ŞİA VE EHL'İ SÜNNET DİNİNİN MUHADDİS VE MÜCTEHİDLERİ KUR'AN CAHİLİ İDİLER.
Geleneksel dinin vahametini anlamak yani Şia ve Ehl-i Sünnet'in dindeki tahribatlarını görmek için "Resul" tasavvurlarının hangi minvalde olduğunu anlamak gerekir.
Mesela, "Nisa- 65, 80, 113; Haşr-7; Ahzab- 21; Necm- 3,4; Nahl- 44; Âli İmran -31 gibi âyetlerin gerçek olarak hangi anlama geldiklerini bilmek çok önemlidir.
Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerine göre bu âyetler gibi onlarca âyet, hadislerin de dinde müracaat edilmesi gereken kaynaklardır.
Bu yüzden onlar "Allah'a itaat edin" emrinden "kitabı" yani Kur'an'ı, "Resul'e itaat edin" emrinden de rivayetlere itaat etmeyi anlamışlardır.
Dolayısıyla âyetlere bu şekilde sakat bir zihinle iman ettikleri için, Kur'an'ın paralelinde Muhammed (a.s) endeksli bir din meydana getirmişlerdir.
Bu inanç ve anlayış Kur'an'ı kökten tahrif edip hanif İslam'ın anlaşılmasını imkansız hale getirmiştir.
Dolayısıyla Allah'a itaatle Resul'e itaati ayırmak İslamı, Allah ve Muhammed ortak yapımı bir dine çevirmiştir.
EY ŞİA ve EHL-İ SÜNNET'İN ÂLİMLERİ!
"Hani din Allah'a özel kılınacaktı..."
(Zümer-2,3,11)
"Hani Allah hükmünde hiç kimseyi ortak yapmazdı..."(Kehf- 26; Yusuf-40)
"Hani Allah Resulü hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştı..."(Mâide-3; En'am, 115)
"Hani Resul sadece kendisine gönderilen vahye tâbi olmuştu..."(Yunus-109; Ahkaf-9)
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür.
Aslında dinde bulunan bütün ihtilaflar ancak Allah Resulü'nün dindeki konumunu anlamakla çözülebilir.
Gerçek şu ki, sağlıklı ve tutarlı bir din algısı için iman edenler, Allah Resulü'nün Kur'an'da yüzlerce âyette var olan gerçek konumunu anlamak zorundadırlar.
Resul( a.s) yüce Allah'ın gönderdiği dinin tamlayıcısı değil, tebliğ edeni, onu duyuranı, ilan edeni, âyetleri okuyanıdır.
Resulullah'ı doğru anlamanın yolu Kur'an'dan geçer.
Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre Muhammed (a.s ) ın dindeki yeri elçidir.
Bu elçilik görevi ise vahyi açık olarak tebliğ etmekle sınırlıdır.
(Mâide-99; Râd-40)
Bu nedenle vahiy (Kur'an), dinin ilkelerinin ortaya konmasında ve yaşanmasında özne olması gereken tek kaynaktır.
Yüce Allah, Muhammed (a.s) ın dindeki konumunun "Elçi" olduğunu belirterek onun tebliğ ettiği Kur'an'ın da Allah kelamı olduğunu vurgulamıştır.
(Bakara-75;Tevbe-6,48; Fetih-15)
Allah Resulü'nün ilahi mesajı insanlara olduğu gibi iletmenin dışında başka bir elçilik görevi yoktur.
Ancak vahiy Resulün dininde hayat bulduğu için, o olmadan vahiy, din, iman ve İslam diye bir şey olmayacaktır.
Yani Allah'ın Resulleri gerçekten büyük bir öneme, Allah tarafından indirilen vahye eşdeğer kılınmışlardır.
Dolayısıyla Allah'ın Resulleri vahiy sayesinde değerlidirler.
Vahiy'den bağımsız olarak Muhammed'in veya Nebi'nin dinde bir tasarrufu yani kul ve özel hayat olarak hüküm ve yargısı yoktur.
Nebi ( a.s) özel hayatı ile Allah ile aynı düzlemde değil, müminlerle aynı düzleme sahip bulunmaktadır.
"Cehennem ehl-i oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne "Nebi"ye" ne de "iman edenlere" yakışmaz"
(Tevbe-113)
"Andolsun ki Allah, bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, "Nebi'ye" ve zor zamanda ona uyan "muhacirlerle ensarı" affeti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O onlara karşı çok şefkatli çok merhametlidir"
(Tevbe-117)
"Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. "Nebi'yi" ve onunla birlikte "iman edenleri" utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar..."
(Tahrim-8)
"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu "Nebi" ve ona "iman edenlerdir". Allah müminlerin dostudur"
(Âli İmran-68)
Resul ise vahiy ile aynı düzlem ve konuma sahip kılınmıştır.
Ah keşke Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan haberleri olsaydı.
Şimdi yukarıdaki âyetlerin hangi anlama geldiklerini ortaya koyalım.
1-) "Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."
( Nisa- 80 )
Resul sadece kendisine indirilen vahyi tebliğ ettiği için ona itaat Allah'a itaat olmuş oluyor.
Yani bu âyette bulunan Resûl kavramının rivayetlerle hiçbir alakası yoktur.
Kur'an'da bulunan Resul kavramı, rivayetlerle değil, indirilen vahiy ile eşdeğer bir konuma sahiptir.
İşte bundan dolayı "Nebi"ye değil, "Resul'e itaat etmek" emredilmiştir.
Kur'an'ın hiçbir ayetinde Nebi'ye itaat etmek emredilmemiştir.
2-) "Resul size neyi verdiyse onu alın size neyi yasakladıysa ondan sakının..."
(Haşr-7)
"Helal ve haram kılma gibi, isyan etmeme ve yasaklama da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Yani âyette kastedilen Resul'ün vahiy sayesinde bize verdiklerinin alınması, vahiy'le yasakladıklarının alınmaması ve onlardan kaçınılmasıdır.
3-) "Andolsun ki, Resulullah sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir"
(Ahzab-21)
Bu âyette "Kur'an'da anlatılan Resul'ün inanç, güzel ahlak ve mucadelesinin örnek olarak alınmasıdır"
Dolayısıyla Allah Resulü'nün örnekliği ile rivayetler arasında hiçbir bağlantı söz konusu olamaz.
Aynen Mümtehine süresi 4. âyetinde İbrahim (a.s) ve onunla birlikte iman eden muvahhidlerin, Resulullah'ın arkadaşlarına örnek gösterilmesi gibidir.
İbrahim (a.s) ve insanlık tarihinde onunla birlikte iman edenlerin inanç ve mücadelelerini doğru olarak Kur'an'dan başka hangi kaynakta bulabiliriz?
Yani Resulullah'ın örnekliği rivayetlerdeki yalanlarla değil, Kur'an'ın ortaya koyduğu bilgi ilgili bir durumdur.
Resulullah'tan sonra onun adına uydurulan rivayetler risâlet misyonuna ve İslam dinine hakarettir.
4-) "O heva ve hevesine göre konuşmaz. Onun (bildirdikleri) kendisine vahyedilenden başkası değildir"
(Necm- 3,4)
Bu iki ayetin rivayetlerle hiçbir bağlantıları yoktur.
Mekke müşriklerinin "Kur'an'ı Muhammed'in kendisi uyduruyor. O heva ve hevesinden konuşuyor" iftarlarına karşılık olarak bir cevaptır.
Yani "Ey Mekke müşrikleri! Resülün size okuduğu Allah'tan gelen vahiy'den başka bir şey değildir, yalan söyleyip, iftira etmeyin" demek istenmiştir.
5-) "...İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
(Nahl-44)
Bu âyette bulunan "litübeyyine" "açıklaman" "Kur'an'ı tefsir etme ve detaylandırma yani uydurma hadisler değil, onu tebliğ etme, vahyi duyurma, gizlemeden açıklama" demektir.
Âli İmran süresi 187. âyet "beyan etmenin onu gizlememek" olduğunu çok güzel bir şekilde gösteriyor.
Çünkü Kur'an'ı detaylandırma anlamına gelen "tefsir, tafsil ve tasrif" kavramları sadece Allah bağlamında kullanılmıştır.
Dolayısıyla bu ayette bulunan "litübeyyine" "açıklaman" Şia ve Ehl-i Sünnet dininin hadisleriyle hiçbir alakası yoktur.
6-) "Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar"
(Nisa-65)
Bu âyette bulunan "hakem olma" Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardandır.
Aslında tek hakem vardır, o da Allah'tır.
Fakat vahiy Allah Resulü'nün dilinde hayat bulduğu için indirilen vahiy sayesinde o da hakem oluyor.
Yoksa gerçek olarak Allah'tan başka hakem yoktur.
"De ki: Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O, dur..."
(En'am-114)
"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. Sadece O'na dayandım ve O'na yönelirim"
(Şura-10)
7-) "Ey Resul! De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"
(Âli İmran-31)
Kur'an'da itaat, tekzip, küfür, hak, mübin, kerim, nur gibi, ittiba kavramı da Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılmıştır.
Yani Resul'e ittiba ona gönderilen vahye olduğu için dolayısıyla Allah'a ittiba olmuş oluyor.
Yani ayette bulunan "ittiba"kavramının Resul adına iftira edilen hadislerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
8-) Yine aynı şekilde "Allah Resulü'ne kitapla beraber indirilen hikmet" kavramının (Nisa-113) hadislerle ilgili değil, "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü" anlamına geldiğini Bakara süresi 231. âyetinde bulunan " Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın.
Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size verdiği hidayeti, "size öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın" cümlesinde görüyoruz. Söz konusu âyette "kitap" ve "hikmet" ibareleri geçtiği halde "yeizüküm bihi" "onunla size nasihat ediyor" demesi çok önemlidir.
Aslında Arapça dil kurallarına göre "o ikisi" veya "onlarla" demesi gerekiyordu.
Fakat "hikmet" Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü anlamına geldiği için "yeizüküm bihi" "onunla size vâzediyor" buyurmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder