5 Eylül 2020 Cumartesi

 ÇOCUKLARIMIZI CEMAAT VE TARİKATLARDAN UZAK TUTALIM 

Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir  kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet varken, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kur'an'a iltifat etmemelerinin  sebebi acaba ne olabilir?

Tefekkür etme, öğüt alma ve aklı kullanma  ile ilgili yüzlerce âyete rağmen, neden hiçbir Şii ve Sünni âlim, hiçbir  tarikat ve cemaat mensubu, Kur'an'a bakma ihtiyacı duymaz?

 Şia ve Ehli Sünnet dincilerinin Kur'an'dan bu kadar nefret etmelerinin altında hangi kahredici gerçek yatıyor?

 Aslında kafir ve müşriklerin Kur'an'a kulak asmamalarının onlarca nedeni birçok ayette tekrar tekrar anlatılmaktadır.

Aciz ve fakir düşünceme göre Mezhep cahillerinin Kur'an'ın  hayat veren ruhundan mahrum olmalarının en önemli sebeplerden birisi şudur:

 Zamanın birinde bir arkadaştan  yaşamış olduğu bir olayı  dinlemiştim. 

 "Sıcak bir günde bir kaç arkadaşıyla birlikte kapalı bir mekanda, ortamın  serinletici havasında konuşup sohbet ederlerken, birden kapı çalınır.

İçeriye giren arkadaşları 

"İçerisinin çok havasız olduğunu, içeriden hoş olmayan bir  kokunun bulunduğunu, oksijensiz ve sağlıksız bir ortamda olduklarını" söyledikten hemen sonra  pencereleri açıp içeriyi  havalandırır.

  Pencerelerin açılmasıyla birlikte  içeriye temiz havanın girmesi neticesinde güzel ve hoş olmayan  bir ortamda oturanlarda bir  rahatlama ile daha önce teneffüs ettikleri serin!  havanın aslında ne kadar aldatıcı,  zararlı ve zehirli olduğunun farkına varırlar.

Bu örnek o kadar hayati bir öneme sahiptir ki:

Uyanık bir kişi gaflet uykusunda olan bin kişiyi uyandırıp kurtarabilir.

Bir mum sönük bin tane mumu yakabilir.

Bir kişi koskoca bir memleketi ve  ümmeti büyük bir fitne ve yıkımdan uyandırabilir. 

Elçiler bunun için çok değerlidir. 

ARKADAŞLAR!

 Şia ve Ehli Sünnet mezhepleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) cemaat ve tarikatlar kendi inanç ve fikirlerine  aykırı düşünen kimseyi içlerine kabul etmediklerinden, ebediyen zehirli inanç ve sağlıksız fikirlerinden kurtulamazlar.

 Dolayısıyla gelenekçi mezhepçilere teneffüs ettikleri inancın sağlıksız, zehirli ve ölümcül olduğunu birisi mutlaka hatırlatmalıdır.

"Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki (şirkten) korunurlar diye hatırlatmak gerekir"

(En'am- 69)

 Allah elçilerinin en önemli görevi  budur.

Yani hariçten biri müdahale etmediği zaman aynı havayı teneffüs eden,  aynı inanç ve fikirlere sahip olanların  uyanmaları, hak ve hakikatı bulmaları mümkün değildir.

Biri mutlaka uyuyan insanları uyarmalı, sabırla  onları ikaz etmeli  ve onları ölüm uykusundan  uyandırmalıdır.

Bu kutsal görevde şu husus asla göz ardı edilmemelidir.

"Allah elçilerinin yegane ikaz ve uyarı araçları Kur'an olmuştur"

(Enbiya, 45; En'am, 51 ; Kaf ,45; Âraf, 61, 62, 67, 68)

 Kur'an ehli muvahhidler bütün olumsuz şartlara ve hakaretlere rağmen uydurma din mensuplarını Kur'an ile uyarmalıdırlar.

 Allah'ın indinde bundan daha şerefli  bir görev yoktur.

Çünkü Nebi'ler, Allah'ın elçileri ve binlerce vahiy ehli muvahhid bu görev uğrunda hayatlarını vermişlerdir.

(Âli İmran- 146)

Şia ve Ehli Sünnet mezheblerinin, Diyanet İşleri Başkanlığının ( Ankara) cemaat ve tarikatların topluma en büyük zararları bünyelerinde özgür irade sahiplerinin sivrilmesine izin vermemeleridir. 

MESELA:

Şia ve Ehli Sünnet dininde hiç kimse muhaddis ve müctehidleri eleştirme hakkına sahip olmadığından aralarında sorgulama ahlak ve kabiliyeti gelişmemiştir.

Size soruyorum!

İnanç ve fikirlerinde özgür olmayan toplumlar hiçbir  gelişme  gösteremezler.

Bugün dâhi,  Kur'an cahili âlimleri eleştirenler, mezhep mukallitleri tarafından sapık ve tehlikeli olarak görülüyor.

Adalet ve özgürlüğün, tefekkür ve aklı kullanmanın, ilim ve sorgulama erdeminin olmadığı toplumlarda isyankar ruhlu hakikat  avcılarının yaşama şansları olmaz.  

 İşte bu yüzden Şiilik ve Sünniliğin  hakim olduğu toplumlarda anarşi, zorbalık, terör,  cehalet, kargaşa, fakirlik, sürgün, taklit ve düşman istilaları hiçbir zaman son bulmayacaktır.

Dolayısıyla çocuklarımızı ve gençlerimizi fetö gibi özgürlük ve akıl yoksunu,  fikir ve sorgulama düşmanı kapalı ve karanlık yapılardan korumak zorundayız.

 Yoksa dünya hayatları ile beraber ahiret hayatlarını da kendi ellerimizle mahvetmiş olacağız.

 Çocuklarımız isterse "hacsız" ve "umresiz, abdestsiz ve namazsız" olsunlar, fakat her türlü haksızlığa karşı gelen özgür ve isyankar bir ruh kazansınlar.

 Gençlerimiz isterse deisr ve sosyalist olsunlar, tarikat ve cemaatlere bağlı şahsiyetsiz ve karaktersiz bir ahlaka sahip olmasınlar.

Gençlerini fetö tipi cemaat ve  tarikatlare düşman olarak yetiştirmeyen toplumlar karanlık ve cehalete, taklit ve bağnazlığa mahkum  kalacaklardır. 

Çocuklarına Kur'an ahlakını ve tevhid özgürlüğünü miras olarak bırakmayanlar, maddi miras olarak bıraktıklarıyla sevinmesinler.

Ya  Kur'an'ın evrensel özgürlüğü olacak, Kur'an ilmi ve hikmeti başa geçecek, ya da kuzgun leşe konacaktır"

"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (özgür Müslümanlar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar

(ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail)  kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye (Ege'nin ve  Akdeniz'in karanlık sularına )  sürüklenmiş bir nesne gibidir"

(Hac-31)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder