31 Ağustos 2016 Çarşamba

ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU ( 3. YAZI )
İmam ve vâsi  ile ilgili inanışın doğal sonucu olarak Şia toplumu, imamın, insani  karakterin üzerinde bir kişiliğe sahip olduğunu,  yaptığı  her şeyin doğru ve kabul edilmesi gerekli olduğunu, bütün emir ve yasaklarını olduğu gibi onaylamak gerektiğini açıkça ifade ederler.
 Bütün bu iddialar Şia'nın çoğunluğuna göre böyledir.
 Şia'nın  çok az bir kısmı bu fikirlere karşı gelmektedir.
 Şiilere göre imamın emir ve yasakları, dinin emir ve yasakları gibidir.
 Bu inanış yüzünden Şia ile Ehlisünnet arasında günümüze kadar çok çetin mücadeleler devam etmektedir.
Müslümanların çoğunluğu Allah Resulü'nün son Nebi olduğuna inanmaktadır
Ahzab süresinin 40. Ayetinde de bu gerçek açık bir şekilde ifade edilmektedir.
"Muhammed sizin adamlarınızdan hiç birinin babası değildir. Ama o Allah'ın Resulü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir "
Şianın iddia ettiği gibi şunu söylediğimizi varsayalım " Allah Resulü olan Muhammed ( Aleyhisselam ) Hz Ali'yi kendisinden sonra vâsi ve imam yapmak istemiş fakat bunu başaramamıştır, çünkü çevresindekiler bunu yapmasını engellemişlerdir.
Bu iddia saçma ve yalan olduğu kadar, Allah Resulü'nün bazı gerçekleri insanlardan duyduğu korkuyla gizlediğine dair bir ima barındıran bir iftiradır.
Şia,da modern dönemde bile aşırılık  gösteren birçok alim  göstermek mümkündür.
 Kum şehrinde usul yani yöntembilim (itikad) hocalarından Şeyh Muhammed Hüseyin el Vahid-el Horasani, Yüce Allah'ın yaratma ve rızık  vermek gibi fiillerinin imamlara havale (Tefviz) edildiğini, onların varlıkların faaliyetlerinde vasıta  olduklarını savunmakta, bu tefviz'in sahih ve  geçerli olup Allah inancıyla çelişmediğini  söylemektedir.
 El-horasanin görüşleri hakkında fikir vermek için şu ifadesini aktarabiliriz
 "İmamlar, varlığın dayandığı  şeyin failleridir.Varlık ise Allah'tandır.
 Asrın imamı kul olmuştur, kulluk,özü Rablik bir mücevherdir.
  Bu mücevhere sahip olanın diğer varlıklara nispetle rabliği  müstakillen olmasada, Yüce Allah ile birlikte, onun sayesinde gerçekleşmiş olur" (el- Vahid el horasani muktetefat velaiyyeh,  13 Şaban 1411 tarihli kum şehrinde bir konferans  sayfa 39)
 Bir diğer örnek Seyyid Muhammed Şirazidir. O da  Yüce Allah'ın yasa koyma ve yaratma erklerini peygamber ve Ehlibeyt imamlarına havale ettiğine inanıyordu.
 Şirazi ye göre dünyanın ipleri onların elindeydi. Var etme veya yok etme şeklinde diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirlerdi.
 Öldürme fiili  nasıl Azrail'in yetkisinde ise imamların da dünyanın yaratılması sürecinde aracı ve onun gayesidiriler.
 Yüce Allah'ın evrene ve varlıklara yönelen lütuf ve Keremin'in sebebi İmamlar olduğu gibi varlık aleminin ayakta durmaya devam etmesi de onlar sayesindedir "( Eş Şirazi Muhammed -Min fikhiz-Zehra c,1 s 10, 11, 17 Avalimul -ulum kitabından naklen c, 1.Hz Fa
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU ( 2. YAZI )
Buna göre Şia'nın  İmamet prensibi ile ilgili düşünceleri, onlar açısından ayırt edici bir esas ifade etmektedir.
On iki  imam şiası inançları ile ilgili her meseleyi elçilik ve İmamet prensibi üzerine tesis  ederler.  Onlara göre İmam- özellikle eski Şia alimlerinin gözünde -Allah'ın Elçisi  gibi yasa koyucu (yasa koyma selahiyetine  sahip) bir insandır.
İmam Allah'ın Elçileri  gibi vahiy alabilir.
 İşleri vahiy yoluyla çözebilir.
 İmam, insanların yönetsel, siyasal, eğitsel, sosyal işlerinden sorumludur.
 İnançlarına uygun olarak hüküm açıklar, fetva verir, ahkam ayetlerini  tefsir edip yorumlar.
 Bu itibarla insanların imama mutlak surette uymaları gerekir.
 Durum ve şartların gerektiğine göre İmam, halkı İnandıklarından  farklı görünmeye yani takıyye ile amel etmekle de yükümlü kılabilir.
(Tarihte ve günümüzde Şiilik Konferansı sayfa, 242)
 İmamet inanışı, tıpkı Allah'ın Elçileri gibi İmamın  masum yani günahsız olmasını gerekli kılar.
 Şia'ya göre İmam da aynen Allah'ın Elçileri  gibi yüce Allah'tan vahiy alır.
 Onlara göre Allah'ın Elçileri  ile aynı sıfatlara sahip oldukları gibi Onlarla aynı hak ve salahiyetleri taşırlar.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU : ( 1. YAZI )
Şia kelimesi (şya) kökünden gelmektedir.
 Bu kelime Arapçada "bir insanın yardımcıları ve ona uyanlar, aynı görüşte olmasalar da bir şey üzerinde birleşen, fırka, bölük, taraftar, yayılmak, uğurlamak, miktar, süre,  sıra, aslan yavrusu, eş ve benzer" anlamlarına gelir.
(Şia kelimesinin kullanışları için bakınız Muhammed Bin Mükerrem b  manzur, lisanu'l Arab, Beyrut)
 Bu anlamlar arasında "taraftar, yardımcı, fırka, bölük ve yayılmak" anlamları daha yaygın olarak kullanmıştır.( Muhammed Hüseyin Zeynel -Amili  Meşhed-  1375- 31)
 Kuran'ı Kerim'de bu kelime "fırka, bölük, topluluk, emsal, taraftar ve uymak,aynı inanca sahip olanlar(Saffat, 83 ) " anlamlarında kullanılmıştır.
( Enam 65,159- Hicr-10, Meryem- 69, Kasas- 4, Sebe - 54, Kamer 51)
Istılahta ise şu şekilde tarif  edilmiştir. "Allah Resulü'nün vefatından sonra Halifeliğin ve İmametin  Hz Ali'nin Hakkı olduğuna inanan ve ondan sonraki halifelerin de onun soyundan gelmesi gerektiğine itikad eden Hazreti Ali taraftarı fıkradır"
 Başka bir tanım ile "Şii " adı, günümüzde isnaaşeriyye ve İsmailiye mezheplerinin bağlarıyla Ehlibeyt imamları hakkında İlâhi  İmamet teorisini savunanlar için kullanılmıştır.  Dr Ali Özek 1993 yılında İstanbul'da Şii düşüncesine dair düzenlenen uluslararası sempozyumda İmamet ile ilgili şu açıklamaları yapmıştır "Şia ile Ehlisünnet arasında ayrılığa düşülen meselelere gelince bunların başında İmamet gelir.
 ihtilafın temeli, iki grubun bu konudaki ayrılıklarına  dayanmaktadır.

Cübbeli Ahmet, Fethullah Gülen,Nihat Hatipoğlu, İhsan şenocak, Ebubekir sifil,...........

16 Mayıs 2016 Pazartesi, 14:35 UTC+03
Cübbeli Ahmet, Fethullah Gülen,Nihat Hatipoğlu, İhsan şenocak, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız,Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Tavaslı, Osman ünlü, Ramazan ayvalı, Diyanet işleri başkanlığı,Mustafa Karataş vb uydurma, İlahların ve evliyaların şirk dininin sanal, yeraltı, Mafya babalarıdır. Allah ( cc ) Hidayet ve rahmet olarak gönderdiği tek kaynak olan Kur'andan konuşmayan herkes Mafya'dır. Dinden, imandan, Allah Elçilerinden,Ahiret hayatından, Kur'an'dan konuşan kim olursa olsun mutlaka ama mutlaka Allah'ın kitabını önyargısız, kendi bağlam ve bütünlüğü içinde, sistem olarak bilmesi gerekir. Bunun aksi hareket dinde büyük çelişkiler, kaos, bunalım, yozlaşma, çatışma, katliam, zorbalık, dini rant etme, Allah ile aldatma ve her türlü felaket meydana gelecektir.

ALEVİLİK (1. YAZI )

16 Mayıs 2016 Pazartesi, 22:43 UTC+03
ALEVİLİK (1. YAZI ) Aleviliğin uzun tarihi boyunca, Alevi insanına ait sırlar, Alevi din adamları tarafından sıkı sıkıya korunup inanışın esasları, sadece bu sırrı elde etmek için belli bir eğitimden geçen ve üstün algılama düzeyine ulaşan bireylere(Ozan, Şair) aktarıldı. Bu yönüyle Alevilik, geçmişte ve günümüzde de bir "gizli inanış" olagelmiştir. Öte yandan başka dinlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşama zorunluluğu ve Alevilerin bu coğrafyada kendilerini açık ve net olarak ifade edememeleri, aleviliğe "gizli toplum" denebilecek bir kapalı toplum hüviyeti kazandırmıştır. Bin yıllar boyu "gizli toplum" ve "gizli inanış" ( hulul) olarak yaşamanın sonucunda bugün Alevilik, Alevi terimi ve Alevi teolojisinin sağlıklı bir bakış açısına kavuşturulması yönünde problemle yaşamaktadır. Bu problemlerin en başta geleni, Aleviliğin İslam coğrafyası(Irkçı Emevi Abbasi imalatı Ehli sünnet anlayışı ) içindeki talihsiz macerasından kendisine kalan mirastır. Bu mirasın en önemli parçası de Alevi sözünün üzerindeki yanlış anlamdır. Bu yanlış anlam ve tanımlama, gizli bir inanış olan Aleviliği, sağlam bir zemine oturtmak isteyen araştırmacılar ve kendi inanışının temellerine ulaşmak isteyen Alevilerin önüne çıkan ilk engeldir. Bu engel, Alevileri ve Alevi araştırmacıları sürekli yanlış mecralara sürüklemektedir. Alevi Sözcüğü tüm ansiklopedilerde ve sözlüklerde tekrarlanan yaygın fakat son derece yanlış anlamı ile, Hz Ali'ye ve ehlibeyti sevenlere ve onun yolunda gidenlere verilen ad olarak kabul edildiğinden (Şimdiye kadar hep böyle yorumlanmıştır) Alevi araştırmacılar da en başında bir çıkmaza saplanıp kalmaktadırlar. Aleviliğin baskın İslam coğrafyasında güvenlik sorunu yüzünden yaşadığı karanlık dönemlerde, varlığını sürdürebilmek için bürünmek zorunda kaldığı ve değişik kisveler sonunda Aleviliğin tanımı olarak sunulabilecek kadar Aleviliğin üzerine sinmiştir. Bugün Aleviliğin üzerine sinmiş bu görüntüleri Aleviliğin kendisi olarak algılayan ve buradan hareketle Alevi teolojisini ortaya koymaya ve Alevi tarihini yazmaya kalkanların doğruyu bulmaları ve "Alevi tarihini ve Alevi Dinini " doğru bir perspektife kavuşturmak yönünde bir katkı sağlamaları mümkün değildir.

ALEVİLİK :ALEVİ DEYİMİNİN KÖKENİ VE ANLAMI :( 2. YAZI )

16 Mayıs 2016 Pazartesi, 23:10 UTC+03
ALEVİLİK :ALEVİ DEYİMİNİN KÖKENİ VE ANLAMI :( 2. YAZI ) Tekrar etmek gerekirse Alevilik konusunda araştırma -inceleme yapanların önüne çıkan en büyük engel Alevi sözcüğünün üzerine giydirilmiş yanlış anlamdır. Kalıplaşmış kabullerin aksine Alevi Sözcüğü, Hz Ali ve ehl-i beytten yana olanlara verilmiş bir isim değildir. Bu sözcük, Ali'yi tutanları tanımlamak için Ali kökünden türetilmemiştir. "Alevi" sözünün üzerindeki Ali ipoteği, alevilikle araştırma yapanların Hz Ali, Hz Hasan, Hz Hüseyin ve Kerbela girdabında boğulmalarına sebep olmaktadır. Bu sebeple Aleviliğin aslına, tarihine ve köklerine ulaşabilmek için önce bu sözcüğü, üzerine yüklenmiş yanlış anlamalardan arındırma gerekir. "Alev"i kelimesinin gerçek anlamına ulaşabilmek için önce bu sözcüğü dil bilimi ve Türkçe dil kuralları çerçevesi içinde, önyargılardan uzak ve ön kabulsüz incelemek gerekir."İ" eki Türkçede sonuna geldiği kelimeye aidiyet kazandırır.( Örnek: tarih- tarihi, Mimar- mimari, insan- insani, Davut- Davudi gibi) Alevi Sözcüğü, Alev kökünden türetilmiş böyle bir kelimedir. Türk Dil kurallarına göre Ali kökünden Alevi sözcüğünün türetilmesi imkânsızdır. Ali'yi sevenler, Ali'den yana olanlar veya Ali'den gelenleri tanımlamak için Türkçede bir sözcük türetilseydi bu sözcük Osman- Osmanlı Selçuk- Selçuklu türevlerinde olduğu gibi Ali- Alili türevinde olduğu gibi Ali- Alici olurdu. Dil bilimi açısından Ali ile Alevi sözcüğü arasında uzak bir ses benzerliğinden başka hiç bir yakınlık yoktur. İbadetlerinde Türkçeden başka dil kullanmayan Alevilerin Türkçe dil bilimi kurallarına uygun olmayan bir kelime ile kendilerini tanımlamış olmaları mümkün değildir.(DEVAM EDECEK )

ALEVİ YAZARLARA GÖRE ALEVİLİK : ( 3. YAZI )

17 Mayıs 2016 Salı, 05:15 UTC+03
ALEVİ YAZARLARA GÖRE ALEVİLİK : ( 3. YAZI ) Alevi sözcüğü, bu sözcüğün Türkçe'sini kullanmanın imkansızlaştığı on altıncı yüzyılda dilimize girmiş, kökleri Anadolu'nun en eski uygarlıklarına dayanan kadim bir sözcüktür. Alevi sözcüğünün Ali kaynaklı bir kelime olduğunu kanıtlamaya yönelik iki zorlama dışında, Alevilik üzerine yapılmış araştırmaların hiçbirinde, Alevi deyiminin ve bu deyime kaynaklık eden "Alev" sözcüğünün etimolojisi irdelenmiş değildir. Şimdiye kadar bu sözcüğün köklerinin araştırılmasının gerekliliği dahi göz ardı edilmiştir. Bu sözcüğün kökeni Anadolu'nun Kadim deki sessiz uygarlığı Luviler ve Luvilerin çağdaşı ve komşuları Hititlere kadar uzanır.Luvi sözcüğü birçok dilde ışık ve ışık kaynağı anlamına gelen sözcüklerin kökünü oluşturmuştur. "Lukka" Hititçe de ışıldamak karşılığı kullanılıyordu. Latince'de Işık lüks, İngilizce'de Light, İtalyanca'da Lure, İspanyolca da Luz, Almanca'da Licht'tir. Fransızca'da Lumiere, Hititçe'de lukka sözcüğünün tam karşılığı olarak ışıldamak anlamını taşımaktadır. Bu Kadim sözcük Türkçede "a" ön ekini alarak Alev olarak kullanılan gelmiştir.( Alev bilindiği gibi Türkçe'de ateşin kaynağında bulunan Akkor halindeki Işık Yalınımına verilen isimdir) Işık Alev'in yansımasıdır. Luvi'ler Hititlerin bu halka taktığı bir isimdi ve bu isim, bu halkın artık var olmayan dillerinde "Işık insanları" anlamına geliyordu. Alevilik üzerine pek çok kitap yazılmış, araştırma- inceleme yapılmıştır. Bu kitaplarda Alevi kelimesi, Ali taraftarları, Ali'yi sevenler ve Ali'ye bağlı olmanın bir ifadesi olarak ele alınmış, deyimin Ali kaynaklı olmayabileceği Ali'den türetilmemiş olabileceği, bir ihtimal olarak dahi ele alınmamıştır. Bu yanlış algılama sadece araştırmacılar için değil, Alevilerin kendileri için de böyledir. Oruç tutmayan, namaz kılmayan, hacca gitmeyen, gelenekleri dışında örtünmeyen, çok evlilik yapmayan, Kur'an'la bağlantısı bulunmayan, şeriat hükümlerine karşı olan Alevilerin evlerinin duvarlarındaki Ali resmi, onlar ile inançlarının kaynağı arasında kalın bir perde gibidir. Aleviler geçmişte bu perdeyi kıyımdan, katliamdan ve yok oluştan kurtulmak için bilinçli olarak tesis etmiş olsalarda, geçen zaman içinde bu perde onları, kendi inanç kaynaklarından ayıran önemli bir engel haline dönüşmüştür.

ALEVİLİK :IŞIKLAR ( 4. YAZI )

17 Mayıs 2016 Salı, 05:52 UTC+03
ALEVİLİK :IŞIKLAR ( 4. YAZI ) Alevi sözcüğünün "Ali" kaynaklı bir deyim olmayıp "Işık insanı" anlamına gelen kadim "Luvi" sözcüğünün, Türkçe'deki söylenişi olduğunun kanıtlarından birisi, Alevilerin geçmişte uzun bir süre Işık insanı (Işık taifesi) olarak da tanınmış olmalarıdır. On altıncı yüzyılın son çeyreğine kadar, Osmanlı padişah fermanlarında ve yazışmalarında Aleviler, Işık taifesi olarak anılmışlardır. Baki Öz tarafından derlenerek kitaplaştırılmış "Alevilik ile Osmanlı belgeleri" adlı kitapta, bu tezi doğrulayan kimi yazışmalardan bazı bölümler şöyledir. 23 Ramazan Hicri 966 (Miladi 1558) tarihli bir padişah Fermanı şöyle başlamaktadır "Seydi Gazi ışıklarının yola getirilmesine dair: Eskişehir kadısına hüküm ki, şu sıralarda mektup gönderip, yüce hüküm gelip, Kutlu anlamından kavranıldığı gibi, Eskişehir ve Seydi Gazi kazalarında yaşayan Seydi Gazi ışıklarının bazılarının fesat ehli olup, böylelerini yakalayıp güvenilir kanun adamlarına teslim edip,,,,,,," 19 Zilkade H. 966 (Miladi 1558 )günü bir başka padişah Fermanı: Bayramlarda Işık taifesinin Kos ve nakkaze çalarak şehirlerde gezmemelerine dair Edirne kadısına hüküm ki, Aşure günlerinde Işık taifesi dahi Sancaklar kaldırıp davul ve nakkaze ve def ve dümbelek ile açıkça Şehir de gezip Müslümanların hakimlerine bu tür şeriata aykırı hareketlerin yasaklanması gerekir iken izin verilip yasaklanmadığı işletildiğinden imdi,,,,,," 15 Safer H.975 (Miladi 1567) Diğer bir padişah Fermanı: Ahyolu'daki Işık taifesinin takip edilmesine dair : Ahyolu kadısına hüküm ki, mektup gönderip, Ahyolu ilçesine Hatun ili Bucağı'na Adalet üzre Işık Taifesi toplanıp, Bahçeli adındaki başkanları Tur adlı Işık için (hâşâ) Peygamber'dir diye inandığından başka(,,,,,,) Ehli sünnet vel cemaatten ibadet üzere Müslümanlara "Boş yere aç gezersiniz ve başınızı yere korsunuz (namaz kılarsınız) deyip Feraiz (Miras ile ilgili fıkıh) kitaplarına "saman ve kepekten ibarettir, samanı hayvan soyu ve kepeği köpek yer. O kitapları okuyanda hayvan ve köpektir" diye çekiştirip söverek,,,,,," 4 Zilkade H.984 (Miladi 1576) Padişah Fermanı: Filibe'deki Hurufi mezhebinden olanların cezalandırılmalarına dair, Filibe kadısına hüküm ki, Maad adlı köyden Mustafa Işık, Hurufi mezhebinden olup Müslümanlığı dinsizliğe sürüklemekten geri durmayıp,,,,,," Anadolu topraklarında on altıncı yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Isık taifesi diye anılan Aleviler, bu tarihlerden sonra bu isimle anılmaz oldular. Işık taifesi tanımı, geçen yüzyıllar içinde tamamen unutuldu.

ALEVİLİK : (5. YAZI )

17 Mayıs 2016 Salı, 19:48 UTC+03
ALEVİLİK : (5. YAZI ) Anadolu topraklarında on altıncı yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar ışık taifesi diye anılan Aleviler, bu tarihlerden sonra bu isimle anılmaz oldular. Işık taifesi tanımı, geçen yüzyıllar içinde tamamen unutuldu. On altıncı yüzyıl Osmanlı- Safevi çatışmasının en yoğun olarak yaşandığı yüzyıl oldu. Bu çatışmada O günkü ismi ile Işık taifesi bugünkü ismiyle Aleviler, safevilerden yana oldular. Osmanlıların safevilerle olan savaşlardan üstün çıkmaları ile Osmanlı ülkesinde Işık taifesine yönelik sürek avı başladı.Emevi Ehli sünnet mezhebine sıkı sıkıya bağlı olan Osmanlı'ya göre Işık taifesi, kâfirlerden de kötü bir taife idi.Peçevi tarihin'de Işık taifesi şöyle anlatılır: Ehli İslam'da Işık taifesi mezmüm( kötülenmiş,Şerli ) bir taife olduğu gibi, kâfirlerden daha kötü bir taifedir. Profesör Süleyman Uludağ tasavvuf terimleri sözlüğünde Işık karşılığı için şu açıklamayı veriyor "Osmanlılar zamanında bazen bektaşilere, Alevilere, Hurufilere ve rafizi eğilimli Derviş zümrelerine ışık ve ışık taifesi adı verilmiştir. Bunlar adına tesis edilecek vakıfların şer'an geçerli olamayacağı kaydedilmiş fermanlarda bu cümleye dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla Osmanlıda kafirlerden daha kötü bir taife olan ve vakıfları şer'an geçerli olmayan ışıklar, Osmanlı ülkesinde Sürek avlarının ve katliamların hedefi oldular. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Işık taifesi Kurtuluş olarak çeşitli kelime oyunları arkasına sığınarak kendilerini korumayı seçtiler. "Işık taifesi" bugünkü Alevilere, on yedinci yüzyıldan önce verilen isimdi. Ellerinde bağlamaları köy köy dolaşarak, inançlarının yayılmasını ve yerleşmesini sağlayan misyoner Ozanlara da "Işık " deniliyordu. Köy Yollarında dolaşarak başı açık, yalın ayak, korumasız dolaşan, ellerinde sazlarından başka dayanakları olmayan "Işık"lar Sürek avlarının başlamasıyla ağır zulümlere Uğradılar, aşağılandılar, yok edildiler. Işıklar bu zulümden ve yok oluştan kurtulmak için, bir kelime oyunu ve bir ses benzerliğinin ardına sığındılar. Aşk, aşık ve ışık sözcükleri o dönemde Osmanlı ülkesinde kullanılan Arap alfabesi ile neredeyse aynı harflerle yazılıyordu. Okunuşları da birbirlerinden farklı değildi. Misyoner Ozanlar, Kağıt üzerindeki Işık yazısını, Aşık olarak okuyarak kendilerini "aşık" deliler. Böylece ışıklara yönelik öfke ve şiddeti kendilerinden savuşturmaya çalıştır. İhan Erten tarafından derlenmiş eski bir Alevi deyişinde ışık'ların bu saklanışı şöyle anlatılmıştır" Biz aşığız Ne söylesek, sözümüzde yalan olmaz. Sır içinde Sır saklarız, hiç kimseye ayan olmaz" Gubari'nin ünlü nefesinde "Aşkların" Aslında Işıklar olduğu çok açık ifade edilmektedir. "Aşıklarız, Işıklarız elhalk gedalarız. Şeydalarız Felek zedeler Müptelalarız" Yani (aşıklarız, ışıklarız doğrusu fakir çobanlarız. Delileriz, Feleğin zulmüne uğramış mübtelalarız)

ALEVİLİK (6. YAZI )

18 Mayıs 2016 Çarşamba, 04:52 UTC+03
ALEVİLİK (6. YAZI ) Belirtmek gerekir ki, on altıncı yüzyıldan önce söylenmiş Alevi nefeslerinde Ali, Hasan, Hüseyin, Kerbela isimlerine pek rastlanmaz. On dördüncü yüzyılda yaşamış ünlü Alevi bilgesi ve ozanı Yunus Emre'nin Divanı Buna en güzel örnektir. Yunus Emre, Hz Ali, Ehlibeyt, Kerbela sözcüklerini şiirlerine almamıştır. Yunus Emre'nin nefeslerinde Onun bir ışık insanı olduğu birçok yerde vurgulanmıştır." oruç namaz, gusül, Hac hicaptır aşklara. Aşk ondan Munehhez Halis heves içinde. Ey Aşıklar, Ey Aşıklar Işık mezhebi dindir bana"" Dört kitabın manasını, okudum hasıl ettim, Işığa gelince gördüm, bir uzun hece imiş" Alevi Sözcüğü on altıncı yüzyılın son çeyreğinden sonra kullanılmaya başlandı. Bu sözcük son derece bilinçli bir seçimdi." Işık taifesi hükmedenlerin gözünde "kâfirlerden de kötü bir taife idi" bu isimden süratle kurtulmak gerekiyordu. Tam bu noktada Alevi sözü imdada yetişti. Alevi Sözcüğü, Işık tarifesinin kadimdeki adıydı ve Işık insanı anlamında idi.Asıl önemlisi Alevi sözcüğü ile İslam'ın dördüncü halifesi Hz Ali'nin adı arasında büyük bir Ses benzerliği vardı. Bu ses benzerliğinin arkasına sığınmak ve böylece ardı arkası gelmeyen baskılardan korunmak, hem dahice bir fikir hem de çaresizliğin bir sonucu oldu.

ALEVİLİK ( 7. YAZI ) İNANÇ TEMELLERİNE GÖRE ALEVİLİK VE İSLAM :

18 Mayıs 2016 Çarşamba, 05:27 UTC+03
ALEVİLİK ( 7. YAZI ) İNANÇ TEMELLERİNE GÖRE ALEVİLİK VE İSLAM : 400 yılı aşkın bir süredir Aleviliği İslam'ın bir mezhebi gibi gösterme çabaları hem Müslümanların, hem de Alevilerin içinden pek çok taraftar bulmuştur. Alevilerin kendilerini, İslam dininin bir parçası gibi gösterme çabalarının altında güvenlik sorunu yatarken, Müslümanların Alevileri kendine bağlama çabaları ise geniş bir asimilasyon ve eritme politikalarının bir sonucudur. Alevi inanışının İslam'ın bir mezhebi olmadığı, kuşkusuz sadece Alevi deyiminin dilbilimsel yapısı ve etimolojisi çözümlenerek kanıtlanamaz. Bu yönde asıl ve önemli Kanıt, iki inanışın temellerinin karşılaştırılması ile ortaya çıkar. Alevilik ve İslam, karşılıklı olarak ele alındığında görülecektir ki, dinlerin en temel noktaları olan Yaratanın tanımı, Ölümden Sonrası, insanın yaratılışı ve birçok konuda bu iki din neredeyse birbirine zıt inanışlar içerisindedir. YARATANIN TANIMI : Aleviler İslam'ın temeli olan bir yaratan ve yaratılanlar olduğu inancına katılmazlar. Alevi inancında yaratan ve yaratılan birdir. Yaratılmışların bütünü, Yaratanın kendisidir.Vahdeti vücut (Varlığın birliği) olarak da ifade edilen bu Alevi inanışını, İslam'ın kalıplarına sığdırmak mümkün değildir. ÖLÜMDEN SONRA : İslam Dininin Allah'a iman'dan sonra olmazsa olmaz Bir diğer temel esası olan, öldükten sonra dirilme, hesap, Cennet ve Cehennem inancı, Aleviliğin Özünde yoktur. Alevilik'te "devriyeye"ye İnanılır. Devriye inanışında kısaca, öldükten sonra çeşitli biçimlerde yeryüzünde (tenasuh) tekrar vücut bulunacağına ve yeryüzüne bu geliş gidişlerin insanı Kamil (olgun insan) oluncaya kadar ruh göçünün süreceğine ve olgunlaşan insanın bu aşamada geldiği kaynağa geri dönerek yaratan ile bütünleşeceğine İnanılır. "Devriye" yani "Tenasüh" veya "Ruhların göçü" İslam'ın hiçbir zaman kabul etmeyeceği bir inanıştır.

ALEVİLİK (8. YAZI )EVRENİN YARATILIŞI :

19 Mayıs 2016 Perşembe, 04:47 UTC+03
ALEVİLİK (8. YAZI )EVRENİN YARATILIŞI : Kur'an'a göre Evren Yoktan var edilmiştir. Alevilik inanışında ise yaratılış, kudretten kopan ve arşta asılı duran bir Kandil'den (Güneş) gelen ışığın yeryüzüne ulaşması ile başlamıştır. Alevi inanışının esası olan Işık aracılığı ile varoluş İslam'ın anlatımları arasında yer almaz. İNSANIN YARATILIŞI : Alevilik ile İslam inanışı arasındaki bir diğer önemli fark insanın yaratılışındaki inanç farklılığıdır. İslam inancına göre Allah Adem'i topraktan yaratmıştır. Alevilik'te ilk insanın yaratılışı çok farklıdır. Alevi dininde ilk insan Kırklar meclisinde, Kırklar Meclisi'nin kararı ile kırklardan birinin özünün, seçilmiş Varlığa (Güruh'u Naci) katılmasıyla yapılmıştır.Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı, ahiret, cennet -cehennem ve Allah'ın tanımlanması gibi en temel konularda İslam'dan çok farklı inançlara sahip Aleviliğin İslam'ın bir mezhebi gibi sunulamayacağı gayet açıktır. Aleviliği İslamdan asıl ayıran, bu inanç farklılıklarıdır. Eğer Alevilik İslam'dan en temel konularda bu kadar keskin çizgilerle ayrılmamış olsaydı 400 yıl boyunca süren Aleviliği İslam içinde eritme ve monte etme çabaları başarıya ulaşmış olurdu. Alevilik kendine özgü bir inançtır. Anadolu'da şekillenen, Balkanlarda, Ortadoğu'da, Avrupa'da yaşayan milyonlarca insanı etkileyen Alevilik ortaya çıktığı coğrafyada İslam dışında bütün inaçlarla kaynaşmış,hulul öğretisini onlardan aldığı katmanlarla zenginleştirmiştir. ALEVİ İNANIŞI İÇİNDE ALİ : Yoğ iken yerle gökler ezelden Kudret kandilinde punhan Ali'dir. Kündeyince bezmi elestten evvel Âlemi var eden Sultan Ali'dir ( Genç Abdal)

İNSAN HAKİKATI BULMAK İÇİN DOĞAR....

19 Mayıs 2016 Perşembe, 10:17 UTC+03
İNSAN HAKİKATI BULMAK İÇİN DOĞAR.... DOĞDUĞUMUZ ORTAM,ALDIĞIMIZ EĞİTİM,AİLE VS... BİZE BİR HAKİKAT KAZANDIRIR. BAZEN(ÇOĞUKERE),BİZE KAZANDIRILAN HAKİKAT, HAKİKATIN ANLAŞILMASINA ENGEL OLUR. HAKİKATIMIZIN,HAKİKATIN ANLAŞILMASINA ENGEL OLMAMASI DİLEGİYLE DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLDUN....

ON DOKUZ MAYIS 2016 TARİHİNDE YAZDIĞIM BİR YAZI :

19 Mayıs 2016 Perşembe, 13:23 UTC+03
ON DOKUZ MAYIS 2016 TARİHİNDE YAZDIĞIM BİR YAZI : Önemine binaen sık sık hatırlatmak zorunda kalıyorum. Çünkü ben bir Mü'min için en önemli değerlerin Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve Hürriyet olduğuna inanıyorum. Hurafe, uydurma, yalan, vahşi, zorba, ırkçı Emevi, Abbasi imalatı Ehli sünnet anlayışı ve mezhebine candan,fanatik bir şekilde bağlı olan Kur'an cahili Fethullah Gülen Ülkenin kurumlarını ele geçirseydi, yani Hükümet'e yapmak istediği darbe başarılı olsaydı, sadece Kur'an'ı Mübin'i merkeze koyan muvahhidlerin uydurma Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini reddedenlerin hürriyet içerisinde yaşama hakları ellerinden alınacaktı. Ülkede sadece Paralel yapı ilahının iman ettiği esaslar tek hüküm kaynağı olacaktı. Seksen,doksan yıldan beri egemen olan Kemalizm'den bin beter katı bir Gülenizm rejimi kurulacaktı. Gülenizm, Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dinine dayandığından Kemalizm, Komünizm,Faşizm veya Sosyalizm rejimlerinden çok daha tehlikeli ve felaket getirecekti. Dolayısıyla, dini yönden bir çok eksiği olmasına rağmen Paralel yapı ile en sert müdahaleyi yaptığından dolayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a teşekkür borçluyuz. Paralel yapı ile mücadelesinde Allah kendisine yardım etsin. Arap ırkçısı Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin kulu ve kölesi, Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanı F Gülen ve cemaatini batıl yollarında Allah muvaffak eylemesin.

ALEVİLİK (9. YAZI )

20 Mayıs 2016 Cuma, 05:45 UTC+03
ALEVİLİK (9. YAZI ) Alevi sözcüğünün Hz Ali'ye ve ehlibeyt'e ( Allah Resulü'nün ailesi, hane halkı) bağlı olmak anlamına geldiğini, kendilerinin'de Hazreti Ali'ye ve Hazreti Muhammed'in ailesine bağlı, gerçek Müslüman olduklarını söyleyerek kendilerini Müslümanlık içinde gizleyen Aleviler, zaman içinde Ali sözcüğünün Alevi söylemi içinde çok fazla yer alması ve hazreti Ali'ye beslenilen sevginin beklenenden fazla artması üzerine, Ali sözcüğüne, Alevi inanışına (Hulul ) uygun anlamlar yükleyerek, bu ismi Alevi felsefesinin bir öznesi haline getirmişlerdir. Şeriat kapısında olmasa bile, Aleviliğin diğer kapılarında (Tarikat, Marifet, Hakikat) Ali etiyle, kanıyla yedinci yüzyılda yaşamış Hazreti Muhammed'in amcasının oğlu ve damadı olan tarihi kişilik olmaktan çıkarılmıştır. Alevi inanışında, (Hulul ) edebiyatında ve ibadetinde Ali kişi olmaktan uzaklaştırılmış bir İlah haline getirilmiştir. Alevilere göre Ali, Yaratanın görünen yüzü olan güneşin doğuş hali ve ışığıdır. Alevi sözlü geleneği içinde Hazreti Ali'nin Nur (Işık) ifade eden bir kavram olduğunu ve bunun bir sır olarak korunduğunu, Alevi nefeslerinde adı geçen Ali'nin İslamiyet'in erken dönemlerinde yaşamış tarihi kişilik olmadığını ifade eden sayısız nefes vardır. Yani Hz Ali hulul inancına uygun bir konuma getirilmiştir." Müminler sırrını ilden saklanır. Kendin bilmezlere sözün dokunur. Genci Abdal dört kitaptan okunur. Evveli âhiri destan Ali'dir"(Genç Abdal ) "Hakkın Kandili'nde gizli Nihan da, La Mekan elinde sır idi Ali, Küntü kenzin Esrarı andadır. Dünya kurulmadan var idi Ali"( Devrani) Aleviler çeşitli nefeslerinde, ışığın yapmaya Kadir olduğu olayları veya ışık aracılığı ile var edilmiş olanları anlatırlarken Işık öznesi yerine Ali adını kullanmışlardır."Tevalla: Sırrı" içinde bunu anlamak kolaydır. Ancak bu sırra vakıf olmayanlar kolayca Alevilerin Hz Ali'yi ilahlaştırdikları yargısına kapılabilirler. Aleviler kendi gizliliklerinde Hz Ali'ye "Işık" anlam ve kavramını yükleyerek, ışığın varoluştaki rolünü kolayca ifade etmişler, Işığa olan sevgi ve saygılarını çok tanrıcılık suçlamalarına Hedef olmadan yaşatabilmişlerdir. Unutmamak gerekir ki, Ali ismine yüklenen "ışık" anlamı, bir zorunluluktan, var olma ve varlığını sürdürebilme kaygısından doğmuştur. Bu durum Emevi, Ehli sünnet ikliminde, gizli bir din olarak saklanmanın, zaman içinde oluşmuş bir dayatması gibidir. En sevdikleri, gönülden bağlı oldukları yaratılışın sebebi saydıkları Nur'a (ışığa ) doğrudan seslenebilmek, onu başka kisveler altında gizlemek, Sırra Vakıf Aleviler için sancılı olmakla beraber zaman içerisinde bütün Alevilerin razı olacağı Kendi inançlarına uygun bir din haline getirilmiştir.

ALEVİLİK (10. YAZI )

20 Mayıs 2016 Cuma, 20:06 UTC+03
ALEVİLİK (10. YAZI ) "EHLİ BEYT konusu içinde Kerbela faciasına kısaca değinmek yerinde olacaktır. İslam kamuoyunda çok sevilen Hazreti Hüseyin'in Kerbela'da Yezid'in ordusu tarafından katledilişi, Alevilik içinde geniş bir yer tutar. Bu olay zalimin zulmüne uğramış mağdura duyulan sempatiyle geniş halk kitlelerini Alevi inancının etrafında toplamıştır.En önemlisi inanışın aslı bu trajik olayda perdelenerek geniş kitlelerden uzak tutulmuştur. Kerbela olayı bu yolu kuranlar tarafından tesis edilmiş, geçmişte çok yönlü Alevi inancına fayda sağlamış bilinçli bir halkla ilişkiler politikası olarak tanımlanabilir. Alevilerin Kerbela olayına verdikleri önem kendi hayat kaderlerinde bu olayla benzer olduğundan dolayıdır. Aleviler Hazreti Hüseyin ve ehlibeyt'in şahsında geçmişte Çekmiş oldukları zulüm ve ızdırapların matemini yad etmektedirler. Hz Ali, Ehlibeyt ve Kerbela hadisesi Aleviler içinde çok zengin anlatım ve kendini ifade etme edebiyatı ortaya çıkarmıştır. (Aleviliğin gizli tarihi Erdoğan Çınar Mjora Kitaplığı Aralık 2006) Alevilerin gerek namaz, gerekse Ramazan orucu konusundaki tavırları nettir. "Benim Kabe'm insandır" diyen bir topluluğun kıble konusunda tutumu da meçhul değildir.19. Yüzyıl Alevi Bektaşi ozanlarından edip Harabi'nin sözleri gerçekten manidardır" Ey vaiz Efendi Harabi der ki, Dinle bu nutkumu bilmezsin Çünki, Ben öyle mukaddes Kabe'yim ki, Kabe gelsin beni tavaf etsin" Edip Harabi, bir başka nefesinde Kabe, kıble ve namaz konusundaki alevi-bektaşi tavrı üstü kapalı bir biçimde de olsa şöyle dile getirmektedir "Zühdü riya olan ibadet, Hatadır Hazreti Sattara karşı, Böyle Namaz ile olamaz Ümmet, Hiç kimse Ahmedi Muhtar a karşı" "Tarikatsız Mümin olamaz kimse, Nur'u Nübüvvetle dolamaz kimse. Hakkı, Peygamberi bulamaz kimse, Yatıp kalkmak ile duvara Karşı" Birinci kıtada namaza ilişkin yaklaşım gerçekten dikkat çekicidir. İkinci kıtanın sonundaki "duvar" sözcüğü ile Kabe'nin kastedildiğini ve Kâbe'ye karşı nasıl bir tavır takınıldığını görmemek mümkün mü? Bir takım te'vilerle "Aslında kastedilen şey başka" demenin ne derece ikna edici olduğunu İnsaf sahibi herkesin idrakine bırakmaktan başka elimizden ne gelir.

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (76. YAZI )

21 Mayıs 2016 Cumartesi, 05:26 UTC+03
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (76. YAZI ) RİSALE'İ NUR'DA GAYB MESELESİ : Risale'i Nur'dan yaptıgımız alıntılardan, evliyanın gaybı bildiği sonucu çıkmaktadır.Bu konu Risale'i Nur'da çok açık bir şekilde ortaya konmuştur.",,,,,,, Madem Hazreti Ali (radıyallahu anh) "Ene medinetu'l-ilmi ve aliyyun bebuha" "Ben ilmin yurduyum Ali de kapısıdır " hadisine mazhardır. Hem madem Şâhı velayet unvanını alarak harika kerametlerini göstermiştir. Hem ahir zamanda gelen hadiselere karşı Kuran Âl-i Beyt ciheetinde herkesten ziyade alakadardır. Hem madem Esrarlı kaside-i ercuziyede ve meşhur kaside-i Celcelutiyesinde vakıatı İstikbaliyeden haber veriyor. Ve "Esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz" diye iddia ederek kısmen davasını ihbarat-ı Sadıka-ı gaybiiye ile ispat etmiştir.( Sikke-i tasdik-i gaybi 212- Yirmi Yedinci mektuptan Hafız Ali'nin fıkrasıdır.Pek sevgili ve mübarek üstadımız! ) CEVAP : Yukarıda Hz Ali hakkında söylenenlerin hepsi hiç kuşkusuz yalandır. Allah'ın kitabına aykırıdır. Fakat Risale i Nur'daki uydurma ve hurafelerin ambalajı mükemmeldir.Ambalaj değişik, cezbedici, ambalajı sarmalayan meşhur bir şahsiyet olunca insanların buna kanmaları ve inanmaları kolaylaşıyor.Bir söz vardır harikadır "Avam nazarında galatı meşhur, lugatı fasihten evladır" Yani halkın nazarında meşhur hurafeler, gerçeklerden daha makbuldür" Said Nursi, gulat- Şia'dan aldığı hurafeleri aktarmaya devam ediyor. ",,,,,,,,, Hz Ali diyor ki:" Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u Esrarı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş Kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur"(Sikke-i tasdik-i gaybi 167 On sekizinci Lem'a ) CEVAP : Böyle bir yalan hiç bir yerde değil, ancak aşırı Şia'nın kitaplarında ve Risale'i Nur'da Olur.Değil Hazreti Ali'nin böyle bir şey söylemesi, Allah resulü (Aleyhisselam) dâhi bunu söyleyemez. Hazreti Ali'nin gaybı bildiğini iddia eden gulat-ı Şia esas zelil olmuştur.

ALEVİLİK (11. YAZI )

21 Mayıs 2016 Cumartesi, 23:38 UTC+03
ALEVİLİK (11. YAZI ) Kabe ve kıble konusunda Alevi ozanı Yunus Emre bir şiirinde şöyle demektedir "Çalış Kazan ye, yedir. Bir Gönül ele getir. Yüz Kabe'den yeğnektir. Bir Gönül ziyareti. Yunus Emre der Ey hoca, İstersen Var Bin hacca. Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir" Alevi-bektaşilerin büyük piri Hacı Bektaşi Veli bu husustaki kimi sözleri zaten dillerden düşmemekte ve Alevilere her zaman yol göstermektedir. "Ellerin kabesi var, benim Kabe'm insandır" Hararet Nardadır, sacda değil, Keramet baştadır. tacda değil, Her ne ararsan kendinde ara Mekke'de Küdüste Hac'ta değil" Mustafa Cemil Kılıç "İslamsız Alevilik iddiası ve Kızılbaş Müslümanlık" kitabında şöyle demektedir. "Bu bağlamda her kişi ve kurumca bilinmelidir ki, Alevilerin ibadeti Cem'dir. Cem ibadetinin teolojik kökeni Kırklar Meclisidir.Cem ibadeti ve içinde yer alan semah, kültürel ve folklorik bir unsur biçiminde değerlendirilip küçümsenemez. Sünni inancına mensup kardeşlerimizin ibadet biçimi olan 5 vakit namaz uygulaması Alevilerce saygı duyulan bir ibadet olmakla birlikte Alevi tarihinde ve geleneğinde asla yer almamaktadır. Her ne şekilde olursa olsun 5 vakit namaz uygulamasının Aleviliğe dahil edilmeye çalışılması doğru değildir. Bunu hiçbir Alevi kabul etmeyecektir.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? (68. YAZI )

22 Mayıs 2016 Pazar, 00:23 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? (68. YAZI ) Kuran'ı Mübin de Cami imamı, Şeyhülislam, müftü, tarikat şeyhi, din adamı gibi Müslümanlara hükmeden, onları temsil eden sınıfların varlığına yer verilmemiştir. Kur'an bu sınıfların hiçbirinden bahsetmezken halkın geniş bir bölümünün Cami imamlarıyla müftülerle,Şeyhlerle dini yanlış bir şekilde özdeşleştirdiklerini gözlemliyoruz. Günümüzde tarikatlar, geleneksel mezhebi düşüncenin Kalesi konumundadırlar. Buradaki Şeyhler, Kur'an'ın değil, ancak mezheplerin tapıcıları olmuşlardır. Bu kişilere göre tam olarak, "din eşittir mezhep" olduğu için bu cahiller guruhu din diye Kur'an'ı değil mezhepleri övmekte sürekli olarak mezhepleri anlatmaktadırlar. Ancak İşlerine gelen bir ayet gördükleri zaman batıl ve uydurma dinlerine ümmi insanları inandırmak için aldatma kabilinden onu da kullanabilmektedirler. Diyanet İşleri Başkanlığı ve imam hatip liseleri de, Hanefi İşleri Başkanlığı ve Hanefi İmam Hatip liseleri halindedirler. Bu yüzden bu sıralardan geçen imamların ve müftülerin çoğunluğu, Kur'an'ın değil mezheplerin savunucusu ve sözcüsüdürler. Bir müftü veya bir imamın yanında iki ayet okuduğunuzda hemen bir hadis veya Ehli sünnet hurafeleriyle karşı karşıya kalırsınız.Adamlar Kur'an tanımaz birer mezhep tapıcısı olmuşlardır. Bundan önceki yazılarımızda Kur'an'ın dini ile Emevi mezheplerinin dini arasındaki farkı gördük. Buna göre iki şık belirmiştir. 1 ) Kur'an dinin kaynağıdır. Kur'anı tek kaynak kabul edip dini onunla yaşamaya ve anlamaya çalışmak gerekir ki bu Elzem, hayatı bir konudur. 2) Mezhepler dine eşittir. Din, Kur'an'dan değil mezheplerden öğrenilir. Soyguncu İhlas Holding tarafından çıkan Türkiye Gazetesi, TGRT TV ile yayınladıkları uydurma ve yalan kitaplarda hiç durmadan ümmi insanlara bu ahmaklıklar anlatılmaktadır. Dünyada isim yapmış muvahhid, Kur'an ehli alimlere sürekli hakaret eden bu şerefsiz alçaklara göre Kur'an sadece hadislerden öğrenilebilir. Bu cahil ahmaklara göre hadisler olmadan Kur'an kesinlikle anlaşılmaz bir kitaptır. "Hadislerde" tam olarak "mezhep ictihatları" olarak çözülmüştür.Yani Dini öğrenmek isteyenler ilmihalden başka bir şey okuyamazlar. İnsanlar sadece saadeti ebediye ile İlahların ve evliyaların şirk dininin kitaplarını okuyabilirler. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu sapik fikirlere karşılık verebilecek hiçbir cevabı bilinmemektedir.Sadece milleti maddi- manevi soyan İhlas Holding değil, mezhepçi İmamlar, müftüler bütün şeyhler İşte bu Emevi Ehli sünnet mezheplerinin dinini temsil etmektedirler.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR (69 . YAZI )

22 Mayıs 2016 Pazar, 20:19 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR (69 . YAZI ) ESKİDEN KUR'ANİ HAKİKATLARI DİLE GETİRENİN KELLESİ GİDERDİ : Eğer dile getirdiğimiz gerçeklerin doğru olduğuna imanınız varsa lütfen gereğini yapın ve mezhepçi düşüncedeki Diyanet vaizlerini, Cemaat liderlerini ve tarikat şeyhlerini dinle özdeşleştirmekten vazgeçin. Bilin ki bu cahilâne bilgileriyle "gerçek dindarlar" Onlar değil, sizsiniz. Din'de, Dinci meslek kuruluşları yoktur. Aksi takdirde din bir rant ve menfaat aracı olmaya mahkum olur. Zaten bugün din,diyanet ve cemaatlerin elinde bir rant ve oyuncak olmuştur. Seccadesinden Haccına, Zikirmatiğinden hatmine, salatından salavatına, mevlidinden türbesine, Umresinden dua kitaplarına, Yasininden mukabelesine kadar din, Tamamen bir menfaat aracı haline getirilmiştir. Allah( cc) şöyle buyuruyor "Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak!( Onlara zerre kadar değer verme) kazandıkları ameller sebebiyle hiçbir nefsinin felakete düşmemesi için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne bir dost vardır ne de şefaatçi ",,,,,,,,,,,,, (En'am 70) Bu ayeti kerimenin en büyük gerçeklerinden birisi şudur. Ahirette seni ateşten kurtarabilecek yegane kuvvet Allah'tır. O halde onun kitabına sarılacaksın.Ne Allah Elçilerinin, ne İmamı Azam Ebu Hanife nin, Ne şafinin,ne cemaat liderinin ve ne de tarikat şeyhinin sana zerre kadar bir yararı olmayacaktır. " Allah kuluna yetmez mi?( Zümer 36) "Allah'tan geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmeden önce, rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak hiç bir yer bulamazsınız. itiraz da edemezsiniz"( Şura 47) Yani kendinize güvenin, korkmayın ve inancınıza sahip çıkın. Belki eskiden, bazı Ehli sünnet papazlarının baskısı altında mezhepçi düşünceleri sorgulamış olsaydık kellemiz gidebilirdi. Kur'an'ın yeterli olduğunu, mezheplerin sapkınlığını savunmanın karşılığı muhafazakar yönetimlerde ölüm olurdu. Günümüzün demokrasi sistemi, insan haklarına verilen değerler, mezheplerin savunduğu yapılara ve rejimlere nazaran birçok hususta Kuran'a daha yakın ilkeler içermektedir. Bunun en büyük kanıtı birçok cemaat liderinin ülkelerindeki çeşitli baskılardan dolayı küfrettikleri batıya iltica etmeleridir. Fikir hürriyeti isteyen hiç kimse Arabistan'da yaşamak istemez. Çünkü Suudi Arabistan'da yaşamak için Kur'an'ın gerçeklerini inkar, Buhari'nin rivayetlerini sualsiz, sorgusuz, başınızın üzerinde sahip olmak zorundasınız. Bu yüzden günümüz mekke'sinde Kuranı savunan birisinin yaşaması asla mümkün değildir. Bundan dolayı Cübbeli Ahmet, Adıyamanlı, Fethullah Gülen,N Hatipoğlu,Haydar baş, Osman Ünlü, Cevat Akşit, Mustafa Karataş,Yusuf Tavaslı, Döngeloğlu, İhsan şenocak, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Ramazan Ayvalı ve benzerlerinin şeriat yönetimindeki bir ülkede yaşamaktansa Hiristiyan Avrupa'sında yaşamak bir Muvahhit için daha elverişlidir. Dolayısıyla demokrasi, Kuran'a dayalı bir İslam anlayışını savunanlar için çok büyük avantajları beraberinde getiriyor.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 70. YAZI )

22 Mayıs 2016 Pazar, 21:14 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 70. YAZI ) Kur'an,ilim ve akla dayalı bir İslam anlayışını savunanlara düşen, seslerini çok daha kuvvetli bir şekilde yükseltip, Yüce İslam dinini karanlıklarda boğan mezhepçi zihniyettekilerin dinle özdeşleştirilmesini önlemeye çalışmaktır. Böylelikle, insanla dini birbiriyle çeliştiren mezhepçi zihniyetin dinden uzaklaştırdığı, hatta dinsizliğe ettiği mantıklı kitlelerin önemli bir bölümü umarız, insanla, bilimle, mantıkla kol kola ilerleyen Kur'an'ın anlattığı İslam'ı tanıyınca,dine yeniden ısınacak ve Kendi hatalarını tamir edeceklerdir Allah ( cc) Şöyle buyuruyor " Ey insanlar! Şüphesiz size rabbinizden kesin bir delil gelmiştir. ve size apaçık bir nur indirdik"( Maide 174)" Ey insanlar! Size rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olana bir Şifa, Mü'minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir "(Yunus 57) "De ki, kesin delil ancak Allah'ındır" (En'am 149 )" Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a)sımsıkı sarılın, ondan ayrılmayın.,,,,, (Âl-i İmran 103) "İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan İnan Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilen (Yahudi ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir" (Hadid 16) Eğer Kur'an'ın anlattığı İslamı savunanlar, fırsatları değerlendirip üzerlerine düşeni canla başla ibadet aşkıyla yapmazlarsa, Kur'anı, para karşılığı, pazarlıklar yapıp okuyan İmamlar, mevlithanlar, ilahiciler, muska yapan Sahtekarlar, maddi ve manevi sömürünün Ustadı Şeyhler,dini en büyük rant ve menfaat aracı yaparak halkın kanını, parasını, imanını daha uzun yıllar emmeye devam edeceklerdir.! Sahtekar dinci ile dinin özdeşleştirilmesindeki yanlış, Kuran ayetlerindeki açıklamalar ile örneklendirilmiştir.Fakat Kur'anı Musikisi için okuyup köşe dönmeye çalışanlar, bu ayetlerin manasını anlayamamışlardır. Allah( Celle Celalühü) şöyle buyuruyor" Ey iman edenler! Biliniz'ki Hahamlardan ve Rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah yolundan engellerler, ,,,,,"( Tevbe 34) isterseniz "Hahamlar ve rahipler" kelimelerin yerine "İmamlar ve müftüler" veya "cemaat liderleri ve Şeyhler "veya "İlahiyatçı Prof'lar ve Diyanet" kelimeleri ile değiştirebilirsiniz. Bunun Hiçbir sakıncası yoktur. Neden sakıncası yoktur bilirmisiniz? Çünkü ayet" Ey iman edenler!" diyor da onun için, yani Yahudi ve Hristiyanların din büyükleri milletlerini sömürdüler, emdiler, tükettiler, dini en büyük rant haline getirdiler. "Ey iman edenler! sizin din büyükleriniz de aynısını yapacaklardır. Bundan Kurtuluş yoktur. Ona göre dikkatli olun,demek istenmiştir.

Bunlar, Allah'a,Allah'ın azabına inanmıyorlar,

23 Mayıs 2016 Pazartesi, 13:24 UTC+03
Bunlar, Allah'a,Allah'ın azabına inanmıyorlar, inanmış olsalardı, Allah'ın dini hakkında bu kadar yalan söylemez,iftira etmez, Allah'ın dini hakkında ciddi konuşurlardı. Dini oyun ve eğlence yapmazlardı.

Bunların şirk ve Tasavvuf dininde olan yalan ve hurafeler dünyada başka hiçbir dinde bulunmaz.

İnsanlık tarihinde her zaman ve zeminde iki din birbiriyle çarpışma halinde olmuşlardır. Biri Allah tarafından gönderilen Tevhid dini. diğeri Şeytanların ilhamlarıyla uydurulan İlahların ve evliyaların şirk dini. Ancak şirk dininin taraftarları her zaman daha fazla olmuştur.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? (71. YAZI )

24 Mayıs 2016 Salı, 23:17 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? (71. YAZI ) Mezhepçi hurafeciler "Kur'an öyle Yüce, öyle mübarek bir kitaptır ki, bizim gibi âciz insanlar, Kur'an'ı ne kadar uğraşsalar anlayamazlar" şeklinde cahilce izahlarla, ilk bakışta Kur'anı övüyormuş gibi görünseler de, aslında insanları Kur'an'dan uzaklaştırmışlardır. Kur'an'ı insanlar anlayamayacaksa, Kur'an niye vahyedildi? Niye Kur'an insanlara hitaplarla dolu? Niye Kur'an belli başlı insanlara değil de herkese hitap etmektedir? Ku'ran'ı anlaşılmaz kılmak isteyenlerin, " Kur'an'ı anlamak zordur, hatta imkansızdır" diyenler, dünya ve ahirette her türlü alçaklık ve rezillikten kurtulamayacaklardır. Halbuki Kur'an'ı Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer kadar Ebu Cehil ve Ebu Leheb de anlıyor ve şunu diyorlardı "Bu Kur'an'ı Sakın ha dinlemeyin, okunurken gürültü yapan. Umulur ki Galip gelirsiniz"( Fussilet 26) Kafirler, müminlere galip gelmenin en önemli dayanağının Kur'an medeniyetinin yayılmasını engellemek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Geçmişte müşriklerin, günümüzde cahil mezhepçilerin hesapları aşağı yukarı aynı merkezde gelip birleşmektedir.Kur'an anlaşılmaz olunca kitleler, mezhepçilerin imamlarına, şeyhlerine, efendilerine, Gavs ve kutuplarına,uydurma ilah ve evliyalara mahkum olacaklardır. Kur'an'ın anlaşılmaz ve zor olarak kabul ettirilince, ilkel Emevi uydurmaları ve Abbasi eklemeleri dinin bir bölümü olup olmadığı sorgulanmayacaktır. Çünkü tüm bu hurafe ve Yalan eklemeler ancak Kur'an'ın temizliğiyle çöpteki layık oldukları yerleri boylayabilirler. Kur'an'ın anlaşılmaz ve zor olduğunun ilanıyla, Kur'an'ın hakemliği elinden alınıp mezheplere verilince, mezheplerin bizzat kendileri olan Emevi- Abbasi artı Osmanlı patentli çelişkiler, yalanlar, hurafeler, zorluklar, baskılar, zulümler, ahmaklıklar ve halk üzerindeki hakimiyetler devam edecektir. Halbuki Kur'an'ın çok kolay olduğu ve rahat anlaşılabileceği ile alakalı birçok ayet vardır "Andolsun ki biz Kuran'ı öğüt almanız için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?( Kamer 17-22 -32 -40)" Resulüm! Biz Kuran'ı, onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkanları uyarısın diye senin dilinle indirilip okuyarak kolaylaştırdık "( Taha 97) Biz Kuran'ı öğüt alsınlar diye Senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladığık"( Duhan 58)

Ehli sünnet mezhebi,

25 Mayıs 2016 Çarşamba, 00:10 UTC+03
Ehli sünnet mezhebi, Emevi, Abbasi halifelerinin eliyle oluşturulduğu için son derece devletçi bir yapıya sahiptir. Devleti ve devlet adamlarını,(Padişahları,Melikleri, Kralları) korumaya çalışır. Mesela : Ehli sünnet fıkhında hangi yoldan olursa olsun devleti ele geçirene itaat etmek vaciptir. Yani Mısır'da darbe yapan Sisi'ye karşı gelenler Cehennemliktir. Ezher uleması her zaman darbecilerin yanında yer almıştır. Mesela :Osmanlı Ehli sünnet alimleri bir gecede en ufağı iki aylık, en büyüğü on altı yaşında on dokuz kardeşini boğdurtan üçüncü Mehmed'e toz kondurmazlar. Ehli sünnet mezhep alimleri devlet'e ,Kral'a ve Padişah'a tapar. Onların yanında kral ne derse, ne yaparsa doğrudur. Mesela :Ehli sünnet alimleri Emevilerden Muaviye oğlu Yezid'in Rum ordusu ile beraber Medine'yi basıp(Harre olayı ) Allah Resulü'nün arkadaşlarının hanımlarına, kızlarına ve gelinlerine üç gün tecavüz etmelerini bin dört yüz yıldan beri hiçbir eleştiri ve kınama yapmadan gizlemektedir. Mesela :Ehli sünnet alimleri, Mekke'yi basarak,taş üstünde taş bırakmayan,binlerce insanı katleden Emevi Köpeği Haccac'a ses çıkarmamıştır. Ehli sünnet mezhep alimleri İslam tarihinde Emevilerden başlayarak, Abbasilerin ve Osmanlıların hiçbir yanlış uygulamasına karşı gelmemiştir. Benim çok zoruma gidiyor.Tahta çıkar çıkmaz, Bir gecede masum, tamamen günahsız on dokuz kardeşini katleden Osmanlı Padişah'ı 3. Mehmet nasıl lanetlenmez. Benim inancıma göre masum çocukları katletmek ile Allah'ın Elçilerini öldürmek arasında fark yoktur. Belki çocukları katletmek Allah indinde daha büyük bir alçaklık, daha büyük bir zulümdür. Mesela : Kur'an'da, ilim'de ve fikirde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmeze tâbi olup onu taklit etmesi gerekirken, Mehmet Görmez Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı taklit ediyor. Mehmet Görmezden Tevhid dininde mezheplerin olmadığı, mezheplerin tefrika ve Kaosa sebep olduğunu söylemesini beklerken,ne zaman ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sünniliğin ve Şiiliğin din olmadığı, mezheplerin Müslümanların başına büyük bir sorun ve felaket açtığını dile getirdikten sonra Diyanet, mezheplerin din olmadığı ile alakalı camilerde hutbe okutmak zorunda kalmıştır. Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür'de devlet adamının önünde olmayan din adamına yuh olsun. Diyanet işleri başkanı Görmez, Kur'an'a göre mezheplerin bir yıkım, kaos, felaket, yobazlık, bölücülük ve zulüm ürettiğini, mezheplerin bir şirk yuvası ve kaynağı olduğunu bilmiyorsa aldığı maaş haramdır.

ALEVİLİK (12. YAZI ) ALEVİLİĞİ İSLAM'IN İÇİNDE GÖREN ALEVİ YAZARLARA GÖRE ALEVİLİK İNANCI

25 Mayıs 2016 Çarşamba, 19:20 UTC+03
ALEVİLİK (12. YAZI ) ALEVİLİĞİ İSLAM'IN İÇİNDE GÖREN ALEVİ YAZARLARA GÖRE ALEVİLİK İNANCI : Alevilikteki Tanrı inancının ne denli farklı olduğunu hemen her zaman her konuda olduğu gibi yine deyiş ve nefeslerden öğrenmekteyiz. Zira deyiş ve nefesler Aleviliğin en önemli kutsal metinleri arasında yer alır. Hatta ilk sıradadır. Alevi inancında Tanrı, evrenden ve insandan ayrı düşünülemez.Evren ve insan, tanrının tecellisi yani yansımasıdır,denilse de gerçekte açığa vurulmayan bir sır olarak Allah, evren ve insan bir bütündür. Bu yaklaşım, Allah inancını İslami teolojinin dışına taşımaktadır. Bu nedenle Alevi ve Müslümanların aynı tanrıya inandıklarını söylemek zahiren doğru olabilir ama gerçekte doğru değildir. Aleviliğe göre Allah hiçbir şeyi yoktan var etmemiştir. Kendi varlığından yaratmıştır. Görünür aleme çıkarmıştır." Hiçbir şey yoktan var olmaz ve var olan hiçbir şey de yok olmaz" biçiminde ifade edilen fizik kuralına uygunluk taşıyan bu inanış, Alevilik'te Tanrı ve yaratma kavramının İslami inançtan tümüyle farklı olduğunu göstermektedir. Sünni kökenli büyük Alevi Bektaşi şairi edip Harabi'nin sözleri dikkat çekicidir. Aynı zamanda bu sözler, islami inanç sistemine karşı da inanılmaz bir isyanı ortaya koymaktadır." Daha Allah ile Cihan yok iken, Biz anı var edip ilan eyledik. Hakka layık hiçbir mekan yok iken, Hânemize aldık mihman eyledik. Kendisinin henüz ismi yok idi, İsmi şöyle dursun cismi yok idi.Şekil verip Tıpkı insan eyledik. Allah ile işte burda birleştik, Nokta-i amaya geldik yerleştik. Sırrı küntü kenzin orda söyleştik, İsmi şerifini Rahman ekledik.Aşikâr olunca zâtı sıfatı, Kün dedik var ettik bu semavatı. Birlikte yaratık hep kainatı,Nam-u nisanını cihan eyledik. Yerleri gökleri yaptık yedi kat, Altı günde tamam oldu kainat. Yarattık içinde bunca mahlukat, Erzakını verdik İhsan eyledik.

ALEVİLİK (13. YAZI )

25 Mayıs 2016 Çarşamba, 20:01 UTC+03
ALEVİLİK (13. YAZI ) Alevilik İslam'da var olan Tanrı- Evren ayrımı, yaratan- yaratılan farklılaşmasına bir karşı duruştur. "Gerçi kün emriyle var oldu cihan, Arş-ı kürsü gezdik durduk uzun zaman. Boş kalmasın diye bu kevnü mekan, Adem'in halkını(yaratılışını)ferman eyledik. İrfan Olan bilir sırrı müphemi, İzhar etmek için ismi azamı, Çamurdan yoğurduk yaptık Adem'i.Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik, Böyle cilvelerle vakit geçirdik. Biz Enbiya ile çok iş bitirdik, Başka bir nebiyi ziŞan getirdik.Anın her nutkunu Kur'an Eyledik.Küffarı Kureyşi ettik bahane, Muhammed Mustafa geldi cihane, Halkı davet etmek için imane, Murtaza'yı(Hz Ali ) ona İhvan eyledik. Bu sözleri sanma her insan anlar, Kuş dilidir bunu Süleyman anlar. Bu sırrı mübhemi Arifan anlar. Çünkü cahillerden pinhan eyledik" Alevilik'te tanrı inancı Vahdeti Vücut felsefesine dayanır. Buna göre özü gereği var olan varlık birdir ve bu da Allah'ın varlığıdır. Bu varlık, zorunlu ve öncesizdir. Çokluk, parçalanma, değişme ve bölünmeyi kabul etmez. Biçimi ve sınırı yoktur. Buna mutlak varlık, saf varlık adı verilir. Mutlak varlık, varlıklar dünyasına nispetle bir ayna gibidir, anlaşılır ve duyulur tüm nesneler onda görünür. Başka bir ifadeyle tanrı, zatı ile değil ama fiil ve sıfatları ile tüm varlıklara mutlaklık özelliğini yitirmeksizin ve değişme, bozuluşa uğramaksızın görünür. Bu nedenle varlıklarda onun aynısıdır.Tüm Evren Tanrı'nın varlığı nedeniyle var olur. Vahdeti Vücut inancı, varlık hakkındaki temel düşünceye bağlı olarak dinlerin Birliği düşüncesini de içerir. Buna göre bütün dinler temelde birdir. Çünkü bütün yaratıklar Tanrının bir tecellisidir. Dolayısıyla tapınılan her varlıkta tanrının bir tecellisine ibadet edilmektedir. Böylece bütün insanlar gerçekte çeşitli süretlerde görünen tek bir Tanrıya ibadet etmektedirler.

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (77. YAZI ) RİSALEİ NUR'DA GAYB MESELESİ (2. YAZI ) SAİD NURSİ DİYOR Kİ :

26 Mayıs 2016 Perşembe, 05:17 UTC+03
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (77. YAZI ) RİSALEİ NUR'DA GAYB MESELESİ (2. YAZI ) SAİD NURSİ DİYOR Kİ : "İmamı Ali'nin bir kısım sırları ve gaybi haberleri dahi bildirmek istediği anlaşılıyor. Ben sıkıntılı bir zaman imamı Ali'nin (Radıyallahu Anh) Ayetü'l Kübra namını verdiği "yedinci Şua"yı bitirdiğim aynı vakitte itikadımca bana acele bir mükafat ve bir ücret olarak- geceleyin Celcelutiyeyi okudum. Birden bir ihtarı gaybi gibi kalbime denildi. imamı Ali (radıyallahu anh) Risale'i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verildiği gibi kıymettar risalelerine de işaret derecesinde remz edip ima ediyor. Eğer sarih bir surette gaipten haber vermek (çok zararları bulunduğundan Hikmet'e munafi olduğu cihetle) hikmet-i ilahiye tarafından yasak olmasaydı tasrih edecekti"( Şualar 573 sikke-i tasdik-i gaybi 125 sekizinci Şua) SAİD NURSİ ŞÖYLE DEVAM EDİYOR " Ne isterseniz benden sorunuz, haber vereyim size, sorun bana maziden, halden ve İstikbal'den! diye Ashabı izam arasında, kendini âllame ilan eden ve her müşkülü izah ve beyan ve "ene medinetül ilmi ve aliyyun bebuha " hadisi şerifini ispat ve ayan eden nâşiri İlim ve vâkıfı esrarı Kur'an Cenabı Hazreti Haydar, ,,,,,,,"( Zülfikar mecmuası 439) CEVAP : İbni teymiye'nin dediği gibi "Bazı hadisler vardır ki uydurma olduğunu anlamak için senedini araştırmaya gerek yoktur. Sadece akletme yeterlidir" Yukarıda sözü edilen hadis de bu çeşittendir. Bir aşırı Şia uydurması ve yalanıdır. İKİNCİSİ : SAİD NURSİ "Her türlü müşkülü izah ve beyan eden" diyor. Halbuki Hazreti Ali (radıyallahu anh )kendi başındaki bir sürü sıkıntının bir tanesini bile gideremedi. Said Nursi'nin Kur'an ilmi son derece sınırlı olmakla beraber aklını kullanma kabiliyeti de çok zayıf görünüyor.

30 Ağustos 2016 Salı

AŞAĞILIK KOMPLEKSİ :
Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin en fanatik taraftarlarından biri olan  Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez NTV ye çıkarak,
Dünyanın en büyük yalan ve hurafelerinden biri olan, Kur'an aklının ve hikmetinin hiç bir zaman kabul etmediği, Şia'dan Ehli sünnet dinine geçmiş,
Mehdilik ile alakalı "Mehdi ile alakalı Kur'an'da ayet  ve sahih sünnette hadis yoktur " demiş.
Kur'an cahili gerici kurumun başkanı konjonktürel olarak yapmış olduğu çok basit bu açıklamanın ardından bizim Kur'an Müslümanları bayram etmeye başladılar.
Gerçekten çok hayal kırıklığına uğradım, bu diyanet işleri başkanlığı,
Kıyamet gününe kadar Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininden vazgeçmez.
Eğer F Gülen'in fitne,fesat, kumpas, kalleşlik, hıyanet ve saçmalıkları ortaya serilmeseydi
Kur'an tanımaz hadisçi Mehmet Görmez böyle bir şey söylemiyecekti.
Ehli sünnet ve Şia'nın dinlerinde yüzlerce -binlerce uydurma hadis, İçtihat mevcut olduğu halde neden Diyanet hiç birine karşı gelmiyor?
Neden GÖRMEZ,    Cübbeli'nin Allah Resulü'ne karşı yapmış olduğu yalan ve iftiraların hiç birisine cevap vermiyor?
Kur'an bilmez Mehmet GÖRMEZ'IN bir hurafeye karşı gelmesi için sahibinin çok tehlikeli  olması mı gerekiyor?
Dolayısıyla, sanki Mehmet GÖRMEZ çok önemli bir şey söylemiş gibi bizim Kur'an müminleri havaya zıplamaya başladılar.
Allah'tan utanın, koskocaman Diyanet işleri başkanının dile getirdiği bir hurafeyi siz zaten  yıllardan beri söylüyorsunuz.
Başkanın bu çok  değersiz ve ilimsiz  konuşmasını ciddiye almanız yazık günah değil mi?
Neden aşağılık kompleksine kapılıyorsunuz?
 Kur'an ve Tevhid'i temsil eden dünya hayatında  tek siz kalsanız bu şerefli yoldan şüphe edebilir misiniz?
Allah'ın ve Resulullah'ın, Kur'an'ın ve İslam'ın Mehmet GÖRMEZ'IN imanına ve islamına bir ihtiyaçları olabilir mi?
Mehmed GÖRMEZ gitsin sabahtan akşama kadar camilerde  bu millete anlattırdığı yalan ve uydurmaların hesabını versin.
"(Ey Muhammed! Yüz çevirirlerse de ki :Allah bana yeter.Ondan başka ilah yoktur. Ben sadece Ona güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir "(Tevbe, 129 )
Mehmet GÖRMEZ NTV DE yaptığı konuşmada "sahih sünnette Mehdi ile alakalı hadis yoktur "
demiş.
Bu da doğru değil, Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin sahih olarak gördüğü Ebu Davud, Nesai, Tirmizi,  İbni mace gibi  hadis kaynaklarında mehdilik ile  ilgili bir çok rivayet vardır.
GÖRMEZ, şunu diyebilir mi?
"Bizim Allah'ın kitabından başka sahih, doğru, kesin kaynak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan ayrı  hiçbir delilimiz yoktur "
"Bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek kaynak Kuran'dır "
HODRİ MEYDAN.
MEHMET GÖRMEZ'IN başında bulunduğu Diyanet'in en son yayınlarından biri olan "Hadislerle İslam "eserinde yüzlerce hurafe ve yalan mevcuttur.
Ben MEHMET GÖRMEZE SORUYORUM :
İslam, Allah tarafından Elçisine indirdiği Kur'an ile dini tamamlamadı mı?
Yani Allah Resulün'den asırlar sonra Uydurulan yalan ve uydurma rivayetlerle mi din tamamlandı?
HAYDİ CEVAP VER.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

MANEVİ MERTEBELER (1. YAZI ) 1) ALLAH'IN MAKAM VE MERTEBESİ:

26 Mayıs 2016 Perşembe, 22:47 UTC+03
MANEVİ MERTEBELER (1. YAZI ) 1) ALLAH'IN MAKAM VE MERTEBESİ: Allah ( cc ) fiillerinde "lé yüs'el "makam ve mertebesine sahiptir. Yani yaptıklarından sorumsuzdur. Allah ( cc ) Şöyle buyuruyor "Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz. Onlar (insanlar )ise sorguya çekileceklerdir "( Enbiya 23 ) Peki Allah ( cc ) fiillerinde neden sorumlu değildir. Tabi ki ondan başka bir İlah yoktur. Ondan hesap soracak güce ve kudrete hiç kimse sahip değildir. Fakat en önemlisi Allah, hikmetsiz, boşuna bir şey yaratmadığından dolayı sorumsuzdur. Rahman ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor "Biz,göğü, yeri ve bunlar arasındakileri,oyun olsun diye yaratmadık"( Enbiya 16) Dolayısıyla Allah ( cc ) abes olarak, amaçsız, batıl bir şey yaratmaz ki, fiillerinden sorumlu tutulsun. Sonsuz kudrete sahip Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.Onları sadece gerçek bir amaçla yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar "(Duhan 38, 39) Cevat Faruki'nin çok güzel bir sözü vardır. Der ki "Allah istediğini yapar ama keyfi İş yapmaz "( Cevat Faruki, Tevhid ) Yani Allah ( cc ) Kainata yüklemiş olduğu yasalara göre fiileri işlerlik kazanır. Misal : Allah ( cc ) bulut olmadan da yağmur yağdırabilir. Fakat hiç bir zaman bulut olmadan yağmur yağdırmaz. Fay hattı olmayan yerde asla deprem olmaz. Güneş, kıyamet saatine kadar doğudan doğacak, batıdan batacak. Eğer böyle olmasaydı. Yani Allah'ın kainattaki yasaları olmasaydı ilimde, fikirde, bilim ve teknoloji alanında bir ilerleme ve gelişme meydana gelmeyecekti. İstikrarsız bir kainat ve dengesiz bir yaşam olacak, hayat çekilmez bir hal alacaktı. Bundan dolayı Kur'an nazil olduktan, Muhammed ( Aleyhisselam )Elçi olarak gönderildikten sonra, Muhammed ( Aleyhisselam ) dâhil olmak üzere hiçbir beşerin elinden insanların gözleriyle görebilecekleri bir mücize, Keramet, olağanüstü bir halin gerçekleşmesi mümkün değildir.Yani Allah'ın Yüce kitabı Kur'an ile Allah'ın kainattaki muhteşem mucizeleri iman ve akıl sahipleri için yeterli mucizelerdir.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 72. YAZI )

27 Mayıs 2016 Cuma, 20:15 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 72. YAZI ) Kur'an cahil bedevilere de, alimlere de hitap etmektedir.Daha önceki yazılarımızda ele aldığımız gibi Kuran, insanların öğüt almaları için kolaylaştırılmış Allah kelamıdır. Belki de dünyanın en kolay bir kitabıdır. İnsanlar anlamadıkları kitaptan nasıl öğüt alacaklardır. Anlaşılmayan bir kitap nasıl rehber olur. Ancak bir tecrübe olarak şunu söyleyebilirim. Kuran'ı Mübin'i, aklını kullanan saf, iyi niyet sahipleri akılsız ve tefekkürsüz taklitçi ilim adamlarından daha iyi anlayabilirler. Kuran'ı anlamak için ön yargı olmayacak, akıl kullanılacak ve Kur'an tek kaynak olarak kabul edilecektir.Çünkü Kur'an kendini zorla insanlara kabul ettirmeye çalışmayan bir karaktere sahiptir. Kur'an'ın anlaşılmaz olduğunu iddia etmek yüzlerce ayeti inkar etmektir. Kuran'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde, ona yoğunlaşarak anlamaya çalışan ümmi, Muvahhit bir Müslüman, bir müfessirin önüne geçebilir. Elmalılı Hamdi Yazır'ın söylediğinin tam aksine Kur'an okumak ve ona dokunmak için abdeste gerek yok diyen çok arkadaşa rastlamışımdır. Çünkü merhum Elmalı bu konuyu kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamış olsaydı Kuran'a dokunmakla alakalı ayetlerin tümünün Mekki olduğu ve Mekke müşriklerine bir cevap teşkil ettiklerini, aslında şeytanların ona yaklaşamayacakları, Kur'an'da herhangi bir tasarrufa sahip olmadıkları, konuyla alakalı ayetlerin Müslümanlarla alakalı değil, Müşriklere cevap olduklarını anlayacaktı. Yani Ey Mekke müşrikleri! Bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indirmedi, onu melekler indirdi, şeytanlar ona dokunamaz, ona yaklaşamaz, Kur'an onlara karşı koruma altındadır. Kuran'a iftira ederek Yalan söylemeyin, demek istenmiştir.( Vakıa 77, 78 ,79 -Tekvir 25- Şuara 210, 211, 212 -Abese 11, 12, 13, 14 15) Emevi, Abbasi, Osmanlı Ehli sünnet anonim uydurma ilahların ve evliyaların şirk dininin en fanatik taraftarları Prof Osman ünlü ve Prof Ramazan Ayvalı'nın Şeyhleri "Saadeti Ebediye "yazarı Hüseyin Hilmi Işık, söz konusu kitabında Kur'an'ı Mübin'i anlamaya çalışanlara şu müşrikçe uyarıyı yapıyor " Seyyid Abdulhakim Efendi( ks)buyurdular ki: İbadet emirleri yapmak demektir. Kuranı Kerim'i, hutbeyi okumak ibadettir. Bunların manasını anlamak emir olunmadı. Bunları anlamak ibadet değildir. Kuranı Kerimi anlamak için 72 yardımcı ilmi ve sekiz temel ilmi öğrenmek lazımdır. Ancak bundan sonra Kur'an'ı Kerimi anlamaya istidat hasıl olup,Cenabı Hak nasip ederse anlayabilir. Herkes Kur'an'ı anlamalıdır demek, dine müdahale etmek olur. Kur'an'ı anlamak için istidadı çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lazımdır. Bizim gibi istidadı az olanlar ise yüz sene de çalışsak anlayamayız. Şeriatte ilim diye faideli bilgilere denir. Faideli bilgiler saadeti ebediye'yi elde etmeye, yani Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olan ilmihal ilmidir. Bu ilmihal kitaplarına İslam bilgileri denir " Gerçekten de Emevi, Abbasi, Osmanlı, Suud alimleri ve Saadeti Ebediyeciler aynı akılsız kafa yapısına sahiptir. Bunların anlayışında din tamamen ilmihal kitaplarından ibarettir. Bu yüzden medreselerinde sadece ilmihal ve fıkıh kitapları okutulur.

MANEVİ MERTEBELER ( 2. YAZI ) RESÜL(ELÇİ )ÜN VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ

28 Mayıs 2016 Cumartesi, 20:01 UTC+03
MANEVİ MERTEBELER ( 2. YAZI ) RESÜL(ELÇİ )ÜN VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ Kur'an, Resulün görevinin sadece tebliğ olduğunu bildirir. Nübüvvet unvan, Risalet Allah tarafından Nebiye yüklenen bir görevdir. Resülluk, tüm Nebilerin yaptığı (yapmaya mecbur olduğu ) bir misyondur. Aslında "Resul " kavramı, hem "Elçi "hemde "Elçin'in tebliğ ettiği şey " anlamında kullanılmamaktadır. ( Bakara 89,101) Bu iki ayeti kerime'ye göre, kitap ve Resul aynı anlama gelmektedir. Resul (Elçi ) Allah'ın kitabına davet eden, onu okuyan, gelen vahyi tebliğ eden kişidir. Allah'ın kitabı elçinin diliyle hayat bulur. Elçiler, sadece kendilerine gelen kitabı tebliğ ettiğine göre, onların gelmesi, risaletin gelmesi demektir. Tüm Nebiler Allah'tan aldıkları Vahyi tebliğ ederken Resul olurlar.Yani vahyi Resul olarak Tebrik ederler. Aksi halde kendilerine yüklenen Risalet görevini yapmamış olurlar. Resulün makam ve mertebesi Vahiy kadar önemlidir.Resul olmazsa vahiy de olmaz. Resulün görevi Allah'tan aldığı Vahyi tebliğ etmektir. Onun başka bir görevi yoktur. Kur'anı Resulden, Resulü Kur'an'dan ayırmak mümkün değildir. Arkadaşlar! Kur'an'a göre Muhammed (Aleyhisselam) kırk yaşından vefat ettiği ana kadar Nebi, Allah'ın ayetlerini tebliğ ederken Resul idi.Bir başka ifadeyle söylersek o sürekli olarak Nebi ama Vahiy tebliğ ederken Resüldu. Kur'an, Nebiye değil (ayeti tebliğ eden) Resule itaati emretmektedir. Resul ile nebi arasındaki bu muhteşem fark, her iki kelimede" peygamber" diye tercüme edildiğinden, bu şekilde algılandığından görülmemiştir. Din konusunda ihtilafların temel nedeni bu yanlış nebi- rasul algısıdır. Kur'an'daki nebi- resül farkı anlaşılırsa temel ihtilafların tümü ortadan kalkacaktır. Muhammed( Aleyhisselam) Allah'ın ayetlerini tebliğ ederken Resul, bunun haricindeki tüm zamanlarda ise Nebidir.Onun Nebilik ünvanı sürekli ve kesintisizdir. Ama Resülluk görevi aralıklıdır. Allah'tan vahiy almak Nebi olmak için gereklidir. Ama yeterli değildir. Nebi olmak için aldığı Vahiy tebliğ etmekle görevlendirilmiş olmak gerekir. Yani Nebi olan bir zatın Risalet görevini (Resulüğü ) üstlenmesi gerekir." Nebilik misakına " göre bu olmazsa olmaz bir şarttır. Aksi halde nebi- resul olmaz. Mesela İsa Aleyhisselam ve Musa Aleyhisselam'ın Anneleri Allah'tan vahiy aldılar,ama Nebi -Resul olmadılar. Çünkü onlara Resülluk vazifesi (aldıkları Vahyi tebliğ etme görevi )verilmedi. KUR'AN NEBİYE DEĞİL RESULE İTAATİ EMRETMEKTEDİR : Kur'an'da Resüle itaatin gerekliliğini ortaya koyan onlarca ayete karşılık Nebiye itaati emreden bir ayet mevcut değildir. Yani Kuran,Nebiye değil, Allah'ı temsil eden Resule itaati emretmektedir. Resule itaat Emre'den Kur'an Nebi'nin de Mü'minler için çok değerli olduğunu bildirmekte ve Nebiye saygıyı öğütlemektedir( ama Nebiye itaati emretmemektedir)NEDEN NEBİYE DEĞİL DE RESULE İTAAT :Çünkü Resul Allah'ı temsil eder. Resüle itaat eden Allah'ın ayetlerine(Allah'a) itaat etmiş olur. Kur'an'ın, Nebiye değil de resule itaati emretmesinin nedenleri şu maddelerle özetlenebilir.1) Resul, Allah'ın ayetlerini tebliğ ettiğinden Allah'ı temsil eder.2)Bu nedenle Resule itaat eden Allah'ın kitabına ve dolayısıyla Allah'a itaat etmiş olur. 3) Resule itaat etmek, Resul ile birlikte yaşayanlar için de onun vefatından sonra da mümkündür. Çünkü Resul'ün Allah'tan getirdiği sözler yani Kur'an koruma altındadır. 4) Nebi'nin sözleri ilahi koruma altında değildir. Bu nedenle de Nebiye itaat etmek pratikte mümkün değildir. Dolasıyla Allah Nebi'ye itaati emretmemiştir. Çünkü Allah hiç kimseye takatını aşan bir mükellefiyet yüklemez. 5) Görevi sadece ayetleri tebliğ etmek olan Resül'ün hata yapma ihtimali yoktur. Çünkü Resül ve Risalet görevi ilahi koruma altındadır. 6) Nebi'nin hata yapma ihtimali vardır ve Kur'an Nebilerin, Nebilik makamında Allah'a karşı yaptıkları bir çok hatayı bildirmektedir. (DEVAM EDECEK )

MANEVİ MERTEBELER ( 3. YAZI ) RESÜL ( ELÇİ )ÜN VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ

28 Mayıs 2016 Cumartesi, 21:26 UTC+03
MANEVİ MERTEBELER ( 3. YAZI ) RESÜL ( ELÇİ )ÜN VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ : İkinci yazımızda saydığımız maddeleri yeri geldikçe örneklerle izah edeceğiz. Ancak resule itaatin temel gerekçesi Resul'ün ayetleri ilave veya eksiltme yapmadan olduğu gibi tebliğ etmesi ve getirdiği bu ayetlerin ilahi koruma altında olmasıdır. Ilk önce Resul kendine gelen vahye iman etmekle yükümlüdür( Bakara 285 ) KORUNAN RESUL YANILMAZ, AMA NEBİ YANILABILIR : Allah'ın ayetlerini tebliğ eden Resul'ün yanılması imkansızdır. Resul, bu ayetleri herhangi bir Yorum ve Görüş yapmadan olduğu gibi iletir. Aynı zamanda Vahiy ve Elçi (Resul) koruma altındadır.Yani Kur'an tüm etkenlerden koruma altına alınmıştır(Şeytanlar, Cinler,İnsanlar, hatta Elçiden bile ) Ayrıca Resul, Risalet görevini ilahi koruma altında yapar. Resul'e'de Resulü'n tebliğ ettiği ayetlere de zarar verilemez. Buna karşılık Nebi'nin yanılma ihtimali vardır. Çünkü Nebi ilahi koruma altında değildir. Nebi bazı içtihatlarında yanılmış olabilir. Nitekim kur'an-ı Mübin, Nebi'nin bazı yanılgılarını ve bu yanılgıları nedeniyle aldığı ikazları bize bildirmektedir. Görüldüğü üzere Nebi'nin bazı yanılgıları olmuş ve bir çok ayetle uyarılmıştır.( Tevbe 43,, 113,,Abese 1,10,, Tahrim 1,,,,) Muhammed (Aleyhisselam'ın) uyarıldığı bu ve benzeri hiçbir ayette Resul ifadesi geçmez. Çünkü Resul'ün yanılma ihtimali yoktur.Ama Nebi yanılabilir.Bir çok ayette Nebi ifadesi zikredilmeden uyarılmıştır. Kur'an'ı dikkatli bir şekilde incelediğimiz zaman imanın,yalanlamanın Elçilik makam ve mertebesine bağlı olduğunu görürüz.

MANEVİ MERTEBELER :( 4. YAZI ) RESUL VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ

29 Mayıs 2016 Pazar, 20:41 UTC+03
MANEVİ MERTEBELER :( 4. YAZI ) RESUL VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ Nebi'nin bazı hatalarının Kur'an ile bizlere bildirilmesi elbette ki nebilerin sürekli olarak yanıldıkları anlamına gelmez. Hatta Nebi'nin hatalarının sadece Kuran'da anlatılan hadiselerle sınırlı olduğu bile söylenebilir. Ancak bu durum Nebiye itaat emrinin bulunmadığı gerçeğini değiştirmez. O halde, Muhammed (Aleyhisselam'ın) ağzından çıkan sözlerdir diye Kur'an'dan daha çok hadislere itibar eden müminler ona ait olması mümkün olmayan hadislerden önce onun ağzından çıktığı kesin olan Kuran ayetlerini rehber edilmelidir. Kur'an'ın tamamı onun dilinden çıkan sözlerdir.Tâbi olunacak 6236 ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerin hepsi Allah'ın kelamı ve Resul'ünün beyanıdır. Resul'ün beyanı olan bu ayetler neyimize yetmiyor. Allah'ı temsil eden resulüdür. Bu nedenle hiçbir müminin Resulü'nün getirdiği ayetlerdeki hükümlere muhalefet etme şansı yoktur. Gelen vahiyin kaybolmadan açıkça ortaya konması, değiştirilmemesi ile alakalı Resul'ün Kendisi bile sürekli ikaz edilmektedir. Dolayısıyla Allah'ın indirdiği ve Resul'ünün dilinden hayat bulan, hayata aktarılan vahye karşı hiçbir mü'minin muhalefet etme şansı yoktur. Resüllük makamına geldikten sonra esas görev başlar.O, Uyurken de Nebi' dir. Yemek yerken de, ama yalnızca ayetleri tebliğ ederken resuldür. İşte Resul Muhammed (Aleyhisselam'a) itaat etmek tebliğ ettiği bu ayetler nedeniyle zorunludur. Çünkü o Allah'ı temsil eder. Kur'anı ondan onu Kur'an'dan ayırmak mümkün değildir. Kur'an'a baktığımız zaman,hiç bir yerde Kur'an, nebileri yalanladılar demez. Bütün ayetlerde elçileri yalanladılar buyurur.

MANEVİ MERTEBELER ( 5. YAZI ) RESÜL VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ :

29 Mayıs 2016 Pazar, 21:09 UTC+03
MANEVİ MERTEBELER ( 5. YAZI ) RESÜL VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ : Resule itaat ve ittiba (tabi olma) Kur'an'ın emrettikleri şu iki kelime ile özetlenebilir Allah'a itaat Peki Allah'a itaat nasıl yapılacak resule itaat ve iddia edilerek itaat ve itibar tabi olmayı emreden ayetler şöyle tasnif edebiliriz 1)Allah'a ve Resulüne itaati emreden ayetler. Allah'a itaatin emredildiği tüm ayetlerde mutlaka Resule de itaat emredilir. Bunun Hiçbir istisnası yoktur. 2 ) Resule itaatin emredildiği ayetler. Allah'a itaatin emredildiği tüm ayetlerde mutlaka Resule itaatin de emredildiği, ama buna karşı Resüle itaatin emredildiği bazı ayetlerde Allah'a itaat emrinden bahsedilmediği önceki yazılarımızda izah edilmişti. Örnek bir ayet şöyledir "Namazı kılın,zekatı verin, Elçiye itaat edin ki Merhamet olunasınız "(Nur 56) Resule itaatin emredildiği bazı ayetlerde Allah'a itaat emrinden bahsedilmemiş olması Resulün Allah'ı temsil etmiş olması nedeniyledir. Zira Allah insanlarla direkt olarak konuşmaz. Tüm emirlerini insanların arasından seçtiği bir Elçi (Resul) vasıtasıyla iletir.Elçiye yapılan itaat Allah'a yapılmış bir itaat olur. Zira Allah'a itaat etmenin yolu Resulüne itaat etmekten geçer. Bunun başka bir yolu yoktur.İşte bu nedenle Resule itaatin emredildiği her ayette aslında zımnen sadece Allah'a itaat edilmiş olur.

ALEVİLİK ( 14. YAZI )

30 Mayıs 2016 Pazartesi, 05:27 UTC+03
ALEVİLİK ( 14. YAZI ) Vahdeti Vücut inancının gereği olarak insan, Tanrısal tecellinin en önemli ögesi olması niteliğiyle öne çıkmaktadır. Bütün varlığı tanrı ile özdeşleştirme düşüncesi, varlığın en mükemmel ögesi olarak insanı da tanrısal tecellinin odağına koymaktadır. insanın tanrısal tecellideki yeri "Enel hak" sözüyle ifade edilmektedir. Alevi inancında Tanrı- Evren- insan bütünleşmesi içinde simgesel kişiliğiyle Hz Ali'nin ulûhiyeti- tanrısallığı inancına da yoğun bir vurgu vardır. Burada Aslında Hazreti Ali'nin şahsında tüm Resüller, Nebiler ve velilerle birlikte insanın uluhiyeti anlatılmak istenmektedir. Yani kimilerince Yanlış yorumlandığı şekilde Hazreti Ali'nin doğrudan doğruya İlahlaştırılması yoktur. Yüzyıllar boyunca pek çok Alevi -Bektaşi önderi ve Ozanı Allah'ın doksan dokuz adından birisinin "Âli" olmasından da esin alarak Allah'ı kastetmek üzere şiirlerinde "Ali"sözcüğünü hiç çekinmeden kullanmışlardır. Alevi ve Bektaşiler hulul inancı gereği Ali'de İlâhi özellikler olduğuna inanırlar. Muhyiddini Arabi'nin, Celaleddin-i Rumi'nin, Beyazıti Bestaminin, Hallacı Mansur'un, Yunus Emre'nin ve bütün tarikat ehlinin inancının merkezinde hulul itikadı yer almaktadır. İnsanlık tarihinde bu inançtan etkilenmeyen bir millet yoktur. Hiristiyanlar da bu inanç ve felsefeye sahiptirler. Bu inanış, Alevi karşıtları tarafından Hz Ali'nin İlahlaştırıldığı ve putlaştırıldığı suçlamasına zemin teşkil etmiştir. Aleviler,Hulul inancının Kur'an'daki Tevhid inancına aykırı bir inanç sistemi olduğunu kabul ederler. Alevi -Bektaş inanışının omurgasını oluşturan "Vahdeti Vücut "anlayışı ve Allah'ın insanda tecelli ettiği düşüncesi, bu inanışın yani Hz Ali'nin Tanrısallığı inancının temelini oluşturmaktadır. Hz Ali'nin yüzünü Vechullah "(Allah'ın yüzü) olarak tavsif eden alevi-bektaşi inancı bu özgünlüğü ile bambaşka bir özelliğe ve derinliğe sahip bulunmaktadır. Yine celaleddin-i Rumi'nin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan Divan'ı Kebir adlı eserinde Hz Ali için yazdığı sözler onun ulûhiyetini tanrısallığını İlan etmektedir. Celaleddin-i Rumi adı geçen bu eserinde şöyle demektedir "Hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır. Hakkın sıfatları Ali'den ayrı değildir. O tanrının zatına yapışmış sanki o olmuştur" Gerçekte Hz Ali'nin uluhiyeti, Hulul inancından bağımsız düşünülemez. Her ne kadar yüksek sesle ifade edilmese de Alevilik'te tam bir Hulul inancı mevcuttur. Başta Hazreti Ali olmak üzere 12 imam Allah'ın kendilerine Hulul etmiş ilahi özelliklere ve sıfatlara sahip şahsiyetlerdir.

KADİM KAVİMLER İLE ŞİA VE EHLİ SÜNNETİN ARASINDAKİ FARK:

30 Mayıs 2016 Pazartesi, 14:13 UTC+03
KADİM KAVİMLER İLE ŞİA VE EHLİ SÜNNETİN ARASINDAKİ FARK: Nuh( as ) ın kavmi, Tek başına bir Ümmet olan İbrahim ( as) ın kavmi, Hud ( asm ) ın kavmi âd, Salih ( asm ) ın kavmi Semud, Şuayb ( asm ) ın kavmi medyen,Musa ( as)ın gönderildiği Firavun'un kavmi ve İsrailoğulları, Allah Resulü'nün Elçi olarak gönderildiği Mekke müşrikleri ve bütün zamanların müşrikleri Allah'ın altında, berisinde İlahlara ve Evliyalara taparlardı. Günümüzde Ehli sünnet ve Şia'ya baktığımızda Alimlerinin ictihatlarına, mezheplerine, Cemaat liderlerine, Tarikat Şeyhlerine olan bağlılıkları Allah'ın kitabının çok üzerinde olduğu için,eski müşrikler gibi Allah'ın altında ve berisinde değil, Allah'ın da üzerine yükseltip onlara kul -köle olmaktadırlar. Çünkü Şia ve Ehli sünnet Allah'ın kitabına çekinerek, korku içinde, şüphe ile yaklaşırken ,alimlerinin hurafe rivayetlerini,saçmasapan ictihatlarını ve uydurma eserlerini kayıtsız şartsız hiç tefekkür etmeden ve sorgulamadan kabul etmektedirler. Demek ki, kadim milletler şirkte Şia ve Ehli sünnet kavimleri kadar ilerde değillerdi. Kadim Ümmetlerin şirkleri sınırlıydı, belli bir şeye kulluk ediyorlardı. Ehli sünnet ve Şia bin dört yüz yıldan beri tapmadıkları bir şey kalmadı. Şia, eski İran inanç ve hurafelerini saf, tertemiz, Tevhid dini olan İslam'a taşıyarak, İslam'ın içinde, son derece İslam akıl ve hikmetine aykırı yeni bir din ve felsefe geliştirdi. İslam'ın temeline dinamiti yerleştirip darmadağın etti. Gerçekten dünyada Yüce İslam dinine ve ve Tevhid sistemine kökten aykırı bir inanç ve din varsa o din Şiilik dinidir. Ehli sünnet dinine gelecek olursak, Ehli sünnet alimleri (Ümmilerle bir işimiz yoktur ) ise Allah'ın muhteşem, olağanüstü bir sisteme sahip kitabını kayıtsız şartsız, tamamen terkederek Emevi ve Abbasi Devletleri tarafından oluşturulan hurafe,Yalan ve uydurma rivayetlerle, vahşi, ilkel, ırkçı bir din meydana getirdiler. Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet oluşturdukları kaynaklarla Allah'tan ve onun kitabından başka, Halifelere, Krallara, meliklere, Sultanlara, Müçtehitlere, Liderlere, Şeyhlere,uydurdukları İlahlara ve Evliyalara taptılar. İstisnaları saygı ve rahmetle anıyor, mekanlarının cennet olmasını Rahman ve Rahim olan Yüce Allah'tan niyaz ediyoruz. Yani kısaca, Allah'ın Tevbe süresinde buyurduğu gibi "Onlar Hahamlarını ve Rahiplerini (Din adamlarını ) Allah'ın yanında, altında, berisinde Rabler edindiler ) Yüce olan Allah her zaman doğruyu söyler.

MANEVİ MERTEBELER RESUL VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ : 3)

30 Mayıs 2016 Pazartesi, 18:32 UTC+03
MANEVİ MERTEBELER RESUL VE NEBİ'NİN MAKAM VE MERTEBESİ : 3) Resule ittibayı emreden ayetler. Kur'an, Araf suresi üçüncü ayetinde "Sadece ve sadece Kuran'a tabi olun ve sakın ondan başka bir veliye, rehbere tâbi olmayın buyurmaktadır" Ama aynı Kur'an, bu bölümde görüleceği üzere resule, bize indirilene, Resule vahyolunanlara, vahye, sırat-ı müstakime,hanif İbrahim'in dinine Ve müminlerin yoluna da tâbi olmayı emretmektedir. Demek ki tüm bunlar aynı şeylerdir ve tüm bunlar Kur'an'ı temsil etmektedir. Kur'an'da resule tabi olmayı emreden ayetlerde bazen tek başına Resul, bazen Resul artı ayetler, bazen vahiy ve bazen sırat-ı müstakimden bahsedilir. Ama çoğu kez de Kuran'a tâbi olmaktan söz edilir. Bu durum, asıl tâbi olması gerekenin Kur'an olduğunu Yani tüm bunların Kur'an tarafından temsil edildiğini gösterir. SONUÇ OLARAK : Kur'an'a tabi olmak: itaat ve ittibayı emre'den Kur'an ayetleri şu önemli noktaların altını tekrar çözmemizi gerektirmektedir. 1) Allah'a itaati emreden tüm ayetler Resule de itaati emretmektedir. Bunun hiçbir istisnası yoktur. 2) Buna karşı bazı ayetlerde sadece resule itaat emredilmektedir. Çünkü Resul zaten Allah'ı temsil eder. Resule yapılan itaat Aslında Allah'a yapılmış bir itaat olduğundan bu ayetlerde Allah'ın zikredilmesine gerek görülmemiştir. Allah'ın Elçileri ve Nebiler Allah'a karşı sorumludurlar. Yani Allah (cc ) Elçi ve Nebiye şunu niye böyle yaptın, bunu yapman doğru değildir,diye ikaz eder. Fakat Allah'ın Elçileri bilinçli ve şuurlu bir iradeyle İnsanlara kötülük yapmayacaklarından dolayı insanlara karşı sorumsuzdurlar. Hiç kimse Elçileri eleştiremez. Elçiler insanlar tarafından kınanacak bir şey yapmazlar. Elçilerden başka kim olursa olsun, Hem Allah'a karşı hemde insanlara karşı sorumludurlar. Allah hikmetsiz bir şey yaratmadığından dolayı sorumsuzdur. Elçiler Allah'a karşı sorumludurlar, insanlara karşı sorumsuzdurlar. Allah'ın selamı tüm Elçilerin ve muvahhidlerin üzerine olsun.

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (78. YAZI )

30 Mayıs 2016 Pazartesi, 21:01 UTC+03
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (78. YAZI )

RİSALE'İ NUR'DA GAYB MESELESİ(3.YAZI) Said Nursi diyor ki "Ehli hak geçmişte olanı, gönüllerinde bir kitap gibi okurlar, hal ve gelecek hepsi aynı şekilde onların derunundadır."Gördüklerini ve söylediklerini (onlara) Allah öğretiyor, onlar hakkın mükemmel ve ölçülü kudreti ve âletidirler."Bu sırrı ehlibeytten her zaman görürsün, gelecekten ve halden haber vermişlerdir"( Barla Lahikası 233. Yirmi Yedinci mektup) CEVAP : Gaybı tümüyle bilen yalnız Allah'tır" Gaybın anahtarları onun yanındadır. Onları Ondan başkası bilmez.,,,,,,,,( En'am 59 ) "Deki : Gayb yalnızca Allah'ındır. ( Gaybi bilen sadece odur"( Yunus 20)" Göklerin ve yerin gaybi Allah'a aittir" (Hud 123) "De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybi bilmez"(Neml 65)" Bunlar (Eski kavimlerin kıssaları) sana vahyettiğimiz gayba ait haberlerdendir. Ne sen nede kavmin daha önce bunları bilmiyordunuz,,,,,,,,,,"(Hud 49) "Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah her şeyi bilen, her şeyden haberi olandır"( Lokman 34) Allah resulü (Aleyhisselam) dâhi gaybı bilmezdi. " De ki: Ben kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda ve ne de bir zarar vermeye sahibim. Eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır elde ederdim. Ve bana hiçbir kötülük de dokunmazdı. Oysa ben, inanan kimseler için ancak bir uyarıcı ve bir müjdeciyim" (Araf 188) Said Nursi Hz Ali'nin şöyle dediğini iddia ediyor" Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrarı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, Kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur " Halbuki Kur'an'da bir çok ayette Resülüllah ( as)a soru sorulduğunda vahiy gelinceye kadar cevap veremezdi. Elmalı Hamdi Yazır gaybı bilir olmayı rububiyetle irtibarlandırmıştır. O, Araf suresinin 188. ayetinin tefsirinde şunları söyler" Eğer ben kendi kendime gaybı bilir olsaydım, daha çok Hayır yapardım ve bana kötülük dokunmazdı" Yani hâlim şimdi gibi bir beşer, bir abid hâli olmazdı, Rab olmam lazım gelirdi. Bu ise muhaldir" Yazır Hak Dini Kur'an dili 4- 2345) İlyas Çelebi ise meseleyi Uluhiyetle ilgili görmüştür" Kur'an, Allah resulünü sihirbazlarla kahinlerle karıştıran, onun şahsiyetini ilâh, Cin ve Melek şeklinde düşünen, Allah Resulü'nün sadakatini ancak gayptan haber vererek ispat edilebileceğine inanan Yahudilerle, hıristiyanlara ve müşriklere karşı Resulü Ekrem'e, Melek olduğunu söylemediğini, gaybi bildiğini iddia etmediğini ve Allah'ın hazinelerinin kendi yanında olduğunu ileri sürmediğini emretmekte (Enam 50) ve gerçekçi bir akideyi dile getirmektedir. Bu ve benzeri ayetlerde gaybi bilmek ile Uluhiyet arasında ilgi korunmuştur"( İlyas Çelebi İslam inancında gayb problemi (doktora tezi Müsbe 1991 115 ten nak)

ALEVİLİK ( 15. YAZI )

31 Mayıs 2016 Salı, 09:57 UTC+03
ALEVİLİK ( 15. YAZI ) Alevilik'te evliya kültü ve evliyanın ruhundan medet dileme inancı da Allah -Evren- insan bütünleşmesinin ve özelde insanın tanrısallığının en çarpıcı dışa vurumudur. insanın tanrısallığına inanan Aleviler "insanı Kâmil" yüceltmesi ile erenleri, evliyaları kutsal ve Tanrısal kabul edip ruhlarından medet dilemekte ve bu maksatla türbelerde çeşitli ritüeller icra etmektedirler.En başta "Medet Ya Muhammed, Medet Ya Ali, Medet Ya Hüseyin" nidalarında görülen tanrısal insan unsuru, İslami inanç açısından tümüyle şirk kabul edilmektedir. Türbe ziyaretleri, türbelere yüz sürme, eşiğe niyaz etme, erenlerin ruhundan yardım isteme, onlar için kurban kesme, mum yakıp dua etme ve diğer ritüeller Kur'ani itikat gereği İslam'ın Allah'a Ortak koşma olarak gördüğü ve bunu yapanların müşrik kabul ettiği unsurlardır. Alevilerde Allah inancı ve özellikle evliya kültü büyük ölçüde İslam öncesi Alevi ve Türk inanışlarında yer alan "atalar ruhuna tazim" inancından gelmektedir. İslami inanışa göre yaratan- yaratılan ayırımının reddedilmesi şirktir ve her şirk aynı zamanda küfürdür, kâfirliktir. Alevi inancı yaratan- yaratılan ayrımını reddettiği için İslam'a göre din dışıdır. Hz Ali'nin Tanrısallığı da İslam'ın asla kabul etmeyeceği bir inanıştır. Bu inanış İslam'a göre Hazreti Ali'nin ilahlaştırılmasıdır. "Aleviler Hz Ali'ye tapıyor" sözünün ardında yatan yanılsamanın kaynağı, Hz Ali'nin ve onun şahsında insanın uluhiyeti ve itikadıdır. O halde ilahiyatçılar ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Alevi ve Sünni birlikteliğine vurgu yapmak için kullanılan "Allahımız bir" söylemi düpedüz yalandır. Alevilerle Sünnilerin Allah inancı arasında dağlar kadar fark vardır. Bu farklılığın inkar edilip " Allahımız bir" denilmesi, Aleviliğin asimile edilmesi amacına matuftur. Alevi ve kızılbaşların Allah'a, Kurani ve İslami teolojide olduğu şekliye inanmalarını istemek alevilikten vazgeçmelerini istemektir. Her inancın kendisi dışındaki inançları tekfir etmesi bir ölçüde doğal görülebilir. Ancak asimilasyon amacıyla bu konuda takiye yapılması asla kabul edilemez. Her inanç mensubu o inancın teolojik çerçevesi dahilinde inancında hürdür. Bir başka ifadeyle herkesin imanı da Küfrü de kendinedir. Hangi inanç olursa olsun, herkes inancını hiç bir zorlama ve gizleme zorunda kalmadan yaşamalıdır.

ALEVİLİK ( 16. YAZI )

31 Mayıs 2016 Salı, 10:51 UTC+03
ALEVİLİK ( 16. YAZI )
Büyük Alevi Kızılbaş önderi Şah İsmail'in dediği gibi" Budur evvel, budur ahir.Budur muhabbetle Mahir. Küfür her mezhepte küfür. Küfür bizde iman olur" Kızılbaş Müslümanlar Allah'a inanırlar. Ama onların Allah'ı bildiğiniz Allah'a benzemez. Onların Peygamberi Hz Muhammed'dir fakat Muhammed âyın-i cem eyleyip semah dönen bir Muhammed'dir. Beş vakit namaz kılan değil,,,, Onlar Hazreti Ali'yi çok severler ama sevdikleri Ali yedinci yüzyılda yaşayıp giden Ebu Talib'in oğlu Ali değildir. Onların Ali'si hem Ali Bin Ebi Talib'tir hem de "Kün" deyince onsekizbin Alemi Yaratan, yaratıklarının rızıklarını veren, Arslan kılağında Muhammed'in yolunu kesen, kılıcı yetmiş arşın uzayan, Hayber kalesinin kapısını şehadet parmağıyla Asuman'a atan, Hasıl-ı bin bir tonda görünen Tanrı'nın zatına yapışık olan bir Ali'dir. Onların kitabı Kuran'dır. Ama bu Kuran "sessiz Kur'an" değil, konuşan Kuran'dır. Onların bir Mukaddes çalgıları var ki ona dahi telli Kur'an derler. Onlar müslümandırlar ama Kızılbaş Müslümandırlar. Kızılbaş Müslümanlar bildiğiniz Müslümanlara benzemez, onların namazı bildiğiniz namaza benzemez, onların orucu bildiğiniz oruca benzemez, onların Hacı bildiğiniz hacca benzemez, onlar Kızılbaş olmaktan Kıvanç duyarlar. Çünkü Kızılbaş olmak onlar için bir şeref ve övünç ifadesidir. Onların kıblesi insan, Ali'si Rahman, nutku Kur'an olanlardır. Ve onlar, Ebussuud fetvaları ile öldüre öldüre tüketemedığiniz kâfirlerdir. Duyulsun, görülsün ve bilinsin ki bende onlardanım.( Mustafa Cemil Kılıç, islamsız Alevilik ifadesi ve Kızılbaş Müslümanlık, Nokta Kitap 1. baskı Mayıs 2009 kilim Matbaası litros yolu Fatih Sanayi Sitesi K.2 Davutpaşa İstanbul) SONUÇ Alevilik İslam'dan ayrı olarak kendine özel inanç ve ibadetiyle kadim tarihten beri hayatiyetini devam ettirip gelen bir dindir.Aleviliğin bu şekilde kabul edilmesi önemli bir meseledir.Aleviler dinlerini ve inançlarını özgürce yaşayabilmelidirler. Hiç kimse inancını başkasına dayatma hakkına sahip değildir. "Şüphesiz sen de öleceksin onlar da ölecekler. En sonda Sizler kıyamet günü Rabbimizin huzurunda yargılanacaksınız. Kim haklı, kim haksız ortaya çıkacak" (Zümer 30- 31)

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 47. YAZI )

1 Haziran 2016 Çarşamba, 09:28 UTC+03
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 47. YAZI )

Acaba Said Nursi'de tevazu perdesi altında enaniyet ve gurur mevcudiyeti var mıydı? Alçakgönüllü gibi görünmesine karşın mensubu olduğu Ümmetten önceki ümmetlere bile Risale'i Nurdan haber verildiğini ilan eden bir kişinin ruh hali sağlıklı kabul edilebilir mi? Kütübü sabıka da (Tevrat, İncil, Zebur) bile Risale'i Nur'dan Remzen haber verildiği iddiası gerçekten Said Nursi'nin tenebbisinde (peygamberlik iddiası) bulunmuş olduğu sonucuna bizi götürebilir mi? Said Nursi tevazukar, alçak gönüllü gibi görünen davranışları ve ifadeleri gerçekten benliğinde taşıdığı müthiş gurura ve enaniyete karşı benliğinin geliştirdiği birer savunma mekanizması olabilir mi? F Gülen'de de aynı hastalığı görüyoruz. Kırk yıldan beri Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini ve hurafelerini anlatarak dünyanın en korkunç örgütünü kuran F Gülen, sürekli Kendisini Kıtmir(inancına göre Cennet'e gireceği kabul edilen Ashabı kehf'in köpeği ) olarak göstermesine karşılık hiç bir hatasını kabul etmeye yanaşmamıştır. Batıl amacına ulaşmak için, Darbeci Çevik Bir'den en büyük Müşrik Papa'ya kadar yağ çekip yaltaklanmadığı zındık kalmadığı halde,aynı inanç ve fikirlere sahip olan Muhafazakar bir iktidara karşı savaş açmıştır. Bunun tek sebebi hükümeti devirmeye çalışarak kukla bir iktidar vasıtasıyla, ülkeyi cemaatinin ele geçirmesini sağlandıktan sonra İsrail ve Amerika Birleşik Devletlerinin kucağına oturtmak olacaktı.Alllah bu millete acıdı ve bu tehlikeye karşı Ümmeti korudu. Yoksa Diyanet işleri başkanlığı,iktidarı elinde bulunduran Hükümet ile F Gülen arasında inanç bakımından fazla bir fark bulunmamaktadır. F Gülen'nin din,iman diye bir ideal'i yoktur. Ülkede bir Emevi, Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininden beslenen despot bir diktatörlük emeli ve hevesi mevcuttur F.Gülen o kadar cahil birisidir ki Allah tarafından bütün Elçilere tek bir inanç sistemi (Tevhid ) geldiği halde dinler arası diyalog diye saçma sapan bir hurafe başlattı. Dünyanın en yalan eserlerinden biri olan Buhari için, "Buhari Allah'tan gelmiş gibidir "diyerek büyük bir ahmaklık sergiledi. Kuran'ı merkeze alan muvahhidlere hakaret ederek sapık dedi. Ümmetin maddi servetlerini kaçırarak Amerikan senatörlerine yedirdi. Binlerce emniyet mensubunun mağdur edilmesine sebep oldu En korkunç zararı Türkiye'nin en zeki çocuklarını toplayarak Emevi, Abbasi,Osmanlı hurafe, uydurma Ehli sünnet dininin düşünmeyen, Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkürden uzak, sorgulamayan, birer robot, aptal,ahmak üyesi yaptı.

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 48. YAZI )

1 Haziran 2016 Çarşamba, 10:47 UTC+03
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 48. YAZI )

 Şia ve Ehli sünnetin bir çok hurafesini Kur'an gibi onlara inanarak eseri Risalei Nur'a alan Said Nursi diyor ki "Büyük bir nur lambası, Güneştir ki : arzın Şark'tan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında peygamberin (Aleyhisselam) yatmasıyla İkindi namazını kılmayan imamı Ali (radıyallahu anh)o mucizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış(Sözler, 269 Yirmi İkinci söz birinci makam on birinci Burhan Haşiye 22 Asayı Musa 214 on birinci hücceti imaniye) CEVAP : Allah'tan korkmak lazım, insan biraz düşünmeden nasıl aklını çöpe atar? Güneş Hz Ali'nin İkindi namazını Eda etmesi için nasıl geri döner.Şimdi biz bu ahmakça uydurulan rivayetin hangi tarafını ele alalım. Bu rivayete inanmak bir ilim sahibi için gerçekten acınacak bir durumdur. Şia'nın bu uydurması rivayetlerde şöyle geçiyor. Esma der ki "Resulullah'a vahiy geliyordu. başı da Ali'nin kucağında idi,Ali gün batana kadar namazını kılamadı. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ona Namazını kıldın mı ya Ali? buyurdu." Hayır" deyince, Efendimiz "Allah'ım! o, senin ve peygamberinin itaatinde idi. Güneşi ona geri çevir "dedi. Esma der ki "Güneşin battığını görmüştüm. Battıktan sonra yeniden doğduğunu gördüm" Başka bir rivayette Resulullah (Sallallahu sellem) Allah'ım! kulun Ali nefsini peygamberi için hapsetti, ona Güneşin doğuşunu geri getir" dedi. Esma der ki "Güneş doğup ışıkları dağlara düştü. Ali kalkıp abdest aldı, İkindiyi kıldı" İşte kendisine "Bediuzzaman "lakabı verilen Said Nursi bu akıl almaz uydurmalara inanan birisidir. Hem onları eserine almış, hemde yıllarca onları yazdırıp okutturmuştur. Ayrıca yıllardan beri Prof'ndan, üniversite talebesine kadar entelektüeller tarafından hiç sorgulanmadan okunmaktadırlar. Bunun sebebi Kur'an'ı inkar, akla değer vermemek, körü körüne atalar dinini taklit etmekten başka bir şey değildir.

28 Ağustos 2016 Pazar

KUR'AN CANLI HAYATA OKUNMALI ( 8. YAZI )
Kur'an'a sımsıkı sarılmak, kuvvet, ciddiyet,kesin inanç ve devamlı gerektirir. Yüce Allah kendi kitabına pratik olarak hayatın tüm uygulama alanında sımsıkı sarılmayı emreder. kur'an-ın bugünkü insanlığa  yönelik amacı indiği  günkü amacın aynısıdır. İslam çağrısının  ilk hareket noktasında bulunduğumuzu hissedersek, Kur'anı  ilk kez bize iniyormuş gibi okursak, Kur'an atmosferini algılar ,canlılar aleminin onurlandırılmış, şerefli bir varlığı oluruz. Çünkü Kur'an'ın mesajı  gerçek bir  dava, büyük bir  zenginliktir. Samimi ve değerli bir okuyucu Kur'an'ın kendine özgü Kişiliğini ve anlatım tarzını rahatlıkla fark eder. İşte o zaman Kur'an'ın yöntemini, mesajlarını, tasvirlerini,bağlam ve  bütünlüğünü kuşatan atmosferini, süreklilik  sağlayan işlevini anlar,tekrarlanmış ifadelerden istifadesini attırır. Kur'an'ın çarpıcı orijinalliği o zaman okuyucunun vicdanın ihya eder,  duygularını kendi kontrolüne  alır, nefesini keser,  okuyucu çarpılmışa döner. Dalgaları üst üste gelen Coşkun bir nehir gibi insanı Tevhid  gerçeği, inanç sistemi vurguları  altında ezer ve eğitir. İnsan vicdanını çepeçevre kuşatır ve abluka altına alır.
SİYASAL İSLAMCILAR KUR'AN TEVHİDİNİN  NERESİNDE DURUYORLAR: On beş yirmi yıl önce inanç ve fikirlerinden dolayı F Gülen'i eleştirdiğimiz zaman siyasal İslamcılar bize şiddetle karşı çıkıyorlardı.
Ne zaman ki Fetö  17 -25 Aralık'ta yolsuzlukları bahane ederek hükümete karşı yargı  darbesi kumpası kurmaya  kalkıştı
Bizimkiler haklı olarak devletin büyük bir tehlike altında olduğunun farkına vardı.
Ben şahsen  şu ahlak ve inancı kabul etmiyorum,
Arkadaşlar! F Gülen'in 40 yıldan beri Kur'an, ilim,sorgulama, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanlığı yaparak bu ümmete anlattığı uydurma ve hurafe din niye hiçbir zaman sizi  rahatsız etmedi.
Kur'an cahili, ilimsiz, devlet nimetlerine  tapan arkadaş!
Neden Cübbeli Ahmet, Nihat Hatipoğlu, Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Döngeloğlu, Yusuf Tavaslı, Haydar baş, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı,Adıyamanlı uydurma Gavs gibilerinin anlattığı uydurma ve hurafe dine bir kere dâhi  karşı durmadınız?
Devlet nimeti ve dünya menfaati  Kur'an, Tevhid, ve  Allah'ın rızasından daha değerli olduğuna mı inanıyorsunuz?
Fetö'nun 40 yıldan beri milyonlarca insanı saptırıp beyinlerini tahrip etmesi,onları kendine kul ve köle yapması, manevi hayatlarını mahvetmesi
Sizin dünya hayatında elde edeceğiniz devlet nimetinden ve debdebesinden  daha önemsiz mi kalıyor?
Neden ekranlarınızda bir sefer de F Gülen'in itikadi yönden sapıklıklarını ortaya koyan ciddi bir programınız bulunmuyor?
Sizin geçici  dünyanızın hükmü ve değeri ebedi olan  ahiret hayatının ve Allah'ın rızasının  yanında tartışma konusu olabilir mi?
Diyanet'in vurdum duymaz tavrına karşı neden gıkınız çıkmıyor?
İtikadi bozuklukları neden cumhurbaşkanından başka kimse dile getirmiyor?
Kur'an ahlakına  ve Tevhid akidesine karşı niye bu kadar kayıtsız ve  cahil kaldınız?

27 Ağustos 2016 Cumartesi

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? (73. YAZI )

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? (73. YAZI )

Kendi kutsallarını rehber, Kur'anı oyun, eğlence,rahatlama, stres atma ve müzik ziyafeti yapanlar,Ümmetin içine düştüğü rezaletin baş müsebbibidirler.Cehalet, şirk, ilkellik, taklitçilik, yalan, dolan, aklı ve ilmi devre dışı bırakma hep bu zihniyetin alametleridir. Bu Ehli sünnet mensupları tarih boyunca kendileri dışında herkesi, bütün Ümmetleri,kendileri gibi düşünmeyen din mensuplarını, başka mezheplere bağlı olanları,özellikle Kur'an ehli muvahhidleri, diğer kültürlere sahip milletleri kafir ve cehennemlik ilan etmişlerdir. Halbuki Ehli sünnetin kendi tarihinde Kur'an, İlim, Fazilet, güzel ahlak, takva ve ihlas görülmüş değildir. Her zaman kan, vahşet,zorbalık, zulüm ve adaletsizlik hakim olmuştur.Ehli sünnetin mezhepleri uzun zaman birbirlerine hakaret etmiş, birbirlerini tekfir etmiş, birbirlerini katletmişlerdir. Elbette Rahman ve Rahim olan Allah'ın kitabıda dinide gayet kolay ve anlaşılır,çok açık, hem de mezheplerin sandığından çok daha sadedir. uydurulmuş anonim İlahların ve evliyaların şirk dini ise zorluk ve kurallarla doludur.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 74. YAZI )

1 Haziran 2016 Çarşamba, 23:33 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 74. YAZI )

Bağlam ve bütünlüğü bulunmayan, hiç bir sisteme sahip olmayan Ehli sünnetin karışık dininde her ilahın ve evliyanın kattığı, her mezhep aliminin eklediği bir ibadet vardır. Mesela: Mezheplerin tarif ettiği dinde bir karı kocanın nasıl bir hayat yaşamalarının ideal olduğunu kısaltarak anlatmaya çalışalım .Allah Resulü'nün adına uydurulan binlerce hadise göre Bu karı- kocanın sabahtan akşama kadar bazı işlerinde gözetmeleri gereken sünnet, müstehap, mübah, sevap, helal, haram ve mekruhların neler olduğunu örnekler vererek mezheplere göre İdeal yaşam tarzını sunmaya çalışalım. Böylece Kur'an'ın kolay dini ile ilahların ve evliyaların uydurma şirk dininin detaycı farkını kavrayalım.Mezhepçi Bey'le mezhepçi Hanım uyandıklarında sağ ayak ile yataklarından kalkmalıdırlar. Hayırlı işler sağ, hayırsız işler sol ayakla yapılır. Tuvalete sol ayakla girilir. Tuvalete başı kapalı girmek sevaptır. Tuvaletteyken konuşulmaz, eğer biri tuvaletin dışından soru sorarsa bu manasebetsize cevap vermemek daha sevaptır. Eğer çiftimizden biri yıkanacaksa, en azından belinde peştemalle yıkanması gerekir. Çünkü kişi tek başına tuvaletteyken bile avret yerini kapalı tutması sünnettir. Kıbleye, Güneşe, Aya karşı def'i Hacet yapılması haram ya da mekruhtur.Her ne kadar insanlar görmüyorsa da, melekler insanları görür, meleklerden utanmak lazımdır. Yıkanırken önce sağ omuza, sonra sol domuza su dökmek gibi kurallara uyulmalı ve kitaplarda yıkanma ile alakalı yazıların Arapça duaları ezberlenip okunmalıdır. Kimi mezheplere göre zinhar dişe dolgu yapılırsa boy abdesti olmaz, kişi cenabet gezmiş olur. Bu yüzden dişin çürümesi, komple dişi çektirip dişsiz kalmayı veya çıkmalı takma dişler taktırmak gerektirecektir. Çıkmalı dişler boy abdesti alırken çıkarılıp bunların altı ıslatılmalıdır, yoksa kişi cenabet gezmeye devam eder.Cenabet olarak gezmek ve bir şey yemek- içmek haramdır. Namaz kılınacaksa sarık sarmak icap eder, aman dikkat yetmiş kat sevap kaçırılmamalıdır.Sarığın yedi metre olması daha uygundur. Giyilecek elbiseler yeşil siyah ve beyaz olmalıdır. Sarı veya kırmızı elbise giymek mekruhtur. Eşler yemeği yer sofrasında yemeli, sonradan çıkma masa tipi uyduruk şeylerde yememelidir.Yer sofrasında sağ dikilir, sol ayak alta alınıp oturulur. Yemekte Çatal kaşık gibi aletlerden kaçınılmalıdır. En sevap yemek şekli üç parmakla olanıdır. Baş, işaret ve orta parmak ile yemek yenmelidir. Yemeğe tuz ile başlamak sevaptır. Yemekte su içilirse üç nefeste içilmeye gayret edilmelidir. Yemek kesinlikle sağ elle yenilmelidir. Sol elle yemek yiyenler şeytanları doyurmuş olurlar. Yemek bitince üç parmak, baş parmaktan ortancaya kadar yalanır buda sünnettir. Böyle sünnetleri kaçırmamak lazımdır. Aynaya bakmak sünnettir. Erkek aynaya bakıp sakalının bir tutamı geçip geçmediğini kontrol etmeli, sakalı bir tutamı geçerse kesmelidir.Erkeğin gözüne sürme çekmesi, saçlarını yağlayıp ortadan ayırması çok sevap olan sünnetlerdendir. Kadın saçını uzatmalı kesinlikle kesmemelidir. Kadınların kaşlarını aldırması çok büyük Günahtır. Kadın Mahremi olmadan dışarı çıkamaz. Kadın için en iyisi dışarı çıkmayıp evde oturmak iyi olan harekettir. Radyo dinlemek çok tehlikelidir. Müzik, telli sazlar,hele ki kadın sesi haramdır.Bu saymış olduklarımızın dışında yapılacak olan zikirler, tesbihatlar, salavatı şerifeler, cevşenler, Mevlid törenleri, kırklık ayinler, türbe ziyaretleri, namazlardaki ritüeller, Cevşen okumaları, Tarikat ve cemaat sohbetleri ve daha bir sürü uygulamalar vardır ki bu ilahların ve evliyaların şirk dinini yaşamak gerçekten çok müşkül bir hadisedir. Halbuki Allah( cc) Resulullah (aleyhisselâm'ı) bu zorlukları kaldırmak ve insanları özgür kılmak için göndermiştir. Allah (Celle Celalühü) Kur'an'da şöyle buyurur" Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Nebiye uyanlar var ya, işte o Resul onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyler helal, habis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir,,,,,,,,,( Araf 157)

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 46. YAZI )

2 Haziran 2016 Perşembe, 12:24 UTC+03
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 46. YAZI )

 Said Nursi'nin kitabına aldığı uydurma çok gülünç bir rivayet, diyor ki " Hayber günü Hz.ali ganimet Taksimi ile öyle meşgul idi ki (farkına varmadan) Güneş battı Resulullah, Namaz kıldın mı? deyince o, hayır dedi. Bunun üzerine Efendimiz, Allah'a dua etti de güneş geriye doğru yükseldi, hatta gökyüzünü ortaladı. Ali'de namazını kıldı. Gün tekrar batarken Tıpkı Demir kesen testere gibi bir cızırtı çıkardığı işitildi.(Risale'i Nur külliyatı 19.Mektup Mücizatı Ahmediye )Şimdi size bir şey söyleyeceğim. İster inanın ister inanmayın İslam alimleri bu uydurma, yalan ve ahmakça rivayeti reddedebilmek için senedinin peşinde yoruluncaya kadar koşuşturmuşlardır. Bu yüzden ben âcizane her zaman şunu iddia etmişim ki, hadis üzerinde çalışmalar, Cerh ve tadil ilimleri ve çalışmaları, hadis istilahları hurafelerin ve yalanların yerleşmesinden başka hiçbir işe yaramamıştır. Bu nasıl bir alimdir ki, İslam gibi Kur'an'ı olan,evrensel akla sahip bir dinde böyle bir rivayeti duyanlar, duyar duymaz red etme cihetine gitmez de bu yalan ve sapkın rivayetin senedini araştırmaya kalkışır. Bu gibi rivayetlerin senedi araştırılmı? AHMAKLAR.

HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 75. YAZI )

2 Haziran 2016 Perşembe, 13:02 UTC+03
HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR? ( 75. YAZI )

Şia ve Ehli sünnetin( Diyanet işleri başkanlığı, Tarikatlar, cemaatler, mezhepler ) din adına ortaya koydukları haram, helal, mübah, sünnet, vacip, farz, müstehap, mekruh ve sevap gibi uygulamaları sıralamak için kitaplar dolusu bilgi oluşturmuşlardır. Ben Suudi Arabistan'da diğer İslam ülkelerinden gelip sünnet adı altında öyle uygulamaları yapanları müşahade ettim ki hayretler içerisinde kalırsınız. Ehli sünnetin hadis kaynakları olan Buhari, Müslim, Ebu Davud, nesai, İbni mace, Tirmizi ve diğer 14 kaynakta bulunan Sözüm Ona hadis adı altında oluşturulan bir hayatı, Risale'i Nur ve tarikatların gerekli kıldığı kuralları yapmak nasıl bir çekilmez ve zor bir hayat meydana getirdiğini bir düşünün. KUR'AN özgürlüğünün büyük bir nimet olduğunun farkında olun. İşte İslam alemindeki cinnetler, cinayetler, intiharlar, psikolojik hastalıklar, bunalımlar,vahşet, cehalet, taklitçilik, inanç ve fikir özgürlüğünün olmaması hep bu yasakçı ve kuralcı yaşam tarzından kaynaklanmaktadır. Daha önceki yazılarımızda ele aldığımız uydurma hadislerden oluşturulan zor hayat örnekleri ilahların ve evliyaların şirk dinindeki kuralların ve ibadetlerin yüzde biri bile değildir. Bu örnekler bile Kur'an'ın Ortaya koymuş olduğu hayat dolu dine kıyasla mezheplerin dininin ne kadar zor, karmaşık ve yaşanmaz bir sistem olduğunu göstermektedir. Bu izahların hepsi ve yüz katını Ehli sünnetin ve Şia'nın kaynaklarında bulabilirsiniz.Yani burada size hayali bir bilgi sunuyor değiliz. Bu uydurma dinin izahlarının ve ibadetlerinin eksiği bir hayli çoktur, kitapevlerinde satılan eserlerin yüzde doksan dokuzu aldatma, rant elde etme ve Kur'an'dan uzaklaştırma amacı gütmektedir. Yazdıklarımızın fazlası ve abartısı yoktur.Şia ve Ehli Sünnetin (Diyanetin, Mezheplerin, tarikatların ve cemaatlerin) sunduğu bir ibadet hayatı insanı bunalıma, intihara, hastalıklara ve yok olmaya mahkum eder.