26 Haziran 2016 Pazar, 04:01 UTC+03
MİSYONER (3. YAZI ) Kavas Ali Ağa' Kolumdan tutarak beni evine götürdü ve eşi Gülsüm Hanım'a teslim ederek: İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin' dedi. Don, gömlek ve entari yaptılar ve giydirdiler.Güzelce yapılmış iki takunya alarak ayağıma geçirdiler.Ve bir gün elime on paralık kağıt helva sıkıştırarak mahalle çocukları arasında salıverdiler.Bir kaç ay kadar sıkıntı çektim. Türkçe bilmediğim için kimse bana önem vermiyor ve dilsiz diyorlardı. Beni mezeliyorlardı ( dışlıyorlardı).Evde de daima Türkçe görüşüldüğü ( konuşulduğu) gibi devam ettiğim mahalle mektebinde de Türkçe'den başka bir dille konuşan olmadığından yavaş yavaş kulak dolgunluğu ile Türkçe'yi öğrenmeye başladım. Akşam üzeri evimizin önüne toplanan çocuklarla top oynamaya başladım. Bir sene sonra çocukların elebaşı olmuştum. Okulda da Hocaefendi ilgi göstermeye başladı.Sesim iyi ve gür olduğundan "amme"(Kuran'ı Mübin'in kısa sürelerini içeren ve "Amme süresi " ile başlayan son cüz ) cüzünün güzelce okuyordum, hatta ezberlemiştim bile. Derslerimde ileri bir düzeyde idim, fakat bir parça çapkınca idim, Yaşıtlarıma göre param biraz fazla olduğu için kuruyemiş ve kırmızı şeker alıp cebime koyardım. Tam arkadaşlarımdan biri Kur'an okumaya başladı mı, bir meyve veya şeker ağzıma atar ve şapur şupur yerdim. Kur'an okuyan çocuk da yutkunmaktan okuyamazdı. Bunu gören Hoca efendi de elindeki sırığı başıma indirmek isterdi.O sırada bir yanıma hızlıca yatar ve sarık darbesini bitişiğimde oturan arkadaşıma peşkeş çekerdim. Hoca efendi güzel konuşan, tatlı dilli bir zat idi.Hiç hatırımdan çıkmaz, bir kere şu beyti okuyarak beni sırık dayağına çekti. O kadar yer, o kadar yer, O kadar yer ki yemiş Boğulur Kur'an okurken bu bizim hayvan İbiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder