. Ayrıca Pazar günleri çayhanelerde Said Nursi ve Risâle-i Nurları anlatıyorum.

21 Kasım 2020 Cumartesi

 PARALEL DİN

 (29. YAZI)

 15 Temmuz'da darbe yapan Emevi Abbasi  Ehli sünnet dininin fanatiği F Gülen, Kur'an ahlakı ve tevhid akidesi ile hiçbir zaman ilişki kurmadı.

Hurafeci ve uydurmacı Gülen, Allah'ın Kur'an'da bir çok âyette müşrik saydığı velilerden yardım isteme (istimdat )

noktasında Kur'an ehli muvahhidler tarafından  yıllardır  uyarılmasına   rağmen inancında ve  fikirlerinde hiçbir değişiklik yapmadı.

Hatta bu konuda bir adım daha ileri giderek Kur'an'ın  hiçbir âyetinde kaynağı  olmamasına rağmen

 Emevi Abbasi Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarının dinde bir esas yaptığı "beklenen mehdi"

 uydurmasına sarıldı.

Fetö, Said Nursi'den de etkilenerek inancına göre  şekillendirdiği  "kainat imamlığı" olarak isimlendirdiği "mehdiciliği" güç devşirmek için kullandı.

 F Gülen'nin hiç bir zaman inanmadığı, itibar etmediği ve  anlamak istemediği bir kaç Kur'an ilkesi.

1-) Elçilerin görevinin sadece  Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmek olduğunu anlayamadı.

 (F Gülen, Allah tarafından  kendisine ve cemaatine  verilmiş özel bir görev olduğuna  inandı)

2-)Vahyin tebliğ edilmesi karşılığında hiç bir maddi menfaatin elde edilmemesi.

(F Gülen bu ümmetin servetlerini emperyalist güçlerin emrinde  israf etti)

3-) Güç ve kuvvete, devlet ve hükümet adamlarına dayanılmaması.

(F Gülen, neredeyse bütün devlet adamlarıyla flört etti)

4-)Tebliğ ve irşad görevinde açık, net, emin olunması.

 (F Gülen, Kur'an'ın yasaklamış olduğu ne kadar tehlikeli ahlak varsa hepsine bulaştı. (casusluk, ihanet, şantaj, cinayet, ihanet gibi )

5-) Tebliğ ve irşad vazifesinin yalnız Kur'an'dan yapılması.

(F Gülen, Kur'an'dan başka bütün hurafe ve yalanlara iman etti, Kur'an ehli muvahhidleri sapık olarak ilan etti)

6-) Sadece Allah'a dayanıp, Allah'tan başka hiç kimseden şefaat kabul edilmemesi.

(F Gülen, Allah'tan başka tüm sahte  ilahlara ve uydurma Evliyaya kulluk etti, hiç bir zaman Allah'tan korkmadı, Allah'ı aklına getirmedi)

7-) Allah'ın Elçileri ve salih kulları yapmış oldukları  hata ve günahları sebebiyle  sürekli Allah'tan af ve mağfiret dileyerek tevbe ederlerken,

(F Gülen alçağı hiç bir zaman hata ettiğini kabul etmedi, Allah'tan af dilemedi, tevbe kapısını çalmadı)

Yani Allah'ın Elçileri mütevazi, nazik, güzel ahlak sahibi, daima Allah'tan haya eden, ondan ürperen bir yaratılışa sahip idiler.

En ufak bir hatadan dolayı hemen Allah'tan af ve mağfiret dileyerek ona iltica ederlerdi.

F Gülen, bu ümmetin evladını Kur'an'dan ayırarak  yalan ve hurafelerle telef etti,  insan kaynaklarımızı israf etti, nesiller zayi oldu.   

 Kur'an bilmeyen, tevhid akidesinin önemini kavramayan cahil devlet adamları da ona âlet oldular.

Paralel dinlerin içinde Kur'an'ın dini olan  tevhid akidesine en aykırı din tasavvuf dinidir.

Hiç şüphesiz İslam ümmetini tasavvuf kadar  etkileyen, son derece karanlık, kula kulluk olan,  tehlikeli bir din var olmamıştır.

