16 Eylül 2020 Çarşamba

 KUR'AN'SIZ DİN 

(20. YAZI) 

Gurur ve kibir çok kadim manevi  bir hastalık türüdür.

Kur'an bu manevi hastalığı  iblis'e kadar götürmektedir. 

 Elçilerin kıssalarında bu kadim hastalık türünü aşağı yukarı bütün kavimlerde görüyoruz.

 Allah'ın elçileri kavimlerini vahye yani tevhid akidesine davet ettikleri zaman, müşrikler Allah'ın elçilerini  ve vahiy ehli muvahhidleri  fakir,  gariban, ve ayak takımı diyerek  küçümsemişlerdir.

Kur'an ehli muvahhidleri kendilerinden daha  aşağı bir seviyede gördüklerinden dolayı aynı konuma, aynı davanın adamı olmayı gurur ve kibirlerine yediremediler.

 MESELA,

"Andolsun,  Biz Nuh'u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.

Allah'tan başkasına kulluk yapmayın! Ben, size gelecek elem verici bir günün azabından korkuyorum"

Kavminden ileri gelen "mele"  (bürokrat, kaymak tabaka) kafirler dediler ki:

"Ey Nuh!  Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz.

Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de  görmüyoruz. Bilakis  sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz"

(Hud, 25, 26,  27)

MESELA,

"Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur'an aramızda ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler"

(Sâd, 5, 6)

MESELA,

"Ve dediler ki: Bu  Kur'an iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?

(Zuhruf, 31)

 Yani müşrikler diyorlar ki: Asil, seçkin ve yüce  atalarımızdan gelen  dini senin ve sana tâbi olan fakir, ayaktakımı, sâde ve hiç kimseye sözü geçmeyen basit  vatandaşlar için nasıl terkederiz?

 Sizin gibi sıradan insanlar için babalarımızdan ve atalarımızdan gelen dini  nasıl terk etmemizi isterseniz?

 Yani şimdi koskocaman  Diyanet İşleri Başkanlığı ve kelli felli  ilahiyatçılar, Emevilerden, Abbasilerden, Selçuklulardan ve  Osmanlı İmparatorluğu'ndan gelen resmi atalar ve babalar dinini bırakıp, tarihte sadece birkaç gariban muvahhidin uyduğu dini nasıl kabul etsinler?

 Yani Kur'an'a baktığımızda istisnasız  bütün elçilerin kavimlerinde aynı hastalık türünü görebiliriz.

 İşte bu gurur ve kibir hastalığı onları gerçeği kabul etmekten engellemiştir.

 İşte size Kur'an'dan bir manzara daha:

Aynen  Nuh (aleyhisselam) ın kavmi gibi Mekke müşrikleri de iman eden fakirlerle aynı konuma sahip olmayı  kabul etmiyorlardı.

 Allah Resulü'ne garibanları yanından uzaklaştırmasını teklif ediyorlardı.

 Allah'tan gelen cevap şu şekilde tecelli ediyordu.

"Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovmayasın! Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk  yoktur ki bunları  kovup da zalimlerden olasın"

 "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda   bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri  için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik.  Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?

"Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki:  Sizlere selam olsun!

Rabbiniz  merhamet etmeyi kendisine gerekli kıldı. Gerçek şu ki:

Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra  ardından tevbe edip de kendini ıslah  ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir"

 "Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz"

"De ki: Allah dışında taptığınız  şeylere tapmak bana yasak edildi.

De ki: Ben sizin arzularınıza uyumam, aksi halde sapıklığı hak ederim de  hidayete erenlerden olmam"

"De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum.

Siz ise onu yalanladınız.  Çabucak gelmesini istediğiniz azap  benim yanında değildir.  Hüküm ancak Allah'ındır.

 O, sadece hakkı anlatır ve o doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır"

(En'am, 52, 53, 54, 55, 56, 57)

 Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar koskocaman büyük devletler ve imparatorluklar kuran müstekbir atalarının ve babalarının dinini bırakıp bizim gibi dağınık, kimsesiz, gariban,

fakir, sadece saf  inancından ve sağlam duruşundan başka hiçbir şeyi bulunmayan muvahhidlerin garip dinini ve inancını kabul ederler mi?

 Kendisine hazineden oluk oluk ödenek ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar   içmeye ayranı olmayan garibanların dinine nasıl  razı olacaklar ? 

Devletlerin ve imparatorlukların tabiat ve ahlakında doğruyu ve istikameti kabul etmek yoktur.

 İşte bu yüzden inanç ve amelleri ne  kadar absürt ve  ahmaklık olursa olsun devlet tarafında olan ilim adamları ve besleme din bezirganları o  inanca ve amellere  karşı gelmezler.

 Yani Diyanet ve ilahiyatçılar hiçbir zaman bu zayıf ve  gariban olarak devam edip gelen tevhid damarını tanımayacak ve ilahi  vahye iltifat etmeyeceklerdir.

İşte ülkelerin ileri gelenlerinin elçilerin dâvetini reddetmelerinin ana sebeplerinden birisi bu gurur ve kibir olmuştur.

 Bu yüzden Kur'an bu müşrikler için "mele" (kaymak tabaka, aristokrat kesim) "mütref" (ileri gelen bürokratlar) ve "müstekbir" kavramlarını kullanır.

 Bu konuda şu  iki ayeti kerime gerçekten dikkat  çekicidir.

"Ey Resül! Seni gördükleri zaman: Bu mu Allah'ın elçi olarak gönderdiği! diyerek hep seni alaya alıyorlar"

(Furkan, 41)

 Diğer bir ayet-i kerimede  şöyledir.

 "Onlara: Allah'tan başka ilah yoktur, denildiği  zaman kibirle direnirlerdi. Mecnun bir şair için biz İlâhlarımızı  bırakacak mıyız?  derlerdi"

(Saffat, 35, 36)

Yani Diyanet İşleri Başkanlığı, sultanların, kralların ve  padişahların şöhret bulmuş dinini bırakıp ufak tefek, miskinlerin ve düşüklerin dinini kabul eder mi?

Kral, padişah ve saraylara hizmet etmek varken, Diyanet İşleri Başkanlığı Allah'a hizmeti kabul eder mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder