MEHMET OKUYAN HOCANIN HADİS ANLAYIŞI
Bu uzun makalede Mehmet Okuyan hocanın hadislerle ilgili üç konuşması ve bu konuşmalarına karşılık Kur'an'dan verilen cevaplar yer almaktadır.
Mehmet Okuyan hocanın Emevi-Abbasi dininin ürünü olan hadisleri kabul etmeyenleri "dinsiz" ve "kafir" olarak ilan etmesine mukabil Kur'an'a olan bağlılığından ve iyi niyetinden dolayı ona karşı son derece saygılı kelimeleri kullanmaya özen gösterdik.
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkları kabul etmeyen Mehmet Okuyan hoca Envârul Kur'an 61. Ders 80.dakikadan itibaren beni hayretler içinde bırakan şu cümleleri sarfetti.
"Hadis okuyorum kızıyor adam, yav be kardeşim!
Hz. Peygamber konuşmamış mı hiç?
Bu ara kablosu mudur yani?!
Hiçbir şey dememiş mi yani, böyle otomatik yani.
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun.
Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz (a.s) hiç ağzını açmamış mı?
Hiç konuşmamış mı 23 sene?
Ne var.
Bu hadiste şimdi " iyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi " "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
Ne var bunda,
Doğrudan ayetten anlamış bunu "peygamber" efendimiz, senin âyetten de haberin yok, böyle "peygamber"siz bir din.
"Peygamber"siz din iddiası dinsizliktir.
Kim dinde "peygamber"e ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Bu sözleri başka biri söyleseydi gülüp geçerdik, fakat bu sözleri söyleyen kişi sadece Kur'an'ı anlatan biri olduğu için onu ciddiye almak zorundayız.
Evet, Mehmet Okuyan hocayı gerçekten ciddiye alıyoruz.
Herkes hata eder, önemli olan hatadan dönmektir.
Mehmet Okuyan rastgele biri değil ki, bu söylediklerini hafife alalım, bu millete yazıktır günahtır.
Emevi-Abbasi rivayetlerinden bir türlü kopamayan Abdulaziz Bayındır hoca da şöyle diyor.
"Ben iddia ediyorum, kitaplarında en çok hadisleri kullanan Hanbeli mezhebinin ilim adamları bile bizden daha fazla hadisleri referans olarak vermez.
Bizim kadar hadisleri kitaplarında kimse kullanamaz"
Fatih Orum diyor ki,
"Her ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız"
"Hadisler hikmet hâleleridir"
"Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz"
"Hadisleri çöplüğe atılacak sözler olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP:
Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır, Fatih Orum ve Erdem Uygan "Nebi" ile "Resul"ün arasında bulunan farklardan haberleri olmadığı için Kur'an açısından kabul edilmeyen bu delilsiz sözleri söylemişlerdir.
Mehmet Okuyan hususunda bizi eleştirenlere karşı diyoruz ki, arkadaşlar!
Biz Mehmet Okuyan'ın düşmanı değiliz, biz sadece Kur'an'ın gölgesinde sorgulama ve öz eleştiri yapıyoruz.
Kur'an'da yüce Allah, hatalarından dolayı Nebileri bile eleştiriye tâbi tutmuştur.
Çünkü NEBİLER hata eder. ELÇİLER hata etmez.
Mesela:
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
( Tevbe-113)
Yukarıdaki âyette yüce Allah, müminlerin hata ettiği gibi, NEBİ'NİN de hata ettiğini apaçık olarak ortaya koymuştur.
Eleştirel yerlerde Kur'an müminlerle beraber "NEBİ" kavramını kullanır.
Mesela:
"Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, NEBİ'Yİ ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti..."
(Tevbe- 117)
Kur'an sisteminde RESUL (ELÇİ) kavramı tamamen ALLAH'I temsil makamında kullanılmıştır. Bunun yüzlerce örneği vardır.
MESELA,
"Kim RESÜLE ( ELÇİYE) itaat ederse ALLAH'A itaat etmiş olur.
Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!"
(Nisa- 80)
Resul denildiği zaman akla Kur'an, Kur'an denildiği zaman akla Resul gelecektir.
