15 Eylül 2020 Salı

 RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR

 (80. YAZI )

RİSÂLE'İ NURDA İTİKÂDİ SAPMALAR (12)

Said Nursi diyor ki: 

"...Risale'i Nur, Anadolu'yu cebeli cudi'de (cüdi dağında)  Hazreti Nuh (Aleyhisselam)'ın sefinesi (gemisi)  gibi ve Isparta ve  Kastamonuyu âfat-ı  semaviye ve arziyeden (gökyüzünde ve yerde bulunan afetlerden)  muhafazaya bir vesile olduğunu ve "bize ve Risale-i Nur'a ilişmesinler, yoksa yakında bekleyen âfetlerin geleceklerini bilsinler, akıllarını başlarına alsınlar" 

Bu musibetten evvel tekrar ile söylüyordum.

 Ve size de o mektuplar gönderilmişti. 

Şimdi aldığım haber: 

Kastamonu, civarı ve kal'ası,  Risale'i Nur'un Matemini tutmuş gibi ağlamış ve zelzele ile sıtma tutmuş, inşallah yine Risale'i Nura kavuşacak ve gülecek ve şükredecek"

( Şualar- 287, On üçüncü Şua Aziz Sıddık kardeşlerim) 

CEVAP :  Said Nursi bu konuda o kadar emin ki yaşadığı dönemde neredeyse oluşan tüm tabii afet ve felaketleri kendilerine yapılan haksızlıklara bağlamıştır.  

Said Nursi Kur'an'ı  biraz anlamış olsaydı,  İslam dininde doğal afetlerin Allah'ın yeryüzüne yüklemiş olduğu kanunlardan başka hiçbir şey olmadığını bilirdi.

Dolayısıyla Kur'an açısından Said Nursi'nin bu söylediklerinin hiç bir karşılığı yoktur.

Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.

Bulut olmadan yağmur yağmaz, fay hattı olmayan bir yerde asla  deprem olmaz.

Fay hattı olmayan bir yerde deprem  olsaydı işte  o zaman cezalandırma olurdu.

Depremler bela ve âfet değil, büyük bir nimet ve rahmettir. 

Said Nursi'nin deprem  inancı doğru olsaydı, bugün, ABD, Rusya, Çin, İngiltere, İsrail, Beşar Esed, Zalim  Arap Krallarının hiç biri  olmaması  gerekirdi.

SAİD NURSİ'DE NÜBÜVVET  İDDİASI VAR MIYDI? 

Bu bölümde, Sait Nursi'nin veya talebelerinin onun nübüvvetini ve risâletini ima eden, hatta bazen imadan da öte bir tarzda iddia eden sözlerini ele aldık.

Bilindiği gibi: Yüce Allah bir beşeri  nubuvvet veya Risalet yüklediğinde ona vahiyetmektedir.

Yani Nübüvvet veya Risalet "vahiy" ile başlamaktadır.

 Biz burada "vahiy" kelimesini sözlük anlamında değil, tamamen istilahi ( terimsel) yan dini  anlamda kullanmaktayız.  

"Zekeriya mihraptan  kavminin karşısına çıktı ve onlara gece gündüz Allah'a tesbih etmeyi vahyetti"

( Meryem- 11 ) 

Yani Elçiler haricindekilere  (cansız arza, semaya, bal arısına, meleklere, İsa'nın havarilerine,  Musa'nın annesine edilen) ilahi vahiler konumuz   dışındadır.

Biz yüce Allah tarafından Nebi ve Resüllere iletilen vahiy'den söz ediyoruz. 

Beşer, Allah tarafından gelen bu vahiyle Elçi olmaktadır. 

Elçi,  tebliğine söylediklerinin kendi sözü değil, Allah'ın sözü (kelamı) olduğunu açıkça ortaya koyarak başlamaktadır.

 Yine elçi, kendi söz ve görüşlerini Allah'ın kelamı ile asla karıştırmamaktadir.

 Resul, bu görevin kendisine Allah tarafından  verildiğini ısrarla  vurgulamaktadır. 

 İşte bu vahyi kastediyoruz.

Simdi bu anlatılanlar çerçevesinde aşağıdaki ifadeleri incelemeye çalışalım.

Said Nursi şöyle diyor. 

"RİSALE'İ NUR, Yirminci Asrın müslümanlarını   ve bütün insanları koyu bir fikir karanlıklarından ve müthiş delalet yollarından kurtarmak için müellifin (Said Nursi'nin)  kendi ihtiyarıyla (isteğiyle)  yazılmış değil, Cenabı Hakk'ın lisanı ile yazılmış bir eserdir"

(Rehberler-141, Gençlik Rehberi. -Risale'i Nur nedir? )

"Ey Risale'i Nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok" 

"Ben, kimsenin malı değilim, Ben hiç bir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbani ve Kuraniyim.  

Ben layemut (ölümsüz olan Allah'ın) eserinden fışkıran kerametli bir nurum" (Mudafaalar-  347 Afyon Müdafası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder