30 Eylül 2020 Çarşamba

 HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? 

(30. YAZI ) 

KA'B el AHBAR 

 Ka'b el Ahbar İsrailiyat'ı ve Yahudi uydurmalarını dine en çok sokan kişidir. 

Allah Resulü (a.s) ın vefatından sonra Ebubekir veya Ömer dönemlerinden birinde İslam'a girdiği söylenir. 

İsrailiyat hakkında bilgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen hikayeleri, onu, devrinde ilgi odağı haline getirmiştir. 

Ebru Hureyre'ye destek veren Muaviye, Ka'ba da destek vermiş ve ona kıssa anlatmasını emretmiştir.

( İbni Hacer el-isâbe,) 

VEHB İBNİ MUNEBBİH 

Ka'b, İsrailiyat kaynaklı uydurmalar da bir numaradır. 

Onun hemen arkasından Vehb İbni Munebbih gelir. 

Kendisi birçok sahabeye atıfla hadis nakletmiş: 

Ebu Hureyre, İbn'i Ömer, İbni Abbas'da kendisinden hadis nakletmişlerdir. 

Ünlü tarihçi Ahmet Emin şöyle der, "Siret kitapları, en eski ve en güvenilir olanları da dahil olmak üzere hurafe ve uydurmalardan arınmış değillerdir. 

Tam aksine bunların kronolojik sırada  önde gelenleri bile  İsrailiyat'la en fazla doldurulmuş olanlardı.

 İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak'a bakalım. 

Bu zatın en önemli kaynaklarından biri de yahudilikten İslam'a geçen Vehb İbni Munebbih'tir. 

İbni İshak'ın ayrıca Hristiyan ve kadim İran  kaynaklarından da büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir" 

( Ahmet Emin Duhaul İslam 2. cilt )

 Reşit Rıza, Ka'b el Ahbar  ve Vehb İbni Munebbih ikilisinin dine zararlarını ve uydurmalarını şöyle anlatır.

 "İsrailiyat yalanlarını rivayet eden ve müslümanları kandırıp aldatanların en kötüleri bu ikisidir. 

Yaratılış, Resüllerin kıssaları, geçmiş ümmetler, fitneler, kıyamet alametleri, zikirler ve ahiret meseleleriyle alakalı olarak tefsir ve tarih kitaplarında yer almayan hiç bir hurafe ve yalan yoktur ki üzerinde bu ikisinin imzası veya katkısı olmasın. 

Bunların yüzünden İslam düşmanı mulhitler, İslam'ın da diğer dinler gibi hurafeler ve evham dini olduğunu iddia etmişlerdir"

( Reşit Rıza- Mecelletul menar )

Dinimize sokulan uydurmaların kaynaklarından biri Yahudi kaynaklı İsrailiyat olduğu gibi, bir diğeri ise Hristiyanlıktır. 

Hristiyan kaynaklı uydurucuların en önemlisi Temim ed Dâri ve İbni Cüreyc'tir.

 Deccaliyet, kader anlayışı ve inancı, şeytan, ölüm, ölüm meleği, cennet ve cehenneme dair bir sürü hurafe, İsa (a.s) hakkındaki uydurmalar, Hıristiyanlıktan dinimize devşirilen en önemli uydurmaların başında gelir. 

Hiristiyan kaynaklı uydurmalara aşağıdaki iki hadisi örnek gösterebiliriz.

 "Allah Resulü bir gün halkı topladıktan sonra onlara şöyle buyurdu: 

 "Allah'a yemin ederim ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım. 

Sizi şunun için topladım. 

Temim ed Dâri bir Hıristiyandı. Sonra gelip bana biat ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı.

 O, iğrenç, kötü, cüzzamlı 30 kişi ile bir gemiye binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmışlar. 

Güneşin battığı yerde yer alan bu adaya indiklerinde kendilerini kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan karşılayıp şöyle demiş:

"Ben Cesase'yim: 

Sonra onlara manastırdaki bir adamı görmelerini önermiş. 

Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna kadar her yeri zincirle bağlı bir adam görmüşler. 

Adam, onların hikayelerini ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok sorular sormuş. 

Temim ve arkadaşları da onu cevaplıyorlarmış. 

Sonunda : Bana ümmilerin (Arapların)  Resulünden haber verin ne yaptı? demiş. 

Bunlar da "Mekke'den çıkıp Medineye yerleşti" demişler.

 O, "Araplar onunla savaştı mı?" diye sorduğunda. 

Evet demişler. O zaman o, Resul  onlara nasıl bir muamele de bulundu? diye sormuş.

 Bunlar da: "Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine itaat etmelerini sağladı" cevabını vermişler. 

O zaman demiş ki : "Size kendimden bahsedeyim. 

Ben mesihim (Deccal) bana izin verilme zamanı yaklaştı. 

Çıktığımda 40 günde yeryüzünü dolaşıp, Mekke ve Medine dışında kırk gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım. 

O iki şehirse bana haram kılınmıştır. Onlardan birine girmek istediğimde elinde kılıç olan bir melek beni karşılar ve bana engel olur" 

Bunları anlattıktan sonra Allah Resulü, asasını minbere vurarak şöyle dedi. 

"işte Medine, işte Medine, işte Medine" 

(Müslim- Fiten, 119- Ebu Davud- Melahim 15- İbni Mace Fiten, 33)

 KUR'AN'SIZ DİN 

(25.YAZI) 

Diyanet, fetö işgal hareketine karşı ezan ve salalar okutuyor. 

Güya Diyanet İşleri Başkanlığı  darbeye karşı olduğunu göstermeye çalışıyor.

 İnanmayın, kanmayın, samimi bulmayın.

Neden mi? 

F Gülen, 40 yıldan beri Said Nursi'nin Risâleleri ve Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininin rivayetleriyle ümmeti aldatıyor. 

F Gülen'in anlattığı hurafelere karşı diyanet'in her hangi bir cevabı oldu mu ? 

 Diyanet'in görevi nedir? 

Daha ileri giderek şunları söylüyorum.

 Diyanetin inanmış olduğu din ile F Gülen'in dini arasında bir fark var mıdır? 

 Diyanet, aynı F Gülen gibi, Kur'an ve tefekkür düşmanı Emevi, Abbasi  Ehli Sünnet dininin rivayetlerinin mahkumu değil mi?

 Veya Diyanet, 90 yıldan beri Kur'an adına nasıl bir  çalışma ortaya  koymuştur.

 Diyanet'in darbeden önce paralel yapılanmanın tehlikesi ile alakalı bir raporu değil, bir cümlesi mevcut mudur? 

Risale'i Nur'da bulunan hurafe ve yalanlarla ilgili şu ana kadar 80 küsür yazı paylaştım. 

Diyanetin Risale'i Nur'da bulunan hurafelerle ilgili  bir sorgulaması var mı? 

Bırakın sorgulamayı, Diyanet vakfı,  Said Nursi'nin şirk ve ahmaklık dolu Risale'i Nur Külliyatını en lüks bir kağıda basıp dağıtmaktadır. 

Acaba Diyanet İşleri Başkanlığı  Kur'an'a iman ediyor mu? 

Allah'ın Resulüne karşı asgari bir  saygısı bulunuyor mu? 

Diyanet, Kur'an'a iman ediyor, Allah'ın Resulüne karşı bir sevgisi ve saygısı mevcut ise, başta F Gülen olmak üzere cübbeli Ahmet, Menzil şeyhi, Osman ünlü, Tuğrul İnançer, Cemal Nur Sargut gibilerinin, Allah  Resulü'ne hakaret içeren sözlerine  niye karşı gelmiyor? 

Niye cevap vermiyor? 

Diyanet, Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle  ümmeti bilinçlendirseydi F Gülen gibi Kur'an ve akıl düşmanı bir psikopat ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarını ele geçirebilecek bir güce sahip olabilir miydi? 

Dört bakanlık bütçeye ve yüz elli bin imama sahip olan diyanet işleri başkanlığı ümmeti tam olarak sarmalayan hurafe ve yalanlara, uydurma ve ahmaklıklara karşı minimum bir gayret ve çabası bulunuyor mu? 

Diyanete inanmayın, kanmayın, aldanmayın, samimi değildir, günü kurtarmaya çalışıyor. 

Diyanet işleri başkanlığı günün şartlarına göre nasıl kendini yenilemez? 

2106 miladi bilim ve teknoloji çağında Emevi ve Abbasiler dönemine çakılıp kalmak Diyanete yakışır mı? 

Cehaletin bu kadarı fazla olmuyor mu? 

Diyanet İşleri Başkanlığı, Allah'ın ilmiyle inen ve açıklanıp detaylandırılan Allah'ın kitabı varken, 4000 sene önce yaşamış kavimlerin dediği gibi "atalarımızın dinini bırakmayız" demesinin haklı  bir gerekçesi olabilir mi ? 

Diyanet'in 1350 sene önce uydurulan Emevi, Abbasi Ehli Sünnet dininin rivayetleriyle nasıl batıla saplanıp, bu batıl dinin cehennemine razı olur ? 

Ataların uydurma dini yüzünden cehennemin mutfağında yaşamaya değer mi?  

Bu nasıl bir akıl, nasıl bir fikir, nasıl bir vicdan nasıl bir ilim nasıl bir inançtır?  

Her insan Kur'an'ın önderliğinde kendi tarihinde yaşaması hayati bir öneme sahiptir. 

Biz Emevi- Abbasi döneminde uydurulan dine hizmet edemeyiz.

O karanlık döneme takılıp kalamayız. 

Deprem olmaması için 1001 hatim okutan Elazığ müftüsü Peyami Güngör ile Paralel yapının cahili F Gülen arasında inanç bakımından bir fark var mı?

 Veya Elazığ valiliği yaptığı dönemde Harput ulu camiinde  her Cumartesi günü sabah namazından sonra  Elazığ müftüsü ile beraber Cemaat eşliğinde F Gülen'in tesbihatını okutan bugünün merkez Valisi Muammer Erol ile F Gülen arasında inanç ve fikir bakımından bir fark var mı?

(Son)

29 Eylül 2020 Salı

 "HADİSLERDEN" SONRA DİNDE  EN ÖNEMLİ VİRÜS "PEYGAMBER" KELİMESİDİR. 

 İMAN-İSLAM SİSTEMİ 

(2.YAZI) 

"İslam" ve "müslim" kavramları sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine yani  indirdiği kitaba teslim olma  anlamında kullanılmıştır. 

"İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'a bir tanıyan saf, dosdoğru bir müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"

(Âli İmran- 67)

"Müslim, selim,silm, selam" gibi "İslam" kavramının bütün türevleri saf inanç, şirksiz iman temiz ve katışıksız din" anlamlarına gelmektedir.

Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram  ile karşılaşılırsa "şirksiz iman, temiz inanç, hanif din" akla gelmesi gerekir.

 Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, islam ile şirk hiç bir âyette bir arada anılmamıştır. 

Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirk ile beraberdir"

 (Yusuf- 106)

Yani insanlar şirk koşmadan Allah'a iman etmezler. 

 Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi. 

Hemde dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.

 Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, şirk dinleri için mallarını infak ediyor,  (Enfal-36) batıl dinleri için savaşıyor, her türlü fedakarlığı gösteriyordu.

 Fakat şirk ile islam birbirine zıt, birbirine düşman, son derece birbirine aykırı iki ayrı din konumundadırlar.

İşte bundan dolayı yüce Allah, kullarının  "Müslüman" olarak vefat etmelerini ve islam ile huzuruna çıkmalarını istemektedir.

"Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini  hakkıyla yerine getirin ve ancak "Müslümanlar" olarak can verin"

(Âli İmran- 102)

 Allah'ın Resülleri "iman etmiş" olarak değil, "Müslüman" olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir.

 Yusuf (Aleyhisselam) Allah'a şöyle dua ediyordu. 

 "...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de  benim velimsin. Beni Müslüman olarak vefat ettir  ve beni salihler arasına kat"

(Yusuf-101)

Yüce Allah İbrahim (a.s) dan şöyle söz ediyor. 

 "...Çünkü Rabbi ona: "eslim" "teslim ol" demiş o da: "eslemtü lirabbil âlemin"  "Âlimlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim bunu  kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakup da:  Oğullarım! Allah sizin için   bu dini (İslam'ı) seçti. O halde "ve lé temütünne illé ve entüm müslimüne" "sadece Müslümanlar olarak can verin" (dediler)

( Bakara- 132, 133)

Kur'an'da İslam kavramı, saf iman, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için müminlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. 

 Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp ona güvenen kimselerdir. Onlar salat-ı ikame eder ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden  Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir"

( Enfal- 2, 3, 4)

"Müminler ancak  Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşürmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte imanlarında  sadık olanlar bunlardır"

( Hucurat-15)

 Kur'an'a göre bir insanın gerçek Mümin olması için "iman ettim" demesi yeterli olmuyor.

 Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur.

 İşte bundan dolayı âyetlerde genellikle "iman edip ameli salih işleyenler" buyrulmaktadır.

 İman ile beraber şirkin bulunduğu, veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını bir çok âyette Kur'an haber vermektedir.

"İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi  sandılar?"

(Ankebut-2)

 Bu konuda yanlış anlaşılan bir âyetin doğru meali şöyledir. 

"Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz,  ama (İslam'ın gücü karşısında ister istemez" "boyun eğdik" deyiniz. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir"

(Hucurat- 14)

 Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné" ibaresi "müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamında değil, güç ve menfaat karşısında "boyun eğdik" anlamında kullanılmıştır. 

Çünkü islam her türlü korku, şüphe ve  şirkten uzak olan iman anlamına gelmektedir.

 Bu âyette yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilere kalplerini iyi  bildiği için onların gerçekte iman etmediklerini, islam'ın ve müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskıları ve maddi menfaat için güç karşısında boyun eğdiklerini anlatıyor.  

FAKİR-MİSKİN SİSTEMİ 

Kur'an'da fakir kavramı, zengin kavramının zıddı olarak geçmektedir. 

(Âli İmran-181; Nisa- 135 ; Fatır-15) Kur'an'da fakir kavramı, evi ve çalışacak bir işi olmayanlar için kullanılmıştır.

Mesela:  Mısır'da bir kişiyi öldürdükten sonra Medyen'e iltica etmek zorunda kalan (Kasas- 21, 22)  ve Allah'tan sonra bir gölgeden başka sığınacak yeri olmayan Musa (a.s) ın duası şöyledir.

 "...Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra ve iyiliğe fakirim, dedi" (Kasas- 24 )

Bu âyetten anlaşıldığına göre,

1-) Musa (a.s) maddi olarak hiçbir şeye sahip değildir.

 2-) Musa aleyhisselam Medyen'de gariptir yani orada tanınmayan birisidir.

Dolayısıyla Kur'an'da "fakir" kavramı, oturacağı evi, çalışacağı işi olmayan için kullanmıştır.

 Şu âyet de bu görüşümüzü destekler mahiyettedir.

(Yapacağınız hayır ve yardımlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç dolaşamayan fakirler için olsun. Durumlarını bilmeyenler İffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın..."

( Bakara- 273)

 Eğer fakirler yerleşik bir düzene ve çalışacak bir konuma sahip olsalardı, Kur'an onlar için "Sen onları simalarından tanırsın buyurmazdı" demek oluyor ki, "fakirler" yabancı, işi bulunmayan ve  oturacak bir meskene sahip  olmayanlardır.  

MİSKİN:

Miskin kavramına baktığımızda ise, evi ve işi olmasına rağmen geliri giderini karşılamayan kimse için kullanılmıştır.

Bu kavramı en iyi anlatan âyetlerden birisi şudur.

"Gemi var ya, o, denizde çalışan birkaç miskin'e aitti..."

(Kehf-79)

 Bu ayetten anladığımıza göre, miskin evi ve işi olan, insanlar tarafından durumu bilinen ve tanınan biridir. 

İşte bu yüzden kefaret cezalarında (Bakara-184; Mâide- 89,95; ve yemek yedirme (Hakka-34; İnsan-8; Fecr-18 Maun-3) ile ilgili konularda her zaman miskin kavramı kullanılmıştır.

 Çünkü miskin olan kimseye her zaman ve zeminde ulaşma imkanı bulunmaktadır. 

Yeri ve yurdu bellidir onu bulmak kolaydır.

 Fakat fakir öyle değildir

 PARALEL DİN 

(18. YAZI)

Paralel din yapılanması Allah tarafından indirilen hak dini istismar ederek onun geniş imkanlarından faydalanarak, onun yerini almaya çalışan, uydurma rivayetlerle oluşturulan  şirk dindir.

İnsanların büyük çoğunluğu,  tefekkür etmeden,  akıllarını kullanmadan ve sorgulamadan kabul ettikleri tek şey din olduğu için,  paralel dinin kurucuları tevhid dinini kendi amaçları uğrunda kullanmışlardır. 

Bundan dolayı devlet adamları azami bir şekilde paralel dinden faydalanmaya çalışırlar.

Halbuki yüce Allah, Adem (a.s) dan Muhammed (a.s) a ve dolayısıyla  kıyamet gününe kadar vahiy ile tüm elçilerine geçerli tek bir din (islam,tevhid) indirmiştir.

İlk Nebi Adem (a.s) dan son Nebi  Muhammed (Aleyhisselam) a kadar gelen vahiy'lerde yüce Allah bu dinin adını tevhid akidesi anlamında "İslam dini" koymuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor.

"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti, din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi, babanız İbrahim'in dininde de böyleydi.

Elçin'in size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda),gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi..."

(Hac- 78)

(İnsanları) Allah'a davet edenden, sâlih amel işleyenden ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır"

(Fussilet- 33)

"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin"

(Âli İmran-102)

Dolayısıyla ilkeleri Allah tarafından belirlenmiş, elçileri  vasıtasıyla  gönderilmiş ve  açık olarak ortaya konmuş  tek din vahyedildiğine göre mevcut dinlerin tamamı paralel din sayılırlar.

"...Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum..."(Mâide, 3)

Bu paralel dinlerin siyasi bir güç elde etmeme ve devlet yönetimine sızmaya çalışmamaları kendilerinin paralel din oldukları  gerçeğini değiştirmez.

"Allah indinde hak din (tevhid dini olan) islamdır..."

(Âli İmran- 19)

"Kim, (tevhid dini olan)  İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir inanç) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır"

(Âli İmran- 85)

Emperyalist güçler için, halkın kolay idare edilip rahat sömürülmeye daha elverişli olacağından, Allah'ın dini yerine paralel dinlerin oluşturulması gerekiyor.

En etkili paralel din Emeviler döneminde uyduruldu,

Abbasiler döneminde yazılmaya başlandı, Osmanlı döneminde  hayata hakim kılındı. 

Bu paralel dinin alimleri ve muctehitleri uydurma rivayetlerle  Kur'an'ı tamamen devre dışı bırakmışlardır.

Allah'ın kitabı o derece devre dışı bırakılmış ki, biri bugün çıkarda

Kur'an'ın en açık bir hükmünü haykırırsa, bu paralel dinin seydaları, mollaları, müftüleri ve vaizleri tarafından sapık, mezhepsiz, dinsiz, imansız olarak gösterilir.

 Paralel din, tarihin her döneminde  devletler tarafından desteklenmiş karşılıklı çıkar ve menfaat ilişkileriyle birbirlerine kuvvet vermiş birbirlerini beslemişlerdir.

Bu din, Allah tarafından indirilen dini tamamen dejenere edip bozduğu  için insanlık âlemine hiç bir zaman bir umut ışığı olmamış, bir hayır getirmemiştir.

Bu dinin  hakim olduğu coğrafyalarda terör, kaos, anarşi, zulüm,

 katliam, kargaşa, ihtilaf ve savaşlar asla son bulmamıştır.

İnsanlık tarihinde halkların üzerinde  her zaman ve zeminde etkili olan din islam dini değil,  paralel din olmuştur.

Kur'an'a göre tevhid akidesi ile gönderilen hiç bir Allah  Elçisi  tam olarak bu dine karşı başarılı olamamıştır.

Kur'an'ın bir çok âyetine bakarak   bu paralel dinin adını "evliya ve ilahların şirk dini"  koymak mümkündür. 

Çünkü dünya tarihinde evliya ve  İlahların şirk dininden etkilenmeyen bir millet var olmamıştır.

Bütün kadim medeniyetler din olarak çok ilahlı bir inanç sistemine sahip bulunuyorlardı.

Bu hulul ve şirk inancı,

 yani paralel din, yani evliya ve  ilahların şirk dini halen efendileri, şeyhleri, üstadları, mezhep imamları, müctehitleri, muhaddisleri, gavsları, medrese ve tekkeleriyle  en canlı ve etkili bir şekilde ara vermeden  hayatiyetini devam ettiriyor.

 KUR'AN'SIZ DİN 

(23.YAZI) 

MEHMET GÖRMEZ'DEN F GÜLEN'E MEKTUP 

 Aslında insanların kusur ve  zaaflarından faydalanmak doğru değildir.

 Makam ve mevki sahibi olanlar  güçlü gördükleri  kişilerden bir  beklenti içine girebilirler.

Kariyer sahibi olan zayıf insanlar,  çirkef ve ahlaksız zorbalardan korku ve endişe duyabilirler.

 Bundan dolayı Mehmet GÖRMEZ'IN F Gülen'e  bu mektubu göndermesi normal bir olay olarak görülmesi gerekir.

 Aslında bu mesele beni o kadar da  alakadar etmiyor.

 Esas olarak beni alakadar eden ve üzen tek şey,  kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığının  ne kadar Kur'an, ilim, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum, uydurma rivayet ve hurafelerin pençesinde   olduğudur.

İnsanın üzüldüğü şey,  kurum olarak doksan bin cami ve  yüz elli bin personelle milyonlara hitap eden  Diyanet'in bu akıl ve inançla hiçbir zaman Kur'an'ı bulamayacak olmasıdır. 

 Eğer Mehmet Görmezde  zerre kadar Kur'an bilgisi ve tevhid ahlakı olsaydı F Gülen'e böyle bir mektup göndermezdi.

 İŞTE O  MEKTUP.

"Ehli hadisin naçiz bir talebesi olarak bir grup genç âlimle  birlikte,  Resul-i Ekrem'in Nübüvvet mişkatından iktibas ile cem-i tebvib ile tasnif ederek şerhettiğimiz "Hadislerle İslam- Hadislerin Hadislerle Yorumu" eserini, şahsımda  dahil çağımız İslam nesillerinde büyük emekleri olan zât-ı âlilerinin (yüksek şahsiyetlerinin) yüksek ittilaına (yüce mezarlarına) ve tenkidatına ( tenkitlerine- kontrol etmelerine) arzetmekten şerefyâb olduğumu ifade eder, sıhhat, afiyet, uzun ömürler niyazıyla,

selam, hürmet ve muhabbetlerimi takdim ederim.

Mehmet Görmez,

İmza

Arkadaşlar!

Bu mektup bir çok internet sitesinde ve bazı tv kanallarında haber konusu oldu.

Fakat bu mektubu haber konusu yapanlar Kur'an cahili cübbeli Ahmet ve TGRT olunca  Mehmet GÖRMEZ'IN aleyhinde onlara destek vermemek için mektubu görmezlikten geldim.

Fakat ısrarla Kur'an'a dönmek istemeyen kurum ve kuruluşlarıda deşifre etmek zorundayız.

Bundan dolayı hakkın hatırı her şeyden yücedir diyerek bu utanç verici  mektubu paylaşmayı uygun buldum.

Mektuptaki şu cümleye çok takıldım. 

"Şahsımda dahil çağımız İslam nesillerinde büyük emekleri olan zât-ı âlilerinin yüksek ittilaına ve tenkidatına arzetmekten şerefyâb olduğumu ifade eder"

Özellikle Mehmet GÖRMEZ'IN, F Gülen'in hoşuna gidecek bir dil kullanması bana çok ilginç  gelmiştir. 

İşte Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olmanın kahredici  sonucu.

BU MİLLETİN GELECEĞİ TEHLİKE :  Kur'an''ı Mubin insanlık tarihinde neredeyse  bir kişi tarafından bile yaşanan uydurma  dinlerin hepsini ele almıştır.

Nuh (a.s) ın kavmi, İdris, İbrahim, İshak, Yakub, Yusuf, Musa, Şuayb, Hud, İsa, Muhammed (a.s) ın kavmi, Ashab-ı Kehf'in şirk ile mücadele etmeleri,  Ashab-ı Uhdud,un şirki,  İsrailoğulları, Belkıs'ın güneşe tapan milleti, Hıristiyanların teslis inancı, İsa'nın ilah ve Rab edinilmesi, Yahudilerin Üzeyri Allah'ın oğlu olarak kabul etmeleri,

Yine insanlık tarihinde evliya ve ilâhlara direk olarak  tapma.

İnsanların evliya ve ilahlarının  putlarına kulluk yapmaları.

Sabiilerin ve mecusilerin inancı.

Güneşe ve Ay'a tapınma.

Firavun'un kendini ilah ve Rab olarak dikta ettirmesi. 

Samiri'nin eritilmiş altından buzağı yaparak İsrailoğullarını ona taptırması.

 Yine Kur'an'ın, kadınlara, çocuklara, salma atlara, sağmal hayvanlara, yük yük altın ve gümüşe, bahçelere, aileye, aşirete, güzel evlere, ticaret mallarına Allah ve Resulün'den ve Allah'ın yolunda mücadele etmekten daha fazla değer verilmemesini ısrarla emretmesi .

Yani Allah  şirkin üzerinde o kadar önemle durur ki, neredeyse insanlık tarihinde bir kişiyi bile ihmal etmez,

Peki bütün bu gerçeklere rağmen, dört bakanlık bütçeye ve yüz elli bin imama sahip olan diyanet işleri başkanlığı şirkin tam merkezinde bulunan milyonlarca insanı neden görmez ?

Aklını, vicdanını, ruhunu, özgürlüğünü kiraya vermiş milyonlara  neden hakkı anlatmaz?

Diyanet işleri başkanlığı neden hâlâ Allah'ın apaçık âyetlerini gizlemeye çalışır?

Şirkini açık olarak ortaya koyan Cübbeli hakkında neden bir cümle bile söylemez?

İlah, evliya rab ve gavs olarak görülen uydurma mabudları neden görmez ?

Diyanet, Kur'an'ın tevhid akidesine verdiği değerin milyonda birini bile niye görmez  ?

BU ÜMMETİN DÜNYA VE AHİRETİNE YAZIK DEĞİL Mİ?

 KUR'AN'SIZ DİN 

(24.YAZI) 

Diyanette 25 yıl görev yaptığım için biliyorum. 

Önemli bir devlet  kurumuna iftira etmekten Allah'a sığınırım

Bazen Ankara'dan başkan, başkan yardımcıları, akademisyenler ve müfettişler gelip müftülük konferans salonunda görevlilere özel konuşmalar yaparlardı.

Bu konuşmaların hiçbirinde Kur'an'ı anlama, aklı kullanma, tefekkür ve  sorgulama ile alakalı olmazdı.

 Konuşmalar ve direktifler genellikle "Halkın razı edilmesi, şikayetlerin olmaması, görevin hakkıyla yerine getirilmesi" ile ilgili olurdu.

Yani bu konuşmacılar.

  "Arkadaşlar! Allah elçilerinin yaptıkları gibi, sizde  sadece hakkın  tercümanı olun, insanlara  yalnız doğruları anlatın, millet isterse rahatsız olsun, halk  şikayet etsin, önemli olan doğru olandır" demezlerdi. 

Diyanet (Ankara) gününü gün etme peşinde koşar.

 Hiçbir zaman Kur'an ilimlerini kendine dert edinmez.

 Diyanet, on üç  asır önce uydurulmuş Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininin Hanefi mezhebinin ictihadlarını tebliğ etmeyi tek görev olarak belirlemiştir.

 Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilginç  bir ahlakını da söylemeden geçmek olmaz.

  Diyanet İşleri Başkanlığı (Ankara) büyük bir kibir ve korkunç bir gurura sahiptir.

Yani ilim ve fikir bakımından Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin  kaynaklarındaki rivayet ve ictihadlar   haricinde hiçbir görüşü kabul etmez.

 Diyanet İşleri Başkanlığı o kadar hantal ve gerici bir yapıya sahiptir ki,

7 Şubat 2012 MİT krizi, 17/25 Aralık 2013 hükümete karşı darbe girişimi, 2014 MİT'E ait tırların durdurulması, 

15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi dahil olmak üzere fetö aleyhinde tek bir cümlesi olmamıştır. 

Kur'an'a en yabancı, islam dinine en aykırı tevhid akidesine en düşman olan Fetö yapılanması ve fikirleriyle   alakalı bir çalışması, bir raporu, bir yazısı bile bulunmamaktadır.

 Diyanet İşleri Başkanlığı(Ankara)  uydurma hadis dininden kendini kurtarıp Kur'an'ı tek rehber ve  kaynak olarak almadığı sürece bu yobazlığın  cenderesinde erimeye devam edecektir. 

Yıllardan beri Diyanet'in çıkarmış olduğu yayınları ansiklopedisinden takvimine kadar bütün eserlerini okudum.

 İnsanları yeniden düşündürecek, hayret ettirecek ilmi hiçbir eseri olmamıştır.

 Hep hurafe, gelenek, uydurma, ezber ve 1300 seneden beri tekrar edilip gelen Ehli Sünnet âlimlerinin değersiz bilgileri.

 UYDURMA  DİNDE  SİSTEM  ŞÖYLE  KURULMUŞTUR.

Emevi- Abbasi- Osmanlı Ehli Sünnet dini, Suudi Arabistan,

Diyanet İşleri Başkanlığı, Nurculuk, Süleymancılık, diğer cemaatler ve tarikatlar.  

HALBUKİ  İNDİRİLMİŞ  VAHİY  DİNİNDE  SİSTEM  ŞÖYLE  KURULMUŞTUR.

 "Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü'de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her  kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"

 (Âli İmran, 101)

 SİSTEM

"Allah'ın ayetleri, âyetleri okuyan Elçi (Resul) Allah'a bağlanma, sırat-ı müstakim (dosdoğru yol)

Sonuç:

 Bir toplumda ilahi  sistem hakim olmayınca şirkin ve küfrün yolu açılmış olacaktır.

Dolayısıyla Eğer Diyanet,  Emevi-Abbasi Devleti'nin uydurma din anlayışını  değil de Kur'an ve tevhid  Devleti'nin diyaneti olsaydı,  Fetö diye lanetli bir doğum meydana gelmeyecekti.

 Fetö gibi  hurafeci, acımasız ve  kahredici bir terör örgütünün bu topraklarda  neşvünema bulması Diyanet'in gerici ve  yobaz anlayışının bir eseridir.

 Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an medeniyetine yol verseydi böyle ahmak cahillerin ortaya çıkmasının önüne geçmiş olacaktı.

 Diyanet'in (Ankara)

 yobaz imamı

(Kur'an ehli muvahhid imamları tenzih ederiz) babaları tarafından katledilen 2 ve 3 yaşındaki masum yavrular için bile cemaatten helallik istemiştir.

 Benim  Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan yana hiçbir umudum yoktur.

 Beynini, zihnini, ruhunu ve aklını Şafi'ye Ahmet b. Hanbel'e, Buhari'ye, Malik b. Enes'e kiraya veren ile, F Gülen'e, Mahmud'a ve  Menzil'e kiraya veren  arasında ne fark vardır?

26 Eylül 2020 Cumartesi

 HELAK OLAN KAVİMLER :

Kur'an'a baktığımızda şirk,sapıklık ve isyanlarından dolayı cezalandırılmış bir sürü milletle karşılaşırız.

Şirk ve zulümlerinden ötürü tufanda boğulan Nuh (a.s) ın kavmi.

Evliya ve ilahların putlarına taptıklarından dolayı helak olan İbrahim (a.s ) ın kavmi.

 Kendisini ilah ve Rab ilan eden Firavun ve ona kulluk eden milletinin boğularak yok olması.

Ticaret hayatında adil olmayıp, sosyal dengesizlikler meydana getirdiğinden dolayı Şuayb (a.s)ın helak olmuş müşrik Medyen ve Eyke halkı.

Şirk ve isyanları yüzünden korkunç bir kasırga ile mahvolmuş Hud (a.s ) ın Âd kavmi.

 Salih (a.s) ın  Semud kavmi.

Şirk ve sapıklıklar içinde boğazına kadar batmış Lut ( Aleyhisselam ) ın kavmi.

Ahlaksızlık ve adaletsizlik, Allah'ın apaçık âyetlerini inkâr eden, dini rant yapan İsa (a.s )ın kavmi İsrailoğulları.

Ashabı Uhdud, Ashab-ı Kehf'in kavmi, bahçe sahipleri,

Malı, hazineleri ve sarayı ile birlikte yerin dibine batırılan Karun.

Firavun'un veziri Haman, din adamı Belam.

Daha bir çok ayette anlatılan zalim ve müşrik  kavimlerin korkunç akıbetleri.

Şirk, hurafe, iftira, uydurma, yalan, sınav sorularını çalma, emek  hırsızlığı, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, olduğu gibi görunmeme, göründüğü gibi olmama, takiyye yapma, casusluk, insanların ayıp ve kusurlarını araştırma, kendi cemaatinden başka hiçbir cemaata değer vermeme,

Kafir ve Müşriklere karşı yumuşak, inananlara karşı her türlü oyun ve entrika kurma.

Milletinden topladığı himmetleri düşmana peşkeş çekme,

İslam'ın en büyük düşmanına iltica etme ve orada barınma.

Allah'ın düşmanlarını dost edinme.

Ümmetin binlerce zeki çocuğunu cahil ve ahmak yapma.

Üzerine vazife olmayan işlerle uğraşma, her türlü tuzak ve hile ile milyonlarca insanın hayatını tahrip etme.

Ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarını felç etme.

Daha bunlar gibi bir çok kötü fiillerden dolayı dünyada ve ahirette helak olmayı hak

eden, ahmak, müşrik, zalim, ilim ve teknoloji çağında aklını kiraya vermiş dünyanın en akılsız ve Kur'ansız fetö'nün kavmi.

Tarihte fetö ve kavmi kadar dünyaya  ve güce tapan bir kavim gelmemiştir. 

Tüm helak olan milletler için Kur'an'ı Mübin'de yüce Allah Şöyle buyuruyor.

 "Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde, Allah ile beraber taptıkları ilahları, onlara hiç bir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı. Rabbin, zulmeden milletleri yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle şiddetlidir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir,pek çetindir"

( Hud- 101, 102 )

 FETÖ NEDEN KORKUNÇ BİR ÖRGÜTTÜR ?

Eğer terör örgütü Fetö 15 Temmuz darbesinde ülkeyi

ele geçirseydi, artık muvahhidlerin,  Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, sorgulama ve tefekkür ile hiçbir işleri  olmazdı. 

Ülkemiz yüzyıllar boyu sürecek yeni  bir ortaçağ karanlığına mahkum olacaktı. 

Kur'an ehli muvahhid ve özgür insanların bu vatanda yaşama imkanları kalmayacaktı. 

Özgür insanlar, mazinin kötülüklerini  sorgulama ve eleştiri haklarını kaybedeceklerdi.

Muaviye, Yezid, Haccac, Mervan başta olmak üzere Emevi- Abbasi  Ehli Sünnet dininin yalanlarını reddetme aklımızın ucundan geçemezdi.

Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace gibi uydurma hadis kaynaklarındaki yalanlara  karşı gelme cesaretini kaybedecektik.

Ölülere kur'an okuma hurafesine, mevlit yalanına, tarikatların ahmaklıklarına, mezheplerin saçma sapan ictihatlarına, Muhammed (a.s) a salavat çekme uydurmasına ve bunlar gibi yüzlerce hatta binlerce hurafe ve yalanın hiç birisine karşı gelemiyecektik.

Eğer işgal gerçekleşmiş olsaydı, 

16 Temmuz tarihinden itibaren  Tarikatlar ve Cemaatler F Gülen'i büyük bir heyecan ve zevkle halife-i ruyi zemin, emiral -mü'minin ilan edereklerdi. 

 Kur'an ehli muvahhidler ise ya başka bir diyara hicret etme zorunda kalacak veya zindanlarda çürümeye terkedileceklerdi.

 Dolayısıyla 15 Temmuz darbesine "planlı" diyenler, ya fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değillerdir.  

Veya fetö ile gizli bir anlaşma içindedirler.

Fetö'yü tehlikeli bir örgüt olarak görmeyen ve onlarla işbirliği içinde olanlara Allah fırsat vermesin.

 KUR'AN'SIZ DİN 

(22.YAZI))  

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an'ı hatim yapma kampanyaları düzenlemekle Kur'an'ın geliş amacını saptırmakta, hakkı batıl olana karıştırmakta, Allah'ın mesajının anlaşılmasını engellemekte ve âyetlerin üstünü karanlık bir cehaletle örtmektedir.

   KUR'AN'IN GELİŞ AMACI

"Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet ve öğüttür"

(Âli İmran-138)

"Allah size İşte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikatı anlayasınız"

(Bakara-242)

"...Ayrıca bu kitab-ı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"

( Nahl-89)

"De ki: Onu, mukaddes ruh, iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"

(Nahl-102)

"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"

(Nisa-174)

"...Sapıtmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah herşeyi bilendir"

(Nisa-176)

"Onlar Kur'an'ı düşünüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"

(Muhammed-24)

"Ey Resul! Sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"

(Sâd-29)

"İman edenlerin Allah'ı anma ve  ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilen (Yahudi ve Hiristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu  yoldan çıkmış kimselerdir"

(Hadid-16)

"İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"

(İbrahim-52)

Kısacası Kur'an'ın indiriliş amacını anlatan yüzlerce âyet vardır.

Fakat Diyanet İşleri Başkanlığı,  Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin kaynaklarındaki rivayetleri dinde tek kaynak olarak kabul ettiğinden dolayı Allah'ın kitabına ihanet etmekte ve onun manasının anlaşılmasını imkansız hale getirmek için elinden gelen herşeyi yapmaktadır.

Dolayısıyla şu âyetlerin muhatabı olmaktadır.

"İnkar edenler (hakkın üstünü örtenler) Sakın ha bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken propaganda yapın. Umulur ki sesini bastırırsınız, dediler"

(Fussilet-26)

"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"

(Bakara-159)

"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir.

 Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır.

Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel  olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"

(Bakara-174,175)

"Allah, kendilerine kitap verilenlerden, " Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"

(ÂLİ İmran-187)

"Kendisine Rabbinin âyetleri  hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına  engel olan bir ağırlık,  kulaklarında sağırlık  verdik.  Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"

(Kehf-57)

"Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerde ki:  Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi?

Arap olana yabancı dilden kitap olur mu? De ki: O,  inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve  şifadır.

(Ona)  inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. Sanki onlara  uzak bir yerden bağrılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar)"

(Fussilet-44)

PEKİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KUR'AN'I NASIL VE NEREDE KULLANIYOR?

      T. C   Cumhurbaşkanlığı-

     Diyanet İşleri Başkanlığı

Sayı: 757 18882- 210. 99- E 300015

Konu:   Hatim Okunması

Dağıtım Yerlerine

Yeni coronavirüs (Covid-19) ülkemizde yayılmasına engel olmak, hastalıktan korunmak ve etkilerini en aza indirmek için ülke genelinde bir dizi tedbir alınarak vatandaşlarımıza evlerinde kalmalarının  tavsiye edildiği bir süreçte başkanlığımızca vatandaşlarımızın dini ve manevi duygularını güçlendirmek amacıyla çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Bu kapsamda ülke genelinde haftalık hatim okuma kampanyaları  düzenlenecek ve okunan hatimlerin duası Diyanet TV'de her hafta perşembe akşamı yayınlanan "Cumaya Doğru" programında yapılacaktır.

 Bu itibarla İmam- Hatip, müezzin- kayyım ve  Kur'an Kursu öğreticilerinin vatandaşlarımız arasında koordinasyonu sağlayarak her hafta en az birer hatim okumalarının  sağlanması hususunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.

 Bünyamin Albayrak

 Başkan adına.

 Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü Dağıtım 81 il Valiliğine (il müftülüğü)ne

Halbuki Kur'an'ın hatim yapılması ile ilgili tek bir âyet mevcut değildir.

Tam aksine Kur'an'ın anlaşılması, üzerinde düşünülmesi ve kavramlarının çözülmesi yani bağlam ve bütünlüğünün ortaya çıkarılması ile ilgili yüzlerce âyet vardır.

24 Eylül 2020 Perşembe

 HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? 

(29. YAZI ) 

Ne yazık ki bugün,"İslam "diye halka dayattıkları din, özellikle Emevi döneminden başlayarak daha sonra Abbasiler döneminde sonuca ulaşan uydurma hareketinin ürünleri ile doldurulmuş Kur'an'dan başka her inanç ve ameli içinde barındıran bir yapıdan ibarettir. 

Bu "islam" Emeviler'in ve Abbasiler'in reforma uğrattığı bir Emevi ve Abbasi"dinidir" Emeviler  ve Abbasiler tarafından yapılan reform, dini zorlaştırma, tevhidi karartma, insan fıtratı ile çatışır hale getirme, kadınları ilimde ve fikirde yok sayma ve toplumdan soyutlama şeklinde dizayn edilmiştir.  

Bu ilaveleri yapan Kur'an cahilleri  dinin kaynağı olduğunu iddia ettikleri yüzlerce hadis ve fıkıh kitapları ile dini bozmuş ve dejenere etmişlerdir. 

Dini dejenere eden bu tarihi sürecin en baştaki basamaģı zalim Emevi devletidir.

 Zirvesi de kardeş katili Osmanlı imparatorluğu'dur. 

Bu dönemi inceleyen Kur'an ehli, muvahhit ve şuurlu bir müslüman din diye uydurulan hadislere ve onların üzerine inşa edilen  mezheplere neden güvenilemeyeceğini rahatlıkla anlayabilir. 

Bundan önceki bölümlerde Allah Resulü'nün dinde tek kaynak olarak Kur'an'ı bıraktığını ilk dört halifenin de Kur'an dışında bir kaynak ya da herhangi bir yol  oluşturmadıklarını görmüştük. 

Emevi, Abbasi ve Osmanlı saltanatı döneminde belki olumlu şeylerde yapılmıştır. 

Fakat Kur'an'ın anlattığı dinin dejenere edilmesinde bu dönemin katkısı korkunç olmuştur. 

Bu yüzden fanatik mezhepçiler tarafından örtbas edilen bu dönemin akılsızlıklarını bilmek akıllı insanların hakkıdır. 

Hadisler ilk kez işte bu dönemde yazılmaya başlandı. 

Fakat bu yazım işleminde hadisler, kıssalar, efsaneler, hikayeler, görüşler, vecizeler, atasözleri, gelenekler ve kültürler birbirine karıştırıldı. 

Emeviler döneminde hadislerin uydurulmaya başlandığı bilinse de bu dönemden elimize geçen bir hadis kitabı yoktur. 

Ehli Sünnet dininde,Kütübü Sitte(altı hadis kitab-ı )daha sonra Abbasiler döneminde yazılmıştır. 

Bu dönemde toplanan rivayetlere Emeviler'in köprü, hatta kaynak olduğunu bilmeliyiz. 

Hadisler Emeviler döneminde  uyduruldu Abbasiler döneminde yazıldı, Osmanlı Devleti döneminde   hayata hakim kılınarak gerçek din olarak dayatıldı. 

Abbasiler döneminde üretilen ek uydurmalarla bu rivayetler  birleştirildi ve hadis diniyle öldürücü din  ortaya çıktı. 

Şimdi gelin biraz vicdanla ve ilimle konuşalım. 

Kur'an kendisinin yeterli olduğunu yüzlerce ayette anlatırken, Allah Resulü (a.s) hiçbir sözünün yazılmasına müsaade etmezken, dört halife döneminde de aynı hassasiyet gösterilirken, Allah Resulünün  torunlarının katillerinin  döneminde temeli atılan hadis ve ardından oluşturulan ictihat ve mezheplere mi? 

Yoksa sadece Allah'ın kitabına  mı itibar edelim? 

Allah'a sonsuz şükürler olsun ki dinimiz için tek başına Kur'an yeterli bir kaynaktır.  

Emevi taraftarı ve hayranı Ebu Hureyre'nin, Buhari'nin  ve Ahmet bin Hanbel'in yalanlarına  ihtiyacımız yoktur.

Özellikle Yahudilikten İslam'a geçenler,  dinlerinde bulunan birçok hikayeyi, uydurmayı, efsaneyi "hadis" adı altında İslam dinine  taşıdılar. 

Bu hanif dinin saflığını bozmak için yaptıkları bilinçli bir operasyondu görüşü hakim olsa da, eski adetlerinden, eski dinlerinden ve inançlarından kurtulamayıp kendilerince katkı sağlamak için  yaptıkları da düşünülebilir. 

İbni Haldun mukaddime adlı eserinde konuyla alakalı şu açıklamaları yapar.

 "Araplar ne kitap ne de ilim ehlindendiler. 

Onlara hakim olan yaşam tarzı bedevilik ve cahillikti. 

Uydurma hadislerin piyasasının zirvede olduğu dönemlerde Kur'an pek bilinmiyordu. 

Kavramların anlamı değiştirilmiş, Kur'an'a ulaşmak imkansız hale gelmişti. 

 Yaratılışın esrarı, kainatın durumu vs, konularda birçok şeyi öğrenmek istediklerinde bunu kendilerinden önce kitap verilenlere sorarlar ve bu konularda onlardan istifade ederlerdi. 

Bunların aralarında Ka'b el Ahbar ve Vehb İbni Munebbih vardı. 

Hadis nakilli tefsirler bu tür kişilerden yapılan nakillerle dolmuştur. 

Âlimler  bu hususta taklide saparak gevşek davranmış ve eserlerini  bunların nakilleriyle doldurmuşlardır"

 KUR'AN'SIZ DİN 

(21.YAZI )

Kur'an ehli muvahhidler için her şeyden daha önemli olan bir görev vardır.

Aslında bütün elçilerin gönderiliş amacı da bu kutsal görevdir.

Bu görev din ve  hüküm olarak Allah'ın indirdiği âyetlerden başka hiçbir kaynağın olmadığına iman etmektir.

Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynağa iman etmek şirktir. 

Çünkü Kur'an'ın en önemli konusu ve en değerli ilkesi budur. 

Bu ilke ile ilgili yüzlerce âyet mevcuttur. 

Dolayısıyla "Daha Resul( a.s) hayatta iken kendisine indirilen vahiy ile din Allah tarafından  tamamlanmıştır..." 

( Maide- 3; En'am- 115) 

"Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen vahyi tebliğ vermişlerdir..." (Maide- 117; Araf- 62, 67, 68; Nahl-35; Maide- 99) 

"Allah'ın elçileri sadece vahye tâbi olmuşlardır..." (Yunus- 15-49; Enam- 106; Yunus- 109)

 "Allah'ın elçileri yalnız indirilen vahiy ile  insanları uyarmışlardır..." (Kaf- 5; Enam- 51; Enbiya-45)

Çünkü din ve hüküm olarak tek uyarı  kaynağı Kur'an'dır..."

(Yasin- 5,6; Furkan- 1; Kehf-1, 2, 3, 4; Ahkaf-12; Fussilet- 1,2 3,4,5,)

"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir esere iman edilmez..."

( Casiye- 6; Mürselat- 50)

 "Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kabul etmez..."( Kehf- 26; Yusuf- 40; Şura- 10) "Nebi  adına uydurulan bütün hadisler yalandır..." (Lokman-6)

"Hadisler, sünnet! adı altında en büyük şirk  kaynaklarıdır..."( Kasas-87; İsra- 73, 74, 75 )

"Allah, vahiy ve resulden başka hiçbir kaynağa itaat edilmez.

Kısacası din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın  olmadığı ile alakalı yüzlerce âyet vardır. 

 Fakat Nebi ile Resul arasında bulunan  onlarca farktan, Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünden, Kur'an'ın sisteminden, kitap ve hikmet'in hangi anlama geldiğinden haberi olmayan Emevi- Abbasi Diyanet İşleri Başkanlığı din işleri yüksek kurulu,  Kur'an'a karşı içinde bir çok aykırılıklar barındıran  şu hutbeyi okutmuştur.

İşte size  baştan sona kadar hurafe ve yalan, iftira ve  çelişki aynı zamanda Kur'an'ın inkar edilmesine ve hakkın gizlenmesine yönelik anlamsız bir beynin ürünü olan söz konusu hutbe: 

 "KUR'AN ve SÜNNET BİR BÜTÜNDÜR" 

"Aziz Müminler!

"Okuduğum  âyet-i kerimede Cenabı Hak şöyle buyuruyor.

"Kim Allah'a ve "peygambere" itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"

( Nisa- 69)

 Yukarıdaki âyetin meali baştan sona kadar sorunludur.

Âyetin gerçek meali şöyledir.

"Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse,  işte onlar Allah'ın nimetlendirdiği Nebi'ler, sıddıklar, şâhitler  ve salihlerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır"

 Kur'an hiçbir yerinde "Nebi"ye veya  "Muhammed'e itaat edin" emri yoktur.

 Resul( a.s) Allah tarafından indirilen vahyi  tebliğ ettiği için sadece ona ittiba ve  itaat emredilmiştir.

Aslında vahiy ile Resul' vahiy arasında hiçbir fark yoktur.

 Resul hayatta olduğu sürece elçi sıfatıyla  konuşan Kur'an'dır. 

Vefat ettikten sonra onu sadece Kur'an ve Kuran'ı tek kaynak kabul eden vahiy  ehl-i muvahhidler temsil eder.

Diyanet'in hurafe  hutbesi şu şekilde devam ediyor. 

"Okuduğum hadisi şerif'te Resulü Ekrem(s.a.v) şöyle buyuruyor.

"Sözün en güzeli Allah'ın kitabıdır, rehberliğin en güzeli  ise Muhammed'in rehberliğidir..."

Ehl-i Sünnet dininin  bu meşhur rivayeti Allah Resulü'ne büyük bir  iftira ve tevhid dini olan  İslam'a hakarettir. 

 Çünkü Allah'ın indinde değerli olan Muhammed değil, vahyi tebliğ eden Resul'dür. 

Yani Muhammed (a.s) Allah'ın Resulü olduğu için değerlidir. Vahyin haricinde Muhammed'in hiçbir şeyi değerli değildir. 

Kur'an'ın hiçbir âyetinde risâletten bağımsız olarak  Muhammed (a.s) övülmez. 

  Kur'an'ın dininde Muhammed değil, risâlet yani elçilik önemlidir.

 Hatta Nebiler bile Allah'a karşı yapmış oldukları  hatalardan dolayı birçok âyette sert bir şekilde eleştirilmişlerdir. 

( Tevbe- 113; Tahrim-1; En'am-35; Hud-46;Âraf-22)

Fakat görevleri sadece vahyi tebliğ eden Resuller (aleyhimusselâm) risâlet misyonunda asla  hata etmezler.  

Bu yüzden Kur'an'da Resul'e mutlak itaat emredilmiştir. 

(Nisa-80)

 Dolayısıyla Ehl-i Sünnet'in rivayetlerinde geçtiği gibi Muhammed'in rehberliği olmaz.

Sadece Allah'ın hidayeti, vahyin ve Allah Resul'ünün rehberliği vardır.

 Hutbeyi okumaya devam ediyoruz.

 "Muhterem müslümanlar!

"İnsanoğluna karşı çok merhametli olan Rabbimiz, onu  dünya hayatında yalnız ve desteksiz bırakmamıştır. Kullarına doğru yolu göstermek üzere "peygamberler" göndermiş, hidayet rehberi kitaplar indirilmiştir..."

 Kıymetli Müminler! 

 Kur'an'ı Kerim Allah tarafından bütün insanlığa  gönderilen son ilahi kitaptır.

 Cenabı Hakk'ın sözü, kelamıdır.

 Okunması ibadet olan bir kitaptır..."

 Diyanet işleri başkanlığına göre Kur'an, üzerinde tefekkür edilmesi ve anlaşılması gereken bir kitap değildir.

 Hutbeyi okumaya devam ediyoruz.

 "Muhterem Müminler! 

Sünnet, sevgili "peygamberimizin" hayat tarzı, sözleri, fiilleri ve onaylarıdır. 

Kur'an bize imanı ve yalnızca Allah'a kul olmayı öğretmiş; sünnet, iman hakikatlerini öğretmiştir. 

Kur'an, bize imanımızın gereği olan ibadetleri emretmiş;  sünnet, bu ibadetleri  nasıl yapacağımızı göstermiştir. 

Kur'an, bize güzel ahlakı emretmiş; sünnet ise erdemli bir hayata model olmuştur"

Yani Diyanet İşleri Başkanlığı'na göre yüce  Allah eksik ve yetersiz bir din göndermiş Nebi (a.s) ise söz ve hareketleriyle bu dini tamamlamıştır. 

Dolayısıyla Ehl-i Sünnet'in mensubu Diyanet İşleri Başkanlığına göre Nebi (a.s) dinde Allah'ın ortağıdır. 

Hutbeye devam 

 "Değerli Müslümanlar!

 Peygamber Efendimiz (s.a.v),  âlemlerin Rabbinden aldığı vahyi insanlara hem tebliğ etmiş hem de  açıklamıştır.  

Onun güzide yaşantısı, Allah'ın rızasına uygun yaşayan iyi bir Müslüman için önümüzdeki en güzel örnektir. 

Şu geçici dünyada ve kalıcı ahiret yurdunda huzura ermek istiyorsak, tek çaremiz "Peygamberimizin" sünnetine uymak, onun gibi yaşamaya,  onun gibi düşünmeye ve  onun gibi davranmaya çalışmaktır.

 Kur'an'ı Kerim'de bu durum şöyle ifade edilmiştir. 

"Andolsun,  Allah'ın Resulünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır"

(Ahzab-21)

 CEVAP:

Halbuki Kur'an Allah tarafından hem tasrif, hem tafsil, hem tefsir hemde tebyin edilip detaylı bir şekilde ortaya konmuştur. 

Yani Nebi (a.s) ın Kur'an'ı tefsir etme manasında açıklama hakkı bulunmamaktadır. 

Resülün onu okuma ve duyurma yani ilan etme anlamında açıklama görevi vardır. 

Çünkü Kur'an'ın kendisi bir beyan (Âli İmran-138; Nahl-89; ve bir tebliğdir. (İbrahim-52)

Dolayısıyla Şia ve Ehli  Sünnette, üzerine dinin bina edildiği hadisler,  dünyanın en karanlık, vahşi, katliamcı ve  karanlık  sözleridir.

Hadisler, savaş, kargaşa, terör, cehalet, ihtilaf, tefrika, taklit, bağnazlık ve şirkten başka bir şey  doğurmamışlardır.

Hadislerin büyük çoğunluğu zulüm ve  küfür metinlerdir.

Allah'ın bize tek emri,  sadece mesajına  yani kitabına tabi olmaktır.

( Araf-3; Enam- 153, 155; Zümer- 55)

 Dolayısıyla Kur'an ne diyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı tam tersini söylemiştir. Kur'an, hayatı âyetlerde anlatılan Resul'ü örnek  vermiştir.

Dolayısıyla iman edenlere örnek olan Nebi ile Muhammed değil,  Kur'an'da bulunan  Resul'ün hayatıdır. 

 Kur'an'da Nebi ve resul vardır.

Kur'an'da Muhammed'in örnekliği ve  hayatı yoktur.  

Kur'an'da, Mekke vatandaşı olan  Muhammed (a.s) la ilgili  hiçbir şey değerlendirilmez. 

Mekke müşrikleri ile Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri arasında inanç ve ahlak bakımından büyük bir benzerlik mevcuttur. 

Her iki grup Resul olan Muhammed ( a.s) a değil, Kur'an'dan koparılmış Mekke vatandaşı Muhammed'e itibar etmişlerdir. 

Dolayısıyla aynen Mekke müşrikleri gibi Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerini Allah'ın Resulü olan Muhammed ( a.s) hiçbir zaman ilgilendirmemiştir.

Hutbe şöyle devam ediyor. 

Kıymetli Müslümanlar! 

"Resul'i Ekrem Efendimiz, ona  "peygamberlik" görevi veren Rabbimizin kontrolu  altında yaşamış bir insan olarak kimi zaman en küçük bir hata işlediğinde bile Rabbimiz tarafından hemen uyarılmıştır.

Kur'an'ın ifadesiyle "Peygamberimiz" (sav)  asla heva ve hevesine göre konuşmamış, vahye  uymuştur.

 Ashab-ı Kiram onun mubarek sözlerini ve davranışlarını  büyük bir dikkatle izlemiş ve derin bir hassasiyetle genç kuşaklara aktarmıştır.

 CEVAP 

Böyle cehalet olamaz  

Hutbede "Peygamberimiz (s.a.v)  asla heva ve hevesine göre konuşmamış vahye uyumuştur. Ashabı  kiram onun mübarek sözlerini ve davranışlarını büyük bir dikkatle izlemiş..." deniyor. 

Kur'an'a tâbi olanın sözleri ve davranışları olur mu?

Aslında Allah Resulü'nün heva ve hevesin göre konuşmadığını ortaya koyan söz konusu âyetin tam olarak meali şöyledir.

( Ey Mekke müşrikleri!) Resulümüzün size okudu şeyler, ona ait olmayan, Allah tarafından kendisine indirilen vahiy'den başka bir şey değildir. 

 Ona iftira ederek yalan söylemeyin, elçimiz size sadece vahyi okuyor ve onu tebliğ ediyor.  

 Onun söyledikleri ona ait olmayan Allah'ın sözleridir. 

 Hutbe şöyle devam ediyor. 

"Kur'an ve Sünnet ayrılmaz bir bütündür. 

Dinimizin esasını teşkil eden Kur'an'ı, "Peygamberimizin" sünnetinden ayrı düşünmek imkansızdır. 

Kur'an ile sünneti arasında mesafe koymak, Kur'an bize yeter diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak,  Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgiler hakkında şüphe uyandırmak,  iyi niyetten uzak büyük  bir vebaldir.  

Zira Kur'an'a iman eden Müslüman toplumların geleneği sünnetle yoğrulmuş, İslam medeniyetinin temelleri  Kur'an ve Sünnet üzerine kurulmuştur. 

 Nitekim "Peygamber" efendimiz (s.a.v) veda  hutbesi'nde şöyle buyurmuştur.

 "Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız  sürece asla şaşırmazsınız. 

 Bunlar; Allah'ın kitabı ve "Peygamberinin"  sünnetidir"

Esas olarak Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah Resulünü Kur'an'dan koparmakla en büyük şirki ve küfrü irtikap etmişlerdir. 

Şiilik ve Sünnilik, Allah Resulü adına  iftira edilmiş iki uydurma dinin adıdır.

23 Eylül 2020 Çarşamba

 ALLAH'A GİDEN YOL  MÂBETLERDEN GEÇMEZ. 

 Aslında insan, yüce Allah'ın ahlakını taşıyabilecek bir formatta yaratılmıştır.

Yani insanın fıtratında hiçbir sorun yoktur. 

İnsanın fıtratına yerleştirilen ve evrensel ahlakın şiddetle  benimsediği adalet, eşitlik, haklıdan taraf olmak, merhamet, cömertlik gibi duygular bu gerçeği ortaya koymaktadır. 

Dünyada bunca sorun yaşanıyorsa, bakmak ve korumak ile yükümlü olduğumuz insan tabiatını ve doğal dengeyi  göz ardı ettiğimizden dolayıdır. 

"İnsanların bizzat kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattıracak; belki de tuttukları (kötü yoldan geri) dönerler"

(Rum-41)

İnsanlar arasında sağlıklı bir iletişim için sevgi, eşitlik ve merhamet ortamının gelişmesi gerekiyor. 

Bu sorumluluk yüce Allah tarafından tamamen insana yüklenmiş bir görevdir.

İnsanın manevi dünyasını imar eden vahyin terk edilmesi sonucunda insanın  yüreğinde büyük bir kuraklık baş göstermiştir. 

Ve bu kuraklık yüzünden insanlar birbirini dışlıyor. 

Aslında temiz fıtrata sahip olan bir insanın huzur duyacağı  refah ve zenginlik değil, başka bir insanın sevgi ve merhamet dolu olan yüreğidir.

 Onun için kanunların verdiği haklar önemli olmakla beraber, asıl olan kişinin yüreğinde insanlara yer vermesidir.  

 Hangi dinden ve inançtan olursa olsun ümmi insanlara karşı yüreklerde  merhamet ve sevgi yer ederse, dünya malı olarak  kendilerine ait olan her şey diğerlerinin sayılır.

"Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiye (huzur-refah-mutluluk) eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir"

(Âli İmran-92)

 Fakat ümmi insanlara karşı yürekte sevgi ve merhamet yoksa, hiç bir şey insanı huzur ve mutluluğa götürmeyecektir. 

Özlemini çektiğimiz adalet, eşitlik,  merhamet ve sevgi gibi güzellikler neden yoktur?

 Bu iki tür insandan  kaynaklanmaktadır. 

 Birisi: Hidayeti sapıklığa, dini dünyaya satan aşağılık din adamlarından, diğeri iktidar ve hakimiyeti her şeyin üstünde gören gururlu ve  kibirli siyaset adamları yüzündendir. 

Din adamları insanlara doğruları  söylemiyorlar, siyasiler de devletin imkan ve kabiliyetini yandaşlardan yana kullanıyorlar. 

Böylece adalet ve barış, güven ve istikrar, hak ve istikamet ortamı yok oluyor. 

  Aslında Allah'ın ahlakında barış var, sevgi var, adalet var, merhamet ve eşitlik vardır.

"Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" O, merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı..."

(En'am-12)

 Rahmân ve Rahim olan Allah  kendine ait olan bu ahlaki güzelliklerinin tohumlarını insanın fıtratına yani yüreğine ekmiştir. 

 Fakat ihtiras ve cehaletine yenik düşen insan Allah'ın yüreğine  ektiği  merhamet, sevgi, barış, eşitlik ve adalet tohumlarını sulamayı bilemedi.

Din adamları, camilerde, kiliselerde,  havralarda insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme görevini üstlendiler. 

 Dünya hâlâ güzelleşmemişse  böyle din adamları ve  böyle devlet adamları yüzündendir. 

 Görevini hakkıyla yapan, doğruları anlatan, dünyayı güzelleştiren, sevgi ve merhamet tohumları eken insanlara ihtiyaç vardır.

"Sizden önceki toplumlarda insanları kötülüklerden alıkoyması gereken bir grubun olması gerekmez miydi? Onlardan pek azı müstesna kimse bu görevi yapmadı. Zulmeden (büyük çoğunluk) kendilerine verilen zevk ve saltanatın peşine düştüler..."

(Hud-116)

Onun için aklını kullanan, sağlam iradeli, özgür düşünceli insanlara selam olsun. 

 Ama sadece aklı kullanma, sağlam irade, özgür düşünce mutlu olmak için yeterli değildir.  

Onlarla birlikte sevgi dolu bir yürek de olmalıdır. 

 Yoksa kaos ve kargaşa, zulüm ve istibdat olacaktır. 

 Devleti idare eden siyasetçi sevgi dolu bir yüreğe sahip değilse adaletsiz olur. 

Din anlatan bir din adamı sevgi dolu bir yüreğe sahip değilse merhametsiz olur. 

 Bu yüzden insanlara karşı yüreği  merhamet ve sevgi ile dolu olmayan insan,  Allah'a karşı sevgi besleyemez.

 Kur'an'ın penceresinden baktığımızda, Allah'a giden yol camilerin, kiliselerin, havraların  içinden, namazdan, oruçtan, geçmiyor.

Vahiy'siz ve İbrahim'siz hac ve Umre'den Allah'a ulaşmak mümkün değildir. 

Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace ve Kâfi'nin  hurafelerinden Allah'a giden bir yol yoktur. 

Mekke ve Medine'den de, Kudüs ve Vatikan'dan da Allah'a giden bir yol yoktur. 

Allah'a giden yol, tevhid ve infaktan, sevgi ve merhametten, fakir ve gariban  insanların yüreğinden geçiyor.  

insanların acılarına ve ızdıraplarına  ortak olmak,  insanların gözyaşlarını silmekten, eşitlikten ve  paylaşmaktan geçiyor. 

Bunu yapamıyorsak bizim din anlatmamızın bir önemi yoktur. İmanımızın da Allah indinde bir değeri olmaz.

 "HADİSLERDEN" SONRA DİNDE EN ÖNEMLİ VİRÜS "PEYGAMBER" KELİMESİDİR.  

(1.YAZI) 

Çok sevdiğim ve değer verdiğim iki   güzel söz vardır.

Biri  "Allah matematiksel konuşur" 

İkincisi "Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz"

Gerçekten de, göklerde ve yerde yaratılan hiçbir madde plansız ve  sistemsiz değildir. 

Yıldızlardan zerrelere kadar her şey bir plan ve program dahilinde hareket etmektedir. 

 Bu konunun Kur'an'daki tarifi şöyledir.

"Biz herşeyi bir ölçüye göre yarattık" 

(Kamer-49)

 Göklerde ve yerde bulunan bütün maddeler bir ölçüye göre yaratılmışsa, Allah tarafından indirilen vahyin de bir sistemi, bağlam ve bütünlüğü olması gerekir. 

 Zaten Kur'an'ın böyle bir sisteme sahip olması onun Allah kelamı olduğunu gösteriyor. 

 Yüce Allah şöyle buyuruyor. "Gerçekten onlara, iman eden bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"

(Âraf- 52)

Bu sistemlerden bir kaç tanesi şöyledir. 

1-) "Kitap ve Hikmet : 

Kitap, Kur'an'dır. 

Aslında kitap, vahiy demektir. 

Fakat koruma altına alındığı, bir bağlam ve bütünlüğü olduğu için ona kitap denilmiştir. 

Yoksa vahiy yazının gücüne değil, sözün gücüne sahiptir. 

Vahiy, kelamdır, sözdür, hitaptır.

Dolayısıyla vahiy, yazı, satır, kitap değildir. 

İkisinin arasında büyük bir fark vardır. 

Hiçbir zaman kitap, söz ve hitabın gücüne ulaşamaz. 

Kitap, bilgiyi koruma haricinde  hiçbir şey değildir. 

Eğer kitabın gücü olsaydı, toplumda bu kadar hurafe, yalan ve ahmaklık yaygın olmazdı. 

İşte Resulün önemi burada ortaya çıkıyor. 

Kitap Resulün dilinde hayat buluyor. 

Resul olmadan din, iman, vahiy, kitap diye bir şey olmaz. 

Kendi döneminde yaşayan insanlar için beşer Resul örnekliği, güzel ahlakı ve sözünün gücü sayesinde, vahiy'den daha öncelikli bir konuma sahiptir. 

 Hikmet, Kur'an'ın bağlam  ve bütünlüğü,  kendi içinde bulunan çözümüdür.

 Hikmet kavramının Kur'an'ın çözümü olduğunu gösteren âyet  cümlesi şöyledir. 

"...Allah'ın ayetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın  üzerinizdeki nimetini anın, size onunla öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın..."

( Bakara- 231)

 Yukarıdaki âyette "kitap ve hikmet" kavramları geçtiği halde,"bihi" "onunla" zamiri kullanılmıştır. Aslında Arapça kuralları gereğince "bihim" "onlarla" veya "bihime" "ikisiyle" olması gerekirdi. 

Fakat kitap ve hikmet aynı şey olduğu için yani hikmet, Kur'an'ın  bağlam ve  bütünlüğünü kavrama  olduğu için Allah hikmeti kitaptan (Kur'an'dan) ayırmayarak, kitabın Kur'an, hikmet'in de onun bağlam ve bütünlüğü, onun kendi içinde bulunan çözümü olduğunu ortaya koymuştur.

Yoksa Şia ve  Ehl-i Sünnet âlimlerinin iddia ettikleri gibi, hikmetin hadislerle veya sünnetle hiç bir ilgisi yoktur. 

2-) Beşer- İnsan sistemi:  

 Beşer, mâsum, icat etme yeteneği  olmayan,  sorumsuz, akıl ve tefekkür nimetinden mahrum olan bir varlıktır.

Kur'an'da beşere kınama ve eleştiri yoktur. 

Beşer, cehennem azabı ile korkutulmamıştır. 

Çünkü günahsız ve masumdur. 

 İnsan ise,  akıl ve efekkür nimetine sahip, icat ettiğini bulunan, şer ve iyilik yapma potansiyeli bulunan  ve sorgulaması olan bir varlıktır.  

Kur'an'da olumlu veya olumsuz  bütün hitaplar insan bağlamında kullanılmıştır. 

Kur'an'da cehennem insan bağlamında kullanılmıştır. 

Onlarca âyette her zaman "...insanların çoğu bilmezler, akıllarını kullanmazlar 


 3-)  Hasanat- Salihat sistemi:  Hasanat, insanın kendisi için yaptığı iyilikler ve güzellikler anlamına gelmektedir. 

Hasenât, insanın ölümü ölümü ile son bulur.

Hasenâta bire karşı on sevap vardır. 

(En'am-160)

Sâlihât ise, insanın kendisi  dışında kalan tüm varlıklar için yaptığı her türlü hayırlı işler ve iyilikler anlamına geliyor. 

 Sâlihât, insanın ölümünden sonra devam eder.

( Meryem- 76; Kehf- 46)

4-) Ümmet- Millet sistemi: 

 Ümmet, aynı zaman ve coğrafyada yaşayan,  aynı havayı teneffüs eden,   aynı ülkü ve ulusal birliğe sahip olan çeşitli ırk ve kültüre sahip olan  vatandaşlar anlamına gelmektedir. 

 Kur'an'da Ümmet kavramı, hayvanlar için de kullanılmıştır. 

Millet ise,  insanlık tarihinde ister tevhid (islam) ister şirk olsun aynı inanca sahip olan insanlar  anlamına geliyor. 

 Millet kavramı tamamen din ve inançlar ilgili  bir kavramdır. 

 5-) Tasrif- Tafsil-Tefsir-Tebyin sistemi: 

Kur'an'a baktığımızda 'tebyin" kavramı dışında üç kavramın sadece Allah bağlamında kullanıldığını görürüz. 

Çünkü "tebyin" kavramı "vahyi gizlemeden beyan etme, duyurma yani içine bir kelime koymadan ve içinden bir kelime eksiltmeden olduğu gibi aktarma" anlamına gelmektedir. 

Fakat "tasrif, tefsir ve tafsil" kavramları detaylandırma anlamlarına geldikleri için  yalnız Allah bağlamında kullanıldıklarını görüyoruz. 

 Yüce Allah Kur'an'ı bizzat kendisi tarafından açıklandığını (tafsil-tasrif-tefsir) edildiğini ve bunun bir usul/ilim üzere yapıldığını onlarca âyette bildiriyor.

Şefaat sistemi: 

Kur'an'a göre şefaat sisteminin özeti  şu şekildedir. 

a-) Dünya hayatında Allah'ın izin ve rızasıyla melekler müminlere şefaat ederler. 

(Yunus-3; Bakara-255; Necm-26)

 Ahirette ise Allah'ın rahmetinden, insanın kendi amelinden başka hiçbir şefaatçi yoktur. 

(Bakara-48,254; Nahl-111; İnfitar-17,18,19)

Müşriklerin evliya ve ilahları için dedikleri "...Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır..."

(Yunus-18)

 sözü, dünya hayatında evliya ve ilâhlarının kendilerine şefaat ettiklerine olan imanlarını ortaya koymaktadır. 

Yoksa Mekke müşrikleri öldükten sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. 

(İsra-49; Yasin-78; Muminun-35,36)

Mekke müşriklerinin yeniden dirilişe iman etmedikleri ile ilgili onlarca âyet vardır.

20 Eylül 2020 Pazar

 ŞİA VE  EHL'İ SÜNNET DİNİNİN KUTSALLARI:

Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:

Buhari (ö-H-256-M, 869)

Müslim (ö-H-261-M-875)

Tirmizi (ö-H-279-M-892)

Ebu Davud (ö-H 275-M-888)

İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.

Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:

Küleyni'nin(H-328 M-939) kâfi'si

Ebu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-Fakih

Üçüncü ve dördüncü kaynaklar  Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.

Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.

Buhari'nin sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.

Ehli sünnet dininde dört halife ile  Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler kutsal olarak görülür.

Ehl-i Sünnetin kaynaklarına göre on sahabe Allah Resulü tarafından cennetle müjdelenmiştir. 

Şia'nın hadis kaynaklarına göre ise Ali dışında kalan dokuz sahabe cehennem ile müjdelenmiştir. 

 Aynı zamanda Sünniler kaynakları itibariyle  bütün sahabeleri gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olarak telakki ederler.

Şia ise Gadir Hum'da Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.

Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.

Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.

Şia'ya göre Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz Fatma ve beklenen

Mehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır.

  Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir.

",,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"

(Ahzab, 33)

Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.

Ehli sünnet'e göre  Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.

Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.

Ehli sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır. 

Sünni'lere göre Mekke ve Medine, Şia'ya göre ise Küfe ve Kerbela haremeyn'dir. 

Şia'nın kaynaklarına göre Fatma gelmiş geçmiş bütün kadınlardan daha üstün bir fazilete sahiptir. 

Ehli Sünnete göre ise bu dereceye Aişe sahiptir. 

Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.

Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de  neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli Sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir  baksın.

 İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir toplum gelmemiştir.

 İlim adamları için Kur'an'da  "Yahudiler" ve "Hristiyanlar" diye yazılır, "Şiiler" ve "Sünniler " olarak okunur.  

Gerçi on dört asır önce Kur'an Allah tarafından Muhammed (a.s) a yani yeryüzüne  nazil olmuştur. 

 Fakat maalesef Kur'an, hâlâ Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin kalplerine inmiş değildir. 

Şia ve Ehli Sünnet, Allah'ın kitabından ve hidayetinden mahrum olarak, uydurma  kutsal kaynakları sebebiyle kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde  barış kurulmayacaktır.

 ŞİİLİK VE SÜNNİLİK NE DEMEKTİR? 

 Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de  Allah şöyle buyuruyor. 

"(İnsanları) Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve "ben sadece Allah'a teslim olanlardanım" diyenden daha doğru sözlü kim vardır?"

(Fussilet-33)

"...0 (Allah), gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size  "Müslümanlar" adını verdi..."

(Hac-78)

"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (saf kulları olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar (ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Rusya)  kapışmış, yahut rüzgar onu ıssız  bir yere (Akdeniz ve Ege'nin suları) sürüklemiş bir nesne gibidir"

(Hac-31)

"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın,  parçalanmayın. Allah'ın size olan (İslam) nimetini hatırlayın:  

Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,  gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun (vahiy)  nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. 

Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O  kurtarmıştı. işte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"

(Âli İmran-103)

Şiilik ve Sünnilik "hadis olmadan  Kur'an anlaşılmaz, din Allah tarafından tamamlanmamış"

 demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dinlememek,  duyulmasını engellemek için propaganda" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Kur'an Müslümanlığı sapıklık ve büyük bir fitnedir" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Dini Allah'a özel kılan muvahhid ve muhlisleri karalama ve  iftira" demektir. 

 Şiilik ve Sünnilik "Aklı kullanmaya,  sanat ve estetiğe,  tefekkür ve sorgulamaya düşmanlık" demektir.

Sünnilik "Muaviye, Yezid, Haccac bin Yusuf ve  Mervan demektir. 

Şiilik "Eski İran inançlarının taşeronluğunu yapmak" demektir. 

 Sünnilik "Kerbela ve Harre katliamının üzerini örtmek" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Asırlardan beri karanlık ve zulüm,  katliam ve kaos, anarşi ve terör, cehalet ve taklit, yalan ve iftira, şirk ve kula kulluk" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Uydurma dinle insanları uyutmak, onları maddi- manevi sömürmek,  Allah'ın âyetlerini oyun ve eğlence yapmak, indirilen apaçık mesajı gizlemek"

 demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Hakkı batıla karıştırıp, bile bile hakkı gizlemek" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Dinde ihtilaf ve  kargaşa,  tefrika ve dağılma" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Dini dünya menfaatine satmak" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozmak, vahyin sistemini tahrip etmek, anlamını buharlaştırmak,  hidayete bedel sapıklığı satın almak" demektir. 

Şiilik ve Sünnilik "Yahudilik ve Hıristiyanlık" demektir. 

Şiilik ve Sünnilik "Dini siyasallaştırmak, koltuk ve devlet, şan ve şöhret yüzünden Kur'an'a kör olmak" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Hangi gayri meşru yolla olursa olsun iktidarı ele geçirmek benim hakkım" demektir. 

Şiilik ve Sünnilik,  "fetö" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Allah'a din öğretmek" demektir. 

 Şiilik ve Sünnilik "Benim yolumun dışında kalanların hepsi  cehennemlik kafirdir" demektir.

  Şiilik ve Sünnilik "Allah ile aldatma ve din istismarı" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dirilerden esirgemek onu ölülerin ruhlarına armağan etmek" demektir. 

 Şiilik ve Sünnilik "Para ve pul, iktidar ve dünya hayatı" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın indirdiği vahiy yerine Buhari ve Müslim'i, Tirmiz'i ve Nesai'yi,  Malik bin Enes ve Ahmet Bin Hanbel'i, Muhammed bin İdris ile Küleyni'nin el-Kâfisini din yapmak" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Emperyalist işgale  önayak, oyun ve eğlence olmak" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "İnsanı yaşatma, adalet ve merhamet yerine, devlete tapma  ve ırkçılığı yaşatmak" demektir. 

 Şiilik ve Sünnilik "Devlet insan için değil,  insan devlet için vardır" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "İslamsız ve Kur'an'sız umre ve hac, halı ve mermer, gösterişli mâbetlerle  göz boyama" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Mevlit ve türbe, insanları ölülerin çürümüş fikir ve ictihadlarına  mahkum etmek" demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Hanif İslam dinine paralel din" dinlemektir.

 Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın kitabını arkaya atma, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme ve onu yamuk gösterme" demektir.

Şiilik ve Sünnilik "Daiş, Boko Haram, el Kaide, Haşdi Şabi, eş Şebab, canlı bomba"

 demektir.

 Şiilik ve Sünnilik "İlimde ve fikirde kadını yok saymak, cemaat ve tarikatlarla insan kaynaklarını israf" demektir. 

Şiilik ve Sünnilik "Kavram kargaşası, zihin bulanıklığı ve inanç karmaşası, esaret zinciri" demektir.  

Şiilik ve Sünnilik "İnsanları sünnete ittiba bahanesiyle şirkin her çeşidine bulaştırmak" demektir. 

Sünnilik, "Resmi bir iş için evine gelen misafiri akıl almaz bir şekilde parçalayan ve kimyasal maddelerle onu eriten vahşi inanç ve  ahlak" demektir.   

Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'a karşı ebedi düşmanlık" demektir. 

Şiilik ve Sünnilik "Dünya ve ahirette hüsran" demektir.

"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, (Ey Resul! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"

(En'am-159)

(Ey Resul! ) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. 

Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.  Fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz sadece Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan (inanç)  ile böbürlenip kibirlenmektedir"

(Rum-30,31,32)

"Ortodoks Yahudilik, biri "yazılı" diğeri "sözlü" olmak üzere iki Tevrat'ı kabul eder.

"Yazılı Tevrat", eldeki Eski Ahid'i, "Sözlü Tevrat" ise Eski Ahid yorumlarını, Mişna'yı ve daha genelde Talmud'u ifade eder.

Rabbani Yahudilik'te sözlü Tevrat, Yahudi din adamlarının yorumlarından ibaret olduğu halde, yazılı Tevrat'tan daha üstün ve daha  değerlidir. 

Hatta sözlü Tevrat olmadan yazılı Tevrat'ın bir değeri yoktur.

 Onlara göre sözlü Tevrat olmadan yazılı Tevrat'ın alfabesi bile anlaşılamaz.

 Yazılı Tevrat'ın bütün emir ve yasakları, doğru olarak uygulanabilmek bakımından sözlü Tevrat'a muhtaçtır.

Sözlü Tevrat olmazsa, yazılı Tevrat "kapalı bir kitap" olarak kalacaktır.

Dolayısıyla herhangi bir yahudi, sözlü Tevrat'ı aşarak yazılı Tevrat'la birebir muhatap olamaz.

Sözlü Tevrat'taki herhangi bir hüküm yazılı Tevrat'a aykırı bile olsa, yahudi, yazılı Tevrat'ı değil, sözlü Tevrat'ı dikkate almak zorundadır.."

 Dolayısıyla Yahudilerin, bu sözlü ve yazılı tevrat inancı ile Şia ve Ehl-i Sünnetin hadis inancı arasında hiçbir fark yoktur. 

Benzer durum Hırıstiyan alemi içinde geçerlidir... 

ŞİMDİ GÜNÜMÜZ MEZHEPÇİLERİN İNANÇ VE SÖYLEMLERİNE BİR BAKALIM: 

"Beşyüz tane ayet gösterseler eğer selefin onayından geçmiyorsa biz buna bidat hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz!" 

(Ebubekir Sifil)

"Hadislerin Kur'an'dan çok, Kur'anın hadise ihtiyacı vardır, Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı!" (F. Gülen)

"Kur'an, hadissiz anlaşılmaz, mümkünü yok!"

(Cübbeli Ahmed)

"Sen hadisleri yok sayarsan Kur'an'ı nasıl anlarsın? "Bana Kur'an yeter diyenler çağımızın en büyük fitnesidir!" (Nihat Hatipoğlu)

"Buhari de gök aşağı, yer yukarıdır yazsa bitti benim için, artık gök yer, yer de göktür derim, taş sıvı, su, katıdır derim!" (Nureddin Yıldız)

"Oynama Buhari ile, oynama Müslim ile... Buhari çökerse islam çöker. Müslim çökerse islam çöker!" (İhsan Şenocak)

"Kur'an'a uymuyor diye sahih bir hadisi reddeden kâfirdir. Müslüman değildir!" 

(Mehmed Emin Akın)

"Madem Kur'an her şeyi açıklıyor, müziğin haram olduğuna dair bana Kur'an'dan delil getir!"

 (Ubeydullah Arslan)

Peki bu konuda Kur'an'ın hükmü nedir? 

"Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?"

Yoksa bir kitabınız var da ondan mı ders alıyorsunuz? 

Onda tercih ettiğiniz her şey sizindir mi yazıyor? 

Ya da “her neye hükmederseniz sizin için o olacaktır” diye sizin lehinize olarak tarafımızdan size verilmiş kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözlerimiz mi var? 

Sor bakalım onlara bunu hangileri garanti edebilir? 

Yoksa onlar için ortaklar mı var? Eğer doğruysalar ortaklarını getirsinler!"

( Kalem-36,37,38,39,40,41)

Dinde Kur'an'ın tek kaynak olduğu ile ilgili şu âyetlere bakmak yerinde olacaktır. 

(Ankebüt-50,51; Casiye-6; Kaf-45; Enbiya-45; Bakara- 170; En'am-103,155; Âraf-3; Rum-30,31,32)

19 Eylül 2020 Cumartesi

 HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? 

(27. YAZI )

Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında bulunan tüm hadisleri inkar etmek, Resulullah'ın Kur'an'da var olan ahlakına, Nübüvvet makam ve mertebesine, Resulullah'ın ilim ve hikmetine sevgi ve saygının, dini Allah'a özel  kılmanın ve Kur'an'ı tek başına yeterli kabul etmenin sonucudur. 

 Yüce Allah şöyle buyuruyor.

"(Allah'ın kulları) Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında onlara karşı sağır ve kör davranmazlar"

( Furkan- 73) 

Başka bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor. 

"Allah kuluna yeterli değil midir. 

Seni ondan başkalarıyla korkutuyorlar. Kim Allah'ı kaybederse  (vahiy'den saparsa) artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur" 

(Zümer- 36) buyurmaktadır.

" Kur'anı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi elbette içinde çok çelişkiler bulurlardı"

( Nisa- 82) 

Bu âyetten dinimizin kaynağının çelişkisiz olduğunu kesin olarak öğreniyoruz. 

 Rahman ve Rahim olan Allah, Kur'an'ın çelişkisiz olduğunu buyurarak, hem Kur'an'ın doğruluğunu ve sistemini hem de dinin kaynağının sahip olması gereken özelliğini öğretiyor. Kur'an'ın ilmi, aklı, hikmeti ve ahlakı ile çelişen binlerce hadisin var olması hadislerin Allah katından olmadığının ve dinin kaynağı olamayacaklarının en önemli  ispatıdır. 

Yüce Allah, Kuran'da şöyle buyuruyor. 

"...Onun benzeri hiçbir şey yoktur..." 

(Şura- 11) 

Hadiste şöyle geçer.

 "Allah ahirette Resüllere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir"

( Müslim- İman, 302. Buhari- 97/24 10 29 Ahmed bin Hanbel- 31) 

Bu hadisin hangi kitaplarda geçtiğini iyice dikkat edin, hadis kitaplarının en doğrusu olarak gösterilen, tek hadisini inkar edenin kafir olacağı söylenen, Kur'an ile eşit bir değere sahip kılınan  Müslim ve Buhari de geçiyor. 

Hadisçilerin ilim ve  mantığına göre bu hadisi inkar edenler kafir, bu hadise inananlar ise gerçek Müslüman olacaktır. 

Allah'a hiçbir şeyin benzemediğini söyleyen âyete karşın, hiç bir mecazi ifadeyi çağrıştırmadan, Allah'ın insanlar gibi baldırı olduğunu ve ahirette baldırını açacağını söylemenin ahmak ve alçaklığını  uzunca anlatmaya gerek var mı? 

Tüm noksan sıfatlardan uzak olan yüce Allah şöyle buyuruyor. 

"Dinde zorlaştırma yoktur... "

(Bakara- 256)

 Başka bir âyette Allah, 

"Sizden kim dininden döner ve kafir ölürse..." buyurmaktadır. 

( Bakara- 217 )

Hadise gelince,

"Dinini değiştireni öldürün..."

(Nesai- 78; Buhari- 12 1883 )

Allah'ın hükmünü hadisle aşmaya, Allah'ın dinini kendi cahil akıllarına uydurmaya çalışanların bu anlama gelen uydurmaları yüzünden birçok masum insan haksız yere  öldürülmüştür. 

Dini referans gösteren vahşi örgütlerin yaptığı katliamları, bu vahşetleri örgütlerin zihinlerinde meşrulaştıran da bunun gibi hadislerdir. 

Evlerin bodrumunu insan mezarına çeviren şeytan hiziplerini Diyanet kınamaktadır. 

Ama aynı Diyanet Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud ve Nesai gibi hadis kitaplarını övmekte, aynen Kur'an gibi dinin ana kaynağı olarak göstermektedir.

 KUR'AN-- HADİS KIYASLAMASI

"Hiçbir günahkar bir başkasının günahını yüklenemez"

(En'am- 164) 

"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından (amelinden) başka kendisine bir şey yoktur"

( Necm- 39 )

"...Siz orada( ahirette) ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız" 

(Yasin- 54) 

HADİS :

"Ölü ailesinin kendisi için ağlamasından dolayı azaba uğratılır" 

(Buhari ) 

KUR'AN: 

"Zulmedenler dedi ki: siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz"

( Furkan- 8 )

"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır" (Maide- 67 )

Muhammed Abduh, Allah Resulü'nün sihirlendiğine dair rivayete yaptığı itiraza karşılık mezhep tapıcısı Muhammed Ebu Şehbe,  Kur'an'ın  birçok ayetine aykırı olan rivayeti şöyle savunmuştur.

 "Eğer Abduh sihir hadisini inkar etmişse nakil ilminde söz sahibi el Maziri, el Hattabi, Kadı İyaz, İbni Kesir, en-Nevevi, İbni Hacer, el-Kurtubî ve Alusi gibi pekçok alim de, onun hem rivayet hem de dirayet yönünden doğru olduğunu ispat etmişlerdir. 

Şehbe, Buhari ve Müslimin de hadisi kabul ettiğini anlatır. 

Ve "sihir sonucu" olanları hadislere dayandırarak şöyle aktarır. "Allah Resulü'ne sihir yapılmıştır. 

Öyle ki hanımları ile cinsi ilişkide bulunmadığı halde bulunduğunu zannederdi. 

Sufyan, bunun en şiddetli sihir olduğunu söylemiştir.

 (Ebu Şeybe sünnet müdafası) Halbuki Kur'an'da Allah Resulü'nün sihirlendiğini iddia edenler müşrik zalimlerdir. 

KURAN : 

"Gerçekten Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları ise dilediği kişi için bağışlar"

( Nisa- 48,116 )

"Lokman, oğluna öğüt vererek yavrum Allah'a ortak koşma, doğrusu şirk büyük bir zulümdür demişti"

 (Lokman- 13 )

HADIS : 

"Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır"

( Buhari- Tasvir 89)

 İman edip güzel ahlak sahibi ve ameli salih işleyen bütün ressamlar cennetin en yüksek mertebesinde olduklarından asla şüphe yoktur. Sanat dalları İçinde Allah'ın bahşettiği en büyük meziyet ve hikmetlerden birisi de güzel resim yapmaktır. 

Ben şahsen güzel resim yapmayı çok isterdim. İmanlı ressamların hepsinden Allah razı olsun.

Mekanları cennet eylesin.

 Bu güzel sanat dalına düşmanlık besleyerek Allah Resulünü de bu düşmanlığa alet edenlere yazıklar olsun.

KUR'AN:

 "Bundan sonra yer yüzünü yumurta biçimine soktu" 

(Naziat- 30) 

HADİS : 

Dünya balığın üzerindedir, balık başını sallayınca dünyada depremler olur"

( İbni Kesir- Tefsiri 2 29 68 ) 

HADIS : Yeryüzü balığın sırtındadır, cennete girecek olanlar ilk olarak bu balığin ciğerinden yiyecekler"  (Buhari- 3/51) 

Kur'an'ın, Dünyanın yuvarlaklığını, Dünya'nın, Güneş ve Ay'ın hareketlerine, semanın genişlediğine, uzayın yaratılışına dair mükemmel izahlarina karşı uydurma hadislerdeki dünyanın öküzün ve balığın üzerinde olduğu açıklamasını tevil edenler, 

(Yani bizi yorumla kandırmaya çalışanlar) dünyayı üzerinde tutan balığının ciğerinden yenmesini ve balığın sallanıp deprem yapmasını nasıl izah edecekler?

 Bu konuya açıklama getirecek olan rivayet tapıcıları şu izaha ne diyecekler? 

"Bir hadiste arşın 8 dağ keçisinin sırtında olduğu söylenir"

( Ebu Davud- Sünnet 19; Tirmizi 3320; İbni Mace mukaddime) 

Bu dağ keçileri ile ne kastedilmektedir. 

İşte hadisler adama böyle keçileri kaçırtırlar. Bu izahları içeren hadis kitaplarına" dinin kaynağı "diyerek, bunları Allah kelamı ve ilmi olan  Kur'an'ın yanına yerleştirilenler gerçekten keçileri kaçırmışlardır.

 HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR?

 (28. YAZI ) 

İŞTE SİZE EHL-İ SÜNNET DİNİNİN KAYNAĞINDAN BİR HADİS 

"Ölüm meleği Musa'ya gelerek, Rabbine icabet et "dedi. 

Bunun üzerine Musa( aleyhisselam )ölüm meleğinin yüzüne tokat vurarak gözünü çıkarttı. 

Melek hemen Allah'a dönerek,

 "Sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin o benim gözümü çıkardı" dedi.

( Müslim- 10 176) 

Kur'an'ın ilim ve hikmetine aykırı bu uydurma hadis aynı zamanda Allah'a, Allah'ın Resulü Musa(a.s) a bir hakarettir. 

Ölüm Allah'a kavuşmak olduğuna göre, üstün bir ahlaka sahip olan bir Allah elçisi nasıl olurda Allah'ın emrine karşı gelir, ona muhalefet ederek hiç olmayacak bir şeyi yapabilir. 

Sanki Allah'ın kitabıymış gibi, "hiçbir yanlışı olmayan hadis kitabı" diye tanıtılan Müslim'de ve diğer meşhur hadis kitaplarında bu hadis geçmektedir.

 Bu hadis-i doğru diye kitaplarına alanların Kur'an bilgilerine İtimat edilemez, ilimlerine ciddiyetle yaklaşılamaz, akıllarına güvenilemez, diğer hadislerine de itibar edilemez. 

ÖMER'İN UYDURUKÇULARA KARŞI TEPKİSİ : 

"Hadisler Ömer döneminde tek tük çoğalmaya başlayınca Ömer (Radıyallahu anh) halktan yanlarında bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. 

Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi" Yahudilerin mişnaları gibi bunlar da Müslümanların mişnasıdır"

( İbni Sa'd- Tabakat- 5 140) 

Ömer, büyük bir feraset ve şuurlu bir tespitle: Musevilerin dinlerini dejenere edişlerinde, Tevrat dışında "Mişna" adlı kitapları dini kaynak edinmelerinin etkisini görmüş ve Resulullah (aleyhisselâm) a fatura edilerek dinin kaynağı kılınmak istenen hadislerin, bu mişnaların fonksiyonunu kazanacağını anlamıştı. 

Bu tehlikeye karşı hem diliyle hem de eliyle mücadele etmiş ve bu mişnaları yakmıştır. 

Ömer'in yaktırdığı "mişnalar" hadislerdeki doğru hadis oranı, herkes kabul eder ki, bugünkü en doğru kabul edilen Buhari'den de, Müslim'den de çok daha yüksektir. Çünkü Resulullah'ı görenler daha hayattadır. 

Ayrıca ileride yaşanacak kargaşalar, fitneler ve siyasi ayrılıklar tam olarak ortaya çıkmamıştı. 

Şimdi rivayet dininin tapıcılarına soralım: 

Sizce Şia'nın iddia ettiği gibi,

"Ömer Allah'ın Resulünü sevmiyor muydu? 

Veya Resulullah'a karşı mı geldi?" Ömer'in Allah Resulü ( aleyhisselâm) a sizin kadar saygısı yok muydu?

Ey hurafeciler! Günümüzde Kur'an'ın yeterliliğini savunanlara ve hadislere gerek olmadığını söyleyen muvahhidlere her türlü düşmanlığı ve saldırıyı yapıyorsunuz. 

Peki hadislere aynı tavrı gösteren hatta hadisleri yakan Ebubekir ve  Ömer'e niye aynı eleştiriyi getiremiyorsunuz. 

Sizde Kur'an'a inanma, ilim, akıl, şeref ve güzel ahlakın  kırıntısı mevcut mudur?

Mezhep tapıcıları, insanları aldatmak için, kendisinden hadis nakledilen kişilerin  doğruluğunu tespit etme hususunda ne kadar titiz olduklarını şu uydurma hikaye ile ispatlamaya çalışırlar. 

 "Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bulunduğu yere seyahat eder. 

O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda At'a yiyecek vermediğini görür. 

Bunun üzerine "atı kandıran, insanları da kandırabilir" diyerek onun naklettiği hadisi almaktan kaçınır" 

Bu yalan hikayeyi dinleyen bizlerin "Aman! hadisçiler ne kadar titizmiş" deyip, onların, yalancı hiç kimseden hadis toplamadıkları, böylece naklettikleri uydurmaların ne kadar güvenilir olduğunu inanmamız sağlanmaktadır. 

Tabi biz de hemen aldık ve kabul ettik! 

Sizin bu anlayışınıza yazıklar olsun. Yüzbinlerce hadisten, sahihlerini  ayıkladığını söyleyenlerin,

 "Bu şundan, şu ondan" şeklinde göndermeler yaptıkları hadis nakilcilerinin önemli kısmı, hadis kitapları toplandığında çoktan vefat etmişti. 

Geri kalanların çoğu ise islam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı. 

Bunların hepsini ziyaret etmek ve doğru sözlü olduklarını tespit etmek, özellikle o dönemin ulaşım şartlarında mümkün değildir. 

 Ey Kur'ansız ahmaklar? 

Yüce Allah, Resulullah'ın arkadaşlarının bile birçok olumsuz hareketlerini kınamakta ve onların "Allah ve Resulüne ihanet ettiklerini..."

 (Enfal- 27)

"Allah Resulü'nü savaş alanında terkedip kaçtıklarını..."

 (Âli İmran- 153) 

"Allah Resulünün sözünü dinlemediklerini ve ona asi olduklarını..."

 (Âli İmran- 152) 

"Hak  ortadayken Nebi (a.s) ile  tartıştıklarını..."

( Enfal- 5,6 )

"Sadakalar hususunda  Nebi (a.s) ı  ayıpladıklarını..."

(Tevbe- 58)

"Nebi (a.s) ailesine zina iftirasında bulunduklarını..."

( Nur- 11/20) 

"Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini..."

 (Mümtehine- 1) 

"Nebi (a.s) konuşma yaparken  ticarete5 ve eğlenceye koştuklarını..." 

(Cuma- 11 ) 

"Yalan söyleyip fasık olduklarını...",( Hücurat- 6 )

"Nebi (a.s) a karşı saygısızlık  yaptıklarını..."

 (Hucurat- 1,6)

 ortaya koymaktadır. 

Sahabelerin içinde bulunan  takva ve ihlas sahibi şahsiyetleri bütün bu fiillerden tenzih ederiz. 

Allah'ın kendilerini övdüğü ve razı olduğu sahabeler de mevcuttur.( Tevbe- 92,99,100;  Fetih 10-18- Ahzap- 23;  Haşr- 9 10)

 İNSAN DUYGU BAKIMINDAN DÜNYA HAYATI  İLE DEĞİL, AHİRET İLE BAĞIMLI YARATILMIŞTIR. 

  Allah tarafından insana  bahşedilen bir çok  duygunun  dünya hayatında karşılığı bulunmamaktadır. 

MESELA: Allah inananlara sonsuz bir hayal gücü, geniş bir emel, 

büyük bir arzu ve istek, sonsuz yaşama duygusu vermiştir. 

Halbuki Kur'an'ı Mübin'e  baktığımızda bu kainattaki hiç bir şeyin boşuna ve abes olarak yaratılmadığnı, 

Allah'ın her şeyi bir amaca yönelik olarak yarattığını görürüz. 

"Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. 

Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık.

 Fakat onların çoğu bilmiyorlar"

(Duhan, 38, 39) 

"Biz, göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun (eğlence) olarak yaratmadık"

(Enbiya, 16) 

Yani, Rahman ve Rahim olan Allah bu evrende boşuna hiçbir şey yaratmadığına göre insana gerçekleştiremiyeceği duyguları niye versin. 

Hiç bir insan, 

kim olursa olsun, dünya hayatında Allah tarafından kendisine verilen hayallerine kavuşamaz,  

arzularını gerçekleştiremez, emellerine yetişemez, bütün isteklerini elde edemez, en önemlisi, insanoğlu  fıtratı gereği ebedi yaşamak ister. 

Allah'ın insanoğlunun fitratına yerleştirdiği en önemli duygu ebedilik duygusu, uzun yaşama arzusu, sağlık ve mutluluk, huzur ve refah duygularıdır. 

Halbuki hiçbir insan için dünya hayatında bu önemli  duyguların gerçekleşmesi mümkün değildir. 

O zaman insanın gerçek vatanı, ikametgahı, esas memleketi dünya değil, ahiret hayatıdır,ahiretteki cennettir. 

İnsanın benliğine yüklenen duygu ve düşünceler ahiretle  ilgilidir, bu arzu ve istekler ahirette  gerçekleşecek.

Dolayısıyla, ölüm kabir kuyusuna giriş, karanlık bir çukur ağzı değil,

 bizi yaratan, terbiye eden, merhamet edip büyüten, her şeyi yerli yerince yapan, her şeye yaratılışını bahşeden sonsuz nimetler sahibi Rabbimize bir dönüş, bir kavuşmadır.

 Bu yüzden Rahmân ve Rahim olan yüce Allah  bir çok ayette ölüm için  "Rabbinize döneceksiniz" buyuruyor. 

Akraba ve dostlarımızın bir çoğu zaten ana vatana gitmiş bizim gelmemizi bekliyorlar. 

İşte bundan dolayı  ölümün yüzü  soğuk değildir, ölüm bir kurtuluş,

 bir dinlenmedir, Allah'a ulaşma, yaratıcı güce kavuşmaktır. Ölüm dünya hayatına geliş gibi bir göçüştur. 

ALLAH'IN BİR DÜZEN VE BİR KANUNUDUR. 

Aslında kabir diye bir şey yoktur. 

Kur'an'ın dilinde ve aklında dünya ve ahiret hayatından başka hiçbir hayat yoktur. 

Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzundur. 

Kabir bir gün, bir günden az, bir saat, tanışma müddeti kadar bir süre, 

bir yemeğin bozulma süresi kadar bir zamandır, bir andır.  

"Nihayet Sur'a üfürülmüş olacak. 

Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler. 

(İşte o zaman) Ne oldu bize!

 Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vâdettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! denir. 

Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. 

O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. 

Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"

Ölüm ve hemen ardından ahiret hayatının başlaması vardır. 

"Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. 

Dikkat! "Sonra da  (hemen) Şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"(Mu'minun, 15, 16) 

ÖLÜM ALLAH'IN BÜYÜK BİR MÜKÂFATI VE NİMETİDİR.

17 Eylül 2020 Perşembe

 HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? 

(26. YAZI )

Ehli Sünnet ve Şia dininin kaynağı olan hadislerin Kur'an'daki karşılığı şöyledir. 

 "İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için hadis (boş laf) satın alır. 

İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır"

( Lokman- 6 )

Eğer Allah Resulü'nün hadisleri (sözleri) de Kur'an dışında dinin bir kaynağı olsalardı. 

Kur'an bunu birçok ayette ortaya koyardı. 

Bu konuda tek bir âyet olmaması ve hadis kelimesinin Kur'an'da, yukarıda görüldüğü şekliyle kullanımı günümüzdeki "hadis" kavramının sonradan uydurulduğunun açık bir delilidir.

Kur'an'ı Mübin'in hadis konusundaki kesin hükmü şu şekilde tecelli etmiştir. 

 "İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki onları sana gerçek olarak okuyoruz. Hal böyleyken Allah'tan ve onun âyetlerinden başka hangi hadise inanacaklar?" 

(Casiye -6) 

Yüce Allah âyette bu şekilde sormaktadır. 

Geleneksel uydurmacı yaklaşımın savunucuları, Sünni ve Şii mezheplerinin takipçilerinin hareket tarzlarından çıkan cevap ise şöyledir: 

Buhari'ye, Müslim'e, Tirmizi'ye,  12 imam'ın hadislerine,( sözlerine) Kafiye, Meclisi'ye Kummi'ye inanıyorum.

İşte Allah'ın değişmez bir hükmü daha. 

"Kimin hadisi( sözü) Allah'tan daha doğru olabilir" 

(Nisa- 87 ) 

"Eğer doğru iseler onun (Kur'an'ın )benzeri bir hadis getirsinler"

( Tur- 34 )

Ne yazık ki sadece Kur'an'a dayandırarak bir konudaki hükmü aktardığımızda mezhep taassubu yüzünden ayetleri görmezden gelenler, bu ayetleri sadece tecvid  ve güftesi için değil, anlamak ve düşünmek için de okurlarsa anlatmaya çalıştıklarımızı daha iyi kavrayacaklardır. 

Fakat bu da bir Allah vergisi, rahmeti, hikmeti ve hidayetidir. 

Dini konularda Kur'an yeterliyken, Allah Resulü (Aleyhisselam) ve daha sonra dört halife hadis naklini yasaklamışken, hatta hadisleri yaktırmış olmalarına karşın, mezhepçilerin, hadislere sahip çıkmalarının ve  hadisleri kurtarmaya çalışmalarının hiç bir  anlamı yoktur. 

Bir çorbanın yarısı çorba, diğer yarısı zehir ise bunun bir kısmı içilebilir diyebilirmiyiz? 

Hadis kitaplarında, aynen bu şekilde doğru ile yanlış ayırt edilemeyecek şekilde karışmıştır. 

Herkes Kur'an sistemine hakim olamaz ki, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilme gücüne sahip olsun.

Ehli Sünnette  Buhari'nin şöhreti  Kafi'nin Şia'daki şöhretinden kaynaklanmaktadır. 

Yoksa hiçbir hadis kitabının diğerlerinden daha doğru ve sahih olduğu söylenemez. 

Buhari'ye sahih adını takmanın sebebi ümmetin ümmilerini  aldatmak içindir. 

Bizim "Kur'an yeter, hadislere uymayın" dememiz. İnsanların çorbayı içmelerine engel olmak için değil, insanlarının zehir içmelerini önlemek içindir.

 Bize gerekli tüm dini bilgi, Allah Resulü (Aleyhisselam'ın) Kur'an ile kayıt altına alınan hayatı, karakteri, ahlakı, ilmi, hikmeti aklı ve yaptıklarıdır. 

Bunun dışındaki bilgiler din, iman, tevhid, ahlak ve amel açısından gereksizdir. 

Bu gereksiz bilgilerin doğrusunu yanlışlığından ayıklamak için Allah'ın rahmeti olan hikmet, yani Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü kavramak gereklidir. 

1400 yıldan beri Şia ve Ehli Sünnetin hurafe ve yalanlarıyla sarhoş hale getirilen ümmet içinde bu sistemi çözebilecek kaç kişi vardır. 

En önemlisi bu hikmeti anlatan aklı başında Kur'an ehlini kim dinleyecektir.

"Kur'an, tek doğru yola götüren apaçık bir kitaptır"

(İsra- 9) 

Dolayısıyla kim Kur'an'ın ilim, hikmet ve aklına göre, uygun söz söylerse doğruyu konuşmuş olur. 

Bazı hurafeci ve rivayetçi istismarcının hakkı anlatan  yazılarımızı, Allah Resulü'nün sözlerini inkar ve saygısızlık olarak göstermeye çalışıp, Kur'an'a karşı gürültü ve patırtı çıkaracaklarını biliyoruz. 

Allah Resulü (Aleyhisselam)a asıl saygısızlık, Allah rasûlü'nün büyülendiğini söyleyen, cinsel hayatı ile ilgili Nübüvvet ve  Risâlet  makam mertebesine karşı yakışıksız açıklamalar yapan, dünyanın öküz ile balık üzerinde olduğunu iddia eden hadisleri, "Allah Resul'ü" söyledi iftirasını atmaktır. 

Kur'an dışındaki hadisleri inkar etmek, Allah Resulü'ne saygının, dini Allah'a özel kılmanın, Kur'an'ı tek başına yeterli kabul etmenin sonucudur. 

Dolayısıyla hadisçi müşriklerin  bu dine vermiş olduğu zararın binde birini Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve Kâfirler vermemiştir.