Yüce Allah, Kur'anda ne emretmişse tasavvuf dini müntesiplerine tam aksini inanmayı ve  yapmayı teşvik etmiştir.

İşte bu Allah'sız ve Kur'an düşmanı paralel din  hakkında hiçbir eleştiriye tâbi tutmadan,

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı

Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın  yazdığı baştan sona kadar şirk, uydurma, iftira ve yalan olan

  "Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar" adlı  kitaptan  bazı kavramlara verilen manaları siz değerli arkadaşların dikkatine sunmak istiyorum.

1-)   RICÂLÜ'L GAYB

 "Gayb  erenleri veya bilinmeyen Hakk dostları diyebileceğimiz bu kavram,

tasavvuftaki Allah dostluğunun  gizliliğine dikkat çekmektedir.

 Özellikle Hakim Tirmizi tarafında rivayet edilen bir hadisi şerif, mutasavvıfların

 "Abdâlan" Kutup, Gavs, Evtad"  gibi değişik isimlerle yâd  ettiği gayb  erenlerinin mesnedi sayılmıştır.

"Bu ümmetin içinde "İbrahim" tabiatı üzere kırk, "Musa" tabiatı üzere yedi, "İsa" tabiatı üzere üç,  "Muhammed" (SAV) fıtratı üzere bir  kişi bulunur"(Keşful-hafa, 1,25 (35)

(Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s, 354)

Aslında tasavvuf hulul inancının diğer adıdır.

Tarikatlar hulul

inancının kurumsallaştığı ve hulul inancının en yoğun yaşandığı mekanlardır.

Tarikatlar hulul inancının

özgürce yaşanabilmesi için oluşturulmuş her dinden ve kültürden bir takım inançlar taşıyan itikadi ve ameli kurumlardır.

Tasavvuf ve tarikatlar kendilerini Kur'an'a ve İslama nisbet etmeseler inançlarını tam bir hürriyet içinde yaşamalarının bir mahzuru olmayacaktı.

Kur'an ehli muvahhidleri rahatsız eden şey, muhteşem bir  ilim ve akıl, bir  hikmet ve  tefekkür, bir bağlam ve bütünlük, kısaca olağanüstü bir

 sistemi olan sonsuz bir akıl ve kudret  sahibi tarafından indirilen Kur'an'ın, yobaz, gerici, hurafe, iftira, hezeyan, tevhid dinine yüzde yüz aykırı, ahmaklık dolu, açık akılsızlık ve  karanlık bir  cehalet ve yalan olan bir dine âlet edilmesidir.

Yoksa hangi dine mensup olursa olsun hiç kimse dininden dolayı baskı altına alınamaz.

Kim olursa olsun hiç kimse benimsemediği  bir dini kabul etmeye zorlanamaz.

 ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:

(15. YAZI)

Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil etmesin diye dua ediyorum.

Bazen Cübbeli Ahmet için "İyi ki varsın Cübbeli" diyorum.

Cübbeli Ahmet gibi Kur'an cahilleri olmasaydı, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama hazinesi olan Kur'an'ın ne kadar kıymetli ve değerli olduğunu bilemezdik.

 Aslında sıkı bir şekilde bizi Allah'ın âyetlerine  bağlayan, onun bize anlaşılmasını sağlayan şey, bu Kur'an'sızlara karşı  yaptığımız mücadeledir.

Bu Kur'an cahili  mezhepçilere karşı çetin  mücadele neticesinde, Allah'ın şefkat ve  merhameti, inayet ve bereketi sonuna kadar bize açıldı.

Allah bize acıdı, merhamet ve mağfireti ile Kur'an hazinesinin kapı ve pencereleri sonuna kadar bize aralandı.

Yani ben diyorum ki, aslında bizi Kur'an'a bu kadar yaklaştıran, Resullere  dost ve yoldaş  yapan en önemli etken Allah'ın kitabını  dert edinmemizdir.

"Ey iman edenler! Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir"

( Enfal- 29)

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve elçisine İnanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin, sizi  bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir"

( Hadid- 28)

 Kur'an düşmanları tarafından bize yapılan hakaret ve ithamlar sayesinde Allah'ın rahmet ve mağfireti üzerimize tecelli edecektir.

 Bazen şöyle düşünüyorum.

Acaba  bu Kur'an cahillerine  karşı biraz yumuşak ve  sabırlı mı olsaydık?

 Bir gün tam böyle düşünceler içerisinde iken, fanatik bile  görmediğim bir Nurcu ile sokakta  karşılaştım. 

Bana dedi ki: "Ali hoca "Bediüzzaman" hazretleriyle ilgili ne düşünüyorsun"

 Ben de ona "Bazı fikir ve inançlarından  dolayı eleştiri getiriyorum" dedim.

Tam bir cümle daha söyleyecektim ki, "Bediüzzaman" hazretlerine eleştiri getiriyorsan artık seninle konuşmanın bir faydası yok" dedi.

Tebliğ ve dâvette metodumuz şu olmalı:

Fanatik hurafecilere karşı sert ve acımasız, hakikatı yalın ve açık, tavizsiz ve agresif olarak ortaya koyacağız!

Bu konuda tek önderimiz ve rehberimiz Kur'an'da tevhid mucadelesi anlatılan İbrahim (a.s) ve onun insanlık tarihindeki arkadaşları olacaktır.

 "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için  gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki:

 Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz.  Siz bir tek Allah'a inanıncıya kadar,  sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."

(Mümtehine- 4)

Ümmilere karşı yumuşak ve merhametli, kolay ve  anlayacakları şeylerden başlayarak güzel örnek ve en iyi dâvet yöntemiyle sadece Kur'an'a  çağıracağız.

 SAİD  NURSİ'NİN KUR'AN  CEHALETİ;

 Said Nursi diyor ki;

 Bir gün Ali Bin Ebu Talip "Peygamberimizle" beraber otururken, Cebrail ism-i Azamın yazılı olduğu bir sayfayı  Hz.Ali'nin kucağına bırakıyor.

 Ali Bin Ebi Talib, Cebrail'i gök kuşağı şeklinde gördüm.

Sesini işittim, bu sayfayı ondan aldım, bu isimleri de içinde buldum" diyerek, bir takım olaylardan bahsettikten sonra tahdis-i nimet süretinde diyor ki:

 Dünyanın yaratılmasından kıyamete kadar olan bütün ilimlerin sırlarını bu sayfa sayesinde keşfettim.

 Kim ne  istiyorsa sorsun, sözümden şüphe edenler zelil olsun"

"Metnin orijinali için bakınız: 

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 18. Lem'a, Kaynaklı indeksli Risale'i Nur Külliyatı, Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul. cilt. 2 sayfa. 2078- 2079)

 Halbuki gaybın  sadece Allah tarafından bilindiğine  dair Kur'an'da birçok ayet bulunmaktadır. 

Mesela: 

"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez..."

(En'am- 59)

Mesela: 

"Nuh dedi ki:  Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır"demiyorum, gaybı da bilmem..."

(Hud-31)

Mesela: 

"De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..."

(Neml- 65)

Yüce Allah'ın muhterem elçileri, vahiy sayesinde gaybı bilirler.

"O bütün görülmeyenleri bilir. Gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak (vahiy'le bildirmeyi) dilediği Resul (Min Resulin) bunun dışındadır..."

(Cin- 26, 27)

(Ey Resul!) Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve o hadiseyi  görenlerden de değildin.

Bilakis biz nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti.

Sen, âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen  halkı arasında oturmuş da değilsin, aksine onları sana vahiyle gönderen biziz.

 Musa'ya seslendiğimiz zaman da, sen Tur'un  yanında değildin.  Bilakis, senden önce kendine uyarıcı (Elçi) gelmeyen bir kavmi  uyanman için Rabbinden bir rahmet (olarak orada geçenleri sana vahiy ile bildirdik) ola ki  düşünüp öğüt alsınlar"

(Kasas- 44, 45, 46)

"Ey Resul! işte bunlar sana vahyettiğimiz gayb  haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi akibet  sabredip sakınanlarındır"

(Hud, 49)

Her zaman söylüyoruz.

Biz Şia ve Ehl-i Sünnet'in eserlerine, hadislerine,

ictihadlarına mezheplerine ve sözlerine  zerre kadar itibar etmiyoruz.

 Yani bizim yanımızda onların  sivrisinek kanadı kadar bir değerleri yoktur.

 Ağırlığı olmadığı için havada dönüp dolaşan  bir toz zerresi kadar yanımızda değerleri yoktur.

 Bizi esas ilgilendiren şey, İbrahim (a.s) ın  buyurduğu gibi,  "edlelne kesiran minennes" "insanların bir çoğunu saptırmış olmalarıdır"

(İbrahim- 36) 

 Bu gerçek her zaman göz önünde bulundurulması gerekir.

Televizyonda yaptığı bir konuşmasında cübbeli  aynen şunları söylüyor.

 "Abdulkadir Geylani (kaddasallâhu sirrahu)  odada oturuyor.

Mübarek tavuk yiyormuş, ellerinide böyle yalıyor,  böyle, bismillah tavuk yiyor.

 Tam da kadına denk geldi ya!

 İmtihan ya şimdi!

Olmadı dedi ya, efendi hazretleri! dedi ya. Çocuğum orada açlıktan ölüyor, sen de burada tavuk yiyorsun dedi ya!

 Böyle terbiyesiz insanlar da var, çok terbiyesiz insanlar!"

Beş para etmez bir adama karşı konuşmak terbiyesizlik olurken,  Nebi (a.s) a gelip hakkını arayan ve   mucadele eden kadın mübarek oluyor.  

(Mücadele- 1)

Fakat Cübbeli'ye göre Abdulkadir Geylani ile tartışan ve haklı olarak ona  karşı gelen kadın terbiyesiz oluyor! 

Cübbeli hezeyanlarına şöyle devam ediyor. 

"Mübarek efendi ne yaptı?

 Kemiklere "kum biiznillah" Allah'ın izniyle  kalk, canlan" dedi.

 Tavuk hemen canlandı, kadın bunu görünce şaşırdı.

 Estağfurullah efendi hazretleri dedi:

"Hanım senin çocuğun da bu makama gelsin, istediği kadar tavuk yesin"

( Cübbeli Ahmed'in Kur'an cahili  cemaati burada gülüyor)

 Başka bir konuşmasında şu acayip hikayeleri anlatıyor. 

 "Bir kere arşa  çıkarıldım diyor.

 "Ebu Hasan El- Harakani arşa çıkarıldım diyor!

Tavafa başladım diyor.

 Melekler geri kaldı, ben hızlı tavaf ediyorum!

(Ben bu hurafeleri yazarken çok gülüyorum, çünkü bu hurafeler çocuklara masal gibi geliyor. Hakikaten bu Cübbeli çocuklar için çok güzel "masalcı amca" olabilirdi)

 Bir Melek geldi diyor, işlere bak işlere!

 Hiç bir programda duyamazsınız bunları, hiç bir programda, bilen de yok.

 Dedi ki, meleğin biri: "Sen niye bu kadar hızlı gidiyorsun?

 Biz sana yetişemiyoruz!

 Meleğe dedim ki diyor:

 "Sizde ateş latifesi (özelliği) yok.

 Biz, su, toprak, hava, ateş, dört unsurdan yaratıldık.

 Sizde nurdan yaratıldınız.

 "Hepimizin belli makamı var, onu aşamayız, meleklerin bir programı vardır.

 O programın dışına çıkamazlar, ne arttırabilirler, ne eksiltebilirler.

 Onlar programlanmıştır.

 Biz öyle değiliz, biz de güç var, kuvvet var!

O manevi gücü kullandığımız cihette bize melek bile yetişemez.

 İnsan meleklerden üstündür!

Ne bakımdan üstündür?

 Meleği geçme kabiliyeti var!

 Ama sende de var o kabiliyet,  bende de var. Ama işlettin mi? 

işletmedin mi?

 Beyazıt Bestami işletmiş! Ben işletmemişim.

Ben yere çakılmış kalmışım, ama o göğü  aşmış geçmiş.

Mektubatta İmam-ı Rabbani "Yerin çocuğu diyor.

"Göğün üstüne çıktı" diyor.

 Yerin çocuğu biz.

 Evliyaullah için söylüyor.

"Yerin çocuğu göğün  üstüne çıktı! zamanı da geri bıraktı mekanı da geri bıraktı.

 İşte Muhammed Mustafa (s.a.v)

 İşte Miraç hecesi yaşananlar.

 Cebrail (as)  bile gelemiyor, yanaşamıyor!

 Ha ona varis olanlar, ona tabi olanlar, onun izinden gidenler, onun gibi ererler.

  Ruhani Miraca erişirler.

 Ama bunu Ebu Hasan El Harakani rüyada görmedi ki, açıkça diyor.

"Arşa  götürüldüm tavaf ediyoruz.

Bizde dedim ateş latifesi olduğundan suratlilik var, hızlılık var.

 Onun için melek bana yetişemiyor diyor.

 Bu zat geliyor Ebu Yezid el Bestami'nin mezarından alıyor.

 Bu o kadar yetişmiş ki, o da oradan alıyor tabii. Ondan sonra gök kapılarının açıldığını görüyor! Meleklerinin indiğini görüyor.

 Onlar öyle, senin gibi benim gibi rüya  görmüyorlar ki.

20 Kasım 2020 Cuma

 PARALEL DİN

 (28 . YAZI)

ÇOCUKLARIMIZA TEVHİD AKİDESİNİ MİRAS OLARAK BIRAKMANIN ÖNEMİ:

Kelime-i tevhid cümlesi "LÉ" ile başlar.

"Lé" "hayır" ve "yok" anlamına  gelmektedir. 

Kur'an'ın dininde, "Allah'tan başka her şeyi, herkesi, veya onun yanında, berisinde, altında her türlü otoriteyi reddederek, sadece ve sadece Allah'a kul olmak ve onun emirlerine  teslim olmak"  demektir.

Allah'ın tüm Resellere gönderdiği tevhid dininin aslı budur, sadece Allah'a teslim olmak.

"Lé" ile aramıza müfessirler, müctehidler, mezhep imamları,  gavslar, kutuplar, hahamlar,

papazlar, ilahlar, evliya, şeyhler, efendiler, şefaatçiler edinmek girdiğinde artık "Lé" siz kalırız.

Tevhid akidemiz olan o saf, sâde, temiz, hâlis, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan, organik ve orijinal dinin güzelliğini ve sadeliğini  kaybederiz.

Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin inancı artık bu minval üzerindedir.

Yani Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, muhaddis ve müctehidlerin yani  ilahların ve evliyanın yani şirk dininin esiri olmuş vaziyettedir.

Halbuki yüce Allah'ın  ve Elçilerinin bize en büyük emir ve vasiyeti, inancımızı  ve amelimizi Allah'a özgü kılmak idi.

Çünkü tevhid akidesi sağlam olmayınca Allah, amele de, mâbede de değer vermiyordu.

ALLAH'IN EMİR VE VASİYETİ:

"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na, yaraşır bir şekilde korkun ve ancak müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz"

"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın, ondan ayrılmayın.

Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:

Hani siz

 (Hicretten evvel Medine'de evs ve hazrec kabileleri arasında bulunan kan davası, ve Kıyamet gününe kadar sürecek her türlü ihtilaf )

 birbirinize düşman idiniz de O

 (ALLAH, Kur'an sayesinde) gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti  sayesinde kardeş olmuştunuz.

Yine siz bir ateş (şirk) çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.

İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"

(Âli İmran, 102, 103)

 "İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) olarak seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

Çünkü Rabbi ona: Müslüman (Muvahhid) ol, demiş, o da: Ben sadece Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti"

ALLAH ELÇİLERİNİN EN ÖNEMLİ VASİYETLERİ:

"Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da, " Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti.

O halde sadece Müslümanlar ( Muvahhidler) olarak ölünüz" (dediler)

"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?

O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?

Demişti. Onlar:

 Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"( Bakara, 130, 131, 132, 133)

Ne olur, Allah için, kendimize ve çocuklarımıza  acıyalım, onlara tevhid akidesini miras olarak bırakalım.

Tevhid akidesini çocuklarına miras olarak bırakmayanlar,  mal olarak bıraktıklarına güvenmesinler. 

O mal ahirette onlar için cehennem âteşi olacaktır.

Kendisi tarafından uydurulmuş büyük bir hedef "İslam'ın yeryüzünde hakimiyeti"olunca, F Gülen bu hedefin etrafında kendisine yardım etmeyen halkı "ahmak" olarak nitelendirmesini nasıl anlayabiliriz?

Aynen Diyanet İşleri Başkanlığı gibi Kur'an ve tevhid tanımaz Ehli Sünnet dininin rivayetlerini tek kaynak olarak kabul eden  bir zihniyete sahip olan F Gülen'in,

korkunç bir kin ve nefret,

derin bir ihanet ve öfke, büyük bir gizlilik ve takiyye ile onlarca yıldır inşa ettiği Kur'ansız ve akılsız eğitim merkezli şer  yapılanması,

zehirli  meyvelerini verip devletin en hassas kurumları içinde

kendine bir yol buldukça atomize olmuş cahil ve mankurt kitleler indinde önceleri bir meşruiyet, ardından da tek

kişilik bir otorite  daha sonra  beklenen salih zat inancını yerleştirmeye çalıştı.

Türkiye Cumhuriyeti'nde bulunan baskıcı kemalist yapının ve katı laik yönetimin, (bürokrasi)

 ve benzeri unsurların sıkıştırdığı muhafazakar halk, geleneklerini yaşamak için bir çıkış yolu ararken ortaya çıkan bu yapıyı, sorgulama ihtiyacı bile duymadı.

Din adına kan döken ve terör estiren örgütler yanında "hizmet hareketi,

altın nesil, muhabbet fedaileri, adanmış ruhlar, ışık süvarileri"

kavramları mutedil, suya sabuna dokunmayan söylem ve yaklaşımlarla kısa sürede önemli bir mesafe aldı.

Dindar, muhafazakar, milliyetçi, alnı secde edenlerin başını çektiği oluşumun eğitim üzerinden tüm dünyada varlık oluşturabilmesi Kur'an anlamaz,

tevhid bilmez devlet adamlarının ve ümmi halkın  gözünü kamaştırıyordu.

İslam ve Müslüman düşmanı zalim ve emperyalist ABD tarafından önü sürekli olarak açılan bu karanlık yapının 170 ülkede derinden  teşkilatlanması aslında hafife alınacak normal bir olay değildi.

Çünkü bu ülkelerin çoğunda devlet protokolüne yakın şekilde karşılanan hareketin yapısını , menşeini, kaynaklarını,

inançlarını ele almak ancak  çeşitli bilgi ve belgeler üzerinde yapılabilirdi.

 ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:

(14. YAZI)

 Kur'an ehli muvahhidler sosyal medya  üzerinden seslerini geniş kitlelere ulaştırdıkça uydurma dinin mensuplarında panik başladı.

Bakın Cübbeli Ahmet uydurma şirk dini için nasıl bir endişe içine girmiş,

diyor ki,

"Ne kadar gözü kör adamız ya!

 Göz göre göre dinimizi değiştirecekler, çıt  çıkaran da yok.

Ondan sonra Allah veriyor zammı, veriyor enflasyonu, devalüasyonu, kimsenin bir şey anladığı yok.

 Niye oluyor? Trump yapıyor!

 Ne Trump yapıyor!

 Senin nefsin yapıyor nefsin, Trump Allah'ın tokadı!

Kafiri zalime musallat ederim buyuruyor!

Sen zalim olursan, kendi nefsine yazık edersen, cemaate gitmezsen, camileri terkedersen, haramları  işlersen,

 tevbe'i nasuh etmezsen, diz boyu haramları, günahları bu kadar arttırırsan,  ondan sonra bir de  dine el atıp ilahiyatçıların vasıtasıyla kader yok, şu yok, bu yok!

