30 Nisan 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(196. YAZI)Neml Süresi 93 Âyet olup Mekke'de İnmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tâ. Sîn. Bunlar Kur’an’ın yani apaçık bir kitab’ın âyetleridir. 2,3-) Salât'ı ikâme edep yani zekât'a (arınmaya) gelen ve ahirete de yakin olarak iman eden müminler için bir hidayet ve bir müjdedir. 4-) Şüphesiz biz, ahirete iman etmeyenlerin amellerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar. 5-) İşte bunlar, azapları en kötü olanlardır yani ahirette en çok husrana uğrayanlardır. 6-)(Ey Resül!) Şüphesiz ki bu Kur’an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana ilka edilmektedir. 7-) Hani Musa, ailesine şöyle demişti: Gerçekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size oradan bir haber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız! 8-) Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, subhandır! 9-) Ey Musa! İyi bil ki, ben, Aziz, Hakim olan Allah’ım! 10-) Asânı at! Musa (asâyı atıp) onu cân gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda Resüller korkmaz. 11-) Ancak, kim zulmeder, sonra, işlediği kötülük yerine güzellik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) Ğafur'um, Rahim olanım. 12-) Elini ceybine sok da kötülüksüz bembeyaz çıksın. Dokuz âyetle Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar fasık bir kavim olmuşlardır. 13-) Âyetlerimiz onlara açık olarak görülünce: "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler. 14-) Nefisleri de bunlara yakîn getirdiği halde, zulüm yani yücelik tutkusundan ötürü onlara karşı geldiler. Müfsidlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak! 15-) Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Ve onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan farklı kılan Allah’a hamd olsun, dediler. 16-) Süleyman Davud’a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş mantığı öğretildi yani bize her şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir fazilettir. 17-) Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi birarada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyordu. 18-) Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Meskenlerinize girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi. 19-) Süleyman onun sözünden dolayı tebessüm etti ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye yani razı olacağın salih ameller yapmaya sevket yani rahmetinle, beni salih kullarının arasına kat. 20-) Süleyman kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Bana ne oluyor ki, Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?21-) Ya bana apaçık bir sultan getirecek ya da ona şiddetli bir azapla azap edeceğim yahut onu boğazlayacağım! 22-) Uzun bir zaman geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin ihâta etmediğin bir şeyi ihâta ettim yani Sebe’den sana yakin olan bir haber getirdim. 23-) Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükmeden, kendisine her şeyden verilen yani azim arşı olan bir kadın buldum. 24-) Allah’ın dununda güneşe secde ettiklerini gördüm yani şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları yoldan alıkoymuş bu yüzden o ve kavmi bir türlü hidayeti bulamıyorlar. 25-) Şeytan böyle yapmış ki göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler. 26-) Halbuki azim arş’ın sahibi olan Allah’tan başka ilâh yoktur. 27-)(Süleyman Hüdhüd’e) dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. 28-) Şu kitabımla git, onu kendilerine ilet, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak. 29-) Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi, "Ey ileri gelenler! Bana çok kerim bir kitap iletildi" dedi. 30-) "O Süleyman’dandır yani o Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyladır. 31-) "Bana karşı gelmeyin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)". 32-)(Sonra Melike) dedi ki: Ey ileri gelenler! Bu emrimde bana bir fetva verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam. 33-) Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, şiddetli savaş erbabıyız; emir ise senindir; artık ne emredeceğine bir bak. 34-)(Kralliçe:) dedi ki: Melikler bir memlekete girdiler mi, orayı ifsad ederler yani aziz (özgür) olan halkını alçaltırlar.(esir ederler herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi. 35-) Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler. 36-) Elçiler, hediyelerle Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal mı takdim ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Hediyenizle (ben değil) siz sevinin. 37-) Ey elçi! Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamıyacakları ordularla gelir yani onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız! 38-) Sonra Süleyman ileri gelenlere dedi ki: Ey ileri gelenler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz onun (melikenin) tahtını bana getirebilir? 39-) Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm yani onun üzerine kuvvetli ve eminim, dedi. 40-) Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise:(Süleyman) Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. Onu yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) faziletindendir. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim Ğani'dir, Kerim olandır.(Kur'an'da "kerim" ismi, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Kerim" Nebi bağlamında geçmez. Yüce Allah için kullanıldığı yerler (Neml-40; İnfitar-6; Vahiy için kullanıldığı yer Vakıa-77; Resül için geçtiği yer Duhan-17; Hakka-40)Yukarıdaki âyette bulunan ve Süleyman (a.s) ın "hézé min fazli rabbi" "bu Rabbimin faziletindendir" dediği söz, herkesin, özellikle muvahhidlerin söylemeleri gereken güzel bir duadır. 41-) (Süleyman devamla) dedi ki: Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım hidayete erecek mi, yoksa eremeyenler arasında mı olacak. 42-)(Melike) gelince kendisine: Senin tahtın böyle miydi? denildi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce (Allah’tan) bilgi verilmiş yani biz sadece ona teslim olmuştuk. 43-) Onu, Allah’ın dununda ibadet ettiklerinden (o zamana kadar İslam'a girmekten) engellemişti. Çünkü o kâfir bir kavimdendi. 44-) Ona: Saraya gir! denildi.(Melike) onu görünce derin bir su sandı yani eteğini yukarı çekip ayaklarını açtı.(Süleyman:) Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi.(Melike:) "Rabbim! Ben gerçekten kendi nefsime zulmettim yani (bundan böyle) Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum" dedi.
GÜZEL AHLAK VE NEZAKET GİBİSİ YOKTUR. 1-) Pikniğe gittiğinizde ormanlık alanda asla ateş yakmayın, piknik yerinde yakılan ateşin söndüğünden emin olun, piknik alanında çöp bırakmayın, arabanın penceresinden dışarıya sigara izmariti atmayın. 2-) Komşunuzun bahçe ve balkonuna hiçbir şey atmayın, Allah'ın cezalandırmasından korkun. 3-) Misafirlerinizi araçlarına kadar uğurlayın, ufak çocuğunuz olsa dahi jest yaparak aracın kapısını ona siz açın. 4-) Arkanızda bulunan araçların geçişleri için kolaylık sağlayın, sizi ikaz etmelerine fırsat vermeyin, yol dar ise kenara çekilerek yol verin, güzel ahlak gibisi yoktur. 5-) Bir kişiyi telefonla üç defadan fazla çaldırmayın. Çağrınızı anında yanıtlamazsa, ilgilenmesi gereken önemli işlerinin olduğunu farz edin. 6-) Borcunuzun vâdesi dolduğunda size borç veren arkadaş hatırlatmadan önce mutlaka iade edin. Bu hareket sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.7-) Hangisinin hayırlı olduğunu bilmediğiniz için kız ile erkek çocukların arasında maddi-manevi asla ayırım yapmayın. 8-) Karşınızdaki insanın dinini, fikrini ve kültürünü bilmeden genelleme yaparak rastgele konuşmayın. 9-) Erkek, kadın, yaşlı genç fark etmez misafirleriniz için arabanın veya evin kapısını siz açın, toplum içinde birine iyi davranmak insanı küçültmez.10-) İsterse zengin olsun bir arkadaşınız size bir ikramda bulunduysa, durumunuz el veriyorsa bir dahaki sefere siz ikramda bulunun. 11-) Mirasınızı erkek çocuklarının üzerine tapulayarak kız çocuklarını mahrum etmek büyük bir zulüm ve son derece çirkin bir harekettir, sakın böyle bir şeye tevessül etmeyin. 12-) İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin, yanlış olanları güzel bir üslupla dile getirin. İnsanların hakkı kabul etmeleri, onu duymaları kadar değerli değildir.Yani önemli olan hakkı duymalarıdır. 13-) Özellikle toplu taşıma araçlarında konuşurken sesinizi fazla yükselterek insanları rahatsız etmeyin. 14-) Size yapılan iyiliği dile getirmenin hiçbir sakıncası yoktur.İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. 15-) Dost ve arkadaşlarla karşılaşıldığında "seni çok iyi gördüm" demek, gönüllerini kazanmanızı sağlayacaktır. Kötümser olmanın hiçbir mantığı yoktur. 16-) Kendi çocuklarınız dahi olsa hiç kimsenin özel eşyasını karıştırmayın, özellikle cep telefonlarını, empati yapın. 17-) Irkçılık hastalığına yakalananlara asla yüz vermeyin, insanın kendisini cehennem azabından kurtarmasından daha büyük bir sorunu yoktur. 18-) Konuşmalarınızda son derece nezaket sahibi olun, doğru olan "çöpçü" değil, "temizlik görevlisi" demenizdir. 19-) Kendi çocuğunuz da olsa basit bir şey istediğiniz zaman "sana zahmet" demenizin hiçbir zararı yoktur.20-) Ticaret dahil bütün insani ilişkilerde karşı tarafı daha fazla düşünün, Allah'ın ihsan ve nimetinin her şeyden daha engin olduğuna iman edin. 21-) Mabedlere değil, insanlara yardım edin. Bir fakirin bir damla gözyaşının kâbe dahil bütün mabedlerden daha değerli olduğunu hiç bir zaman unutmayın. 22-) İnsanların ne kadar maaş aldıkları, gelirlerinin ne kadar olduğu sizi ilgilendirmez. 23-) Maddi durumu yerinde olanlarla durumu düşük olanlar arasında saygıda ayırım yapmak çok çirkin bir ahlaktır. 24-) Daima islah edici olmak Allah Resüllerinin mesleğidir. 25-) Özellikle kapalı mekanlarda ve toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile konuşurken, başkalarının rahatsız olmamasına dikkat edin.26-) Her zaman ve her yerde hakkınızdan vazgeçerek başkalarını kendinize tercih edin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 27-) İhtiyaç sahibi olduklarından dolayı değil, alışkanlık ve meslek edindiklerinden dolayı çocuklu dilencilere bir şey vermeyin. Yaz kış, sıcak soğuk demeden zavallı çocukları hem istismar ediyor, hemde zulmediyorlar Onlara bir şey vermek Kur'an'a aykırıdır. (Bakara-273)İnfak yapmada akraba, komşu ve tanıdıklarınız içinde çocuk sahibi olanları tercih edin. 28-) Toplu taşıma araçlarında yaşlı ve özürlü olanlara anında yer verin, hiçbir zaman zarar etmezsiniz. 29-) Dağ başında da olsanız elinizdeki çöpü yere atmayın, doğanın çöpünüze ihtiyacı yoktur. 30-) Cimri olmayalım, çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır. Biz ölüp gittikten sonra malın kime kalacağı önemli değildir. 31-) Göçmenlere kin beslemeyin hiç kimse vatanını keyfinden bırakacak değildir. İnsanların daha özgür yaşama hakları vardır. Aynı zamanda bu Allah'ın emridir. Yeryüzü hiç kimsenin malı-mülkü değildir. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın'dır. İnsanların ülkenize gelmesi, korkulacak bir olay değil, onur duyulacak bir olaydır. Çünkü insanlar özgürlük ve güvene doğru giderler. 32-) Ahlakınız güzel değilse, ibadet etmenize gerek yoktur, çünkü ahlakı güzel olmayanın ibadeti yoktur. 33-) Çocuklarınız evde mutlaka misafir görsünler, yoksa bu değerli ahlak zamanla kaybolacaktır. 34-) Çocuklarınızın yanında dostlarınıza ikramda bulunun ki, onlarda bu güzel ahlaka sahip olsunlar. 35-) Çay ocağında, özellikle restoran veya lokantada içtiğiniz çay için kötü ve pis kelimelerini kullanmayınız, sizin bu kelimeleri kullanmanız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. 36-)(Keşke bırakbilseniz) sigara içtiğinizde hiç kimsenin dumanınızdan rahatsız olmadığına dikkat edin. En doğrusu temiz havada yani hiç kimsenin rahatsız olmayacağı bir ortamda için. 37-) Ağız kokusu sarımsak kokusundan çok daha rahatsız edici bir özelliğe sahiptir. 38-) Nerede olursa olsun elinde ağır yük taşıyan kadın ve ihtiyarlara yardım edin. Çok büyük bir zevk ve makbul dua alacaksınız. 38-) Söz verdiğinizde mutlaka sözünüze sadık kalın, söze sadakatsizlik, yüce Allah'ın hoşuna gitmeyen kötü bir ahlak ve büyük bir sorumluluktur. (İsra-34)Yukarıdaki özellikten dolayı yüce Allah, İsmail (a.s) ı Kur'an'da övmüştür. (Meryem-54)39-) Yediğiniz ve içtiğiniz maddenin arta kalanlarını yere atmayın, medeni ve temiz olan zarar etmez. Hatta dinlendiğiniz yerde başkasından kalan maddeleri toplamaktan büyük bir haz alacaksınız. 40-) Ortalık aydınlık olsa dahi banyo ve lavabo gibi yerlere girdiğiniz zaman ışığı yakın, ev halkı için ani korku ve paniklemeyi engellemiş olursunuz. 41-) Bir kaç günlüğüne evden ayrıldığınızda, bir iki odanın ışığını açık bırakın, hırsızları uzaklaştırmaya yarayacaktır. 42-) Evinizde para, antika ve değerli ziynet eşyası bulunduğuna dair yabancı kimseye hiç bir şey söylemeyin. 43-) Değerli bir şey gizlediğinizde ev halkından bir iki kişinin nerede olduğundan haberi olsun. 44-) Cimrilik, dünya hayatında fakir yaşama, âhirette zengin olarak hesap vermektir. Hiç bir zaman bunu unutmayın. Malınızın hepsini çocuklarınıza miras olarak bırakmayın, ilk önce kendinizi cehennem azabından koruyun. (Bakara-254)Bir insan cimrilikten dolayı cehenneme girdikten sonra, malının çocuklarına veya bir vakfa ya da düşmanlarına kalması arasında hiç bir fark yoktur. 45-) Günlük hayatta, özellikle trafikte hakkınızdan vazgeçin, büyük olayların çıkmasına engel olacaksınız. 46-) Çocuklarınıza ve hanımınıza sakın sert davranmayın, özellikle insanların içinde onlara bağırıp çağırmayın, son derece sabırlı olun. Asla pişman olmazsınız.47-) Banyodan çıkarken mutlaka paspas yapın, başkasının kaymasını engellemiş olursunuz. 48-) Arkadaşlarınızın ayıp ve kusurlarını yüzlerine karşı söyleyin, bir kişi arkadaşının yüzünde ve elbisesinde bulunan bir lekeyi söylemesinden üzüntü değil, minnet duymalıdır. 49-) Halka açık lavoboları kendisinden sonraki insanlar için temiz bırakandan yüce Allah razı olsun. 50-) Arkadaşı beş dakika bekletmektense, siz onu on dakika bekleyin, gönlünüz rahat olsun, vicdanınız huzur dolsun. 51-) Banyodan çıkmadan önce mutlaka paspas yaparak zemini kurutun, lavabo ve banyo çıkışında terlikleri dik bırakın. 52-) Çamaşırları asmak gibi basit işlerde hayat arkadaşınıza destek olun, onu memnun etmenizden daha önemli bir şey yoktur. 53-) Alışverişlerinizde mutlaka üretici ve köylüleri tercih edin, onlara fazladan gidecek üç beş kuruşu düşünmeyin. Hem üretime destek olursunuz hemde sebze ve meyvelerin temiz, organik ve tazesinden beslenmiş olursunuz. 54-) İlinize ait marketlerden alışveriş yapın, hem paranın ilde kalmasına katkıda bulunmuş hemde dayanışmaya sebep olursunuz. Aynı zamanda ilinizin kalkınması ve işsizliğin azalmasında önemli bir yararı olacaktır. 55-) Yabancı bir yerde adres soracağınız zaman, güvenlik açısından yayalara değil, esnaflara sormak daha iyidir. Çevreyi tanıma yönünden esnaflar adresin tarifini daha yaparlar. 56-) Akşam yemeğini erken yemenin önemli faydaları vardır. Özellikle yemek yendikten üç saat sonra 45 dakika kadar spor veya yürüyüş yapın. 67-) Ev yemeklerine kendinizi alıştırın, sofrada mutfakta sulu yemek bulundurun. Her gün sabah aç karınla bir iki diş sarımsağı dilimlere ayırarak yutmayı alışkanlık haline getirin. 68-) Saatinizi yumuşak bir zeminin üzerinde takın. 69-) Size yol verenlere karşı elinizi kalbinizin üzerine koyarak hafif bir eğilmeyle memnüniyetinizi açık olarak gösterin. 70-) Konteynere çöp boşaltmadan önce ses çıkarın. 71-) Dâvette size özel olarak ikram edilen yemeği bitirmeyecekseniz ona dokunmayın, yiyebileceğiniz kadar alın. 72-) İnsanlar sırada beklerken su bidonunuzu çalkalamakla uğraşmayın az bir tozdan ölmezsiniz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ Şuara Süresi 105-) Nuh kavmi de Resülleri yalanladılar. 106-) Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı) takvalı olmaz mısınız? 107-) Bilin ki ben, size gönderilmiş emin bir Resülüm.(Aynen itaat ve isyan gibi "sıdk" ve "emanet kavramları Resül bağlamında kullanılmıştır. Hiç bir âyette bu kavramlar Nebi hakkında geçmemektedir.Yani Resül demek, vahiy demektir. Resül ile vahiy arasında bir fark yoktur. Resül ile vahiy etle tırnak gibi birbirinin içine girmiştir. Dolayısıyla Resülü vahiy'den ayırmak büyük bir cinayet olmuştur. İşte bu sistemler Kur'an'ın Allah'tan geldiğini ve Allah tarafından korunduğunu göstermektedir.) 108-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. (Bu sürede tüm Resüllerin kıssalarında bulunan "fettekullâhe veetîuni" "Allah'a karşı takvalı olun yani bana itaat edin" âyeti çok önemlidir. Demek oluyor ki Resül'e itaat olmadan takva olmuyormuş. Takva tamamen Resül'e yani vahye itaatla etmekle ilgili bir şeymiş. Takvanın hadis, sünnet ve mezheplerle hiç bir ilişkisi yoktur. Çünkü onlar müşriktir.) 109-) Buna (Resüllük görevime) karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 110-) Onun için, Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 111-) Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana hiç iman eder miyiz!112-) Nuh dedi ki: Onların amelleri hakkında bilgim yoktur.(Onlar Allah'a iman ve itaat etmişlerse ben ne diyebilirim. Yani onları üzecek bir şey söyleyemem. Onları yanımdan uzaklaştıramam.) (Hud-27,28,29,30)113-) Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Şuurlu olmaz mısınız! 114-) Ben müminleri kovacak değilim. 115-) Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. 116-) Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, recmedilenlerden olacaksın! 117-) Nuh: Rabbim! Kavmim beni yalanladı, dedi. 118-) Artık benimle onların arasını fethet yani beni ve beraberimdeki müminleri kurtar. 119-) Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık. 120-) Sonra da geri kalanları suda boğduk. 121-) Doğrusu bunda bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 122-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 123-) Âd (kavmi) de Resülleri yalanladı. 124-) Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı ) takvalı olmaz mısınız? 125-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 126-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin.127-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 128-) Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? 129-) Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? 130-) Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz? 131-) Artık Allah'a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 132,134-) Bildiğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden (Allah’a karşı) takvalı olun. 135-) Doğrusu sizin üzerinize gelecek azim bir günün azabından korkuyorum.. 136-) Onlar şöyle dediler: Sen vaaz versen de, vaaz verenlerden olmazsan da bizim için musavidir. 137-) Bu, öncekilerin ahlakından (inancından) başka bir şey değildir. 138-) Biz azap edilecek de değiliz. 139-) Böylece onu yalanladılar; biz de kendilerini helâk ettik. Doğrusu bunda bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 140-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 141-) Semûd (kavmi) de Resülleri yalanladı. 142-) Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı) takvalı olmaz mısınız? 143-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 144-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 145-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 146,148-) Siz burada, cennetlerin yani pınarların içinde; ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında emniyet içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)? 149-) Yani böyle sanıp dağlardan şımarıklık edecek evler yontuyorsunuz. 150-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 151,152-) İşi gücü yerde ifsat olup, ıslaha asla yanaşmayan müsriflerin emrine itaat etmeyin. 153-) Dediler ki: Sen, iyice sihirlenmiş birisin! 154-) Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer sâdıklardan isen, haydi bize bir âyet getir. 155-) Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, mâlum olan bir günün içme hakkı da sizindir, dedi. (Âyette geçen dişi deve, insanların ortak olarak yararlandıkları, gelir getiren kamu malını temsil ediyor. Bu mallara kötu niyetle yaklaşmanın yani bunlarda yolsuzluk yapmanın ne kadar tehlikeli bir fiil olduğu vurgulanıyor.) 156-) Yani ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi azim bir günün azabı yakalayıverir. 157-) Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman olarak sabahladılar. (Âyette onu kestiler anlamında "akaruhe" fiili olarak üç yerde, (Hud-65; Şuara-157; Şems-14) geçmektedir. Kamer 29.âyet, bu kamu malının, halkın desteğiyle bir kişinin eliyle yok edildiğini anlatıyor. Âyetlerde "akarûhe" fiilinin kullanılması, sanki onun akarını yani gelirini kestiler gibi bir anlamı çağrıştırıyor.) 158-) Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 159-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 160-) Lût kavmi de Resülleri yalanladı. 161-) Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı ) takvalı olmaz mısınız? 162-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 163-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 164-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 165,166-) Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapkın) bir kavimsiniz! 167-) Onlar şöyle dediler: Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın! 168-) Lût: Doğrusu, dedi, ben sizin bu amelinizden tiksinmekteyim! 169-) Rabbim! Beni ve ehlimi, onların amellerinden kurtar. 170-) Bunun üzerine onu ve bütün ehlini kurtardık. 171-) Ancak bir acûze (kadın) müstesna. O, geride kalanlardan (oldu). 172-) Sonra diğerlerini darmadağın ettik. 173-) Yani üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) yağmuru ne de kötü! 174-) Elbet bunda büyük bir âyet vardır; fakat çokları iman etmezler.175-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 176-) Eyke halkı da Resülleri yalanladı. 177-) Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı) takvalı olmaz mısınız? 178-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 179-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 180-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 181-) Ölçüye vefa gösterin yani (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın. 182-) Müstakim bir kıstas ile tartın. 183-) İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın yani yerde ifsat ediciler olarak karışıklık çıkarmayın. 184-) Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) a karşı takvalı olun. 185-) Onlar şöyle dediler: Sen, iyice sihirlenmiş birisin! 186-) Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri olduğunu zannediyoruz. 187-) Şayet sâdıklardan isen, üstümüze gökten bir parça düşür. 188-) Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir, dedi. 189-) Velhasıl onu yalanladılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, azim bir günün azabı idi! 190-) Doğrusu bunda bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 191-) Şüphesiz Rabbin, işte O,Aziz'dir, Rahim'dir. 192-) Yani Muhakkak ki o (Kur’an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. 193,195-) Resûlüm! Onu Rûhu’l-emîn uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap lisânıyla, senin kalbine indirmiştir. (Kur'an'da bulunan bazı kavramlar, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Aziz, kerim, mübin, hak gibi. Bazı kavramlar, Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır." itaat, ihânet etmeme, dâvet, icâbet, şikâk, küfür, isyan etmeme gibi. Bazı kavramlar da Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır. "Ruhu'l-Emin, Ruhu'l-Kudus, Cibril gibi. Dolayısıyla "cibril" diye bir melek yoktur. Vahiy, yüce Allah'tan Resülün kalbine aracısız yani direk olarak indirilmektedir.) 196-) O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. 197-) Benî İsrail âlimlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet değil midir? 198,199-) Biz onu acemlerin (Arapça bilmeyenlerin) bazısına indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, ona iman etmezlerdi. 200,201-) Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk. Onun için, elem verici azabı görünceye kadar ona iman etmezler.202-) İşte bu (azap) onlara, kendileri şuurunda olmadan, ansızın gelecektir. 203-) O zaman: Bize mühlet verilir mi acaba? diyeceklerdir. 204-) Durmadan bizim azabımızı acele mi istiyorlar? 205,206-) Ne dersin! Eğer biz onları senelerce yaşatıp yararlandırsaydık, sonra tehdit edilmekte oldukları (azap) başlarına gelse! 207-Yararlandırdığımız şeyler onlara hiç yarar sağlamayacaktır. 208,209-) Biz hiçbir memleketi, uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. Bu bir zikirdir yani biz zalim değiliz. 210-) O’nu (Kur’an’ı) şeytanlar indirmedi. 211-) Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez. 212-) Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. 213-) O halde sakın Allah ile beraber başka ilâha dua etme, sonra azap edilenlerden olursun! 214-) Önce en yakın aşiretini uyar. 215-) Sana tâbi olan müminlere (merhamet) kanadını ger. 216-) Şayet sana isyan ederlerse, de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim. 217-) Yani Sen Aziz ve Rahim olana tevekkül et. 218-) O ki, kalktığın zaman seni görüyor. 219-) Secde edenler arasındaki inkilabını da. 220-) Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O’dur. 221-) Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi? 222-) Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. 223-) Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler yani onların çoğu yalancıdırlar. 224-) Şairler(e gelince), onlara da şaşıranlar uyarlar. 225,226-) Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? 227-) Ancak iman edip yani salih ameller işleyenler, Allah’ı çok ananlar ve zulme uğradıklarında kendilerine yardım edilenler başkadır yani zulmedenler, nasıl bir inkılap ile yıkılıcaklarını yakında bileceklerdir.(Şuara Süresinin Sonu)
29 Nisan 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(194. YAZI)Şuara Süresi60-) Derken (Firavun ve ordusu) gün doğumunda onların peşlerine düştüler.61-) İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın ashâbı: İşte idrak edildik! dediler. 62-) Musa: Asla! Rabbim şüphesiz benimledir, bana hidayet edecektir, dedi. 63-) Bunun üzerine Musa’ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Deniz) infilak etti her fırka koca bir dağ gibi oldu. 64-) Diğerlerini de oraya yaklaştırdık. 65-) Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. 66-) Sonra ötekilerini suda boğduk. 67-) Şüphesiz bunda bir âyet vardır; ama çoğu mümin değildir. 68-) Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak Aziz'dir, Rahim'dir. (Bu sürede anlatılan Nebi ve Resül kıssalarının hepsinin sonunda yukarıdaki âyet mevcuttur. Hepsinde de yüce Allah'ın iki ismi geçmektedir. "Aziz" ve "Rahim" Âyetlerde özellikle "Aziz" ve "Rahim" isimlarinin geçmesinin sebebi şudur."O Azizdir, kafir ve müşrikleri cezalandırdı, Rahim'dir, müminlere merhamet ederek onları kurtardı" demek istenmiştir.) 69-) (Ey Resül!) Onlara İbrahim’in haberini de tilâvet et. 70-) Hani o, babasına ve kavmine: Neye ibadet ediyorsunuz? demişti. 71-) "Putlara ibadet ediyoruz ve onlara saygı duruşuna devam edeceğiz" diye cevap verdiler. (İbrahim (a.s) ın kavminin putlara tapmaları, atalarından kendilerine intikal eden din ve mezhebe göre göre iman etmeleri idi. Saygıda kusur etmemeleri ise, din atalarına gelecek olan her hangi bir eleştiriyi kabul etmemeleri anlamına gelmektedir. Çünkü din atalarının yani din adamlarının hata edebileceklerine inanmıyorlardı.) 72-) İbrahim: Peki, dedi, dua ettiğinizde onlar sizi işitiyorlar mı? 73-) Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? 74-) Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı aynen bu şekilde yaparken bulduk. 75,76-) İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye ibadet ettiğinizi gördünüz mü? 77-) (İyi bilin ki) onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim velimdir); 78-) Beni yaratan ve bana hidayeti gösteren O’dur. 79-) Beni yediren, içiren O’dur. 80-) Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.(İbrahim (a.s) ın hasta olmayı kendine, şifayı yüce Allah'a izafe etmesi önemlidir. Yani hastalıklar Allah'tan değil, insanların kendi hata ve ihmallerinden kaynaklanırken, şifa ise yüce Allah'ın rahmetinden kaynaklanan en önemli yasalarından biridir. Yani vucutta açılan yara kapanmayabilir, kemikler kaynamayabilirdi.) 81-) Beni öldürecek, sonra beni diriltecek O’dur. 82-) Ve din günü hatalarımı mağfiret edeceğini umduğum O’dur. 83-) Rabbim! Bana hikmet bağışla ve beni salihlere ilhâk eyle. 84-) Bana, sonra gelecekler içinde, lisânı sıdk ile anılmayı nasip et! 85-) Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl. 86-) Babamı da mağfiret eyle (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapkınlardandır.(İbrahim (a.s) babasının Allah düşmanı bir müşrik olduğunun bilincine varınca ona dua etmekten vazgeçti.(Tevbe-114) Aslında onun babasına olan duası, bağışlanması için değil, tevhid akidesini benimsemesi içindi. Yoksa Allah hiç kimseyi vahiy'den bağımsız olarak ne hidayet, ne de sapkınlık verir. Vahiy olmadan mükafat ve ceza da olmaz. Vahiy olmadan kişi mümin, müslüman, muttaki, muhlis, kafir ve müşrik de olmaz. Bütün bunların gerçekleşmesi için vahiy şarttır.) 87-) İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme. 88-) O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. 89-) Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).(Kalb-i selim, her türlü şirkten arınmış olan imandır.) 90-) O gün cennet, muttakilere yaklaştırılır. 91-) Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. 92,93-) Onlara: Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? denilir. 94,95-) Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak atılırlar. 96-) Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: 97-) Tallâhi, biz gerçekten apaçık bir sapkınlık içindeymişiz. 98-) Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. (Eğer bir dinde atalardan gelen rivayetler ve ictihadlar vahiy kadar değerliyse, inanç ve amel olarak kaynak kabul ediliyorlarsa, artık o din mensuplarının rab ve ilâhları din adamlarıdır.) 99-) Bizi ancak mücrimler saptırdı. 100,101-) Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz ne de candan sâdık bir dostumuz vardır. 102-) Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak! 103-) Bunda elbette bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 104-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir.
26 Nisan 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(193. YAZI)Şuara Süresi 31-) Firavun: Sâdıklardan isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi. 32-) Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ apaçık bir sû'ban (oluvermiş)! 33-) Elini de (koynundan) çıkardı; o da bakanlara bembeyaz görünmüş. 34-) Firavun, etrafında olan ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu alim bir sihirbazdır! 35-) Sizi sihriyle yerinizden çıkarmak istiyor. Şimdi ne emredersiniz? 36-) Dediler ki: Onu ve kardeşini beklet ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder; 37-) Ne kadar alim sihirbaz varsa sana getirsinler. 38-) Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde toplandı. 39-) İnsanlara: Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın), denildi. 40-) (Firavun’un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara tâbi oluruz, dediler. 41-) Sihirbazlar geldiklerinde Firavun’a: Şayet biz gâlip gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler. 42-) Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, en yakınlardan olacaksınız. 43-) Musa onlara: Ne atacaksanız atın! dedi. 44-) Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar ve: Firavun’un izzeti için elbette bizler galip geleceğiz, dediler. 45-) Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor! (Âyette attıklarını değil de, "uydurduklarını yutuveriyor" denilmesi çok önemlidir. Yani atılan bir nesne yok, uydurma ve iftira din ile vahyin mucadalesi var. Allah Resülü Musa (a.s) ile din adamlarının tartışması var. Âyette geçen "ye'fiküne" Nur süresi 11.ayette geçen "ifk" ibaresi ile aynıdır. Yani orada Nebi (a.s) ın hanımına dil ile yapılan bir iftira vardı. Burada iftira edilen Firavun'un ilahlığına vahiy'le meydan okuma vardır. Sihirbaz alimlerin sahip oldukları bilgiler yılanların zehirleri gibi ölümcüldür. İpleri de insanların akıl ve iradelerini bağlama anlamında simgesel bir anlatıma sahiptir. Yoksa Musa (a.s) asa ile gösteri yapmaktan münezzehtir. Resüllerin tek bir görevleri vardır, O da yüce Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmektir. Resüller insanlara gösteri yapmazlar. Böyle bir şey onlara yakışmaz. Zaten vahyin ahlakında da gösteri olmaz.) 46,47,48)(Hakka şâhid olunca) sihirbazlar derhal secde ettiler (yani) "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik" dediler. (Kur'an'da nerede "rukü" ve "secde" geçiyorsa, arkasından gelen cümle veya âyette rukü ve secdenin hangi anlama geldiğini ortaya koyuyor. Bu âyette de sihirbazların secdesi "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" demeleri olmuştur. Yoksa sihirbazlar yere kapanmadılar. Böyle bir şeyde bilmezlerdi. Ölümü göze alan sihirbazların Firavun'a karşı bile yere kapanmış olmaları düşünülecek bir şey değildir.) 49-) Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi! Demek ki o, size sihiri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım! 50-)(Sihirbazlar) "Zararı yok, Rabbimize dönüyorüz" dediler. 51-) "Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı mağfiret edeceğini umarız." 52-) Musa’ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik. 53-) Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi: 54-) "Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır." 55-) "Böyle iken kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir." 56-) "Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu). 57,58-) Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), cennetlerden, pınarlardan ve hazinelerden yani kerim bir makamdan çıkardık. 59-) Böylece, oralara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.
25 Nisan 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(192. YAZI)Şuara Süresi: 227 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tâ. Sîn. Mîm. 2-) Bunlar, apaçık kitab’ın âyetleridir. 3-) (Ey Nebi!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendi nefsine kıyacaksın! 4-) Biz dilesek, onların üzerine gökten bir âyet indiririz de, ona boyunları eğilip kalır. 5-) Yani onlar kendilerine, Rahman'dan hiçbir zikir gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler. 6-) Andolsun bunu (mesajı) da yalanladılar fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında kendilerine gelecektir. 7-) Yere bakmazlar mı! Orada her kerim çiftten nice bitkiler bitirdik. 8-) Şüphesiz bunlarda (Allah’ın kudretine) bir âyet vardır fakat çoğu iman etmezler. 9-) Şüphe yok ki Rabbin, Aziz ve Rahim olandır. 10,11-) Hani Rabbin Musa’ya: O zalimler kavmine, Firavun’un kavmine git. Hâla takvalı olmayacaklar mı ? diye nida etmişti. 12-) (Musa) şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalanlamalarından korkuyorum. 13-) Yani bu durumda göğsüm daralır, lisânımın nutku tutulur; onun için Harun’a da elçilik ver. (Bu dua üzerine yüce Allah Harun (a.s) a risâlet verir. Harun (a.s) İsrailoğullarına Nebi, Firavun'a, Musa (a.s) ile birlikte Resül'dür.) 14-) Yani onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum. 15-) Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz âyetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.16-) Firavun’a gidip deyin ki: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi’nin Resülüyüz; 17-) İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.(diye geldik) 18-)(Kendisine Allah’ın emri tebliğ edilince) Firavun dedi ki: Biz, seni bir çocuk iken büyütmedik mi? Ömrünün birçok senelerini aramızda geçirmedin mi? (Âyette geçen "büyütmedik mi?" ifadesinin metni "elem nurabbike" dir.Yani seni en ideal bir şekilde büyütüp, besleyip, terbiye ederek yetiştirmedik mi? anlamlarına gelmektedir.) 19-) (Firavun Musa'ya dedi ki:) Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın yani sen kâfirlerdensin. (Kâfir kavramının itikâdi anlamı hakkı örtmek, vahyi gizlemek, ameli anlamı ise, nankörlük etmektir. Bu âyette Firavun, yaptığı iyiliklere karşı Musa (a.s) ın nankörlük ettiğini iddia etmektedir.) 20-) Musa: Ben, dedi, o işi yaptığımda kendimi bilmezlerdendim. (Âyette geçen kelime "dâllin" dir. Yani Musa (a.s) ben "dâllin" lerden idim, dedi. "Dâllin" "kendini kaybetmek, şaşkın olmak, yaptığının farkında olmamak, hata etmek, işin sonucunu kestirmemek, sapkınlardan olmak" gibi anlamlara geliyor.) 21-) Sizden korkunca da hemen aranızdan firar ettim. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti yani beni Resüllerden kıldı. 22-) O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kulluk ettirmendir. 23-) Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir? 24-) Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler iseniz, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. 25-) Firavun etrafında bulunanlara:(alaylı bir şekilde) İşitiyor musunuz?(Musa ne diyor?) dedi. 26-) Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir. 27-)(Firavun:) Size gönderilen bu elçiniz mutlaka mecnundur, dedi. 28-) Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir. 29-) Firavun: Benden başkasını ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi. (Âyette seni öldürürüm değil de, "seni zindanlıklardan ederim" demesinin sebebi, zindana girmenin ölümden daha beter bir ceza olduğundan dolayıdır.) 30-) Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.
24 Nisan 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'IN MEÂLİ(191.YAZI) Furkan Süresi 45-) Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi, onun üzerine delil kıldık. 46-) Sonra onu (uzayan gölgeyi) yavaş yavaş kendimize çektik (kısalttık). 47-) Sizin için geceyi örtü yani uykuyu istirahat kılan ve gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur. 48,49-) Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O’dur. Biz, ölü olan beldeyi diriltmek, yarattığımız nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik. 50-) Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde tasrşf etmişizdir; ama insanların çoğu ille kafirlik edip diretmiştir. 51-)(Ey Nebi!) Şayet dileseydik, elbet her karyeye bir uyarıcı gönderirdik. 52-)(Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik.) O halde, kâfirlere itaat etme yani bununla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihad et!(51.âyetin başına "Ey Nebi!" hitabını koymamın sebebi şudur. Kur'an'a göre Resül'ün indirilen vahye ihanet etmesi mümkün olmadığından dolayı masumdur. Yani onun kafirlere itaat etmesi düşünülemez. Fakat Nübüvvet özel hayatla ilgili olduğu için Nebi'nin Allah'a karşı hataları olmuştur. Dolayısıyla Nebi hata etmemesi için uyarılmıştır. Kafirlere ve munafıklara itaat etmemesi ile ilgili aynı uyarı Ahzab süresi 1.ayette de yapılmış ve hitap yine "Ey Nebi!" olarak gelmiştir.) 53-) Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel yani aşılmaz bir sınır koyan O’dur. 54-) Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep yani sıhriyet (kan ve evlilik bağından doğan) yakınlığa dönüştüren O’dur. Rabbinin her şeye kâdirdir. 55-) Yani (durum böyle iken kâfirler) Allah’ın dununda kendilerine ne fayda ne de zarar verebilen şeylere ibadet ediyorlar yani kafir Rabbinin aleyhine sırtını dönendir.56-)(Ey Resül!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. 57-) De ki: Buna (risâlet görevime) karşılık, sizden, Rabbine bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanız) dışında herhangi bir ücret istemiyorum. (Yani sizin hidayete ulaşmanız dışında hiç bir isteğim ve amacım yoktur. Benim tek görevim vahyi karşılıksız tebliğ etmektir.) 58-) Ölümsüz yani daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu hamd ile tesbih et yani kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter. 59-) Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a (güç ve kudretiyl) istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân’dır. Bunu bir bilene sor. 60-) Yani onlara: Rahmân’a secde edin! denildiği zaman: "Rahmân da kimmiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretini arttırır. 61-) Gökte burçları var eden, onların içinde bir sirac (güneş) ve münir bir ay kılan Allah, mübarektir. ( tüm bereketlerin kaynağıdır.) 62-) Tezekkür etmek veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren de O’dur. 63-) Yani Rahmân’ın (Muhlis) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller onlara sataştığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler); 64-) Ve onlar gecelerini Rablerine secde ederek yani kıyam ederek geçirirler. 65-) Yani şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı tüketicidir. 66-) Orası cidden kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir! 67-) O kullar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler yani ikisi arasında orta bir yol tutarlar. 68-) Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir ilâha dua etmezler, Allah’ın haram kıldığı nefsi haklı bir sebep olmadıkça öldürmezler ve zina etmezler yani bunları yapan, günahı(nın cezasıyla) karşılaşır. 69-) Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır yani onda alçaltılmış olarak devamlı kalır. 70-) Ancak tevbe eden yani iman edip salih amellerde bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil eder. Allah Ğafur (ve) Rahim olandır. 71-) Yani kim tevbe edip salih amellerde bulunursa, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. 72-) Ve o kullar, yalan yere şahitlik etmezler yani boş sözlerle karşılaştıklarında onurlu bir şekilde (oradan) geçip giderler. 73-) Ve onlar Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar; (Bütün kötülüklerin anası Kur'an'dan yüz çevirmektir. Kur'an'dan yüz çevirmek kadar büyük bir bela ve musibet, perişanlık ve dağılmışlık yoktur.) 74-) Ve o kullar: Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerinin öncülerinden kıl! derler. 75-) İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada onurlandırıcı dilekle yani selamla karşılanacaklardır. 76-) Orada devamlı kalacaklardır. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir. 77-) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey müşrikler!) Siz Resûl’ün bildirdiklerini) kesinkes yalanladınız; onun için bunun karşılığını görmeniz elzemdir.(Gereklidir-bedeli olması gerekir.) (Yani dünya hayatında hiç bir şeyin bedeli ve karşılığı olmazsa âyetleri yalanlamanın bir bedeli ve karşılığı olması gerekiyor.) (Âyet müşriklere hitap olduğu için anlamı şöyle oluyor. Ey müşrikler! Siz evliya ve ilâhlarınızdan yüz çevirip, dini sadece Allah'a özel kılarak, yalnız ona dua etmedikçe yani itaat ve ibadetleriniz tek olan Allah'a olmadıkça, Allah'ın indinde hiçbir değeriniz yoktur. Âyeti güncelleyecek olursak: Ey Yahudi ve Hristiyanlar! Şii ve Sünniler! Siz mezhep ve ictihadlarınızdan yani din atalarınızın batıl dininden yüz çevirip Kur'an'a dönmedikçe yani dini Allah'a özel kılmadıkça Allah indinde hiç bir değeriniz yoktur. Çünkü izzet ve onur, şeref ve değer Allah'ın yani Resülü olan Kur'an'ın yanındadır.) (Furkan Süresinin Sonu)
HAK DİN-KIRMIZI ELMA 🍎 UYDURMA DİN- MAVİ ELMA veya SALÂT-KIRMIZI ELMA 🍎 NAMAZ- MAVİ ELMA "Gerçeği keşfeden, başkaları farkı düşünüyorlar diye onu gizleyen hem budala hemde alçaktır. Tek bir kişinin," benden başka yanılıyor" demesi, güç şüphesiz. Fakat gerçekten herkes yanılıyorsa, o ne yapsın?"(Daniel Defoe) "Hiçbir zaman gerçekle sanal (algı) olan birbiriyle örtüşmez. Fransız İhtilali: Halk büyük bir acı ve sefalet içinde, acımasız bir kraliçe çıkar ve o ünlü sözü söyler.Der ki: Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler" Evet, tahmin ediyorum bu cümleyi duyar duymaz hepinizin aklına gelen ilk isim kraliçe Maria Android gelir. Oysa kraliçe asla ve asla böyle bir şey söylememiştir.Ama tüm kraliyet ailesinin fertlerinin giyotine gönderilmesi, ne yapar? Farklı bir algı yaratılmasını zorunlu kılar. Ve böyle bir söz üzerinden kraliçe adeta bir nefret öznesi haline dönüştürülür.Kovboy filmleri: Özellikle bizim dönemimizin pazar sabahlarının vazgeçilmez filmleriydi.Kimdir kovboylar? Beyazlar, iyi ata binerler, sâde ve basit bir hayatları vardır. Ve iyi silah kullanırlar.Hepsi kahramandırlar.Ve kime karşı savaşıyorlar?Vahşi, ilkel ve acımasız, kafaderisi yüzen Kızılderililere karşı. Peki gerçekte olan nedir? Amerika'nın 1492 yılındaki keşfinden 47 yıl sonra beyazlar yerli katliamına başlar ve dört yüz yıl boyunca bu katliam devam eder. Aslında Kızılderililer sadece ve sadece yaşadıkları toprakları korumaya çalışmaktadırlar. Ama algı bambaşkadır.Ve belki de dünya tarihinin en büyük yanılsaması:Hitler:Kendisi aslen bir Alman vatandaşı bile değildir. Resmi hiçbir eğitimi yoktur.Ama kendisini Alman halkına büyük bir lider olarak benimsetmeyi başarır. Örneğin Hitler şöyle der: "Almanlar üstün ırktır! Âri ırktır! Kimdir Almanlar? Uzun boylu, sarışın, açık renk gözlü insanlardır!Öyle bir algı, öyle bir kara propagandadır ki, bir kişi bile çıkıp Hitler'e," peki sen niye bir zahmet edip aynaya bakmıyorsun" demez.Ve sonuç, faturayı sadece Alman halkı değil, tüm dünya acı bir şekilde öder. İkinci dünya savaşı sonrasında yetmiş milyondan fazla insan yaşamını yitirir.Tüm bunları niçin anlatıyorum? Gördüğünüz gibi, binlerce yıldır, tarih boyunca gerçek ve algı arasında sürekli olarak çekişmeli bir ilişki vardır. Peki o zaman bakalım.Gerçek Nedir?Algı nedir? Bu görselde bir gerçeğimiz var. Kırmızı elmamız. Bir de aynadaki aksi var.Bunu onun algısı olarak düşünebiliriz. Peki bu görseli nasıl yorumlayabiliriz?Diyebiliriz ki, gerçek çok güçlü, güzel, iyi.Algısı ise, çok zayıf. Yani iletişim danışmanlarına, medya uzmanlarına büyük iş düşüyor.Ama benim özellikle üzerinde durmak istediğim.Burada ne var?Burada koca bir yalan var, burada beyin yıkama var, burada manipülasyon var, burada kara propaganda var.Yani olmayan bir şeyi var gösterme çabası var. Altını çiziyorum. Eğer bir yerde gerçek varsa, bir yerde şeffaflık varsa, netlik ve açıklık varsa, dürüstlük varsa, etik varsa, güzel ahlak varsa, orada etkili iletişim vardır. Ama bir yerde yalan varsa, dolan varsa, kara propaganda varsa, beyin yıkama varsa, manipülasyon varsa, orada sinsi ve şeytani bir iletişim vardır.İşte sinsi iletişim dediğimiz şey büyük yanılsamalara neden olabilir. Peki nasıl? Bir örnek üzerinde anlatmaya çalışacağım.Ve size, kimi iletişim tekniklerinden söz edeceğim.Her tekniğin arkasında aslında çok kapsamlı araştırmalar, bilimsel çalışmalar var. Ama ben olabildiğince en sâde ve net şekilde aktarmaya çalışacağım. Neden?Çünkü geçmişte insanlar için, toplumlar için en büyük tehdit, toprakların işgal edilmesiydi.Bugün ise en büyük tehdit, beyinlerin işgal edilmesidir.Onun için bu tekniklere dikkat etmenizi rica edeceğim.Kırmızı elmamızı bir gerçek olarak kabul ediyoruz ve gökten bir de mavi elmayı düşürüyoruz!Size sorsam, desem ki, hangi elmayı yemek istersiniz?Tahmin ediyorum, aklı başında hiç kimse mavi elmayı yemek istemez. Özellikle de mavi rengi seçtim.Çünkü insan içgüdüsel olarak mavi renkteki bir şeyi yemek istemez. Şöyle bir düşünün! Doğada mavi renkte hiçbir yiyecek yoktur.Ama ben yadi teknikten bahsedeceğim ve bu yedi teknik sonrasında kim bilir belki de çoğunuza bu mavi elmayı yedireceğim.Yada birileri bu teknikleri kullanarak kitlelere mavi elmayı yediriyor.Ne yapıyor?1.Teknik: Riski yönet, bakın ne kadar afilli bir tanım!Riski yönetmek, gayet şık duruyor.Ne yapıyorum? Aslında sizin için, çocuklarınız için, çevreniz ve doğanız için, toplumunuz ve demokrasiniz için, geleceğiniz ve dünyanız için tehlikeli olan bu mavi elmadaki her türlü riski, risk emaresini yok ediyorum!Şimdi ben aynı soruyu bir daha size sorsam, hangi elmayı yemek istersiniz? diye. Evet, tahmin ediyorum, bir çoğunuz kırmızı elmayı yemeyi tercih edecektir. Ama yine kim bilir, belki aranızda bazıları, "acaba şu mavi elmayı bir denesek mi? diye düşünmeye başlayacaktır. Çünkü artık risk yoktur!2.Teknik: Ne yapıyorum?Yeniden tanımlıyorum.Kırmızı elma, ah bu kırmızı 🍎 elma var ya, eski, demode, sıradan, yavan, ucuz, tatsız.Mavi elma ise, yeni, sıradışı, eşsiz, faydalı, benzersiz, leziz, tatlı, hatta sağlıklı. Dikkat edin, sözcükler, sadece sözcüklerden ibaret değildir. Sözcükler, sizin algı haritanızı şekillendirir.Algı haritanızı, zihin haritanızı renklendirir.Şimdi ne oldu? Mavi elma daha kıymetli oldu! Yeniden tanımadığım için, yeniden değer biçtim.3.Teknik:Büyüt: Büyük olan her şey daha iyidir, etkileyicidir, daha doğrudur, daha güzeldir algısı üzerine oyna! Onun için biz büyük evlerden, büyük arabalardan, büyük projelerden, büyük uluslardan, büyük başarılardan, büyük liderlerden bahsediyoruz. Sadece bu da yetmez!Rakibini yani bu örnekteki gerçeği küçült, mavi elmayı yani yalanı, dolanı, manşet yap, gerçeği ise, satır aralarına gizle. Ona ulaşmayı zorlaştır. Hatta daha da öteye git, kırmızı elmayı tamamıyla yok et! Hitler'den söz edip de, Dr.Paul Goebbels'ten söz etmemek olmaz. Malumunuz, Goebbels Hitler'i, Hitler yapan kişidir.Hitler'in propaganda bakanıdır.Tam ismi şöyledir."Halkı aydınlatma ve propaganda bakanı"Ve Goebbels'in yaptığı ilk işlerden biri, Berlin meydanında kimi düşünür ve yazarların kitaplarını yakmak olmuştu ki, o kitaplar barıştan, insanlıktan, demokrasiden bahseden kitaplardı.4.Teknik:Çoğalt: Daha çok olan daha iyidir algısı üzerine oyna!Ne yapıyoruz? En çok satan kitaplar, en fazla izlenen, en fazla dinlenen, en çok seyircisi olan, en çok oy alan partiler daha iyidir algısı üzerinde yoğunlaşıyoruz. Düşünün!Şurada binden fazla insanız ve hepimizin elinde birer mavi elma var! Bakıyorum.Senin elinde kırmızı elma mı var? Cesaret edip evet demeyebilir.Herkesin elinde mavi elma varken, kırmızı elma yenir mi?Yani bu kadar insanın içinde o kırmızı elmayı alıp yemekten çekinecektir. Belki gizli gizli çantasına bile koymaya çalışacaktır. Çünkü bu mavi elmayı kutsayıp, büyütüp, çoğaltırken, kırmızı elmayı yalnızlaştırıyorum, küçültüyorum, değerini düşürüyorum.Bu noktada detaya girmeyeceğim, ama Elisabeth Noelle Neumann'ın "suskunluk sarmalı teorisine" bir göz atmanızı isterim.(????) 5.Teknik:Bakın sizin için neler hazırlıyorum? Sepette bir sürü kırmızı elma var.Ama Marilyn Monroe'nun tercihi mavi elmadır. "Kim bilir belki de, güzelliğini bile mavi elmaya borçludur" dediğimde mavi elma ile güzelliği ve şöhreti ilişkilendiriyorum. Bu kimi zaman bir otorite de olabilir. Bilim adamlarına mavi elmanın faydalarından bahsettiriyorum!Mavi elma iyidir, faziletlidir, sağlıklıdır, faydalıdır diye!Tâbi bütün bunların hepsi yalandır. Onun için bazı televizyon kanallarında mavi elmayı tartıştığımda, aslında olmayan bir şeyin yani yalanı, dolanı, sanki gerçekmiş gibi size algılatmayı başarıyorum.6. Teknik:Evet senaryosunu ben yazdım.Hikaye şöyle başlar. Michelle Pfeiffer, elinde bir mavi elma, tam onu ısırırken, kafeye giren Bruce Willis'le göz göze gelir.Ve bütün hikaye o ilk bakıştan sonra başlar, dedim.Ve şimdi çoğunuz o aşk hikayesini merak eder oldunuz.Bir süre sonra mavi elmayı ölümsüz aşkın sembolü olarak kabul etmeye başlayabilirsiniz.Yani hikayeyi kullan! Hikayenin gücüne inan! Sadece mavi elmayla ilgili hikaye anlatma! Kırmızı elmayı kötüleyen hikayeler de anlat. Bak! Bu kırmızı 🍎 elma var ya, bu kırmızı 🍎 elma! Ta Adem'le Havva'dan beri tüm kötülüklerin, tüm günahların anasıdır. Bu arada parantez açıyorum.Nasıl kullanıyorum deyimi? "Kötülüklerin anası' kötülüklerin babası" demiyorum. Hikayede de kırmızı 🍎 elma yiyen de Adem'e yediren de Havva'dır.Yani Âdem'in hiçbir suçu yoktur! Aldatıldı!7. Teknik:En sonuncusu ama daha az önemlisi değil, belki hepsinden daha önemli. Tüm teknikleri tekrar et, tekrar et, tekrar et. Riski yönet!Yeniden tanımla, yeniden etiketle, büyüt, çoğalt otoriteyle, şöhretle ilişkilendir. Hikaye anlat, rakibini kötüle!Ve bütün bunları sürekli olarak tekrar et.Yine Goebbels'in o ünlü sözü: Kitleleri yönlendirmek ve etkilemek istiyorsanız, ortaya kocaman bir yalan attın.Ama çok büyük bir yalan olsun.İkinci kriter: Çok basit bir yalan olsun. Sonrasında bu basit ve çok küçük yalanı sürekli olarak tekrar et ve ardından kitlelerin o yalanı nasıl gerçekmiş gibi kucakladıklarını otur seyret.Bunların niçin söylüyorum?Sonuç: Aslında mavi elma yok, o koca bir yalan, tamamıyla beyin yıkama, manipülasyon ve kara propagandanın bir eseridir. O yüzden lütfen, ama lütfen, zaman zaman da olsa algılarımızı sorgulayalım, aldanmayalım birini de aldatmayalım.Algı sihirbazlarına kanmayalım ve ne olursa olsun, her fırsatta, her daim gerçeğin peşinde olalım.Bilgi çağında bilgiye ulaşmak kolaydır. Ama gerçek bilgiye ulaşmak zordur. Neredeyse onu bulmaya çalışalım. Köşede ise arayalım bulalım.İyi haber: İnanın gelecek daha iyi, daha güzel, daha sağlıklı, daha lezzetli ve en önemlisi bâki olandır. Dün vardı, bugün var, yarın da var olmaya devam edecektir. Dolayısıyla yolunuz, iletişiminiz ve algınız açık olsun"(Sedef Kabaş'ın Anlatımından) SUSKUNLUK SARMALI TEORİSİ Suskunluk sarmalı, bireyin/kişilerin toplum tarafından kabul görmek için kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp suskunluğa bürünmesidir. Toplumda güçlü olan görüşler ana akım kitle iletişim araçlarıyla sıkça beslendiği için çoğu birey içinde bulunduğu durumu sağlıklı şekilde değerlendirememekte ve “korku” güdüsüyle içinde bulunduğu koşullara tepkisizleşmektedir. Suskunluk sarmalı kavramına en uygun örnek belki de Hitler’in yaptığı iletişim çalışmalarının sonucunda iktidara gelmesi ve bu süreçten sonra yaşanan olgulardır. Hitler, yoğun propaganda ve diğer kitle iletişim çalışmalarıyla birlikte toplumun büyük kısmı üzerinde etkili olmuş ve kitleleri peşinden sürüklemeyi başarmıştır. Dünya tarihi açısından pek çok dramatik vakaya imza atan Hitler’in bu kadar güçlü olmasına ve toplum tarafından sorgulanmamasına yol açan durum suskunluk sarmalıdır. Hitler elindeki tüm “fiziki” ve “iletişim” gücünü kullanarak toplum üzerinde kendi egemen görüşünü sağlamıştır. Hitler gibi düşünmeyen veya ona muhalefet etmek isteyen kişiler ise ya büyük cezalar ya da toplumdan dışlanma korkusu ile suskunluk sarmalının içine sürüklenmiştir. Bu örnek tabi ki demokrasinin olmadığı toplumları yansıtsa da suskunluk sarmalı yine de hayatımızın içinde etkisini farklı boyutlarda göstermeye devam etmektedir.(mahalle baskısı, aile baskısı vs.)Birey ne zamanki kendi görüşlerinin kitle iletişim araçları tarafından dile getirildiğini görürse, kendi düşüncelerini dile getirebilmek için daha cesur davranabilmekte ve suskunluk sarmalının içinden çıkabilmektedir. Bu nedenle demokratik ve modern toplumların en önemli argümanlarından olan “muhalefet/eleştirel bakış açısı” toplumun suskunluk sarmalına girmesini engellemeye ve demokratik zemini korumaya katkı sağlamaktadır.
23 Nisan 2022 Cumartesi
KUR'ANI MÜBİN'İN MEÂLİ(190.YAZI) Furkan Süresi 29-) Çünkü zikir (Kur’an) bana geldikten sonra o, beni ondan saptırdı yani şeytan insanı yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder. (28 ve 29. Âyetlerde geçen "fülan" ibaresi, insanları Kur'an'dan engelleyen din adamı kılığındaki şeytandır. Yani şeytanın süret almış, ete kemiğe bürünmüş hali olan din tüccarlarıdır. Çünkü bunlardan başka hiç kimse insanları Kur'an'dan engelleyemez.) 30-) Resül dedi ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı mehcür bıraktılar.(Resül (a.s) bu sözü Mekke'de söylemiştir. Her Resül'ün kavmini şikayet eden buna benzer sözleri olmuştur. Yani bu söz âhirette söylenecek bir söz değildir. Çünkü fiil "kâle" "söyledi" demektir. Eğer "diyecektir" olsaydı "yekulu" olması gerekirdi. Şii ve Sünni din adamları Resül'ün bu şikayetinden ders alarak, Kur'an'a sahip çıkmaları ve müşriklerin ahlakına sahip olmamaları gerekiyor.) 31-) (Ey Nebi!) İşte biz böylece her Nebi için mücrimlerden düşmanlar kıldık yani (vahiy'le) hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. 32-) Kâfirler: Kur’an ona bir cümlede topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin gönlünü iyice sabit kılmak için böyle yaptık (parça parça indirdik) yani onu tane tane (ayırarak) tertil ettik. 33-) Yani onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana hak olanı ve onu en güzel bir şekilde tefsir etmiş olmayalım. (Kur'an yüce Allah tarafından tefsir, tafsil, tasrif ve tebyin edilmiştir. Yani Allah tarafından hem açıklanmış hemde detaylandırılmış bir kitaptır. Dolayısıyla onu Allah'tan başka hiç kimse tefsir edemez.) 34-) Yüzüstü cehenneme (sürülüp) toplanacak olanlar; işte onlar, mekânları en şerli yani yolları en sapkın olanlardır. 35-) Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Harun’u da ona vezir kıldık. 36-) "Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin" dedik. Sonunda, onları darmadağın ettik. 37-) Nuh kavmine gelince, Resülleri yalanlayınca onları boğduk yani kendilerini insanlar için bir âyet kıldık. Zalimler için elim bir azap hazırladık. (Nuh (a.s) vahiy alan yani Nübüvvete bağlı bir Resül idi. Tebliğde ona yardım eden az sayıda kitaba bağlı yani ona iman eden Resül müminler de var olduğu için âyette "Resüller" denilmiştir. Yoksa Nübüvvete bağlı yani vahiy alan sadece Nuh (a.s) idi.) 38-) Âd’ı, Semûd’u, Ress ashabını ve bunlar arasında daha birçok medeniyetleri de (şirkten ötürü helâk ettik). 39-) Onların her birine (uymaları için) misaller getirdik yani (öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik. 40-) Andolsun (müşrikler), kötülük yağmurunun yağdığı o beldeye uğramışlardır. Peki onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktadırlar.41-) Seni gördükleri zaman: "Bu mu Allah’ın Resül olarak gönderdiği!" diyerek hep seni alaya alıyorlar. 42-) "Şayet ilâhlarımızın üzerlerinde sabretmeseydik, gerçekten bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapkın olduğunu bilecekler! 43-) Hevasını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Sen (Ey Nebi!) ona vekil olabilir misin? 44-) Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapkındırlar. (Ümmi halk arasında hangi din yaygınsa, hangi din daha büyük şöhrete sahipse, hangi din daha fazla anlatılıyorsa, hangi din daha medyatikse, hangi din garipsenmiyorsa, hangi din devlet adamları tarafından destek görüyorsa, hangi din istismar aracıysa, hangi din mabedlere hakimse o din şirktir, batıldır, karanlık bir dindir.)
21 Nisan 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(189. YAZI)Furkan Süresi 77 âyet olup, Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Âlemlere (insanlara) uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen yani mülkünde ortağı bulunmayan ve her şeyi yaratıp onun mukadderatını takdir eden Allah, yüceler yücesidir. 3-) (Kâfirler) O’nu (Allah’ın) dununda hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip (kabirden) çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler. 4-) Kâfirler: Bu (Kur’an), olsa olsa onun (Muhammed’in) uydurduğu bir yalandır ve başka bir kavim de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz zülum ve yalan söze başvurmuşlardır. 5-) Yine onlar dediler ki: (Bu âyetler), onun, başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır. 6-) (Ey Resül!) De ki: Onu göklerde ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi. Şüphesiz O, Ğafur ve Rahim olandır. 7-) Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne nasıl bir Resül; (bizler gibi) yemek yiyor, sokaklarda yürüyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı! 8-) Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir cenneti olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak sihirlenmiş bir adama tâbi olmaktasınız! dediler. 9-)(Ey Resül!) Senin hakkında bak nasıl misaller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır, yola (çıkmaya) güç getiremiyorlar. 10-) Dilerse sana bunlardan daha hayırlısın, altlarından nehirlar akan cennetleri kılacak yani sana kasırlar kılacak olan Allah’ın şanı mübarektir. 11-) Onlar üstelik saati de yalanladılar. Biz ise, saati yalanlayanlar için sairi hazırladık. 12-) Sair onları uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini yani uğultusunu işitirler. 13-) Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yok oluvermeyi isterler. 14-)(Onlara şöyle denir:) Bugün (yalnız) bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin! 15-) De ki: Bu mu daha hayırlı, yoksa takvâ sahiplerine vâdedilen huld (devamlı olan) cenneti mi? Orası, onlar için bir mükâfat ve (huzura kavuşacakları) bir varış yeridir.16-) Onlar için orada devamlı kalmak üzere diledikleri her şey vardır. İşte bu, Rabbinin üzerine (aldığı ve yerine getirilmesi gereken) bir vaaddir. 17-) O gün Rabbin onları ve Allah’ın dununda ibadet ettikleri şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar? 18-) Onlar: Seni tenzih ederiz. Senin dununda başka evliya edinmek bize yaraşmaz yani sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda zikri (Kur'an'ı) unuttular yani helâki hak eden bir kavim oldular, derler. 19-) Bunun üzerine ötekilere (evliya!!! ve ilâhlara!!! tâbi olanlara) hitaben şöyle denir: İşte (ibadet ettikleriniz), söylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık (azabınızı) geri çevirmeye gücünüz yetmez yani yardımlarını elde edemezsiniz. İçinizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız! Kıraat Farklılıkları Âyette bulunan "feme testetiûne sarfen velé nasran" "Artık azabınızı geri çevirmeye gücünüz yetmez) ibaresini, şu şekilde okuyan kıraat âlimleri okumuştur. "feme yestetiûne sarfen velé nasran" "artık ne (azabınızı geri çevirmeye güçleri yeter yani size yardım edemezler.) Bu kıraate göre âyetin meâli tamamen değişiyor. Yani şöyle oluyor. "Bunun üzerine ötekilere (evliya!!! ve ilâhlara!!! tâbi olanlara) hitaben şöyle denir. İçte (ibadet ettikleriniz) söylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık azabınızı geri çevirmeye güçleri yetmez yani size yardım edemezler. İçinizden zulmedenlere büyük bir azap vardır. Bu kıraat daha doğru gibi duruyor. (Bakara-165, 166, 167. âyetlerle de daha uyumlu hale geliyor.) 20-) (Ey Resül!) Senden önce gönderdiğimiz bütün Resüller de hiç şüphesiz yemek yerler, sokaklarda yürürlerdi. (Ey insanlar!) Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık; (bakalım) sabredecek misiniz? Yani Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir. 21-) Bizimle karşılaşmayı (bir gün huzurumuza geleceklerini) ummayanlar: Bize ya melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik, dediler. Andolsun ki onlar kendi nefislerinde kibre kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. 22-) Fakat melekleri görecekleri gün, mücrimlere o gün hiçbir müjde haberi yoktur yani: (Allah'ın rahmetinden) bir engel ile engellenmişiz, derler. 23-) Yani onların amel ettikleri her bir ameli ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız). 24-) O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı yani dinlenecekleri yer daha güzeldir. 25-) O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler indirildikçe indirileceklerdir. 26-) İşte o gün, gerçek mülk (hükümranlık) Rahman'ındır yani kâfirler için o gün zor olacaktır. 27-) Yani o gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resül ile birlikte bir yol alsaydım!28-) Yazık bana! Keşke falancayı (muhaddis-müctehid-mezhep) dost edinmeseydim! KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLERKur'an-ı Mübin, Adem (a.s)dan Allah Resulü Muhammed (a.s)a kadar gönderilen bir çok Elçinin hayatını anlatır. Aynı zamanda Kur'an evrensel bir mesaj olduğu için kıyamet gününe kadar gelecek insanları muhatap alır."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür.De ki:(Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu" (Enam- 19) O halde Kur'an'da Resül kavramının geçtiği bütün âyetler Allah Resulü Muhammed (a.s) döneminde yaşayan insanları ilgilendirdiği gibi kıyamet gününe kadar gelecek insanları da ilgilendirir ve onları da muhatap alır.Bundan doya Kur'an-ı Mübin'de "Resul" kavramı geçen âyetleri yeniden bir değerlendirme altına almak gerekir.Âyetlerin bir çoğunda bulunan "Resul" kavramı "Kur'an" hakkında kullanılmıştır.Veya Kur'an'da geçen "Resül" kavramlarının bir çoğunu "Kur'an" hakkında kullanmamızın hiçbir sakıncası yoktur. İşte bu yazılarımızda "Resül" kavramının geçtiği âyetleri ele almaya çalışacağız.Yoksa Kur'an'da bulunan yüzlerce âyet güncellenmemiş olacağından metinde olan varlığının bir anlamı olmayacaktır. MESELA: "Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir "Resül" (Elçi) gelince ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler" (Bakara-101) Yukarıdaki âyette bulunan "Resül" kavramı Kur'an hakkında kullanılmıştır. Çünkü Bakara 89. âyette "Resûl" kavramının yerine "kitap" kavramı kullanılmıştır.Âyete bir bakalım: "Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir "kitap" gelince..."(Bakara-89) Birde "Resül" kavramı için kullanılan "Allah'ın ininden kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir "Resul" gelince bölümü de çok önemlidir."Beşer- Resûl" Allah indinden değil, insanlar arasından seçilir. Aslında "Beşer -Resul" ile "Kitab Resul" arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. "Kitap- Resul" "Beşer- Resul" sayesinde hayat bulur."Beşer- Resul" olmazsa "Kitap- Resul" diye bir şeyden söz edilemez. Muhammed (a.s) vefat edinceye kadar "Beşer- Resul" olarak görevinin başında bulunuyordu. Vefat ettikten sonra artık tek müracaat edilecek kaynak "Kitap- Resul" kalmıştır. "De ki: Allah'a ve Resul'üne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez"( Âli İmran- 32) Hem "Beşer- Resul" ve hem de "Kitap- Resul" Allah'ı temsil ederler.Yani Allah adına konuşurlar. Özellikle de bu gibi âyetlerde her zaman tekil olarak "Resül" kavramı kullanılmıştır. Bu gibi âyetlerde hiçbir zaman "Muhammed'e" ve "Nebi'ye" yer verilmemiştir. Yani sistem çok dengeli ve hassas kurulmuştur. Fakat bu ince ayar ve hassas denge "peygamber" kelimesini kullanmayan muvahhidler için önemlidir. "Peygamber" kelimesi, bütün bu ince ayar ve hassas dengeyi yani "Nebi" ile "Resülün" arasında bulunan ilim ve hikmeti darmadağın ediyor. "Beşer Resul" olmayınca "Kitap "Resul" din ve hüküm olarak devreye girer.Yani İnsanlara şu gerçek anlatılmak istenir."Din ve hüküm olarak sizin Allah tarafından indirilen vahye uymanızdan başka hiçbir yolunuz yoktur.Dolayısıyla insanlar tarafından uydurulan rivayetler hiçbir zaman Resul'ü temsil edemezler.Bundan dolayı hidayete vesile de olamazlar.Örnek: "Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resul'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler" (Âli İmran- 53)Aslında yukarıdaki âyet İsa (a.s) a iman eden Havarilerin dillerinden aktarılmaktadır. Fakat güncelliğini koruyor ki, son vahiy'de de yer almıştır. Âyet indirilen vahye iman etmenin aynı zamanda "Beşer- Resu'e" tabi olma anlamına geleceğini veciz bir şekilde ortaya koyuyor.Demek oluyor ki, Allah Resulü'ne tâbi olmanın tek şartı indirilen vahyi tek kaynak kabul etmek, din ve hüküm olarak sadece ona inanmaktır. Aslında "Kitab Resul" ile "Beşer Resul" arasında bir fark yoktur. "Beşer Resul" ile "Kitab Resul" birbirlerini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır. "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece "Kitab Resul"ü anlatır, onu okur, beyan ve tebliğ eder. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra bu sefer "Kitab Resul" "Beşer" olan "Resul"ü anlatır, yani insanlara önderlik eder.(Âraf-3; En'am-153,155) "İman etmelerinden, "Resul'ün hak olduğuna" şahit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" (Âli İmran-86)Yüce Allah, dua etme ile kimseye hidayet vermez, hidayet Allah tarafından indirilen vahiy ile indirilmiştir. (Bakara-159) Yani "hidayet" vahiy'den bağımsız bir şey değildir. Yukarıdaki âyeti güncelleyecek olursak "Resûl" kavramının "Kur'an" hakkında olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Çünkü söz konusu âyette yüce Allah'ın hitabının kıyamet gününe kadar gelecek insanları hedef aldığını görürüz.Halbuki beşer Resül olan Muhammed (a.s) on dört asır önce vefat etmiştir. O halde kıyamet gününe kadar iman edilmesi ve inkar edilmemesi gereken bir Resülün bulunması şarttır. Âyetleri hakkıyla yani çok dikkatli okumalıyız. Allah'ın kitabını alaya alacak şekilde teğanni ile okumaktan vazgeçmeliyiz. Hatta bugün ve ilerideki çağlarda "Kur'an'ın" Allah tarafından gelmiş bir "hak" olduğu daha açık olarak görülecektir.Örnek: "Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik "Allah Resulü" de içinizdeyken nasıl inkâra (hakikatı görmezlikten) saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir" (Âli İmran-101)Yukarıdaki âyette kurulan sistem şu şekilde işliyor"Allah'ın âyetleri-- Allah'ın Resulü-- Allah'a bağlanma-- hidayet" Demek oluyor ki, "Allah'ın âyetleriyle" yani "Resul" le "Allah'a ulaşma" "hidayeti" beraberinde getiriyor.Din ve hüküm olarak bunlardan başka bir yerde hidayet arayan sadece sapıklığı ve şaşkınlığı bulacaktır. Yukarıdaki âyette de "Resul" kavramına "Kur'an" manasını vermemizin hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü "Beşer" olan "Resul" Muhammed (a.s) yirmi üç yıllık dünya hayatında insanların içinde bulunuyor, ahlak ve hareketleriyle, okuduğu vahiy ve mükemmel edebiyle onlara yol gösteriyor ve örnek oluyordu. "Beşer" olan "Resul" Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettikten sonra Allah insanlık âlemini "Resul"den mahrum eder mi? Asla mahrum etmez.İşte bundan dolayı fâni olan beşer "Resul" vefat ettikten sonra Allah onun örnekliğini, ahlak ve edebini en güzel bir şekilde ortaya koyan ve onun dilinde hayat bulan ebedi bir "Resul" olan Kur'an'ı miras olarak bıraktı. Dolayısıyla âyetlerin kalıp ve karakterlerine baktığımızda "Resûl" kavramının iki anlama geldiğini, Allah'ın ebedi bir mucizesi olarak görüyoruz. Şu âyete bir bakalım. "Allah'a ve Resul'üne itaat edin ki rahmete kavuşturalasınız" (Âli İmran- 132) Bugün birisi haklı olarak çıkar da: "Resul" yani Muhammed (a.s) 1400 sene önce vefat etti. Bu emir kıyamet gününe kadar gelecek insanları muhatap aldığına göre, biz bugün kime itaat edeceğiz? derse, ona nasıl bir cevap vereceğiz?Dolayısıyla âyette açık olarak "Kur'an'ın" "Resul" olduğunu görüyoruz. Çünkü Allah'ın bu hitabı kıyamet gününe kadar gelecek insanlara yönelik bir emirdir. "Beşer" olan "Resul" ölümlü olduğuna göre ebedi ve ölümsüz olan Allah'ın kelamı "Resul'"ün (Elçi'nin) hidayeti kıyamet gününe kadar devam edecektir.Burada kasdeden amaç şudur. Yani beşer Resülden sonra kitap Resül ile devam edilmesi, insanları Allah'tan indirilen kaynaktan başka bir yere sapmalarını engellemek içindir. İşte bu yüzden ilgili bütün âyetlerde Nebi kavramı değil, evrensel bir kavram olan Resul kavramı kullanılmıştır. Aslında "Beşer" olan "Resul" insanlara sadece Allah'ın âyetlerini okuduğu, yalnız âyetleri tebliğ ettiği ve indirilen kitabı duyurduğu için "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında bir fark yoktur. Ancak "Beşer" olan "Resul'"ün hareketleri, diksiyonu, etkileyici hitabeti, güzel ahlakı ve göze ve gönüle hitap eden mükemmel örnekliği kendi döneminde yaşayan insanlar için bir avantaj olarak görülebilir.Ancak yüce Allah kıyamet gününe kadar gelecek insanlar için bu avantajı"Kitap Resul'"ün belağat ve edebiyatı ile ileriye dönük mucizeleriyle ve muvahhidlerin güzel ahlakı ile kapatmıştır. Dolayısıyla Kur'an ehli muvahhidler hayatlarında Kur'an'ın örnekliğini en güzel şekilde ortaya koymak zorundadırlar. Mademki Allah'ın son mesajı olan Ku'ran evrenseldir ve kıyamet gününe kadar gelecek bütün insanları ilgilendiriyor. O halde Kur'an'da bulunan "Resül" kavramı iki anlama gelmek zorundadır.1-) "Beşer Resul" aynı zamanda "Kitap Resul"ü duyuran, onu ilan eden ve vahyi tebliğ eden örnek kişidir. 2-) "Beşer Resul" olan Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettikten sonra onun yerine, onun misyonuna sahip olan "Kitap Resul""Rabbimiz! Bize, elçilerin (Rusülike) vasıtasıyla vâd ettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil rüsvay etme, şüphesiz sen vâdinden dönmezsin"(Âli İmran-194) Yukarıdaki âyette geçen "Rüsülike" "Elçilerin" yüce Allah tarafından indirilen "Vahiy'ler" anlamında kullanılmıştır. Çünkü Allah vâd ettiklerini indirdiği kitapta haber vermiştir ve bütün vahiy'leri içinde toplayan son Resul olan Kur'an bu gerçeğe en büyük şahittir. "Beşer" olan "Resul'e" ulaşan insanların sayısı çok sınırlıdır. Fakat "Kitap" olan "Resul'e" milyonlarca belki milyarlarca insan ulaşır. Aslında "Kitap" olan "Resul'e" ulaşan insanlar, aynı zamanda indirilen tüm vahiy'lere ve bütün elçilere ulaşmış sayılırlar.Çünkü Kur'an, gönderilen tüm elçilerin ve indirilen tüm vahiy'lerin geniş bir özeti gibidir.Örnek: "Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve elçisine (Resülehü) itaat ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur"( Nisa- 13)"Kim Allah'a ve Elçisine(Resülehü) karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"( Nisa-14) Yukarıdaki iki âyette geçen "Resul" kavramı "Kitab Resul" anlamında kullanılmıştır. Çünkü kıyamet gününe kadar Allah'ın sınırlarını gösterecek olan tek kaynak Allah'ın kitabı olan Kur'an'dır.Beşer Resül öldüğüne göre, ölümsüz bir Resül bulunması gerekir. Yoksa Resül'e nasıl itaat edilecektir. Bütün âyetlerde Resül kavramı geçmektedir. Nabi ve Muhammed'e itaat etme hiçbir yerde geçmez. Dolayısıyla kim "Kitap" olan "Resul'e" itaat ederse, aynı zamanda son Elçi olan Muhammed (a.s)a dolayısıyla yüce Allah'a itaat etmiş ve Allah'ın sınırlarını korumuş olur.Örnek: "Küfür yoluna sapıp Elçi"ye (Resül'e) isyan edenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler. (Nisa-42) Yukarıdaki âyette geçen "Resul" "Kitap" olan "Resul"anlamında kullanılmıştır. Çünkü âyet kıyamet gününe kadar gelecek olan kafir ve müşrikleri hedefe koymaktadır. Oysa "Beşer Resul" yaşadığı hayat ve sınırlı coğrafya ile ömrü kayıt altına alınmıştır. Bütün bu hakikatleri dile getirmemizin ana sebebiNebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları ortaya koymak, din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilen vahyin dışında insanları bağlayan ve sorumlu oldukları bir kaynağın olmadığını göstermek içindir. Yani Allah'ın Resul'ünü gerçek olarak öğrenmek isteyenler için Kur'an'ın dışında başka bir rehber bulunmamaktadır.Örnek: "Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"( Nisa- 80) Yüce Allah kıyamet gününe kadar gelecek olan insanlara hitap ettiği için, Resül döneminde yaşayan insanlar vahyi tebliğ eden "Beşer" olan "Resul'e" itaat etmek mecburiyetinde idiler. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra artık "KitapResul'e" itaat etmek zorundadırlar.Yani itaat evrensel bir kavram ve ebedi bir görevdir. Uydurma rivayetler Allah Resulü'nü temsil edemez, Allah Resulü'nü sadece vahiy temsil eder. İşte bundan dolayı Kur'an'ı Mübin'de hiçbir zaman Nebi'ye itaat etme ile alakalı bir emir ve âyet bulunmamaktadır."İtaat" yalnız Allah'a Resüllere özel kılınmıştır. Aslında Nebi ve Resül sistemi ince bir ayar ve hassas bir denge ile kurulmuştur. Fakat Allah Resulü'nden sonra uydurulan hadisler ve hadislerden oluşturulan ictihatlarla bu mükemmel ayar ve hassas denge dağıtılmış ve düzen tanınmaz hale getirilmiştir.Özellikle İran ve Türkiye'de kullanılan "peygamber" kelimesi, Nebi ile Resülün arasında bulunan ve hayati öneme sahip bulunan farkları tanınmaz hale getiriyor. Kur'an'ın tevhid dini olan İslam rivayetler şirkine bulaştırılmış ve yok edilmiştir.Örnek: "Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bol imkanlar bulur. Kim, evinden muhacir olarak çıkar, Allah ve Resul'üne (gider) ve sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır. Allah da çok bağışlayan açık merhamet edendir"( Nisa, 100) Aslında Allah Resulü Muhammed (a.s)a değer veren, onu gerçekten seven ve ona hakkıyla saygı duyan Kur'an'a da aynı onun gibi değer verecek, onu yaşayacak ve ona yegâne kaynak ve tek rehber olarak sahip çıkacaktır. Çünkü Allah Resul'ü ile Kur'an arasında bir fark yoktur. Allah Resulü'nü seviyoruz ve ona saygı duyuyoruz diyen rivayetçi mukallitler kesinlikle yalan söylüyorlar.Çünkü Allah Resulü'nü gerçekten seven onun bıraktığı tek mirasa sahip çıkanlardır. Yukarıda bulunan Nisa 100. âyet "Allah ve Resul'e hicret etmekten" söz ediyordu.Peki "Beşer" olan "Resul" vefat ettiğine ve Kur'an evrensel olduğuna göre, bugün ve yarın hicret etmek isteyenler hangi "Resul'e" hicret edeceklerdir?Eğer Kur'an Resül olarak kabul edilmeyecek olursa bu sorunun cevabı olmaz. Demek oluyor ki, "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de aynı misyonu yerine getirmektedirler. Kadim İran'ın Mecüsi inançları ile Emevi- Abbasi uydurmaları Allah Resulü'nü asla temsil edemezler.Allah Resulü yalan ve iftiralardan münezzehtir. Dolayısıyla Allah Resulü'nü sadece Kur'an temsil eder.(Ey Nebi !) Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resulü'nü inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez"(Tevbe-80)Yukarıdaki âyette geçen "Resül" kavramı da Kur'an'ın güncellenmesi açısından "Kitap Resul" olduğunu anlayabiliriz. Aslında Kur'an'ı güncellediğimizde "Resul"( Elçi) kavramlarının büyük çoğunluğunun "kitap Resul" olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Eğer Kur'an'da geçen Resul kavramlarını güncellememiş olursak vahyin ne demek istediğini anlamamış oluruz. "Kur'an'ın "Resul" anlamında kullanıldığı âyetler" serisini yazdığımızda en çok dikkatimizi çeken şey, vahyin "Resul" (Elçi) misyonunun üzerinde bu kadar yoğun durduğunu görmek olmuştur.Yani her konuda olduğu gibi uydurmacı rivayetçiler Kur'an ehli muvahhidleri "Elçi düşmanı, bunlar elçisiz din istiyorlar" söylemlerinin ne kadar büyük bir yalan ve açık bir iftira olduğunu Kur'an çok açık olarak ortaya çıkarıyor. Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy Resul'ün misyonunu yüzlerce âyette anlatmaktadır. Resül'e karşı gelmek, vahye yani kitab-a yani Kur'an'a karşı gelmek demektir. Elçiyi anlamak için Kur'an'ın hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmadığını görmeyenler hayvanlardan daha aşağı bir dereceye sahiptir.Kur'an ehli muvahhidler hiçbir zaman Allah'ın elçilerine karşı gelmez ve aralarında bir fark gözetmeden onlara kayıtsız şartsız itaat ederler. Allah'ın elçileri hakkında en geniş, doyurucu ve doğru bilgiyi sadece Kur'an verebilir. Kur'an haricinde Resul arayışına girenler hem dünya hayatında hemde âhirette perişan olup cehennemin gayyasına girmeye mahkum olurlar.Tevhid dininin bozulması ve bir şirk kurumuna dönüşmesinin en büyük sebebi Resûl kavramının hangi anlama geldiğinin bilinmemesinden kaynaklanmıştır. Eğer Nebi ve Resul'ün arasında bulunan farkları anlamış olsaydık, din bu şekilde içinden çıkılmaz bir şirk ve hurafeler yığını olmayacaktı.Örnek: (Allah'ın emir ve yasaklarını) onları açıklasın diye her Resul'ü elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik. Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir" (İbrahim- 4) Kur'an'daki "Resul" kavramlarına baktığımızda din ve hüküm olarak vahiy'den başka bir kaynağın olmadığını rahatlıkla görüyoruz. "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece "canlı Kur'an" odur. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece "kitap Resul" temsil ediyor. Aslında "Beşer Resul" gibi "Kitap Resül"ü de canlı bir organizma olarak görmek gerekir. Çünkü "vahiy" insanlara dinamik bir ruh ve canlı bir hayat kazandırır. Bundan dolayı İbrahim süresi 4. âyette geçen "Resul" lafzını "Kitap Resul" olarak görmenin hiçbir sakıncası yoktur.Yüzlerce âyette anlatılan en büyük gerçek "Allah'ın elçileri sadece ve sadece kendilerine indirilen vahiy ile uyarı görevlerini yapmışlardır"Hiçbir elçinin vahiy'den bağımsız görev yapması mümkün değildir. Elçiler yalnız Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler. Bu sistem hem vahiy hemde elçilerin kendileri için en ideal bir yöntemdir.Çünkü elçilerin gönderildiği bütün kavimler Allah'a iman etmektedirler. Yani Allah, elçiyi direkt olarak müşriklere hedef yapmıyor."Beşer Resul" müşrikleri iman ettikleri fakat imanları ile beraber şirk koştukları(Yusuf, 106) Allah'ın emir ve nehiy'leri ile başbaşa bırakıyor. Burada vahiy, müşriklerin sadece Allah'ın emirlerini dillendiren "Beşer Resul"e karşı gelmelerinin önüne geçiyor. İşte bu yüzden Kur'an "Resul" (Elçi) kavramının üzerinde çok duruyor. Yani elçin'in tebliğ görevine karşı gelen müşrikler Allah'ın emirlerine, dolayısıyla direkt olarak Allah'a karşı geldiklerinin farkında olmalıdırlar.Şimdi şu âyeti hatırlamanın tam zamanıdır. "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"(En'am-33)Gerçekten de Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ ettikleri için onlara karşı yapılan inkâr ve yalanlama direk olarak Allah'a karşı inkâr ve yalanlama olarak kabul ediliyor.Dolayısıyla "vahiy" ile "Resul" aynı şeydir."Vahiy" ile "Resul" bir bütünün iki parçasıdır.Resul olan şahsiyet vahyi temsil ettiği gibi, vahiy'de "Beşer Resul"ü temsil eder. Yani Allah Resulü Muhammed (a.s) ile birlikte bütün elçileri gerçekten anlamak isteyenler için son vahye gitmekten başka yol yoktur.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarında bulunan tüm hadislerin yalan ve iftira oldukları ortaya çıkıyor. Bu uydurma, yalan ve iftira olan hadislerin hiçbiri Allah Resulü'nü temsil edemez.Bu uydurma şeytan dininin üzerine inanç, güzel ahlak ve edep inşa edilemez.Örnek: "Kendilerini azabının geleceği, bu yüzden zalimlerin "Ey Rabb'imiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine icabet edelim ve elçilere tâbi olalım diyecekleri gün hakkında insanları uyar"(İbrahim-44) Yukarıdaki âyet vahiy ile Elçin'in misyonunun aynı şey olduğunu çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Demek oluyor ki, elçinin tek görevi insanları Allah'ın emirleri olan vahye davet etmektir. Dolayısiyle Elçi vefat ettikten sonra Kur'an ehli muvahhidler sadece vahiy ile insanları hidayete davet edeceklerdir. Çünkü vahiy'den başka hidayete ulaştıracak hiçbir kaynak yoktur. İşte iddiamızın en büyük kanıtları ( Ey Resul! )De ki:Eğer Haktan saparam, kendi aleyhime sapmış olurum (sapmam kendi nefsimdendir)Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir" Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır" (Sebe-50) "De ki: Allah'a şirk koştuklarınızdan (muhaddis, müctehid, Evliya, Şeyh, Gavs) hakka iletecek olan var mı? De ki:Hakka yalnız Allah iletir. Öyleyse hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?Size ne oluyor? Nasıl böyle hükmediyorsunuz?"(Yunus-35)(Müşriklerden ayrılan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana hidayet'in yolunu gösterecektir, dedi"( Saffat- 99)"İşte bu Kuran, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"( İbrahim-52)Kur'an'a inanmış muvahhidler kendileriyle alay edilmekten ve yalanlanmaktan ümitsizliğe düşmemeleri gerekir. Çünkü yalanlanmayan ve alay edilmeyen elçi gelmemiştir. "Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.Onlara bir elçi gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi. İşte böylece biz onu suçluların kalplerine sokarız.Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala Kur'an'a inanmıyorlar"(Hicr-10, 11, 12, 13)Örnek: "...Biz, Resul göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)Soru şu : Madem Resul olmadan azap edilmeyecek, son Nebi ve Resül'den sonra kıyamet gününe kadar Resul kimdir? Örnek: "Eğer biz bundan( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu, bize bir Resul gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerini uysaydık"(Tâhâ-134)Yukarıdaki âyette geçen Resul nedir? Örnek "Her kim Allah'a ve Resul'üne itaat eder, Allah'a karşı haşyet duyar ve sorumluluk bilincine sahip olursa, kurtuluşa erenler bunlardır"(Nur-52)"Salat-ı ikame edin; zekatı eda edin; Resul'e itaat edin ki merhamet göresiniz"(Nur-56)Çağrı ve mesaj evrensel yani davet ve öğüt bütün insanlara yönelikse yukarıdaki âyetlerde bulunan Resul kimdir? Örnek:"O gün zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol edinseydim" (Furkan -27)Beşer Resul'ün yaşadığı hayat çok sınırlı olduğuna ve zulüm kıyamet gününe kadar devam edeceğine göre bu Resul kimdir? Çünkü her zaman ve zeminde bir Resul'ün var olduğu âyetten açıkça anlaşılıyor. Örnek: "Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resul gönderseydin de, ayetlerini uysaydık ve müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (Resul göndermezdik)(Kasas-47)Âyetlere dikkat edilirse hepsinde Resul kavramı geçer. Hiç birinde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Çünkü Nebüvvet yani Nebi'lik tarihseldir. Fakat Risâlet yani Resül'lük evrenseldir. Yani beşer Resül ölür yerine kitap Resul kıyamet gününe kadar, insanlar var oldukça tebliğe devam eder. Örnek: "Andolsun ki, Allah'ın Resul'ünde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örneklik vardır"(Ahzab-21)Allah Resul'ünün örnekliği sadece onun döneminde yaşayan insanları değil, bütün insanları ilgilendiriyorsa yani hitap bütün insanlara yapılmışsa ve âyette örnek gösterilen Nebi ve Muhammed değil, Resül ise, bu Resul Kur'an'dan başka bir şey olamaz. Resül'lün örnekliği sadece onun zamanında yaşayanlar için değil, bütün insanlar için olmalıdır. Örnek: "Allah ve Resulü bir bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resul'üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"(Ahzab- 36)"Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur"(Ahzab-70,71)Resül kavramının kullanıldığı âyetlerde bütün insanlara yönelik bir çağrı ve davet, bir mesaj ve sorumluluk vardır. Mesela şu âyetlere bir bakalım. "Şu Muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırılmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e de itaat etseydik derler. Ey Rabb'imiz! Biz efendilerimize ve (din) büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab- 64, 65, 66, 67,68)Yukarıdaki âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında uydurma din ve küfür devam ettikçe Resül'ün varlığının devam edeceğini görebiliriz. Örnek: "Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun ve Resül'e iman edin ki, O, size rahmetinden iki kat versin ve size aydınlığında yürüyebileceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir"( Hadid-28)Herhalde yukarıdaki âyette bulunan "Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun ve Resül'e iman edin..." hitabının muhatabının sadece Allah Resulü döneminde yaşayan insanlar olduğunu iddia edemez.Hitabın bsğlamı, bütün insanlar olduğuna göre "iman edilmesi gereken Resul nedir? Veya bu Resul kimdir? Örnek:"...Resül size neyi verdiyse (sadece) onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir"(Haşr-7) Mekke ve Medine'de Allah Resulü kendisine indirilen vahyi insanlara tebliğ ediyordu. Vefat ettikten sonra artık onun dilinden hayat bulmuş Kur'an'ın bize verdiğini alacağız. Yoksa "Resül size neyi verdiyse onu alın..." emrinden, Emevi-Abbasi yalan ve iftiralarını anlamak ve onları din yapmak, tam anlamıyla şirk ve küfürdür. Tevhid dininin yerleşmesi ve sağlam olarak tesis edilmesi uzun bir süreç içinde olur. İşte bu yüzden Muhammed (a.s) son nebi ve nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan son Resul'dür. Fakat hakkı ve hidayeti yani sırat-ı mustakim'i tam olarak yarleştirecek olan son vahiy Kur'an'dır. Dolayısıyla aşağıdaki âyette geçen Resul kavramı Kur'an ile ilgilidir. "O Allah, müşrikler hoşlanmasalar da dinini (daha önceki elçilere indirdiği) dinden daha açık kılmak için Resul'ünü hidayet ve hak din ile gönderendir"(Tevbe-33)Yani âyette geçen "liyuzhirahu aleddini küllihi" "dinlerden üstün kılma" anlamında değil, açık ve detaylı kılma anlamında kullanılmıştır. Çünkü tevhid dini olan İslam, insanlık tarihinde hayata hakimiyet açısından hiçbir zaman üstün olmamıştır ve olması mümkün değildir. Kur'an, bir çok âyetinde insanların çoğunluğunun her zaman batıl yolda ve şirk içinde olacaklarını açıklıyor. Dolayısıyla İslam dini, diğer dinlerden zaten üstündür. Fakat yaşantı ve hakimiyette şirk inancı ve batıl dinler daha revaçta olmuştur.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (24.YAZI) Kur'an'a göre namazın günde beş vakit kılınacağını gösteren hiç bir delil yoktur. Yani bu konuyla ilgili yapılan yorumlar, geleneklerle âyetleri örtüştürmeye yönelik zorlama yorumlardır.Aynı şekilde namazda yapılan kıyam, rükû ve çift secde hareketlerinin tekrarını ifade eden “rekât” kelimesi de Kur'an'ın hiç bir âyetinde geçmemektedir. Dolayısıyla Kur'an'a göre hangi namaz'ın kaç rekât olacağı da belli değildir. Namazların sadece iki rekât olması gerektiği düşüncesi, savaş zamanı yapıldığı iddia edilen namaza dayandırılmaktadır. Üstüne üstlük diğer bazı dinlere mensup insanların kendilerine özgü bir şekilde ibadet ediyor veya benzer ritüelleri yapıyor olmaları; namazın eskiden beri süregelen geçerli ve doğru bir ibadet olduğuna dair delil olarak sunulurken her ne hikmetse İslam'a diğer dinlerden bulaşmış geleneksel bir ritüel olabileceği düşünülmemektedir. Oysaki namaz kılmanın kökeninde ateşe, güneş'e tapma gibi putperest geleneklerinin bulunduğu herkesçe bilinmektedir. Buna rağmen Cibril’in, Allah’ın Resulüne Kur'an dışı iletişimle namaz kılmayı öğrettiği; buna da gerekçe olarak önceki kitap ehlinin namaz kılmayı unuttuğu iddia edilmiştir. Kur'an’da bulunan kesin açıklamalara göre sadece Kur'an'a tabi olan Nebi (a.s) ın namaz gibi, Allah’ın indirmiş olduğu hiçbir kutsal kitapta yer almayan fakat yerine getirilebilmesi için tarife ihtiyaç duyulan bir ritüeli kendi kafasından üretmesi veya Kur'an harici vahiy alarak uygulamış olması düşünülemeyecek bir alternatiftir. Zira Kur'an’ın kesin açıklamalarına göre son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) a Allah tarafından yüklenilmiş görevine göre Kur'an’a herhangi bir ekleme veya ondan bir çıkarma yapması kesinlikle yasaktır.(Yunus-15; İsra-73,74,75; Hakka-44)İnsanlık tarihinde Nebi ve Resüller dahil, kafirler, müşrikler, munafıklar, İsrailoğulları, Yahudiler ve Hristiyanlar salât kelimesini duyar duymaz hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Salat'ın tarihi vahyin tarihidir. Vahiy salât sayesinde hayat bulur. Salat olmadan dine karışan şirk ve hurafelerden kurtulmanın imkanı yoktur. İşte namaz böyle önemli bir misyonun yok olmasına sebep olan anlamsız bir uygulamadır. İfade etmek gerekirse, Şii ve Sünni din adamlarından taklitle gelen namaz; delili ve dayanağı sadece rivayetler olan, şekil şartına bağlanmış, yüce Allah'tan indirilen âyetlerin ve insan sözü duaların Kur'an’daki kıyam, rükû, secde gibi kavramlara dayandırılarak isimlendirilmiş şekilsel hareketlerle anlayarak ya da anlamayarak Allah'a geri okunması yani içinden seslendirilmesidir. Cuma Namazı da aynı uygulamanın topluca yapılmasıdır.Kur'an’a göre ise, cuma (toplanma) gününde müminler salât'ı yerine getirmek için yani Allah’ın zikri olan Kur'an’ı müzakere etmek ve güncel meselelere vahyin önderliğinde çözümler üretmek amacıyla bir araya gelerek miskinlere sahip çıkmaları yüce Allah'ın en önemli emirleri arasında yer alıyor. Oysaki günümüz geleneksel dini yani Şiiliği ve Sünniliği uygulayan din adamları şekilsel bir ibadet olarak öğrettikleri namazı, tam bir âyin havasında topluca yerine getirmektedirler. Camilerin içinde zengin, fakir, kentli, köylü erkekler yan yana, omuz omuza birbirinin derdinden habersiz; yoksullar, düşkünler, yetimler, kimsesizler için Allah’a dua etmektedirler! Üstelik “Ey iman edenler” hitabıyla başlayan cuma salatının âyetini, “Ey iman eden erkekler” şeklinde alarak kadınlara asırlarca camiye gitme hakkını tanımadılar. Namaz bitince de camiden çıkıp, çoğu kere birbirlerine selam bile vermeden dağılmaktadırlar. Din adamlarının korkutmalarına ve tehditlerine karşı namaz kılarak görevini yerine getirmiş olmanın verdiği psikolojik rahatlık içinde; el açan dilenciye bozuk para verip, cenneti hak ettiklerine inanmaktadırlar.Cami ve namaz haricindeki gerçek hayatta ise çoğu zaman birbirlerini tanımamakta, yardım etmemekte, bir çok harama bulaşmakta, borçlulara haciz ve icra yoluna gitmekten çekinmemektedirler.Müslümanların bu yaşam tarzına girmiş olmalarının nedeni, vahyin uygulanmak üzere anlaşılması olan Kur'an’daki gerçek salât'ın işlevinin ortadan kaldırılarak namaza dönüştürülmesidir.Tekrar belirtmek gerekir ki "namaz" kelimesi, aynen "peygamber" kelimesi gibi Farsça olup, Kur'an'da olmayan bir kelimedir. Bunun yerine Kur'an'ın orijinalinde "salât" kelimesi ve bu kelimenin türevleri geçmektedir. Neredeyse günümüzdeki bütün mealciler ve çevirmenler de Kur'an’daki salât kelimesini ve kelimenin türevlerini (kelimenin âyetlerdeki gramerle ilgili değişik kullanımlarını) namaz ritüeliyle değiştirmişlerdir.Salât'ı ikamenin “namaz kılmak” anlamına geldiği; geleneksel bir ritüel olan namazın Kur'an’da bulunmaya çalışılması zorlama bir yorumdur ve Kur'an’da karşılığı bulunmamaktadır. Dolayısıyla din adamlarının kendi anlayışlarını Kur'an’a sokma ve insanları bu şekilde yönlendirme fiilinin sonucudur. Yani hiç bir âyette, Kur'an’da geçen salâtı ikame etmenin karşılığı olarak “namaz kılmak” anlamı yerine oturmamaktadır. Zaten böyle bir mana vermek de salâta değişik anlamlar verilmesi gerekli hale gelmiş ve âyetler arasında anlam bakımından bir çok çelişkiye sebebiyet verilmiştir. Yani bazı âyetlerde salât kelimesinin türevlerine yükledikleri bu anlam, âyette bahsi geçen konuyla uyuşmadığı için bu defa kelimeye farklı anlamlar yüklemişler ve Kur'an içerisinde anlamı olmayan meallere yol açmışlardır. Bu çelişkileri de ‘kelimelerin birden fazla anlamı vardır ve âyetteki konuya göre kelimeye bu anlamlardan biri verilir’ şeklinde savunmuşlardır.Kur'an'da namazın hem kelime olarak hem de şekilsel bir tarif olarak karşılığının bulunmaması dolayısıyla Kur'an'daki "salât" kelimesi, din adamları tarafından "namaz" olarak yorumlanmıştır. Yani bu anlayış yüzünden "salât" kelimesinin anlamı "namaz" şeklinde; "ekimus salât" kavramının anlamı da "namaz kılmak" şeklinde başka bir kavrama dönüştürülmüş durumdadır. Doğal olarak salât ile ilgili âyetlerin çevirilerinde veya yorumlarında "namaz kılmak" karşılığını gören insanlar, geleneksel uygulamadaki şekilsel "namaz kılma" ibadetini düşünmemeye ve sorgulamadan kabul etmeye yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla doğumundan yaşadığı ana kadar çevre ve geleneklerin içerisinde yetişen ve genellikle onlardan etkilenerek dinlerini öğrenen insanlar, namazı da şekilsel bir ritüel olarak birbirlerinden öğrenmekte; Kur'an’da “namaz kılmak” şeklinde meallendirilen salât kavramını da akıllarında bu şekliyle canlandırmaktadırlar. Böylece salât ederek yani Kur'an'ı öğrenerek vahyin rehberliğini hayatlarında uygulayacaklarına; namaza yönlendirilerek sayılara ve şekillere boğulmuş bir halde ve çoğu zaman ne dediğini bilmeden dini vecibe’lerini yerine getirmiş olma psikolojisiyle hem Kur'an’dan hem de dünya işlerinden uzak tutulmuşlardır. Sonuçta Kur'an okuyucuları ile samimi insanlar, diğer birçok konuda olduğu gibi bu çok önemli konuda da yönlendirilmiş ve yanıltılmışlardır.Geleneksel namazın unsurları olan kıble, kıyam, rükû, secde gibi şekilsel hareketler Kur'an’dan incelendiğinde; bu kavramların gerçekte şekilsel hareketlerin isimleri olmayıp, daha geniş ve kapsamlı anlamlarda yani zihinsel kabul ve mutlak itaat anlamında kullanıldıkları anlaşılmaktadır.Salât-ı ikame; toplum içindeki sorunları, zikre- Kur'an'a- hayata göre çözme yollarını öğrenip onarma, (ikame ise) bunları dikme sürekli olarak ayakta tutma ve yaşatma eylemidir.Aslında salât dinin kendisidir. İndirilmiş vahiy dininin asli niteliklerinden mahrum bulunan yığınlara biçimsel kimi alışkanlıklar ve yüzeysel kimi eğilimler kazandırmak bir kıymet ifade etmez. Kendilerini İslam’ın asli ilkeleri ile İslam lehine değiştiremeyen bireylerin bir toplumu değiştirmeye kalkışmaları sadece şuursuz ve bilinçsiz bir aklın ifadesi olabilir.Nebi (a.s) ın Medine hayatına “asr-ı saadet” (mutluluk asrı) dediler. Hamd olsun Kur'an sayesinde bu yalana kanmadık. Kur'an'dan bu konuyu araştırdığımızda büyük bir yalan olduğunu gördük. Dolayısıyla elimizde güvenilir kitap olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur. Bütün namaz araştırmaları; Milâdi 632den sonra söylenilenler ve bu söylentilerin evrimleşerek başkalaşmış hale geçerek Milâdi 800’lü yıllarda yani Abbasiler döneminde rivayetlerin kitaplaşmasıyla oluşmuştur. Yani iki İslâm tarihi vardı:1-) Nebi (a.s) ın yaşadığı ve sadece Kur'an’ın tebliğ edildiği tarih.Bu tarihte Kur'an'dan başka hiçbir şey yoktu, sadece vahye tâbi olma ve ona itaat vardı. 2-) Nebi (a.s) vefat ettikten sonra dedikodu ve yalanların hadis ve sünnet yapıldığı tarih. Bu tarih Kur'an'sız ve koyu karanlık bir cehalet ve taklit tarihidir. Vahşi bir inancın hakim olduğu, iman edenler arasında kıyamet gününe kadar sürecek bir parçalanma ve düşmanlık tarihidir. Bu tarihte sahabeler arasında Nehravan, Sıffin, Cemel savaşları, Kerbela, Harre ve Kabe baskını katliamları yaşandı. Şiilik ve Sünnilik bu çağda neşvu nema buldu. Yani mezhep ve fırkalar bu karanlık çağın ürünüdürler. İşte bu hal O’ndan sonraki devirlerde efsane, hayal ve hayallerle desteklenen birçok bilgi kirliliği ortaya çıktı. Daha sonraları bu yalanlar kitaplaştırıldı.Yani Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi, Malik bin Enes, Ahmed bin Hanbel, İbni Mâce, Ebu Davût gibi muhaddis ve müctehidler, namaz hakkında ortalıktaki söylentileri topladılar, vâiz ve kıssacılar da bu uydurma namazın ne kadar faziletli olduğunu anlatıyorlardı. İşin vahim tarafı, Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmadığı için ümmi halk bu sözleri akıl ve mantık, vicdan ve fıtrat terazisine koymadan olduğu gibi kutsal olarak kabul etmeleriydi. Bunların büyük çoğunluğu Zerdüşt toplumunun etkisinde kalmış, çocuklukları İran’da geçmiş insanlardı. Bu yüzden Kur'an'ın en önemli kavramı olan salât'ı Zerdüşt'ün namazına çevirdiler.Sadece salât'ı değil, bu tarih Kur'an'da var olan bütün kavramların değiştirildiği bir tarihtir.Yani "ibâdet, takva, ihlas, ihsan, iman, İslam kavramları da bu tarihte yok olmuştur. Bir düşünün bu karanlık tarihin adamları ihlas ve İslam'ın hangi anlama geldiğini bilmiş olsalardı, "hadis" ve "sünnet" adı altında bir din meydana gelir miydi? Bu karanlık çağın adamları Kur'an'dan zerre kadar nasipleri olsaydı, bu kadar mezhep ve fırkalar olur muydu? Bu çağda Kur'an'ın ilim ve hikmeti olsaydı, bu karanlık adamlar hata etmez birer rab gibi kabul görürler miydi? Yani ümmi insanlar, bu Kur'an cahillerine “büyük alim” sıfatına layık görmeleri cehaletten kaynaklanan bir olaydır. Kur'an bilinmediği için bu cehalet günümüzde de devam edip gitmektedir.Dolayısıyla her şey gelip Kur'an'ı bilmeye dayanıyor. Kur'an bilinirse, her şey kolay olur. Kur'an bilinmezse her ahmaklık normal bir olay hatta din olur. Nurculuk ve tarikatçılık gibi. Kur'an bilinmeden hiçbir amelin gerçek anlamı bilinemez. Bu şuur ve bilinci gerçekleştirecek olan salâttır, fakat salât'ı namaz ile katkettiler. Ama en korkunç olanı, din adamlarının insanlara kıldıkları namazın “Allah'tan bir emir” olduğunu söylemeleri olmuştur.Çünkü Nebi (a.s) adına iftira edilen binlerce rivayeti dinleyen ümmiler bunları “din, iman, ihlas ve ibadet” olarak algılıyordu. Oysa yüce Allah, kendi kitabından başkasının kitabının “inanılıp dine ortak edilmesini” kula kulluk etmek yani şirk koşmak olduğunu haber veriyordu.(Kasas-87) Kur'an'a tâbi olmayan din adamları tam da bunu yaptılar.Mâide-65,66, âyetlerde yüce Allah Tevrat ve İncil'e yapılan ihânetten sonra 67.âyette direk olarak Resül'ü şöyle uyarıyordu. "Ey Resül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan risâler görevini yapmamış olursun..." Yani insanları namaza mahkûm eden yüce Allah değil, din adamları olmuştur. Son vahyin tarıhi Nebi (a.s) ın vefatından yüzyıllar sonra kaleme alındığından birçok hayal ve hikayelerle doludur. Hadis ve İslâm tarihi, çöplüklerden toplanan rivayetlerin toparlanmasıyla oluşmuştur. Muhaddis ve tarih yazarlarının hiç biri ne Nebi (a.s) ne de sahabeleriyle tanışmış değildir. Fakat ne yazık ki öyle bir algı oluşmuş ki, bugün bu iftira eserler sanki Nebi (a.s) dan gelmiş, onun temiz dilinden dölülmüş gibi din ve iman olarak görülüyorlar. Bu yalanlara iman eden din adamları salât'ı namaz olarak anlamaktan başka hiç bir alternetifleri olamaz. Elbette salât'ı namaz olarak anlayacaklar. Bunlara karşı durmak da “akıntıya karşı kürek çekmek”ten başka hiç bir şey değildir. Ataların dinine kulluk edenlere hakkı kabul ettirmek mümkün değildir.
19 Nisan 2022 Salı
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN EN BÜYÜK GÜNAHLARI: Yüce Allah'a sonsuz şükür olsun ki, "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları anlamaya başladığımızdan beri önümüze çok ilginç manalar çıkıyor. Mesala: "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini (ve rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır" "Allah'a ve Elçilerine "ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"( Nisa- 150,151,152) Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) "Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 ) İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra Kur'an, üçüncü büyük günah ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ve Resülleri birbirinden ayırmak" olarak ortaya koymuştur. Bu günah öyle alçak bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz. Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım. Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız. Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt ve koruma altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız. Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad eder, bu dinde namaz kılmayanı, zina edeni, uydurma dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua ettiğini ve onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar, kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tam da bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(188.YAZI) Nur Süresi 42-) Yani göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır ve dönüş de ancak O’nadır. 43-) Görmez misin ki Allah bir takım bulutları (çıkarıp) sürüyor; sonra onları bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. Yani O, gökten, oradaki dağlardan (dağlar büyüklüğünde bulutlardan) dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir ve dilediğinden de onu uzak tutar; (bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır! 44-) Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır. 45-) Allah, her dâbbeyi (canlıyı-hareket halinde olanı) sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde yürür, kimi iki ayağı üstünde yürür ve kimi de dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeyin üzerinde bir küdrete sahiptir. 46-) Andolsun biz (bilmediklerinizi size) açık seçik bildiren âyetler indirdik. Allah, dileyeni hidayete iletir. (Hidayetin tek kaynağı vahiy olduğu için "limen yeşéu" kelimesine "dilediğini" gibi bir mana vermek doğru değildir. Yani âyette bulunan "limen yeşéu" fiili Allah'ı değil, kişiyi gösteriyor. Dolayısıyla Kur'an ile karşılaşıp hidayeti istemeyen ve benimsemeyen hiç kimseye yüce Allah zorla hidayet vermez, sapkınlık da böyledir.) 47-) Bazıları: "Allah’a yani Resül'e iman ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir fırka yüz çeviriyor yani bunlar iman etmiş değillerdir. 48-) Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resül’e dâvet edildiklerinde, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. 49-) Ama, eğer (Allah ve Resûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. KUR'AN'DA "İtaat, Allah ve Resul----; hakem, Allah ve Resul--; Nur, Allah, vahiy ve Resul---; Hak, Allah, vahiy ve Resul----; emanet, Allah ve Resul---; ittiba, vahiy ve Resul---; tekzib, Allah, vahiy ve Resul---; helal ve haram kılma, Allah, vahiy ve Resul---; âyetleri tilavet etme, Allah ve Resul---; hâdd, Allah ve Resul---; tezkiye, "(her türlü şirkten arındırma) " Allah ve Resul---; mubin, vahiy ve Resul---; din, Allah ve Resul---; şikak, Allah ve Resul--; İsyan, Allah ve Resul---; dâvet, Allah, vahiy ve Resul---; Aziz, Allah, vahiy ve Resul---; Kerim, Allah, vahiy ve Resul--; savaş açılma, Allah ve Resul---; ihanet edilmemesi gereken, Allah ve Resul---; sırat'ı müstakim, Allah, vahiy ve Resül---; hidayet, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır.Resül ile vahiy aynı şeydir yani Resül vahiy kadar değerlidir. Kur'an'da vahiy ile Resül et ve tırnak gibi birbirinin içine karışmış bir haldedir. Yani Resül'ü Kur'an'dan koparmak ölümcül bir tehlikedir. Resül kavramı evrensel bir kavramdır. Beşer resül vefat ettikten sonra onu kitap Resül temsil etmektedir. Onun için kitabın bir adı da Resül'dür.) Mâide-15,16)ŞİA VE EHLİ SÜNNET DİN ADAMLARININ EN BÜYÜK GÜNAHLARI: Yüce Allah'a sonsuz şükür olsun ki, "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları anlamaya başladığımızdan beri önümüze çok ilginç manalar çıkıyor. Mesala: "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini (ve rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır" "Allah'a ve Elçilerine "ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir"( Nisa- 150,151,152) Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) "Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara duyurmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 ) İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra Kur'an, üçüncü büyük günah ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ve Resülleri birbirinden ayırmak" olarak ortaya koymuştur. Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz. Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım. Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız. Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt ve koruma altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir.Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız.Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün en katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad eder, bu dinde namaz kılmayanı, zina edeni, uydurma dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua ettiğini ve onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar, kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en yalan olanıyla zina eden maymunu bile recmettirirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tamda bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.50-) Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis onlar zalimlerin ta kendileridir! 51-) Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik yani itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.52-) Yani kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’a karşı haşyet duyar ve O’ndan sakınırsa, işte başarıya erişenler bunlardır. 53-) Münafıklar, sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair, (görünüşte) en samimi bir şekilde Allah’a kasem ettiler. De ki: Kasem etmeyin. İtaatiniz malûmdur! Bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 54-) De ki: Allah’a itaat edin yani Resül'e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Resül'ün sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir yani eğer ona itaat ederseniz, hidayeti bulmuş olursunuz. Resül'e düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir. 55-) Allah, sizlerden iman edip yani salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri halife kıldığı gibi onları da yere halife kılacağını, onlar için razı olduğu dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını yani (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar sadece bana ibadet ederler; hiçbir şeyi bana şirk koşmazlar yani bundan sonra kim kâfir olursa, işte asıl fasık olanlar bunlardır. 56-) Ve salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya gelin yani Resül'e itaat edin ki merhamete nâil olasınız. Kur'an Sisteminde Çok Önemli Bir Ayrıntı Kur'an'da sadece Allah ve Resül bağlamında geçen "itaat" kavramı, hiç bir âyette tek başına Allah bağlamında kullanılmamıştır. Yani Kur'an'da "Allah'a itaat edin" diye bir ifade geçmez. Mutlaka Resül ile beraber geçer. Yani "Allah'a ve Resül'e itaat edin" veya "Allah'a ve Resül'üne itaat edin" olarak geçer. Fakat Allah lafzı olmadan sadece "Resül'e itaat edin" vardır. Mesela: Yukarıdaki âyette Allah lafzı bulunmadan sadece "Resül'e itaat edin" buyrulmuştur. Bunun birinci sebebi "Resül'e itaat, Allah'a itaat etmek" olduğundandır. İkinci sebebi, hadis adı altında Allah Resül'ü adına iftira edilen yalanlara tâbi olmamak içindir. Bu sistem Resül kavramı olduğu zaman söz konusudur. Nebi kavramı için böyle bir şey yoktur) 57-) Kâfirlerin, yerde (Allah’ı) âciz bırakacaklarını hesap etmeyesin! Onların varacağı yer ateştir. Ne kötü varış yeri! 58-) Ey müminler! Ellerinizin altında bulunanlar yani içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, fecir salâtından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve işâ salâtından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç avret vaktidir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir günah yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte Allah âyetleri size böyle açıklar. Allah, Alim'dir, Hakim'dir. 59-) Çocuklarınız büluğ çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. 60-) Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir. 61-) Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar.) Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, veya anahtarlarını uhdenizde bulundurduğunuz yerlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak nefislerinize selâm verin. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetleri böyle açıklar. 62-) Müminler, Allah’a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir yani onlar, Resül ile ortak bir emir üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Ey Resül!) Şu senden izin isteyenler, Allah’a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan istiğfar dile; şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 63-)(Ey müminler!) Resül'ün dâvetini kendi aranızda birbirinize olan dâveti gibi kılmayın. İçinizden, birini siper edinerek kaçıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne isabet etmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. (Resül'ün emri, kendisine indirilen vahiy'dir. Yoksa Nebi'ye muhalefet etmek azap sebebi değildir. Yani Nebi ile Resül'ün arasında bulunan farkları bilmek o derece önemlidir.) 64-) Dikkat edin, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O, sizin ne durumda, neyin üzerinde olduğunuzu iyi bilir.(İnsanlar) O’nun huzuruna döndürüldükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.(Nur Süresinin Sonu)
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (23.YAZI) Kur'an'da var olan salât âyetlerinin, hiçbir cümlesinde “namaz kılmak” gibi eylem çıkarılamaz. Bu ritüel, diğer dinlerden etkilenilmiş ve “bizim de olsun” denilerek “salât” namaza kurban edilmiştir. Yüce Allah'ın emrettiği “destek” kavramını alıp, yerine “beş vakit ritüeli” koyarsanız, toplumdan salât'ı silmiş olursunuz. Adeta canlı bir insanı değil, iskeletini tarif etmiş olursunuz. “Belediye” dediğimiz zaman nasıl aklımıza hizmetle ilgili: Temizlik işleri,su işleri, kanalizasyon, yollar, parklar,bahçeler, çeşmeler, kütüphaneler gibi çalışmalar geliyorsa, “salât” dediğimizde de aklımıza destek’le ilgili: Öğrenim, dayanışma, çaba harcama, ilgilenmek, vahiy'le bağ kurma, vahye tâbi olma, gibi çalışmalar aklımıza gelmelidir. Zira belediye işlerindeki hizmet grubundakilerin eğitimi öğrenimi zihinsel destek, topluma ilişkin yaptıkları topluma destektir. Bunun organize olanına da salâtı ikame” diyoruz. Kur'an'da bulunan her “salât” kelimesi geçtiği yerlerde, anlattığı konuya uygun olarak, bir destek çeşidinden söz etmektedir. Aslında bu anlamda herkes salât yapıyor. Eğer salât vahiyle bağ kurma ve ihlası elde etmek içinde yapılıyorsa cennet, insanları Kur'an'dan uzaklaştırıp cemaat ve tarikatların ölümcül virüsüne mahkum ediyorsa cehennem vardır.Okullar, üniversiteler, hastahaneler, kızılay, yeşilay, huzur evleri, kadın sığınma evleri gibi toplum için son derece önemli olan yardım ve destek kuruluşlarını Kur'an ihmal etmiş olamaz. Çünkü bunlar bir toplum için can damarlarıdır. “Kur'an'dan bunları gösterin!” dediğimizde, sadece infakı gösteriyorlar. İşte bütün bunları gösteren "salât”ı namaza boğdurarak ortadan kaldırmışlardı. Kur'an'da namaz olarak değiştirilen “salât” kelimesinin çeşitli anlamlarının hepsinin de “destek” köküne bağlı olduğunu ilgili 99 ayette de görmekteyiz. Mesela:Öğrenim=bilgi desteği, eğitim alma-verme,Dayanışma=fakire, yetime, yoksula mali yardım desteği,Çaba harcama=Bedensel destek gibi. Kur'an'da içinde namazın rükûnları olarak kabul edilen kıble, kıyam, kıraat, rükû, secde, ka’de ve selâmlamanın hepsinin bir arada toplandığını gösteren bir âyet yoktur. Yani “salât” âyetlerine “namaz” olarak meal verilmesi, Kur'an'ın onlarca âyetinin tahrif etmekten başka bir şey değildir. Çünkü salât kavramlarının hiçbirinin namazla alâkası bir ilgisi bulunmamaktadır. Kur'an’ın bir çok özelliği vardır.Bunlardan bir tanesi de, aynen canlı bir organizma gibi, kendinden olmayan kelimeyi bünyesine kabul etmez, onu içine sindirmez yani muvahhidlerin ilmiyle şu veya bu şekilde dışarı atar.Dolayısıyla Kur'an'a yabancı olan maddeler anlattığı konulara uyum sağlayamaz. İman edenler Kur'an'ın bu özelliğine uyansalar meallerdeki tüm “namaz kılmak” çevirilerinin yanlış olduğunu anlayacaklardır. Yüce Allah rahmet ve mağfireti gereği yarattığı insana, günde beş vakit yapamayacağı ritüeller serisine mahkûm etmez. Ama acımasız ve merhametsiz din adamları çeşitli sebeplerle insanları günde beş vakit namaz silsilesine ebediyen mahkum ederler. Gerçekten Allah böyle mi demiş diye araştırmayanlar, bu mahkûmiyetten hiç bir zaman kurtulamazlar. Allah’ın mükemmel dini, bütün zamanlara ve bütün zamanların getirdiği sorunlara karşı verilecek bir cevabı vardır. Âyetlere nerden bakarsak bakalım hiç bir âyette, salâtın “namaz kılmak” anlamında olmadığını gösterir.Âyette “secde var rükû var?” diyenlere kulak vererek baktığımız zaman yine farklı anlamda çıkmaktadır. “Yani biz bir zamanlar beyti’in (tevhid evinin) yerini belirlemiş İbrahime'de şu ilkeleri öğretmiştik: “Bana hiçbir şeyi şirk koşma; tavaf edenler, kâim olanlar (yani:orada şirke karşı baş kaldıranlar), rükû edenler (yani: Allah’ın âyetleri ile ilgilenip, boyun eğenler) ve secde edenler (yani: Allah ve Resulünün ilkelerine teslim olanlar) için beytimi/tevhid dininin yerini temizle,!” (Hac-26)Âyet, kıyam, rüku ve secde kelimelerinin yan yana geçtiği kurandaki tek âyet olmasına rağmen bu kavramların Kur'an içindeki anlamlarına bakıldığında; namazın tarifini içerdiği düşünülememektedir. Zira bu âyette namaza çevirdikleri “salât sözcüğü” de geçmez. Bu kavramlar farklı ortamlarda farklı kişiler tarafından vahiy'le kurulan bağlantı sonucu elde edilir. Kıyam: Allah’ın âyetlerini ikame etmek, haksızlığa karşı çıkmak. Rükû: Allah’ın âyetlerine ilgi gösterip boyun eymek. Secde: Allah’ın âyetlerine teslim olmak, içtenlikle kabul etmek. Kıble: Hayatında tercih edeceğin yön’dür. Bunlar kâbeye karşı birbirine bağlı hareketler yapılması anlamında değildir. Peki, nasıl olmuş da Kuran’da çok farklı anlamlarda yer alan kıyam, rükû, secde, kıble gibi kavramlar bu derece tahrife uğramıştır? Bu soruyu şu şekilde cevaplamak mümkündür:Yerine getirdikleri geleneksel dini alışkanlıklarını sürdürürken Kur'an’ın vahyi ve İslam’ın yayılması üzerine İslam Dini’ne girmek zorunda kalan bazı kişiler; Nebi (a.s) ve arkadaşlarının vefatından sonra Kur'an’ın bir çok kavramının kadim kültüre göre yorumlayarak ve konuyla ilgili uydurma rivayetler üreterek eski ibadetlerini devam ettirmek istemişlerdir. Böylece Kur'an âyetlerini değiştiremeseler bile mesela salât ve secde gibi birçok kelimenin anlamını saptırmışlar; işlerine gelen anlamı kelimelere yükleyerek ve bu anlamları destekleyecek rivayetler ve hadisler uydurarak emellerine büyük ölçüde ulaşmışlardır.Maalesef ki dinlerini Kur'an’dan değil de doğruluğu şüpheli rivayetlerden ve birbirlerinden tamamen taklit yoluyla öğrenen ümmi halk, gördükleri ve duydukları hemen hemen her şeyi doğru bilip, benimseyerek namazı da bugünlere dek sürdürmüşlerdir.Din adamlarının Kur'an’ı atalar ve gelenek gözlüğüyle okumaya kalkışmaları ve kültürel olarak yaşatılan namazı, Kur'an’da aramaları ama bulamamaları dolayısıyla uydurma rivayetlerin ve hadislerin de etkisiyle atalarına hak vererek Kur'an’daki salât kavramının namaz ritüeli olduğuna kanaat getirmeleri; bu anlayışın zamanla iyice yerleşmesine ve benimsenmesine sebep olmuştur.Bu fikri benimseyen ve gelenekleriyle yaşatan din adamları; Kur'an’da namaz adlı bir ritüelin geçmediğini fakat bunun yerine salât kavramının olduğunu var saymışlardır. Böylece salât ve namazın aynı şeyler olmadığını fark eden düşünürlerin veya fikir akımlarının seslerini duyurmalarına da imkân tanımamışlardır. Çünkü namazın ortadan kalkması veya gerçek anlamının ortaya çıkarılması demek; gösterişli camilerin ve maaşlı din adamlarının sonlanması olarak anlamışlardır. Halbuki onlar salâta (öğrenime ve dayanışmaya) kanalize olup, daha verimli çalışmalar yapacaklardı. Bu da müminlerin gerçek salâta yönelmesi anlamına gelmektedir. Şekilsel hareketlerle gerçekleştirilen namaz kılma eylemi, ümmi halkın arasına rivayetler aracılığıyla rahatça girebilmiştir. Çünkü bir rivayet Allah'ın Resulüne dayandırıldığında, iman edenlerin ikna olmalarına kâfi geliyordu. İnsanlar aynı dikkat ve özeni Allah’ın âyetlerine karşı göstermediklerinden dolayı bu yalanları anlayamıyorlardı. Aynen günümüzde olduğu gibi, rivayet ve ictihadları, Allah’ın âyetlerinden daha önemli gören pek çok din adamı ve gruplar mevcuttu. İşte İslam önderleri din mensuplarının bu zayıf noktayı çok iyi değerlendirmemeleri, bir çok konuda olduğu gibi Kur'an dışı bir ritüel olan namazı da İslam’a kolayca sokmalarını sağlamıştır.Dine dışarıdan monte edilen namazın tek dayanağı, Müslümanların zayıf karnı olan rivayetlerdir. Bunun da en büyük sebebi Kur'an'ın bilinmemesi idi. Rivayetlere göre Allah’ın Resül'ü namaz kılmıştır ve günümüzde namaz kılanların iddiasına göre Müslüman tarihçesinde Resulün namaz kılmadığına dair bir rivayet de yoktur. Dolayısıyla Resulün namaz kılmadığına dair bir itirazın bulunmayışı, namazın kılınması gereken bir gerçek olduğuna dair delil olarak sunulabilmektedir. Hâlbuki bu geleneksel anlayış açısından Kur'an’a göre mesela İsa (a.s) da namaz kılmış olmalıdır.Fakat Hıristiyanlık tarihinde İsa’nın namaz kıldığına dair bir iz bulunmamaktadır. Bu durum, “galip gelenler tarihi yazar ” sözünün güzel bir örneği sayılmalıdır. Yani Kuran ile örtüşmeyen rivayet tarihi asla delil olarak kabul edilmemelidir. Yine rivayetlere göre; “Allah’ın Resulünden önce gelen bütün Resül ve Nebiler de namaz kılmıştır.” Ancak her ne hikmetse Allah’ın indirdiği hiç bir kutsal kitapta kıldıkları namazın târifi bulunmamaktadır. Namaz'ın adı veya tarifi ne Tevrat'ta, ne Zebur'da, ne İncil'de, ne de Kur'an'da bulunmamakta iken, Kur'an'dan bir tarif çıkarmaya çalışmak çok zorlama ve beyhude bir çaba olmaktadır."Dinin direği" şeklinde nitelenen böyle önemli şekilsel bir ibadetin, Allah tarafından kendi koruma garantisi altında olmayan rivayetlerin güvenilirliğine teslim edilmiş olması; Kur'an perspektifinde düşünüldüğünde çok garip, aklen ve mantıken kabul edilemez bir durumdur.Kur'an içerisinde geleneksel namaz ritüelini oluşturan “kıyam, kraat, rükû, çift secde, kade, selamlama” gibi namazın parçası olduğu belirtilen kelimelerin namazdaki sırasıyla bir arada geçtiği bir âyet de yoktur, demiştik. Üstelik bu kelimelerin geçtiği ayetlerde, bu kavramların tamamının namazın birer parçası olduklarına dair bir delil de yoktur. Ayrıca bu kelimelerin anlamları, Kuran’ın genelindeki gerçek anlamlarından saptırılmıştır. Oysaki namaz kılmanın nasıl yapılacağı belli olsaydı; Allah’ın bunu da tıpkı abdest ve oruç konusunda olduğu gibi bir ya da birkaç ayetle tarif etmiş olması gerekirdi.Eğer birbirimizle iyi geçinme gibi bir derdimiz yoksa, barış içinde yaşamak gibi bir hedefimiz olamıyorsa, birbirimizin kuyusunu kazan bir ekonomik duyarsızlığa sahipsek, iyilikleri bile “desinler” diye yapıyorsak; birbirimize selam vermemizin, selamun aleyküm, merhaba veya günaydın dememizin hiçbir anlamı yoktur. İnsanlardan beklenen bir lidere, ruhban sınıfına ya da ahbar sınıfına körü körüne bir salât (bağlantı) kurmaları değil bağlantılarını (salâtlarını) Allah’a kurmalarıdır. İşte bu yüzden onların mescidi haramdaki salâtları alkışlamak ve el çırpmaktan ibaret kalmıştır. Oysa Nebi ve diğer iman edenler vakitli olarak dersler yapmakta, furkan ile sorgulamakta, kitabı okumakta, doğrulamakta, tam bir emin oluşla iman edip secde etmekte, hûşû ile kendilerini arındırmaya, sulh’u yaymaya, infak ile dayanışmaya ve dualarını dava edinip o davaya paydaş olmaya çalışırlardı. Nebi'yi alkışlamak değil, onun ağzından çıkan âyetleri duyup anlama, emin olma ve öğrendikleri erdemleri hayatlarına tatbik etme gayretindeydiler. Aybaşına on gün kala cebinde on beş lira kalmışken, şefkat arayıp da bulamamışken, Kur'an’a döndüğün ve Kur'an’la uyardığın için zanlarla damgalanmış ve sapkınlıkla suçlanmışken, çaresiz olduğunu zannettiğin dertlere düşmüşken, artık bundan öte ne yapacağını bilememişken, imanla eğil, zihinle eğil, yürekle eğil, ayakta, eğilerek, yan yatarak, düz durarak, uzanarak her an yüce Allah'ın seninle birlikte olduğunu bilmelisin.
18 Nisan 2022 Pazartesi
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (22.YAZI) Kur'an'da olmadığı halde namaza o kadar büyük bir değer atfedilmiş ki, bir insan ne yaparsa yapsın, hangi günahı işlerse işlesin namaz kıldığı için en sonunda affedilip cennete girecektir. Hırsızlık yapacak ama namaz kıldığı için cennetlik olacak! Allah'ın kitabından başka bütün din koyuculara iman edecek yani şirk koşacak ama namaz kıldığı için cennetlik olacak! İnsanlara zulmedecek ama namaz kıldığı için cennetlik olacak! Diğer yandan; Şii ve Sünni dinine mensup olmadığından dolayı insanlık için en güzel icatlar ve buluşlar yapan bir kişi de namaz kılmadığı için cehenneme atılacak! Sanki bu dinin sahibi yüce Allah değildir de, kendi muhaddis ve müctehidleridir. Adam işinde gücünde, dürüst, meşru yollardan kazanç sağlayacak, hiç kimseye zararı olmayacak ama namaz kılmadığı için cehenneme atılacak! Adamlar yüce Allah'a din öğretmeye kalkarken hiç utanmıyorlar. Dini en tehlikeli bir silah ve ölümcül bir virüs haline getiren bu zihniyete karşı mucadele etmekten daha önemli ve kutsal bir dâvâ bulunmamaktadır. Kur'an, yüce Allah tarafından tebyin, tefsir, tasrif ve tafsil edilmiş bir mesajdır. Yani Kur'an, âyetleri mufassal olan bir kitaptır.Yani deteylandırılmış bir kitaptır. Yani dinde namaz gibi bir ritüel olsaydı, Kur'an şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde onu ortaya koyardı. Şii ve Sünni coğrafyasında bulunan insanlar, ihtiyaç duydukları ve gerekli gördükleri için değil, din adamları tarafından tahrif edilerek namaza evrilen salât âyetlerinin zoru ve uydurma rivayetlerin yalanlarına kanarak namaz kılıyorlar. Hemen hemen yüzde yüzü niçin namaz kıldıklarını ve okudukları âyetlerin bağlam ve bütünlüğünü bilmeden, alışkanlık haline getirdiklerinden ve din adamlarının korkulu vaazları yüzünden cehenneme girmemek için namaz kılarlar. Hiç kimse imansız, dinsiz, gıdasız, susuz ve havasız yaşayamaz. İnsanlar sürekli olarak bunlara ihtiyac duyarlar. Mesela: İnsan katiyyen duasız yaşayamaz, ihtiyaç ve zaafları karşısında her an yüce bir dergaha iltica etme gereği duyar. Fakat insanların büyük çoğunluğu namaz kılmaya hiç bir zaman ihtiyaç duymazlar. Namaz kılmak fikriyle kendilerini zehirlemiş olanların, "namaza ihtiyaç vardır, namaz kötülüklerden alıkor, Allah’ın emridir, şükürdür, zikirdir" gibi sözlere sakın aldanmayın.Kur'an'a baktığımızda yüce Allah'ın kullarından kendine “temiz bir imanla yani dini yalnız O'na özel kılarak salih ameller yapmak”tan başka hiçbir şey istememektedir.Şii ve Sünni din adamları derler ki, "Allah'ın bizim namazımıza ihtiyacı yoktur, bizim namaza ihtiyacımız vardır" Peki namazın size faydası oluyorsa, anladığınız dilden okumanız gerekmiyor mu? Üstelik aynı şeyleri tekrar tekrar okumanızın mantığı nedir?İşte gözlerin kör olması yada önyargılı olmak böyle bir şey. Şu soruya daha cevap vermiş değillerdir. -Namaz kılınca ne oluyor?Maalesef bu soruya mantıklı bir cevap veremiyorlar. Çünkü namaz gerçekten de maddi manevi hiç bir sorunu çözmüş değildir. Bırakın sorunları çözmeyi, fakir ve miskinlere gitmesi gereken milyonlarca lira cami ve mescitlerin halı ve mermerlerine gidip israf oluyor.Eğer camilerde Kur'an eğitim ve öğretimi yani salât olsaydı, her şey değişirdi. Yapılan bir ibadetin insanın kendisine ve çevresine faydası olması gerekiyor. Halbuki namazın insanın kendisine de, çevreye de, diğer insanlara da hiç bir faydası yoktur.Şii ve Sünni dünyasının içinde bulunduğu kaos, kargaşa, terör, vahşi örgütler, katliamlar, korku, dehşet, adaletsizlik, fakirlik ve zulüm bunun en büyük göstergesidir.Namaz şükür de olamaz. Çünkü şükür, şirk koşmama anlamına gelmektedir. Yani inanç ve ibadetlerinde insanın dini Allah'a özel kılması demektir. Halbuki siz din adamlarınızın hadis ve mezheplerine Allah'ın kitabından daha fazla değer veriyorsunuz. İnsafsız din adamları, namaz sayesinde müminlerin sırtına nasıl bir yükün bindiğini görmezler. Bir de kendileri ek olarak bir çok yük bindirirler. İman edenlerin içinde bulunduğu şartları görmezler. Bir de kendileri işleri daha da zorlartırırlar. Bu inanç ve anlayış müslümanların yaşadığı beldelerde emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda biçimlenmektedir. Uluslararası baskı sistemleri müslümanları tek bir kanala, yalnızca “sürüleştirme” kanalına sokmak istiyorlar. Gerçeği duymak, görmek, bilmek hakları her zaman bir kenara itiliyor. Müslümanları Kur'an özgürlüğünden uzak bir din anlayışıyla kendilerine itaat ettirmek istiyorlar. Çünkü Kur'an müslümanlarının Allahtan başka kimseye itaat ve kulluk etmeyeceklerini iyi biliyorlar. Şimdi siz Kur'an'ın nazarında Müslüman mısınız?Siz güzel ahlak ve teknolojide yani maddi manevi bütün toplumların gerisinde değil misiniz? Hani sizin dininiz dünyanın en mükemmel dini idi? Sizin mükemmel olan dininiz yüzyıllardan beri size hangi fazileti kazandırdı? Siz, namaz gibi anlamını bilmediğiniz ve hangi anlama geldiğini söyleyemediğiniz ritüellerin peşinde giderseniz ahlak ve teknolojide hiç bir mesafe alamazsınız.Neden bu halde olduğunuzun sorgulamasını yapmalısınız. Kötü gidişe rağmen en doğru yolda olduğunuzu hiç kimseye inandıramazsınız. Bu din ve inançla dünyanın her yerinde perişan olmaya mahkumsunuz. Sizin işinizde güzel ahlak yoktur, ticaretinizde güzel ahlakı yoktur, yönetiminizde güzel ahlak yoktur. İnsanlar ölüm pahasına dininizin hakim olduğu ülkelerden Hristiyan ülkelere kaçıyorlar.Halklarınızın vatanlarını terkederek Hristiyanların hakim olduğu ülkelere göç etmeleri utanç verici bir olay değil mi? İnsanlar "ya denizde boğulacağım ya da buradan kaçıp kurtulacağım" diyor. Yani sizin dininizden ve ahlakınızdan kurtulmak için insanlar ölüm riskini bile göze alıyor.Can alıcı soruyu tekrar soruyoruz. Namazın size olan bir tane faydasını gösterebilir misiniz? İnsanları kandırmak için sahabelerin olmayan hayatlarını ve faziletlerini bizi anlatmayın. Ömer'in adaletinden Ebubekir'in doğruluğundan size ne! Falan sahabi şöyle yaptı! falan sahibi böyle yaptı! Siz vahiy'den ve İslam'dan ne anladınız? Kur'an size ne verdi? İslam'dan nasibiniz nedir. Onu söyleyin.Sahabileri anlatmakla dininizin ne kadar güzel bir din olduğunu gösteremezsiniz. Her kim sahabenin faziletlerini anlatıyorsa, o yalancının en büyüğüdür. Hristiyan Ukrayna bir ayda bütün Hristiyanları bir araya getirdi. Bir Filistin seksen yılda sizi bir araya getirmedi. Peki namaz kılmayan Ukraynalıların, dünyanın en büyük süper gücü olan Rusya'ya karşı göstermiş olduğu sabır ve direncin binde birini Amerika'ya karşı gösterebildiniz mi? Amerika'nın postalını öptüğünüzde size özgürlük veren ritüelleriniz neredeydi? En önemlisi namazınız aranızda neden bir vahdet ve kardeşlik meydana getirmemiştir. Hristiyan Avrupa ülkelerinin sınırlarının üzerlerinde insanlar oturup yemek yerken, sizin ülkelerinizin sınırlarını on tane engel zor koruyor.
17 Nisan 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(187. YAZI)Nur Süresi 32-) Ve aranızdaki bekârları yani kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah kendi faziletinden onları zenginleştirir. Allah, (fazileti) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. 33-) Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, fazileti ile kendilerini zengin kılıncaya kadar iffetli olsunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kendilerini idâre edebilecek bir kâbiliyet) görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin yani dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi taşkınlığa zorlamayın. Kim onları zor durumda bırakırsa, (bilinmelidir ki) zorlanmalarından sonra Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 34-) Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren âyetler yani sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve muttakiler için öğütler indirdik. 35-) Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misâli, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir züccaciye içindedir; o züccaciye de sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da ait olmayan mübarek bir ağaçtan yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş dokunmasa dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dileyeni nûruna hidayet eder yani Allah insanlara (işte böyle) misaller veriyor. Allah her şeyi bilendir. 36-) Bu (nur) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki; 37-) Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ın zikrinden, salât'ı ikâme etmekten ve zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoyamadığı kişilerdir. Onlar, kalplerin ve gözlerin altüst olacağı bir günden korkarlar. 38-) Çünkü (o günde) Allah, onları yaptıklarının en güzeli ile cezalandıracak yani faziletinden onlara fazlasıyla verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.(Kur'an'da ceza kavramı, azap etme, mükafat verme, başkası adına birşey yapamama, ödül gibi anlamlara gelmektedir.) 39-) Kâfirlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su hesap eder; nihayet ona vardığında hiçbir şey bulamamış, üstelik yanında da (şirk koştuğu) Allah’ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür yani Allah hesabı seri olarak yapandır. 40-) Yahut (o kâfirlerin şirk olan amelleri) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Karanlık üstüne karanlıklar... İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah (vahiy'le) nûr kılmamışsa, artık o kimsenin başka bir nuru olamaz. (Hidayet ve sapkınlık, iman ve küfür, şirk ve tevhid vahiy ile ilgili bir durumdur. Resüllerin kavimleri gibi ciddi olarak vahiy'le karşılaşmayan yani kendisine tebliğ ulaşmayanlar gerçek anlamda mümin, kafir, müşrik ve müslüman olmazlar. Bunlar imandan dağil, güzel ahlak, adalet, insan hakları ve infaktan hesaba çekilirler.) 41-) Göklerde ve yerde bulunanlarla saf saf olmuş kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salâtını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir. KUŞLARIN SALÂT ve TESBİHLERİ Aslında Kur'an'da var olan, iman, islam, ibadet, ihlas, secde, rukü, birr, sabır, kıyam, salât, tesbih, zikir, şükür, hamd, furkan, takva, ihsan (güzel ahlak) gibi kavramlar, sürekli olarak insanın hayatında var olan, her an karşılaşabileceği, ondan hiç bir zaman ayrılmayan, sosyal hayatının bir parçası konumundadırlar. Yani bunların hiç birinin yeri ve zamanı yoktur. Ancak cuma salât'ı müstesnâdır. Dolayısıyla gece gündüz, yirmi dört saat, hayat boyunca bireysel olsun, ailevi, sosyal ve ictimâi hayat olsun din daima insanın zihni ile beraber yaşayan bir olgudur. "Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun indinde bulunanlar, O'na kulluk etmekte kibirli olmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler"(Enbiya-19,20)Sürekli olarak anma ve hayata yansıtma açısından tesbihin sürekliliğini ifade eden bir çok âyet vardır. "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngedetesbih edip gitmektedirler"(Enbiya-33)"Ne güneş aya yetişir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede tesbih edip gitmektedirler"(Yasin-40)"Tesbih ederek gidenlere"(Nâziat-3)Bu âyetleri almamızın sebebi, içinde geçen ve tesbihle aynı kökten olan kelimedir. Gök cisimlerinin yörüngelerinde yüzmesini de tesbihin manidar bir tanımı olarak gösteriliyor. Yani tesbih, göklerde ve yerde olan herşeyin yüce Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu görevi aşmadan, eksiksiz olarak yerine getirmesi anlamına gelmektedir. Biz de bize bildirilen hayat yörüngesinde, yüce Allah ile salât dediğimiz bağlantıyı ayakta tutarak devam etmeliyiz. Şimdi konumuz olan yukarıdaki âyete bakalım."Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve saf saf uçan kuşlar Allah'ı nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salât'ını ve tesbihini bilir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir" (Nur-41)Bu âyetten bir önceki âyette denizden, onun dalgalı karanlık katmanlarından söz ediliyordu. Çok önemli ve manidardır.Çünkü Kur'an insanları doğal olaylar üzerinden düşündürür. Ondan bir öncesinde ise kâfirlerin çöldeki serap gibi olan amellerinin peşinde onu çok büyük bir başarı zannettikleri, ama sonunda sadece Allah’ın azabını bulabilecekleri haber veriyordu. Batil imanlarıyla yapmış oldukları amellerle rahmet bulacaklarını hesaplarken, nasıl azabı bulduklarını anlatıyordu.Su bulacak iken, ateşi bulacaklar, cenneti umarken, cehennemin dibini boylayacaklar. Kur'an bütün bunları doğanın üzerinden ders veriyordu. İşte kuşlarla ilgili bu âyet de tesbihi ve salât'ı tabiat üzerinden düşündüren ve ders veren, hikmetler çıkarılabilecek en önde gelen âyetlerden biridir. Kur'an’a bakarsanız göreceksiniz ki bu âyetlerden sonra da tabiat konusu hemen bitmez. Bulutların ve yağmurun işleyişinden, dağların, gece ile gündüzün oluşmasından ve sonra her canlının yaratılış serüveninden bahsedilerek devam eder gider. Kısacası doğadaki makul düzen ve yüce Allah ile olan bağlantıları ölçüsünde tesbih ve salât bu yolla açıklanmaktadır. Tekrar kuşlara dönelim. Toplu gruplar halinde saf saf uçan kuşlara şâhit olmuşsunuzdur. Bazıları V harfi biçiminde göç edenlerdir. İkinci grup ise adeta tek bir beyin tarafından yönetilircesine aynı anda aynı yöne dönen yani tek vucut gibi aynı hareketi yapan ve seyri hoş bir dans gösterisi sunup harika şekiller oluşturan kuşlardır.Her iki grubun önünde de sabit olmayan yani sürekli nöbetleşen öncüler vardır ve rüzgârdan faydalanarak uçar ve tasarruf yaparak uzun mesafeleri az enerjiyle katederler. Yine de öndekiler en fazla güç sarf ederken yorulduklarında bu sefer hemen arkasındaki öne geçer ve bu döngü devam eder gider. Kısacası orada müthiş ve örnek alınması gereken bir yardımlaşma, destekleşme ve dayanışma vardır. Tek başlarına uçamayacak kadar uzağa uçar ya da tek başlarına yapamayacakları kadar manevrayı, oluşturdukları hava akımı nedeniyle çok daha kolay ve daha az enerji harcayarak yaparlar. Alınacak ilk ibret budur: Dayanışma, destekleşme, yardımlaşma. Kuşlar geçmişten bu yana özgürlüğün sembolü olmuşlardır. Özgürce yaptıkları göçler gerektiğinde hicreti ve seferi ifade ederken, özgürce yaptıkları manevralar da özgün olarak hepsinin yaratılışıgereği bir arada çalışabileceğini gösterir. Aşağıya diğer insanlara ya da canlılara bakıp da onlar nasıl bir arada çalışıyor, neyi nasıl yapıyorlar diye dert etmez, içlerinden geldiği biçimde ve yaratılışlarında olana göre bir tesbih ve salât edişleri vardır. Yaptıkları taklit değildir. Birbirlerine özenmez, kıskanmaz ve üzerine düşeni güçleri ve yetenekleri ölçüsünde yaparlar. Alınacak ibret, erdemli, özgür ve özgün olarak bir arada çalışmaktır.Kuşların diğer bir sembolik tarafları barışçı olmalarıdır. Orada o muhteşem gösteriyi ve dayanışmayı yaparken kimseyle kavga etmez, kimseye dokunmaz ve kimseyi rahatsız etmezler. Herkesi kendilerine hayran bırakırlar. Her birinin ayrı ayrı bir hayatı varken bir aradayken uyumlu taraflarını öne çıkarırlar.Âyet ne diyordu: "Hepsi salâtlarını ve tesbihlerini bilmiştir..." Yani göklerde ve yerde olan her şey ve kuşlar salâtın ne olduğunu bilmişlerdir. Fakat maalesef insanlar salât ve tesbihlerinin hangi anlama geldiğini bilmemişlerdir. Bir diğer ibretse büyük güç olmalarıdır. Yırtıcı kuşlara ve canlılara tek başlarına iken kolayca av olacak kadar güçsüzdürler. Ama bir arada oldukları zaman yırtıcı bir kartal bile onların arasına girmekten korkacaktır. Uçmayı tek başına bile öğrenseler, uçmaya başladıktan sonra bir arada yaşaması gereken sosyal hayvanlardır. Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptıktan sonra salâtları de elbette yüce Allah içindir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir.İşte salât'ı ikâmenin içindeki salât tam da budur. Kuşların salât ve tesbihlerinde büyük bir akıl, şuur, dinamizm, organize hareket ve eşsiz bir manevra kabiliyetinin olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda "hepsi salat ve tesbihatını bilmiştir" (Nur-41) cümlesi, "Salât ve tesbihatın canlı bir şuur, dinamik bir bilinç, açık bir zihin ve hikmetli bir ilimle ilgili olduğunu göstermektedir. Bunların hepsi sadece Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle elde edilecek erdemlerdir. Kur'an olmadan asla. Çünkü bunların ne olduğunu bize Kur'an öğretmiştir. Öğretmeni Kur'an olmayanın, öğretmeni şeytandır.
15 Nisan 2022 Cuma
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (21.YAZI) Son vahyin tarihinde yani Nebi (a.s) dan kısa bir süre sonra Allah ve Resulü’nün yapmamızı istediği "salât” namaz gibi tuhaf bir ritüele makas değiştirdi. Şii ve Sünni din adamları da hakkın değil, batıl olanın peşine takıldılar. Çünkü onlar için önemli olan Allah'ın kitabı değil, beşeri yalanlardı. Bunun da sebebi; “Âyetleri anlamak için rivayetleri bilmek gerekir” inancına sahip olmaları idi. Halbuki âyetleri doğru anlamak için rivayetlere değil, temiz bir vicdana, güzel bir ahlaka, kullanılan bir akla ihtiyaç vardı. Akıl ikliminden çıkarılan Kur'an, din adamlarının dünyalık metaına yani sömürü aracına ve müzik güftesine dönüştü.İnanan insanların en başta aldatıldığı en büyük yalanlardan biri de, “Namaz kılanlar cennete girerler, namaz dinin direğidir” söylemidir. Acaba bu sözlerin Kur'an'la bir bağlantısı var mı? Halbuki Kur'an'a baktığımızda; arınmış bir iman yani hanif İslam, yani ihlas (dini Allah'a özel kılma), yani güzel ahlak yani salih amel işleyen herkesin cennete gireceğini görebiliriz. Salât'ı tahrif ederek ve konuyu amacından saptırarak namaz kılanın cennetlik olduğuna delil olarak bulabildikleri tek âyet şudur. “Cennetlikler sakar'da olanlara sorarlar: “sizi cehenneme sokan nedir?” “Biz musallin’lerden değildik: Yani yoksulu doyurmazdık yani batıla dalanlarla beraber biz de dalardık (âyetleri umursamazdık), yani din gününü yalanlardık. Nihayet ölüm bize gelinceye kadar!” (Müddessir- 42/47)Aslında “musallin'lerden değildik” ifadesini “Destek olanlardan” değildik anlamına geldiğini sonradan gelen âyetler gösteriyorlar. "lem nekü minel- musallin" "destek olanlardan değildik" (Müddessir-43) yerine “namaz kılanlardan” veya “ibadet edenlerden değildik" çevirisi koymak tam bir cehalettir. Çünkü ilgili âyetten hemen sonra gelen âyet "musallin" in hangi anlama geldiğini gösteriyor. "velem nekü nut'imul-miskin"yani miskinlere yedirmezdik, onları doyurmazdık" (Müddessir-44)Mesela: "musallin'e" “İbadet edenler” diye meal verenler burada "namaz kılmanın" olamayacağını, bunun tüm ibadetleri kapsayacağı görüşündeler. “Niye tek namaz olsun ki?” diyorlar. Biz de onlara soruyoruz: İyi de ibadet anlamında olsaydı, yüce Allah “İbadet” derdi, niçin "musallin" buyursun?Şimdi “namaz kılanların” inanç, fikir, hayat, ahlak ve amellerine bir göz atalım. Bunların büyük çoğunluğunun Kur'an'dan zerre kadar haberleri yoktur.Şii ve Sünni din adamları rivayet ve ictihadlara tapar.Siyasal dinciler tamamen devletin imkanlarına kilitlenmiş durumdalar, Kur'an umurlarında değil, inanç ve fikir bakımından fetö'den hiçbir farkları bulunmuyor.Tarikat ve cemaatlerde tam bir kula kulluk yani Ebu Cehil'e rahmet okuttaracak bir şirk ve ahlaksızlık hakimdir. Yani şimdi namaz kılan İşid, Boko Haram, Taliban, El-kaide, Fetö, Hizbullah gibi örgütler mi cennete gidecekler? Dolayısıyla sizin iddianıza göre dünyayı cehenneme çevirmenin mukafatı cennettir, öyle mi? Şimdi namazın dincilere kazandırdığı inancı görelim. "Beş yüz tane âyet getirseler, eğer selefin (din atalarımızın) onayından geçmiyorsa, biz buna bid'at hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz" (Ebubekir Sifil)"Buhari'de gök aşağı, yer yukarıdır" yazsa, benim için bitmiştir. Benim için artık gök yer, yerde göktür.Taş sıvı su katıdır" derim.(Nurettin Yıldız) "Kur'an'a uymuyor diye sahih bir hadisi reddeden kâfirdir, Müslüman değildir"( Mehmet Emin Işık)"Oynama Buhari ile, oynama Müslim ile, Buhari çökerse İslam çöker, Müslim çökerse İslam çöker"(İhsan Şenocak) Bizde deriz ki, Kur'an'dan haberi olmayanların İslam dininden zerre kadar nasipleri olmaz. Namaz kılan yalan söylüyor, kılmayan doğru söylüyor. Bunların dininde güzel ahlak sahibi olmak mümkün değildir.Bunların inandıkları kitaplarda yani uydurulmuş paralel dinde şöyle hadisler vardır. "Günde beş vakit namaz kılana o günkü her günahına kefarettir" Böyle bir dinde ahlaklı olunmaz. Sadece beş vakit namaz değil, günahlarına kefaret için cuma hadisleri de var.Cuma günü öyle bir an var ki, kişinin duası o ana denk gelirse bütün günahları bağışlanır. Cuma da olmazsa, sırada Ramazan vardır. Hadis şöyledir."Kim Ramazan'ı tam bir imanla ve hesapla tutarsa, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.Yani günlük günahları affeden namaz, haftalık günahları bağışlayan cuma, yıllık günahları silen Ramazan, Hac, Umre, Arafat, kutsal geceler, Nebilerin, âlimlerin, şehitlerin, hafızların şefaati gibi bir sürü imansız rivayetler mevcuttur.Böyle iman edilen bir dinden ahlak çıkmaz. Bu din insanlık adına bir bela ve ölümcül bir hastalıktır.Son vahyin tarihine baktığımızda namazın insanlara hiçbirşey şey kazandırmadığını açık olarak görüyoruz. Kiliselerde İsa (a.s) ın ikonlarını, resimlerini veya heykellerini sokmakla, Nebi (a.s) ın hırkasını, saç veya sakalını sokmak arasında Kur'an'ın İslam'ı açısından bir fark var mı? Kur'an'ın ifadesiyle İslam hakkın dinidir. Kur'an hak dinin kitabıdır. Şia ve Ehl-i Sünnetin yaşadıkları din ise, kralların ve sultanların, imparatorların ve padişahların dinidir. İşte temel zıtlık burada yatıyor.Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası yirmi dört saat Allah'a ve Resul'üne yani Kur'an'a ihanet ediyor yani suç işliyorlar. İsa (a.s) a "Allah'ın oğludur" diyenler saygı ve sevgiden başka ne düşünüyorlardı?Yani niyetleri iyiydi. İsa (Aleyhisselam) rastgele bir insan mıydı? Allah Resüllerinin içinde babasız olması ve Allah'ın kelimesi olarak çok büyük meziyeti ve önemli bir farkı vardır.Kur'an, İsa (a.s) a "Allah'ın oğludur" demeyi şirk sayıyor.Ve bunu söyleyenleri yerden yere vuruyor. Bunu iyi niyetten dolayı söyleyenlerin müşrik olduklarını ortaya koyuyor.Şimdi Şia ve Ehl-i Sünnetin din adamlarının inanç ve söylemlerine bir bakalım. "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım, kâinat onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı, kâinatın efendisi" Bunları ümmetin kafasına sokanların hepsi kafir ve müşriktir.Bu inanç ve söylemlerin hepsi şirk ve küfür ifadelerdir. Allah Resulünün üzerinde bir makam ve mertebe var mı. Siz "Allah'ın Resulü" ifadesinin neresini beğenmiyorsunuz? Resüllere Allah'ın vermediği payeleri vermeye hakkınız var mıdır? Siz kimsiniz? Siz Allah Resul'ünün ahlakına layık bir ümmet olamadınız da, onu şirkle yüceltmeye kalkmakla mı ona layık olmaya çalışıyorsunuz? Üstün meziyetlere sahip olan İsa Aleyhisselam hakkında Kur'an şöyle buyuruyor."Ne Mesih ve ne de Allah'a yakın Melekler Allah'ın kul olmaktan çekinir. O'na kulluktan çekinip kibirlenen kimselerin hepsini Allah yakında huzuruna toplayacaktır" (Nisa-172)En iyisi siz bu hanif ve muazzez dini bırakın da gidin başka bir yere kapaklanın. Orada ne melanetler içleyecekseniz işleyin. Kur'an'ın ve İslam'ın üzerinden rant devşirmeye doymadınız mı? Uydurma ve iftira dinden iki yüz metreye bir cami yapmayı öğrenmişler. Bellemişler bir kaç rekat yat kalk. Birisi çıkıp, Allah rızası için sadece Kur'an'a davet edip, vahiy'le uyarı yaptığı zaman, "vay sen camiden, ezandan rahatsız mı oluyorsun, senin cami ve ezanla derdin ne?Size soruyoruz, Kur'an mescitten rahatsız mı oluyor? İnsan haklarına ve hanif dine zarar veren mescitleri lanetliyor.Ve Nebi (a.s) a "Bu mescitlerde ebediyen durma, oraya sakın girme" diyor.(Tevbe-107,108)Eğer mescitlerde namaz değil de, salât'ı ikame etme icra edilseydi, bugün Şii ve Sünni coğrafyasının hepsi yüce Allahın kitabını öğtenmiş dolayısıyla bir çok sorun çözülmüş olurdu. İlâhiyât Prof'larının bile Kur'an cahili olduğu bir toplum olmazdı. Yüz elli bin personeli bulunan Diyanet İşleri Başkanlığında ve ilâhiyât fakültelerinde acaba kaç tane öğretim görevlisi Kur'an'ı biliyor?
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ186.YAZI) Nur Süresi 21-) Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, kötülüğü yani ahlaksızlığı emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın fazilet ve merhameti olmasaydı, içinizden hiç kimse ebediyen arınamazdı. Lâkin Allah dileyeni arındırır. Allah işitir ve bilir. 22-) İçinizden fazilet sahibi ve (maddi durumu) geniş olan kimseler akrabaya, miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; affedici olsunlar yani hoşgörülü olsunlar. Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 23,24-) Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde şahitlik edeceği gün onlar için çok azim bir azap vardır. 25-) O gün Allah onlara gerçek cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır. 26-) Hâbise kadınlar hâbis erkeklere, hâbis erkekler de hâbise kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, (iftiracıların) söylediklerinden beridirler. Kendileri için mağfiret ve kerim bir rızık vardır. 27-) Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; herhalde (bunu) tezekkür edersiniz. 28-) Orada hiç kimse bulamadıysanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, arınmanız açısından daha uygun bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir. 29-) İçinde kendinize ait metâ'ın bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir sakınca yoktur. Allah, sizin açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir. 30-)(Ey Nebi!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.31-) Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Örtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların avret yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Yani ey mü'minler, hep birlikte Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!KADINLARDA BAŞÖRTÜSÜ FARZ MIDIR?Bu konuyu iyice anlayabilmek için son vahyin ilk yıllarına gitmek gerekir.Bilindiği gibi kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi Mekke ile ilgili bir durumdur.Tekvir-8,9; Nahl- 58,59)Mekkelilerin kadına bakış tarzı Medineli ensardan ayrı bir özellik arz ediyordu.Mekke'lilerin kadına bakış tarzları son derece ilkeldi. Fakat Medine böyle değildi.Medine'de kadının söz söyleme ve birçok sosyal faaliyetlere katılma hakkı vardıNebi (a.s) Mekke'li olduğu halde merhamet, güzel ahlak ve karakter bakımından Medine'li ensara benziyordu. Kadınlar, hiçbir aracı olmadan, her zaman direkt olarak Allah Resulü (a.s) dan Kur'an'ı öğreniyorlardı. Bu imkan kendilerine sonuna kadar açıktı.Hatta Nebi ( aleyhisselam) ile tartışılabilecek bir hürriyete sahip idiler.(Mücadele-1) Fakat Nebi ( aleyhisselam) dan sonra dört halifenin, Emevi ve Abbasilerin Mekkeli olmaları, rivayet ve içtihadlara etki ederek, özellikle Ehl-i Sünnet âlimlerinin kadına bakış tarzı, Mekkelilerin bakış tarzı olarak gelişmiştir.Ehl-i Sünnet âlimleri ve müctehidleri ilim ve fikirde kadına gerektiği değeri vermemişlerdir.Uydurulan hadislerle sosyal faaliyetlerde kadına dar bir alan çizilip bu alanın dışına çıkmasına fırsat verilmemiştir. Kur'an'a ihanet tarihinde diğer toplumlardan gelen kültürlerle kadın her zaman "tehlikeli bir varlık, günah işlemeye meyilli, güvenilmez, göz altında olması gereken, namusu lekeleyen şeytani bir birey" olarak görülmüştür.Dolayısıyla Nebi (a.s) dan sonra "kadınların evlere hapsedilmeleri, eğitim ve sosyal hayattan çekilmeleri, yönetici yapılmamaları, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, cami ve mescitlerden uzak tutulmaları, fitnenin esas kaynağının kadınlar olduğu" ile ilgili yüzlerce hadis uydurulmuştur.Şimdi bu hadislerden bir kaç tanesine bakalım.Bakalım da, Allah'tan korkmadan Nübüvvet makam ve mertebesini, Risâlet misyonunu nasıl bir çirkinliğe alet ettiklerini görelim."İşlerini kadına havale eden bir topluluk iflah olmaz"(Buhari-Megazi, 84, Fiten, 17; Tirmizi-Fiten,75; Nesai- Âdabu'l-Kudat-8)"İşleriniz kadınlara kalırsa sizin için yerin altı (kabir-ölüm) üstünden daha hayırlıdır"(Tirmizi-Fiten, 78) "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının beraberinde babası veya oğlu yahut kocası veya kardeşi yahut nikahı haram olan biri olmaksızın üç gün veya daha fazla süren bir yolculuğa çıkması helal değildir"(Müslim-Hac, 108)"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının yanında kendisine nikahı haram olan biri bulunmadıkça, bir gün veya bir gecelik yola gitmesi helal değildir" (Müslim-Hac, 421; Tirmizi- Rada, 15)"Bir kadın, yanında mahrem birisi bulunmadıkça bir erkekle yalnız kalmasın ve yola çıkmasın" buyurunca, bir adam ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü! Eşim Hac için çıktı, ben ise falanca gazvede (savaşta) idim" deyince, Nebi (a.s) git ve eşinle birlikte hac yap" buyurmuştur.(Buhari-Nikah, 110; Müslim- Hac, 424) "Kadının evinin avlusunda kıldığı namaz, mescidde kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evinde kıldığı namaz, avluda kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evin iç kısmında kıldığı namaz, evinin açık yerinde kıldığı namazdan daha faziletlidir"(Ebu Davud- Salât, 54)"Kadın, insanın ar ve namusudur. Evinden dışarı çıktığında şeytan ona yaklaşır. Kadının Allah'a en yakın olduğu yer evidir"(İbn Huzeyme- Sahih, 3.c- 93; Taberani-el-Mu'cemu'l-evsat, 3.c-189, 8.c, 101) "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" (Buhari- Nikâh, 18; Müslim- Zikir, 97; Tirmizi- Edep, 31)"Sayet kocasının ayağından, başından, saçlarının ayrıldığı yerine kadar irin ve iltihapla kirlenmiş olsa sonra kadın ona yönelse ve kocasını dili ile yalarsa onun hakkını ödeyemez"(Ahmed bin Hanbel, Müsned, 20- 64,65) "Cüzzam hastalığının onun etini deldiğini, iki burun deliğini yırttığını, bu iki burun deliğinden kan ve irin aktığını görsen, sonra onun hakkını ödemek için ağzınla onunla o iki burun deliğinden akınları yalayıp yesen, ebediyen onun hakkını ödeyemezsin"(Taberani- el- Mu'cemu'l-kebir, 8, 259) "Kendisinden kocası razı olduğu halde ölen her müslüman kadın cennete gider"(Tirmizi-Rada, 10; İbn-i Mâce-Nikah,4) "İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim"(Tirmiz- Rada,10; Ebu Davud-Nikah, 41; İbn-i Mâce- Nihah, 4)"Uğursuzluk üç şeydedir: Kadında, evde ve atta"(Buhari- Cihad,47, Nikâh,18; Müslim- selâm, 115; Tirmizi- Edep, 58; İbn-i Mâce- Nikah, 55) "Resulullah bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek şöyle dedi: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz çünkü sizler cehennem halkının çoğunluğunu oluşturmaktasınız" Bunun üzerine kadınlardan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Niçin böyle oluyor? dedi.Resulüllah"Çok lanet etmeniz ve kocalarınızın yaptığı iyiliklere nankörlük etmenizden dolayı" dedi.Allah Resulü (a.s) şöyle devam etti: Aklı başında ve görüşü sağlam bir erkeğe galip gelebilen, aklı ve dinî eksik sizden başka varlık görmedim" Orada bulunanlardan biri bir kadın: "Kadının aklının ve dininin noksanlı nedir?" diye sordu.Nebi (aleyhisselam) da "Sizden iki kadının şahitliği bir erkeğinkine denktir. Dininizin noksanlığına gelince o da hayızlı olmaktır. Sizden biriniz hayızlı iken 3-4 gün oturur, namaz kılamaz" dedi."Sizden biriniz namaza durduğu vakit, önünden deve semerinin arka kaşı kadar bir şey bulunursa, o kendisine sütreler (önünden geçenlere karşı korur) Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunursa bunun namazını eşek, kadın ve siyah köpek bozar"(Buhari-Salat, 103,106; Müslim- Salât, 265; Ebu Davud, Salât, 110; Tirmizi- Salât 253; Nesai- Kıble, 7)Halbuki Kur'an'a baktığımızda kadınların da da erkekler gibi özgür bir iradeye sahip olduklarını, erkekler gibi imtihan edildiklerini, fiziki ve psikolojik yapılarından başka diğer bütün özelliklerinde erkeklere ortak olduklarını görüyoruz.Son vahyin tarihinde İslam dinini kabul eden milletlerin gelenek ve kültürleri hakim olunca iman edenler içinden çıkılmaz bir çok problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bunlardan birisi de kadınların başlarını örtmelerinin Allah'ın emri olduğu inancıdır.Kur'an, namus mefhumunu anlatırken ilk önce erkeğin namuslu olmasını tavsiye etmektedir. "(Ey Nebi!) Mümin erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını korumalarını söyle..."(Nur- 30 )"... ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya: İşte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır" (Ahzab- 35) Bu âyetlere rağmen, son vahyin tarihinde iman ettiklerini iddia edenlerin nazarında ırzlarını koruması gerekenlerin sadece kadınlar olacakları inanç ve algısı yerleşmiştir.Halbuki erkeklerin ırzlarını korumaları daha kolaydır.Erkek ırzını koruduğunda, kadının ırzı otomatikman korunmuş olacaktır. Son vahyin tarihinde Ehl-i Sünnet âlimleri açık bir şekilde olmazsa bile zihin altında kadının rabbinin erkek olduğunu, kadının Allah'a karşı değil, erkeğe karşı sorumlu olduğunu benimsemişlerdir. Kur'an'da, kadınların başlarını örtmelerinin farz olduğunu gösteren açık bir emir yoktur. Nedense hüküm ve tavsiyelerin yoğun olarak bulunduğu altmış dört âyetlik Nur süresinde insanlar sadece 31.âyetten haberleri vardır.Diğer âyetlerden hiç kimsenin haberi yoktur.Şimdi ilgili âyete bakalım."Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan korusunlar; iffetlerini esirgesinler.Görünen kısımları müstesna olmak üzere zinetlerini teşhir etmesinler, örtülerini yakalarının üzerine örtsünler..."( Nur- 31)Âyette "görünen kısımları müstesna..." cümlesinden, genel görüş olarak örtme mecburiyeti bulunmayan yerler yüz ve eller olarak kabul edilmiştir. Bu konuda tefsir ve fıkıh kitaplarında yoğun bilgi bulunmaktadır.Muhaddis ve müctehidler genellikle kadınları baskı altına alabilmek için bunları uydurmuşlardır.Kadının vücudu dikkat çekici bir cazibeye sahip olduğu için yabancı erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmalıdır.İslam dini kadına "dikkatleri üzerine çekme" ve "sorumluluk bilincine sahip ol" der. "...takva elbisesi işte o daha hayırlıdır..."(Araf- 26)Yani takva ve ihlas ile hareket etmelerini, başkalarının nazarlarını üstlerine çekecek dar ve renkli elbise giymemelerini, niyet ve hareketleriyle yabancılara ümit verecek davranışlardan sakınmallarını tavsiye eder.Yoksa kadınların saçlarını yüzlerinden daha mahrem görmek akıl ve mantığın kabul edeceği bir şey değildir.Bir kadının vücudunda zinet açısından insanı etkileyecek en son şey saçlarıdır. Saçların insanı tahrik edecek cazibesi yoktur. Evlenecek kızların saçlarına değil de, yüz ve vücutlarına bakılması bundan dolayıdır.Kızların saçlarına bakmak kimsenin aklına bile gelmez.Aslında kadın olsun erkek olsun bir insanda en önemli güzellik ihlas (dinî Allah'a özel kılmak) güzel ahlak ve infaktır.Diğer zahirî güzellikler abartıldığı kadar önemli değildir.Giyim kuşamla ilgili tavsiyeler bölgesel ve tarihsel özellikler taşımaktadır.Yani bu gibi şeyler zaman ve iklimlerin değişkenliği karşısında mağlup olmaya mahkumdur.Dolayısıyla başörtüsü bir kültür, bir gelenek, bir tercih ve bir insan hakkıdır.Hiç bir güç ve kuvvet kadınların haklarına ve özgürlüklerine müdahale ederek, onları tercihlerinden alıkoyamaz. Bir genç kız okumak istiyorsa, istediği gibi giyinme hakkına sahip olmakla birlikte, başörtüsü takmadan da tahsil hayatına devam eder.Kadınların başörtüsü takıp takmamaları konusunda erkeklerin müdahale etme hak ve yetkileri yoktur. Daha doğrusu kadınların başörtüsü takıp takmamaları ne devleti, ne hukuku, ne de erkekleri ilgilendiren bir konudur. Kadınların giyimleri, tahrik amacı taşımıyorsa, zaman ve zemin, iklim ve coğrafya şartlarına, halkın gelenek ve göreneklerine göre bir şekil alacaktır. Kur'an, giyim kuşam gibi konuları esnek bırakmıştır.Medine'de kadınlar geleneksel olarak başlarının üzerine bir şey atar fakat vücutlarının büyük bir kısmı dışarıda kalırdı. Nur süresinin 31.âyet başın örtülmesi ile ilgili bir emir değil, vücudun örtülmesi ile ilgili bir tavsiyedir.Başını örten bir kadına insan hakları açısından, başını açması için nasıl müdahale edilmezse, başını açan kadına da başını ört diye müdahale edilemez.İslam açısından ikisi de aynı şeydir. Aslında başörtüsünü farz kılan Kur'an değildir.Başörtüsünü farz kılan, alimlerin zihinlerinde bulunan fesat anlayış, siyasal egemenlik, uydurma rivayetler, ilkel inançlar ve Kur'an'a karşı cehalettir.İklim ve coğrafya, zaman ve zemine göre değişkenlik arzeden bir şey farz olmaz. Yakasından ayaklarına kadar uzun ve geniş elbise giyen bir kadın tesettürlü sayılır.Baş örtüsü olmadan bu elbiseyle dışarı çıkabileceği gibi, salât'ı da ikame edebilir.İslam dininde esas olan, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın kabul edilmemesi, ihlas yani dinî Allah'a özel kılınması, infak, güzel ahlak, ana-baba hakkı, komşu ve akrabalara iyilik, adalet ve insan hakları, israftan kaçınmak, ve yolsuzluk yapmamaktır. Bunlar olmadan yaşanılan dinin Allah katında hiç bir değeri yoktur.Bu değerli ilkeler yanında kadınların saçlarının görülüp görülmemesinin hiç bir önemi yoktur. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, kadınların saçlarına, giyim kuşamlarına değil de, kendi şirklerine, vahşi dinleriyle ülkelerini nasıl cehenneme çevirdiklerine baksalardı, daha mantıklı olurdu.
NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Çok özür diliyorum, affedersiniz ama Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerine güzel bir örnek olduğu için onu söylemek zorundayım. Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin rivayet yarışı, çocukların sidik yarışına benziyor. Fakat çocukların sidik yarışı daha masumdur. Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(185.YAZI) 6,7-) Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. 8,9-) Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) sâdıklardan ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır. 10-) Ya Allah’ın üzerinizde olan fazilet ve merhameti bulunmasaydı yani Allah, tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nasıl olurdu)! 11-) (Ey Nebi'nin arkadaşları! Nebi'nin hanımına) bu ağır ifk'le gelenler şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir şer olduğunu hesap etmeyin, aksine o, sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı) vardır. Onlardan (önderlik edip) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok azim bir azap vardır. 12-)(Ey Nebi'nin arkadaşları!) Bunu (buhtanı) işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi nefisleri ile hüsnüzanda bulunup da: "Bu, apaçık bir ifk'tir" demeleri gerekmez miydi? (Kur'an'ın dilinde yüce Allah'a karşı yapılan yalana "iftira" insanlara karşı yapılana ise "buhtan" kavramı kullanılmıştır.Yani bu âyetlerde anlatılan "ifk" olayına "iftira" denilmesi Kur'an kavramları açısından yani sistem olarak hatalı bir kullanım olacaktır. Zaten aynı olaya 12. âyette "ifk" derken, 16.âyette ise "buhtan" kavramı kullanılmıştır.) 13-) Onların (buhtan atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah'ın indinde yalancıların ta kendileridir. 14-) Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın fazilet ve merhameti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız bu buhtandan dolayı size mutlaka azim bir azap dokunurdu. 15-) Çünkü siz bu (buhtanı), dilden dile birbirinize aktarıyor yani hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz yani bunun basit bir şey olduğunu hesap ediyordunuz. Halbuki bu, Allah katında çok azim (bir suç) tur. 16-) Yani onu duyduğunuzda: "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. "Subhâneke!" Bu, çok azim bir buhtandır" demeli değil miydiniz? 17-) Eğer mü'minseniz, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamamanız için size vâzediyor. 18-) Yani Allah âyetleri size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.19-) İnananlar arasında ahlaksızlığın yayılmasını seven kimseler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır yani Allah bilir, siz bilmezsiniz. 20-) Ya sizin üstünüze Allah’ın fazilet ve merhameti olmasaydı, Allah Rauf ve Rahim olmasaydı (haliniz nasıl olurdu)! NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Çok özür diliyorum, affedersiniz ama Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerine güzel bir örnek olduğu için onu söylemek zorundayım. Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin rivayet yarışı, çocukların sidik yarışına benziyor. Fakat çocukların sidik yarışı daha masumdur. Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
14 Nisan 2022 Perşembe
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (20.YAZI) Eğer salât orijinal haliyle kalsaydı, insanlığa araştırmalar, buluşlar yapmada öncü ve gelişmiş ülkeler İslâm ülkeleri olacaktı. İman edenler “salât”ı Rabbimizin âyetler içinde kast ettiği esas misyonu ile anlamış olsalardı, evrensel ahlakta ve özgürlükte insanlar çok ileri bir seviyeye sahip olacaklardı.Hatta icat ve araştırma bilim ve teknoloji alanında uzayda koloniler bile kurabilirlerdi. Aynen Nebi ve Resül'ü "peygamber" , ihlas ve islam'ı, "samimiyet ve mezhep" fakir ve miskini, "muhtaç ve yoksul" beşer ve insanı, "sadece insan" hamd ve şükrü, sadece "dille söylenen bir şey" zekat, sadaka ve infakı, tamaman bozmaları, ibadeti "belli ritüeller"," ihsanı" yani güzel ahlakı "iyilik yapmak" gibi, salât'ı "namaz kılmak" olarak değiştirmeleri, kıble, vakit, temizlik, rukü, sucüd, kıyam ve kıraat gibi bir çok kavram da bunlara bağlı olarak gerçek anlamını keybetmiştir. Esasen yüce Allah'ın insanlara en önemli armağanı, onlara dünyada mutlu, huzurlu ve özgür bir hayat sağlayan salât emridir. Yani Kur'an'da var olan salât, ilme yönlendirir, bireyleri ve toplumu disipline eder, yardımlaşma kurumlarını oluşturur. İnsanlığın huzuru, refahı ve gelişmesi için vahiy sayesinde yüce Rabbimizle sürekli olarak devam eden bir bağ kurar. Âli İmran-103. âyette var olan "va'tasimu bihablilléhi ve lé teferraku" "Allah'ın himayesine sığının fırka fırka olmayın" dediği, işte bu bağın kurulmasıdır. Allah’ın yasasında tesadüflerin yeri yoktur. Hiç kimse “bu gidiş böyle gerektiriyor” diyemez. İman edenlerin gerektiğinde hakkın kendilerine yüklediği sorumluluklarını yerine getirmek üzere kötü gidişe karşı da yiğitçe durmaları gerekir. İnsanlık tarihi boyunca içerden ve dışardan yapılan bütün saldırılar İslam’ın özüne herhangi bir gölge düşürememiştir.Kur'an, bağlam ve bütünlüğü, orijinal kavramları, kelime kombinasyonu sayesinde kendisini korumakta, kendisini tebliğ edecek ve mudafaasını yapacak muvahhidler beklemektedir. Hiçbir muvahhidin, Kur'an'a bakmadan eski yorumlardan körü körüne etkilenmesi düşünülemez. Hanif İslam yani vahiy dini zamanları ve mekanları bozan her unsura karşı dirençlidir."Salat ederken bir kulu, nehyedeni gördün mü? (İkra-9, 10) Salât sözcüğü, ilk bu âyette geçmektedir. Yani vahyedilen ilk süre olduğu dikkate alındığında, Şii ve Sünni din adamlarının âyette geçen “salât” sözcüğüne" namaz kılan" anlamı vermeleri büyük bir cehalet olmuştur. Bu cehalet; bundan sonra da bu sözcüğe, geçtiği her yerde namaz anlamının verilmesine neden olmaktadır. Şirkten arınmış bir bilinçle Allah’a yönelmek, ibadete layık yegâne ilahın Allah olduğuna inanmak, çağrıda bulunmak, destek olmak, dayanışma gibi anlamlara gelen “salat” sözcüğünün bu âyetteki karşılığı, çağrıda bulunmak, insanları İslam’a davet etmektir. Sahabeler salâtın; zihinsel eğitim-öğretim desteği ve toplumsal bir dayanışma olduğunu biliyorlardı. Bunun en açık delili Kur'an'da var olan salât âyetlerinin verdiği manâdır. Yani salât geçen âyetlere bakıldığında konu ile ilgisi namaz ve duayla görülmemektedir. Anlatılan konu, ya zihinsel öğrenimle veya toplumsal dayanışma ile alâkalı görülmektedir. Bu da Allah’a ve Resul’üne göre salâtın namaz manâsının olmadığını bütün açıklığıyla ortaya koyar. Fakat sahabelerin Allah Resülünü ve vahyi tam olarak anladıklarını da söyleyemeyiz. Kur'an'ın bu kadar anlaşılmaz olmasının ilk sorumluları sahabelerdir. İçlerinde Resülüllahı iyi anlayan ve ona ihlasla itaat edenler elbette vardı. Ama bunların sayıları “cahil” çoğunluk karşısında yetersiz kalıyordu. Üstelik bu çoğunluk (kabullendikleri inançlara karşı gelinmesi sebebiyle) hemen iftira, karalama, taşlama ve yol kesme silahlarını rahat kullanabiliyorlardı. Böylece az sayıdaki şuurlu mümin susmak zorunda kalıyordu. Bugünkü dünyada mahalle baskısı yüzünden gerçeklerin dile getirilmediği gibi. Ki o devir bugünden daha tehlikeliydi.Resülüllâhın vefatından hemen sonra meydana gelen ihtilaf, ayrışma, küskünlük, çatışmalar, Ali ile Muaviye arasında yapılan Sıffin savaşı, Ali ile Hariciler arasındaki Nehrevan savaşı, Ali ile Aişe arasında Basra'da cemel vakıası, Yezid'in ordusu tarafından gerçekleştirilen Kerbela vahşeti ve Harre katliamı, Mekke baskını gibi bir çok olay bunu göstermektedir. Daha Allah'ın Resülü hayatta iken, yani vahiy nazil olurken bile sahabilerin olumsuz tavır ve ahlaklarını ortaya koyan yüzlerce âyet immiştir. Allah ve Resülüne ihânet etmekten, (Enfal-27) Nebi (a.s) ın hanımına zina iftirasına, (Nur-11/20) Allah'ın düşmanlarını veli edinmekten, (Mümtehine-1) Allah'a din öğretmeye kalkmalarına kadar bir çok olumsuzluğun sahabiler tarafından işlendiğini biliyoruz. Allah'ın Resülünü ihlas ve takva ile takip eden müminlerin çok az olduğuna en güzel örnek Kur'an'da anlatılan Resüllerin hayatıdır. Nuh (a.s) a çok az kişi iman etmişti, (Hud-40) tüm olağanüstü hadiselere, işkence ve eziyetlere rağmen, zorba kavme karşı mucadeleye İsrailoğullarından, Musa (a.s) a iki kişiden başka kimse cevap vermedi (Mâide-23) hepsi "git sen ve Rabbin savaşın biz burada oturuyoruz (Mâide-24) dediler. Lut (a.s) a kendi ev halkından başka kimse iman etmedi (Zâriyât; 36) İsa (a.s) a on iki kişi tâbi olmuştu. İsa (a.s) aralarından ayrılınca “tevhid mirası " cahil çoğunluğunun eline mahkum oldu. Kısa zaman sonra rivayetçilerin batıl dini topluma tamamen egemen oldu. Son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s) ın arkadaşları içinde aynı şey gerçekleşti.Yani "tarih tekerrürden ibarettir" sözü gerçek oldu. Tarihi kaynaklara göre cenazesinde sadece on yedi kişinin olduğu kayıt edilmiştir. O devirde yaşayan çoğunluğun bu dini, “ihlas sahibi azınlık”ın elinden nasıl aldığını açık olarak gösteriyor. En son inen Tevbe süresi, Hucurat ve Ahzab sürelerinden sonra sahabeleri en çok eleştiren süre olmuştur. Sessiz çoğunluğun en büyük tesellisi; uğrunda nice uğraşılar, fedakârlıklar yapılan Kur'an'ın, birgün mutlaka savunucuları tarafından ortaya çıkıp “salâtın namaz olmadığını” haykırması olacaktı. İhlas ve takva sahibi olan az sayıdaki sahabinin yolunda yani Kur'an'ın hidayetinde olduğumuza iman ediyoruz. Yani bizler, Allah'ın izniyle o azınlıkta olan sahabelerin dualarıyız. Tarih 2022’li yılları göstermektedir. Bu mücadele fark edildikten sonra gittikçe hız kazanacaktır. Temeli dinamitlenen salât'ın yeniden inşâsı için kollar sıvanmaktadır. Bunu çabuk ve doğru anlamak için ortalığın söylentilerine kulak asmamak, sadece Kur'an’ın âyetlerine kulak vermek ve tek hidayet kaynağına odaklanmak gerekmektedir. Karşımızdaki yığınların söz anlamaz olmaları, bu işlevi tersine işletmeleri yüzündendir. Yani Kur'an'a kulağını tıkamış ve rivayetlere kulağını açmış olmaları nedeniyledir. Bunun üstüne din adamları da Allah'ın yolu olarak Kur'an'ı değil, Buhari’nin topladıkları çöpleri din diye göstererek hakkı batıl, batılı hak olarak göstermişlerdir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(184. YAZI)Nur Süresi, 64 Âyet olup Medine'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Bu bizim inzâl ettiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir yani düşünüp tezekkür edesiniz diye onda açık seçik âyetler indirdik. 2-) Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz celde vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın ve müminlerden bir tâife de onlara uygulanan azaba şahit olsun. 3-) Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir yani bu, müminlere haram kılınmıştır.(Âyette geçen "zâni" "zina eden erkek" ve "zâniyete" "zina eden kadın" kelimeleri, gaflet, cehalet, sorumsuzluk, zihinsel şeytana uyarak yapılan zina değildir. Âyette kasdedilen fâhiş ve fahişeliktir. Yani bu yolun yolcusu olanlar, bunu ahlak ve meslek edinenler, dolayısıyla ondan vazgeçmeyen ve tevbe etmeyenler hakkındadır. Yoksa şu veya bu şekilde zina eden erkek ve kadınla evlenmenin hiç bir sakıncası yoktur.) RECM(TAŞLAMA)CEZASI Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanında Kur'an, bir çeyiz eşyası, bir müzik güftesi, gönül eğlencesi, bir süs ve sanat kitabıdır. Şiilik ve Sünniliğin temeli aynen Yahudilik ve Hristiyanlık gibi muhaddislerin ve müctehidlerin uydurdukları rivayetler üzerine inşa edilmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet dininde Kur'an'a uygun bir ahlak ve ibadet mevcut değildir. "Muhammed'e salavat ibadetinden, şefaate, kabir azabından kader inancına, Mehdi inancından İsa'nın nüzülüne kadar her şeyleri Kur'an'a aykırıdır. Bunlardan bir tanesi de, zina eden dul ve evlileri öldürme cezası olan "recm" cezasıdır. Allah'a karşı iftira, İslam ahlak ve merhametine göre zulüm ve haddi aşma olan "recm" (taşlayarak öldürme) cezası en vahşi uygulamalardan biridir. Şiilik ve Sünnilik dendiğinde akla ilk gelen şey Kur'an'sızlık ve akılsızlık olması gerekir. Şiilik ve Sünniliğin bu vahşi ve zalimâne uygulamalarından dolayı zina ettiğinden değil, sırf erkeklerle konuştuğundan dolayı yüzlerce genç kız, aile meclisleri tarafından "namusu temizleme ve namus cinayeti" adı altında acımasızca katledilmiştir. Ehl-i Sünnet mühaddis ve müctehidleri yani mezhep âlimleri "recm" (taşlayarak öldürme) cezasını sorunsuz infaz edebilmek için Kur'an'ın eksik yazıldığını bile iddia etmişlerdir. Yani Kur'an'ın metninde var olan âyetin bir keçi tarafından yenildiğini söylemişlerdir. Ve bu "keçinin yediği âyet" le ilgili rivayetlere hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi karşı çıkmamıştır. Yani bu konuda tam bir ittifak söz konusudur. Aslında Nebi ve Resulün arasında bulunan farklar bilinmiş olsaydı, hadislerin dinde hiçbir öneminin olmadığı anlaşılmış olacaktı. İşte o zaman Şiiliğin ve Sünniliğin, Yahudilik ve Hristiyanlıktan hiç bir farkının olmadığı, sadece şirk ve batılı temsil ettikleri de ortaya çıkmış olacaktı. Hanif İslam dini, Allah tarafından vahiy vasıtasıyla Resüllere indirilen hidayet ve merhametin ortak adı ve yaşam tarzıdır. Kur'an'da olmayan bir emir ve yasağın İslam ile hiçbir ilgisi olamaz. Kur'an'nın olmazsa olmazı olan takva ve ihlas, dini Allah'a özel kılma anlamına gelmektedir. Recm cezası gibi, yüzlerce emir ve yasağın, farz ve vacibin, helal ve haramın Kur'an ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu emir ve yasaklar, helal ve haramlar, sünnet ve müstehaplar, mekruh ve menduplar, tesbih ve zikirler, salavat ve dualar milletin boynunda bir esaret zinciri, sırtında çok ağır ve kötü bir yüktür. Şia ve Ehl-i Sünnet'in hadis kaynaklarında öyle rivayetler var ki, İslam adına, Kur'an adına, Allah Resulü adına, akıl ve mantık adına, tefekkür ve sorgulama adına güzel ahlak adına tam bir rezillik ve yüz karasıdır. Kur'an cahili Buhari başta olmak üzere, Müslim, Ebu Davud, Ahmed bin Hanbel, İbni Mace, Mâlik bin Enes Nesai gibi Ehl-i Sünnet'in bütün muhaddis ve müctehidleri recm cezasını savunurlar. Hemde "recm" (taşlayarak öldürme) cezasının içinde bulunduğu âyetin bir keçi tarafından yendiğinin mücadelesini hiç utanmadan ve sıkılmadan yaparlar. Burada biz bir tiyatro ve bir şakadan söz etmiyoruz. Emevi-Abbasi mahsulu Ehl-i Sünnet dininden ve rivayetlerinden konuşuyoruz. Halbuki yüce Allah tarafından zina cezasının kararı verilmiş ve hükme bağlanmıştır. Ama bu müfteriler ille de Allah'a din öğretecekler. (Hucurat-16) Şia ve Ehl-i Sünnet dininde Kur'an'la çelişmeyen ve Kur'an'a aykırı olmayan ictihad yoktur. "Zina eden kadın ve zina eden erkeğe yüz celde vurun. Allah'a ve âhiret gününe imanınız varsa, Allah'ın dini konusunda acıma duygusu sizi almasın. Müminlerden bir grup da cezalarına şâhid olsun"(Nur-2)Zina etmenin cezasının yüz celde olduğu âyette açık ve net olarak görülüyor. Âyette geçen "celde" kelimesi, cildi incitecek, iç uzuvlara zarar vermeyecek şekilde değnekle vurmak demektir. Şia ve Ehl-i Sünnet dininin namus anlayışı ile Kur'an'ın namus anlayışı birbirinden çok farklıdır. Zinanın ispatı için âyette (Nur-13) dört şahidin gerekli görülmesi, bu işin toplumda yayılmasını engellemeye yöneliktir. Yoksa İslam'da esas olan mülkiyetin dokunulmazlığı ve mahremiyet ilkesidir. Gizli olarak zina edenlerin dört kişi tarafından görülmeleri imkansız bir durumdur. En doğrusunu yüce Allah bilir, zina cezası (celde), bu fiilin kurumsallaşmasının önüne geçmek için ön görülmüştür. Yani genelevler şeklinde bir yapılanmaya gidilmemesi için verilmiştir. Allah o kadar merhametli ki, cilde vurulacak yüz değnek için "onlara acımanız tutmasın" buyururken, Şia ve Ehl-i Sünnet dini taşlayarak öldürüyor. Şimdi gelin Kur'an cahillerinin iftira ettikleri "recm" (taşlayarak öldürme) uygulamasına bir bakalım. "ÂYET KEÇİ🐐 TARAFINDAN YENİLİYOR"Ehl-i Sünnet'in muhaddisleri "recm"(taşlayarak öldürme)cezasını ümmete kabul ettirmek için ilginç bir hikaye uydurdular. Bu hikâyeye göre keçi tarafından yenildiğinden dolayı metni Kur'an'da yer almayan âyet şöyledir. "Eşşeyhu veşşehatu ize zeneyâ fercumuhumé nekélen minallâhi vallâhu azizun hakim""İhtiyar (evli ve dullar) zina ettiklerinde Allah'tan bir ceza olarak onları recmedin. Allah aziz ve hakimdir"Ehl-i Sünnet dininin âllemelerine göre bu âyet Nebi (a.s) ın eşi Aişe’nin evinde bir sahifede yazılı olarak bulunuyordu. Nebi (a.s) ın vefatından sonra Aişe (radiyallâhu anhe) onun cenaze işleriyle uğraşırken, odaya giren aç bir keçi âyeti yemiştir! Böylece keçi tarafından yenilen âyetin metni yok olmuş, fakat hükmü baki kalmıştır. Evet inanç ve ictihadları budur. "Her ne kadar âyetin metni keçi tarafından yenilmiş olsa da hükmü baki kalmıştır"Dolayısıyla evli ve dullar için Kur'an'da var olan "celde" cezası değil, hâlâ "recm" cezası uygulanıyor. Bu hükmün ve hikayenin doğru olduğunu savunma adına bir çok kitap yazılmıştır. Mesela: Ehl-i Sünnet âlimlerinin "sahih" dediği İbni Mace, Nikâh- 36; dört mezhep imanından biri olan Ahmed bin Hanbel'in 5,131,132,183 ve 6/269) Müsnedin'de bunları bulabilirsiniz. Daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlanan ve onlarca sahabenin hafızasında koruma altında bulunan Kur'an’ın âyeti keçinin yemesiyle nasıl ortadan kalkar? Ehl-i Sünnet'in âlimlerinden biri olan İbni Küteybe'ye göre bunun olması mümkündür! Der ki: "Keçi mübarek bir hayvandır! Hud (a.s) ın kavmi “Ad" ve Salih (a.s)ın kavmi "Semud" u ortadan kaldıran "yüce Allah" bir âyetini keçiye yedirerek ortadan kaldıramaz mı ?Türkçeye “Hadis Müdafaası” olarak çevrilen orijinal ismi “Te'vilu Muhteliful Hadis” olan İbni Küteybe’nin eserine bakmanızı tavsiye ediyoruz. Ehl-i Sünnet'in muhaddisleri ikinci halife Ömer'i de bu keçinin yediği âyetle ilgili hikayeye âlet etmeyi ihmal etmemişler. Güya Ömer demiş ki: "İleride bazı kişiler çıkacak ve "recm cezasını Allah'ın kitabında bulmuyoruz" diye recmi inkar edeceklerdir! İşte bu kişiler okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklardır! "Eğer insanların “Ömer Kur'an’a ilave yapıyor” demelerinden korkmasaydım recm âyetini Kur'an’a yeniden eklerdim!Ömer'in bu söylediklerini Ehl-i Sünnet'in en önemli altı hadis kaynağından (kütüb-ü sitte) üçü olan Buhari-93/21; Müslim-Hudud, 8/143 ve Ebu Davud-41/1) rivayet etmiştir. "Zina yapan Maymunların "recm" edilmeleri" rivayetine bir göz atalım. Keçi rivayetleriyle yetinmeyen muhaddis ve müctehidler görüşlerini takviye etmek için Maymunlardan da bir hikaye rivayet ettiler. Rivayete göre: "Maymunlar, kendi aralarında zina eden iki maymunu yakalayarak "recm" ettiklerini, sahabeden birinin de "zina yapan Maymunların" "recm" edilme olayına katılarak bu kutsal görevde onlara yardımda bulunduğu iddia edilmiştir. Yani "recm" cezasını uygulamayan müminlerin, Maymunlardan daha aşağı bir konumda oldukları anlatılmaya çalışılmıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri son vahyin tarihinde bu saçma sapan ve akılsızca rivayetleri kabul etmeyen vahiy ehli muvahhidleri tekfir etmiş ve "Buhari ve Müslim'in bir hadisini bile inkar edenin dinden çıkacağını" söylemişlerdir. Ehl-i Sünnet'in önemli âlimlerinden Kurtubi de, "Ahzab süresi’nin sonunda "recm" âyetinin mevcut olduğunu, üçüncü halife Osman’ın bunu mushafa kaydetmediğini" iddia etmiştir. RECM'İ KABUL EDENLER VE GEREKÇELERİ:"İslam hukukunda recm cezası olduğunu ileri sürenler de görüşlerini birden fazla gerekçeye dayandırmışlardır. Her şeyden önce Hz. Ömer'in sözünü ettiği recm âyetinin lafzı mensuh olsa dahi hükmü bakidir. Ayrıca Hz. Ömer'in minberde recm âyeti ile ilgili konuşmasına sahabeden bir itiraz gelmediğinden bu hususta suküti (karşı görüş olmaması dolayısıyla) icma oluşmuştur. İkincisi, Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli ve Şii hukukçuların çoğunluğuna göre recm, Hz. Peygamberin sözü, fiili ve tevatüre yakın haberlerle sabittir. Hz. Peygamberin sünneti ile Kur'an'ın bir hükmü tahsis edilmiştir. Ayrıca ashab ve tabiin'de bu konuda icma etmiştir.Gerçekten Kur'an'da pek çok hüküm genel olarak gelmiştir.Daha sonra bu hükümler sünnetle tahsis veya takyid edilmiştir. Mesela: Hırsızın elinin Kur'an'a göre en küçük bir şey çaldığında dahi kesilmesi gerekirken sünnet bunu takyit ederek miktarını belirlemiştir.Keza namazın vakitleri, rekatları, zekatın hangi maldan ne kadar verileceği, ölü hayvan eti yemenin yasaklığının kara hayvanlarına tahsisi hep Hz. Peygamberin tahsis ve takyit yetkisi çerçevesinde konulan hükümlerdir.Bu durumda genel olarak zina edenlere sopa cezası verileceğini hükme bağlayan âyet, bekarlara tahsis edilmiş, evlilere ise recm uygulanacağı Hz. Peygamber tarafından hem ifade edilmiş hem de uygulanmıştır.Keza Şafii'ye göre de celde âyetinden sonra Hz. Peygamber Allah'tan aldığı bir emir (vahyi gayri metlüv) ile zina eden evlilere recmi uygulamıştır. Hz. Peygamberin zina eden Yahudilere Tevrat'ın hükmü olarak recmi uyguladığı doğru olmakla birlikte daha sonra zina eden muhsan Müslümanlara kendi içtihadi ile recm uygulamıştır. İkisi de ilahi olan dinlerin hükümleri arasında bu tür benzerliklerin olması tabiidir.Şu kadar var ki birisinde kitaba giren husus diğerinde peygamberin söz ve uygulaması ile sabit olmuştur. Doğrusu değişen bir şey olduğu söylenemez. Sahabi ravilerin recmi bizzat görerek naklettikleri anlaşıldığından Maiz, gamidli kadın ve Asif'in recminin celde âyetinden sonra olduğunun anlaşılması ve sahabe ile tabiinin recmi uygulamaya devam etmeleri recmin celde âyetinden sonra da uygulandığı hususundaki kanaati güçlendirmektedir. Bu sebeple recmin celde âyetinden önce mi sonra mı olduğu hususunda herhangi bir şüphe kalmamıştır. Hz. Peygamberden "zina eden evlilere yüz sopa ve recm, bekarlara ise yüz sopa ve bir yıl sürgün" cezası verileceğine ilişkin rivayetten hareketle Hz. Ali zina eden evli bir kadına önce sopa vurup sonra da recm ettikten sonra "Allah'ın kitabına göre sopaladım, Hz. Peygamberin sünnetine göre de recm ettim" demesinden hareketle İslam hukukçuları recmle birlikte sopa vurulup vurulmayacağı hususunda farklı fikirler ileri sürmüşlerdir. İbni Abbas, İbni Mesud, Übey bin Kâb, Ebuzer, Hasan Basri, İshak bin Rahuye, İbn-i Hanbel ve Davut ez- Zahiri de önce sopa sonra recm cezası verilir.Cumhur'a göre ise, Hz. Peygamber, söz konusu hadise rağmen sadece recm uygulamıştır.Bu nedenle ayrıca sopaya gerek yoktur. İslam tarihi boyunca da cumhur'un görüşü uygulanmıştır.(e-akademi, hukuk, ekonomi ve siyasal bilgiler aylık internet dergisi.Makale: İslam hukukunda recm cezası Doç. Dr. Osman Kaşıkçı) Her şey geliyor Kur'an'a iman etmeye ve Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor. Kur'an bilinirse akıl ve mantık, fikir ve sorgulama, ilim ve hikmet devreye girer. Kur'an'a itibar olmazsa yani Kur'an'dan yüz çevrilirse insan hayvanlardan daha aşağı bir dereceye mahkum olur. (Furkan-44; Enfal-22) Nisa süresi 25.âyette bulunan bir cümle Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurdukları "recm" cezasını tek başına çöpe atmaya yeterlidir. "...cariyeleriniz evlendikten sonra bir huhuş yaparlarsa onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır..." (Nisa- 25)Şimdi can alıcı soru şu: "Hür kadınların cezası "recm" yani ölüm ise, cariyelere ölümün yarısı nasıl uygulanacak? Yüzlerce âyet var ki, din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli olduğunu, din için başka hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmadığını ortaya koyuyor. Kur'an, fırka ve mezhepleri dinde parçalanma ve dağılma, ihtilaf ve kargaşa, fitne ve fesat olarak görmektedir. (En'am-159; Âli İmran-103/106; Rum-30,31,32) Ehl-i Sünnet âlimlerine göre "recm" cezası şöyle gerçekleşir. "Taşlanarak öldürülecek kadın açılan bir çukurun içine yarıya kadar gömüldükten sonra nohut büyüklüğünde çakıl taşları ile "recm" edilir""Zina eden erkek ise ayakta taşlanır" ( Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı- 7/97 ) Sonuç: Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kur'an'a karşı cehaletlerinden dolayı tamamen şirk olan mezhep ve fırkalar sürekli olarak övüldü ve yüceltildi. Mezhep şirkine karşı çıkma ümmi insanlara "din ve Resul düşmanlığı" olarak lanse edildi. Mezhepsizlik bir övünç kaynağı, hanif müslüman olmayı temsil ederken, cahil halka hakaret unsuru olarak gösterildi. Ölü gönülleri dirilten, manevi hastalıklara şifa ve hidayet kaynağı olan Allah'ın kitabı ise ölülere ve mezar taşlarına layık görüldü. Rivayet ve ictihadlarla öyle bir din inşa edildi ki, bu din sadece Kur'an'ın düşmanı yapılmadı. Bu şeytanların ve tağutların dininde akıl ve mantık, ilim ve hikmet, icad ve yetenek, sanat ve sorgulama da hedefe kondu. Bu batıl ve küfür dini tamamen fosillerin inanç ve ictihadlarına mahkum edildi.4-) Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin yani onlar fasıkların ta kendileridir. 5-) Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.
13 Nisan 2022 Çarşamba
SABIR ve SALÂT'I İKÂME(37.YAZI) Sabır da, salât dediğimiz bağlantının içindeki önemli ve sürekli araçlardan birisidir. Bağlantısından emin olanların davalarında kararlılıkla mücadelelerine devam etmeleri demektir. Sabır başa gelene razı olup da oturup hiç bir şey yapmadan beklemek değildir. Tüm güçlüklere rağmen motivasyonunu sağlam tutmak ve dayanıklı olmaktır.Sabır, dayanıklılık ve kararlılık demektir. "Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara büyük (çok zor) gelir" (Bakara-45) İmanı olmayan (sabırlı) dayanıklı olamaz. Dayanıklı (sabırlı) olmayan salât'ı önemsemez. Davasında dayanıklı olmayana salât'ı sağlam tutmak (bağlantısını ayakta tutmak) da salât'a (vakitli cuma salâtına) katılmak da çok zor gelir. Salâtı olmayanın da istianesinin (Allah'tan yardım dilemesinin) içi zaten boştur. "Ey iman edenler, sabırla ve salât'la istiâne edin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir" (Bakara-153) Yüce Allah davasında dayanıklı olanlarla beraberdir. Maymun iştahlıların, zora gelmeyenlerin, bilgiyle üstünlük taslama heveslilerinin, sözünde durmayanların ve acelecilerin tutumlarında sabır (dayanıklılık) yoktur. "… Salâtı ikame eden, zekât'a gelen yani … Sözüne vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve genel hastalık (pendami) zamanlarında sabredenlerin tutumlarıdır. İşte sadık olanlar ve muttaki olanlar onlardır" (Bakara-177) Şartların zorlaştığı zamanlarda bile davasından vazgeçmeyip kararlı ve dayanıklı olanlar davasına sadık olanlardır. Davasına sadık olanlar onu gerçekten doğrulayanlardır. Sabırla ilgili örnek âyetlerle devam edelim… Onların hepsinde sabrın “kararlılık” manasını göreceksiniz. "... Takva sahipleri için Rableri indinde içinden nehirler akan devamlı kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsini üstünde) Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını çok iyi görür.(Bu nimetler)" Ey Rabb'imiz! İman ettik; bizim günahlarımızı mağfiret eyle, bizi ateş azabından koru diyen" sabredenler, sâdık olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve seher vakitlerinde istiğfar dileyenlerindir" (Âli İmran-15, 16, 17) "Gündüzün iki ucunda gecenin de ilk saatlerinde salât'ı ikâme et. Çünkü güzellikler kötülükleri giderir. Bu öğüt almak isteyenlere bir zikirdir yani sabırlı ol. Çünkü Allah güzel ahlak sahiplerini mükafatlandıracaktır" (Hud-114, 115)"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri tezekkür eder. Onlar Allah'ın ahdine vefa gösteren yani verdikleri sözü bozmayanlardır. Yani onlar Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştiren Rablerinden korkan ve kötü hesaptan endişe eden kimselerdir. Yani onlar Rablerinin yüzünü (rızasını) isteyerek sabreden, salât'ı ikâme eden, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık olarak infak eden ve kötülüğü güzellikle giderenlerdir. Bu diyarın güzel sonucu işte bunlar içindir" (Râd-19,20,21,22) "Andolsun, onların söylemekte oldukları şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol yani yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et" (Hicr-97, 98, 99) "Şu halde onların söylediklerine karşı sen sabırlı ol…" (Tâhâ-130) "Ehline salât'ı emret ve onun üzerine sabırlı ol…" (Tâhâ-132) "...Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Öyle ise, sadece ona teslim olun.(Ey Resül!) ihlaslı insanları müjdele! Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen ve kendilerine isabet eden musibetlere sabreden yani salât'ı ikâme eden ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir" (Hac-34,35)"Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş haktır. Esasen biz daha önce de müslüman idik, derler. İşte onlara sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü güzellikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Kasas-53,54) "Ey oğlum! Salât'ı ikâme et yani maruf'u emret ve münkerden nehyet ve sana isabet musibetlere sabret. Muhakkak ki bunlar, azmedilmesi gereken önemli işlerdendir"(Lokman-17) Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et"(Kaf-39)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(183. YAZI)Müminun Süresi 91-) Allah evlât edinmemiştir yani O’nunla beraber hiçbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir. 92-) Allah, gaybı da şehâdeti de bilendir. O, şirk koştukları şeylerden yücedir. 93,94-)(Ey Resül!) De ki: "Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi mutlaka bana göstereceksen; Rabbim! Bu durumda beni zalimler topluluğunun içinde kılma!" 95-) Yani onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette kadiriz. 96-) Sen, kötülüğü en güzel bir şekilde def'et. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz. 97-) Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! 98-) Yani onların yanımda hazır bulunmalarından sana sığınırım Rabbim! 99-) Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder;" 100-) "Ta ki terkettiğim hayatta salih amel yapayım." Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir yani onların gerisinde yeniden dirilecekleri güne kadar (süren geri dönmeye engel) bir berzah vardır. (Âyette "terkettiğim hayatta salih amel yapayım" denilmesi önemlidir. Yani insanı âhirette salih amelden başka hiçbir şey kurtaramaz.) Tefekkür, tezekkür, tefekküh, tedebbür ve aklı kullanma (taakkul) olan "hasenât" haricindeki herşey başkalarıyla ilgili "salihât" yani "ameli salih" kategorisine girer. Dolayısıyla salât dahi insanın kendisinden başkalarıyla ilgili salih ameller grubuna giren bir fiildir. Sadece tebliğ makamında olan Nebi, Resül ve muvahhid müminler gece salâtını müşriklerle mucadele ve iman edenlere tebliğ için yaparlar.Yani gece salât'ı hem "hasenât" hemde "salihât" kısmına giriyor.) 101-) Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır yani birbirlerini arayıp sormazlar. 102-) Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte bunlar kurtuluşa erenlerdir. 103-) Ve kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da nefislerini husranda bırakanlardır; (çünkü) devamlı cehennemdedirler. 104-) (Orada onların) yüzlerini ateş yalar. Öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta kalır. 105-) Size âyetlerim tilâvet edilirdi de, siz onları yalanlardınız değil mi? (101.âyetten itibâren yukarıdaki âyete kadar dikkatli bir şekilde baktığımızda, âhirette ilk sorgunun "âyetlerin yalanlanması hakkında" olduğunu görüyoruz.) 106-) Derler ki: Rabbimiz! Şâkiliğimiz bize gâlip geldi; biz, bir sapkınlar topluluğu idik. 107-) Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, biz zalimiz 108-) Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Yani bana karşı artık konuşmayın! 109-) Zira kullarımdan bir fırka: Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bize mağfiret et; bize merhamet et! Çünkü sen, merhametlilerin en hayırlısısın, demişlerdi. 110-) İşte siz onları maskaraya aldınız; sonunda onlar (maskaraya almanız) size zikrimi (Kur'an'ı) unutturdu yani siz onlara gülüyordunuz. 111-) Bugün ben onlara, sabrettiklerinin mükafatını verdim; onlar, başarıya erenlerdir. 112-) (Allah:) "Yerde aded olarak kaç sene kaldınız?" diye sorar. 113-) "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Sayanlara sor" derler. 114-) Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız! 115-) Sizi abes olarak yarattığımızı yani sizin bize geri döndürülmeyeceğini mi hesap ettiniz? 116-) Hak melik olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka ilâh yoktur, O, kerim Arş’ın Rabbidir. 117-) Yani her kim Allah ile beraber diğer bir ilâha dâvet ederse, -ki bu hususla ilgili hiçbir burhanı yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin indindedir. Şurası muhakkak ki kâfirler iflah olmayacaklardır. 118-) Ve de ki: Rabbim mağfiret ve merhamet et yani sen merhametlilerin en hayırlısısın.(Müminun Süresinin Sonu)
11 Nisan 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(182.YAZI) Müminun Süresi62-) Biz hiç nefse gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız ve nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır yan onlar zulme uğramazlar. 63-) Hayır, onların kalpleri bu hususta şaşkınlık içindedir yani onların bundan öte birtakım (şirk) amelleri vardır ki, onlar bu amelleri sürekli yapar dururlar. 64-) En nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını azapla aldığımızda, birde bakarsın ki onlar feryat ederler. 65-) Bugün boşuna feryat etmeyin! Siz bizden asla yardım göremeyeceksiniz! 66,67-) Andolsun ki âyetlerim size tilâvet edilirdi de, siz, buna karşı kibirlenerek geri dönüyor, baş kaldırarak, musamere yaparcasına hezeyanlar savuruyordunuz. 68-) Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kendilerine, daha önceki atalarına verilmeyen bir şey mi geldi? (Âyette geçen "tedebbür" "âyetlerin arkada planda kalan manaları" demektir. Bazı yerlerde ön planda olan mana ile arka planda kalan mana aynı âyetin içinde yer alırlar. 69-) Yoksa Resüllerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? 70-) Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar. 71-) Eğer hak, onların hevalarına tâbi olsaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar fesada uğrayıp yok olurdu. Hayır, biz onlara zikirlerini getirdik; fakat onlar kendi zikirlerine sırt çevirdiler. (Âyette geçen zikir, şan ve şeref değildir. Onların inanç ve fıtratları, ahlak ve karakterleri, fıtrat ve cibilliyetlerini anlatan hidayet ve hayat kitabıdır. Yoksa Mekke müşriklerinde ne şan ne de şeref mevcuttu.) 72-)(Ey Resül!) Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin mükafatı daha hayırlıdır yani O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. 73-) Gerçek şu ki sen (bir Resül olarak) onları (vahiy'le) sırât'ı müstakime dâvet ediyorsun. 74-) Ahirete inanmayanlar ise, sırattan sapanlardır. 75-) Yani onlara merhamet edip de içinde bulundukları sıkıntıyı kaldırsaydık, iyice körleşerek taşkınlıkları içinde direnip dururlardı. 76-) Andolsun, biz onları azapla yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler yani tazarru da bulunmadılar. 77-) En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır! 78-) O, sizin için kulaklar, gözler ve gönüller inşâ edendir. Ne de az şükrediyorsunuz! 79-) Ve O, sizi yerde türetip çoğaltandır ve O’na (dönüp) haşrolunacaksınız 80-) Yani O, dirilten ve öldürendir; gecenin ve gündüzün ihtilâfı da O’nun eseridir. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız! 81-) Buna rağmen onlar, öncekilerin dediklerininin aynısını dediler. 82-) Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?83-) Gerçekten, gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir! 84-) (Ey Resül!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 85. "Allah’a aittir" diyecekler. Öyle ise siz hiç tezekkür etmez misiniz! de. 86-) Yedi kat göklerin Rabbi yani azim Arş’ın Rabbi kimdir? de. 87-) "Bunlar da Allah’ındır" diyecekler. Şu halde siz Allah’tan korkmaz mısınız! de. 88-) Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti) kendisinin elinde olan yani her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor. 89-) "Bunların hepsi Allah’ındır" diyecekler. Öyle ise nasıl olup da sihirleniyorsunuz? de. (Yukarıdaki âyetler müşriklerle ilgili oldukları açıktır. Müşrikler yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığına iman ediyorlardı. Fakat mezhepçi müşrikler gibi dinde tek hüküm kaynağının indirdiği vahiy olmadığına iman ediyorlardı. "Öyle ise nasıl olup da sihirleniyorsunuz" denilmesi bundandır. Onların sihirlenmeleri "evliya ve ilâhlarına olan bağlılıkları" anlamına gelmektedir. Aynen Şii ve Sünni din adamlarının hadis ve fıkıh kaynaklarına olan bağlılıkları gibidir. Said Nursi'nin yalanlarla ve iftiralarla şakirtlerini sihirlediği gibi. Onlar buna eşsiz ilim derken, yüce Allah buna sihir demektedir.) 90-) Andolsun ki, biz onlara hakkı getirdik; onlar ise (uydurdukları şeylerle) yalancı oldular.
