29 Nisan 2018 Pazar

KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(15. YAZI)
Şia'nın diğer önemli üç büyük eseri şunlardır.
1-) "Vesâilu'şia fi ahkami'ş-Şeri'a" Muhammed Bin el-Hasan el Hurr el Âmili
(H. 1032-1104)
Bu eser telif edildikten sonra fıkıh âlimlerinin vazgeçilmez kaynağı haline gelmiştir.
2-) "el-Vâfi" Muhammed Muhsin el Feyz el-Kaşâni (ö. H. 1091)
3-) "Bihâru'l Envâr" Muhammed Bakır el Meclisi (H. 1027-1111)
Bunlar arasında "el Kâfi" inanç ve amelle  ilgili hadislere birlikte yer verdiği için "Câmii" nitelikte
 "Sahih-i Buhari, Müslim, Sünen'i Tirmizi"  benzeri bir hadis kaynağıdır.
 Diğer üç  hadis kitabı ise,  sünnet ve hükümler içeren kaynaklardır.
 Bütün bu kitaplara Hicri dördüncü asırda "müstedrek ül-vesâil" adında ansiklopedik bir kaynak daha eklenmiştir.
 Şeyh  Mirza Hüseyin en Nuri (Ö. M. 1320)  tarafından kaleme alınan bu eserde "el Vesâil"  adlı kaynakta yer almayan hadis ve rivayetlere  yer verilmektedir.
 Bir diğer ansiklopedik eser, İmam Burucerdi gözetiminde hazırlanan "Camiu'l-ehâdisi'l fikhiyye" adlı eserdir.
 Bu eser, fıkhi hükümler ile ilgili bütün rivayetlere senet ve metinleriyle  birlikte yer veren çok geniş kapsamlı bir eserdir.
 Şia'nın hadislerine  baktığımızda büyük bölümünün Ehli Beyt imamlarına dayandıklarını görürüz.
 Doğrudan Nebi (as)a  dayandırılan rivayetler gayet azdır.
 Bu sebepledir ki Şii âlimler  Ehlibeyt imamlarını (12 imam) fıkhın  kaynaklarından biri sayarlar.
 Yani on iki İmam, diğer mezhep imamları  gibi takip edilmeleri caiz olan müctehidler konumunda olmayıp Nebi (as) ın "Size iki şey bırakıyorum, Allah'ın kitabı ve itretim" ( neslim, ,Ehlibeytim)övgüsüne mazhar olmaları  bakımından tâbi olunması gereken yegane mercidirler.
 Sünnilik ekolü'de aynı Şiilik  gibi inanç ve ameli konuları tamamen rivayetler  üzerine oturmuştur.
 Yani Sünni kaynaklara baktığımızda özellikle ameli konularda Kur'an'ın bir etkisinin olmadığını açık olarak görüyoruz.
 Sünni âlimler,  hadisleri Kur'an'ın en önemli tefsiri ve pratik uygulaması olarak gördüklerinden din için hadisleri yeterli kaynak olarak görmüşlerdir.
Şia âlimleri gibi Sünni alimlerde son derece Kur'an cahili kimselerdir.
 Eğer Şia ve  Ehli sünnet âlimleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, 
vahyin sistemini,  hikmetin hangi anlama geldiğini, 
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmiş olsalardı dünyanın en yalan ve karanlık dinine çakılıp  kalmazlardı.
 Kur'an'ı bilen birisi Şiilik ve Sünniliğin dünyanın en karanlık, hurafe,  batıl ve Kur'an'a  en uzak dinler olduğunu bilir.
 Fakat maalesef Şia ve Ehli  Sünnet âlimleri Nebi ile Resul'ün  arasında bulunan farkları bilmediklerinden  Kur'an'da geçen bütün "Resul" kavramlarına  "hadis ve "sünnet" anlamı yüklemişlerdir.
 Yani bu Kur'an'sız cahiller  uydurma hadislerin Resul'ü temsil ettiklerini sanmışlardır.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(16.YAZI)
15.yazımda "Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin "Nebi" ile "Resul'ün"  arasında bulunan farkları bilmediklerinden Kur'an'da geçen bütün "Resul" kavramlarına "hadis" ve "sünnet" anlamı yüklemişlerdir"
 Yani uydurma hadislerin "Resul'ü" temsil ettiklerini sanmışlardır"demiştim.
 MESELA,
Şu  yazıya bir bakalım.
 "Hadis ve Sünnet, fıkhi yönden olduğu kadar İslam kültür tarihi açısından da  son derece önemlidir.
 Hadis malzemesi ve bunları bir araya getiren muazzam hadis külliyatı, sahihiyle, zayıfıyla ve  hatta uydurma olanıyla  İslam toplumunun dini, siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişiminin takip edilmesi açısından son derece zengin bir kaynak oluşturmaktadır.
 Bu kaynak, 
İslam'dan önce ve sonraki dönemlerde yaşayanların örf,
adet, kültür ve folklorik özelliklerinin yanı sıra, onların başka dinden toplumlarla olan ilişkilerine açıklık getirme bakımından da oldukça büyük bir öneme  sahiptir.
 Hadis ve Sünnet, İslami ilimlere delil, dayanak ve malzeme sağlama açısından en büyük kaynaktır.
 Çünkü bu ilimler hem ilgilendikleri alanlar hem de üzerinde tartıştıkları meseleler  bakımından bu ikiliye(hadisler- sünnet)  son derece muhtaçtırlar.
 Bu yüzden hadis ilmi, İslami kültür tarihini araştırmak isteyenler için de başvurulması gereken en önemli referanstır"
( Hadis ve Sünnet anlayışımız, Ay Yayıncılık Mayıs 2017, s.14, Prof.Dr Kadir Gürler)
 Bir kaç haftadan beri Şia ve Ehli  Sünnet'in kaynaklarını ve bu  kaynaklar ile ilgili yazılmış olan önemli eserleri araştırıyorum.
 Şiilik ve sünnilik denildiğinde Kur'an diye bir kaynaktan söz edilmediğini rahatlıkla söyleyebilirim.
 Yani Şia ve Ehli Sünnet  muhaddis ve âlimleri hiçbir zaman Kur'an ilimlerine  itibar etmemişlerdir.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri hadisleri ve hadislerden çıkan  fıkhi kaideleri din için yeterli kaynaklar olarak görmüşlerdir.
Yani Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yanında  Allah Resulü adına İftira edilmiş hadisleri ve bu  hadislerden çıkan hükümleri din olarak kabul edilmiştir.
 Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri uydurma  kaynaklarını din için  yeterli gördüklerinden artık  dinin tek kaynağı olan Allah'ın kitabına gitme gereği görmemişlerdir. 
Şia ve  Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a iman etmedikleri için hidayetin yolu onlara ebediyen kapalı kalmıştır.
 İşte bu yüzden  Şia ve  Ehli Sünnet'in  inanç ve amellerinde  Kur'an'dan başka kerkesin bir görüş ve fikrinin bulunmasına karşı, sadece Kur'an'ın inanç ve hükmüne müracaat etmeyi  gerekli görmemişlerdir.
Şiilik ve Sünnilik  tam olarak batıl ve şirk   konumunda olan iki din olduklarından asla şüphe yoktur.

27 Nisan 2018 Cuma

KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(11. YAZI)
Şia, Kur'an da kendi mezhebi görüşlerini destekleyecek deliller bulamadığında âyetleri keyfi görüşlerine uygun biçimde te'vil ve  tefsir etme yoluna gitmiştir.
 Şia, genellikle Ehl-i Beyt  kanallarından gelen rivayetlere İnanır ve onları tek kaynak kabul ederler.
Bunun en büyük sebebi rivayetlerini  dayandırdıkları Ehli Beyt imamlarını her türlü günah ve hatadan masum olduklarına inanmalarıdır.
 Bu yüzden Ehli Beyt olduklarına inandıkları imamların(12 imam) 
Kur'an tefsiri ilgili rivayetlerine çok büyük bir değer verirler.
Hatta on iki İmamdan gelen  rivayetlere Kur'an'dan daha  çok değer verirler.
 Şia âlimlerinin inançlarına göre Yüce Allah Kur'an'ın yorum ve tefsir görevini sadece imamlara (12 imama) vermiştir.
( el- müderrisi, el- İmamet,  Mehdi- kudvetu't-sıddıkin, s. 63)
 İsnâaşariye imamiyye Şia'sı, Kur'an'da nâsih, mensuh, muhkem,
müteşabih, genel, özel, mektu' mevsul, miras, payları,  hükümler,
yasalar, görgü kuralları, ahlak kaideleri, helal- haram, azimet,
ruhsat, zahir- batın ve diğer konuların gerçek ilmini bilmek ve ayrımlarını yapmak ancak hânesine(12 imam)  vahiy inenler için söz konusudur.
 O da, elbette Allah'ın elçisi  ve Ehli Beyt'idir.
Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimleri  insanları  Kur'an'dan uzaklaştırmak için uydurdukları  meşhur rivayetlerden bir tanesi şöyledir.
 "Her kim Kur'an'ı kendi görüşüyle  tefsir ederse,  doğruyu bulsa da helak olur"
 Başka bir rivayette "kafir olur"
 MESELA,
Molla Muhsin el-Kaşâni es-Sâfi adlı tefsirinin ikinci  Mukaddimesinde şu fikirler kayıtlıdır. "Kur'an ilmi Ehli Beyt'tedir. Aranızda hüküm  verecek olan da sadece onlardır.
 Allah Resulü (as) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur. 
"İlimde derinlik sahipleri biziz ve Kur'an'ın te'vilini  biz biliriz"
el- Ayyaşi tefsirinde Ebu Abdullah'tan (as) şunu rivayet etmiştir.
" Biz Ehli Beyt'iz. Yüce Allah bizim İçimizden kitabı baştan sona bilenleri göndermeye devam edecektir"
 (el- müderrisi, el İmamet,  Mehdi kudvetu't-sıddıkin,  s.243)
 Kur'an penceresinden bakıldığında yani vahyin bağlam ve bütünlüğüne gidildiği zaman Şia ve Ehli Sünnet arasında hiçbir farkın olmadığı görülür.
 Her iki dinin muhaddis ve  âlimleri rivayet ve ictihatlarında
 Kur'an ahlakına  ve tevhid akidesine tam bir muhalefet sergilemektedir.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI:
(14. YAZI)
ÖRNEK 74:
 Enfal suresi "Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kafirlerin tuzağını bozar" 18.âyetinde bulunan "mühinu" "bozar" kelimesini,
 Ebu Amir "müvehhinü" "zayıflatır, çürütür, tuzağını kolaylaştırır"
olarak okumuştur.
 ÖRNEK 75: 
Casiye suresi "İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve  O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar"
6.âyetinde bulunan "yü'minun" "inanacaklar" kelimesini,
Şu'be "tü'minün" "inanacaksınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 76: 
Ahkaf suresi "İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar"
16. âyetinde bulunan "netekebbelu" "kabul edeceğimiz" ve "netecévezu"
 "günahlarını bağışlayacağımız" kelimelerini,  Şu'be "yetekebbelu" "kabul edeceği" ve "yetecévezu" günahlarını bağışlayacağı" olarak olmuştur.
 ÖRNEK 77: 
Ra'd suresi "O,  gökten su indirdi ve vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı.
Bu sel, üste çıkan bir köpüğü  yüklenip götürdü. Süs  veya diğer eşya
 yapmak isteyerek ateşte eritikleri şeylerden de buna benzer köpük olur,,,"
17. âyetininde bulunan "ve mimmé yukidune" "ateşte erittikleri" kelimesini,
 Nâfi "ve mimmé tukidune"  "ateşte erittiğiniz" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 78:
Ra'd suresi ",,,Doğrusu inkâr edenlere  hileleri  süslü gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkonuldular,,,,"
33. âyetinde bulunan "ve suddu" "alıkonuldular" kelimesini,
Nâfi "ve saddu" "alıkoydular" olarak okumuştur. ÖRNEK 79:
 Bakara suresi "Allah'a döndürüleceğiniz,  sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı  bir günden sakının"
281. âyetinde bulunan "turceune" "döndürüleceğiniz"  kelimesini, Nâfi "terciune" "döneceğiniz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 80:
Ra'd suresi
"Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır bütün kitapların aslı onun yanındadır"
 39. âyetinde bulunan "veyüsbit"  "sabit bırakır" kelimesini,
 Nâfi "veyusebbit" "sağlamlaştırır" olarak okumuştur.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(12. YAZI)
İmamet inancıyla tam bir uyum içerisinde, sadece  Ehlibeyt imamlarına Kur'an'ı tefsir ve tevil sorumluluğu yüklenen Şia, tarih boyunca bu gibi uydurma rivayetlere(11. YAZI)  sonuna kadar bağlı kalmıştır.
 Bu  konuda et-Tabersi  "Bizi sırat-ı müstakime ilet" (Fatiha, 6) âyetinin tefsirinde şunları kaydeder.
 "sırat-ı müstakim, Allah'ın elçisi Muhammed (as)  ve O'nun yerini alan İmamlardır"
 es- Safi tefsirinin sahibi "sırat" kelimesini, "imam" (on iki imamdan biri)  olarak tefsir  etmektedir.
 Yani dünyada ilâhi bilgi olan marifetullah'a ulaşmanın yolu 12 imamdır.
 Tabatabai'den yaptığı nakilde, onun da İmam Caferi Sadık'tan  rivayet edilen şu sözü aktardığını belirtir.
 "Sırat-ı müstakim, Müminlerin Emir Hz. Ali'dir. (el-müderrisi, el İmamet, Mehdi kudvetu's-sıddıkin, s. 244)
 Şia âlimleri ve muhaddisleri, kaynakları itibariyle
Ğadir Hum'da  Hz.Ali'ye verdikleri biat sözünden dönerek sakifede Ebubekir'i halife  seçtiklerinden dolayı
 Selman-ı Farisi, Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir ve Ebu Zer 
haricinde kalan bütün sahabeleri İslam dairesinin dışında görmektedir.
 Şia âlimleri, genellikle imamlar kanalıyla gelen rivayetlerden başka hiçbir bilgiye itibar etmez.   Şia âlimleri, 12 imamdan intikal eden rivayetleri tek kaynak olarak kabul ederler.
Kur'an'dan uzaklaşma ve uydurma kaynaklar edinme hususunda Şia ve Ehli Sünnet arasında hiçbir fark yoktur.
 MESELA,
es Safi "İşte bu kitap ki onda şüphe yoktur, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır"
( Bakara, 2)
âyetinin tefsiriyle  ilgili olarak imamı Caferi Sadık'tan yapılan şu nakli aktarır. 
"Bu Hz Ali'ye işarettir.
Kitap ondan ibaret olup  kitap ile Murat edilen,  Hz Ali kitabıdır"
 "takva sahipleri için idayet kaynağıdır"
 (Bakara,2)
âyetinin te'vili  hakkında ise yine imamı Caferi Sadık'tan şu söz  nakledilmiştir.  "Takva sahipleri" bizim Şia'mızdır"
 (el-müderrisi, el İmamet, Mehdi kudvetu's-sıddıkin s. 244)
Abartısız söylüyorum,
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin hiçbir zaman Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an  ilimleri ile ilgili bir işleri olmamıştır.
Batılı araştırmacılar Kur'an ilimlerinde  Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinden çok  daha üstündürler.
Batılılar sadece Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünden habersizdirler.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(13.YAZI)
ŞİİLİK ve SÜNNİLİK'TE  HADİS  İNANCI:
"O halde onların tapmakta oldukları şeylerden  (bu ilahların ve evliyanın batıl olduklarından) asla şüphen olmasın.
Onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar.Biz onların azaptan nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz"
(Hud, 109)
Şiilik ve Sünnilik'te her ne kadar sözde birinci  kaynak veya temel kaynak olarak
 "Kur'an" söylense de, icraat ve amelde "sünnet" adı altında en büyük kaynak Allah Resulü adına İftira edilen hadislerdir.
 Yani  dinlerinde hadislerin  ana kaynak olduğuna dair Şii ve Sünni ilim adamları arasında bir ihtilaf ve anlaşmazlık  yoktur.
 Şii ve Sünni âlimler dinlerini tamamen, yüzde yüz sünnet adı altında hadisler üzerinde bina  etmişlerdir.
 Şiilik ve Sünniliğin hadis ve  fıkıh kaynaklarını okuyan  ümmi biri bile bu gerçeği açık olarak görecektir.
Sünnilik ve Şiilik'te  Kur'an,  İlim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulamadan  söz etmek mümkün değildir.
Şiiler ve Sünniler arasında hadislerin en önemli kaynak oldukları ile ilgili prensipte  ayrılık yoktur.
 Yani Şiirler'de Sünniler'de Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan ve tamamen fitne olan  hadislerle amel  edilmesi gerektiğine candan  iman ederler.
 Burada tek ayrılık, hadislerin aktarımı noktasında bir anlaşmazlık içine düşmektedirler.
Dolayısıyla içinde bulundukları en büyük sorun, Nebi (as) adına iftira edilen binlerce rivayet sahabe kanalıyla mı, yoksa Ehli Beyt imamlarının yoluyla mı aktarılmalıdır?
 Bilindiği gibi Sünniler, başını Hanefi mezhebinin  imamı  Ebu Hanife'nin çektiği rey ehli ile Hanbeli mezhebinin İmamı Ahmed bin Hanbel'in öncülük ettiği hadis ehli bile iki gruba bölünmüşlerdir.
 Hatta Sünniler arasında yüzlerce  âlim Ebu Hanife'yi  küfür ve dinden dönme, sapıklık ve  zındıklıkla  itham etmiştir.
 Bunlardan birkaç örnek şöyledir.
 Buhari'nin Ebu Hanife hakkında söylediği suçlamalar.
"Sapık mürcie mezhebinin mensubu"
( Tarihul Evsat,  cilt, 2- sayfa. 93)
 "Küfünden dönmesi için iki defa tevbeye çağrılan adam"
( kitabu'z Zuafa, sayfa.132)
 Ehli Sünnet'in meşhur  muhaddis ve fıkıh âlimi  Sufyan Bin Uyeyne, 
Ebu Hanife'nin ölüm haberi kendisine gelince, kendisi İmamı  Buhari'den geri kalmayan şu sözü söylemiştir:
"Allah ona lanet etsin! İslam'ın can damarlarını bir bir  kopardı.  Müslümanlar arasında ondan daha kötü biri doğmamıştır"
( İbni Abdilberr, el-intika, s.149, 150)
 İbnu Carud ise  Ebu Hanife'yi tanıtırken şu sözü  söylemiştir.
" Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır"
( el- intikal- s. 150)
 Bir diğer mezhep imamı olan Malik ise şöyle demiştir.
 "Ebu Hanife, İslam bünyesinde doğan en kötü  varlıktır. Bu ümmete, fikirleri yerine kılıçla vursaydı daha iyi olurdu"
( el- intika- s. 150)
 Ebu Hanife hakkında pek çok iddia ortaya atılmıştır.
 İşte onlardan bazıları:
Ebuşşeyh Tabakat- Dedi ki:
 Asım Bin Yezid'i şöyle derken işittim,
 Süfyan es-Sevri söyledi ki:
 "Ebu Hanife hem "dâl" "sapık"  hem de "mudill" "saptırıcı" idi"
 (Ebuşşeyh Tabakat 2 /110)
 AHMET BİN HANBEL KİTABUL-İLEL
 "Ebu Hanife'nin iki kere tevbeye davet edildiğini nakleder"
( Ahmet Bin Hanbel kitabul- ilel.2 /69/ 428- 432)
 Malik Bin Enes (Maliki mezhebinin imamı)
"Ebu Hanife az kalsın dini yıkacaktı"
demiştir. 
(Ahmet Bin Hanbel kitabul-ilel 2/69/ 428- 32) Hammad Bin Seleme:
"Ebu Hanife bir şeytandı, Allah Resulü'nün sözlerini kendi görüşlerine dayanarak red ederdi"
 (İbni Âdi  el- Kamil fi Zuafair-Rical,  8/ 239)
 Ebu'l Hasan el-Eş'ari :
Süfyan es-Sevri,  imam Ebu Hanife'nin hocası Hammad Bin Ebu Süleyman'dan şu sözü nakletmiştir.
"O müşrik Ebu Hanife'ye söyle ben ondan tamamen beriyim, onunla hiçbir ilişkim yoktur"
(Eş'ari el ibane, 77)
   İmamı Müslim şöyle der:
  İmam Malik (Maliki mezhebinin imamı)
 "Ebu Hanife dini mahveden hastalıklardan biridir" demiştir.
( İbni Âdi el Kamil fi Zuafair-Rical,  8- 237)
 Ebu Davud (Sünni  dininin diğer önemli âlimlerinden) şöyle demiştir.
 "Ebu Hanife'ye saldırı ve onu itham, İslam âlimlerinin İcma ettiği noktalardan biridir.  Basra'nın fıkıh imamı
Eyyüb es-Sahtiyani Ebu Hanife'nin aleyhinde çok kötü konuşmuştur. 
Küfenin imamı Süfyan es-Sevri ile  Hicaz Bölgesi'nin imamı
Malik Bin Enes (İmam Malik) ile Mısır'ın imamı Leys bin Sa'd ile Şam'ın  imamı Evzai  ile Horasan'ın  imamı Abdullah Bin Mübarek de  Ebu Hanife'nin aleyhinde çok ağır sözler söylediler.
 Kısacası yeryüzünün her yanındaki Ehli Sünnet'in uleması Ebu Hanife hakkındaki kanaati  menfidir"
( İbni Âdi el- Kamil fi Zuafair-Rical- 8- 241) Sufyan bin Uyeyne:
 "Allah Ebu Hanife'ye lanet etsin, İslam'ın can damarlarını bir bir kopardı. Müslümanlar arasında ondan daha kötü biri doğmamıştır" demiştir.
( İbni abdilberr el- intika, 150)
 İbni Ebi Şeybe 
"Sanıyorum Ebu Hanife yahudi idi" demiştir. (Hatib El Bağdadi 13, 413)
 Süfyan es-Sevri:
 "Ebu Hanife'yi zındıklığından dönmesi için iki kez, kafirliğindenden dönmesi içinse defalarca tevbeye çağrıldı"
( Hatib El Bağdadi 13/ 382- 383)
 İmamı Malik:
 "Benim için Ebu Hanife'nin sözüyle hayvan pisliği arasında hiçbir fark yoktur"
( Hatib El Bağdadi Tarihul Bağdadi,  13/411)
Ebu Davud Süleyman Es Sicistani şöyle der: "İmamı Malik,
İmamı Şafi, Ahmet Bin hanbel Ebu Hanife'nin küfür ve dalalet içinde olduğunda ittifak etmişlerdir"
(Hatib El Bağdadi Tarihul Bağdadi 13/ 383 -384)
 Görüldüğü gibi Allah Resulü'nden iki asır  sonra gelen rivayet tapıcıları sapıklık ve zındıklıkta  günümüzde bulunan  çömezleri arasında bir  fark olmadığı gibi,
inanç ve fikirde bunlarla
  beş bin  yıl sonra gelecek müşrikler  arasında da  bir fark olmayacaktır.
 Bu Kuran cahili  mezhep imamlarının Ebu Hanife'yi kafir,  zındık ve  sapık demelerinin  tek sebebi,
 Allah Resulü'ne isnat edilen bazı sözlerin ona  yakışmayacağını söylemeseydi.
 Yani Ebu Hanife, biz Kur'an ehli muvahhidler  gibi yaşadığı zamana  intikal eden rivayetlerin tümünü de inkar etmiyordu.
 Belki de uydurma  rivayetlerin binde birine karşı gelmiyordu.
 Buna rağmen bu Kur'an düşmanı hurafeci muhaddis ve  Mezhep imamları  ona her türlü hakareti yapmayı dinden bir farz  gibi telakki  etmişlerdir. 
Dolayısıyla Tevhid ve şirk mücadelesi on bin  sene önce nasıl olduysa, bundan on bin  sene sonra da devam edecektir.
Burada aklıma şu iki  âyet geldi.
"İşte o ülkeler (ve halkları)onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz.
 Andolsun ki, elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi.
Fakat önceden (inanç atalarının) yalanladıkları gerçeklere (bunlar)  iman edecek değillerdi.
İşte kafirlerin kalplerini
Allah böyle mühürler. Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulmadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk"
(Âraf, 101, 102)
 Ancak vicdan sahibi insana acı ve ızdırap veren şey,
 masum bir ilâh gibi gösterilen  bu cahil Mezhep imamlarının
aklını biraz kullanan ve vicdanın sesini dinleyen insaflı   bir âlime nasıl saldırdıklarını ümmi halkın bilmemesidir.
Her müslüman kitabını, o kitaptaki dini, niçin  indiğini, amaç ve hikmetini  bilmekle sorumludur. 
Müslüman Allah tarafından indirilen vahyin aydınlığıyla,  kimin sapıklıkta bulunduğunu ve  kimin hidayet üzerinde olduğunu bilmekle  yükümlüdür
SON VAHİY'DE KADİM VAHİY'LER GİBİ BÜYÜK BİR İHANETE UĞRADI.
(1.YAZI)
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Resul der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
( Furkan, 30)
"De ki: Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"
(Sâd, 67, 68)
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'ın halktan koparılması, iyice susturulması, tevhid sisteminin bozulması  ve ahlakının dejenere edilerek arka planı atılması ve tamamen  terk edilmesi için cildini, şeklini, müzik ve ahengini ön plana çıkardılar.
 Ümit ediyoruz ki, bir gün gelecek Kur'an ehli muvahhidler  bu tuzağın farkına varacak,  Allah'ın kitabını  hakkıyla okuyacak ve insanlara mesajını ulaştıracak, ondan ilham alacak, ümmetin arasında inanç ayrılıklarını, düşünce karmaşasını, mezhep belasını,
"Allah'ın ipine sığınarak" sorunları çözmeye çalışacaklardır.
 İşte o zaman İslam yeniden kaynağını  Kur'an'dan alarak dirilişe geçip ölümcül hastalığa yakalanmış, mezheplerin şirk  tuzağına düşmüş, geri kalmış İslam ümmetini yeniden vahdete kavuşturur.
 Yoksa Kur'an olmadan hayat, hareket, bilinç,  sorumluluk, doğru yön ve derin düşünce bulmak mümkün değildir.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a öyle kötülükler yaptılar,  öyle ihanetler ettiler ki, düşünme, tevhid, adalet, merhamet, onu anlama, onunla aydınlanma,
(İbrahim, 1)
 doğru yönü bulma, dirilme ve amel kitabı olan bu hayat kitabını sadece istihâre yoluyla yararlanılan ve ölülere okunan bir sevap  kitabı haline getirdiler.
 Artık ümmi insanların Kur'an'a karşı sorumluluğu, sadece ona kuru bir tazimde  bulunma,
 onu anlamadan yüceltme, üzerinde tefekkür etmeden öpüp koklamak,
abdestsiz ellememe,  güzel bir kılıfa sarmalama, evin en güzel köşesine yerleştirme,  bebeğin beşiğine muhafız yapma  ve güzel sesle okumaktan ibaret oldu.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yanında Kur'an,  nazardan korunma, 
büyüleri geçersiz kılma ve cinleri uzaklaştırmak  için kullanılan tılsımlı bir takım hareket ve ayinler eşliğinde okuma, muska yapıp yeni doğum yapan kadınların,
süt veren  ineklerin  ve kafadan çatlak adamların yakasına takmak için ahmakça geleneklere alet edildi.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine göre hiç kimse Kur'an'ı anlamaya çalışmamalıdır.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin tek bir amaçları vardır.
Kur'an'ı açıp okuyan, onu anlamaya çalışan, onun üzerinde düşünen,
ondan ders çıkaran ve ibret alan herkesi çeşitli yaftalamalarla karalamak ve Kur'an ehli muvahhidleri  mahkum etmeye çalışmaktan ibarettir.
Tek gaye Kur'an'ın anlaşılmasının zor  olduğunu ümmetin ümmilerine kabul ettirmektir.
 Şia ve  Ehli Sünnet'in âlimlerine göre Kuran, içi  muamma dolu, mücmel, şüpheli, çok zor, sırlar dünyasına benzer. 
Dolayısıyla İnsanların onu anlaması mümkün değildir.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri aklı kullanmayı  reddettiler.
 Halbuki akıl olmadan bir sözü, bir kitabı  okumak, anlamak ve  onunla amel etmek mümkün olmadığına göre,
ümmi  halkı cehenneme gidersiniz diye korkutarak Kur'an'ın  manasını okumaktan, anlamaktan ve onunla amel etmekten alıkoydular.
"İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı sakın  dinlemeyin, okunurken (aleyhinde) propaganda  yapın, Umulur ki sesini bastırırsınız, dediler"
( Fussilet, 26)
 Sonunda Kur'an'ı  tamamen kendi rivayet, mezhep ve içtihatlarına  göre uyarlayarak manasını tahrif ettiler.
 Kur'an'ı baştan sona kadar Allah Resulü'nün etrafındaki birkaç kişiyi övmek, yalan yere onları  yüceltmek veya  birkaçını tahkir ve kötülemekten ibaret olan bir kitap olarak tanıttılar.
 Halbuki Kur'an, hayat, kurtuluş, huzur, diriliş şuur  ve yaratıcılık bağışlayan bir kitap olduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
"De ki: Onu,  Mukaddes ruh, iman edenlere Sçsebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"
 (Nahl, 102)
 Aslında ümmi olan birinin Kur'an'ı okumadan, bilmeden ve anlamadan kabul etmesi mümkündür.
 Ancak ilim sahibi birinin onu açıp okumadan, üzerinde düşünmeden ve anlamaya çalışmadan ondan yüz çevirmesi
 hakkına sahip değildir.
 "Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim ayetlerimi, ne olduğunu iyice kavramadan yalanladınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?
 (Neml,  84)
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'la konuşmayı, ruhunu, fikrini,
tevhid sistemini, bağlam ve  bütünlüğünü bırakıp şekline,  sesine, tecvidine  kulluk etmeye başladıkları günden itibaren hurafelere tapmaya  başladılar ve toplumsal gerilim, fikri donukluk, mezhebi taassup, ilmi, İktisadi ve siyasi yozlaşma ile karşı karşıya kaldılar.
 Biz İslam toplumunu şirk, sömürü, hurafe, tefrika, bencillik, kör taassup ve cehaletin karanlığından  kurtaracak tek gerçek,  Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi ve merkeze  konması olacaktır. 
 Kur'an, din ve  hüküm olarak hem Diyanette,  hem Milli Eğitim'de, hem medreselerde hem de bütün kamuoyunda tek kaynak olarak ortaya konsun.
 Diyanet ve okullarda Kur'an dersleri, İmamlar arasında Kur'an araştırmaları, ilahiyatçılar arasında
Kur'an meseleleri, daha  ilkokullardan başlayan  Kur'an eğitim ve  öğretimi hayati ve asli bir görev olarak ele alınmalıdır.
 Bu bilinç ve hayırlı  faaliyet her geçen gün yayılmalıdır.
 İşte o zaman Kur'an'ın rehberliğinde ümmet uyanışa, direnişe, sorumluluk bilincine, güç ve birliğe  ulaşmış olacaktır.
"Hep birlikte Allah'ın ipine sığının,  parçalanmayın, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,  gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
 Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi o kurtarmıştı.
işte Allah size âyetlerini böyle açıkları ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran, 103)
 Yoksa bu ümmet şirk, tefrika, karanlık, zillet dolu, utanç verici bir hayata mahkum olarak kalacaktır.
 Kur'an, bize ahirette kurtuluş yolunun dünyadan geçtiğini, dünyada kurtuluşa ve refaha  ermeden ahirette kurtulmanın mümkün olmadığını  öğretiyor.
 "Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
O: Rabbim!
 Beni niçin kör  olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim! der. 
Allah buyurur ki: İşte böyle, çünkü sana âyetlerimiz geldi, ama sen onları unuttun.  Bugün de aynı şekilde unutuluyorsun"
(Tâhâ- 121, 125 ,126)
 ÇARE: Kutsallık ve yüceltme raftan indirilip eğitim ve tefekkür, rahmet ve inancın dayanağı  olacak.
 Kur'an bize,  özgürlük, uyanıklık ve izzet sahibi olmanın yolunun  ilim ve aklı kullanmaktan  geçtiğini öğretti.
 Dolayısıyla bu dünyada zelil  olarak ölen ahirette zillet içinde dirilir.
Yani müntesiplerini bu dünyada rezil rüsvay  eden bir din, ahirette kurtuluşa vesile olabilir mi?
 Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri yukarıdaki soruya cevap verebilir mi?
 Allah'a yakın olmanın yolu ibadetlerde olmadığını,  aklı kullanmaktan ve tefekkürden geçtiğini yine Kur'an öğretti.
 İbadet eden cahil değirmene bağlanan  eşek gibidir.
 Kur'an'sız kalan bu ümmet bir adım ilerlemeden  yerinde döner durur.
SON VAHİY'DE KADİM VAHİY'LER GİBİ BÜYÜK BİR İHANETE UĞRADI:
( 2.YAZI)
 Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır!
 Biz onların kalplerine Kur'an'ı  anlamalarına  engel olan bir ağırlık, kulaklarında sağırlık verdik.
Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf, 57)
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'ı teberrük edilen, ölü kitabı olmaktan çıkarıp hakkıyla  okunan ve anlaşılan bir kitap olduğunu anlamak zorundadır.
 Kur'an kulak verilmesi gereken bir kitaptır.
 Kuru kuruya tapılması gereken bir "fetiş" değildir.
 Kur'an eğer anlamsız bir zikir kitabı, ahiret için okunan bir sevap  kitabı ya da ölmüşlerin ruhuna hediye  edilmek için okunan, dokunulmaz,
bir "kutsal" değil de bir hayat ve şuur,  aydınlanma ve adalet kitabı olarak okunursa insana uyanma ve direniş hissi,
hareket kabiliyeti, izzet, rahmet  ve bilinç bahşedecektir.
Böylece iman gücü zulme, zillete ve cehalete karşı bir kudrete, bir baş kaldırışa bir  isyana dönüşür.
 Ama maalesef geçmişte olduğu gibi,  Kur'an bugün cehaletin ve düzenbazların elinde bir rant ve menfaat aracı, uğurlu ve teberrük edilen  bir nesne olmuştur.
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanları açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri  kulak ardı ettiler,  onu az bir dünyalığa değiştirdiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü oldu"
( Âli İmran,187)
Tıpkı dün Emevi zulüm ve istibdadının  mızraklarının  ucunda sömürü ve nifak vesilesi olduğu gibi.
 Ben şuna hayret ediyorum!
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a karşı gelmede,  ona saldırı yapmada, onunla alay etmede, onu rant yapmada, onun gerçeklerini gizlemede, kulak ardı etmede nasıl bir İcma ve İttifak içine girdiler.
Rahmân ve Rahim olan Allah indirmiş olduğu ilk vahiy'den son vahiy olan Kur'an'a kadar elçilerden sonra gelen ilim adamları bu emrin  tam tersini icra ettiler.
Allah "Onu yalanlamayın buyurdu" yalanladılar, onun gerçeklerini gizlemeyin" buyurdu,
 gerçekleri gizlemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
"Ona ihanet etmeyin" buyurdu her türlü ihaneti gösterdiler.
 Yani anlayacağınız kadim vahyin sahipleri gibi Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinde Kur'an ilmi ve hikmeti, rahmet ve  ahlakı namına hiçbir güzellik bulunmamaktadır.
Şia ve Ehli  Sünnet dininin  âlimleri vahye ihanet edince  bütün güzelliklerini ve değerlerini kaybettiler.
Şia Ehli sünnet âlimleri hakkıyla  Kur'an'a iman etmedikleriden dolayı Allah Kur'an'ın anlaşılmasını  onlara imkansız kılmıştır.
 Yani anlayacağınız,  Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine Kur'an'ın  hidayet  ve  rahmet kapıları sonuna kadar  kapanmıştır.
"Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz
Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın ayetlerine inanmayanlar ancak yalan uydurur. işte onlar yalancıların kendileridir"
( Nahl, 104, 105)
(Son)
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(15.YAZI)
ÖRNEK 81:
ÂLİ İmran suresi" Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra (kalkıp) insanlara:
Allah'ı bırakıp bana kul olun!  demesi mümkün değildir.
Bilakis (şöyle demesi gerekir) okutmakta ve öğretmekte  olduğunuz kitap uyarınca Rabbe  halis Kullar olunuz"
 ÂLİ İmran 79.  âyetinde bulunan "tuallimunel kitébe)  "öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca"  kelimesini,
Ebu Amir "te'lemune" "bilmiş olduğunuz kitap uyarınca" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 82:
 ÂLİ İmran suresi "Onların yaptıkları hiçbir hayır   karşılıksız bırakılmayacaktır.  Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir" 
115. âyetinde bulunan "vemé yef'alu  min hayrin felen yükferuhu" kelimelerini, Ebu Amir "vemé tef'alu min hayrin felen tükferühu" "yaptığınız hiçbir hayır karşılıksız bırakmayacaktır" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 83:
 ÂLİ İmran suresi "Nice Nebi'ler  vardı ki,  beraberinde birçok
Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar
Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik göstermediler, boyun eğmediler, Allah sabredenleri sever"
146.  âyetinde bulunan "kâtele" "savaştılar"  kelimesini, Ebu Amir "kutile" öldürüldüler" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 84:
 Enfal suresi
"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için savunma gücü hazırlayın, onunla
Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınız ve onlardan başka sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği düşmanları  korkutursunuz,,,"
60. ayetinde bulunan "turhibune" "korkutursunuz" kelimesini,
 Ebu Amir "yurhibune" "korkuturlar" olarak okumuştur.
 Bu okuyuşta savunma gücünün ne kadar caydırıcı olduğu daha iyi anlaşılıyor.
 Yani o hazırlayacağınız savunma gücü sayesinde düşmanlarınızı  korkutmuş olursunuz.
 ÖRNEK 85:
 Tevbe Suresi
 "Binasına Allah korkusu ve rızası üzerine kuran  kimse mi daha hayırlıdır.
Yoksa yapısını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup,  onunla beraber kendisi de çöküp  cehennem ateşine giden kimse mi?
Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" 109. âyetinde bulunan "essese" "kuran, bina eden" kelimesini,
 Nâfi "üssise" "(Allah) tarafından kurulan, bina edilen" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 86:
 Tevbe suresi "Haram ayları) ertelemek, sadece kefillikte İleri gitmektir. Çünkü  onunla,  kafir olanlar saptırılır" 37. ayetinde bulunan "yudallu" "saptırılır" kelimesini, Nâfi "yudillu" "saptırır" olarak okumuştur.
 O zaman âyet şöyle olur.
 (Haram ayları) ertelemek, sadece kafirlikte  İleri gitmektir. Çünkü kafir olanlar onunla saptırırlar,,,"
 Bu okuyuş âyetin bütününe daha uygun düşüyor.
 ÖRNEK 87: Âli İmran suresi
 "Allah, kendilerine kitap verilenlerden (âlimlerden) "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız,
onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı" 187. âyetinde bulunan "letubeyyinunnehu" "onu açıklayacaksınız" ile "velé tektümünehu" "onu gizlemiyeceksiniz"
kelimelerini, Nâfi "leyubeyyinunnehu" onu açıklayacaklarına" ile "velé yektümünehu" "onu gizlemiyeceklerine" diyerek söz almıştır" olarak okumuştur.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(14. YAZI)
İmamiyye Şia'sı, sahabenin büyük bölümünü Ehli Beyt'te sırt çevirmekle  ve hilafet haklarını gasbetmekle  suçladıkları için hadislerin nakli noktasında onlara karşı olumsuz bir tavır takınmışlardır.
 Şii âlimlerin büyük  çoğunluğunun üzerinde fikir birliği ettikleri konulardan biri, Ömer ve ardından Buhari ve Müslim gibi ehli Sünnet  hadisçilerinin  Hz Ali ve Ehli Beyt hakkındaki rivayetlerin ümmetin geneli tarafından dinlenmesini istemedikleridir.
Şia âlimlerine göre Ömer hadis rivayeti konusunda çok katı ve yasakçı bir zihniyete  sahip idi.
Şia, işte bu ve benzeri sebeplerden dolayı hadis aktarımını İmam Zeynelâbidin, oğlu Muhammed el- Bakır, oğlu imamı Caferi es- Sadık gibi Ehli Beyt imamları ile sınırlı tutmuştur. 
Şia'nın önemli bölümünü oluşturan İmamiyye, Ehli Beyt imamlarının sözlerini ve içtihadi görüşlerini din için  tamamlayıcı olarak görmüşlerdir.
 Çünkü onların gözünde Ehli Beyt,
 "Size iki şey bırakıyorum:
Allah'ın kitabı ve itretim" (neslim) hadisinde ifade edildiği gibi
Allah Resulü'nün Kur'an'ın yanında takip edilmesini emrettiği ikinci  kaynağı  oluşturmaktaydı.
 Şia âlimleri, Allah Resulü'nün sürekli olarak kızı Fatıma ve amcasının oğlu Hz. Ali'nin evlerine gidip onlarla konuştuğunu,  imamı Ali'nin de  bu ziyaretlerde söylenenleri bir sahifeye  yazdığını söylerler.
Şia âlimlerine göre Hazreti Ali'nin bu sahifesi elde bulunan hadis kitaplarının  en sağlam olanıdır.
 Bu sahife  ve kitap daha sonra masum imamlara geçmiştir.
 Allah Resulü'nün H.Ali'ye öğrettiği bu hadis kitabı her şeyi içerdiğinden mâsum imamlarda  her şeyi bilirler.
 Şia, bu konuda bazı âyetleri delil olarak göstermiştir.
 Dolayısıyla Şii âlimlerine göre imamlardan gelen  rivayetlerde kuşkuya yer yoktur.
 Çünkü Hz. Ali'nin yazdığı bu kitap imamlardan  intikal etmiştir.
 Ali Şeriati'nin bu konudaki görüşleri şöyledir. "İmamlar Kur'an'ı diğer insanlardan daha iyi anlar ve anlamlandırırlar"
 Şia âlimleri Ehli Beyt'e nispet edilen hadisleri, yaşadıkları dönemde yazıya döküp derlemişlerdir.
 Bunlar, büyük bölümü kaybolmuş bulunan "Usul'i- erbaa Mi'e =Dörtyüz asıl" olarak bilinir. Şeyh Ebu Câfer Muhammed Bin Yakub el-Küleyni (ö. H. 329)
 bu hadislerden ulaşabildiklerini Hicri dördüncü asırda "el- kafi" adıyla kitap haline getirmiştir.
Şia'da "el-Kâfi" hadis kitabı, Ehli Sünnette bulunan "Buhari" gibidir.
 Küleyni'nin Kâfi'si  iki bölümden oluşmakta olup birinci  bölümü usul (itikat- iman) ikinci  bölümü ise fürü ( ibadet ve ahkamla) alakalı hadisleri içerir.
 "el-Kâfi, 34 kitap, 346 bab altında 16.000 civarında hadis içeren geniş  bir hadis kitabıdır.
 (Dr. Haşim Maruf El- Hüseyni, Diraset, s 19, Sıtkı Necmi, Adva ale's-Sahihayn, s 87)
 Sonra Şeyh Saduk  lakabıyla ünlenen Muhammed bin Ali bin Bâbeveyh El Kummi  (ö.H.381 "Men lé yahduru'l-Fakih" adlı bir hadis  kaynağı derlemiştir.
 Hadislerin senetlerine yer verilmeyen bu eserde 9.000'den fazla hadis  bulunmaktadır.
 Bu İkisinden sonra gelen Şeyh Ebu Cafer Muhammed  bin el-Hasan et-Tusi (ö.H. 380- 462) iki  büyük hadis kitabı derlemiş olup bunlardan biri
"Tehzibu'l-ahkam" diğeri  ise "el-İstibsar fimé uhtilife mine'l-ahbar" kitabıdır.
 et-Tusi bu iki  eserde "el-Kâfi"de bulunmayan bazı hadislere yer vermiştir.
( a. g.e--s 292)
 Bu kitaplar, on birinci  yüzyılda derlenen üç  büyük hadis kaynağına  kadar Şii fıkıhçıların  vazgeçilmez başvuru kaynağı olmuşlardır.

18 Nisan 2018 Çarşamba

DİN'DE KAOS VE KARGAŞANIN EN ÖNEMLİ SEBEBİ:
(2.YAZI)
Allah tarafından indirilen vahyin en önemli kavramlarından biri olan  "itaat" kavramı Kur'an'da  hiçbir zaman tek başına Allah lafzının yanında yer almaz. 
Mutlaka yanında "Resul"kavramı vardır.
Çünkü Allah'ın insanlarla diyalog kurmasının en iddial yolu budur.
 Bundan daha ideal ve olumlu bir yol olsaydı Allah bu yolu kullanırdı.
 Resul Allah'ın emirleri ve iradesi dışında hiçbir şey söylemez.
 Yani "Nebi" olan şahsiyet hayatı boyunca, gece gündüz, yedi gün, yirmi dört saat her an, hiç bir zaman,  ahirette bile Nübüvvet  kimliğini kaybetmez.
 Fakat "Resul" Allah'ın kendisine vahiy indirip o da  onu tebliğ edip insanlara  duyurduğu andaki resmi konumudur.
 Bu yüzden aşağı yukarı Kur'an'da "Resul" için kullanılan kavramların büyük çoğunluğu "Nebi" için kullanılmaz.
 MESELA,
"tekzib" (yalanlama) "İsyan" (karşı çıkma) "küfür" (gerçeğin üstünü örtme) "tehaddi"
(meydan okuma)
"şikak" (yolları ayırma) "galebe" (zafere ulaşma) gibi, birçok kavram sadece Allah, vahiy ve resul için kullanılıyor.
 Yani Allah tarafından Resul'e vahiy indiriliyor, Resul indirilen vahyi olduğu gibi, içine hiçbir şey katmadan ve ondan bir şey eksiltmeden  insanlara ulaştırıyor.
(Hakka, 44, 45, 46, 47)
 Kur'an'ın diline ve dinine göre vahiy ile Elçi arasında bir fark yoktur.
Allah'ın elçileri indirilen vahiy kadar değerlidirler.
 Resul ile kendisine indirilen vahiy  bir bütünün iki parçası gibidir. 
Bazı özellikleriyle "Beşer Resul'ün" avantajları, bazı özellikleriyle de  "Kitap Resul'ün" avantajları ve önemi ön plana çıkar.
 MESELA,
Güzel ahlak, olağanüstü edep, canlı iletişim ve  anlatımı, sözün gücü, mükemmel örnekliği  ve mimik hareketleriyle "Beşer Resul"vahyin önüne geçer.
 Fakat her yere ulaşma, ölümsüz olma, kayıt altına alınma, ona hiçbir şeyin engel olmaması özelliği ile
"Kitap Resul" ön plana çıkar.
Resülü hidayete ulaştıran vahiy'dir, fakat Resul olmadan vahiy hayat bulamaz.
 Yani "kitab Resul" ile  "Beşer Resul"ü birbirinden koparmak büyük bir ihanet  ve büyük bir küfürdür.
 Hayatta olduğu sürece "Beşer Resul" canlı vahiy'dir.
 Yani kur'an odur.
 Vefat ettikten sonra "Beşer Resul"ü sadece onun dilinde hayat bulan,ondan tek miras kalan Kur'an temsil eder.
 Dolayısıyla indirilen vahyi ve gönderilen  Resul'ü birbirinden ayırmak,
Resulü Kur'an'dan koparmak ve  başka kaynaklara götürmek, 
dine ve vahye yapılacak en büyük alçaklık, en büyük bir zulüm, en büyük kötülük ve en büyük cinayettir.
 İşte Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri bu kötülüğü  yaparak ortaya Allah'ın indirdiği vahye tamamen aykırı düşen ve tevhid akidesine  düşman, uydurma ve son derece tehlikeli  bir din meydana getirdiler.
 Bu şirk dininin ortaya çıkmasının en önemli nedeni Allah Resulü'nü Kur'an'dan  koparmaları olmuştur.
Vahiy'den koparılınca her türlü yalan ve alçakça iftiralara karşı Resul serbest hedef haline geldi.
 Resul'ün değeri,
Allah tarafından indirilen  vahiy'den alınarak Emevi- Abbasi imalatı hurafe  Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere  indirgenmiş oldu.
  Elçin'in fazileti en yüksek mertebeden alınarak yerlere serildi.
 Uydurma rivayetler sayesinde ona en büyük hakaretler yapıldı.
DİN'DE KAOS VE KARGAŞANIN EN ÖNEMLİ SEBEBİ:
(3.YAZI)
"Allah, vahiy ve Resul"  sisteminde en önemli kavram "itaat" kavramıdır.
 İTAAT:
 "ve etiullâhe verrasüle leeleküm turhamun"  "Allah ve Resulü'ne itaat edin ki merhamete nail olasınız"
( Âli İmran,  132)
Allah'a itaat etme emrinin yanında mutlaka Resul'e itaat etme emri de vardır.
Yani Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Resul" kavramı geçmeden tek başına "Allah itaat edin" diye bir âyet  yoktur.
Ama bazı âyetlerde Allah lafzı olmaksızın sadece Resule itaat edin emri mevcuttur.
 "Ve ekimussalete ve étüzzekéte ve etiurrasüle leeleküm turhamun"
"Salatı ikame edin, zekatı verin Resul'e itaat edin ki merhamete nail olasınız" 
Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi "Allah" lafzı geçmeden
 "Resule itaat edin" emri geçmiştir.
 Resul tamamen Allah'ı temsil ettiğinden dolayı böyle olmuştur.
 İCABET:
"Ellezinestecébu lilléhi verrasüli,,,,"
 "Allah'ın ve Resul'ün çağrısına uyanlar,,,"
( Âli İmran,  172)
 HARP: (SAVAŞ)
"Fe'zenü biharbin minallâhi ve Resülihi,,,,"
",,,,,Allah Ve Resulu tarafından savaş bekleyin,,,"
(Bakara, 279)
 ÜLTİMATOM: (BERAAT, ÇAĞRI, DUYURU, İLAN, İHTAR)
"Beraatün minallâhi ve Resülihi,,,,"
"Allah ve Resulü'nden kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir İhtar,  bir ültimatomdur"
( Tevbe, 1)
 İSYAN: (BAŞ KALDIRMA )
 "Ve men ya'silléhe ve Resülehü,,,"
"Her  kim Allah'a ve Resulü'ne âsi olursa,,,,"
( Nisa, 14)
 İSTİHZA (ALAY)
",,,Kul ebilléhi ve éyétihi ve Rasülihi küntüm testehziun"
 ",,,,Deki: Allah ile, O'nun ayetleriyle ve O'nun Resulü ile mi alay ediyorsunuz?"
 Tevbe,  65)
 SİSTEM ŞÖYLE KURULMUŞTUR:
"Allah, onun ayetleri ve onun Resulü" yani vahiy ve Elçi  Allah'ı temsil ederler.
 Allah'ın iradesinin ve hükmünün  ortaya çıkması ve tecelli etmesi Resulü'n dilinde hayat bulan vahiy'le oluyor.
 İŞTE BAŞKA BİR SİSTEM:
"Ve keyfe tekfürüne ve entüm tütlé aleyküm éyétüllâhi ve fiküm
Rasülühü ve men ya'tasim billéhi feked hudiye ilé siratin mustekim"
"Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü'de aranızda iken nasıl küfre saparsınız?  Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
 (ÂLİ İmran, 101)
SİSTEM ŞU:
 "Allah'ın âyetleri, Allah'ın Resulü ,Allah'a bağlanma ve hidayet'in yolu olan sırat-ı müstakim"
 TEKZİB: ( YALANLAMA)
"Küllün kezzeburrüsüle fehakka veid"
"Bu kavimlerin hepsi Resulleri yalanladılar da azabım gerçekleşti"
( Kaf, 14)
Kur'an'da tekzib(yalanlama)  kavramı onlarca yerde sadece Allah, vahiy ve Resul için kullanılmıştır.
 KÜFÜR: (HAKKIN ÜSTÜNÜ ÖRTME)
"İnnehüm keferu billéhi ve Resülihi,,,"
",,,Çünkü onlar Allah ve Resul hakikatının üstünü örttüler,,,,"
( Tevbe, 84) Aynı şekilde Kur'an'da küfür kavramı sadece Allah, vahiy ve Resul için kullanılıyor.
 TAHRİM: (HARAM KILMA)
",,,,,velé yuharrimune mé harramallâhu ve Resülehü,,," "Allah ve Resulü'nün  haram kıldığını,,,"
( Tevbe, 29)
 Yani burada Allah haram olan şeyleri Resul'e vahyeder, o da onları insanlara tebliğ eder ve duyurur.
 Dolayısiyle Allah ve Resulu haram etmiş oluyor. ŞİKAK: ( ÇATLAK SES, ANLAŞMAZLIK)
 "ve men yuşékikirrasüle,,,"
"Kendisi için hidayet yolu açık olarak belli olduktan sonra Resul ile  yollarını ayıran ve anlaşmazlığa düşenler,,,,"
( Nisa, 115)
 TEHADDİ: ( MEYDAN OKUMA, KARŞI GELME)
"innellezine yuhâddunellâhe ve Resülehü üleike fil ezelline"  "Allah'a ve Resulüne meydan okuyanlar, işte onlar aşağıların aşağısındadırlar"
 (Mücadele, 20)
 GALİBİYET: (ZAFER)
"keteballâhu leeğlibenne ene ve Rusülihi,,"
" Allah: elbette ben ve Resullerim galip  geleceğiz,  diye yazmıştır"
 (Mücadele, 21)
İTTİBA : ( UYMA, TABİ OLMA)
"Rabbené émenné bimé enzelte vetteba'ner-resüle fektübné meeş şéhidin"
" Rabbimiz! indirdiğine İnandık Ve Resul'e uyduk. Bizi birliğini tasdik eden şahitlerden yaz"
 (ÂLİ İmran, 53)
EZİYET ETME:
"innellezine yü'zünellâhe ve Resülehü,,,"
" Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş,,,,
(Ahzab,  57)
NUR: 
Kur'an'da "Nur" kavramı, hem Allah, (Nur, 35) hem "vahiy"( Nisa, 174) hemde "Elçi" (Ahzab, 45) için kullanılmıştır. 
HAK:
Yine "Hak" kavramı, hem "Allah"( Yunus, 32) hem "vahiy"( Bakara, 147) hemde "Elçi" (Âli İmran, 86) 
için kullanılmıştır.
Bu  misalleri çoğaltmak mümkündür.
 Dolayısıyla Şia ve Ehli  Sünnet'in âlimleri Resûl kavramının önemini, taşıdığı değeri ve hangi manaya geldiğini bilselerdi, Nebi'nin sözünün diğer insanların sözünden bir farkının  olmadığını,
Resul'ün değerinin uydurma hadislerden değil, Kur'an'dan, dolayısıyla vahiy'den kaynaklandığını ve Resul'ün  rivayetlere  değil, vahye eşit olduğunu bilirlerdi.
DİN'DE KAOS VE KARGAŞANIN EN ÖNEMLİ SEBEBİ:
(4.YAZI)
Önemine binaen tekrar ediyorum. 
Şia ve Ehli  Sünnet in âlimleri Resûl kavramının önemini, taşıdığı değeri ve hangi manaya geldiğini bilselerdi
Nebi'nin sözünün diğer insanların sözünden bir farkının olmadığını, 
Resul'ün değerinin uydurma hadislerden değil, Kur'an'dan,
dolayısıyla vahiy'den kaynaklandığını ve Resul'ün uydurma  rivayetlere değil, vahye eşit olduğunu bilirlerdi.
Yani Muhammed'i diğer insanlardan ayıran tek  şeyin hadisler değil, Allah tarafından indirilen vahyin olduğunu bilirlerdi.
 Şimdi bakın Rahmân ve Rahim olan Allah bu konuda ne buyuruyor.
 "De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim (şu var ki) bana ilâhınızın tekbir ilah olduğu vahyediliyor.  Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, ameli salih işlesin ve Rabbine ibadette  hiç kimseyi ortak koşmasın"
 (Kehf, 110)
"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim.  Bana ilâhınızın  bir tek ilah olduğu vahyediliyor. Artık ona yönelin, O'ndan bağışlanma dileyin,  müşriklerin vay haline"
( Fussilet, 6)
 Dolayısıyla elçiyi  önemli ve dokunulmaz kılan tek şey taşıdığı emanettir.
 Bu emanet dışında diğer insanlardan bir farkı yoktur.
 Yani vahiy'den bağımsız olarak değişik zamanlarda söylediği sözler hiçbir zaman insanları bağlamaz.
Bu en yalın hakikatı kendisi de arkadaşları çok iyi biliyorlardı.
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in müctehid,  muhaddis ve  âlimleri bu kadar Kur'an ve tarih  cahili  kişilerdir.
 Çünkü daha Elçin'in hangi anlama geldiğini bilmiyorlar.
 Dolayısıyla Şia ve  Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'ın bağlam  bütünlüğünden habersiz olmaları ve Resulün hangi anlama geldiğini bilmemeleri dinde  büyük bir kaos, fitne, cehalet, şirk,
kargaşa, ayrışma, ihtilaf, kavga ve katliamlara sebep olmuştur.
 Eğer Nebi'nin sözleri bağlayıcı olsaydı, Allah ona insanlarla istişare etmesi gerektiğini emretmezdi.
",,,,dünya İşleri hakkında onlarla istişare et,,,"
( Âli İmran 159)
 Eğer Nebi'nin sözleri bağlayıcı olsaydı,
 Zeyd onun tavsiyesini dinler emrine karşı gelmezdi.
  (Ahzab, 37)
 Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünü bilmeyen, Kur'an'ın en önemli kavramlarından habersiz olan cahillerin dinden konuşmaları ve fetva vermeleri caiz değildir.
 Onların İslam dinine alternatif uydurma bir din  meydana getirmelerinin  getirisi dünyada zillet ve  sapıklık âhirette cehennem azabı olacaktır.
Bu uydurma şeytan dini  Allah tarafından kabul edilir mi ki, bizde bu tağutların dinini kabul edelim?
 Hani dinin  Allah'a özgü kılanılması gerektiği, (Zümer-- 2, 3, 11, 13, 14, 15-- Beyyine,5)
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri öyle korkunç, tehlikeli ve acımasız  bir din  ortaya koydular ki,  bu din bin dört yüz seneden beri masum  kanı döküyor.
 Dünyada bu dinden daha tehlikeli bir silah icad edilmemiştir.
 Şu soru gerçekten çok önemlidir.
 Allah Resulü Muhammed (as) ı Kur'an'ın  temsil etmesi mi daha büyük onur ve fazilettir. 
Yoksa zalim Emevi- Abbasi
Devleti'nin Ehli sünnet dininin kaynaklarındaki uydurma
 rivayetler ile Şia'nın  kadim İran'dan taşıyıp getirdiği absürt hurafeler mi?
Bu soruya cevap verilmesi gerekir.
 Allah Resulü dediğimiz zaman,  aklımıza Allah'ını kitabının gelmesi mi bir üstünlüktür?
 Yoksa Allah Resulü'nden asırlarca sonra uydurulan  sanal dinin yalan rivayetleri mi?
(Son)