Resulü'n bütün bağlantısı Allah tarafından indirilen vahiy'dir.
Allah'ın elçileri değerlerini vahiy'den alırlar. Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininden değil.
İşte bu yüzden Kur'an'da "itaat, ittiba, kitab'ı tilavet, tebliğ, tekzip, İsyan, dâvete icabet, hâdd, helal ve haram kılma, aziz, kerim, emanet, sıdk, istihza, (alay etme) küfür, tezkiye (arındırma) karşı gelindiğinde Allah'tan savaş açılma, üsve-i hasene ( örneklik) ne verilirse onu alma, hakem, şikak, hidayet, kendisine ihanet etmeme,
gönderilmeden azap etmeme" gibi bir çok kavram Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Mesela:
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim RESÜLE (ELÇİYE) karşı çıkar (yuşékikirrasüle) ve müminlerin (tevhid)yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakır ve cehenneme sokarız, o ne kötü yerdir"
(Nisa- 115)
RESÜLLER (ELÇİLER) tamamen ALLAH'I temsil ettikleri için onlara itaat ALLAH'A itaat, onlara isyan ALLAH'A isyan etmek gibi kabul edilmiştir.
(Nisa-80)
Bakın sistem nasıl kurulmuş.
"Size ALLAH'IN AYETLERİ okunurken, üstelik ALLAH'IN RESULÜ de aranızda iken nasıl inkara (tekfürüne) saparsınız? Her kim ALLAH'A bağlanırsa kesinlikle DOĞRU YOLA iletilmiştir"
(Âli İmran-101)
Sistem şöyledir :
"ALLAH'IN AYETLERİ, ALLAH'IN RESULÜ, ALLAH'A BAĞLANMAK,
SIRAT-I MÜSTAKİM.
Yani ALLAH RESULÜ ALLAH'I TEMSİL MAKAMINDADIR.
ALLAH RESULÜ KONUŞAN KUR'ANDIR, vahiy ELÇİNİN dilinde hayat bulur.
Elçi olmazsa din, Kur'an, iman, vahiy diye bir şey OLMAZ .
Allah elçileri sadece indirilen vahyi tebliğ ederler.
Allah kelamının Resülün dilinde hayat bulması küçümsenecek bir şey degildir.
Bu büyük şerefi, Buhari'nin yalan ve iftiralarıyla kıyaslamak olacak bir değildir.
Allah'ın elçiliğini yapmak en büyük ödüldür.
Dolayısıyla, Mehmet Okuyan hocanın Allah Resulü'ne iftira olan Emevi Abbasi uydurmalarını kabul etmeyenleri "Allah Resulü'nün düşmanı ve kafir" olarak ilan etmesi büyük bir hata olmuştur.
Halbuki RESUL(Elçi) görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Allah tarafından indirilen vahye karşı gelmek olarak görülmüştür.
Şu âyeti dikkatli bir şekilde incelemeye çalışalım.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.
Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
(En'am- 33)
Çok ilginç değil mi?
ELÇİNİN misyonu sadece vahyi tebliğ etmek, indirilen âyetleri okumak "tilâvet" olduğu için onu yalanlamak Allah'a karşı gelmek olarak görülmüştür.
Çünkü elçiye zeval olmaz, o kendine verilen elçilik görevini yerine getiriyor.
Kur'an'ın hiçbir ayetinde Nebileri yalanladılar yoktur, hepsinde RESUL (Elçi) veya Elçileri (Rusul) veya Elçilerimi (Rusuli) yalanladılar geçiyor.
"İşte, inkâr ettikleri, ÂYETLERİMİ ve ELÇİLERİMİ alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"
(Kehf-106)
"Nuh kavmi de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"
(Şuara- 105)
"Âd kavmide ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"
(Şuara- 123)
"Semud Kavmi de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"
(Şuara- 141)
"Eyke halkı da ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"
(Şuara- 176)
"Andolsun ki senden önceki ELÇİLER de yalanlanmıştı,,,,"
(En'am- 34)
Ayetlerin hepsinde elçiler denmesinin sebebi hepsinin aynı değere sahip oldukları ve aynı görevi yaptıkları içindir.
Yoksa bu kavimlere bir Elçi gönderilmişti, birden fazla elçi gönderilmemişti.
Kur'anın hiçbir âyetinde "Nebileri yalanladılar yoktur"
Kur'anın hiçbir âyetinde "Nebi'lere itaat edin diye bir ayet de yoktur"
Elçilerin bütün bağlantıları vahiy'dir.
Bundan dolayı Resul ile vahiy et ve tırnak gibi birbirinin içine girmiş karışmıştır.
Elçilere mutlak itaat emredilmiştir. Fakat Nebilere itaat mutlak değildir, yani Nebi'lere iyi işlerde itaat edilir, fakat Resul gibi her sözlerine itaat gerekmez.
İşte ayet,
"Ey NEBİ! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için mağfiret dile,,,,"
(Mumtehine-12)
Yukarıdaki ayette "iyi işlerde sana karşı gelmemek" cümlesi çok önemlidir.
Resul'e itaat etmek için herhangi bir şart koşulmamıştır.
Mehmet Okuyan hoca Nebi ile Resulün arasında bulunan farkları bilseydi böyle bir hataya düşmeyeceki.
Çünkü Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyen her zaman yanlış yapmaya mahkum olacaktır.
Dolayısıyla Mehmet Okuyan hoca Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilseydi böyle bir şey söylemezdi.
Kur'an ehli muvahhidleri ELÇİ düşmanı olarak görmek büyük bir haksızlıktır.
Reseller hakkında en doğru ve sağlıklı bilgiyi sadece yüce Allah verir.
"...Allah gibi hiç kimse haber veremez"
(Fatır- 14)
Allah Elçilerinin arasında ayırım yapmak da doğru değildir.
Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, uydurma ve yalan kaynaklarla hayatlarını değerlendirmek, onlara iftira atmak tam bir küfürdür.
Çünkü Kur'an yüzlerce âyette onların inançlarını ve ahlaklarını koruma altına almıştır.
Hangisinin daha üstün olduğunu sadece yüce Allah bilir.
Emevi Abbasi hurafelerini kabul etmemek ayrı bir şey, Allah Resulü'nü kabul etmemek ayrı bir şeydir.
Emevi ve Abbasiler döneminde Nebi adına uydurulan hadisleri reddetmek Allah'ın Resulünü yalan ve iftiralardan tenzih etmektir, onun şanını, makam ve mertebesini yüceltmektir.
Bu görev de Kur'an ehli muvahhidler için büyük bir şeref ve onurdur.
Çünkü Allah'ın Resul'ünü üzenler lanetlenmişlerdir.
"...Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"
(Tevbe- 61)
"Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab-57)
Elçi ile Nebi kavramlarının arasındaki farkları kavrayamayan Kur'an'ı Mübin'i tam olarak anlayamaz.
Kur'an sisteminde Resul ile Allah'ın âyetleri arasında bir fark gözetilmemiştir.
Hatta bazı özelliklerde "beşer" olan Allah'ın elçisi yani "Resul" âyetlerden daha öncelikli bir konuma sahip olabilir.
Beşer Resul insanlara dini kabul ettirmede daha etkilidir.
Resulün güzel ahlakı, mükemmel edebi, mimik hareketleri, tavrı ve karakteri, âyetleri okuması ve canlı örnekliği kendi döneminde yaşayan insanlar üzerinde vahiy'den daha etkili ve daha olumlu bir hava meydana getirir.
Âyetlerin dili yoktur yani kitap konuşamaz.
Vahiy sözün gücüne dayanan bir özellik olduğu için elçi olmadan din olmaz.
Elçisiz din mümkün değildir.
Resülluk (Elçilik) görevi resmi, Nebilik makam ve mertebesi özeldir.
Nebin'nin onur ve şerefi Kur'an tarafından koruma altına alınmıştır, fakat sözleri ümmeti bağlamaz.
Çünkü insanları bağlayan tek şey Elçinin dilinde hayat bulan Allah'ın kitabıdır.
Yüzlerce âyette Allah bizi Kur'andan sorumlu tutacağını ortaya koymuştur.
İslam dini Allah tarafından gönderildiği gibi, Allah tarafından tamamlanmıştır.
Din Allah'tan geldiği gibi orijinal olarak yaşanmalıdır.
İşte Kur'an tarafından buna ihlas yani dini Allah'a özel kılma denilmektedir.
Milyon dolarlık antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini yok edeceği gibi, veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saatin arıza vermesi gibi, dine de yabancı maddelerin karışmasıyla din bozulup hükümsüz kalacaktır.
Bundan dolayı yüce Allah Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
(Bakara- 42)
Pekmez veya bal dolu bir kazana bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını bozacağı gibi dine de karıştırılan beşer sözü onu bozar.
İşte bundan dolayı Allah'ın fıtrat yani yaratılış boyası olan tevhid ve ihlas koruma altına alınmalıdır.
Yüce Allah, hanif, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan,
saf ve temiz olan dininin bozulmasına ve tahrif edilmesine asla rıza göstermez.
Ama maalesef Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidleri hanif din diye bir şey bırakmadılar.
Bazıları hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin ne sakıncası vardır ? diyebilir.
Yanıldıkları nokta şudur.
1400 seneden beri hadisler kültür ve gelenek olarak değil, din ve hüküm olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Yüce Allah bir kez bile Allah Resulü'nün mescidi dirar'da namaz kılmasına razı olmadı, Kur'an'ın karşısında bütün hadisler mescidi dirar hükmündedir.
İşte bu yüzden hadisleri düşünürlerin sözlerine benzetmek doğru değildir.
Hadislere göre "dinden dönen öldürülür, zina eden recmedilir, namaz kılmayan kafirdir ve öldürülür,
"Abdestsiz ve cünup olarak Kur'an'a dokunulmaz" ictihadları, "Muhammed'e salavat getirme" ile ilgili hadisler iftira ve cehaletten başka bir şey değil midir?
İnsanlara kaza namazı kıldırmak ahmaklıktır.
Fakat hiçbir ata sözünden böyle hükümler çıkarılamaz.
Hadislerin hepsi Allah'ın Resulüne hakaret ve iftira içeren yalan sözlerdir.
Müslümanlar arasında
tefrika ve düşmanlık sokan, insanları Allah'ın yolundan saptıran tarihin en tehlikeli metinleridir.
Kur'an'ın tek kaynak olduğuna dair onlarca âyet mevcuttur.
Yani uyarıcı ve müjdeleyici olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
Mesela:
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır"
(En'am- 51)
"De ki: Ben sadece vahiyle sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya- 45)
Din ve hüküm olarak Kur'an yeterli bir kitaptır.
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? "derler.
De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut- 50)
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 51)
İnsanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile sorumlu tutulmuşlardır.
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin"
(Zuhruf- 43)
"Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf- 44)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver "
(Kaf- 45 )
"...Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur"
(Bakara- 120)
Şuda bir gerçektir ki, Kur'an'a tam olarak teslim olmayan Furkan'ı yakalayamaz, yani rivayetleri terk etmeyeni yüce Allah tam olarak temize çıkarmıyor.
Sayın Mehmet Okuyan'ın "hadis" diye inandığı sözlerin uydurulduğu çağ tarinin en karanlık çağıdır.
İşte Ehli sünnet ve Şia mezhebinin doğduğu çağ bu karanlık çağdır.
Emevi Abbasi Ehli Sünnet rivayetlerinin ortaya çıktığı çağ bu zulüm çağıdır.
Bu çağda Emevi ordusu Bizans ordusu ile beraber Resülüllah (a.s) ın Medinesini basarak ashab'ın hanımlarına, gelinlerine ve kızlarına tecavüz etmişlerdir.
Ehli Sünnet dini Emevi icadı olduğu için âlimleri sürekli olarak bu olayı örtbas etmiştir.
Bu karanlık çağda Kerbela faciası meydana gelmiştir.
Bu çağda zulmün bini bir paradır.
Bu çağda adam öldürmek karınca öldürmekten daha basittir.
Yine Mehmet Okuyan hocanın hadislerle ilgili yapmış olduğu bir konuşma kelimesi kelimesine aynen şöyledir.
"Hani sen rivayetleri kabul etmiyordun?
Hani sen hadisleri inkâr ediyordun? Ne zaman inkar ettim ben hadisleri, ben yalanları inkar ederim, hadisleri değil.
Sen önünde ne kadar yalan varsa hepsine inanıyorsun.
Ben ayıklıyorum, bu rivayetlerin Kur'an'a aykırı bir tarafı yok!!! niye bakmayayım!
Babanın tarlası mı bu?
Türkiye'de hiçbir hadisi kabul etmeyen kimse var mı? bilmiyorum. Eğer varsa, hiç bir hadisi kabul etmiyorum diyen biri varsa, ben onlardan değilim kardeşim!
Benim yazdığım 20 tane 30 tane 40 tane 50 tane kitap var.
Aç herhangi birine bak, bak ki ben hadislerden istifa ediyor muyum, etmiyor muyum?
Ama sana göre bir farkım var.
Ben rivayeti Kur'an'a arz ederim!!! Kur'an'a uygunsa başım gözüm üstüne, Kur'an'a aykırıysa bu "Peygamber"imin olamaz diyorum, bu uydurmadır.
Biz hiç bir zaman demiyoruz, Kur'an'dan konuşamazsın, konuş, biliyorsan konuş.
Ama hadislerden ben de konuşurum, senin babanın malı mı bunlar ya. Allah Allah ya!
Bana açık değil mi bu?
Yani 40 senedir Kur'an'la uğraşan bir adamım.
Hangi hadisin Kur'an'a aykırı olduğunu anlayamayacak mıyım ben?
Sen anlamayabilirsin, sen anlamıyorsun diye millet anlamıyor, öyle bir şey yok!
Ben ayıklarım, bilebildiğim kadar ayaklarım, bilemediğimi de bunu bilmiyorum derim canım!
Âyetlerin tefsirini yapıyorum, sürekli ne yazıyorum biliyor musun? Âyetlerin altına.
Benim anlayabildiğim bu kadardır; gerçeği Rabbim bilir.
Bu kadar anladım, sen daha iyisini anla, Allah Allah!
Yok o diyor ki: Sen anlayamazsın, bana diyor sen anlayamazsın, ben zaten anlayamam diyor.
O da anlamıyor, peki ne yapacağız? "Anlayanlar var onları anlayalım"
Ne malum onlar da doğru anladı,
o da yanlış anladıysa.
Olur mu? olur mu ?
Niye oluyor muymuş?
Benim yanlış anlama ihtimalimin bulunduğu dünyada başkalarının böyle yanlış anlama ihtimali yok mu yani?
"Yok" diyor.
Hadis okuyorum, bana diyor ki:
"İşine geleni okuyorsun değil mi?" Sen de öyle, sen öyle değil misin yani?
Sen de benim okuduğumu okumuyorsun bak, senin işine gelmiyor bu demek ki, kaldı ki ben işime geleni değil, Kur'an'dan referansı olanı okuyorum. Aramızdaki fark bu.
Ne bileyim, hadis okumaya korkar olduk.
Şuna bak ya, ben Kur'an dışında hiç bir kitabın her yazdığı doğrudur yalanına itibar etmem.
Bunu benden kimse beklemesin, yapmam böyle bir şey.
Ben Allah'ın kitabının hakemliğine müracaat ederim.
Benim yolum bu:
Rivayet, bu kitaptan besleniyorsa, buradan (Kur'an'dan) bir referansı varsa, başım gözüm üstüne yani "peygambere" ait herhangi bir söz veya eylem Kur'an'a aykırı olamaz, ölçümüz budur.
Kur'an'a aykırı değilse başım gözüm üstüne kardeşim.
Ölçüm Kur'an'a uygunluk ya da ayrılıktır.
Bu bu kadar basittir"
Cevap:
Halbuki hadisler, Kur'an'ın anlaşılmasını imkansız hale getiren, Kur'an'ın önünde bir bataklık, dünyanın en karanlık ve en vahşi metinleridir.
Hadislerin cehennemine takılan Kur'an'ın cennetine ulaşamaz.
Hadisler, cehennemin mutfağı gibidirler.
Din adına Kuran'dan başka hiçbir söze iman edilmeyeceği,
( Casiye-6; Mürselat-50)
Yalnız Allah'tan indirilenin hak olduğu, (Bakara-147; Yunus-94)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğu,(Ankebut-50,51)
Daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy'le dinin Allah tarafından tanımlandığı,(Mâide-3; En'am -115)
Fırka ve mezheplerin Kur'an tarafından reddedildiği , (En'am-159; Rum -30,31,32)
Hadislerin Allah'ın hidayet yolundan insanları engelleyen boş sözler olduğu (Lokman-6)
Allah indinde tek geçerli dinin bütün Resullere indirilen tevhid dini İslam olduğu,(Âli İmran-19,85)
Allah elçilerinin sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ettikleri (Mâide-99; Râd-40; Nahl-35)
Ve sadece vahye uydukları, (Yunus-15,109; Ahkaf-9)
Onların vahyi tebliğ etme ve duyurmadan başka görevlerinin olmadığı, (Kaf-45; En'am-51; Enbiya -45)
Kuran'dan başka bir kaynakta hidayet'in aranmayacağı, (Sebe-50; Yunus-108)
Kur'an Allah tarafından tebyin, (açıklandığı) (Nahl-89; Yusuf-111) tasrif, ( çeşitli şekillerde sindire sindire anlatıldığı) (Kehf-54)
tafsil (çeşitli şekillerde detaylandırıldığı) (Hud-1,2) tefsir, (kendi içinde çözüme kavuştuğu) (Furkan-33) ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kaynakların şirk olduğu, (Kasas-87)
Resul'e itaatin Allah'a itaat olduğu, (Nisa-80)
Nebi'ye karşı gelmenin günah olmadığı (Ahzab-37)
Resul'e isyan etmenin apaçık bir sapıklık olduğu (Ahzab-36) kayıt altına alınmış ve ebedi olarak hükme bağlanmıştır.
Sonuç olarak:
Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kaynak yoktur.
İnsanlık tarihinde her zaman müşrikler çoğunlukta olmaları Allah'ın sünnetidir.
(Yusuf-106; En'am-34)
İman edenler için Allah'ın himayesi (hablilléh) olan Kuran'dan başka hiçbir sığınak yoktur.
(Âli İmran-103)
İslam dini mezheb ve firkacılığı asla kabul etmez.
(Âli İmran-106)
Hidayet ve dalâlet sadece Kur'an ile ortaya çıkar.
Allah sadece Kur'an'a uyulmasını emretmiştir.
(En'am-153,155;Âraf-3)
Din adına Kuran'dan başka bütün kaynaklar cahiliyedir.
(Mâide-50)
Kur'an'dan bağımsız hidayet olmaz. Kur'an okumak ve üzerinde düşünmek farzdır.
(Kasas-85)
Kur'an Allah tarafından kolaylaştırılmış bir kitaptır.
(Kamer- 17. 22,32,40)
Din adamları her zaman vahye ihanet etmişlerdir.
(Âli İmran-187) ; Bakara-159,174) Allah'ın kitabını gözleyenler lanetlenmişlerdir.
(Bakara-159,174)
Allah hükmünde hiç kimseyi ortak yapmaz.
(Kehf-26; Yusuf-40; Şura-10)
Kur'an'dan sapma dünya ve ahirette azap sebebidir.
(İsra-73,74,75)
Nebi ( a.s) sadece vahye tabii olmuştur.
(Ahzab- 1,2)
Allah'ın âyetlerini kayıtsız şartsız kabul etmeyenlerden Allah ve müminler nefret eder.
(Mümin-35)
Daha bu âyetler gibi yüzlercesi hadislere hiçbir ihtiyaç bırakmadam Kur'an'ın din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak yeterli olduğu açıklanmıştır.
Mehmet Okuyan hoca başka bir konuşmasında şöyle diyor:
"Yani "PEYGAMBERİMİZİN" sünneti, yaptığı şeyler, Kur'an'ın ondan yapılmasını istediği şeylerdir.
Hadis denen şeyler, "PEYGAMBERİMİZİN" Kur'an'dan çıkardığı sonuçlardır, hikmet içerikli beyanlardır.