Mekteplerde bunu çoluk çocuğu okutursan ilahiyatta bilmem nerede!

 Ondan sonra doğruyu konuşan birkaç hoca kalmış.

 İhsan (Şenocak)  Hoca gibi adamları görevden alırsın,  susturursun, oturun  aşağıya doğru konuşmayın.

E bereketimiz ne oldu?

 Ben mi yaptım?

 Ben yapmadım!

 Birileri sebep oldu bu belalara, tevbe etmeleri icab ediyor.

 Aksi takdirde gidişat kısa zaman içinde görüleceği üzere... biz bunların hepsini on  sene önce söyledik.

 Keşke çıkmasaydı.

 E şimdi de bu dine müdahale, Ehl-i Sünnet'e müdahale,

Ehl-i Sünnet alimlerine müdahale, Ehli Sünnet alimlerini hor hörme, hakir tutma.

Kaderi inkar eden, dinde reform, yenileme isteyen ilahiyatçılara yol verme büyük belalar getiriyor.

 Ve bu belalar bu memleketi yakacak kadar büyüktür.

 Bu tehlikeyi öngörüyorum ve size de  haber veriyorum!

Ne olduk da demeyin, daha beterini de Allah muhafaza bekleyin!

 Ancak tevbe edeceğiz, elimizden geldiği kadar tebliğ edeceğiz!

 Bu sohbetleri ulaştıracağız.

Para istemiyoruz! pul istemiyoruz!

 Her yere tebliğ, mesajla, linkle, WhatsApp ile her yere ulaştıracağız, millet uyansın!

  Profesör deyip de, Doçent deyip de, sarığı var kafasında deyip de peşinde gitmeyecek arkadaşım!

 Doğruyu, hakkı bilecek!

 Hakkı bilecek! din işi  gevşekten alınacak bir şey değildir.

 Tamam mı, başka işlere benzemez.

 Yani bu itikat bozukluğu "din"den çıkarır! İnsan kafir olarak ölür ocağı batar!

 Yarın ahirette de "Bu  Profesördü, ben bunu dinledim" diye kurtulamaz.

 Çünkü Allah size akıl fikir vermiş, doktorlarda kıyas yapıyorsunuz, manavlarda marketlerde kıyas yapıyorsunuz, hıyar alırken kıyas yapıyorsunuz.

Üç kuruşu beş kuruşu hesap yapıyorsunuz.

Dininize geldi mi böyle gevşeklik yapamazsınız. Ecdat size bu dini böyle bırakmadı"

Cübbeli bunları anlatırken, biz yine Allah'ın kitabına gidelim. 

"...müşrikleri davet ettiğiniz (Allah- vahiy- islam-tevhid) onlara çok zor gelir,,,"

(Şura- 13)

Kur'an ehli muvahhidler, dinlerinde en az Cübbeli kadar samimi ve tavizsiz olmadıkları sürece dünya hayatında huzur ahirette cennet yüzü göremezler.

Aslında bu saçma sapan hurafelere binlerce hatta milyonlarca kişi inanmamış olsaydı  onları ele almanın ve onlara karşı bir reddiye  getirmenin mantığı olmazdı.

 Yani milyonlarca insan bunlara inandığı için onları ciddiye alıyoruz.

 Bu hurafe ve yalanlar Kur'an'ı Mübin'i anlama, her türlü ilim, aklı kullanma ve sorgulama yapmanın önünde aşılmaz bir engel içinden çıkılamaz bir bataklık olmuşlardır.

 Mesela :

Bakın Cübbeli Ahmet Lâlegül tv'de binlerce kişinin önünde yaptığı konuşmada ne diyor? 

"Allah'ın dostları aslana binerdiler,  yılanı da aslana kamçı yaparlardı.

 Evliyaullahtan birisi öyleydi, (müritler) birisini duydular çok büyük velidir, şudur, budur.

 Kapısına geldiler, karısı açtı kapıyı,

 Dediler: "Efendi Hazretleri evde mi?

 "Ne efendi Hazretleri, salağın biridir!

 Sizde de onu amma adam zannettiniz"

"Allah Allah dediler, herhalde  biz yanlış kapıya mı geldik?

 Adresi târif edene darılıyorlar.

 Adam "onun kapısı doğru" dedi.

 "Onun karısı öyledir" dedi.

 Öyle çok var evliyaullah'tan karısından dayak yiyen, karının belalarına sabreden.

 Adamların itikadı şey oldu(bozuldu) yani.

 Dedi: "Bu nasıl evliya oluyor?

 Karısı ona bağırıyor, aleyhinde konuşuyor.

 Biraz gittiler, mübarek geliyor.

 Aslana binmiş, yılanı da kamçı yapıyor!

 Dedi: "O evde gördüğünüz var ya, ona sabretmekten bu makama erdik!

 Bazı adamı karı evliya yapar!

Yine cübbeli Ahmet anlatıyor.

"Adamın birisini aç aslanların içine attılar.

 Mısır hükümdarı, (aslanların içine atılan veli)  büyük bir zat, isimleri kalmıyor aklımda.

 Rabıta kitabında yazmışım.

 Arslanlar aç haa!

 Bazı aslanlar bir şey yapmaz!

 Neden biliyor musunuz?

Tok olduğundan, yani yemişseler  niye parçalasın seni?

 Kaç tane aslan, aç, attılar mübareği!  bakıyorlar uzaktan.

Bütün aslanlar geldi, kedi gibi sürünerek geliyorlar mübareği  ziyaret edip  gidiyorlar, ziyaret edip gidiyorlar.

 Mısır hükümdarı: "Bu nasıl bir şey? Çıkarın  onu" dedi.

 Onu çıkarttılar, insanlar soruyor:

 "Efendi hazretleri aslanlar size yanaştığında neler hissettiniz?"

"Yahu bunların salyası bana dokunacak, abdeste,  namaza zararı var mı?

 "Fıkhi meselesini düşünüyordum!

 Allah Allah- Allah Allah,

(Cemaatten kahkaha sesleri)

 Adamın düşündüğüne bak! Aslanlar yanına gelmiş canını alacaklar.

  "Ulemanın salya  hakkında ihtilafları hakkında kafa yoruyordum"

 "Yani necaset midir? değil midir?

 Adamın aslanlarla hiçbir alakası yok.

 Bunlar böyle dostlar!

 İbn'i Ömer'e dediler.

"Yolu aslan, ejderha tıkamış!

 İndi, herkesin ödü  kopuyor, kimse yanaşmıyor. İbn'i Ömer indi, kulağını şöyle bir çekti! canavar gitti"

Halbuki Kur'an'da anlatıldığına göre sihirbazların sopa ve ipleri birer ejderha olduğunda Musa (a.s) korkmuştur.

(Tâhâ- 67)

Yine Musa (a.s) Medyen'den Mısır'a dönüşünde yüce  Allah kendisine vahiy indirip, "asanı at" buyurduğu zaman, asasının bir ejderha olması neticesinde Musa (a.s)  arkasına dönüp bakmadan kaçmıştır.

(Kasas- 31; Neml-10)

Yani Firavun'a meydan okuyan Allah'ın Resulü  Musa (a.s) gibi karizmatik bir lider ejderhadan korkuyor.

Fakat Cübbeli'nin velisi aslandan hiç korkmuyor.

Akılsızlığınızla geberin,

Cübbeli'ye göre İzmir'i kim kurtardı ?

"Geçmiş kitaplarda efendim, İzmir Yunan işgalinden "tefriciye" ile  kurtulmuş.

 Meşayih yazıyor, kaynak verdim.

 Millet de zannediyor ki, bilmem kim kurtardı?

 Ne bilmem kim kurtardı?

 Tefriciye ile  kurtuldu

(Tefriciye salavat duası, baştan sona kadar şirk olan bir duadır)

Cübbeli Ahmed'in bu hurafe ve yalanlarını önemli kılan başka bir unsurda İhsan Şenocak ile tarihçi Ahmet Şimşirgil gibilerinin onun televizyonunda program yapmalarıdır.