10 Nisan 2022 Pazar
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (19.YAZI) Yüce Allah’ın bizden istediği salât namaz değil, öğrenim ve dayanışma idi. Sonuçta saptıranlar din adamları sapanlar da ümmetin ümmileri olmuştur. Yüce Allah, bu vahim ihaneti affetmedi. Emevi ve Abbasilerin arkasından giden din adamları kendilerine tâbi olanları zelil ve perişan ettiler. Avrupalılar da haklı olarak dünyanın gücüne, eğitimine, siyasetine, parasına ve refahına hakim oldular. Çünkü salât'ı ikâme etmek yüce Allah’ın değişmez ve değitirilemez sünnetiydi.İnsanlardan istediği en önemli yasalarından birisiydi.Salat, evrensel ahlak sistemiyle uyumluydu.İnsanların ihtiyaçlarını karşılamaya yeterliydi.Dolayısıyla bunu yerine getirenler nimete nail oldu. Geleneksel dinin taklitçileri de, kafalarından ürettikleri sanal Nebi sünnetiyle salat'a, namaz diyerek kendilerine hiç bir faydası olmayan sanal bir ibadetin peşine düştüler. Yani Yahudilerin, Hristiyanların, Şiilerin ve Sünnilerin ilahları da, Resülleri de, kitapları da, din ve imanları da sanaldır bir yanılsama bir hayaldir. Salât'ın amacı; hurafeyi ve Allah’a atılan iftirayı darmadağın etmek, hatta bir daha dirilemeyecek şekilde yok etmektir. Aslında uydurma dinle salâttan başka hiç bir şeyle mücadele edemeyiz, çünkü insanlara vahiy'le zihinsel destek yani Kur'an'ın ilmini ulaştırmazsak itikâdi tehlikelerden kendilerini koruyamazlar. Onun için yüce Allah, Musa (a.s) a "zikrim için salât'ı ikâme et" (Tâhâ-14) buyuruyor. Ama maalesef Nebi (a.s) dan hemen sonra iman edenlerin saltanat gafleti, vahye sığınmayışları yani ete kemiğe bürünmüş şeytanların ve tağutların zihinsel oyunu ile ümmet fenâ halde aldatılmıştır. Şii ve Sünni mollalar salât'ı namaza döndürerek, vahiy'den yüz çevirmişlerdir. Salât'ın bir anlamı da insanları olgunlaştırma ve erdemli bireylere ulaştırmasıdır. Biz iddia ediyoruz; “salât” ın namaza evrilmesi, orijinal ve organik vahiy dininin anlaşılmasını imkansız kılmıştır.Şii ve Sünni dünyada en büyük ve en karanlık cehalet Kur'an'a karşı olan cehalettir. Bu kapkaranlık dünyada, din adamları, Kur'an'ın en basit kavramlarından habersizdir. Ama aslında her şey Kur'an'ı bilmeye gelip dayanıyor. Kur'an anlaşıldığı zaman, onun basiretiyle rivayetlerin karanlık dünyasını görürüz. Kur'an'ı hakkıyla okuduğumuz zaman, ümmetin içine düştüğü korkunç durum, insanların nasıl bir felakete mahkum edildiğini anlarız. Müşriklerin Mekke kutsallarına yaptıkları ritüelleri yada bu ritüelleri yaratıcıya uyarlayan yahudilerin tapınmalarını “Rabbimiz sanki kendisine yapılmasını istiyormuş ” gibi bir algı yaratılmıştır. Sünnilik dendiği zaman, akla Ümeyyeoğulları yani Emeviler gelmesi gerekiyor. Şiilik denildiğinde ise, akla İran'ın kadim dini olan Mecüsilik akla gelmesi gerekiyor. Emevi ve Abbasi mezhep rivayetlerinin kirliliğine izin vermeyen, aklı temiz tutan müvahhidler, salâtın namaz olmadığını fark etmeleri gerekiyor!Bin yıldan beri gelen namaz, evrensel hanif dine cezbedici bir özelliği var mıdır? Yoksa akıllı ve mantıklı insanları fıtrat olan hanif dinden uzaklaştırıcı bir özellik mi taşıyor? Namaz algısı, Kur'an eğitimini (salât'ı ikameyi) engelliyor mu engellemiyor mu?Neden en çok namaza değer verenler en büyük Kur'an cahili oluyorlar? Şu dünya hayatında vahiy'den daha önemli bir şey var mıdır? Namaz kılanlar neden Kur'an'ı anlayamıyorlar. Cevap: Evet! Namaz algısı Kur'an'dan uzaklaştırıyor ve onun anlaşılmasını engelliyor. Bunu görmek için namaz kılanlara bakmanız yeterli!Arabından Acemine, Türkün'den Kürdüne kadar hiç birinin Kur'an'la en ufak bir bağlantısı yoktur. Bırakın bağlantıyı, Kur'an diyenleri bir vebalı gibi, en tehlikeli bir mikrop olarak görüyorlar. Halbuki bir insanın ustası ne kadar kaliteli olursa, çırak o oranda kaliteli olacaktır. Öğretmeni Allah olan ile öğretmeni şeytan olan bir olur mu? İşte yüce Allah’ın Kur'an'da buyurduğu ile rivayetlerin ve mezhep müçtehidlerinin yalanları arasında bu kadar büyük bir fark uzun bir mesafe vardır. Kur'an'ı Mübin'de doksan dokuz yerde geçen salât konularını incelediğimizde şu âyetler dışında kalan âyetler zihinsel destek alma olan öğrenim ve eğitimle ilgili olarak görülüyüyorlar. Sırf “dayanışma” ile ilgili ayetler: Bakara- 110; Enfal- 35; Tevbe- 84- Hac- 35; Müddessir- 43, Maun- 4. olup toplam 6 tanedir. Kalan doksan üç tanesi eğitim ve öğretimle doğrudan alâkalı olduğu gibi maddi yardım ve dayanışmayı da içinde barındırır.Destek; ilk önce bilgide yani eğitimde, sonra inançta başlar. Her eylemin ilk kuluçkası edindiği bilgidir. İnsanlar bilgileri nisbetinde değişik inançlara sahip olurlar. Sonra mensup olduğu dinin gereklerini öğrenmiş olduğu bu bilgi çerçevesinde yaparlar. Bu bakımdan bilgi desteği almak salât oluyor. “Bilgi desteği” olmadan salât olmaz. Şayet salât Kur'an'ın ortaya koyduğu gibi anlaşılsaydı, bugün dünya maddi manevi en az yüz yıl daha ilerde olacaktı.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(181.YAZI)Müminun Süresi31-) Onlardan sonra başka bir medeniyet inşâ ettik. 32-) Onlar arasından kendilerine: "Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Hâla Allah’tan korkmaz mısınız?" (mesajını ileten) bir Resül gönderdik. 33-) Onun kavminden, kâfir olup ahirete kavuşmayı yalanlayanlar yani dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler: "Bu, dediler, sadece sizin gibi bir beşerdir; sizin yediğinizden yiyor ve sizin içtiğinizden içiyor." 34-) "Yani, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, sizler mutlaka hüsranda kalırsınız" 35-) "Size, öldüğünüz yani toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?" 36-) "Hayhât hayhât, bu size vaâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzaktır!" 37-) "Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz." 38-) "O, Allah hakkında yalnızca yalan yere iftira eden bir adamdır yani ona iman etmiyoruz" 39-)(O Resül:) Rabbim! yalanlamalarına karşılık bana yardım et! dedi. 40-)(Allah:) Az zaman sonra pişman olarak sabahlayacaklar! buyurdu. 41-) Nitekim, onları hak olan korkunç bir ses yakalayıverdi! Kendilerini hemen sel süprüntüsünün önündeki çöp gibi kıldık. Zalimler kavmine (Allah'ın rahmetinden) uzak kalın denildi. 42-) Sonra onların arkasından başka medeniyetler inşâ ettik. 43-) Hiçbir ümmet, ecelini (yok oluşunu) ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. (Kur'an'a göre, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlara ümmet denir.Ümmet, günümüzde kullanılan ulusal birlik ve vatandaşlıklık anlamına gelmektedir. Aynen insanlar gibi kavim ve medeniyetlerin de yani ümmetlerin de bir ömürleri vardır. Zulüm ve istibdat başladı mı onlar için sonun başlangıçı olur.) 44-) Sonra ard arda Resüllerimizi gönderdik. Her ümmet, kendilerine gelen Resülü yalanlamıştı; biz de onları birbiri ardından yok ettik yani onları (nesiller boyu) dillerde anlatılan ibretlik hikayeler kıldık. İman etmeyen kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun. 45,46-) Sonra âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (delil) Musa ve kardeşi Harun’u Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik. Onlar ise kibire kapıldılar yani yücelik taslayan bir kavim oldular.(Harun (a.s) İsrailoğullarına Nebi, Musa (a.s) ın isteği üzerine Musa (a.s) ile birlikte Firavun'a Resül olarak gönderilmiştir. Yani Harun (a.s) esasında Nebi'dir.) 47-) Bu yüzden (Firavun ve ileri gelenler) dediler ki: Kavimleri bize ibadet ederken, bizim gibi beşer olan iki adama hiç iman eder miyiz? 48-) Böylece ikisini yalanladılar ve bu sebeple helâk edilenlerden olmuşlardı. (Kur'an'da "tekzib" "yalanlama" yüce Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Tekzib" hiçbir âyette Nebi bağlamında kullanılmamıştır. Yani Resülün yalanlanması, vahyin dolayısıyla yüce Allah'ın yalanlanması anlamına gelmektedir. İkincisi, tekzib yani yalanlama, dil ile yapılan bir şey değildir. Kur'an'da var olan tekzib, inançla, ahlakla, tavırla ve karakterle ilgili bir durumdur. Yani Yahudilerin, Hristiyanların, Şiilerin ve Sünnilerin bütün hadis ve fıkıh kaynakları, vahiy için bir tekzib anlamı taşıyor. Dolayısıyla bu kaynaklarıyla yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahyin yeterli olduğuna bir yalanlama ve ona karşı bir isyandır. Yani hepsi şirk ve küfürdür.) 49-) Andolsun biz Musa’ya, belki onlar hidayete gelirler diye, kitab’ı verdik. 50-) Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir âyet kıldık ve onları, yerleşmeye elverişli, su kaynağı bulunan bir tepeye yerleştirdik. 51-) "Ey Resüller! Temiz olan şeylerden yeyin ve güzel ameller işleyin. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim." 52-) "Şüphesiz bunlar (anlatılan Resüller) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir ve ben sizin Rabbinizim. Öyle ise bana karşı takvâlı olun" (denildi). 53-) Ne var ki emirlerini kendi aralarındaki kıt'a kıt'a zübürlere böldüler. Her hizib kendilerinde bulunan (inanç) ile sevinmektedir. (Zübür, dini kitaplar anlamına gelmektedir. Davut (a.s) a verilen vahye "Zebur" denilmesi bundan dolayıdır yani din ve imanla ilgilidir. Yukarıdaki âyette Yahudi ve Hristiyan din adamlarına bir gönderme vardır. Yani kendilerine vahiy ve Resüller geldikten sonra, Resüllerin hemen arkasından kendi uydurdukları ve Allah'a izafe ettikleri iftiralarla hak dinlerini şia şia, hizip hizip, mezhep mezhep nasıl böldüklerini ve dinde paramparça olduklarını anlatıyor. Aynı zamanda iftira dinlerinde ısrarla durarak her grup kendi inanç ve mezhebinin en doğru olduğunu inatla savunmaktadır. Şia ve Ehl-i Sünnet de aynı şeyi yapmışlardır yani batıl bir inanca sahiptirler.) 54-) Şimdi sen onları bir zamana kadar şaşkınlıkları ile başbaşa bırak! 55,56-) Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz mal ve oğullar ile kendilerine hayırlar yaymak için yarışıyoruz ? Hayır, onlar işin şuurunda değillerdir. 57-) Rablerine olan huşudan dolayı ürperenler; 58-) Yani sadece Rablerinin âyetlerine iman edenler; 59-)Ve Rablerine şirk koşmayanlar;60-) Yani Rablerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri çarparak verenler;61-) İşte onlar, hayırlarda yarışanlardır yani onlar (hedefe doğru) önde olanlardır. (Günümüzde bile yarışmalara "musabaka" denilmektedir. Aslında hayat ve hayırlı amaller bir mümin için musabaka alanı olması gerekiyor. Bu müsabakanın bayrağı da vahiy'dir yani ihlastır yani hanif İslamdır yani sadece yüce Allah'a ibadettir yani başka kitapları ve mezhepleri şirk koşup zihni ve kalbi kirletmemektir. )
9 Nisan 2022 Cumartesi
İBADET NEDİR?Yüce Allah tarafından indirilen ve Resüller tarafından insanlara tebliğ edilen vahyin tek indiriliş sebebi ibadettir. (Hud- 1,2, 26; Yusuf- 40; İsra-23;Yasin 60;Fussilet 14; Ahkaf-21 Tüm Resüllerin kavimlerine tebliğ ettikleri ilke yalnız Allah'a ibadet etmek olmuştur.(Araf- 59,65,73,85; Hud-50, 61, 84; Müminun- 23,32)Kur'an'ın dininde ve dilinde ibadet, atalardan ezberlenmiş ve alışılmış, insanın hayatında olumlu hiçbir etkiye sahip olmayan, belli bazı ritüelleri yapmak değildir. Yüce Allah'ın tüm Nebilere vahyettiği ve Resul misyonuyla ilan ettikleri ilkelerin hepsine birden ibadet denilmektedir.Yani yüce Allah'ın emir ve yasakları arasında ibadet, tüm salih amelleri içine alan çatı katını temsil etmektedir.Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kitaba iman edilmediği sürece yani ihlas elde edildikten sonra yalnız Allah'a yani Kur'an'a teslim (İslam) olunduktan sonra insanların yaptıkları her güzel amel ibadet kategorisine girer.Dolayısıyla bütün meşru işler ve güzel amellerin hepsi ibadet hükmüne geçer.insan her an Rabbi olan yüce Allah ile beraberdir. Geleneksel dinde ibadet denilince insanların aklına sadece namaz, hac, salavat ve umre geliyor. Halbuki insan sürekli olarak ibadet halindedir. Hayatın amacı ve gayesi ibadettir. İnsan yüce Allah'tan bir an bile ayrı kalamaz. "O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine (kudretiyle) istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya yükseleni bilen yani nerede olursanız olun O sizinle beraber olandır yani Allah yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin mülkü onundur yani bütün işler ancak ona döndürülür" (Hadid-4, 5)"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Yani bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mücadele-7)İbadet fiziksel olarak yapılan bir şey değildir. Asıl ibadet zihinsel bir olaydır. Kişi gönül ve zihinle Allah'a teslim olmadıktan sonra ona ibadet etmiş sayılmaz.Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kitaplara iman edenler, Allah'a değil, ibadetleri kitaplarına iman ettikleri kişileredir. Bütün vahiy'lerin indiriliş amacı ibadettir. Vahyin önderliğinde Resüllerin ilk emri ibadettir.Yani Allah'tan başkasına kulluk yapmamalarıdır.Mesela: Tarikatçıların namazı Allah'a ibadet mi oluyor? Veya Süleymancıların ibadetleri yüce Allah'a mı gidiyor. Sürekli olarak Risale-i Nur okuyan, indirilmiş kutsal bir kitap olarak ona iman eden nurcular Allah'a ibadet mi ediyorlar? İbadet, vahiy ile ilgili bir durumdur. İbadet, teslim, iman, ihlas ve takva ile ilgili bir durumdur. Muhlis ve Muttaki olmayanın ibadeti yoktur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenlerin ibadeti tâbi oldukları tağut ve şeytanlar içindir. Allah'ın kitab'ı yerine Buhari'nin ve Küleyni'nin çöpten topladıkları ile besleneceksin sonra namaz ve ibadetin Allah olacak öyle mi? Kime iman ederseniz, ona ibadet edersiniz. Yani kimin sözleri ve emirleri gönlünüzde taht kurmuşsa, kulluğunuz onadır. Şeyhe iman eden Allah'a ibadet edemez. Mezhebe bağlı olanın ibadeti Allah'a olamaz.İsa (a.s) ın dediği gibi, "İnsan aynı anda hem krala hemde Allah'a hizmet edemez"Kur'an'dan yüz çeviren ibadet diye bir şey yapmamıştır. Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Numan bin Sabit ve Mâlik bin Enes'in mezhebine tâbi olanlar Allah'a ulaşamazlar. Ben Hristiyanım, Yahudiyim, Şiiyim, Sünniyim diyenlerin ibadeti İslam olamaz. Hayatın hepsi ibadettir yeni hayat ibadetten ibarettir. Bütün be gerçeklerden sonra şimdi biz Şii ve Sünni dine adamlarına ne diyelim?Daha ibadetin hangi anlama gelmeden üç beş ritüele ümmeti mahkum ederek, Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasağın farkında bile olmamışlar. MESELA: Kur'an'da var olan yüzlerce ibadetten birkaçı şöyledir."Sadece Allah'tan indirilene iman etmek..." (Bakara- 43, 135)"Salât-ı ikâme etmek..." (Bakara-43) "Hakka batılı giydirmemek..." (Bakara-42)"Allah'tan başkasına kulluk yapmamak, anne babaya, akrabaya, yetimlere ve miskinlere güzellik yapmak, insanlarla konuşurken güzel konuşmak..." (Bakara- 83)"Sadece Allah'tan gelen ilme tabi olmak..." (Bakara- 120)"İbrahim'in Nübüvvet makamından destek almak..." (Bakara- 125)"Çocuklara tevhid'i miras olarak bırakmak..." (Bakara-133)"Allah'ın huzuruna sadece ona teslim olarak çıkmak yani Müslüman olarak vefat etmek (Bakara-132; Âli İmran-102) "Allah'ın tevhid ve İslam boyasıyla boyanmak..." (Bakara- 138)"Resüller arasında ayrım yapmamak..." (Bakara- 136, 285) "Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve Nebilere iman etmek, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yol evlatlarına, isteyenlere ve özgürlükleri için mücadele edenlere sevdiği maldan vermek, ahidlere vefa göstermek, zor durumlarda sabretmek..." (Bakara- 177)"Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere ve yol evlatlarına infakta bulunmak..." (Bakara- 215)"Allah için karz-ı hasen'de yani güzel bir borç vermek..."(Bakara-245)"Gece gündüz, gizli açık infak etmek..." (Bakara- 274)"Riba'dan (tefecilerden) kaçınmak..." (Bakara- 275)"Sadece indirilen vahiye yani yalnız Resule tabi olmak..." (Âli İmran-53) "İbrahim (a.s) ve Muhammed (a.s) ın Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni olmadıklarına iman etmek yani onların hanif Müslüman olduklarını bilmek..." (Âli İmran- 67)"Nebileri rab edinmemek..."(Âli İmran- 80; Tevbe-31) Allah'ın indirdiği İslam dininden başkasını aramamak... "(Âli İmran- 85)"Sevilen mallardan infak yapmak..."(Âli İmran- 92)"Marufu emredip münkerden nehyetmek yani hayırlarda yarışmak..."(Âli İmran- 114 "Bollukta ve darlıkta infak etmek, öfkeyi yutmak yani insanları affetmek..."(Âli İmran- 134)"Kafirlere itaat etmemek..."(Âli İmran-149; Ahzab-1)"İnsanların korkutmalarına karşı," Allah bize yeter o ne güzel vekildir" demek"(Âli İmran- 173) "Allah'ın faziletinden verdiklerinde cimri olmamak..." (Âli İmran-180)"Müşriklerin sözlerine karşı sabırlı olmak..."(Âliİmran-186)"Allah'ın âyetlerini açıklamak yani insanlara duyurmak, onları gizlememek, Allah'ın âyetlerini maddi çıkar için satmamak..."(Âli İmran-187)"İnsanların övgüsünden kaçınmak..."(Âliİmran- 188)"Göklerin ve yerin yaratılması üzerinde tefekkür edip, sürekli olarak Allah'a dua etmek..."(Âli İmran- 190, 191, 192, 193, 194) Kafirlerin ellerinde bulunan maddi imkanlara göz dikmemek..."(Âli İmran- 196)"Takva sahibi olmak..." Âli İmran- 198)"İnsanların mallarından uzak durmak..."(Nisa- 39)"Büyük günahlardan uzak durmak..." (Nisa-31)"Şirk koşmamak yani sadece Allah'a ibadet etmek, ana babaya, akrabaya, yetimlere ve miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın dosta, yol evlatlarına, himaye altında olanlara güzellik yapmak..."(Nisa- 36)"İnsanları cimriliğe teşvik etmemek yeni Allah'ın verdiklerini gizlememek.."(Nisa- 37)"İnfakı gösteriş amaçlı yapmamak..."(Nisa- 68)(Allah'ın verdiği rızıktan infak etmek..." (Nisa-39)"Resül olan Kur'an'a isyan etmemek..." (Nisa-38)"Şirk koşmamak..." ( Nisa- 48,116)"Emaneti ehline vermek..." (Nisa- 58) "İnsanları Allah'ın yolundan yani Kur'an'dan engelleyen din adamlarına iman etmemek..."(Nisa-60)"Yani hüküm olarak Allah'ın kitabından başka kitaba iman etmemek..." (Nisa- 61) "Dinde hakem olarak sadece Resül olan Kur'an'a gitmek..." (Nisa- 65)"Mazlumlar için Allah yolunda savaşmak..." (Nisa- 75) "Âhiretin yanında dünya menfaatinin azlığına kanmamak..."(Nisa-77) "Dinde sadece Resüle itaat etmek..." (Nisa-80) "Güzel bir temenni ile karşılaşınca daha güzeliyle mukabele etmek..." (Nisa-86)"Kıyamet günü Allah'ın manevi huzurunda toplanılacağına iman etmek..."(Nisa-86)"Allah'ın sözünden daha doğru bir olmadığına iman etmek..." (Nisa-87,122) "Hata olması dışında insanın canına kıymamak..." (Nisa-92)"Empati yapmak..." (Nisa-94)"Özgürlük bulunmayan yerden hicret etmek..." (Nisa- 97)"Allah'a istiğfar etmek..." (Nisa- 106-110) "Sadaka vermeye teşvik etmek, maruf'u emretmek, insanların arasını islah etmek..." (Nisa-114)"Salih amellerde bulunmak..." (Nisa-122) "Kendimiz Ana-baba ve akrabamız aleyhinde de olsa adaletten ayrılmamak..." (Nisa- 135; Maide 8) "Kâfirleri veli edinmemek..." (Nisa-139,144)"Tevbe etmek, kendimizi islah etmek sadece Allah'a yani kitabına sarılmak ve dini Allah özel kılmak..." (Nisa-146) "Zulme ve haksızlığa uğrama dışında kötü söz söylememek..." (Nisa- 148) "Allah ile Resüllerini birbirinden ayırmamak yani Resüller hakkında bilgi için sadece Kur'an'a müracaat etmek..." (Nisa-150, 151, 152) "Dinde sapıtmamanın tek yolunun Kur'an olduğuna iman etmek..." (Nisa- 176) "Erdemlilik ve takvada yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmamak..." (Mâide- 2)"Daha Resül (a.s) hayatta dinin Allah tarafından tamamlandığına iman etmek..." (Mâide-3) "Salat'ı ikame etmek, zekat'a gelmek (arınmak) Resüllere iman etmek, Allah için güzel bir borç vermek..." (Mâide-12) "İnsanları karanlıklardan aydınlığa Kuran'dan başka hiçbir şeyin çıkarmayacağına iman etmek..." (Mâide- 15, 16) "Kötülüklere karşı iyilikle mukabele etmek..." (Mâide- 28) "Allah'a ulaştırıcı amelleri aramak..." (Maide-35)"Yahudi ve Hristiyan devlet ve din adamlarını veli edinmemek..." (Mâide- 51) "Dini oyun ve eğlence edinenleri veli edinmemek..." (Maide-57) "İnsanları haram yemekten ve kötü söz söylemekten engellemek..." (Maide-63)"İndirilen vahyi tebliğ etmek..." (Mâide- 67) "Kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmak..." (Mâide- 79) "Allah'ın helal kıldığı ziyneti ve temiz yiyecekleri haram kılmamak..." (Mâide- 87; Âraf-32) "Dinde sadece Allah'a yani Resüle itaat etmek..." (Mâide- 92) "Ataların dininden uzaklaşmak yani sadece Allah'ın indirdiğine iman etmek..." (Mâide- 104)"Allah hakkında gerçeklerden yani haktan başka bir şey konuşmamak..."(Âraf-105; Mâide- 116 117) "Dinde Allah'tan başka veli edinmemek..." (En'am- 14) "Müşriklerin yalanlamalarına karşı sabırlı olmak..." (En'am- 34) "Son vahiy'le birlikte mucizelere iman etmemek..." (En'am- 35)"Âhirette şefaate iman etmemek..." (En'am- 51)"Zenginlerle fakirler arasında eşit muamele etmek..." (En'am- 52,53,54) "En büyük ibadet şirk koşmamaktır..." (En'am- 56; Kehf- 110; Fussilet-6; Lokman-13) "Din olarak Allah'ın yanında, ötesinde, astında başka bir güç ve otorite kabul etmemek..." (En'am- 79) Dinden konuşurken İbrahim (a.s) gibi delilli konuşmak..." (En'am-83) "İmana zulüm ( hadis- ictihad- mezhep) karıştırmamak..." (En'am- 82) "Sadece Nebi ve Resüllerin vahiy ve tevhid yoluna iktida etmek..." (En'am- 90) "Allah'ı hakkıyla takdir etmek yani din ve hüküm olarak sadece vahiy ile yetinmek..." (En'am- 91) "Sadece Kur'an'a iman etme yani salât'ı muhafaza etme..." (En'am- 92)"Sadece vahye tabi olmak..."En'am-106; Yunus-15, 109; Ahkaf- 9; Ahzab-1,2) "Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kitab'ı hakem etmemek..."(En'am- 114)"Dini fırka ve mezheplere bölmeme (En'am-159; Rum-31-32)"Sadece Rabbimizden indirilene tâbi olma..." (Âraf- 3; En'am- 153, 155)"Allah'ın yanında ötesinde şeytanın süret almış yani şeytanın ete kemiğe bürünmüş hali olan din adamlarını evliya edinmemek..."(Âraf-30) "Sadece Allah Resüllerinin hakkı getirdiklerine iman etmek..."(Âraf- 43) "Kur'an'ın bir ilim ve sistem üzerine detaylandırılmış olarak indiğine iman etmek..."(Âraf- 52) "Yerde fesad çıkarmamak..." (Âraf-56,85)"Kur'an okunduğu zaman onu dinlemek..." (Âraf-204)"İnsanın kendi nefsinde sabah akşam Rabbini anması..." (Âraf-206)"Sadece Allah ve Resülüne itaat etme..." (Enfal-1; Âli İmran- 32,50,132; Nisa- 59; Maide- 92; Enfal-20,46; Tâhâ- 90; Nur- 54,56; Şuara- 108, 110, 126, 131, 144,150,160, 179; Zuhruf- 63; Muhammed-33; Mücadele-13; Teğâbun- 12, 16; Nuh- 3)"Güzel ahlak sahibi olmak..." (Bakara- 58, 195; Âli İmran- 134, 148; Maide- 13, 85, 93; En'am- 84; Araf- 56; 161; Tevbe- 120; Hud-115; Yusuf- 22, 36, 56, 78, 90; Hac- 37; Kasas- 14; Ankebüt! 69; Lokman-3; Saffat- 80, 105, 110,121,131; Zümer- 34, 58; Ahkâf -12: Zariyat- 16; Mürselât- 44; Neml-11; Ahzab- 29; Şura-13) "Ana babaya, akrabaya güzellik yapmak..." (Bakara-83;Nisa- 36; Enam- 151; Nahl-90; İsra- 23; Ahkâf-15; Ankebut- 8)Allah'a güzel bir borç vermek..." (Bakara- 245; Maide- 12; Hadid- 11, 18; Teğabun-17; Müzzemmil-20)"İnfak etmek..." (Bakara- 3, 195, 215, 219, 254, 261, 262, 265, 267, 270, 272, 273, 274; Âli İmran- 17, 92, 117, 134; Nisa- 34, 38, 39; Enfal- 36, 60; Tevbe- 91, 92, 99, 121; Râ'd- 22; İbrahim- 31; Nahl-75; Kehf- 42; Hac- 35; Furkan 67; Kasas- 54; Secde 16; Sebe- 39; Fatır-29; Yasin- 47; Şura-38; Muhammed- 38; Hadid-7, 10; Mümtehine- 10, 11; Munafikun- 7, 10; Teğâbun-16; Talak- 6, 7)"Salih amellerde bulunmak..."(Bakara- 25, 82, 277; Âli İmran- 57; Nisa-57, 122, 124, 173; Mahide- 9,93; Âraf-42; Yunus- 4, 9; Hud- 11, 23; Râ'd- 29; İbrahim-23; İsra- 9; Kehf- 2, 30, 107; Meryem- 96; Tâhâ- 75, 112; Enbiya-94; Hac- 14, 23, 50,56; Nur- 55; Şuara-227; Ankebut-7,9, 58; Rum- 15, 45; Lokman- 8; Secde- 19; Sebe- 4; Fatır-7; Sâd- 24, 28, Mümin- 58; Fussilet- 8; Şura- 22, 23, 26; Câsiye- 21, 30; Muhammed-2,12; Fetih- 29; Talâk-11; İnşikak-25; Buruc-11; Tin-6; Beyyine-7; Asr-3)"Salihât (onarıcı olmak)(Nisa- 34; Kehf- 46; Meryem- 76) "Allah'a yalan yere iftira etmemek..." (En'am- 21,93, 144, 157; Âraf- 37; Yunus- 17; Hud- 18; Kehf- 15, 57; Ankebut- 68; Zümer-32; Saf- 7) "Vahiy ile istikamet sahibi olmak yani zalimlere meyletmemek..."Hud- 112, 113; Şura-15)"Sabretmek (dayanıklı olmak)Âraf- 128; Enfal- 46; Yunus- 109; Hud-49,115; Nahl- 127; Kehf-28; Lokman-17; Tur-48; Müzzemmil-10; Ali İmran-200; Araf-87; Taha-130; Rum-60; Sâd- 17; Mümin- 55,77; Ahkâf- 35; Kâf- 39; Kalem-48; Meâric- 5; Müddessir- 7; İnsan- 24)Allah'ın dununda (yanında- birisinde- altında) ibadet edilecek ve davası güdülecek bir şeyin olmadığına iman etmek..." (En'am- 40, 41 63 Âraf-37, 193, 194, 197,198; İsra- 67, 110; Meryem- 48; Hac- 73; Şuara- 72; Fatır- 13, 14, 40; Saffat- 125; Zümer- 38; Mümin- 40, 42, 43, 66; Şura- 13; Ahkâf- 4; Cin-18; Bakara- 23, 83, 107, 165,166, 167; Âli İmran- 64, 79; Nisa- 117,119; Maide- 76, 116; En'am- 51, 56, 70; Âraf- 3, 30, 37, 194,197; Tevbe- 31; Yunus- 18,66, 104,106, Hud- 20, 101, 109, 113; Yusuf- 40; Rad- 14,16; İbrahim- 10;Nahl- 20, 35,73, 86; İsra- 56; Kehf- 14, 15, 16, 26, 27, 102; Meryem- 48, 49, 81; Enbiya- 24,25, 29, 43, 66, 67, 98; Hac- 12, 62, 71, 73; Furkan- 3, 17, 55; Şuara- 70, 75, 92, 93; Neml- 24, 43; Ankebut- 17, 25, 41; Lokman- 30; Sebe- 22; Fâtır- 13, 40; Yasin- 23,61, 74; Saffat- 22, 23, 85, 86, 95; Zümer-3,15, 38, 43, 45; Mümin-20, 66, 74; Şura- 6, 9 46; Zuhruf- 26, 36, 37, 45; Ahkâf- 4, 32; Kafirun süresi "Allah ile beraber başka evliya ve ilâhlar edinmemek..." (En'am- 19; Hicr- 96; İsra- 22, 39; Müminun-117; Furkan- 68; Şuara- 213; Neml- 60, 61, 62, 63, 64; Kasas- 88; Kaf-26; Zâriyât- 51; Cin-18)"O'ndan başka ilah yok..." (Âraf- 59, 65, 73, 85; Hud-50, 61,84; Müminun-23, 32)"Munafıkların mallarına imrenmemek..." (Tevbe-55, 85) "Müminlere zarar veren, hakkı inkar eden, müminlerin arasına ayrılık sokan ve Allah Resülüne (Kur'an'a) karşı savaşanların mescitlerinde durmamak..." (Tevbe-107, 108) "Marufu emredip, kötülüklerden engellemek..." (Tevbe-112) "Aza çoğa bakmadan infak etmek..." (Tevbe-121)"Allah bana yeter, O'dan başka ilah yoktur, ben sadece ona tevekkül ederim. O yüce arşın sahibidir" demek. (Tevbe 129) "Dünya hayatında Allah ve meleklerinden başka bir şefaatçinin olmadığına iman etmek..." (Yunus-3, 18; Necm-26)" Âhirette ise hiç bir şefaate iman etmemek... " (Bakara- 48, 123 254)"Din olarak vahiy'den başka bütün yolların sapkınlık olduklarına iman etmek.." (Yunus-32, 33, 34, 35) "Kur'an ahlak ve ilminin, hidayet ve rahmetinin dünya malından daha hayırlı olduğuna iman etmek..." (Yunus-57,58) "Hidayet ve sapkınlığın ancak hak olan Kur'an'la belli olucağına iman etmek..." (Yunus-108) "Haram olan cana kıymamak..."(İsra- 33)" Yetimin malına kötü niyetle yaklaşmamak..." "Ahde vefa göstermek..." (İsra- 34) "Ölçü ve tartıda dürüst olmak..." (İsra- 35) "Hakkında bilgi bulunmayan şeyin peşine düşmemek..." (İsra- 36) "Kibir ve gururdan kaçınmak..." (İsra- 37) "Devlet malına el uzatmamak, yolsuzluk yapmamak..." (Âli İmran- 161) "Allah ve Resülüne ihanet etmemek..." (Enfal-27) "Din namına insanlara vahiy'dan başka bir şey anlatmamak..." (İsra- 73, 74, 75; Yunus- 15) Nebi ve Resüllerin insanları sadece Allah tarafından indirilen vahiy'le uyardıklarına iman etmek... " Enbiya -45; Kaf-45) "Din olarak Kur'an'ın yeterli olduğuna iman etmek..." (Maide- 3; Ankebut 50-51; Mâide- 101) "İnsanların sadece vahiy'den sorumlu olduklarına iman etmek..." (Zuhruf- 44) "Zina'ya yaklaşmamak..." (İsra- 32; Furkan- 68) "Dini Allah'a özel kılmak..." (Zümer-2, 3, 11, 12, 13, 14; Mümin-14; Beyyine-5; Nisa-145,146)Sonuç olarak: İBADET: inanç, fikir ve zihinle ilgil bir olaydır. İnsanların yüce Allah'a bağlantıları iman, takva, sevgi, ihsan, ibadet, zihin ve eğitimle ilgilidir. Hiç kimse namaz kılmakla Rabbi ile bağlantı kuramaz ve kuramamıştır. Yüce Allah ile namaz kılanların arasında uzun bir mesafe vardır. Namaz hiç bir zaman insanları Kur'an'a yakınlaştırmamış tam aksine namaza en çok kulluk edenler tarikatçı ve cemaatçi hurafeciler olmuştur.İbadet hiç bir zaman Allah ile bağlantıyı koparmamak, sürekli olarak yüce Allah'ın gözetimi altında olduğumuzun şuurunda olmaktır. Küfürde böyledir. Küfür ve şirk ehli sürekli olarak dinlerini anlatır onun faziletini ve üstünlüğünü savunurlar. Nurcular Said Nursi'yi, tarikatçılar şeyhlerini, cemaatçiler efendilerini, siyasal dinciler liderlerini, Şia ve Ehli Sünnet hadis ve muhaddislerini anlatırlar. İşte bu yaşam tarzının ve inanç sisteminin Kur'an'daki adı ibadet oluyor. İbadet sürekli olan, hiç kesilmeyen, insandan ayrılmayan, gece gündüz onunla olan bir inançtır. Yani namaz ibadet değildir. Onun için yaratılışın tek amacı ibadettir (Zâriyat-56) İşte bundan dolayı vahyin ve Resüllerin yegane gönderiliş amaçları da ibadettir. (Hud-1,2, 26; Yusuf-40; İsra-23; Yasin-60; Fussilet-14; Ahkâf-21)Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen ve Allah yolunda infak edenlerin uykuları bile ibadet sayılır. Her an yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu bilmeyen, günde beş defa Allah'ın huzuruna çıktığına iman edenin ibadeti yoktur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(180. YAZI)Mü'minûn Süresi, 118 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Andolsun ki, müminler kurtuluşa ermiştir; 2-) Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; 3-) Yani onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenlerdir. 4-) Ve onlar zekât'ı (arınmayı) yerine getirenlerdir. 5-) Ve onlar ki, ferclerini koruyanlardır. 6-) Ancak eşleri veya yeminlerinde olanlar hariç. (Bunlardan) kınanmış değillerdir.(Arap toplumunda ortada kalan, yetim, korumaya muhtaç olan kız ve dul kadınlara sadece koruma amaçlı nikah kıyılırdı. Sadece himaye yani cinsel ilişki olmaksızın yapılan bir nikahtı. Âyette bundan söz ediliyor. Yoksa köle ve cariyeleri anlatıyor değildir. Bu himaye amaçlı nikah geleneği son zamanlara kadar devam etmiş, yolculuğa ve hacca gidecek olan dul ve yetim kadınlar bu nikah sayesinde koruma altına alınmış oluyordu.) 7-) Yani kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. 8-) Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; 9-) Ve onlar ki, salâtlarını muhafaza ederler. 10-11) İşte, bunlar devamlı kalmak üzere Firdevs'e vâris olanlardır. 12-) Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. 13-) Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. 14-) Sonra bu nutfeyi "alaka" olarak yarattık. Bu alakayı da "mudğa" olarak yarattık. Bu "mudga"yı da kemikler olarak yarattık ve bu kemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşâ ettik. Yaratanların en güzeli olan Allah ne kadar mübarektir. (yaratmada sonsuz bir berekete sahiptir. ) 15-) Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. 16-) Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz. (15 ve 16. âyetlere dikkatli bir şekilde bakan, kabir diye bir azabın olmadığını görecektir. Çünkü 15.âyette ölüm, 16. âyette ise, dirilişten söz ediyor. Yani ölümün hemen arkasından dirilme meydana gelecektir. Olay yat ve kalk kadar kısa olacaktır. Teneffüsün ardından ictima olacaktır. Zaman israfı diye bir şey olmayacaktır. Gece yatıyoruz, sabah bizi yaratan, terbiye eden, besleyen, büyüten, merhamet eden Rabbimizin huzurunda uyanıyoruz.) 17-) Andolsun ki biz, sizin üstünüzde yedi yollar yarattık yani yaratmaktan gafil değiliz. 18-) Ve gökten belli bir ölçüde yağmur indirip onu yerin içinde durdurduk (depoladık) yani onu gidermeye de elbete kâdiriz. 19-) Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları inşâ ettik yani bunlardan yemeniz için daha birçok meyveler vardır. 20-) Ve Tûr-i Sînâ’da da yetişen bir ağaç daha inşâ ettik ki, bu ağaç hem yağ hem de yiyenlere katık olur. 21-) Ve hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarında olandan size (süt) içiririz. Onlarda sizin için birçok menfaatler daha vardır ve onlardan yersiniz. 22-) Ve onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız. 23-) Ve andolsun ki, Nuh’u kavmine gönderdik de o: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Takvalı olmaz mısınız? dedi. 24-) Bunun üzerine, kavminin ileri gelen kâfirleri şöyle dediler: "Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Sizin üzerinizde bir fazilet kurmak istiyor yani Allah (Resül göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekleri gönderirdi. Biz geçmişteki (din) atalarımızdan böyle bir şey duymadık."(Kur'an'da bir çok âyette geçen "mele kavramı, şirk dininin önderleri yani dinadamları anlamına gelirken "mütref" kavramı ise, devleti idare eden, halk fakirlik içinde kıvranırken kendileri refah içinde yüzen bürokratlar sınıfı anlamına gelmektedir.) 25-) "Bu, yalnızca kendisinde cinnet bulunan biridir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp gözetleyin bakalım.(ne olacak?") 26-) Nuh, Rabbim! yalanlamalarına karşı bana yardım et! dedi. 27-) Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde yani vahyimiz gereğince gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular taşmaya başlayınca her zevcten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde söz verilmiş olanların dışındaki ehlini gemiye al. Ve zulmedenlere karşı da beni muhatap etmeyesin! Zira onlar boğulacaklardır. (Burada yüce Allah'ın" velé tuhâtibni fillezine zalamu" "zulmedenlere karşı beni muhatap etmeyesin" dediği, Nuh (a.s) oğludur. Bu ikaza rağmen Nuh (a.s) yüce Allah'a oğlu için yalvarmış ve çok şiddetli bir şekilde uyarı almıştır.(Hud-45,46,47)28-) Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamdolsun" de.(Hamd, sözle, şükür, amellerle yapılan bir şeydir.) 29-) Ve de ki: Rabbim! Beni mübarek bir şekilde indir yani sen, (insanları uygun bir yere) iskân edenlerin en hayırlısısın. 30-) Andolsun ki bunda (Nuh ve kavminin başından geçenlerde) birtakım âyetler vardır yani biz (kullarımızı böyle) deneriz.
8 Nisan 2022 Cuma
TEHECCÜD ve SALÂT'I İKÂME(36.YAZI) Kur'an'da anlamı ortaya çıkaran önemli unsurlardan biri de hiç şüphesiz zamirlerdir. Zamirler, bir sürücüye güvenli yol alabilmesini temin eden trafik işaretleri gibi, yorumcunun Kur'an'ı doğru anlamasına yardım eden kilometre taşlarıdır. Kur'an'da anlamı doğru tayin etmemize kılavuzluk eden unsurların farkına varmalı ve onların anlaşılmasını engelleyen hurafeleri bertaraf etmeliyiz. Bu yazıda bir kavramın doğru anlaşılmasına yardımcı unsurlardan biri olarak zamir ve onun mercii üzerinde duracak ve hakkın üzerini örten hurafeleri temizleyerek gerçek mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışacağız. Bu bağlamda ele alacağımız kavram Şia ve Ehl-i Sünnette namazla ilişkilendirilen "Teheccüd" kavramı olacaktır.Bu lafzın türediği "h-c-d" fiili geceleyin uyumak anlamına gelmektedir. Kök olarak "uyumak" anlamına gelen sözcük, "teheccüd" formuna girince zıt bir anlam kazanarak "uykudan uyanmak" anlamına geliyor. Kavram, Kur'an'da sadece bir kez olmak üzere şu âyette geçer. "Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı basıncaya kadar sâlat'ı ikame et yani fecir Kur'an'ını çünkü fecir Kur'an'ı meşhud olandır.Gecenin bir bölümünde sana özel bir nâfile olmak üzere onunla (Kur'an'la) uyan..."(İsra-78, 79) Âyette geçen "Teheccüd" Şii ve Sünni din adamları tarafından namazla ilişikilendirilerek tahrife uğramıştır. Yani Ehl-i Sünnet ve Şia'nın müfessirleri tarafından âyetin, Nebi (a.s) ın geceleyin namaz kılmasını emretmek üzere nazil olduğu iddia edilmiştir. Bu düşüncede olanlar konuyla ilgili nakledilen rivayetleri esas alırlar. Öyle ki meşhur muhaddis Buhari, sahih yalanlarında "Kitâbü't-Teheccüd" isimli bir bölüm oluşturmuş, söz konusu âyeti başa koymuş ve bu konuyla ilgili pek çok rivayeti sıralamıştır. Zemahşerî gibi, dilciliğiyle adından söz ettirmiş bir müfessir bile "teheccüd"ü, "namaz kılmak için uykuyu terk etmek" şeklinde açıklamış ve bunun beş vakitten ayrı olarak Nebi (a.s) a emredilen namaz olduğunu söylemiştir. Aslında Kur'an'la iltisaklı olan bu kavramı önceki âlimlerin namaza yormaları imanlarını rivayet zulmüne bulaştırmalarından kaynaklanmıştır. Râgıb el-İsfehânî de başlangıçta Kur'an'la ilgisini tesis ettiği lafzı her ne olduysa Taberî ve Zemahşerî gibi nihai olarak namaza bağlamıştır. O, şöyle diyor "Kur'an için kalk, bu, geceleyin namaz kılmaya teşviktir." Halbuki Hud 114 ve Tâhâ 130 âyetleri gibi, "teheccüd" Kur'an okumak, okunan Kur'an'ı tefekkür etmek, onu içselleştirmenin ve hayata taşımanın yollarını aramak maksadıyla geceleyin kalkmaktır. Yani Nebi (a.s) ın geceleyin kalkmasının sebebi kesinlikle namaz kılmak değil, Kur'an okumaktır. Söz onusu âyetteki "teheccüd"ü Kur'an'a bağlamamızın gerekçelerden biri de filolojik karine, diğeri ise bunu destekleyen başka âyetlerin mevcudiyetidir. Filolojik karine ifadesindeki "hu" zamiridir. Dilcilerin ve müfessirlerin sonradan namaz diyerek açıkladıkları "teheccüd"ü işin başında Kur'an'la ilişkilendirmeleri bu zamir dolayısıyladır. Çünkü zamir erildir yani müzekkerdir ve dişil olan yani müennes olan namaza dönmesi mümkün değildir. Burada olduğu gibi zikri geçmese de gaip zamir Kur'anla ilgilidir ve bunun âyetlerde onlarca delili vardır. Bazıları şunlardır: "... Sadece öğüt alsınlar diye onu kolaylaştırdık.(Duhan-58) "Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik (Kadir-1) Gerçekten o, takva sahipleri için bir öğüttür. (Hakka- 48) Teheccüd âyetinde bulunan" bihi" ifadesindeki gaip zamirin delaletiyle "teheccüd"ün yani geceleyin uyanmanın Kur'an'la ilgili olduğu çok açıktır.Eğer zamir salâtla ilgili olsaydı" bihi" değil, "bihe" olması gerekirdi. Mesela: "Ve'mur ehleke bissalati vastabir aleyhé" "Ehline salât'ı emret, kendin de onun üzerlerinde sabret..." (Tâhâ-132)Görüldüğü gibi söz konusu "salât" olduğu zaman fiil, "aleyhé" müennes yani dişil oluyorBuda Kur'an'ın anlamlarını tayin ederken zamir gibi yol gösterici unsurların yanı sıra diğer filolojik karinelere gereği gibi dikkat etmemiz gerektiğini göstermektedir."Teheccüd"ün Kur'an'la ilişkili olduğunu İslam vahyinin ilk döneminde nazil olan Müzzemmil süresi'ndeki şu âyetlerden de anlıyoruz: Ey bürünen! Azı dışında gecenin yarısında kalk yahut yarıdan biraz eksilt ya da yarıyı fazlalaştır. (Kalktığında da) Kur'an'ı tane tane tertil üzere oku. Elbette sana (Sorumluluğu) ağır bir söz ileteceğiz. Gerçekten gece kalkışı inşa bakımından daha verimli, okuyuş bakımından daha uygundur. (Müzzemmil 1-6) "Teheccüd" geceleyin Kur'an okumak için kalkmak demek olduğu halde gerek tefsirlerin gerekse de rivayetlerin ağırlığı ve yönlendiriciliği nedeniyle meallere de "namaz" olarak yansımıştır. Böyle olmasının sebeplerinden biri de yorumcuların rivayetlerin etkisinde kalarak kavramı namaz ekseninde tefsir etmeleri olmuştur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (79.YAZI) 53-) Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir fitne (sınama) (vesilesi) yapsın yani zalimler, gerçekten (haktan) uzak bir ayrılığın içindedirler.(Kur'an'da sınama anlamına gelen üç kavram vardır. 1-) Fitne: Ayrıştırıcı bir misyona sahip olan sınamadır yani kişinin mümin mi yoksa kafir mi olacağı ile ilgili bir sınamadır. (Ankebüt-2)2-) Bela: Maddi zorluklarla yapılan sınama yani hastalık ve fakirlik gibi şeylerle dayanma gücünün ölçüsünü sınamadır. Dolayısıyla burada sabır ve isyandan biri gerçekleşiyor.(Bakara-155, 156)3-) İmtihan: Bu sınama eğitim merkezlerinden olan sınav gibi bir sınamadır. İman ve takvanın ölçüsünü sınamadır. (Hucurat-3; Mümtehine-10)54-) Yani, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur’an’ın) gerçekten Rabbin tarafından gelmiş bir hak olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, onunla kalpleri huzura kavuşsun yani Allah, iman edenleri dosdoğru yol olan sırat'ı müstakim'e hidayet edecektir. 55-) Ve kafirler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da (kendileri için hayır yönünden) kısır bir günün azabı gelinceye kadar onun (Kur’an'ın) hakkında hep bir şüphe içinde kalacaklardır. 56-) O gün, mülk Allah’ındır. Aralarında hüküm verir. (Bu hüküm gereği) iman eden yani salih amellerde bulunanlar Naîm cennetlerinin içindedirler.57-) Ve âyetlerimize kafir olup onları yalanlayanlara gelince, işte onlar için alçaltıcı bir azap vardır.58-) Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır yani Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.59-) Allah onları, razı olacakları bir yere dâhil edecektir şüphesiz ki Allah, Alim'dir, Halîmdir.60-) İşte böyle. Her kim, kendisine yapılan eziyete misli ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir baskı olursa, Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, affeden ve mağfiret edendir.61-) Çünkü Allah, geceyi gündüzün içine geçirir, gündüzü gecenin içine geçirir yani Allah, hakkıyla işiten ve görendir.62-) Bu böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir yani O’nun dununda (yanında-ötesinde-berisinde) davasını güttükleri şeyler ise, bâtılın ta kendisidir. Yani şüphe yok ki Allah yücedir, büyüktür.63-) Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi de bu sayede yer yeşermiş olarak sabahlıyor. Şüphesiz ki Allah, Latif'tir, Habir'dir.64-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur yani Allah, Ğani olandır, Hamid olandır. 65-) Görmedin mi, Allah, yerde ne varsa yani emri uyarınca denizde yüzen gemileri size musahhar kıldı ve göğü de, kendi izniyle (yaratılış yasasıyla) yerin üzerine düşmemesi için tutuyor yani Allah, insanlara karşı çok Rauf'tur, Rahim'dir. 66-) O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek, sonra yine diriltecek olandır yani (bütün bunlara karşı) insan, çok nankördür.67-) Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir mensek kıldık. Öyle ise onlar (ehl-i kitap) bu işte seninle niza etmesinler yani sadece Rabbine davet et. Zira sen, müstakim bir hidayet üzerindesin.68-) Yani seninle mücâdele ederlerse: "Allah yaptığınızı çok iyi bilmektedir" de.69-) Allah kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.70-) Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir? Bu, bir kitapta mevcuttur. Bu (eşya ve olayların bilgisine sahip olmak), Allah için çok kolaydır.71-) Yani Allah’ın dununda, kendisine hiçbir delil indirmediği, kendilerinin dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere ibadet ediyorlar yani zalimlerin hiç yardımcısı yoktur.72-) Yani âyetlerimiz apaçık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini haber vereyim mi? Cehennem! Allah, onu kâfirlere (ceza olarak) vâdetti yani bu ne kötü bir sondur!73-) Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da dâvâsını güttükleriniz bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!74-) Onlar, (müşrikler) Allah’ı hakkıyla takdir etmediler. Hiç şüphesiz Allah, Kaviy"dir, Aziz'dir. 75-) Allah meleklerden de Resüller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.76-) Onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Bütün işler Allah’a döndürülür.77-) Ey iman edenler! Rükû edin; secde edin ve Rabbinize ibadet edin yan hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.78-) Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in milletinde (de böyleydi). Resül size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise salat'ı ikâme edin; zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a (vahye) sığının. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!(Hac Süresini Sonu)
6 Nisan 2022 Çarşamba
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(30.YAZI)Said Nursi Mücizât-ı Ahmediyesinde diyor ki:"Bir tarikte, rüesa-i Kureyş'ten (Kureyş'in ileri gelenlerinden) Ebu Sufyan ile Safvan bir kurdu gördüler, bir ceylanı takip edip Haremi Şerife (Mescid-i Haram'a) girdi.Kurt dönmüş, sonra taaccub etmişler, kurt konuşmuş, Risâlet-i Ahmediyeyi (Muhammed ( a.s) ın elçiliğini) haber vermiş, Ebu Sufyan, Safvan'a demiş ki,"Bu kıssayı kimseye söylemeyelim, korkarım, Mekke boşalıp onlara iltihak edecektir"Said Nursi şöyle devam ediyor."El hasıl, Kurt kıssası kat'i ve manevi mutevatir gibi kanaat verir" (sayfa- 153)İşte size yine matrak bir rivayet daha,Said Nursi diyor ki:"Beş altı tarikte, (yani rivayet çok sağlam demek istiyor) mühim sahabelerden nakledilen Cemel hadisesidir ki :"Ezcümle, Ebu Hureyre ve Salebe bin Malik ve Cabir bin Abdullah ve Abdullah ibni Cafer ve Abdullah ibni ebi Evfa gibi müteaddit (sayısız) tarikler ve o tariklerin başında sahabeler, muttafikan (ittifakla) haber veriyorlar ki:"Deve gelmiş Resul'ü Ekrem (a.s.m ) a tahiyye'i ikram nevinden secde edip konuşmuş, ve bir kaç tarikte (kaynakta) haber veriliyor ki,o deve bir bağda kızmış, vahşi olmuş, yanına kimseyi sokmuyor, hücum ediyordu.Resül'ü Ekrem ( a.s.m) girdi, deve geldi, ikramen secde etti, yanına ıhtı.Resül'ü Ekrem (a.s.m) yular taktı. Deve, Resul'ü Ekrem (a.s.m)a dedi. "Beni çok meşakkatli şeylerde çalıştırdılar, simdi de beni kesmek istiyorlar, onun için kızdım"Deve sahibine söyledi "Böyle midir? "Evet "dediler"Risâle-i Nur külliyatından, Mektubat- On Dokuzuncu Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 154 ) Cevap :Bu uydurma rivayet için ancak "Yok deve" diyebiliriz.Allah'ın şeriatında sahibi deveyi kesebilir.Bu Allah'ın ona verdiği bir ruhsat ve haktır.Bunları uydururken hiç olmazsa bu gibi basit şeyleri göz önünde bulundurmanız gerekmez miydi? Fakat bu rivayetleri yazarken bir şey daha öğrenmiş bulunuyoruz ki, oda bu rivayetleri uyduranların ne kadar rezil bir akla ve kepaze bir zihne ve ahmakça bir anlayışa sahip olduklarıdır.Normal bir akla ve mantığa sahip olan bunları uydururken, cahil ve ümmi insanlar için kabul edecekleri bir forma sokar. Said Nursi bu çocuk masallarını eserine nasıl almış? binlerce, milyonlarca entelektüel insan bunları sorgulamadan nasıl inanmış? İnsan hayretler içerisinde kalıyor.Ayrıca bu kişiye "Bediuzzaman" yani "zamanların en büyük alimi, dehası" unvanı verilmiş ve neredeyse hatasız ve masum kabul edilmiştir.Bu hurafe ve yalanları uyduran yani Allah Resülüne iftira eden ve kitabına gerçekmiş gibi alıp ümmetin zihnini bulunduran Said Nursi bu faturanın hesabını çok ağır bir şekilde ödeyecektir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (78.YAZI) Hac Süresi 32-) Durum böyledir yani her kim Allah’ın sembollerini ta'zim ederse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır. 33-) Onlarda (kurbanlık hayvanlarda veya hac fiillerinde) sizin için belli bir süreye kadar birtakım menfaatler vardır. Sonra bunların varacakları yer, eski eve kadardır. 34-) Biz, her ümmete hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye bir mensek kıldık. İlâhınız, bir tek İlâh’tır. Öyle ise,(sadece) O’na teslim olun. (Ey Nebi!) gönülden bağlı olanları müjdele! 35-) Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve başlarına gelene sabrederler ve salat'a mukimdirler yani kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) infak ederler. 36-) Büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın sembollerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için bir çok hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, kanaat edenlere ve ihtiyacını gizlemeyenlere yedirin. İşte şükredesiniz diye onları size musahhar kıldı. 37-) Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, lakin O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı yüceltesiniz diye O, bunları size musahhar kıldı. (Ey Nebi!) Güzel ahlak sahiplerini müjdele! 38-) Şüphesiz Allah, iman edenleri mudafaa eder.(savunur) Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan hiç kimseyi sevmez. 39-) Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğradıklarından dolayı, (savaş konusunda) izin verildi yani Allah, onlara yardım etme kudretine sahiptir. 40-) Onlar, başka bir şey için değil, sırf "Rabbimiz Allah’tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir yani eğer Allah, bazı insanları (saldırılarını) bazılarıyla savunması olmasaydı, mutlak surette, içlerinde eğitim kurumları, alışveriş merkezleri, yardımlaşma dernekleri ve içinde Allah'ın adının çokça zikredildiği mescidler yıkılır giderdi yani Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, Kaviy'dir, Azizdir. 41-) Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yerde imkan verirsek salât'ı ikâme eder yani zekât'a gelir (arınır), mârufu emreder yani münkerden nehyederler ve işlerin sonu Allah’a varır. 42,44-) Yani (Ey Resül!) Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh’un kavmi, Âd, Semûd, İbrahim’in kavmi, Lût’un kavmi ve Medyen ashabı da (Resüllerini) yalanladılar ve Musa da yalanlanmıştı. Ben o kâfirlere mühlet tanıdım, sonra onları yakaladım. Beni inkâr etmek nasılmış gördüler. 45-) Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Çardakları çökmüş, duvarların üzerine yıkılmış yani muattal hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) kasırlar vardır.46-) (Seni yalanlayanlar) hiç yerde seyahat etmediler mi? (Etselerdi) elbette akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüslerin içindeki kalpler kör olur.47-) Yani (Ey Resül!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla hilâf etmez. Ve şüphesiz ki, Rabbinin indinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.48-) Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım yani dönüş yalnız banadır.49-) De ki: Ey insanlar! Ben ancak (vahiy'le) sizin için apaçık bir uyarıcıyım.50-) İman edip sâlih ameller işleyen kimseler için mağfiret yani kerim bir rızık vardır.51-) Âyetlerimiz hakkında (onları engellemek için) birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar cehim ashabıdır. 52-)(Ey Resül!) Biz, senden önce hiçbir Resûl ve Nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) mühkem olarak yerleştirir. Yani Allah, Alim'dir, Hakim'dir. NEBİ VE RESÜL YERİNE PEYGAMBER KELİMESİNİ KULLANMANIN SAKINCALARIMuhammed (a.s) ın kimliği, Nübüvvet makam ve mertebesi, Risâlet misyonu anlaşılmadan din hiçbir zaman anlaşılmayacaktır.Muhammed: Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadar, kitap nedir, iman nedir bilmeyen, Ebu Zer, Ammar ve Ali gibi sıradan bir Mekke vatandaşıdır.(Şura-52; Fussilet-6; Kehf-110)Nebi-Nübüvvet: Kendisine vahiy indirilmeye başlandıktan sonra vefat edinceye kadar gece-gündüz, yirmi dört saat, her an, bütün özel hallerinde ve sosyal hayatında Nübüvvet makam ve mertebesine sahiptir.Nübüvvet makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, her an onunla beraberdir.Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesi devam eder.(Nisa-69)Resül-Risâlet: Yüce Allah tarafından indirilen vahyin insanlara okunduğu yani tebliğ edildiği andır, misyondur.Beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat ettikten sonra risâlet, vahiy yani kitap yani Kur'an olarak devam etmektedir.(Nisa-100; Furkan-27; Ahzab-66)Nübüvvet tarihsel olduğu için "Nebi'nin sesi..." (Ahzab-2) Nebi'nin Evleri..." (Ahzab-53) Nebi'nin hanımları..." (Ahzab-6, 28, 30, 32) deyimleri âyetlerde yer alırken, Resül için asla böyle bir şey kullanılmaz. Nebi ve Resül anlaşılmadan Kur'an tam olarak anlaşılamayacağı için Allah'ın isim ve sıfatları da anlaşılmayacaktır.Dolayısıyla yüce Allah'da hakkıyla takdir edilmeyecektir.Nebi ve Resul anlaşılmadan Kur'an'da yüzlerce âyette geçen "itaat, isyan, hakem, küfür, ittiba, tekzib (yalanlama), tasdik, tebliğ, hak, kerim, Aziz, Nur, üsve-i hasene (en güzel örnek) sırat-ı müstekim, hidayet, ihlas, emanet, hiyanet, mübin, nur, helal ve haram kılma, tasrif, tafsil, tebyin, tefsir gibi kavramlar da anlaşılmayacaktır.Nebi'ye, "Kur'an'a ittiba edilmesi" emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resül'e "Kur'an'ın tebliğ edilmesi" emredilmiştir.(Mâide-67; 99; Nahl-35)Nebi gönderilmeden değil, Resül gönderilmeden azab edilmez.(İsra15; Kasas-59; Tâha-134)İşte bütün bu etkenlerden sonra Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul kelimelerinin yerine hiç bir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir.Çünkü Nebi ile Resul ibareleri birbirinden farklı anlamları bulunan ve değişik bir sisteme bağlı olan kelimelerdir."Peygamber" kelimesi bu sistemi dağıtmakta ve tanınmaz hale getirmektedir.Ben şahsen Kur'an'ı anlatan birisinin bu bağlam ve bütünlüğü korumadığını, bu sistemin önemini kavramadığını ve bu sisteme bağlı kalmadığına şahit olduğum zaman onu dinlemeyi abes olarak görüyorum.Resul ile Nebi'nin arasında bulunan farkları bilmeyen Kur'an'ın manasını, sistemini, bağlam ve bütünlüğünü, amacını anlayamaz.Mesela:Nebi'nin sözleri koruma altına alınmadığından Nebi'ye itaat etmek mutlak değildir.Ama görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resül'e itaat müminler üzerine bir görevdir.Resülü yalanlama, vahyi yalanlama, dolayısıyla vahyi gönderen Allah'ı yalanlama sayılır.Vahye itaat eden Allah Resulü'ne itaat etmiş olur.Resüle itaat etmek için, Resul ile aynı zaman ve zeminde yaşamaya gerek yoktur.Kitab-a ve vahye iman eden aynı zamanda Resul'e iman ve itaat etmiş olur.Çünkü Resul ile vahiy aynı şeydir, her ikisi vahyin kaynağı olan Allah'ı temsil ederler.Onun için Kur'an'da Allah bir çok yerde "Kitab-ı yalanladılar, âyetlerimizi yalan saydılar, Resulümüzü yalanladılar, Resüllerime karşı geldiler, âyetlerimi ve Resüllerimi yalanladılar" buyurmaktadır."Resul, vahiy, Allah'ın âyetleri, Allah'ın kitabı, hidayet, sırat-ı müstakim" gibi kavramlar tamamen Allah'ı temsil ederler.Resul yanılmaz, hata etmez, onda vahye karşı ihanet olmaz, ona itaat ile Kitab-a ve Allah'a itaat etme arasında hiçbir fark yoktur.Resul sadece Allah'ın kitabını ve âyetlerini okuyan, duyuran ve tebliğ eden kişidir yani dini yönden resmi bir misyona sahiptir.Halbuki Nebi'nin Allah'a karşı (insanlara karşı değil) hatalarını ve yanılgılarını anlatan bir çok ayet vardır.Bu konunun üzerinde neden çok fazla duruyorum?Bu konuyu anlamayan Kur'an'ı anlamaz, Elçinin misyonunu kavrayamaz,Nebi'nin kim olduğunu bilemez, uydurma dinin ve rivayetlerin Nebi ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve ona yapılmış iftira olduklarını idrak edemez.Bu sefer ümmet uydurma dinin rivayetlerini Nebi'nin dilinden çıkmış gibi Kur'an'ın önüne geçirip hurafe ve yalanların bataklığında boğulup gidecektir.Dolayısıyla bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek kaynak Allah Resulü'nün dilinde hayat bulan vahiy'dir, kitaptır, Allah'ın mesajı Kur'an'ı Mübin'dir."O (Resul) kendi HEVASINDAN konuşmaz (nutuk atmaz) onun bildirdikleri kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-2,3) ayetleri bu gerçeği ortaya koymaktadır.Allah rızası için, lütfen "peygamber" kelimesini kullanmayalım.Onu yerine "Allah'ın Resulü, Resülüllah ( Aleyhisselam) Nebi ( Aleyhisselam)Muhammed ( Aleyhisselam) son vahyin sahibi, nebilerin sonuncusu kelimelerini kullanalım.Biliyorum biraz zor olacak ama ataların dinine muhalefet ederek muhteşem bir yol ve Kur'ani bir sünnet bırakabiliriz.Bu az bir şey değildir.)
5 Nisan 2022 Salı
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (18.YAZI) Emevi ve Abbasilerin kadına bakış açısı yanlıştı. Onlardan doğan çocuklar da ilk bilgiyi cahil annelerinden ninelerinden aldığından, sadece kulaktan dolma yalan-yanlış bilgilerle “Din İkame” ediliyordu. Ne öğretmen vardı, ne de eğitim ve öğretim. İşte bu karanlık cehalet içinde, salât'ın yanlış yorumlanmaması düşünülemezdi. Aksine, yanlışa yorumlanması ve hurafelerin üzerine oturtulması gayet rahat oldu. Aynen Allah Resülü gibi salât ta Kur'an'dan koparıldı.Gerçek salât sonraki nesillere namaz olarak geçti. Ağzından tükrük saçarak konuşan yobaz tiplerin uydurup derlediği rivayetler Kur'an'a baskın ve egemen kabul edildi. Onları eleştirmek ve onlara karşı gelmek imkânsızdı. Lâiklik (inançta serbesiyet) şöyle dursun. Güvenlik teşkilâtı bile yoktu. İşte bu şartlar altında salât'ı ikame yok oluyor, namaz kılmak mühkem hale geliyordu. Nihayet ilk yüzyılda yani Milâdi yedinci asırda muhteşem salât “namaz”ın asit havuzuna atılarak külliyen yok oldu! Artık namazı dinin direği haline getirmenin yolu açıldı. Milâdi sekizinci asırda bu inanç ve anlayış Resülün sözleri adı altında kitaplara girdi. Yani “Paralel Hadis Dini” hayata hakim oldu. Sonsuz hamd olsun ki, Kur'an’ın metni yani bağlam ve bütünlüğü yani hikmeti bu büyük sapmayı açığa çıkardı.Salât'ı ikâme etmekle ilgili âyetleri okuyunca, bu sapmayı açık olarak bize bildiriyorlar. Yeter ki âyetlere önyargısız yaklaşılsın. Paralel uydurma şirk dinine karşı gelmede en onurlu pay hiç şüphesiz Kur'an'a aittir. Kur'an gibi bir güç ve dayanak olmasaydı bu zor görevin başarıya ulaşması mümkün değildi. Şimdi Allah da, Resulü de, müminler de, mazlumlar da, sömürülenler de, yaşlılarımız da, çocuklarımız da, torunlarımız da ve İslâma geçmeyi planlayan yeryüzü insanlığı da muhteşem eğitim ve öğretim olan salât'ı diriltip yerine koyacak muvahhid kahramanları beklemektedir. İftira ve batıl dinin hegemonyasına son vermek ve ablukasını kaldırmak için Kur'an sınırsız gücüyle bize yardım etmektedir. Bayraklaştırdığımız salât'ı tüm halkların görmesi, işimizi kolaylaştıracaktır. Davamızdan emin olmalıyız yani susturulamaz ve durdurulamaz olmalıyız.Eğitim ve öğretim yerine çocuklarımıza namaz kılmayı öğretirken, Batılılar çocuklarına aklı kullanmayı, bilimi ve dayanışmayı öğretiyorlardı. Bizim çocuklar büyüdüğünde bilimsel gelişmeleri ve sosyal kurumların işlemesini onlardan öğreniyorlardı. Niçin kanunlarımız ve yönetmeliklerimiz batıdan alındı?Çünkü onlar akıllarını eğitim, öğrenim, dayanışma ve geliştirmeye yoruyorlarlardı.Biz ise taharetin nasıl yapılacağını, namazın nasıl kılınacağıyla ilgili külliyatlar oluşturuyorduk.Mesela: Bu hadis kaynaklarıyla evrensel bir ahlaka ve insani bir anlayışa sahip olmak mümkün olur mu? Risâle'i Nur Külliyatı veye Tarikat inancıyla yetişen bir gençlik, insanlık adına hayırlı ve faziletli bir hizmet üretebilir mi? Bir Avrupalıların eski kütüphanelerine bakın, bir de bizim kütüphanelerimize bakın, kimler hangi konularla ilgilenmiş görün. Evet gerçekten, namaz ritüeli salât ibadetine büyük bir darbe vurmuştur. Emevi ve Abbasi ırkçılığı İslam dininin altına kimyasal bir bomba yerleştirdi. Bin yıldan beri bombanın yarattığı tahribattan kurtulamıyoruz. Çok küçük bir operasyon gibi görünüyor.Ama bu operasyon ümmetin bin yılını mahvetti. Ne yaptı? Hanif dinin en önemli emri ve ibadeti yani zihinsel destek olan okuma yani Kur'an'ın eğitim ve öğretimini devreden çıkardı.Onun yerine getirdi namazı koydu. Dolayısıyla Kur'an'ın en önemli emir ve ilkelerinden biri olan Kur'an'ın anlaşılması "namaz kılmakla" yok edilmiştir. Salât yok edilince bu ümmet yıkıldı gitti. İslam ümmetine namaz yolu ile oynanan oyunu bu halk fark etmek zorundadır. Fark etmedikçe katiyen iflah olmayacaktır. Hüseyin Atay hoca elli yıldan beri söylüyor. "Namaz bu ümmetleri mahvetmek için kullanıldı, namazı milletin başına bela ettiler" diye. Salât olmadan yani eğitim ve öğretim olmadan yani okumadan yani Kur'an'ı bilmeden din de olmaz, iman da olmaz, İslam da olmaz, ibadet olmaz, takva da olmaz, ihlas da olmaz, ihsan (güzel ahlak) da olmaz, şuur da olmaz. Eğer bu millet boynundan zinciri atıp kanatlanacaksa bu yalan ve iftira dinden kurtulması gerekir. Millet bu dinden kurtulmadıkça rahat yüzü göremez. Cumhuriyet ve demokrasi olmazsa, bu dinin bağlıları en basit bir hurafe için birbirlerini katlederler.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(177.YAZI) Hac Süresi 14-) Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunan kimseleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.15-16) Her kim, Allah’ın, dünya ve ahirette kendisine yardım etmeyeceğini zannetmekte ise, artık o semadaki bir sebebe uzansın, sonra da (şirkle ilişkisini) kessin! Şimdi bu kimse baksın, bu önlemi gerçekten kendisini öfkelendiren şeyi nasıl giderecek görsün yani böylece onu (Kur'an'ı) apaçık âyetler halinde indirdik yani Allah dileyen kimseyi hidayete ulaştırır. (Hidayet ve sapkınlık vahyi dinde tek kaynak kabul edip etmemekle ilgili olduğu için 16.âyette bulunan "men yuridu" fiiline, "dilediğine" diye bir mana verilemez. İkincisi, âyetin birinci cümlesi, "böylece onu (Kur'an'ı) apaçık âyetler halinde indirdik" denildikten sonra, "men yuridu" fiiline "dilediğine" gibi bir mananın verilmesi abesle iştigal olacaktır. 17-) İman edenler, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecûsîler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, kıyamet gününde aralarını ayıracaktır. Çünkü Allah her şeye şahid olandır. 18-) Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur yani Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu keremli kılacak kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar. (Yüce Allah dilediğini yapar, ama keyfi iş yapmaz. Yani yüce Allah koyduğu kâide ve yasalara göre iş yapar. Yoksa göklerde ve yerde düzen işlemez, her şey alt üst olur, bilim ve teknoloji gelişmezdi.) 19-) Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: Kâfir olanlar için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecrktir! 20-) Bununla, karınlarının içindeki (organlar) ve derileri eritilecektir! 21-) Yani onlar için demirden kıskaçlar da vardır! 22-) Gamdan (kederden) dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya iade edilirler yani "Tadın yakıcı azabı!" (denilir). 23-) Şüphesiz ki Allah, iman eden yani salih ameller işleyenler için, altından nehirler akan cennetlere dâhil eder. Bunlar orada altın bileziklerle ve incilerle bezenirler yani orada giyecekleri ipektir. 24-) Ve onlar, sözün en temizine yöneltilmiş yani Hamid olan Allah’ın yoluna hidayet edilmişlerdir. 25-) Kâfir olanlar yani Allah’ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Harâm’dan (insanları) engellemeye kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) ilhad ile zulüm ile sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız. 26-) Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi şirk koşma yani tavaf edenler, ayakta olanlar yani rükû- secde edenler için evimi temizle. 27,28-) Yani insanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın binekler üzerinde, kendilerine ait bir takım menfaatleri yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları için sana gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de zor durumda olan fakire yedirin. (Fakir her zaman zor durumda olduğu için böyle buyrulmuştur. Yoksa zor durumda olmayan fakir yoktur.) 29-) Sonra (şirk gibi manevi) kirlerinden arınmaya karar versinler yani nezirlerine vefa göstersinler ve eski beyti tavaf etsinler. 30-) Durum böyledir yani her kim, Allah’ın yasaklarını tâ'zim ederse bu, Rabbinin indinde kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size tilâvet olunanların dışında kalan nimetler size helâl kılındı. O halde, putperestlik pisliğinden sakının yani yalan sözden sakının. 31-) Kendisine şirk koşmaksızın Allah’ın hanifleri (O’nun birliğini tanıyan saf kullar) olun yani kim Allah’a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini (vahşi) kuşlar kapışmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir. (Yukarıdaki âyeti okurken, aklınıza, Afganistan, Suriye, Irak, Libya gibi, mezhepler dinini, İslam'dan ileride gören Sünni ve Şii coğrafyalar gelmesi gerekiyor. Aynı zamana Akdeniz ve Ege'nin ümmete nasıl bir kabristan olduğu da unutulmamalıdır. Ayrıca Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa gibi akbabaları da akıldan uzak tutmamak gerekiyor. İnsanlara tevhid ahlakını vermekten daha önemli bir şey yoktur. Çünkü şirkten daha ölümcül bir silah icad edilmemiştir.) YANİ ŞİRK BÜYÜK BİR BELADIR. Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"(En'am- 153) Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur. Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat şirke bağlı olan fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat şirkin egemen olduğu mezhep ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak elde etmek mümkün değildir. Şirkin elde ettiği mezhep ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep şirkine ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık zihinden kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Tağut dininin mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin şirk olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin hidayette olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar"(Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmayacağını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, takva, ibadet, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk açısından da Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır.Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların şirk dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, evliya ve ilâhların dini şirktir..(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştan sona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin şirk dini sanal, Allah'ın dini organik, şirk dini hormonlu, Allah'ın dini şifa, rivayetlerin şirk dini zehirli ve ölümcüldür. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Mezheplerin şirk dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir ahlak bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yapar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)SONUÇ OLARAK: Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır. "Hep birlikte Allah'ın himayesi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(ÂLİ İmran-103)"(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat (din-inanç) üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında (indirdiği dinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.Hepiniz Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka (mezhep-cemaat-tarikat) kendilerinde olan inanç ile sevinip kibirlenmektedir"(Rum-30, 31, 32)Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.
4 Nisan 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(176. YAZI)Hac Süresi 78 Âyet olup, Medine'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey insanlar! Rabbinizden korkun!(sorumluluk bilincine sahip olun) Çünkü saatin zelzelesi azim bir şeydir! 2-) Onu gördüğünüz gün, her emzikli emzirdiğini unutur, her hâmile yüklendiğini bırakır yani İnsanları sarhoş bir halde görürsün. Aslında onlar sarhoş değillerdir; lâkin Allah’ın azabı çok şiddetlidir! 3-) Ve insanlardan, ilmi olmaksızın Allah hakkında mücadele eden yani her inatçı şeytana tâbi olan birtakım kimseler vardır. (Yukarıdaki âyet, vahiy hakkında tartışan, onu kabul etmeyen, içine sindirmeyen, ona karşı paralel rivayetlere iman eden mezhepler dininin şeytanlarını anlatıyor.) 4-) Onun (şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu veli edinirse bilsin ki (şeytan) kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına hidayet edecektir.(Âyette hidayet kelimesinin kullanılması, müşrik mezhepçilerle istihza amaçlı olarak gelmiştir. Çünkü kendilerinin hidayette olduklarını iddia etmektedirler. Bu inatlarına karşı yüce Allah "evet cehenneme kadar hidayettesiniz" demek istemiştir.) 5-) Ey insanlar! Eğer dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş çiğnemlik et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim yani dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir tıfıl olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin yani yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine suyu indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir. 6-) Çünkü Allah hakkın ta kendisidir ve ölüleri O diriltir yani O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 7-) Ve saat da gelecektir; onda şüphe yoktur yani Allah kabirlerdekileri diriltip kaldıracaktır. 8,9-) İnsanlardan bazısı, bir ilmi, hidayet rehberi yani (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek (kibir ve azamet içinde) Allah (vahiy) hakkında mücadeleye kalkar. Onun için dünyada bir alçaklık vardır yani kıyamet gününde ona yakıcı azabı tattıracağız. 10-) İşte bu, kendi elinin takdim ettiği (kötü amel) yüzündendir (denilir). Elbette Allah kullara zulmedici değildir. 11-) İnsanlardan kimi Allah’a (imanla küfrün) sınırında ibadet eder. Şöyle ki: Kendisine bir hayır dokunursa buna pek mutmain olur, ama bir sınamaya uğrarsa gerisin geri (dinden yüz çevirir). O, dünyayı da, ahireti de kaybetmiştir. İşte apaçık husran budur. 12-) O, Allah’ın dununda, kendisine ne faydası, ne de zararı dokunacak olanlara dua eder. Bu, (hidayetten) büsbütün uzak olan sapkınlığın ta kendisidir. 13-) O, zararı faydasından daha (akla) yakın olan birine dua eder. O (yalvardığı), ne kötü bir yardımcı, ne kötü bir dosttur! YALNIZ YAŞAYANLARDAN DEĞİL ÖLÜLERDEN DE ÇEKECEĞİMİZ VAR!İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın gönderdiği Elçilerin önünde engel oldukları gibi,Kur'an ehli muvahhidlerin önünde de en büyük engel ölülerdir.Kur'an'ın anlaşılması önünde en büyük bataklık ve aşılmaz akabe ölü olan sözde âlimler ve müçtehitlerdir.Tevhid akidesinin insanlara ulaştırılmasına mâni olan yine bu sözde âlim ve büyük müctehid olarak görülen ölülerdir.Hakkın avcılarına karşı cesetleri toz olmuş hurafecilerden daha çetin bir mücadele hiç kimse ortaya koyamaz.Ölüp gittiler, toprak olup toz oldular ama kör olası hurafelerini başımıza musallat ederek, inanç, fikir ve hürriyetimizi geçmişin karanlıklarına mahkum ettiler.Kendileri ölüp gittiler ama bıraktıkları dini paramparça etme mirasları sayesinde onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlar birbirlerini durmadan katletti, millet perişan oldu. Kur'an'ın ilmine ve hikmetine ölülerden daha yaman bir muhalif asla bulunamaz.Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür dostları ölü âlimlerden çektiklerinin binde birini yaşayan cahillerden çekmediler.Muvahhidler hayatta olan cahil hurafecileri aşsa da ölüleri asla aşamazlar.Ölüler asla aşılamaz.Çünkü ölüleri aşmaya çalışmak, onların çürümüş fikirlerine karşı gelmek en tehlikeli bir ihanet olarak kabul edilmektedir.Şimdiye kadar ölülerin nasıl açılacağı ile alakalı hiç kimse bir fikir ortaya koyamamıştır.Ölüleri aşıp Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine,Allah'ın kitabının hikmetine, vahyin aydınlığına, âyetlerin cennetine nasıl kavuşacağız? Yaşayanları aşmak o kadar zor değil, asıl zor ve müşkül olan kemikleri çürümüş olanları aşmanın yolunu bulmaktır.Aslında en büyük icatlardan ve buluşlardan bir tanesi, belki de en önemlisi ölülerin uydurma rivayet ve dinlerini aşarak Kur'an'a ulaşmak olacaktır.Kur'an ehli muvahhidler ne zaman ölüleri aşmayı başarırlarsa Kur'an ikliminin aydınlığına çıkmış olacaklar.Ölüleri aşmadan Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak faydanamayız.Aslında ölüleri aşmanın yolu Allah'ın kitabı Kur'andır, çünkü o her türlü hastalığa karşı mükemmel bir kalkandır.Dolayısıyla ölülerin uydurma dinlerini Allah'ın izin ve inayetiyle Kur'an ile aşarız. Zorla yaşatılmaya çalışılan ölüler olmasaydı bu ümmet böyle izdırapların, karanlıkların, zulüm ve vahşetin,cehalet ve yobazlığın, ahmaklık ve kaos girdapının tam merkezinde olur muydu?HURAFELERİN GÜCÜ ADINA, SÖZ VE HÜKÜM ÖLÜLERİNDİR ARTIK!!(Ey Resul! ) Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"(Zuhruf- 23 )(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince , dedilerki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz"(Zuhruf- 24)Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, tefekkür etme, sorgulama ve eleştiri yapma gibi ne kadar önemli bir şey varsa atalara tapanlar onu öldürdü.Allah'ın kitabına karşı ölmüş ataların fikirlerini ve ictihadlarını yaşatmaya çalışmak muvahhidlerin vicdanını yaralıyor. Dinlerini Kur'an ehli muvahhidlerden ve hayat veren Kur'an'dan öğreneceklerine, toz ve toprak olanlardan öğrenmeye çaba göstermek ümmi insanların zihnini bulandırıyor. Rahmân ve Rahim, Hay ve Kayyum olan Allah şöyle buyuruyor. "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter"(Furkan-58)Özgür düşünen beyinlere özellikle vahiy ehl-i muvahhidlere ölülerden daha yaman bir düşman yoktur. Dolayısıyla en büyük savaş önemli düşmanla yapılan savaştır. Görünmeyen düşman ise en tehlikeli olandır. Evliya ve İlâhların şirk dininde hayat tamamen ölülerin inanç ve fikirleri doğrultusunda şekillenmiştir. Yani mezheplerin dininde diriler değil, ölüler hayata hakimdir.Rivayetlerin ve ictihadların dünyasında önemli olan ölülerdir. Kan ve ölüm kokan, ihtilaf ve tefrika kaynağı olan bu inançta dirilere itibar edilmez, özellikle Kur'an ehli muvahhidler ölümcül bir mikroptan daha tehlikeli görülür. Evliya ve ilahların dininde dirilerin hayat hakkı değil, ölülerin hayat hakkı kutsaldır. Şeytan evliyasının dininde ölüler koruma altına alınmıştır.Uydurma dinin tâbiileri ölülerin emirlerine hazır bir asker konumundadırlar. Bu Kur'an'ın önümüze koyduğu tarihi bir gerçektir."Onlar (müşrikler) yardım göreceklerine inanarak Allah'tan başka ilahlar edindiler. Halbuki ilahların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerler gibidir"( Yasin- 74-75)Rivayetlerin uydurma dininde müracaat yalnız ölülere yapılır, ictihad ve fetvayı sadece ölüler verir. Çünkü din onların tekellerine alınmıştır.Aslında vahiy ehl-i muvahhidlere engel diriler değil, yaşayanların akıl ve zihinlerine hakim olan ölülerdir.Geri kalmış toplumların handikapı ve en büyük baş belası kendileri çürümüş zorla yaşatılmak istenen ölülerdir. Ölüler gerçek olarak gömülmeden yaşayanlara hayat hakkı ve huzur haramdır. Dolayısıyla özgür bir hayat için ölülerle yaşayanlar arasında bulunan duygusal ve inanç bağı mutlaka koparılmalıdır.İndirilen vahiy ile ölülerin karizması çizilmelidir. Ölüler tarafından inşa edilen dini, Kur'an'dan başka hiçbir kanun ve kuvvetle yok etmek mümkün değildir.Ölülerin bırakmış oldukları ölümcül mirasa karşı en büyük savaş aracı Allah'ın kitabı Kuran'dır. Ölülerde bir kerametin olmadığını yaşayanlarımıza anlatmak zorundayız. Geçmişte olduğu gibi geleceğimiz içinde en büyük tehlikenin ölüler olduğunu gençliğimize kabul ettirmek çok önemlidir. İşte bu yüzden Yüce Allah, ölülerle ilişkilerin koparılmasını emretmektedir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah ezeli ve ebedi ilmi ile biliyor ki, ölülerden yani din uyduran atalardan kopmadan hakka ulaşılamaz."Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğru yolu bulamamış idiyseler? (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"(Bakara-170,171)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"(Mâide-104)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine tâbi olun" denildiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onlara alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"(Lokman-21)"O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (Evliya- ilahlar) gibi olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz? Allah'ın nimetini saymaya kalksanız sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek merhamet edendir. Allah gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. Allah'ı bırakıp da (O'nun kitabını) taptıkları (muhaddis-müctehid-evliya-ilahlar) hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. İlahınız bir tek ilahtır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcı, kendileri de kibirli kimselerdir. Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez. Onlara Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler. Kiyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için öyle derler. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür! (Nahl-17,18,19,20,21,22,23,24,25)"Ey Resul! Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti. "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrahim: Peki dedi, yalvardığınızda onlar sizi istiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, İster önceki atalarınızın; neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır, sadece alemlerin Rabbi benim dostumdur. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı başlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmek ver ve beni salihler arasına kat. Bana sonra gelecekler içinde iyilikle anılmak nasip eyle! Beni, Naim cennetinin varislerinden kıl. insanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış saf ve hanif bir kalple) gelenler o günde fayda bulur. O gün cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennemde azgınlara apaçık gösterilir. Onlara Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Tallâhi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk"(Şuara- 69-98) Bu ayetler gibi yüzlerce ayette Yüce Allah, ölülerin inanç ve ictihadlarının bir zulüm ve yıkım olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla akıllarını ölülere satan bir milletin gerçek hürriyeti yaşaması ve evrensel medeniyeti yakalaması imkânsızdır.Kur'an'a göre ölülerin çoğu, atalarını hepsi müşriktir.Uydurma dinde İnfak ve hayırlar bile ölüler adına yapılır. İslam toplumlarında daha doğrusu Şia ve Ehli Sünnet dininde ölüler birer sömürü aracı ve rant kapısıdır.Aynı zamanda müntesipleri tarafından ölüler özgür insanlara karşı bir korkuluk gibi kullanılır. İslam dünyasının en büyük sorunu ölülerin nasıl aşılacağıdır.Evet çürümüş beyinlerin inançlarından nesillerimizi nasıl kurtaracağız? Çünkü bu çürümüş dinde en önemli tabu ve dokunulmaz kutsal ölülerdir
3 Nisan 2022 Pazar
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(29.YAZI ) Risâle-i Nur Külliyatının Allah tarafından yazdırıldığını iddia eden Said Nursi diyor ki:"İmam-ı Tebarani ve Ebu Nuaym, Delâilü'n-Nübüvvet'te (Nübüvvet'in delillerinde) Numan İbni Beşir'den haber veriyorlar ki, Zeyd İbni Harice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti.Eve getirdik.Akşam ve yatsı esnasında, etrafında kadınlar ağlarken, birden "susunuz, susunuz!" dedi. Sonra fasih (açık) bir lisanla, "Muhammed Allah'ın resulüdür. Selam sana ey Allah'ın resulü"dedi. Sonra açtık, baktı ki, cansız vefat etmiş"(Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 156 ) Said Nursi aynen şöyle devam ediyor."Hem deriz ki, Resul'ü Ekrem ( a.s.m) nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler şeyhi Geylani gibi, aktaplar, asfiyalar, melaikeler ve cinlerle görüşmüşler ve konuşuyorlar:Ve bu hadise yüz tevatür derecesinde ve çok kesrettedir. Evet Ümmeti Muhammed ( a.s) Melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resulü Ekrem( a.s.m )terbiye ve irşadı icaz karanesinin bir eseridir"(Sayfa- 158)Yani diyor ki: Gavs'lar ve Kutup'lar melek ve cinlerle buluşup konuşuyorlar.Bu Allah Resulü'nden onlara kalmış bir mirastır.Said Nursi şöyle devam ediyor."Hem bi'setten (Resul olmadan) evvel bazı hadiseler var ki, doğrudan doğruya birer mucizesidir.Bunlar çoktur.Numune olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadis (hadis imamları) kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç numuneyi zikredeceğiz.Veladeti Nebevi (Nebi'nin doğum) gecesinde, hem annesi hem annesinin yanında bulunan Osman İbni As'ın annesi, hem Abdurrahman İbni Avf'ın annesinin gördükleri azim bir nurdur ki, üçü de demişler."Veladeti (doğumu ) anında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrik (doğu) ve Mağribi (batı) yı bize aydınlattırdı"(Sayfa- 126)O gece Kabe'deki sanemlerin (putların) çoğu baş aşağı düşmüş.(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 176 )Kisranın eyvanı (yani Sarayı meşhüresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir"(Sayfa- 176)Savanın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması ve istahrabat'ta bin senedir daima iş'al edilen, yanan ve sönmeyen, mecusilerin mabut ittihaz ettikleri ateşin veladet (doğum) gecesinde sönmesi"(Sayfa- 177)Şimdi biz bu uydurmaların hangisine cevap verelim?Aslında bu yalan ve uydurma rivayetlerin Kütübü Sitte'de bulunması bizi fazla alakadar etmiyor.Çünkü bunları uyduran ve kitaplarına alanlar Kur'an'dan habersiz cahil ve ahmak takımıydı. Onlar ilkellikleri içinde mazur olabilirler.Ancak, yirminci asırda Osmanlı'nın başkentinde bu hurafelere Diyanet İşleri Başkanlığı, ilâhiyat Prof'ları ve milyonlarca insan iman etmemeliydi.Bunlar akılsızlıklarının karşılığını alacaklardır.Said Nursi'ye ve talebelerine şöyle bir soru yöneltelim.Resülullahın elçiliğine şahid olarak Allah'ın kitabı Kur'an yeterli değil midir?
1 Nisan 2022 Cuma
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (17.YAZI) Şii ve Sünni din adamları “alnı kâbeye karşı yere koyma” hareketinin “secde yapmak” olduğuna inanıyor ve bu yanlış bilgiyi yayıyorlar. Çünkü onların inançları tamamen uydurma rivayetlerin üzerine kuruludur. Halbuki dinlerini üzerine kurdukları rivayetler Yahudi, Hristiyan, eski Yunan ve İran inançlarından intikal etmiştir. Yani inançlarının kökeninde evliya ve ilâhlara kulluk vardır. Dolayısıyla inandıkları anlamda rukü etme ve secdeye gitme bu kula kulluktan kaynaklanan bir harekettir. İslam dini istismara açık olan bu gibi hareketlere onay vermez. Bu yüzden Kur'an'da var olan secde ile, Şii ve Sünni din adamlarının inançlarındaki secde arasında büyük bir fark vardır. Fakat onlar Kur'an'da geçen “secde” kelimelerine kendi inançlarına göre bir mana yüklemişlerdir. Kur'an’da bulunan gerçek “secde”yi anlamak istiyorsak onu "namazdan" kurtarmalıyız. Kur'an’da namaza bağladıkları "salât, secde ve rükû" kelimeleri hiçbir ayette birbirine bağlanmaz. İlk başta salât'ı namaza yorarsanız, secdeyi; “abdest alıp alnınızı kıbleye karşı iki sefer yere koyma”ya yorumlamanız artık kaçınılmaz olacaktır. Yok eğer salât'ı doğru olarak zihinsel destek olan öğrenim ve öğretim olarak yorumlarsanız, secdeyi de içtenlikle kabul etme, söylenilene teslim olma şeklinde anlamanıza yol açar ve âyetlerle anlamlı ve muhteşem bir bağ kurulur. Rukü da; âyetlerle ilgilenip boyun eymek manâsına gelecektir.Salat, rukü ve secde Kur'an’da hiç bir yerde kâbeye karşı durma, eğilme ve alnı yere anlamına gelmez.Salat, kıyam, kıraat, rukü ve secde birbirinden tamamen farklı eylemlerdir. Kur'an'da genellikle salat, kıyam, rukü ve secde kelimelerinin ardından "vav" harfi gelmektedir. Bu "vav" harfi yani anlamına gelmektedir. Ve bu "vav" harfi söz konusu kavramların hangi anlama geldiğini gösteriyor. İnşallah ileride bu konu ile ilgili müstakil bir yazı kaleme alacağız. Esas konumuza gelecek olursak, Nebi (a.s) dan sonra Kur'an'ın orijinal kavramları değiştirilmiştir. Allah Resülü (a.s) ın tebliğ faaliyetinde başarılı olması, namaz kılmakla değil, Kur'an'la, Kur'an'ı anlatmakla, eğitim ve öğretimle, güzel ahlak ve örneklikle olmuştur.İşte bu yüzden kafirler "Muhammedi dinlemeyin" değil, "Sakın Kur'an'ı dinlemeyin" diyorlardı.(Fussilet-26) Mekke ve Medine'de kiyamet Kur'an'ın sayesinde, onun inmesiyle ve tebliğ edilmesiyle kopuyor, kavga ve mucadeleyi Kur'an başlatıyor ve Kur'an bitiriyordu. Her şey Kur'an'dı, tüm olaylar Kur'an'ın etrafında cerayan ediyordu. Kur'an'ın müthiş bir aksiyon ve insanları hareket ettirme kabiliyeti vardır. Kur'an baştan sona kadar enerji, amel, fiil, tefekkür ve aklı kullanma kitabıdır. Bazı şeyler vardır ki, eğer Kur'an'ın itme gücü ve ileri sürme yani insanı zorla konuşturma kudret ve kabiliyeti olmazsa, onları söylemeye kimse cesaret edemez. Çünkü karşınızda imparatorların ve kralların, devletlerin ve sultanların koruması altında olan vahşi ve gaddar bir din var. Yani savaş uçaklarından sivil halkın üzerine bomba yağdıran, panzerlerle insanların üzerlerinden geçen, insanları hareket halindeki uçağın üzerine çıkaran vahşet ve cehaletin kaynağı korkunç ve karanlık bir din mevcuttur. Bu dinde nerdeyse masum bir Resül gibi görulen müctehidler, müfessirler ve mezhep imamları var. Diğer tarafta Kur'an'dan yani yüce Allah'tan başka dayanacak hiç bir gücü olmayan üç beş gariban fakir muvahhid var. Şimdi düşünün Kur'an gibi bir hikmet deryası ve yüce Allah'ın bir ilim üzerine indirdiği mükemmel mesajı olmasaydı, bizim devasa yalanlara karşı koyma imkanımız ve cesaretimiz olur muydu. Ama biz, yüce Allah'tan sonra İbrahim'in Nübüvvet makamından destek alıyoruz. (Bakara-125)Nebi (a.s) ın vefatından sonra, hiçbir eğitim ve öğretim müessesesi inşa edilmedi. Yani “salât'ı ikame” aktif hale getirilmedi. Zihinsel destek olan, öğrenme, düşünme, ders çalışma, araştırma ortamı tamamen ortadan kalkmıştı. Ahzab, Hucurat ve Tevbe gibi sürelere baktığımız zaman Allah Resülünün binbir zorlukla mescidlerde ikame ettiği dini-ahlaki öğrenim, sahabiler arasında tam olarak tutunma ortamı bulamamıştı. Bir düşünün, 13 yıl Mekke'de Kur'an nazil oluyor, Allah Resülü hayatta, mükemmel ahlak ve üsve'i hasene yani en güzel örnek içlerinde olduğu halde, sahabiler arasında öyle bir ahlak var ki, insanı hayretler içinde bırakıyor. Bu olumsuz ahlakı anlatan beş on âyet olsaydı, bu normal karşılanabilirdi. Fakat ashabın olumsuz ahlakını anlatan yüzlerce âyetin inmesi, Nebi (a. s) ın vefatından sonra nasıl bir manzaranın ortaya çıktığının ipuçlarını vermektedir. Allah Resülünün yaşadığı Medine'de öyle bir dedikodu, fitne, casusluk, ğiybet var ki, yüce Allah şöyle buyuruyor. "... Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?" (Hucurat-12)Yani Allah Resülü ve bir avuç muhlis kahraman sahabi dışında hiç bir şey mükemmel değildi, hiç bir zaman asrı saadet yaşanmadı.Yüce Allah'a din öğretmekle kınanan Yahudi ve Hristiyanlar değil, yine sahabilerdi(Hucurat-16)Nebi (a.s) ın arkadaşları arasında Allah'ın razı olduğu, (Tevbe-100; Fetih-18) fedakar ve kahraman kimseleri (Ahzab-23) anlatan onlarca âyet mevcut olduğu gibi, ashabın olumsuz tavır ve hareketlerini anlatan onlarca âyet de mevcuttur. Fakat Ehl-i Sünnet, din atalarını yüceltmek ve insanları onların inanç ve fikirlerine mahkum etmek gayesiyle ilk etapta ashabı gökteki yıldızlar gibi hata etmez olarak göstermişlerdir. Şia âlimleri de Ahzab-33.âyetini yanlış yorumlayarak on iki imamın her türlü günah ve hatadan masum olduklarına inanırlar. Halbuki Muhammed (a.s) Nübüvvet makamında yani bir Nebi olarak Allah'a karşı hata etmiştir. "Müşriklere dua etmiş...(Tevbe-113)" Kendisine helal olan bir şeyi haram kılmılştır.(Tahrim-1)Kur'an'a göre Nebi bile yüce Allah'a karşı hata eder. Fakat görevi vahyi tebliğ olan Resül masumdur. Resül asla hata etmez. Allah Resulü'nün arkadaşlarının gökteki yıldızlar gibi olmadıklarını ortaya koyan yüzlerce âyetten bir kaçı şöyledir: 1-) "Allaha ve Resulü'ne ihanet etmeleri..." (Enfal- 27) 2-) "Savaştan kaçmaları..." (Âl-i İmran-152,153 ; Tevbe- 24,25 ) 3-) "Allah'ın düşmanlarını dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2,3,4 ) 4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21) Tam 10 âyet ) 5-) "Nübüvvet makamına ve Risâlet misyonuna saygısızlık..." ( Hucurat- 1, 2, 3,4 ; Ahzab- 53, 69 : Tevbe- 58,61 ) 6-) "Nebi (a.s) konuşma yaparken, onu ayakta bırakarak ticarete, oyun ve eğlenceye koşmaları ..."(Cuma-11) 7-) Ashab, "Allah'a din öğretmeye kalkıyorlar..." (Hucurat-16)8-) "Allah Resulü'nün arkadaşları Nebi (a.s) ile birlikte savaşa gitmekten çekiniyor"(Tevbe-38,39,40,41)9-) "Nübüvvet makamına ve Risâlet misyonuna eziyet etmeleri..."(Ahzab-69)"Nebi (a.s) arkadaşları dünya malına kanarak haksız yere adam öldürmeleri ..."(Nisa-94) Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Allah'ın Elçilerine karşı saygısız tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani ashab ile günümüz müslümanları arasında takva haricinde bir farkın bulunmadığını söyleyebiliriz. Mesela : Allah Resul'ü (a.s) vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları ve bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu gerçeği gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Aişe arasında Basrada Cemel olayında 15 bin yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce kişi ölmüştür. Peki bütün bu gerçeklere rağmen Ehl-i Sünnet âlimleri neden Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip saf ve ümmi insanları aldatıyorlar ? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat b Esved, Ammar b Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari) Allah Resulü'nün bütün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehl-i Sünnet'in yalancı muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için Ebu Bekir, Ömer, Osman, Âişe, Hafsa ve sahabeler hakkında büyük bir iftira ile hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir. Ehli Sünnet'in yalan rivayetlerinin en önemli sebeplerinden biri de Emevi saltanatının vahşetini örtbas etmektir. İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Emevi saltanatı döneminde uydurulan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı Saltanatı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehl-i Sünnet rivayetlerinin bir çoğundaki hadislerin Allah'a, Allah'ın Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şia mezhebi gibi rivayetler üzerine kurulan Ehli Sünnet dini, ümmi insanları aldatmayı ve yalan söylemeyi kendine temel prensip edinmiştir. Şia ve Ehli Sünnet dini, yalanı kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir. Bu yüzden ne Ehli Sünnet ve ne de Şia hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet ve adalet iklimine ayak basamayacaklardır. Ehli Sünnet ve Şia inançta ve fikirde, ibadet ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, ölmüş alimlerinden de çekeceğimiz var. Ehli Sünnet ve Şia'nın dinlerinden bağımsız olarak Kur'an'a yaklaşmayan ondan hiçbir şey anlayamaz. Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia' ya kapılarını tamamen kapatmıştır.İster inanın ister inanmayın Nebi (a.s) dan kısa bir zaman sonra müslümanlar ortadoğuyu çok kısa bir süre içinde ele geçirmelerine rağmen, insanların dini hayat ve geleneklerinde kökten bir değişme meydana gelmemiştir. Çünkü hakim gücün inancında yürek fethi değil, toprak alma ve güç devşirme daha önemli bir değerdi. İnsanlar yeni dinle inanç ve geleneklerini taşıyarak ve yaşayarak tanıştılar. Yeni din onların hayatlarında önemli bir değişim meydana getirmedi. Çünkü eski dinden yeni dine değişimin en büyük gücü olan Kur'an'dan büyük çoğunluğun haberi yoktu. Bugün dahi böyle değil midir? Teknoloji ve bilim çağında bile Kur'an gerçeğini insanlara kabul ettirmede başarısız kalıyoruz. Şii ve Sünni din adamları nezdinde Kur'an bir hüküm ve hayat, hidayet ve rahmet kitabı değil, bir oyun ve eğlence kitabıdır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(175. YAZI)Enbiya Süresi 74-) Lût’a gelince, ona da hüküm (vahiy-Nübüvvet) ve ilim verdik yani onu, habis amellerde bulunan kasabadan kurtardık. Zira onlar (o kasaba halkı), gerçekten kötü işler yapan fasık bir kavim idiler. 75-) Yani onu (Lût’u) rahmetimize dahil eyledik; çünkü o, sâlihlerden idi. 76-) Ve Nuh’u da (zikret). Hani o daha önce nida etmiş, bizde ona icâbet etmiştik. Böylece, kendisini ve ehlini azim bir sıkıntıdan kurtarmıştık. 77-) Yani onu, âyetlerimizi yalanlayan kavimden koruduk. Gerçekten onlar, kötü bir kavim idi; bu yüzden hepsini boğduk. 78-) Ve Davud ve Süleyman’ı da (zikret). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: bir kavmin koyun sürüsü, başıboş bir vaziyette ekinin içine dağılıp zarar vermişti yani onların hükmünü görüp bilmekte idik. 79-) Böylece bunu (bu hükmü) Süleyman’a biz fehmettirmiştik yani onların hepsine hüküm (vahiy-Nübüvvet) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik yani (bunları) biz yapmaktayız. 80-) Ve ona, savaşlarınızda sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Hâlâ şükretmeyecek misiniz? 81-) Ve Süleyman’a kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun (Allah'ın) emriyle içinde bereketler olan yere doğru eserdi yani herşeyi biliriz. 82-) Şeytanlar arasından da, onun için dalgıçlık eden ve bu amelden başka ameller işleyenlerde vardı yani onları gözetim altında tutuyorduk. 83-) Ve Eyyub’u da (zikret). Hani Rabbine: "Bana bu zarar dokundu yani sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye nida etmişti. 84-) Bunun üzerine, tarafımızdan bir rahmet yani ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik yani ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik. 85-) İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de (zikret). Hepsi sabredenlerden idiler. 86-) Yani onları rahmetimize dahil eyledik. Onlar salihlerden idiler. 87-) Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde gitmişti de; ona güç getiremeyeceğimizi zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye nida etmişti. 88-) Bunun üzerine ona icâbet ettik ve onu kederden kurtardık yani müminleri böyle kurtarırız. 89-) Zekeriyya’yı da (zikret). Hani o, Rabbine şöyle nida etmişti: Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Yani sen, vârislerin en hayırlısısın. 90-) Bizde ona icâbet ettik ve ona Yahya’yı verdik yani eşini kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu Nebiler), hayır işlerinde koşuşurlar yani korku ve ümitle bize dua ederlerdi yani bize karşı derin bir saygı içindeydiler. 91-) Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de zikret.) Biz ona ruhumuzdan üfledik yani onu ve oğlunu âlemin (insanlar) için bir âyet kıldık. 92-) Gerçekten bu (bütün Nebiler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir yani ben sizin Rabbinizim. Öyle ise sadece bana ibadet edin. 93-) Ama onlar (din) işlerini kendi aralarında doğradılar (dinlerini paramparça ettiler) Hepsi bize döneceklerdir. 94-) Bu durumda her kim mümin olarak yani salih amellerde bulunursa, onun sa'yine nankörlük olmaz yani biz onu yazmaktayız. 95-) Helâk ettiğimiz bir belde için artık (yeniden mâmur olmak) haramdır; çünkü onlar geri dönemeyeceklerdir. 96-) Nihayet Ye’cûc ve Me’cûc açıldığı yani her köşeden akın ettikleri zaman; 97-) Yani gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, kafirlerin gözleri donakalır! "Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan gâfilmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz." 98-) Siz ve Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz cehennem odunusunuz. Varacağınız yer orasıdır. 99-) Eğer onlar ilâh olsalardı oraya (cehenneme) varmazlardı yani hepsi (kulluk edenler de edilenler de) orada devamlı kalacaklardır. 100-) Orada onlara inlemek vardır yani onlar orada (başka bir şey) duymazlar. 101-) Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar ondan uzak tutulurlar. 102-) Bunlar onun uğultusunu duymazlar yani gönüllerinin dilediği nimetler içinde devamlı kalırlar. 103-) En büyük korku dahi onları hüzünlendirmez yani melekler kendilerini şöyle karşılar: İşte bu size vâdedilmiş olan (kurtuluş) gününüzdür. 104-) (Düşün o günü ki,) kitapların sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vâdettiğimizi) yaparız.Kıraat Farklılığı Âyette buluna "kütüb" kitaplar kelimesini, "kitap" olarak okuyan kıraat imamları vardır. O zaman mana şöyle oluyor. (Düşün o günü ki,) kitabın sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz..." 105-) Yani andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: "Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık. 106-) İşte bunda, (sadece bize) ibadet eden kavim için bir belâğ vardır. 107-)(Ey Resül!) Biz seni âlemlere (insanlara) ancak bir rahmet olarak gönderdik. "İNSANLARA RAHMET OLAN" MUHAMMED Mİ, NEBİ Mİ, RESÜL MÜ? Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden habersiz, Nebi ve Resul'ün arasındaki bulunan farkları bilmeyecek kadar cahil olan Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin en önemli hezayanlarından biri de Muhammed (a.s) ın şahsiyetini vahiy'den bağımsız insanlara rahmet olarak göstermeleridir.Her zaman söylüyoruz. Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yanında Kur'an, hiç sevilmeyen hatta nefret edilen bir kitaptır. Onlara "Kur'an" demeyin de, ne derseniz deyin. Onların Kur'an'a karşı durumları Arslan'dan kaçan yaban eşekleri gibidir. (Müddessir, 49, 50, 51)Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin durumu bana şu âyeti hatırlattı. "Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler, sevinirler"(Zümer, 45) Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri içtihat ve uydurma hadisleri ile Kur'an'da bozmadıkları ve manasını buharlaştırmadıkları bir âyet bırakmamışlardır. Bunlardan biride Enbiya süresinin 107.âyetidir. Âyet şöyledir.(Ey Resül!) Biz seni âlemlere (insanlara) ancak RAHMET olarak gönderdik" Bu âyette geçen "âlemler"den maksat "insanlar"dır.Kur'an'ın sadece insanlara hidayet ve RAHMET olduğu ile alakalı yüzlerce âyet vardır. "...Seni insanlara Resül gönderdik, şahit olarak da Allah yeter" (Nisa- 78)"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe- 28) "Âlemlere (insanlara) uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah'ın şanı yücedir" (Furkan-1) Aslında "Rahmet"ten maksat bütün elçilere gönderilen vahiy'dir. MESELA "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab-ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda RAHMET ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51) MESELA "Gerçekten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız, sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın. Ancak Rabbinin RAHMETİ (sayesinde Kur'an'ı sana indirdik ve bâki kıldık) çünkü onun sana fazileti çok büyüktür"(İsra- 86, 87) MESELA "Biz bu kitab-ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve RAHMET olsun diye indirdik"( Nahl- 64) MESELA "...Ayrıca bu kitab-ı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve RAHMET kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik" (Nahl- 89) "Bu Kur'an uyduralabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır" iman eden toplum için bir RAHMET ve bir hidayettir" (Yusuf-111) "Gerçekten onlara, iman eden bir toplum için yol gösterici ve RAHMET olarak, ilim(sistem) üzeri açıkladığımız bir kitap getirdik"( Araf-52) "İşte bu ayetler, hikmet dolu kitabın âyetleridir. Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve RAHMET olmak üzere indirilmiştir"( Lokman-2,3) "Apaçık olan kitab-a andolsun ki, biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır. Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Çünkü biz, Rabb'inin bir RAHMETİ olarak elçiler(vahiy'ler) göndermekteyiz. O işitendir, bilendir"( Duhan-2, 3, 4, 5, 6) MESELA (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından bildirilen açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir RAHMET (vahiy) vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?( Hud-28)( Salih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden verilen apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir RAHMET(vahiy) vermişse, buna ne dersiniz..." (Hud-63)"Melek: Öyledir, dedi, (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir RAHMET kılacağız. Bu hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi"( Meryem- 21)Dolayısıyla rahmet olan Allah'ın kitabıdır, Allah'ın Resulleri ve indirilen vahiy'dir. Kur'an'dan bağımsız olarak Muhammed rahmet olsaydı, Mekke'lilere rahmet olurdu. Muhammed rahmet değildir.108-) De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek ilâh olduğu vahyedildi. Hâla teslim olmayacak mısınız? 109-) Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize duyurdum. Artık size vâdolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum. 110-) Şüphesiz O (Allah) sözün açığını da bilir, gizli tuttuklarınızı da bilir. 111-) Bilmiyorum, belki de o (azabın ertelenmesi), sizi sınamak yani bir zamana kadar sizi (dünyadan) yararlandırmak içindir. 112-)(Nebi:) Rabbim! (Onlar hakkında) adaletinle hükmünü ver yani Rabbimiz Rahmân’dır. Sizin (O'na) yakıştırmalarınıza karşı yardımı umulandır, dedi.(Enbiya Süresinin Sonu)
CİHAD VE SALÂT'I İKÂME(34.YAZI) Cihad, son vahyin tarihinde oldukça rahatsızlık verici bir şekilde istismar edildi. Bunun sebebi bütün kavramlar gibi, cihad kavramını Kuran’dan alıp kendi dinlerini zorla kabul ettirmeyi kendilerine görev yapan, işgalci ve saldırgan bozgunculardan kaynaklanıyor. Oysa cihadın savaşma yönü zorunluluk yani kendini savunma ve zulüm halleri dışında önerilen bir şey değildir. Tam aksine Kur'an hep affetmeyi ve barışçı olmayı telkin eder. Resüllerin vahyi tebliğ etmekten başka görevleri yoktur.Cihad sadece savaşmayı değil, aynı zamanda kısasa kısas, erdemlilik ve adalet çerçevesinde her türlü haklı mücadeleyi de kapsar. Yani zulme karşı kıyamın gereğidir. Varsayalım ki; tüm iyi niyetinize, barış çabalarınıza rağmen çevrimdışı ve barışçı olmayan bazı devletler ve gruplar inancınızdan ötürü size saldırılara ya da sizi yok etme planlarına giriştiler. İşte bu durumda dayanışmaya girip kendinizi savunma mücadelesini de yapmak zorundasınız. Güzel ve verimli günlerde sizinle birlikte salât ettiğini söyleyenler, bu dayanışmadan korkar ve kaçarlarsa, bu durum onların bağlantılarında halen samimi olmadıklarını gösterecektir. Kur'an’da geniş biçimde anlatılan ve Nebi (a.s) döneminde yaşanan ciddi bir sınav olmuştur. Bu illa ki bir öldürme öldürülme savaşı olmayabilir. Tehlikeyi veya basit menfaatlerine zarar geleceğini hissettiğinde yan çizenler gerçekten davalarından emin olmuş olabilirler mi?"Ellerinizle (kendinize) zarar vermekten vazgeçin, salât'ı ikâme edin yani zekat'a gelin (arının) denilenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında onlardan bir fırka Allah'tan korkar gibi, hatta daha da şiddetli bir korkuyla insanlardan korkarlar yani “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: Dünyanın metaı azdır. Ahiret ise takva sahipleri için daha hayırlıdır ve siz bir hurma lifi kadar bile zulme uğratılmayacaksınız" (Nisa-77) Kur'an’a göre savaşmak, savunma amaçlıdır yani iman edenlere savaş açıldığında yapacakları önemli bir görevdir. Savunmak için yani nefsi müdafaa mahiyetindedir.İman edenler, dinlerini yaymak ve insanlara zorla kabul ettirmek için savaşa çıkamazlar. Kuran’da böyle bir emir ve savaş nedeni yoktur.Bu iddia Ehl-i Sünnet ve Şia din adamlarının en önemli iftira ve yalalarındandır.Allah Resüllerinin devlet kurma ve güç elde etme görev ve idealleri yoktur. "Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın yani fitne, (dine imana baskı yapmak) öldürmekten daha şiddetli bir günahtır yani onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir" (Bakara-191) Üzerinde en çok tartışma yürütülen âyetlerden bir tanesi budur. Sebebi de âyetin ilk cümlesidir. Oysa âyetin ilk cümlesi zaten devam ede gelen bir bağlam içinde kullanılmıştır. Müşrikler dine baskı yapmış, iman edenlere işkence yapmış, onları öldürmüş, iman edenler de kendilerini savunmuş ve ateşkes mahiyetinde bir anlaşma yapılmıştır. Buna rağmen müşriklerin anlaşmaya uymayan saldırıları devam etmekte ve ortamda bir güvenlik endişesi hissedilmektedir. Üstelik âyette geçen öldürme ifadesi, oluşan bu fitne ile ilgilidir. Yani dine ve imana baskı anlamına gelmektedir. Bir hal tarzının deyimleşmiş halidir. Bu âyete saldıran cahiller, ne bu âyetten önceki âyeti dikkate alırlar ne de ayetin içindeki diğer ifadeleri dikkate alırlar. Dinsiz imansız cahiller âyetten cımbızladıklar tek bir cümle ile, âdeta Kur'an’ı savaş çığırtkanı bir kitapmış gibi lanse ederler. Ayetin içinde merkez tabir edilebilecek mescidi haram civarında “sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın” diye geçtiği halde ve bir önceki âyet aşağıdaki gibi olduğu halde bunu yapmak biraz da kötü niyetle Kur'an'a yaklaşmanın nedeni gibi duruyor. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın yani aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez" (Bakara-190) İşte bu âyeti görmezden gelirler. Bağlamdan kopuk bu saldırıların önemli bir nedeni de tabi ki Şii ve Sünni din adamlarının da bu konuda yanılıyor olmasıdır. Cihadın ne olduğuna dair en ufak bir bilgileri olmayan ama bilgisizliğe rağmen fikirleri olanların topluma dayattığı cihad tanımı yanlış olduğu halde maalesef ilâhi bir emir gibi zihinlerde kökleşmiştir. “Padişah efendilerimiz İslam’ı yaymak için sefere çıktılar” gibi hamaset ve slogan dolu tarihi yalanlar da bu batıl inanca ve aldatıcı algıya tuz biber olmuştur. Halbuki Kur'an’ın mesajında savaşın gerçek sebebi şu şekilde anlatılmaktadır. "Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar..." (Hac-40)Demek ki savaş, evlerinden ve yurtlarından çıkartılan ve mülteci durumuna düşürülen mazlumların mucadelesidir. "İ'lâyı kelimetullâh" yalanıyla ancak Kur'an cahillerini aldatırsınız.Mezhep ve batıl inancınız gereği ganimet için işgal ettiğiniz memleketler için fetih, başkalarının istilalarını işgal ve zulüm olarak değerlendirmeniz çifte standarttan başka bir şey değildir. Allah Resüllerinin böyle bir görevi yoktur. Kur'an’da geçen “haram aylar” kavramı bile hem insanlar için hemde doğal denge için derin bir barış mesajı içermektedir. Hiç değilse dört ay boyunca savaşılmaması ve belli dönemlerde avlanmanın yasaklanması oldukça barışçıl bir mesajdır. Hem insanların birbiriyle hem de tabiattaki diğer canlılara karşı bir sulh girişimidir.Konunun salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) yönüne dönersek; yukarıda da kısaca belirttiğimiz gibi savaş iman edenler için bir denenme sebebi olmuştur. “Salât gereği olan” cihat çağrısı onlar için; o güne kadar “biz de sizinleyiz” dedikleri halde iş kızışınca davalarına ihanet edenlerin, takvalarının yönünü değiştirenlerin, hûşûlarını kaybedenlerin, ettikleri rükûları, secdeleri, tevbeleri ve şükürleri unutup kendini gerçekte tezkiye etmemiş, infakları kuru bir gösterişli yardım zannetmiş, tesbihlerini sadece itibar getirecek bir tefekkürden ve diğer insanlara üstünlük taslayacakları bir kitap bilgisinden ibaret görmüş olanların, ve ıslahatı gerçekte umursamamış olanların ikiyüzlülüğe (münafıklığa) adım atışları olmuştur. Olumlu manada ama çok ciddi bir fitnedir savaş. Fitne, ayrıştırıcı güç demektir. Mümini kafirden, muslihi müfsidden, muhlisi müşrikten ayıran bir özellik taşır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(174. YAZI)Enbiya Süresi 41-) Andolsun, senden önceki Resüllerle de alay edildi; ama onları alaya alanları, o alay konusu ettikleri şey kuşatıverdi. 42-) De ki: Rahman'a karşı sizi gece gündüz kim koruyacak? Buna rağmen onlar Rablerinin zikrinden (Kur'an'dan) yüz çeviriyorlar. 43-) Yoksa dunumuzda (yanımızda- yöremizde) kendilerini (tehlikelerden) koruyacak birtakım ilâhları mı var? (O ilâh dedikleri şeyler) kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler yani onlar bizden yardım görmezler. 44-) Evet, onları ve atalarını (bu dünyada) yararlandırdık. Nihayet ömür kendilerine (hiç bitmeyecek gibi) uzun geldi. Oysa onlar, bizim gelip yeri etrafında eksilteceğimizi görmezler mi? Şu halde, gâlip gelecek onlar mı? 45-) De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. (Yukarıdaki âyet, Allah Resülünün insanlara sadece vahiy anlattığını ve yalnız vahiy'le uyardığını açık olarak gösteriyor. Yani Şia ve Ehl-i Sünnet mezheplerinde olan bütün rivayetler şirk ve küfürdür.) 46-) Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, "yazıklar olsun bize! Gerçekten biz zalim idik!" derler. 47-) Ve kıyamet günü için adalet terazilerini kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde zulmedilmez yani (Yapılan amel,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz yani hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz. 48-) Andolsun biz, Musa ve Harun’a, takvâ sahipleri için bir ışık yani bir öğüt olması için Furkan’ı verdik. 49-) O takvâ sahipleri ki onlar, görmedikleri halde Rablerinden haşyet duyarlar yani kıyametten ürperen kimselerdir. 50-) Yani bu (Kur’an) bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz?(Mübarek, bereketli demektir, Kur'an'da içinde barındırdığı farklı kimyasallar bakımından yağmur içinde "mübarek" kelimesi kullanılmıştır. Gerçekten de Kur'an 600 küsür sayfa olmasına rağmen bereketi bitecek gibi değildir.) 51-) Andolsun biz İbrahim’e daha önce rüşdünü vermiştik yani onu iyi bilirdik. 52-) O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip itikaf ettiğiniz temsiller de ne oluyor? demişti. 53-) Biz, babalarımızı bunlara ibadet ederken bulduk, dediler. 54-) Andolsun, siz de, babalarınız da açık bir sapkınlık içindesiniz, dedi. 55-) Bize hakkı mi getirdin, yoksa oyun oynayanlardan nısın? dediler. 56-) (İbrahim) bilakis, sizin Rabbiniz, bir fıtrat üzere yarattığı göklerin ve yerin Rabbidir yani ben buna şahitlik edenlerdenim, dedi. 57-) Ve tallâhi, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım! 58-) Sonunda İbrahim büyükleri hariç hepsini paramparça etti. Belki ona müracaat ederler diye. 59-) Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. 60-) Bir kısmı: Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler.(Yukarıdaki âyet, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinen şirk ve küfür ehlinin ileri gelenlerinin adlarını anmanın yani onları deşifre etmenin bir sakıncasının olmadığını gösteriyor. Hatta bir zorunluluk olduğu vurgulanıyor.) 61-) O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler. 62-) Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim? dediler. 63-) Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi. 64-) Bunun üzerine, kendi nefislerine dönüp (kendi kendilerine) "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler. 65-) Sonra gerisin geri eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler. 66-) İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah’ın dununda, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla ibadet edece misiniz? 67-) Size de, Allah’ın dununda ibadet ettiğiniz şeylere de yuh olsun! Aklınızı kullanmaz mısınız? İBADET NEDİR?Yüce Allah tarafından indirilen ve Resüller tarafından insanlara tebliğ edilen vahyin tek indiriliş sebebi ibadettir. (Hud- 1,2, 26; Yusuf- 40; İsra-23;Yasin 60;Fussilet 14; Ahkaf-21 Tüm Resüllerin kavimlerine tebliğ ettikleri ilke yalnız Allah'a ibadet etmek olmuştur.( Araf- 59,65,73,85; Hud-50, 61, 84; Müminun- 23,32)Kur'an'ın dininde ve dilinde ibadet, ezberlenmiş ve alışılmış belli bazı ritüelleri yapmak değildir. Yüce Allah'ın tüm Nebilere vahyettiği ve Resul misyonuyla ilan ettikleri ilkelerin hepsine birden ibadet denilmektedir.Yani yüce Allah'ın emir ve yasakları arasında ibadet, tüm salih amelleri içine alan çatı katını temsil etmektedir.Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kitaba iman edilmediği sürece yani ihlas elde edildikten sonra yalnız Allah'a yani Kur'an'a teslim (İslam) olunduktan sonra insanların yaptıkları her güzel amel ibadet kategorisine girer.Dolayısıyla bütün meşru işler ve güzel amellerin hepsi ibadet hükmüne geçer.insan her an yüce Allah ile beraberdir. İbadet denilince insanların aklına sadece namaz, hac, salavat ve umre geliyor. Halbuki insan sürekli olarak ibadet halindedir. Hayatın amacı ve gayesi ibadettir. İnsan yüce Allah'tan bir an bile ayrı kalamayız."O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine (kudretiyle) istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya yükseleni bilir yani nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. Göklerin ve yerin mülkü onundur. Bütün işler ancak ona döndürülür" (Hadid-4, 5)"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mücadele-7)İbadet fiziksel olarak yapılan bir şey değildir. Asıl ibadet zihinsel bir olaydır. Kişi gönül ve zihinle Allah'a teslim olmadıktan sonra ona ibadet etmiş sayılmaz.Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kitaplara iman edenler, Allah'a değil, ibadetleri kitaplarına iman ettikleri kişileredir. Bütün vahiy'lerin indiriliş amacı ibadettir. Vahyin önderliğinde Resüllerin ilk emri ibadettir.Yani Allah'tan başkasına kulluk yapmamalarıdır.Mesela: Tarikatçıların namazı Allah'a ibadet mi oluyor? Veya Süleymancıların ibadetleri yüce Allah'a mı gidiyor. Sürekli olarak Risale-i Nur okuyan, indirilmiş kutsal bir kitap olarak ona iman eden nurcular Allah'a ibadet mi ediyorlar? İbadet, vahiy ile ilgili bir durumdur. İbadet, teslim, iman, ihlas ve takva ile ilgili bir durumdur. Muhlis ve Muttaki olmayanın ibadeti yoktur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenlerin ibadeti tâbi oldukları tağut ve şeytanlar içindir. Allah'ın kitab'ı yerine Buhari'nin ve Küleyni'nin çöpten topladıkları ile besleneceksin sonra namaz ve ibadetin Allah olacak öyle mi? Kime iman ederseniz, ona ibadet edersiniz. Yani kimin sözleri ve emirleri gönlünüzde taht kurmuşsa, kulluğunuz onadır. Şeyhe iman eden Allah'a ibadet edemez. Mezhebe bağlı olanın ibadeti Allah'a olamaz. Kur'an'dan yüz çeviren ibadet diye bir şey yapmamıştır. Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Numan bin Sabit ve Mâlik bin Enes'in mezhebine tâbi olanlar Allah'a ulaşamazlar. Ben Hristiyanım, Yahudiyim, Şiiyim, Sünniyim diyenlerin ibadeti İslam olamaz. Hayatın hepsi ibadettir yani hayat ibadetten ibarettir. Bütün be gerçeklerden sonra şimdi biz Şii ve Sünni dine adamlarına ne diyelim?Daha ibadetin hangi anlama gelmeden üç beş ritüele ümmeti mahkum ederek, Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasağın farkında bile olmamışlar.) 68-) Bir kısmı: Eğer iş yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin! dediler. 69-) "Ey ateş! soğuk ol!" yani İbrahim'e selâmetli ol!" dedik. 70-) Yani ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. 71-) Biz, onu ve Lût’u kurtararak, içinde âlemine (insanlara) bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık. 72-) Ona (İbrahim’e), İshak’ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya’kub’u lütfettik yani hepsini sâlihlerden kıldık. 73-) Ve emrimiz uyarınca hidayeti gösteren önderler kıldık yani kendilerine hayırlı işler yapmayı, dalât'ı ikâme etmeyi, zekât'a gelmeyi (arınmayı) vahyettik yani daima bize ibadet eden kimselerdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)