Biz "PEYGAMBERİMİZİN" sözleri Kur'an referanslıdırı savunduğumuz için, Kur'an'dan referansını bulduğumuz rivayetleri "PEYGAMBERİMİZ" söylemiştir diyerek göğsümüzü gere gere söylüyoruz.
Birileri bize kızıyor, öbürleri Kur'an'la taban yabana zıt rivayetleri sanki "PEYGAMBERİMİZ" demiş ki bir savunuyor.
Bunlar "PEYGAMBERİMİZE" ait olamaz dediğimiz içinde onlar bizi dışlıyor.
İkisine de yaranamadık ya!
Ya "PEYGAMBERİMİZİN" hadisleri Kur'an'dan çıkardığı hikmet damlalarıdır.
Onların Kur'an'dan referansı var.
Ben eskiden bilmediğim için bazı rivayetleri okumazdım, yani Kur'an'dan referansını bulamamıştım.
Bunlar uydurmadır demiyordum ben!
Kullanmıyordum yani ben!
Mesela : "Mümin korku ile ümit arasında olan adamdır" "el-müminü beynel havfi verrecâ" "mümin korku ile ümit arasındadır"
Doğru ama âyetten karşılığını bulamıyordum. Ne zaman ki Zümer süresinin tefsirini yapmaya başladım, â orada bir baktım ki Zümer süresinin 9. âyetinde "ahiretten korkarlar Rablerinin rahmetini umarlar"
İşte "el- müminü beynel havfi verrecâ" nın Kur'an'dan delili Zümer süresinin 9. âyetidir.
Şimdi bunu göğsümü gere gere söylerim. Madem burda var, onu orada söylemeye ne gerek var? Var!
Bu din adına sen konuşacaksın, senin konuşma yetkin var.
Ama bu dini tebliğ eden Hz "PEYGAMBERİN" konuşma yetkisi yok, öyle mi yani!
Ben şimdi iki senedir tweet kullanıyorum, iki senedir attığım tweetlere bakıyorum.
Dört bine yakın tweet atmışım.
Ben bu dini anlamaya çalışan bir adamım ne kadar anladıysam artık, iki senede 4000 tweet atmışım dinle alakalı, "PEYGAMBERİMİZ" 23 sene peygamberlik yaptı iki tane söz söylemeyecek öyle mi!
Ben 4000 tane söyleyeceğim iki senede, o 23 senede hiç söylemeyecek.
Ben bunlara ne diyorum.
İki grup var Türkiye'de hadislerle ilgili:
1-) Süpürüp alanlar:
Nerede bir Arapça metin varsa onu hadis zannedenler, süpürüp hepsini alıyor, nerede bir uyduruk varsa ona da hadis diyor.
2-) Süpürüp atanlan:
Ne var ne yok hepsini atıyor.
Ben ikisinden de değilim kardeşim!
Ben Kur'an'ın hakemliğine müracaat edenlerdenim.
Ben inanıyorum ki Hz. Muhammed (s.a.v) Kuran'a aykırı konuşmaz.
Onun sözleri Kur'an'a uygun, Kur'an'dan anladıklarıdır.
Eğer bir söz ona nispet ediliyorda Kur'an'a aykırıysa o söz ona nisbet edilemez.
O, o sözü söylemiş değildir.
Bu kadar!
Yani tutumum bu, bu kadar net.
Belki bin defa söyledim ya!
Hâlâ adam diyor ki, "hadisi inkar ediyor, sünneti inkar ediyor, bilmem ne, ööf! usandım bunlardan ya!"
CEVAP
Kur'an'daki âyetlerin bir ön birde arka planları mevcuttur.
Yani âyetlerin ne dediklerinden çok, ne demek istedikleri daha önemlidir.
Hatta Kur'an'da öyle bir sistem kurulmuş ki, bazı âyetlerin arka planda olan anlamlarını diğer âyetler ortaya çıkarırlar.
Yani Allah'ın indirdiği vahiy'de hiçbir şey gizli kalmasın, din tamamen Allah'ın olsun ve Allah'a özel kılınsın.
İşte bu yüzden Yüce Allah kutsal kitabında "tekrar tekrar âyetleri açıkladık ki, aklınızı kullanasınız, tefekkür edesiniz ve anlayasınız" buyurmuştur.
"Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. Korunsunlar diye pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik"
( Zümer- 27,28)
"Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler"
(İsra-89)
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, biri hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl- 89)
"De ki: Onu Mukaddes ruh, iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"
(Nahl- 102)
"...İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki (tehlikelerden) korunurlar"
(Bakara- 187)
"...Allah size ayetlerini böyle açıklar ki düşünesiniz"
( Bakara-219)
"Allah size İşte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikatı anlayasınız"
( Bakara- 242)
"...işte düşünüp anlayasınız diye Allah size ayetleri açıklar"
( Bakara- 266)
"...işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran-103)
"Allah size âyetlerini açıklıyor, umulur ki şükredesiniz"
( Maide- 89)
"Böylece suçluların yolu iyice belli olsun diye ayetleri detaylı olarak açıklıyoruz"
( En'am- 55)
"Böylece biz ayetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler de bizde anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım"
(En'am- 105)
"...Belki inkardan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz"
(Âraf- 174)
"...işte iyi düşünecek toplumlar için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz"
( Yunus-24)
"Ey Resul! ) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık.
Umulur ki onlar bu sayede tehlikelerden korunurlar, yahut da o Kur'an kendileri için bir ibret ortaya koysun"
( Tâhâ- 113)
"...işte Allah âyetleri böyle açıklar, Allah herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"
( Nur-58)
"... işte Allah âyetlerini size böyle açıklar, Allah alîmdir hakîmdir"
(Nur-59)
"...işte Allah düşünüp anlayasınız de size ayetlerini böyle açıklar"
( Nur-61)
"...İşte biz ayetlerimizi aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklıyoruz"
( Rum- 28)
Aslında hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olmadığı
(Yusuf, 40; Kehf,26; Şura, 10)
"Dinin Allah'a özgü kılınması gerektiği (Zümer, 2, 3, 11, 14; Mümin, 65; Beyyine, 5 )
"Allah Resulü'nün bile vahyi hassasiyetle koruması ile ilgili bir çok ayette uyarıldığı (Mâide, 67;Kasas, Kasas, 87; Hakka, 40;İsra, 73, 74, 75)
Kısaca din ve hüküm olarak Allah'ın sözünden başka doğru bir sözün olmadığı ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
Ancak Kur'an'ı iyi anlamak için
1-) Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmesi,
2-) Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve sisteminin ortaya çıkarılması,
3-) Önyargılardan uzak olmanın şart olduğu, yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman edilmemesi çok önemlidir.
Mehmet Okuyan, Abdulaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu gibi hocalarımızın yanıldıkları noktalar.
1-) Allah Resulü Muhammed (a.s) Şia'nın ve Ehl-i Sünnet'in kaynaklarındaki uydurma rivayetlere değil, vahye dolayısıyla Kur'an'a eşit bir konuma sahiptir.
2-) Kur'an ehli muvahhidler Allah Resulü'nü yalan ve iftiralardan arındırmak maksadıyla rivayetlere karşı geliyorlar.
Muvahhidler Allah Resulü'nün değerini çok iyi bilirler.
3-) Şia'nın ve Ehli Sünnet'in kaynaklarında bulunan uydurma rivayetler kültür ve gelenek olarak değil, din ve hüküm olarak intikal etmişlerdir.
Yani hadisler gelenek ve kültür olarak bize gelmediler ki onları kültür ve gelenek kabul edelim.
Yoksa içlerinde güzel ve ibretli sözler mutlaka vardır.
Fakat üzerlerine dünyanın en vahşi ve karmaşık, batıl ve şirk bir din bina edilmiştir.
Dolayısıyla bu rivayetler vasıtasıyla Kur'an'a aykırı inşa edilen paralel bir dinin bütün unsurlarını reddediyoruz.
Sonuç olarak: Bakara- 4, 135; Âli İmran-84; Şura- Mâide-48,67 ) gibi yüzlerce âyet, sadece Allah tarafından indirilen vahye itibar edilmesini emrediyor.
Yani dinin tamamı ilâhi olacak, beşer aklı ve eli karışmayacaktır.