16 Nisan 2018 Pazartesi

KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
 ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(10.YAZI)
Şiilere göre Allah Resulü'nün ardından sona eren şey, Resullük ve Nübüvvettir.
 Son Nebi'den sonra insanlığa yeni bir din ve şeriat tebliğ edecek başka bir insan gelmeyecektir.
 İslamiyet  dışında  başka bir dinde olmayacaktır.
Son Nebi ile birlikte Risalet ve Nübüvvet sona erdirilmiştir.
 Hüccet (örnek, delil) ve insan'ı kamil'e gelince, evrendeki ilk insani varlık kamil insan olduğu gibi, yeryüzündeki yaratılış hattında son insanın da öyle olması gerekir.
 Bilindiği gibi bu hat, insan türünün mensupları arasında asla kapanmayacaktır.
 (a. g. e -s,232)
 Aynı anlama gelen ifadeleri, Muhammed Tâki- el Müderrisi'nin bir kitabında da  görüyoruz. "Vahyin, ilâhi kudretin tecellilerinden bir tecelli ve beşeriyete yönelen rahmetin ifadesi olduğuna inanan insan, Hüccet (delil'e)  imam'a da inanmalıdır.
Çünkü yeryüzünün vahiy sayesinde gökyüzüne bağlandığı düşünüldüğünde,
Resullerin ve Nebilerin sonuncusu Muhammed (as) ın vefatından sonra vahiy bağının kopmasıyla  birlikte
ilâhi rahmetin ve beşeriyeti kuşatan engin lütfun  kesilmesi
sonucunu doğuracak şekilde insanın kendisini gökyüzüne bağlayacak bir bağdan yoksun kalması söz konusu olacaktır.
 Yeryüzü, insanın var olduğu ilk andan  son Nebi  (as) ın  gönderildiği zamana kadar, ilâhi hüccetsiz  kalmamıştır.
 Şanı yüce Allah'a şu  yeryüzünü  hüccetsiz bırakır mı?
 Geçmişte yaşayan insanlar O'na daha mı yakın idiler ki onlara vâsiler  dışında yüz yirmi dört bin  elçi gönderilmişken
 bizleri  Allah Resulü'nün vefatından sonra hüccetsiz mi bırakmıştır?
Vahye  inanan insan,  imamların şahsında temsil olunan  bu vahyin sürekliliğine de inanmalıdır.
 Bu süreklilik, somutlaşarak yükselmekte, gelişerek doruğuna yani gaip imam( Allah çıkışını çabuklaştırsın) ve hüccetin  şahsında kendini gösteren İslami mesajın zirvesine ulaşmaktır"
 (el-Müderrisi,  el-imam- Mehdi kudvetu's sıddıkin, sayfa 9)
DİN'DE KAOS VE KARGAŞANIN EN ÖNEMLİ SEBEBİ:
(1.YAZI)
 Savaşı kaybeden komutana  Halife sormuş, savaşı niye kaybettiniz?
 Komutan, yüz  tane sebebinin olduğunu söyleyince, Halife,  say demiş,
 Komutan, bir,  demiş, barutumuz kalmamıştı.
 Halife gerisini saymana gerek kalmadı, demiş. Bu hikayeyi şunun için anlattım.
Şia ve Ehli Sünnete bağlı toplum  ve ülkelerin  içinde bulundukları kaos ve güvensizliğin en büyük nedenini bu hikaye çok güzel ortaya koyuyor.
 Şia ve Sünnet âlimleri en önemli silah olan Kur'an'ı yalanladılar,  kaybettiler.
Şia ve Ehli Sünnet'in barutları yok.
Yani Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a hakkıyla inanmadıkları için her türlü savaşı kaybetmeye mahkum edilmişlerdir.
Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri  Allah'ın yardım ve desteğini zayi ettiler.
Dolayısıyla baştan mağlup olmayı hak ettiler.
"Eğer Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek kimse yoktur.
Eğer sizi alçaltırsa  ondan sonra size kim yardım eder?  Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar"
(ÂLİ  İmran, 160)
 Âhirette Allah'ın ilk soracağı şey Kur'an olacaktır.
 Çünkü her şey geliyor Kur'an'da ortaya konan Tevhid ve ahlaka, yani Allah'ın gösterdiği sırat-ı müstakim olan vahye dayanıyor.
"Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır, birbirlerini de arayıp sormazlar.
 Artık kimlerin tartıları ağır basarsa, işte  bunlar kurtuluşa erenlerdir.
 Kimlerinde tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir,  ebedi cehennem dediler.
 Ateş yüzlerini yakar, orada suratları çirkin ve gülünç bir halde olurlar.
(ALLAH BUYURUR) Size âyetlerim okunur da,  siz onları yalanlardınız değil mi?
 Derler ki:
Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti, biz, bir sapıklar topluluğu idik.   (Müminun, 101, 102, 103, 104, 105, 106)
 Kur'an Allah tarafından indirilmiş, din Allah tarafından tamamlanmıştır.
( Maide, 3-- Enam, 114)
 Vahiy Resul'ün  dilinde hayat bulduğu için yani elçi Allah tarafından indirilen vahyi  tebliğ ettiği için,
 insanları Allah'a karşı bağımlı kılan  ve sorumlu oldukları tek şey Resul'ün  okuduğu ve ilan ettiği vahiy olduğu  için onlarca âyette sadece ona  itaat etmeleri  emredilmiştir. 
Yani Resul, Allah'ın vahyettiği emirleri tebliğ  ettiği için Resul'e itaat eden,  Allah'a itaat etmiş oluyor.
( Nisa, 80)
 Allah elçilerine emir ve  hükümlerini vahyeder, elçilerde vahyedilen emir ve yasakları insanlara ulaştırırlar, onu duyurur ve sadece onu ilan ederler.
(Tâhâ, 134-- Enbiya, 45, --En'am, 51--Kaf, 45)  Dolayısıyla, elçi olan kişi  Resul makam ve mertebesiyle ilan ve beyan ettiği vahye  itaat eden Allah'a itaat etmiş oluyor.
 İşte bu yüzden "Resul" ve "Nebi'"nin kavramları  arasında bulunan farkları çok iyi anlamak gerekir.
Yani  Allah Ve Resulu hiç bir zaman  iki ayrı otorite  değildirler, ve olamazlar.
 Kur'an'da bulunan Allah ve Resulu demek, "Allah elçilere vahiy indirir, elçilerde bu indirilen vahyi  tebliğ ederler" demektir.
 Bu gerçeği ortaya koymak için Kur'an'da öyle  sistemler kurulmuş ki,
Bu sistemler çok olmakla beraber ben sadece  iki örnek  vermek istiyorum.
MESELA.
 1) "Ey iman edenler! Allah ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin"
( Enfal, 20)
Âyette "Allah ve Resulü'ne itaat edin" emredildiği halde "O'ndan yüz çevirmeyin" buyrulmuştur.
Doğrusu "Onlardan, veya "ikisinden" olması gerekirdi.
2)  "Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü'ne uyun.
 Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
 (Enfal, 24)
Âyette "Allah ve Resulü'ne uyun" denildiği halde "çağırdığı zaman" buyrulmuştur.
Yani aslında  davetin tek bir kişi tarafından yapıldığı ortaya konmuştur.
O tek kişi de sadece Allah'tır.
İŞTE SİZE EN KESİN KANIT
"Allah kullarını selamet yurduna davet ediyor ve dileyeni doğru yola iletiyor"
(Yunus, 25)
 Elçiler sadece daveti dillendirici bir konuma sahip oluyorlar.

12 Nisan 2018 Perşembe

İNSANLARI ALLAH'IN YOLUNDAN     ENGELLEYENLER KAHROLSUN!
 Aslında düşünen, aklı başında ve sağlıklı bir zihin yapısına sahip olan insanlar Allah'ın hidayet ve rahmet yolu olan vahye rahatlıkla  ulaşabilirler.
 Fakat ümmi  insanları Allah'ın tevhit yolundan engelleyen alçak ilim!!adamları büyük bir sorun oluşturmaktadır.
 Eğer müşrik ilim adamları yani uydurma dinin menfaat devşiren Kur'an düşmanı dinciler olmazsa ümmi halkın hidayete ulaşmalarının  önünde bir engel  kalmayacaktır.
 İşte bu yüzden
Kur'an gibi indirilen  bütün vahiy'ler tarih boyunca insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen ve Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren din adamlarını sürekli şikayet ve en sert tepkiyi gösterirler.
Kur'an'ı Mübin'de bir çok âyette bu ahlaksız dincileri lânetler.
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri de son vahye aynı ihaneti yaptıklarından dolayı lanetlenmişlerdir.
Hatta Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Yahudi ve Hristiyan din adamlarını aşarak insanları Allah'ın dosdoğru yolu olan  Kur'an'dan o derece engellemişler ki, bu ümmet  Kur'an'ın en önemli meselesini bilmezken, rivayetlerin en yalan olanını bilmeyen yoktur.
 MESELA,
Bu ümmet şirk'in en önemli günah ve en büyük zulüm olduğunu bilmezken tuvalete sol ayakla girip sağ ayakla çıkmanın  gerektiğini bilmeyen yok gibidir.
 Ben dünya hayatında  Şii ve Sünni ilim adamları kadar Kur'an'a karşı  cahil ve onu  umursamaz  bir millet olacağına ihtimal vermiyorum.
Bir millet kitabına karşı nasıl bu kadar lakayd ve vurdumduymaz olabilir?
Daha doğrusu bir ümmetin ilim adamları  kitabına ve o kitaba sahip çıkan muvahhidlere nasıl bu kadar düşmanlık besleyebilir? Dolayısıyla
Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerinin vahyi tebliğ karşısında bir menfaat beklentisi içinde olmadıklarını tekrar tekrar vurgulamaları dinin nasıl büyük bir rant kapısı olduğunu ortaya koyuyor.
Tarih boyunca alçak  ilim adamları her zaman dini dünyalık elde etmek için hiç çekinmeden  sattılar.
İŞTE BU KONU İLE İLGİLİ BİR KAÇ ÂYET.
 "Elinizdekini (Tevrat'ın aslını)  tasdik edici  olarak indirdiğime
( Kuran'a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın! ÂYETLERİMİ  az bir karşılık ile  satmayın,  yalnız benden korkun.  Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın,  bile bile hakkı gizlemeyin"
 (Bakara, 41, 42)
 "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu,
 işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. 
Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır.
Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.
 Ben tevbeyi çok kabul eden ve çokça merhamet edenim"
 (Bakara, 159, 160)
 "Âyetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onların üzerindedir.
Onlar ebediyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.
 "İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O Rahmandır, Rahimdir"
 (Bakara, 161, 162,163)
 "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu,  İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne  de onları temize çıkarır. 
Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Onlar doğru yok karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel  olarak da azabı satın almış kimselerdir.
 Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar.
O azabın sebebi Allah'ın kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır.
 (Buna rağmen onlar mezheplerine göre yorum yapıp)  kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin  bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
(Bakara, 174, 175, 176)
 "Ey ehli kitap! (Âlimler) Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
(Âli İmran, 71)
Allah tarafından indirilen vahyi gizleme ve onu yamuk ve eksik gösterme din adamları ile ilgili bir durumdur.
Ümmi halkın böyle bir şey yapması mümkün değildir.
 "Ehli kitaptan bir grup,  okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler.
 Halbuki okudukları kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde:
Bu Allah katındandır, derler.
 Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.
 (Âli İmran, 78)
Ben bu manzaranın aynısını cübbeli Ahmet'te gördüm.
Yemin ederek söylüyorum, okuduğu hurafe ve yalanları o kadar süsleyerek okuyordu ki,  Kur'an'ı iyi bilmeyen biri onun Allah'ın kitabını okuyor zannederdi.
 "Allah kendilerine kitap verilenlerden, onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu  gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri  kulak ardı  ettiler,  onu az bir dünyalığa  değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü oldu"
(Âli İmran, 187)
 "Eğer ehli kitap iman edip kötülüklerden sakınsalardı, herhalde geçmiş kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.  Eğer onlar
Tevrat'ı İncil'i ve Rablerinden  onlara indirilen Kur'an'ı doğru dürüst uygulasalardı,  şüphesiz hem üstlerinden,
hem de ayaklarının altından ( yeraltı ve yer üstü servetlerinden)  istifade ederek refah içinde yaşarlardı. o
Onlarda aşırılığa  kaçmayan (Muvahhit) bir zümre vardır, fakat çoğunun  yaptıkları ne kötüdür!"
 (Mâide, 66)
 "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.  Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğuna rehberlik etmez'"
(Mâide, 67)
Allah Resulü'ne hitap eden yani tamamen onunla ilgili olan bir âyetin sonunun "Allah kafirler topluluğunu  hidayete erdirmez" ile son bulması çok önemli  bir olaydır.
Yani Allah'ın ayetlerini gizleyen Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ne kadar büyük bir vebal ve lanet altında oldukları çok  açık olarak ortaya çıkıyor.
 "Ey   kitap ehli! Siz,  Tevrat'ı İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça,  doğru bir yol üzerinde değilsiniz" de.
Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"
(Maide, 68)
 "Onların ardından da âyetleri tahrif karşılığında şu değersiz dünya malını alıp,  nasıl olsa bağışlanalacağız, diyerek kitab'a varis olan bir takım kötü kimseler geldi.
 Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar.
(Yani din satma karşılığında hiçbir menfaati reddetmiyorlar)
 "Peki, kitapta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar kitaptakini okumamışlar mıydı?
Ahiret yurdu muttakiler   için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu?
Kitaba sımsıkı sarılıp salat'ı ikame edenler  var ya, İşte biz böyle iyiliğe  çalışanların mükafatlarını zayi etmeyiz"
(Âraf, 169)
 "Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sarılıp çıkan o  yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan  olan kimsenin haberini oku" "Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik.
 Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı  köpeğin durumuna benzer:
 Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin  durumu böyledir. Kıssası anlat  belki düşünürler.
 Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin  durumu ne kötüdür"
 (Âraf, 175, 176)
 "Yahudiler Allah'a bırakıp bilginlerini (hamamlarını) (Hıristiyanlar) da  rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab  edindiler.  Halbuki onları ancak tek ilâh'a kulluk etmeleri emrolundu.
 O'ndan başka ilah yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
 "Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız  yollardan  yerler ve insanları Allah yolunda engellerler. 
Altın ve gümüş'ü yığıp  da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu,  işte onlara elem verici bir azap müjdele!
Yukarıdaki âyetin
"Ey iman edenler! diyerek başlaması çok ilginçtir. Yani Yahudi ve Hristiyan din adamları nasıl din, iman diyerek  milleti soymuşlarsa,
"Ey son vahyin muhatapları!
Sizde  kendinize dikkat edin, din adamları sizi Allah ile aldatmasın" demek istenmiştir.
"De ki: Ey ehli  kitap! 
Gerçeği görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri  göstermeye yeltenerek müminleri  Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz?  Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
 (Âli İmran, 99)
 "İnkâr edip de  insanları Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını  kat kat arttıracağız"
 (Nahl, 58)
"İnkar edenlerin ve Allah  yolundan alıkoyanların   bütün amellerini  Allah boşa çıkarmıştır"
(Muhammed, 1)
"İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Elçiye karşı gelenler,
Allah'a hiçbir zarar veremezler.  Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır"
(Muhammed, 32)
 "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Elçiye itaat edin. işlerinizi boşa çıkarmayın.
 İnkâr edip Allah yolundan alıkoyanlar ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz"
(Muhammed, 33, 34)
"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, 
ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin  durumu ne kötüdür!  Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Cuma, 5)
Aslında hiçbir Yahudi âlimi Tevrat'ı yalanlamaz,  Şia ve Ehli Sünnet dininin  âlimlerinin yaptığı gibi onu bir kenara atarak zerre kadar değeri olmayan  yalan ve uydurma rivayetlerin peşine düşer.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(9.YAZI)
Mutahhari kitabının ikinci bölümünde yer verdiği bir başlıkta imametle alakalı şunları kaydediyor.
 "İmamet, Allah Resulü sonrasında dini açıklamaktır"
 "İmamet öyle  basit bir yaklaşımla açıklandığı zaman,  onu sadece yönetimle  sınırlı tutar ve "İmamet" sadece hükümete  eşit bir makam olur.
 Böyle yaptığımızda Ehli Sünnet teorisinin ve sahiplendikleri düşüncenin Şii teorisinden ve inanışından  daha büyük bir cazibeye sahip olduğunu görürüz.
 Asla böyle bir hataya düşmemeli, klasik Şii  algısında olduğu gibi İmamet meselesini sırf hükümete denk görerek onun "yönetim" olduğunu söylememeliyiz.
 Bu tür bir hataya düşmek,  İmamet olgusunun basit ve sıradan bir boyut kazanmasına yol açacaktır.
 Böyle bir durumda, (mantıksal ve objektif bakımdan) bu yönteme göre olması gerektiği türden sonuçlar ve fıkhi hükümler oluşacaktır"
(a.g.e, s. 67, 68)
 "Günümüzde bu hata  pek sık  tekrarlanmakta ve "İmamet" anıldığında zihinler hemen onun eş anlamlısı olarak "yönetim" kavramına yönelmektedir.
 Oysa yönetim, fer'i yani fıkhi bir konudur. İmametin asıl kapsamı içinde gerçekten büyük ve sınırlı bir alana sahiptir.
 Sakınılması gereken bu ikisinin yani İmamet ile yönetimi karıştırmaktır.
 (a. g. e. -s 69 72)
 Mutahhari burada ilk İmam Hz. Ali'ye vahyin  inişini veya risalette  Allah Elçisine  ortak oluşunu açık bir dille reddediyor olsa da, dönüp dolaşıp aynı konuya geliyor.
 Ve Allah Resulü'nün vahiy  olarak işittiği veya tanık olduğu şeye onu ortak etmekte ve şöyle demektedir.
 "Şia inanışına göre İmamet, elçiliğe benzer"
 a. g. e- s,187)
"Zira İmamet, yönetiminin dışında başlı başına bir olgudur.
Şii  inanışına göre,  gerçeklik ve anlayış bakımından elçiliğin en büyük makamları ile benzeşen bir kurumdur.
 Şii  inanışına göre İmamet elçilikle ardışık bir kurumdur.
 Ancak bu ardışıklık, herhangi bir elçilik  makamından aşağı  derece veya makamda olması şeklinde değildir.
 Kesinlikle böyle değildir.
 Aksine o,  büyük elçilerin elçiliklerine benzer bir durumdur.
 Onlar imamete de mazhar  olmuş, Nübüvvet ile İmamet makamlarını şahıslarında birleştirmiş insanlardır.
 İmamet, bir dini ve manevi haldır"
 (el Mutahhari,  el- İmamet, sayfa 213)
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI:
(13.YAZI)
 ÖRNEK 68:
 Zuhruf suresi (Elçileri) ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmezsem (yine mi bana uymazsanız?) deyince, dediler ki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi( tevhid-islam) inkar ediyoruz"
24. âyetinin başında bulunan "kâle" (elçileri) "deyince" kelimesini,
Şu'be "kul" (Ey Resul! böyle) "söyle" olarak okumuştur.
 Yani âyetin başı "kâle" "dedi" iken Şu'be'ye göre "kul" Allah "böyle söyle" buyurmuş oluyor.
 ÖRNEK 69:
 İnşikak suresi
"Halden hale geçersiniz" 19. âyetinde bulunan "leterkebünne"  "geçersiniz"  kelimesini, Kisai  "leterkebenne" (Ey insan! ) "geçersin" yani tekil  olarak okumuştur.
 ÖRNEK 70:
 Mutaffifin suresi
"Onun içiminin sonunda misk vardır"
 İşte yarışanlar ancak bunun için yarışsınlar 26. âyetinde bulunan "hitémuhu" "sonunda" kelimesini, Kisai "hâtemuhu" "mührü" olarak okumuştur.
O  zaman mana  söyle oluyor. 
(O cennet şarabı) "misk ile mühürlenmiştir"
 "onun mührü misktendir.
 ÖRNEK 71:
 İnşikak suresi
"Alevli ateşe girecektir" 12. âyetinde bulunan
 "veyes lé saira" "alevli ateşe girecek"  kelimesini, Kisai "ve yusalli"  "ateşe destek, kütük, odun olacak, ateşe yaslanacak" olarak okumuştur.
 Yani burada tevhid akidesi ve Kur'an ile istihza eden kafir ve  müşriklerle sanki bir istihza  yapılmıştır.
 ÖRNEK 72:
 Yasin suresi
"O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde sefa sürerler"
55. âyetinde bulunan "fi şuğulin" "işler, nimetler"kelimesini,Kisai"şuğlin" "iş, nimet" yani tekil olarak olmuştur.
 ÖRNEK 73:
 Fecr suresi
"Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.
O'nun vuracağı bağı  kimse vuramaz" 25. ve 26. âyetlerinde bulunan
 "feyevmeizin lé yuazzibu azébehu" ile "velé yusiku" kelimelerini, Kisai "feyevmeizin lé yuazzebu" ile "lé yuseku"  "onun azabı gibi kimse azap  çekemez,  onun vurulacağı bağa hiç kimse vurulmaz"  olarak okumuştur.
O zaman Kisai'ye göre  iki ayetin tam anlamı  şöyle oluyor.
 "O gün cehennem getirilir. insan yaptıklarını birer birer hatırlar.  Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!
(İşte o zaman insan)
 "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!" der.
Artık o gün onun azabı gibi   kimse azap çekemez, onun vurulacağı bağa  kimse vurulmaz"
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(20. YAZI)
"Kendilerini azabının geleceği, bu yüzden zalimlerin
 "Ey Rabb'imiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine icabet edelim ve elçilere tabii olalım diyecekleri gün hakkında insanları uyar"
(İbrahim, 44)
 Yukarıdaki ayet vahiy ile Elçin'in misyonunun  aynı şey olduğunu çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor.
 Demek oluyor ki, elçinin tek  görevi insanları Allah'ın emirleri olan vahye davet etmektir.
 Dolayısiyle Elçi vefat ettikten sonra Kur'an ehli  muvahhidler sadece vahiy ile insanları hidayete davet edeceklerdir.
 Çünkü vahiy'den başka hidayete ulaştıracak  hiçbir kaynak yoktur. İşte iddiamızın en büyük kanıtları
 ( Ey Resul! )De ki:
Eğer Haktan saparam, kendi aleyhime sapmış olurum (sapmam kendi nefsimdendir)
Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir" Şüphesiz O,  işitendir, yakın olandır"
 (Sebe, 50)
 "De ki: Allah'a şirk koştuklarınızdan (Nebi, evliya, Şeyh, Gavs) hakka iletecek olan var mı? De ki:
Hakka yalnız Allah iletir. Öyleyse hakka  ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?
Size ne oluyor? Nasıl böyle (ahmakça) hükmediyorsunuz?"
(Yunus, 35)
(Müşriklerden ayrılan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana hidayet'in yolunu gösterecektir, dedi"
( Saffat, 99)
"İşte bu Kuran, kendisiyle uyarılsınlar,  Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye  insanlara gönderilmiş bir bildiridir"
( İbrahim, 52)
Kur'an'a inanmış muvahhidler  kendileriyle alay edilmekten ve yalanlanmaktan ümitsizliğe düşmemeleri gerekir.
 Çünkü yalanlanmayan  ve alay edilmeyen elçi  gelmemiştir.
 "Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.
Onlara bir elçi  gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi. İşte böylece biz onu (Şirk ve küfrü) suçluların  kalplerine sokarız.
Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala Kur'an'a İnanmıyorlar"
(Hicr, 10, 11, 12, 13)
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
(En'am, 33)
"Andolsun ki senden önceki elçilerde yalanlanmıştı.
Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"
(En'am, 34)

10 Nisan 2018 Salı

KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(8.YAZI)
Şia'nın ileri gelen ilim adamlarından Şeyh Murtaza Mutahhari'ye ait olduğunu bildiğimiz "İmamet" adlı eserde şunun gibi ifade ve  inançlarla çok karşılaşıyoruz.
 "İmamlar (12 imam) İslam dininde uzmanlık sahibi insanlardır.
 Fakat islamiyetle ilgili uzmanlık ve bilgileri, kendi akıl ve düşüncelerine dayanıyor değildir. Çünkü bu tür bilgi ve uzmanlık, zorunlu olarak hata ihtimaline açık olur.
 Oysa İmamlar, İslami ilimleri bizim bilmediğimiz gaybi bir yolla Allah Resulü'nden öğrenmişlerdir.
 Bilgi (marifet) Allah Resulü'nden Hz. Ali'ye, ondan sonra da imamlara geçmiştir.
 İmamların (12 imam) yaşadıkları her devirde hata etmeyen masum  bir İslami ilim bulunmuş,  o ilim bir imamdan sonrakine geçmiştir" 
(el- Mutahhari, el- İmamet- s. 47)
 "İmametin, (siyasal ve ilmi liderliğe ek olarak) üçüncü bir derece ve makamı daha vardır ki o da İmamet anlayışının zirvesidir"
"Şia kütüphanesi, İmamet anlayışının bu yönünü ele alan kitaplarla doludur.
 "Bu boyut, Şia ile  tasavvuf arasındaki ortak noktadır"
 "İnsanlık (sıfatlarına) tam ve kamil bir biçimde sahip olan kamil veli'nin zihinlerimizden çok uzak makamları vardır"
 "Makamları arasında biri daha vardır ki o da tüm ruhları kuşatan külli bir ruh olmasından dolayı vicdanlara yani kalplere  hükümran olmasıdır"
(a.g.e- s. 52)
"Velayet (Erk, Allah dostluğu) meselesi Şia dininde  genel olarak inanç anlamında kullanılır,  egemenlik ve hükümranlık anlamında değil, Şia dininde veli, devrin  hüccetidir ve devir hiçbir zaman Hüccetsiz kalmaz.
 Hüccet olmazsa, yeryüzü içindekilerle birlikte yere batardı.
 Bunun anlamı, dünyanın kesinlikle kamil insandan (İmam) uzak kalmayacağıdır.
Şia bu kamil insanın birçok makam ve dereceye  sahip olduğuna İnanır.
 Ziyaret ve selamlamalarının  çoğunda veliliği bu anlamda okur,  imametin bu şeklini ikraz  ederler.
 Yani Şia,  imamın böyle külli bir ruha sahip  olduğuna İnanır.
 Şia âlimleri, imamlarının türbelerini ziyaretlerinde okudukları dua ve zikirlerde bunu sürekli tekrar ederler.
 Çünkü bu ziyaretler ve zikirler okuma Şia'nın  esaslarından biridir.
 Şia âlim ve ümmilerinin  en çok tekrar ettikleri cümle şudur.
"Şahadet ederim ki durduğum yeri görür, sözümü işitir ve selamıma karşılık verirsin" İmamlar (12 imam) vefat ettikleri ve ölü oldukları halde Şia  âlimleri bu şekilde dua eder ve zikir yaparlar. 
Dolayısıyla Şia âlimlerinin yanında imamların (12 imam) dirisiyle ölüsü  arasında bir fark yoktur. 
MESELA
Şii âlimler, "Selam sana ey Ali bin Musa Rıza! dedikten sonra sözümü işittiğine  ve selamıma karşılık verdiğine tanıklık ederim derler"
( el- mutahhari, el- İmamet, s.52)
"İNSANLARA RAHMET OLAN" MUHAMMED  DEĞİL, ELÇİYE İNDİRİLEN "VAHİY'"DİR.
Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünden habersiz, Nebi ve Resul'ün arasındaki bulunan farkları bilmeyecek
 kadar cahil olan Şia ve Ehli Sünnet   âlimlerinin en önemli hezayanlarından biri de Muhammed (as) ın  şahsiyetini vahiy'den bağımsız insanlara rahmet olarak  göstermeleridir.
 Her zaman iddia ediyorum.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yanında Kur'an, hiç sevilmeyen hatta nefret edilen bir kitaptır.
Onlara
"Kur'an" demeyin de, isterseniz "ana babalarına küfredin" bir şey demezler.
Onların Kur'an'a karşı durumları Arslan'dan kaçan eşekler gibidir.
(Müddessir, 49, 50, 51)
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin durumu bana şu âyeti hatırlattı.
"Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler, sevinirler"
(Zümer, 45)
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri içtihat ve uydurma hadisleri ile Kur'an'da bozmadıkları ve manasını buharlaştırmadıkları bir âyet bırakmamışlardır.
 Bunlardan biride Enbiya süresinin 107.âyetidir. Âyet şöyledir.
( Ey Elçi! )Biz seni âlemlere (insanlara) ancak RAHMET olarak gönderdik"
 Bu âyette geçen "âlemler"den maksat "insanlar"dır.
Kur'an'ın sadece insanlara hidayet ve RAHMET olduğu ile alakalı yüzlerce âyet vardır.
",,,,Seni insanlara elçi gönderdik, şahit olarak da Allah yeter" (Nisa, 78)
"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmezler"
(Sebe, 28)
 "Âlemlere(insanlara)  uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah'ın şanı yücedir"
(Furkan, 1)
 "Rahmet"ten maksat'da  bütün elçilere gönderilen vahiy'dir.
MESELA
"Ona Rabbinden mucizeler  indirilmeli değil miydi?" derler. De ki:
Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise söyle sadece apaçık bir uyarıcıyım.
 Kendilerine okunmakta olan kitab-ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda  RAHMET ve ibret vardır"
( Ankebut- 50, 51)
 MESELA
"Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi  ortadan kaldırırız,  sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın. Ancak Rabbinin  RAHMETİ (sayesinde Kur'an'ı sana indirdik ve bâki kıldık) çünkü onun sana fazileti çok büyüktür"
( İsra- 86, 87)
 MESELA
"Biz bu kitab-ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanları açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve RAHMET olsun diye indirdik"
( Nahl, 64)
 MESELA
",,,,Ayrıca bu kitab-ı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve RAHMET kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
 "Bu Kur'an uyduralabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır"
 iman eden  toplum için bir RAHMET ve bir hidayettir"
(Yusuf. 111)
 "Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve RAHMET olarak, ilim(sistem)  üzeri açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
 "İşte bu ayetler, hikmet dolu kitabın âyetleridir. Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve RAHMET olmak üzere indirilmiştir"
( Lokman-2,3)
 "Apaçık olan kitab-a andolsun ki, biz onu (Kur'an'ı)  mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.
Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Çünkü biz, Rabb'inin bir RAHMETİ olarak elçiler(vahiy'ler)  göndermekteyiz. O işitendir, bilendir"
( Duhan-2, 3, 4, 5, 6)
 MESELA
(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından bildirilen açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir RAHMET (vahiy) vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz  sizi ona zorlayacak mıyız?
( Hud, 28)
( Salih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden verilen  apaçık bir delil  üzerinde isem ve O bana kendinden bir RAHMET(vahiy) vermişse, buna ne dersiniz,,,,"
(Hud,63)
"Melek: Öyledir, dedi, (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir RAHMET kılacağız. Bu hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi"
( Meryem, 21)

8 Nisan 2018 Pazar

KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK.
(7.YAZI)
Yine İmam Humeyni'nin kitabındaki benzer ifadelerinden
(6.YAZI)  bazıları da şöyledir.
 "Tevhid hakikatı, onların (12 imam) erk'ine  bağlılık  göstermeksizin tam olamaz"
 İmamın erk ve hükümranlık sahibi olması, Allah katında sahip olduğu makamdan sıyrılması anlamına gelmez.
 Oysa bu, sıradan  yöneticiler için geçerli değildir.
Bunun nedeni şudur:
 İmam(12 imam'dan her biri) övülmüş bir makama, yüksek bir dereceye ve yaratıcı bir hilafete sahiptir.
 Bu evreni oluşturan zerrelerin tümü bu hilafetin  erk  ve iktidarına boyun eğer"
(el Humeyni, el- Hükümetül- islamiyye, s. 25) 
Şia'da on iki  imamdan gelen  rivayetler neredeyse  âyetlerden  daha fazla  itibar görürler.
Ehli Sünnet'in âlimleri indinde de bu Buhari ve  Müslim'den gelen  rivayetler Kur'an'ın çok  üzerinde bir değere sahiptir.
İnsanı en fazla  kahreden, Kur'an'ı Mübin'in, Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma ve yalan rivayetlerinin sahip  olduğu itibar ve değerin binde birini görmemesidir.
Bu iki batıl dinin âlimlerinin yanında  en çok düşmanlık beslenen Allah tarafından indirilen  vahiy ile muvahhidlerdir.
 Bu karşı gelinemez gerçek, Şiilik ve Sünniliğin birer batıl ve  şirk dini olduğunu açık olarak  gösteriyor. 
Çünkü müşriklerin tevhid dinine ve muvahhidlere büyük bir kin besledikleri Kur'an'da kayıt altına alınmıştır.
 (Şura, 13)
Kitabü'l- Erbain (kırk hadis kitabı) adlı eserinde yine İmam Humeyni'ye ait şöyle ifadeler mevcuttur.
"Bedenlerindeki hamura, ruhlarının ve canlarının  yaratılışına,  kendilerine bahşedilen İsm-i Âzam bilgisine, elçiler ve meleklerin ilimlerinden sayılan ilâhi gaybi
ilimlerine dair nakledilip  gelen söz ver rivayetler hiç kimsenin aklına gelmeyecek yücelikte bilgilerde saklıdır.
 Saygın kitapların değişik baplarında, özellikle Usülü' Kâfi  kitabında( Küleyni'nin meşhur hadis kitabı) o büyük imamların (12 imam) faziletlerine  daire anlatılan  rivayet ve haberler böyledir.
 Bu tür haberler o kadar fazladır ki akılları şaşkınlığa sürükler ve o büyük imamların hakikatine kendilerinden başka kimse hakim olamaz"
 (el Humeyni, el- Erba'une hadisen, s. 489, hadis No: 31 Dârul- Kitâbi'l İslâmi, Terc,  Muhammed El -Garevi)
Ben şahsen şuna kesin olarak kanaat getirdim ki, Şia ve Ehli Sünnet dininin  âlimleri Kur'an'a  asla iman etmemişlerdir.
 Hatta Yahudi ve Hristiyan din adamları, Şia ve Ehli Sünnet dininin  âlimlerinden Kur'an'a daha yakın duruyorlar.
 Şimdi ben İmam Humeyni'nin yukarıdaki  fikirlerine karşı Kur'an'ın tek hidayet ve rahmet kaynağı  olduğunu ortaya koyan  hangi âyeti ile cevap  vereyim?
Halbuki bırakın Şia'nın on iki İmamının hata yapıp yapmadıkları,  Allah'ın elçileri bile "Nebi" sıfatında yani özel hayatlarında
Allah'a karşı hata etmişlerdir.
(Tevbe, 43, 113, Tahrim, 1)
Kur'an'ın hiçbir âyetinde Nebilere itaat etmekle ilgili bir emir bulunmaz.
Kur'an'daki bütün itaat emirleri elçilik misyonu ile alakalıdır.
Nebiler Allah'a karşı hata ederler, fakat görevleri vahyi tebliğ etmek, onu duyurmak,
âyetleri  okumak ve ilan etme olan elçiler hata etmezler.
Bu yüzden elçilere itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
((Nisa, 80)
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(12. YAZI)
ÖRNEK 63:
Bakara Suresi
 "Doğrusu biz seni hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Sen cehennemliklerden sonunu değilsin"
 119. âyetinde bulunan "velé tus'elü an ashâbil cehim" 
"sen cehennemliklerden sorumlu değilsin, sorulmazsın"
 kelimesini, karaat âlimleri
Nâfi ve  Ya'kub "velé tes'el an ashâbil cehim" "cehennemliklerin  durumunu  sorma, onları asla merak etme,
onlara ne yapacağımı ben bilirim" olarak okumuşlardır.
 İbni Kesir, Ebu Amir, İbni Amir, Asım, Hamza, Kisai ve  Ebu Cafer "velé tus'elü an ashâbil cehim" (Ey Muhammed!) Sen cehennemliklerden  sorumlu değilsin" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 64:
Kehf suresi "İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah'a mahsustur.
Mükafatı en iyi olan O,  en güzel akıbeti veren yine odur"
 44. âyetinde bulunan "el veléyetü" İşte burada yardım ve dostluk" kelimesini,
Hamza ve Kisai "el viléyetü"  "işte burada hükümdarlık, saltanat hak olan Allah'a mahsustur.
 olarak okumuşlardır.
 Nafi, İbni Kesir, Ebu Amir, İbni âmir, Asım, Ebu Cafer, Ya'kub "el veléyetü" "işte burada yardım ve dostluk hak olan Allah'a mahsustur" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 65:
 Rahman Suresi "Ey ins ve cin topluluğu! Sizin de hesabınızı ele alacağız"
 31. âyetinde bulunan "senefruğu" "ele alacağız" kelimesini,
Kisai "seyefruğu"  "hesabınızı (Allah) ele  alacaktır, "seyefruğu" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 66:
 Vakıa Suresi "Hayır! vahyin yer ettiği sinelere kasem olsun ki" 75. âyetinde bulunan "bimevé kiinnücüm" "vahyin yer ettiği sinelere" kelimesini,
Kisai "bimevkiin nücüm" "vahyin yer ettiği sineye" yani tekil olarak okumuştur.
 ÖRNEK 67:
 Şura Suresi "O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir" 25. âyetinde bulunan
"veye'lemu mé tef'alun" "yaptıklarınızı bilendir" kelimesini, Şu'be "veye'lemu mé yef'alun  "yaptıklarını bilendir" olarak okumuştur"
GENÇLER NEDEN DEİZM'E VE ATEİZM'E KAYIYORLAR.
 Aslında gençlerin Deizme' ve Ateizm'e kaymaları iyiye ve hayra yorumlanması gereken bir arayıştır.
  Çünkü Deizm ve Ateizm mezhep ve  tarikat şirkinden daha ehven bir arayış ve daha akılcı bir yoldur.
Ateistler ve deistler  ataların dinine tâbi olan mezhepçilerden  daha kolay vahyin yolunu bulabilirler.
 Çünkü Kur'an'da insanı tefekkür etmeye ve aklı kullanmaya davet eden 700'den fazla ayet vardır.
 Fakat mezhep tapıcılarının ataların uydurma  dinini  bırakıp vahye  ulaşmaları mümkün değildir. 
Şimdiye kadar tarihte bunu başarmış bir kavim ve millet bulunmamıştır.
 Deistlerin ve Ateistlerin Kur'an'a yönelmeleri ve tevhid akidesini benimsemeleri, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'ı kabul edip ona teslim olmalarından daha kolaydır.
 Allah'ın bütün elçileri istisnasız Allah'ı  kabul eden fakat vahye karşı gelen müşriklerle mücadele etmişlerdir.
 Kuran'ı Mübin, bağlam ve  bütünlüğü gözetilerek, kendi çözümü ve  sistemi içinde ele  alındığı zaman çözüme kavuşturmayacağı  hiçbir konu yoktur.
Kur'an Allah tarafından  bir ilim ve bir sisteme bağlı olarak indirildiği için hiçbir konuyu havada bırakmaz.
 MESELA
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
 Demek oluyor ki,  insanlar din ve hüküm olarak  Allah'ın kitabına gitmiş olsalardı,
Kur'an'ı Mübin ve tevhid dini olan İslam açısından ortada bir sorun ve çözülmeyecek bir konu kalmayacaktı.
 Fakat bilim ve teknoloji çağında akıllarını kullanan ve sorgulama yapan gençlerin soru ve sorunlarına cevap veremeyen
Emevi- Abbasi Devleti'nin Diyanet İşleri Başkanlığı, mezhepçi cemaatler, hurafeci ve müşrik
tarikat şeyhleri  gençlerin ileri sürdükleri zahiren çelişkili âyetlere karşı bir cevapları olmadığından boşlukta kalan gençler absürt  rivayetlerden ve uydurma hadislerden uzaklaşarak,
 fakat maalesef Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilmediklerinden veya bunu kendilerine anlatacak ehil,
aklı başında  kimse olmadığından dolayı en çıkar yol olarak
Deizim'e ve Ateizm'e kayıyorlar.
 Aslında mantıklı olan şey tarikat ve cemaatler yalanlarından ve absürt hurafelerinden uzaklaşan gençler çok rahat bir şekilde doğru yolu bulmaları gerekirdi.
 Fakat burada gençlerin önünde bulunan en büyük sorun bağlam ve bütünlüğü içinde, her türlü hadis ve mezhep içtihatlarından temizlenmiş,
Allah'a özgü kılınmış,
  Nebi ve Resul'ün arasındaki bulunan farklardan haberi olan, 
Kur'an'ı din ve hüküm olarak tek kaynak olduğunu bilen, maddi çıkar peşinde koşmayan samimi ve hasbi ilim adamlarına gençler nasıl ulaşacaklar.
 Gençler, derinlemesine, bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'ı incelemeyi nasıl  başaracaklar.
 İşte burada sorunlar devasa  bir şekilde büyüyor.
 Teknoloji ve bilim çağında, bilgi karmaşası içinde, sürekli manevi arayışta  bulunan  gençlere en hızlı, en akılcı  en  sağlıklı ve sahih bilgiyi  nasıl ulaştıracağız.
En büyük sorunlardan biri de şudur:
 On dört asırdan beri uydurma ve içtihatlarla Kur'an'ın manası bozulmuş, bağlam ve  bütünlüğü dağıtılmış,
sistemi hiçbir zaman göz önünde bulundurulmamış, 
aynı zamanda bu ümmi halka bütün hurafe  ve yalanlar zorla dağıtılmış ve sorgulanamaz bir din olarak intikal ettirilmiştir.
 Sorunlardan bir tanesi de şudur:
 Bu uydurma dinin  ileri gelenleri tabulaştırılmış ve hiçbir zaman sorgulanamaz bir hüviyete  sahip olmuşlardır.
 Dolayısıyla tek çare şudur.
 Kur'an'da yüzlerce ayette ortaya konulduğu şekilde Allah tarafından indirilen vahiy 
din ve hüküm olarak tek kaynak olarak kabul edilmesi,
sadece vahyin ortaya koyduğu şekliyle din Allah'a özgü kılınması gerekir.
 Allah Resulü'nün sadece Kur'an'a uyduğu (Ahkaf, 9)
 ve sadece Kuranı tebliğ ettiği(Enbiya, 45, Kaf, 45, En'am, 51) dinin Allah tarafından daha Resul hayatta iken tamamlandığı
(Mâide, 3, En'am,114 )
 kesin olarak bilinmesi gerekir.
 Bu konuda o kadar ayet var ki, bu şüphe edilecek bir konu değildir.
 Sonuç olarak:
Gençlerin sırat-ı müstakime ulaşmaları  Kur'an'ın çok iyi bilinmesine gelip takılan bir mesele oluyor.
 Çünkü Kur'an ne kadar iyi bilinirse  hurafe yalanlardan o derece hızlı bir şekilde gençlerimizi uzaklaştırmış olacağız.

4 Nisan 2018 Çarşamba

İNSAN DUYGU BAKIMINDAN DÜNYA HAYATI  İLE DEĞİL, AHİRET HAYATI İLE BAĞIMLI YARATILMIŞTIR.
  Allah tarafından insana  bahşedilen bir çok  duygunun  dünya hayatında karşılığı bulunmamaktadır.
MESELA: Allah inananlara sonsuz bir hayal gücü, geniş bir emel,
büyük bir arzu ve istek, sonsuz yaşama duygusu vermiştir.
Halbuki Kur'an'ı Mübin'e  baktığımızda bu kainattaki hiç bir şeyin boşuna ve abes olarak yaratilmadığnı,
Allah'ın her şeyi bir amaca yönelik olarak yarattığını görürüz.
"Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık.
 Fakat onların çoğu bilmiyorlar"
(Duhan, 38, 39)
"Biz, göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun (eğlence) olarak yaratmadık"
(Enbiya, 16)
Yani, Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) bu evrende boşuna hiçbir şey yaratmadığına göre insana gerçekleştiremiyeceği duyguları niye versin.
Hiç bir insan, kim olursa olsun, dünya hayatında Allah tarafından kendisine verilen hayallerine kavuşamaz,  arzularını gerçekleştiremez, emellerine yetişemez, bütün isteklerini elde edemez, insanoğlu  fıtratı gereği ebedi yaşamak ister.
Allah'ın insanoğlunun fitratına yerleştirdiği en önemli duygu ebedilik duygusu, uzun yaşama arzusu, sağlık ve mutluluk, huzur ve refah duygularıdır.
Halbuki hiçbir insan için dünya hayatında bu önemli  duyguların gerçekleşmesi mümkün değildir.
O zaman insanın gerçek vatanı, ikametgahı, esas memleketi dünya değil, ahiret hayatıdır,ahiret hayatındaki cennettir.
İnsanın benliğine yüklenen duygu ve düşünceler ahiret hayatıyla ilgilidir, bu arzu ve istekler ahirette  gerçekleşecek.
Dolayısıyla, ölüm kabir kuyusuna giriş, karanlık bir çukur değil, bizi yaratan, terbiye eden, merhamet edip büyüten, her şeyi yerli yerince yapan, her şeye yaratılışını bahşeden sonsuz nimetler sahibi Rabbimize dönüş, bir kavuşmadır.
 Bu yüzden Allah ( cc) bir çok ayette ölüm için  "Rabbinize döneceksiniz" buyuruyor. Akraba ve dostlarımızın bir çoğu zaten oraya gitmiş bizim gelmemizi bekliyorlar.
İşte bundan dolayı ölümün yüzü  soğuk değildir, ölüm bir kurtuluş, bir dinlenmedir, Allah'a ulaşma, yaratıcı güce kavuşmaktır. Ölüm dünya hayatına geliş gibi bir göçüştur.
ALLAH'IN BİR DÜZEN VE BİR KANUNUDUR.
Aslında kabir diye bir şey yoktur.
Kur'an'ın dilinde ve aklında dünya ve ahiret hayatından başka hiçbir hayat yoktur.
Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzundur.
Kabir bir gün, bir günden az, bir saat, tanışma müddeti kadar bir süre, bir yemeğin bozulma süresi kadar bir zamandır, bir andır. 
"Nihayet Sur'a üfürülmüş olacak. Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler.
(İşte o zaman) Ne oldu bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vâdettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! denir.
Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.
O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz.
Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"
Ölüm ve hemen ardından ahiret hayatının başlaması vardır.
"Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. DİKKAT! "Sonra da  (hemen) Şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"(Mu'minun, 15, 16)
ÖLÜM ALLAH'IN BÜYÜK BİR MÜKÂFATI VE NİMETİDİR.