PARALEL DİN
(14. YAZI)
Muhammed(Aleyhisselam')ı diğer insanlardan ayıran tek özellik ona vahiy indirilmiş olmasıdır.
Nebi makam ve mertebesiyle Kur'an'ın tüm emir ve yasaklarına karşı o da sorumlu idi.
"(Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene uy ve ALLAH hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus-109)
(Ey Nebi! ) Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf- 43, 44)
Onun âlemlere (insanlara) rahmet olması Allah'ın Resulü olması sebebiyledir.
Yani Kur'an'ı tebliğ etmesiyle ilgili bir durumdur.
Kur'an bir âyette Allah Resulü'nün insanlara rahmet olduğunu söylerken,
(Enbiya- 107)
Kur'an'ın insanlar için hidayet,rahmet ve öğüt olduğu ile ilgili onlarca ayet mevcuttur.
Bu yönüyle risalet görevini yapmış tüm Resüller (Allah'ın Elçileri) âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderilmişlerdir.
İnsanlığa rahmet olan, nebilerin şahsı değil, Allah'tan indirilen vahiy'dir.
Elçilerin Kur'an'da güzel örnek olarak nitelenmesi, tebliğ ettikleri vahiy'le alakalıdır.
Yani "üsve'i hasene" (güzel örnek) olarak gösterilen Muhammed veya Nebi değil, hayat ve mücadelesi Kur'an'da anlatılan Allah'ın Resulü'dür.
Onun şahsi ile ilgili olsaydı Kur'an'da aynı ifadenin (üsve-i hasene) İbrahim (Aleyhisselam) ve onun yanındakiler için kullanılması (Mumtehine-4) nasıl açıklanabilirdi?
Nebi (Aleyhisselam) ın Allah'ın ve meleklerinin salâtına (Ahzab- 56) (yardım ve desteğine) mazhar olması, davasının ve dininin Allah ve melekler tarafından desteklendiği ve ona yardım edildiği anlamındadır.
Ahzab süresi 56. âyette geçen "yusalluna" fiili Allah ve meleklerinin Nebi'ye yardım ve desteklerini anlatıyor.
Âyette Nebi kavramı kullanıldığı için tarihsel bir özellik taşıyor.
Yani nebi (a.s) döneminde yaşayan müminlerle ilgilidir.
Aynı ifade müminler için de kullanılmıştır.
Yani Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil müminlere de salat (destek olur ve yardım) ederler.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardımını gönderen O'dur.
Melekleri de size yardım eder ve destek olur. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir"
(Ahzab- 43)
Demek oluyor ki, Allah ve meleklerinin salatı sadece Nebi'ye değil, bütün müminlere yapılan fiili yardım ve destektir.
Dolayısıyla, Nebi'ye yardım ve destek anlamında kullanılan salat kavramını Muhammed'e salavat
çekme olarak çeviren Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimleri Kur'an'a karşı büyük bir cehalet içerisinde bulunmaktadırlar.
Tüm bu yalan ve uydurmalar Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidlerinin Kur'an'a karşı bakış açılarının nasıl keyfi olduğunu gösteriyor.
Buraya kadar sıraladığımız örnekler bize, Fetö'nun dışındaki yapıların dini anlayışının fetö'nünkinden farklı olmadığını gösteriyor.
Ancak bazı tarikatlarda bulunan hurafe ve iftiralar fetö'nün din anlayışına rahmet okutacak derecede şirk içerdiğini de söylememiz gerekir.
En önemli mesele nedir?
Dürüst bir şekilde vicdanımıza müracaat ederek şu soruları kendimize sormalıyız.
Allah tarafından Elçilere ( Aleyhimusselam) a
indirilen tevhid dini söz konusu olduğunda hangimiz hakikî hangimiz paralel dinin yanında yer alıyoruz?
F Gülen ve aşağılık terör örgütü ile mücadele hususunda cesaretli
olmamızın asıl sebebi, Allah'ın dinine yaptıkları hakaret ve iftiralar mıdır?
Yoksa devletin bu terör örgütüne açtığı savaş mıdır?
F Gülen kırk yıldan beri bu millete Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki uydurma ve yalan rivayetlerle Said Nursi'nin akıl almaz hurafelerini anlatarak, Kur'an ehli muvahhidleri sapık ilan eden bir adamdır.
Bu alçak yapıya karşı tutumunuzu değiştiren şey sadece bunların devlete karşı koştukları siyasi şirk midir?
Yoksa bunların Allah'a iftira, Allah'ın Resulüne hakaret ve tevhid akidesine karşı koştukları gerçek şirk günahı mıdır?
Yani biz bu casus, hırsız, kumpasçı, şantajcı, takiyyeci, müşrik, cani, cahil, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür, tevhid ve sorgulama düşmanı, hurafeci yapının Allah'a karşı koştukları şirk günahını en az devleti ele geçirmeye çalışmaları kadar önemsedik mi?
Bu örgüte karşı hissettiğimiz nefret ve yürüttüğümüz mücadelenin temelinde, bunların
Allah'ın dinine karşı paralel bir yapılanma içerisinde olmaları yatıyorsa, bu Kur'an'i ve tevhid'i duruşumuzu,
Allah'ın diniyle kıyaslandığında parelel durumda olan herkese ve her yapıya göstermeliyiz.
Kur'an ahlakına sahip olma,
Allah Resulü'nün yolunda bulunma, onur,cesaret, dürüstlük ve samimiyet bunu gerektirir.
ASIL MÜSLÜMANLIK BUDUR.
Rahman ve Rahim olan Allah söz konusu grubun ülkede en güçlü ve etkili olduğu dönemde bunlara karşı Kur'an'i ve tevhid'i mücadele verenlerle,
siyasi iktidarın bu grubu terör örgütü ilan ettikten sonra mücadelesini başlatanlar arasındaki farkı
elbetteki kayda geçirmiştir.
İkinci grupta yer alanlar hiç şüphesiz diğer gruplarda mücadelelerini başlatmak için siyasi iktidarın
onları da "sakıncalı,hurafeci, yalancı ve güvenilmez, paralel devlet yapılanması " ilan etmesini bekleyeceklerdir.
Dolayısıyla, Kur'an ve tevhid eksenli bir bakış açısı ile olaylara
bakan kişiye Allah, basiret, feraset ve furkan bahşedecek,
diğerleri de siyasi ve dünyevi menfaatler peşinde koşmaya devam edeceklerdir.
Neden Diyanet İşleri başkanlığı 15 temmuz darbesine kadar paralel devlet yapılanması ile ilgili hiçbir sözü olmamıştır.
Veya soruyu şöyle soralım.
Paralel terör örgütü ile Diyanet İşleri başkanlığının inancı arasında bir fark var mıdır?
Veya Diyanet İşleri Başkanlığı Allah Resulü'ne karşı her türlü iftira ve hakareti yapan diğer paralel dini yapılanmalar aleyhinde neden sesini çıkarmaz?
Allah'ın Resulü (a.s) önemli değil mi?
Yüce Allah'a hakaret ile Allah Resulü'ne hakaret arasında bir fark var mıdır?
Allah Resulü'ne karşı iftira ve ihanet dine iftira ve ihanet değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder