ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI (3.YAZI)
Allah'ın kitabına baktığımızda Şia ve Ehli sünnetin Tevhid akidesine sahip olmadığına hükmedebiliriz.
Daha da ileri giderek aslında Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin Kur'an'a iman etmediklerini rahatlıkla söyleyebilirim.
Eğer Şia ve Ehli sünnet âlimleri Allah'ın indirdiği kitaba iman etseydi şu anda sahip oldukları inanç ve amellerle Kur'andan bu derece savrulup uzaklaşmazlardı.
Eğer Şia ve Ehli sünnet âlimleri Kur'an'a iman etselerdi, Kur'an onları her türlü şirkten mutlaka arındırırdı, onları temizlerdi, zihinlerini saflaştırırdı.
MESELA, daha önce yazmıştım, hiçbir ehli sünnet devlet adamının ve âliminin reddetmediği hatta öve öve bitiremediği Celaleddin-i Rumi,
eseri olan Mesnevi'nin mukaddimesinde Allah'ın Kur'an için kullandığı bütün sıfatları mesnevisi için kullanır.
Yine Celaleddin-i Rumi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan divanı kebirinde Hz Ali'nin ilâhi sıfatlara sahip
birisi olarak takdim eder.
Yine müritlerine göre Celaleddin-i Rumi ve Hz Muhammed ilâh ve Rab makamında bulunan şahsiyetlerdir.
Onlara göre Allah kendisini veli olan kullarında gösterir.
Yani Celaleddin-i Rumi hulul inancına sahip birisi olduğu halde hiçbir Ehli sünnet devlet adamı ve âlimi Celaleddin-i Rumi'yi bu inancından ve
yazdığı şirk dolu eserlerden dolayı hiç bir zaman eleştirmemiştir.
Halbuki hulul inancı Kur'an'a ve Tevhid akidesine en uzak mesafede bulunan karanlık ve kahpe bir inançtır.
Tasavvuf ve hulul inancı Kur'an'a ve Tevhid akidesine karşı olan en büyük bir şirk ve hüsrandır.
Ve bu inanca sahip olan Celaleddin-i Rumi sürekli övülür,
el üstünde tutulur, büyük bir âlim ve Allah'ın en önemli bir velisi olarak görülür.
Ehli sünnet ve Şia bu inanç ve ahlaklarıyla asla Kur'an'a iman etmiş değillerdir.
Çünkü Kur'an denildiği zaman ilk akla gelen şey Tevhid akidesidir.
Kur'an'a iman eden Tevhid'e sarılır, tevhid akidesine karşı çok hassas olur, Tevhid akidesinin en yaman düşmanı olan tasavvuf dininden nefret eder.
Allah'ın, Kur'an'ın ve Allah Elçilerinin yolu budur.
Hidayet, rahmet, aydınlık, sırat-ı müstakim üzere olmak, Tevhid akidesine bağlı olmak ile mümkündür.
MESELA,
Şia ve Ehli sünnet âlimlerine! bir kaç soru soruyorum.
Sizin,tasavvuf önderlerinden biri olan Celaleddin-i Rumi'ye gösterdiğiniz ilgi ve sevginin onda birini Tevhid dininin büyük babası olan İbrahim(Aleyhisselam) a gösterdiniz mi?
Allah'ın dostu olan İbrahim (Aleyhisselam) ın dininizdeki yeri nedir?
İbrahim (Aleyhisselam) adında tevhid akidesini koruma ile nam salmış bir kahramanı duydunuz mu?
Sizin İbrahim diye bir davanız ve derdiniz oldu mu?
SİZCE, SİZİN DİNİNİZCE İBRAHİM KİMDİR?
30 Mart 2017 Perşembe
ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI (2.YAZI)
Kur'anda bir çok ayette Nebi'lerin düştüğü hatalar anlatılır.
Yine bir çok ayette Elçiler kendi dillerinden bu hatalardan nasıl bağışlanma diledikleri ve tevbe ettikleri gösterilir.
MESELA,
Musa (Aleyhisselam) "Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim, beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı,,,,,,"
(Kasas, 16)
Nuh (Aleyhisselam) "Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.
Eğer beni bağışlamaz ve merhamet etmezsen ziyana uğrayanlardan olurum, dedi"
(Hud, 47)
Gerçekler bu kadar açıkta iken Şia'nın on iki imamı âdeta ilahlaştırır gibi hata bile işlemediklerini,(1.YAZI) kusursuz ve hiç kimseye muhtaç olmayan kişiler olarak göstermeleri
Kur'an, ilim, hikmet ve fıtrata uygun düşmeyen bir inanç olarak karşımıza çıkıyor.
Bu inançla bakacak olursak on iki imamdan birine yapılacak en basit bir eleştiri Rahman ve Rahim olan Allah'a yapılmış gibi sayılacak ve eleştiriyi yapanlar din ve İslam düşmanı kabul edilecek.
Şia mezhebi, inançlarını mutlaka Kur'an ışığında
gözden geçirip Allah'ın kitabına aykırı olanları sorgulamaya tâbi tutmalıdır.
İnsanlığı felakete sürüklemeden önce Şia ve Ehli sünnet bu yanlış algıyla mücadele etmek mecburiyetindedirler.
Çünkü benzer inançlar Ehli sünnet mezheplerinde de karşıma çıkmaktadır.
MESELA, Ehli sünnet mezheplerinde Kur'an'a aykırı yüzlerce içtihat olmasına rağmen hiç birinden vazgeçilmemekte,
mezhep imamları ve muctehitler sorgulanamaz masum bir Elçi hüviyeti içinde takdim edilmektedirler.
Aslında Şia ve Ehli sünnet alimleri acilen Kur'an'a geri dönüş yapmak zorundadırlar.
Tek gerçek budur.
Kur'anda bir çok ayette Nebi'lerin düştüğü hatalar anlatılır.
Yine bir çok ayette Elçiler kendi dillerinden bu hatalardan nasıl bağışlanma diledikleri ve tevbe ettikleri gösterilir.
MESELA,
Musa (Aleyhisselam) "Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim, beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı,,,,,,"
(Kasas, 16)
Nuh (Aleyhisselam) "Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.
Eğer beni bağışlamaz ve merhamet etmezsen ziyana uğrayanlardan olurum, dedi"
(Hud, 47)
Gerçekler bu kadar açıkta iken Şia'nın on iki imamı âdeta ilahlaştırır gibi hata bile işlemediklerini,(1.YAZI) kusursuz ve hiç kimseye muhtaç olmayan kişiler olarak göstermeleri
Kur'an, ilim, hikmet ve fıtrata uygun düşmeyen bir inanç olarak karşımıza çıkıyor.
Bu inançla bakacak olursak on iki imamdan birine yapılacak en basit bir eleştiri Rahman ve Rahim olan Allah'a yapılmış gibi sayılacak ve eleştiriyi yapanlar din ve İslam düşmanı kabul edilecek.
Şia mezhebi, inançlarını mutlaka Kur'an ışığında
gözden geçirip Allah'ın kitabına aykırı olanları sorgulamaya tâbi tutmalıdır.
İnsanlığı felakete sürüklemeden önce Şia ve Ehli sünnet bu yanlış algıyla mücadele etmek mecburiyetindedirler.
Çünkü benzer inançlar Ehli sünnet mezheplerinde de karşıma çıkmaktadır.
MESELA, Ehli sünnet mezheplerinde Kur'an'a aykırı yüzlerce içtihat olmasına rağmen hiç birinden vazgeçilmemekte,
mezhep imamları ve muctehitler sorgulanamaz masum bir Elçi hüviyeti içinde takdim edilmektedirler.
Aslında Şia ve Ehli sünnet alimleri acilen Kur'an'a geri dönüş yapmak zorundadırlar.
Tek gerçek budur.
ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI: (1.YAZI)
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde, büyük bir haber olan (Sâd, 67) Kur'an'ı Mübin'den kopma ve uzaklaşma gerçekleşince itikadi ve sosyal hayatta büyük bir hüsran ve savrulma baş göstermiştir.
MESELA,
Şia'nın en mutedil ekolü olan İsna Aşeriyye akidesinde imamlar (12 imam) hakkında benimsenen inançlar kısaca şöyledir.
"İmamlar, Nebiler gibi yiğitlik, kerem, temizlik, gerçeklik, adalet, tedbir,
ilim, hikmet ve bütün meziyetlerde halkın en seçkin insanlarıdır"
"İmamların masum olduklarına iman etmek usul-ı imandandır.
Yani itikadi bir meseledir"
"Nebilerde bu sıfatların bulunmasına ait delil, aynen imamda da tatbik edilir"
"İmamın, ilâhi hükümlere, ilâhi marifete, bütün ilimlere sahip olması, Nebi, yahut kendisinden önceki imamın vasıtasıyla olur"
"İmamlar Kur'an'ın tüm ilmine ve hikmetine vakıf olduklarından yeni oluşacak sorunlara Allah'ın ona İhsan ettiği üstün bir anlayış ve vahiy yoluyla gereği gibi
içtihat etme hakkı vardır"
"İmamlar her şeyin hem zâhir hemde batınına vakıf olduklarından dolayı istedikleri gibi hüküm açıklar, onlar her şeyi hakkıyla bilirler "
"Bir şey sorulduğunda,
onu bilmek isterse, o şey hakkında, tam olarak gerçeği bilir,
İmam yanılmaz, şüpheye düşmez, bu konuda akli delillere,veya başkasının öğretmesine ihtiyacı yoktur"
"İmamlar, herhangi bir şeyi bilmek isterse, o işin bütün özellikleri ve hakikatı, her türlü şüpheden arınmış olarak imamların gönüllerine aynaya akseden görüntüler gibi akseder"
"İmamlar (12 imam) amellerinde hata bile etmezler, değil günah,
mekruh dahi istemezler"
"Çünkü onlar Allah tarafından mutahhar (Her türlü günahtan arınmış) tertemiz ve pak kılınmışlardır.
Bu konuda şu ayeti delil olarak gösterirler.
",,,,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzab, 33)
"İmamlar ilimlerini direkt olarak Allah'tan alırlar, hiç biri, bir kitaba, bir muallime gitmemiş, hiç biri medresede eğitim görmemiş, hatta okuma ve yazmayı bile başkasından öğrendiklerine dair bir rivayet mevcut değildir"
"Böyle olduğu halde, kendilerine bir şey sorulunca, ona hemen en isabetli cevabı verirler, onların dillerine bilmiyorum sözünü yakıştırmak doğru değildir"
"Onların hükümleri Allah'ın ve Elçilerinin hükümleri gibidir, onların yasakları Allah'ın yasakları gibidir, onlara itaat Allah'a itaat, onlara isyan Allah'a isyan etmek gibi kabul edilmiştir. Onları seven,
Allah'ı sever, onlara düşman olan, Allah'a düşman olur" Onların emirlerini reddetmek asla caiz değildir.
Onların emirlerini reddeden Allah Resulü'nün emirlerini reddetmiştir"
Allah Resulü'nün emirlerini reddeden ise Allah'ın emrini reddetmiş sayılır"
"İmamları Nebilerden ayıran tek şey, Nebiler dört kadından daha fazla kadınla evlenebilirken, imamlar dört kadından daha fazla kadınla evlenemezler"
(Âyetullah Muhammed Rıza Muzaffer, Şia İnançları, s,67-70.Benzer sözler için: Âyetullah Uzma Nasır Mekarim Şirazi, İnançlarımız, s, 75, 76, 78, Rıza Hüseyni Neseb, Cevaplıyoruz, s,105-106)
Şia'da genel görüş Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam) hariç Hz.Ali yeryüzüne gelmiş geçmiş bütün insanlardan daha faziletli ve daha üstündür.
(İKİNCİ YAZIDA BU İNANÇLARA KUR'AN'DAN CEVAPLAR VERİLECEK)
(Not, Bütün bu inanç ve fikirler, Kerbela matemlerinde,
Hüseyniye meclislerinde bütün vaaz ve hutbelerde İlim adamları ve Âyetullah makamında olanlar tarafından sürekli dile getirilir.
Ümmisinden alimine kadar herkes bu inanca çok değer verir ve ona kesin iman eder)
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde, büyük bir haber olan (Sâd, 67) Kur'an'ı Mübin'den kopma ve uzaklaşma gerçekleşince itikadi ve sosyal hayatta büyük bir hüsran ve savrulma baş göstermiştir.
MESELA,
Şia'nın en mutedil ekolü olan İsna Aşeriyye akidesinde imamlar (12 imam) hakkında benimsenen inançlar kısaca şöyledir.
"İmamlar, Nebiler gibi yiğitlik, kerem, temizlik, gerçeklik, adalet, tedbir,
ilim, hikmet ve bütün meziyetlerde halkın en seçkin insanlarıdır"
"İmamların masum olduklarına iman etmek usul-ı imandandır.
Yani itikadi bir meseledir"
"Nebilerde bu sıfatların bulunmasına ait delil, aynen imamda da tatbik edilir"
"İmamın, ilâhi hükümlere, ilâhi marifete, bütün ilimlere sahip olması, Nebi, yahut kendisinden önceki imamın vasıtasıyla olur"
"İmamlar Kur'an'ın tüm ilmine ve hikmetine vakıf olduklarından yeni oluşacak sorunlara Allah'ın ona İhsan ettiği üstün bir anlayış ve vahiy yoluyla gereği gibi
içtihat etme hakkı vardır"
"İmamlar her şeyin hem zâhir hemde batınına vakıf olduklarından dolayı istedikleri gibi hüküm açıklar, onlar her şeyi hakkıyla bilirler "
"Bir şey sorulduğunda,
onu bilmek isterse, o şey hakkında, tam olarak gerçeği bilir,
İmam yanılmaz, şüpheye düşmez, bu konuda akli delillere,veya başkasının öğretmesine ihtiyacı yoktur"
"İmamlar, herhangi bir şeyi bilmek isterse, o işin bütün özellikleri ve hakikatı, her türlü şüpheden arınmış olarak imamların gönüllerine aynaya akseden görüntüler gibi akseder"
"İmamlar (12 imam) amellerinde hata bile etmezler, değil günah,
mekruh dahi istemezler"
"Çünkü onlar Allah tarafından mutahhar (Her türlü günahtan arınmış) tertemiz ve pak kılınmışlardır.
Bu konuda şu ayeti delil olarak gösterirler.
",,,,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzab, 33)
"İmamlar ilimlerini direkt olarak Allah'tan alırlar, hiç biri, bir kitaba, bir muallime gitmemiş, hiç biri medresede eğitim görmemiş, hatta okuma ve yazmayı bile başkasından öğrendiklerine dair bir rivayet mevcut değildir"
"Böyle olduğu halde, kendilerine bir şey sorulunca, ona hemen en isabetli cevabı verirler, onların dillerine bilmiyorum sözünü yakıştırmak doğru değildir"
"Onların hükümleri Allah'ın ve Elçilerinin hükümleri gibidir, onların yasakları Allah'ın yasakları gibidir, onlara itaat Allah'a itaat, onlara isyan Allah'a isyan etmek gibi kabul edilmiştir. Onları seven,
Allah'ı sever, onlara düşman olan, Allah'a düşman olur" Onların emirlerini reddetmek asla caiz değildir.
Onların emirlerini reddeden Allah Resulü'nün emirlerini reddetmiştir"
Allah Resulü'nün emirlerini reddeden ise Allah'ın emrini reddetmiş sayılır"
"İmamları Nebilerden ayıran tek şey, Nebiler dört kadından daha fazla kadınla evlenebilirken, imamlar dört kadından daha fazla kadınla evlenemezler"
(Âyetullah Muhammed Rıza Muzaffer, Şia İnançları, s,67-70.Benzer sözler için: Âyetullah Uzma Nasır Mekarim Şirazi, İnançlarımız, s, 75, 76, 78, Rıza Hüseyni Neseb, Cevaplıyoruz, s,105-106)
Şia'da genel görüş Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam) hariç Hz.Ali yeryüzüne gelmiş geçmiş bütün insanlardan daha faziletli ve daha üstündür.
(İKİNCİ YAZIDA BU İNANÇLARA KUR'AN'DAN CEVAPLAR VERİLECEK)
(Not, Bütün bu inanç ve fikirler, Kerbela matemlerinde,
Hüseyniye meclislerinde bütün vaaz ve hutbelerde İlim adamları ve Âyetullah makamında olanlar tarafından sürekli dile getirilir.
Ümmisinden alimine kadar herkes bu inanca çok değer verir ve ona kesin iman eder)
PARALEL DİN (60. YAZI)
Allah'ın indirdiği kitaba baktığımızda dinde bölünme ve parçalanmanın kesin olarak yasaklandığını görüyoruz.
Mesela,
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.
Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"
(En'am, 159)
MESELA,
"Resulüm! ) Sen yüzünü hanif olarak dine (tevhide), Allah'ın insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında(ilk Nebi'den son Nebi'ye kadar Tevhid akidesinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler"
(Rum, 30)
"Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten(Şirkten) sakının ,salatı ikame edin, müşriklerden olmayın"
(Rum, 31)
"Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın.
Bunlardan her fırka, kendilerinde olan (din, anlayış, mezhep) ile kibirlenip sevinmektedir"
(Rum, 32)
Hatta Kur'an, iman etmiş muvahhidler için "İslam ve Müslüman" kavramları dışında bir kavramın kullanılmasını da açık olarak reddetmiştir.
",,,O, gerek daha önce ( gelmiş kitaplarda), gerekse bunda ( Kur'an'da) size " Müslümanlar" adını vermişti.
Öyle ise salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a (Vahye, Allah tarafından indirilen kitaba) sımsıkı yapışın. O, sizin dostunuzdur. Ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır"
(Hac, 78)
"İnsanları Allah'a davet eden, ameli salih yapan ve "Ben Müslümanlardanım " diyenden daha güzel sözlü kim vardır"
(Fussilet, 33)
Bütün bu Kur'ani gerçeklere rağmen Yahudi ve Hristiyanlar'da,
Şia ve Ehli sünnette esas olan Allah'ın ön gördüğü inanç ve fikir, akide ve hayat tarzı değil, kendi ilim adamlarının,
mezheplerinin, dinlerinin gösterdiği yolun ilke ve inançlarını tek kurtuluş yolu olarak benimsemek olmuştur.
MESELA,
"Kim ehli sünnetin yolumdan ayrılırsa, onların ortak görüşlerine aykırı düşünürse sapıtmıştır"
(Havva, Said, El Esas fis-sünne, yayın pazarlama, çev: Ural, A. çetintaş, R. İstanbul, 1992, c, 8, s, 93)
diyerek uydurma rivayetlerle görüşlerini desteklemişleredir.
Şia ise kendi usul ve esaslarına uymayanların sapıttığını iddia eder ki,
bu iddialarına dayanak yaptıkları rivayetlerden bir kaçı şöyledir.
"İbrahim'in milleti ve Şia'sı ancak bizim Şia'mızdır, diğer insanlar buna dahil değildir"
(Küleyni, usul-ı Kâfi, Alleme meclisi, Biharul Envar, c, 8, s, 35)
"Nesebini (inancını) sorduğunda Şii değilse, o kişinin Ahiret günü övüneceği hiç bir şeyi bulunmaz"
( http://www. Velayet. Com/indeks. Php? topic = 24925. O Ebu Nevves. Âyetullah Tehrâni)
Ehli sünnet mezhebinde ve Şia'da he fırkanın kendi kendine göre yorumladığı ve Ebu Hüreyre'den Ahmet bin Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi, İbni mace ve Hakim'den rivayet edilen meşhur bir uydurma hadiste şöyle buyrulmaktadır.
"Yahudiler 71 fırkaya bölündüler, Hıristiyanlar da 72 fırkaya ayrıldılar, Ümmetim de pek yakında 73 fırkaya ayrılacaktır"
Sonuç olarak bütün bu rivayet, inanç ve sözlerin Kur'an'a aykırı olduğunu açık olarak ortaya koymuştuk.
Allah'ın indirdiği kitaba baktığımızda dinde bölünme ve parçalanmanın kesin olarak yasaklandığını görüyoruz.
Mesela,
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.
Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"
(En'am, 159)
MESELA,
"Resulüm! ) Sen yüzünü hanif olarak dine (tevhide), Allah'ın insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında(ilk Nebi'den son Nebi'ye kadar Tevhid akidesinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler"
(Rum, 30)
"Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten(Şirkten) sakının ,salatı ikame edin, müşriklerden olmayın"
(Rum, 31)
"Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın.
Bunlardan her fırka, kendilerinde olan (din, anlayış, mezhep) ile kibirlenip sevinmektedir"
(Rum, 32)
Hatta Kur'an, iman etmiş muvahhidler için "İslam ve Müslüman" kavramları dışında bir kavramın kullanılmasını da açık olarak reddetmiştir.
",,,O, gerek daha önce ( gelmiş kitaplarda), gerekse bunda ( Kur'an'da) size " Müslümanlar" adını vermişti.
Öyle ise salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a (Vahye, Allah tarafından indirilen kitaba) sımsıkı yapışın. O, sizin dostunuzdur. Ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır"
(Hac, 78)
"İnsanları Allah'a davet eden, ameli salih yapan ve "Ben Müslümanlardanım " diyenden daha güzel sözlü kim vardır"
(Fussilet, 33)
Bütün bu Kur'ani gerçeklere rağmen Yahudi ve Hristiyanlar'da,
Şia ve Ehli sünnette esas olan Allah'ın ön gördüğü inanç ve fikir, akide ve hayat tarzı değil, kendi ilim adamlarının,
mezheplerinin, dinlerinin gösterdiği yolun ilke ve inançlarını tek kurtuluş yolu olarak benimsemek olmuştur.
MESELA,
"Kim ehli sünnetin yolumdan ayrılırsa, onların ortak görüşlerine aykırı düşünürse sapıtmıştır"
(Havva, Said, El Esas fis-sünne, yayın pazarlama, çev: Ural, A. çetintaş, R. İstanbul, 1992, c, 8, s, 93)
diyerek uydurma rivayetlerle görüşlerini desteklemişleredir.
Şia ise kendi usul ve esaslarına uymayanların sapıttığını iddia eder ki,
bu iddialarına dayanak yaptıkları rivayetlerden bir kaçı şöyledir.
"İbrahim'in milleti ve Şia'sı ancak bizim Şia'mızdır, diğer insanlar buna dahil değildir"
(Küleyni, usul-ı Kâfi, Alleme meclisi, Biharul Envar, c, 8, s, 35)
"Nesebini (inancını) sorduğunda Şii değilse, o kişinin Ahiret günü övüneceği hiç bir şeyi bulunmaz"
( http://www. Velayet. Com/indeks. Php? topic = 24925. O Ebu Nevves. Âyetullah Tehrâni)
Ehli sünnet mezhebinde ve Şia'da he fırkanın kendi kendine göre yorumladığı ve Ebu Hüreyre'den Ahmet bin Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi, İbni mace ve Hakim'den rivayet edilen meşhur bir uydurma hadiste şöyle buyrulmaktadır.
"Yahudiler 71 fırkaya bölündüler, Hıristiyanlar da 72 fırkaya ayrıldılar, Ümmetim de pek yakında 73 fırkaya ayrılacaktır"
Sonuç olarak bütün bu rivayet, inanç ve sözlerin Kur'an'a aykırı olduğunu açık olarak ortaya koymuştuk.
MEHMET OKUYAN'DAN SONRA ABDÜLAZİZ BAYINDIR, ERDEM UYGAN VE FATİH ORUM'DA GELENEKSEL UYDURMA DİNİN KERVANINA KATILDILAR.
25, 03, 2017 saat 12. 20 civarında hilal tv'de yeni çekilmiş bir programda Abdülaziz Bayındır, Fatih Orum, Erdem uygan'ı seyrediyorum.
Uydurulmuş dine, Diyanet'e Diyanet İşleri başkanlığına,
Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez'e, paralel devlet yapılanması FETÖ'ye, ve geleneksel din anlayışına karşı gelen bu üç kişi uydurma ve hurafe dini göklere çıkararak aynen şunları söylediler.
Abdülaziz Bayındır dedi ki,
"Ben iddia ediyorum, kitaplarında en çok hadisleri kullanan
Hanbeli mezhebinin ilim adamları bile bizden daha fazla hadisleri
referans olarak vermez, bizim kadar hadislere sadık değiller, bizim kadar hadisleri kitaplarında kimse kullanamaz"
Fatih Orum dedi ki,
"Her ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten
Allah'a sığınırız, hadisler hikmet haleleridir, hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz,hadisleri çöplük olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
Yahu kardeşim, Allah'tan korkun sizin uydurma din mensuplarından ne farkınız kaldı?
Siz, Kur'an'dan konuşmadan önce bir oturun Kur'an'da Resul (Elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı öğrenmeye çalışın.
Ben iddia ediyorum, Resul (elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı bilmeyen biri konuşmasında her an hata etmeye mahkumdur.
Böyle cehalet olur mu?
Siz yıllardan beri uydurma din, uydurulmuş din diyeceksiniz, sonra uydurma paralel din adamlarının kucağına hiç düşünmeden oturacaksınız.
Böyle ahmaklık, böyle çelişki, böyle döneklik, böyle düşüncesizlik, böyle cehalet ve yobazlık olur mu?
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleri konusunda,
Cübbeli Ahmet,Nihat Hatipoğlu, Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş,
Cevat akşit,Ömer Döngeloğlu, Yusuf Tavaslı, Haydar baş, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul,Osman alyanak,
Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Osman ünlü, Ramazan ayvalı,
Diyanet işleri başkanlığı, Vehbi Güler, İhsan şenocak, F Gülen,den ne farkınız kalmıştır.
Yani şimdi Allah
Resulü'nden iki üç asır sonra otorite kılınan Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleri olmazsa Kur'an anlaşılamaz mı?
Allah dinini tamamlamadı mı?
Allah eksik din mi gönderdi?
Halbuki Elçin'in makam ve mertebesi, değer ve kıymeti uydurma hadislerden değil, Kur'andan ileri gelmektedir.
Onlarca ayette Elçin'in görevinin sadece tebliğ
olduğu vurgulanmaktadır.
Yani elçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak ve canlı olarak örnekliğini ortaya koymaktır.
Ne olur, bir sefer de, Allah'ın, Kur'an'da neyi eksik bıraktığını, hadislerin hangi itikad ve ameli tamamladığını ortaya koysanız da bir görsek olmaz mı?
Elçi Allah'ın temsilcisidir, elçi temsiliyet makamındadır, hatta bazı özellikleri dolayısıyla Elçi vahyin önünde bile yer alabilir.
(Not: Envârul Kur'an, 61 ders, 80. Dakikadan itibaren Mehmet Okuyan Hoca, "hadisleri kabul etmeyenlerin peygambersiz din peşinde koşmak ile itham etmektedir.Ona göre hadisleri kabul etmeyenler kafirdir")
25, 03, 2017 saat 12. 20 civarında hilal tv'de yeni çekilmiş bir programda Abdülaziz Bayındır, Fatih Orum, Erdem uygan'ı seyrediyorum.
Uydurulmuş dine, Diyanet'e Diyanet İşleri başkanlığına,
Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez'e, paralel devlet yapılanması FETÖ'ye, ve geleneksel din anlayışına karşı gelen bu üç kişi uydurma ve hurafe dini göklere çıkararak aynen şunları söylediler.
Abdülaziz Bayındır dedi ki,
"Ben iddia ediyorum, kitaplarında en çok hadisleri kullanan
Hanbeli mezhebinin ilim adamları bile bizden daha fazla hadisleri
referans olarak vermez, bizim kadar hadislere sadık değiller, bizim kadar hadisleri kitaplarında kimse kullanamaz"
Fatih Orum dedi ki,
"Her ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten
Allah'a sığınırız, hadisler hikmet haleleridir, hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz,hadisleri çöplük olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
Yahu kardeşim, Allah'tan korkun sizin uydurma din mensuplarından ne farkınız kaldı?
Siz, Kur'an'dan konuşmadan önce bir oturun Kur'an'da Resul (Elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı öğrenmeye çalışın.
Ben iddia ediyorum, Resul (elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı bilmeyen biri konuşmasında her an hata etmeye mahkumdur.
Böyle cehalet olur mu?
Siz yıllardan beri uydurma din, uydurulmuş din diyeceksiniz, sonra uydurma paralel din adamlarının kucağına hiç düşünmeden oturacaksınız.
Böyle ahmaklık, böyle çelişki, böyle döneklik, böyle düşüncesizlik, böyle cehalet ve yobazlık olur mu?
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleri konusunda,
Cübbeli Ahmet,Nihat Hatipoğlu, Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş,
Cevat akşit,Ömer Döngeloğlu, Yusuf Tavaslı, Haydar baş, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul,Osman alyanak,
Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Osman ünlü, Ramazan ayvalı,
Diyanet işleri başkanlığı, Vehbi Güler, İhsan şenocak, F Gülen,den ne farkınız kalmıştır.
Yani şimdi Allah
Resulü'nden iki üç asır sonra otorite kılınan Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleri olmazsa Kur'an anlaşılamaz mı?
Allah dinini tamamlamadı mı?
Allah eksik din mi gönderdi?
Halbuki Elçin'in makam ve mertebesi, değer ve kıymeti uydurma hadislerden değil, Kur'andan ileri gelmektedir.
Onlarca ayette Elçin'in görevinin sadece tebliğ
olduğu vurgulanmaktadır.
Yani elçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak ve canlı olarak örnekliğini ortaya koymaktır.
Ne olur, bir sefer de, Allah'ın, Kur'an'da neyi eksik bıraktığını, hadislerin hangi itikad ve ameli tamamladığını ortaya koysanız da bir görsek olmaz mı?
Elçi Allah'ın temsilcisidir, elçi temsiliyet makamındadır, hatta bazı özellikleri dolayısıyla Elçi vahyin önünde bile yer alabilir.
(Not: Envârul Kur'an, 61 ders, 80. Dakikadan itibaren Mehmet Okuyan Hoca, "hadisleri kabul etmeyenlerin peygambersiz din peşinde koşmak ile itham etmektedir.Ona göre hadisleri kabul etmeyenler kafirdir")
PARALEL DİN (59. YAZI)
Kuran'ın aklında ve ilminde birer paralel din olan Yahudilik ve Hıristiyanlığın din adamlarının kendilerini kutsal ve mukaddes bir konuma getirme inancına benzer hatta
daha ileri bir seviyede kendini müslüman görenler arasında da bu hastalığın alabildiğine yayıldığını müşahade ediyoruz.
Yani Allah'ın kitabını devre dışı bırakarak yalan ve hurafe rivayetler peşinde koşan ve Kur'an'a aykırı bir din tesis eden
paralel ilim adamlarını eleştirmek neredeyse Allah Resulü'nü eleştirmek kadar önemli ve büyük bir günah olarak telakki edilmiştir.
Kendi içlerinde bile onlarca gruba bölünerek, Şiilik, Sünnilik,
mutasavvıf, Nurcu, Süleymancı , falan cemaatın mensubu olmakla kurtuluşa edeceklerini ve Allah'ın sevgili kullarının kendileri olduklarını iddia etmişlerdir.
Yani Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa son Nebi'nin ümmeti de düşmüştür.
Halbuki bu anlayış ve zihniyeti reddeden onlarca ayet mevcuttur.
"Yahudiler ve Hristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor?,,,
(Maide, 18)
"(Yahudi ve Hristiyanlar Muvahhidlere) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler.
De ki: Hayır! Biz, hanif(şirkten arınmış) olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi"
(Bakara, 135)
"Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbatın Yahudi ve Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?,,,,"
(Bakara, 140)
Bende Ehli sünnet ve Şia'nın din adamlarına sadece bir soru soruyorum.
"Sizin dininiz (Sünnilik,Şiilik) doğru bir yol ve din olsaydı? Allah'ın indinde makbul kullar olsaydınız?
Allah ne diye önderlik yaptığınız bu ümmeti perişan etsin?
En rezil kavimlere ezdirsin?
Küfrettiğiniz milletlere mahkum ve muhtaç etsin?
Kur'an ehli muvahhidlere buğz ve nefret ettiğinizin binde birini bile sizi dilenci ve sefil bir duruma getiren dininize karşı gösterseniz daha doğru dürüst bir ahlak olmaz mı?
Kuran'ın aklında ve ilminde birer paralel din olan Yahudilik ve Hıristiyanlığın din adamlarının kendilerini kutsal ve mukaddes bir konuma getirme inancına benzer hatta
daha ileri bir seviyede kendini müslüman görenler arasında da bu hastalığın alabildiğine yayıldığını müşahade ediyoruz.
Yani Allah'ın kitabını devre dışı bırakarak yalan ve hurafe rivayetler peşinde koşan ve Kur'an'a aykırı bir din tesis eden
paralel ilim adamlarını eleştirmek neredeyse Allah Resulü'nü eleştirmek kadar önemli ve büyük bir günah olarak telakki edilmiştir.
Kendi içlerinde bile onlarca gruba bölünerek, Şiilik, Sünnilik,
mutasavvıf, Nurcu, Süleymancı , falan cemaatın mensubu olmakla kurtuluşa edeceklerini ve Allah'ın sevgili kullarının kendileri olduklarını iddia etmişlerdir.
Yani Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa son Nebi'nin ümmeti de düşmüştür.
Halbuki bu anlayış ve zihniyeti reddeden onlarca ayet mevcuttur.
"Yahudiler ve Hristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor?,,,
(Maide, 18)
"(Yahudi ve Hristiyanlar Muvahhidlere) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler.
De ki: Hayır! Biz, hanif(şirkten arınmış) olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi"
(Bakara, 135)
"Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbatın Yahudi ve Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?,,,,"
(Bakara, 140)
Bende Ehli sünnet ve Şia'nın din adamlarına sadece bir soru soruyorum.
"Sizin dininiz (Sünnilik,Şiilik) doğru bir yol ve din olsaydı? Allah'ın indinde makbul kullar olsaydınız?
Allah ne diye önderlik yaptığınız bu ümmeti perişan etsin?
En rezil kavimlere ezdirsin?
Küfrettiğiniz milletlere mahkum ve muhtaç etsin?
Kur'an ehli muvahhidlere buğz ve nefret ettiğinizin binde birini bile sizi dilenci ve sefil bir duruma getiren dininize karşı gösterseniz daha doğru dürüst bir ahlak olmaz mı?
PARALEL DİN (58. YAZI)
Allah'ın indirdiği kitaptan kopuk olarak uydurdukları dinlerini gerçek din diye ileri süren ve bu sebeple
kendilerini ilah ve Rab konumuna getiren paralel din adamları ve onları körü körüne savunan cahil
mukallidlerin şeytanın tuzağına nasıl düştüklerini Kur'an şu şekilde ortaya koymaktadır.
"Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden,
hemde ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstünde bulunan Allah'ın nimetlerinden istifade ederek bolluk ve refah içinde yaşarlardı)
Onlardan orta yolda
(tevhid yolu üzerinde )olan bir ümmet vardır, fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür"
( Maide, 66)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Maide, 67)
"Ey ehli kitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça (tevhid )üzerinde değilsinizdir" de.
Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"
(Maide, 68)
Yukarıdaki üç ayette muhteşem bir sistem, bağlam ve bütünlük mevcuttur.
Yani Allah tarafından gönderilmeyen ve indirilmeyen bir dinde hidayet ve hayır yoktur.
Bir dinin doğru ve sırat-ı müstakim üzere olması için Allah tarafından indirilmiş olması gerekir.
Şöyle ki.
66. Ayette Allah ( cc) Yahudi ve Hristiyanlar için "Eğer onlar Tevrat'ı,
İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı,
şüphesiz hem üstlerinden, hemde ayaklarının altından yerlerdi"
Yani "sağlık, mutluluk, huzur, barış ve kardeşlik içinde müreffeh bir hayat geçirirlerdi, hiç bir sıkıntıları olmazdı"
buyurduktan sonra, 67 ayette
Allah Resulü'nü uyararak, Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa düşmemesini emretmiştir.
Yani Allah tarafından indirilen dinin tebliğ edilmesinin ne kadar önemli ve hayati bir mesele olduğu vurgulandı.
68. Ayette ise "Allah tarafından indirilmeyen bir dinde hidayet ve rahmet olmayacağını, bu uydurma paralel dinin küfür ve azgınlık olacağı" açıkça ortaya kondu.
Allah'ın indirdiği kitaptan kopuk olarak uydurdukları dinlerini gerçek din diye ileri süren ve bu sebeple
kendilerini ilah ve Rab konumuna getiren paralel din adamları ve onları körü körüne savunan cahil
mukallidlerin şeytanın tuzağına nasıl düştüklerini Kur'an şu şekilde ortaya koymaktadır.
"Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden,
hemde ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstünde bulunan Allah'ın nimetlerinden istifade ederek bolluk ve refah içinde yaşarlardı)
Onlardan orta yolda
(tevhid yolu üzerinde )olan bir ümmet vardır, fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür"
( Maide, 66)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Maide, 67)
"Ey ehli kitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça (tevhid )üzerinde değilsinizdir" de.
Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"
(Maide, 68)
Yukarıdaki üç ayette muhteşem bir sistem, bağlam ve bütünlük mevcuttur.
Yani Allah tarafından gönderilmeyen ve indirilmeyen bir dinde hidayet ve hayır yoktur.
Bir dinin doğru ve sırat-ı müstakim üzere olması için Allah tarafından indirilmiş olması gerekir.
Şöyle ki.
66. Ayette Allah ( cc) Yahudi ve Hristiyanlar için "Eğer onlar Tevrat'ı,
İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı,
şüphesiz hem üstlerinden, hemde ayaklarının altından yerlerdi"
Yani "sağlık, mutluluk, huzur, barış ve kardeşlik içinde müreffeh bir hayat geçirirlerdi, hiç bir sıkıntıları olmazdı"
buyurduktan sonra, 67 ayette
Allah Resulü'nü uyararak, Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa düşmemesini emretmiştir.
Yani Allah tarafından indirilen dinin tebliğ edilmesinin ne kadar önemli ve hayati bir mesele olduğu vurgulandı.
68. Ayette ise "Allah tarafından indirilmeyen bir dinde hidayet ve rahmet olmayacağını, bu uydurma paralel dinin küfür ve azgınlık olacağı" açıkça ortaya kondu.
PARALEL DİN (57. YAZI)
Uydurma paralel din adamlarının, özellikle Kur'an'da kınanan din mensuplarının en önemli özelliklerinden birinin, Allah'a ve Resulüne değil, imamlarına ve onların kitaplarına çağırmaları dikkat çekicidir.
Halbuki Allah'ın Elçileri sadece ve sadece Allah'a ve onun kitabına davet etmişlerdir.
"(Resulüm! ) De ki:
"İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a davet ediyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf, 108)
"De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti.O, müşriklerden değildi"
(En'am, 161)
"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir"(En'am, 162)
"O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ( Muvahhidlerin) ilkiyim"(En'am, 163)
Paralel dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve sünnilik,tasavvuf ve tarikatlar )paramparça oldukları halde kendilerinden
olmayanları batıl yolda olmak ve cehenneme gitmekle tehdit etmektedirler.
Dolayısıyla Allah'ın dinini evrensel niteliklerden çıkarıp kendilerine özgün gerici, yobaz, hurafe, iftira ve yalan bir dine dönüştüren Yahudi,
Hıristiyan, Şii ve Sünni din adamlarının kendileri dışında kalan kimselerin sapık oldukları ve cehenneme girecekleri iddiasını Kur'an şiddetle reddetmektedir.
"(Ehli kitap) Yahudiler yahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler.
Bu onların boş kuruntusudur.
Sen de onlara: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de"
(Bakara, 111)
"Bilakis, kim Muhsin (Muvahhid) olarak yönünü Allah'a döndürürse onun mükâfatı Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler"
(Bakara, 112)
ALLAH'IN KİTABI OLAN KUR'AN'DAN BAŞKA KURTULUŞ VE HİDAYET MEVCUT DEĞİLDİR.
Uydurma paralel din adamlarının, özellikle Kur'an'da kınanan din mensuplarının en önemli özelliklerinden birinin, Allah'a ve Resulüne değil, imamlarına ve onların kitaplarına çağırmaları dikkat çekicidir.
Halbuki Allah'ın Elçileri sadece ve sadece Allah'a ve onun kitabına davet etmişlerdir.
"(Resulüm! ) De ki:
"İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a davet ediyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf, 108)
"De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti.O, müşriklerden değildi"
(En'am, 161)
"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir"(En'am, 162)
"O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ( Muvahhidlerin) ilkiyim"(En'am, 163)
Paralel dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve sünnilik,tasavvuf ve tarikatlar )paramparça oldukları halde kendilerinden
olmayanları batıl yolda olmak ve cehenneme gitmekle tehdit etmektedirler.
Dolayısıyla Allah'ın dinini evrensel niteliklerden çıkarıp kendilerine özgün gerici, yobaz, hurafe, iftira ve yalan bir dine dönüştüren Yahudi,
Hıristiyan, Şii ve Sünni din adamlarının kendileri dışında kalan kimselerin sapık oldukları ve cehenneme girecekleri iddiasını Kur'an şiddetle reddetmektedir.
"(Ehli kitap) Yahudiler yahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler.
Bu onların boş kuruntusudur.
Sen de onlara: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de"
(Bakara, 111)
"Bilakis, kim Muhsin (Muvahhid) olarak yönünü Allah'a döndürürse onun mükâfatı Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler"
(Bakara, 112)
ALLAH'IN KİTABI OLAN KUR'AN'DAN BAŞKA KURTULUŞ VE HİDAYET MEVCUT DEĞİLDİR.
PARALEL DİN (56. YAZI)
Allah tarafından indirilen bütün kitapların ve gönderilen tüm
Elçilerin ortak amacı, tevhid ilkesini ve güzel ahlakı yerleştirmek içindir.
İndirdiği vahiy aracılığıyla
Allah ( cc) elçileri ve insanları en çok şirk konusunda ikaz etmiştir.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
(EY Muhammed!) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona:
"Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin" diyevahyetmiş olmayalım"
( Enbiya, 25)
"Ey Muhammed! )İşte bunlar, Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir.
Allah ile birlikte başka ilah edinme, sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın"
( İsra, 39)
"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz? (Zümer, 64)
(Resulüm! ) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun"(Zümer 65)
"Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar SENİ bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et.
Asla müşriklerden olmayasın"
(Kasas, 87)
"Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyesin!
O'ndan başka ilah yoktur.
O'nun ZATINDAN BAŞKA HER ŞEY YOK OLACAKTIR.
HÜKÜM ONUNDUR VE SİZ ANCAK O'NA döndürüleceksiniz"
(Kasas, 88)
87. Ayet Muhammed (Aleyhisselam) a din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemesini,
yani Kur'an'a şirk koşmamasını,
88.Ayet ise Allah'ın yanında başka bir ilah edinmemesini,
Yani Allah'a şirk koşmamasını emretmektedir.
Çünkü Allah'ın ahirette affetmeyeceği tek günah kendisine ve kitabına şirk koşmaktır.
"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını, dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftar etmiş olur"
(Nisa, 48, 116)
Bundan dolayı
Allah'ın en önemli emri ve vasiyeti şirke bulaşmama konusunda olmuştur.
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz"
(Âli İmran, 102)
Allah tarafından indirilen bütün kitapların ve gönderilen tüm
Elçilerin ortak amacı, tevhid ilkesini ve güzel ahlakı yerleştirmek içindir.
İndirdiği vahiy aracılığıyla
Allah ( cc) elçileri ve insanları en çok şirk konusunda ikaz etmiştir.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
(EY Muhammed!) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona:
"Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin" diyevahyetmiş olmayalım"
( Enbiya, 25)
"Ey Muhammed! )İşte bunlar, Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir.
Allah ile birlikte başka ilah edinme, sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın"
( İsra, 39)
"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz? (Zümer, 64)
(Resulüm! ) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun"(Zümer 65)
"Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar SENİ bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et.
Asla müşriklerden olmayasın"
(Kasas, 87)
"Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyesin!
O'ndan başka ilah yoktur.
O'nun ZATINDAN BAŞKA HER ŞEY YOK OLACAKTIR.
HÜKÜM ONUNDUR VE SİZ ANCAK O'NA döndürüleceksiniz"
(Kasas, 88)
87. Ayet Muhammed (Aleyhisselam) a din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemesini,
yani Kur'an'a şirk koşmamasını,
88.Ayet ise Allah'ın yanında başka bir ilah edinmemesini,
Yani Allah'a şirk koşmamasını emretmektedir.
Çünkü Allah'ın ahirette affetmeyeceği tek günah kendisine ve kitabına şirk koşmaktır.
"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını, dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftar etmiş olur"
(Nisa, 48, 116)
Bundan dolayı
Allah'ın en önemli emri ve vasiyeti şirke bulaşmama konusunda olmuştur.
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz"
(Âli İmran, 102)
PARALEL DİN (55. YAZI)
Tasavvuf ve tarikatlarda Allah Resulü'nün getirdiği ve insanlara tebliğ ettiği Allah'ın vahyi dışında her türlü yalan ve hurafeyi bulmak mümkündür.
Dolayısıyla tasavvuf ve tarikatlarda Allah'ın Elçilerine bile vermediği keşif, gayb ilmi, ledunni ilim, gibi bir çok uydurma ilim türleri vardır.
Hatta şeyhler bu keşif ve ledunni ilimlerle gayb âlemine bile nüfuz edebilirler.
Yani Allah'ın gayb âlemi uydurma gavsların ve şeyhlerin çiftliği gibidir.
Gazali, "bu ilmi elde eden velilerin kalp gözlerindeki perdelerin kalktığını ve levh-i Mahfuzdaki yazılı olan sırlı ve gizli hazinelerin kalbe yansıdığını, böylece gaybı, ileride olacak her şeyi velilerin gördüğünü iddia eder"
(Gazali, ihya'u Ulumud din, Bedir yayınevi İstanbul 1989, c 1, s, 57)
Ayrıca tüm tarikatlar avam insanları aldatmak ve kendilerine meşru bir zemin kazandırmak için şeyhlerini Allah'ın Resulüne bağlayan hayali bir silsile (Rabita) meydana getirmişlerdir.
TASAVVUF VE TARİKATLARDA RABITANIN MANASI:
"İlâhi zâtı sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahade makamına varmış birine kalbî bağlayıp, huzur ve gıyabında o zâtın süretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir"
((Bayezit Devlet kütüphanesi, no. 2 43 435, s, 18)
Tarikat dinine göre, bir şeyhe bağlanmak mutlak
surette gerekli olan bir ibadettir.
Onlara göre "Mürşidi olmayanın rehberi şeytan olur"
(Aydın, Ferit, Rabita ve Nakşibendilik, Süleymaniye vakfı yayınları, İstanbul, 2000, s, 34)
Tasavvuf ve tarikatlarda esas belirleyici inanç hululdur.
HULUL: "İlâhi zâtın, şeyhin vücuduna hulul etmesi, yani Allah'ın şeyhin vücuduna girmesi sebebiyle ondaki beşeri özelliklerin yerine ilâhi özelliklerin alması"
anlamına gelmektedir.
Tasavvuf ve tarikatlarda şeyhin önemi bu inançtan gelmektedir.
Yani şeyh bir yönüyle beşer değil, ilâhi özellikleri kendinde taşıyan kutsal bir şahsiyettir.
Yunus Emre'nin "Ete kemiğe büründüm yunus diye göründüm" demesi,
Cübbeli'nin şeyhi için söylediği,
"Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm" hezeyanı bu inançtan doğmaktadır.
Tasavvuf ve tarikatlarda Allah Resulü'nün getirdiği ve insanlara tebliğ ettiği Allah'ın vahyi dışında her türlü yalan ve hurafeyi bulmak mümkündür.
Dolayısıyla tasavvuf ve tarikatlarda Allah'ın Elçilerine bile vermediği keşif, gayb ilmi, ledunni ilim, gibi bir çok uydurma ilim türleri vardır.
Hatta şeyhler bu keşif ve ledunni ilimlerle gayb âlemine bile nüfuz edebilirler.
Yani Allah'ın gayb âlemi uydurma gavsların ve şeyhlerin çiftliği gibidir.
Gazali, "bu ilmi elde eden velilerin kalp gözlerindeki perdelerin kalktığını ve levh-i Mahfuzdaki yazılı olan sırlı ve gizli hazinelerin kalbe yansıdığını, böylece gaybı, ileride olacak her şeyi velilerin gördüğünü iddia eder"
(Gazali, ihya'u Ulumud din, Bedir yayınevi İstanbul 1989, c 1, s, 57)
Ayrıca tüm tarikatlar avam insanları aldatmak ve kendilerine meşru bir zemin kazandırmak için şeyhlerini Allah'ın Resulüne bağlayan hayali bir silsile (Rabita) meydana getirmişlerdir.
TASAVVUF VE TARİKATLARDA RABITANIN MANASI:
"İlâhi zâtı sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahade makamına varmış birine kalbî bağlayıp, huzur ve gıyabında o zâtın süretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir"
((Bayezit Devlet kütüphanesi, no. 2 43 435, s, 18)
Tarikat dinine göre, bir şeyhe bağlanmak mutlak
surette gerekli olan bir ibadettir.
Onlara göre "Mürşidi olmayanın rehberi şeytan olur"
(Aydın, Ferit, Rabita ve Nakşibendilik, Süleymaniye vakfı yayınları, İstanbul, 2000, s, 34)
Tasavvuf ve tarikatlarda esas belirleyici inanç hululdur.
HULUL: "İlâhi zâtın, şeyhin vücuduna hulul etmesi, yani Allah'ın şeyhin vücuduna girmesi sebebiyle ondaki beşeri özelliklerin yerine ilâhi özelliklerin alması"
anlamına gelmektedir.
Tasavvuf ve tarikatlarda şeyhin önemi bu inançtan gelmektedir.
Yani şeyh bir yönüyle beşer değil, ilâhi özellikleri kendinde taşıyan kutsal bir şahsiyettir.
Yunus Emre'nin "Ete kemiğe büründüm yunus diye göründüm" demesi,
Cübbeli'nin şeyhi için söylediği,
"Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm" hezeyanı bu inançtan doğmaktadır.
PARALEL DİN (54. YAZI)
Tasavvuf ve tarikatlarda bir din anlayışı var ki, düşman başına,
Tarikatlardaki inancı bütün dünya dinleri kabul etse,
Allah'ın sonsuz bir ilim ve sistem üzerine indirmiş olduğu tefekkür ve sorgulama dini bu inanç ve kuralları kabul etmez.
Bundan dolayı ben diyorum ki, tasavvuf ve tarikatlar İslam dinine ve davasına en büyük darbe ve ihanet,
fitne ve fesat, cehalet ve yobazlık, ahmaklık ve zehir dolu paralel bir dindir.
MESELA, tarikatta "Haklı dahi olsa, müridin şeyhine itirazı haramdır"
Çünkü onların inancına göre " Bir velinin huzurunda bir an durmak bile 150 yıl kabul edilmiş ibadetten üstündür"
"Gavs müritlere şefaat etmeye tam olarak yetkilidir"
"Onları alıp cennete götürmeye kadirdir"
Hatta "Nakşibendi tarikatının hâlidi kolundan ise azap melekleri müridin yanına asla yaklaşamazlar"
Bu inanç ve akide tevhid ilkesine, Kur'an aklı ve ahlakına bireysel sorumluluk anlayışına karşı söylenmiş, düşünce ve hikmetten uzak şirk ve küfür olan sözlerdir.
MESELA,
"Mürid, şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalı ki, şeyh, müridini istediği gibi yönlendirsin"
Halbuki Kur'an'a baktığımızda vahyi tebliğ ettikleri için sadece Allah'ın Elçilerine mutlak itaat emredilmiştir.
Nebi'ye bile mutlak itaat emredilmemiştir. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey NEBİ!
İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,
İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile, Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Mumtehine,12)
Yani eğer bir iş maruf değilse Nebi'ye bile itaat olmaz.
Çünkü Nebi hata edebilir.
Peki Kur'an'da bunun örneği var mı?
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
(Tevbe, 113)
Bu ayette açıkça görüldüğü gibi Nebi (Aleyhisselam) akrabalarından müşrik olanlara dua ve istiğfarda bulunmuştur.
"Ey NEBİ!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Tahrim, 1)
Ayetlerdeki NEBİ kavramına dikkat etmek gerekir.
Çünkü Elçilik makam ve mertebesinde asla böyle bir şey söz konusu olamaz.
Elçi Allah'ı temsil eder ve temsiliyet makamında ihanet olmaz.
Elçi konuşan Kur'andır, vahiy ile Elçi arasında bir fark yoktur.
Elçi sadece Allah'ın kitabını okur ve onu tebliğ eder.
Bu konunun üzerinde neden çok duruyorum.
Çünkü ne kadar alim olursa olsun bu önemli konuyu anlamayanın
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yakalaması mümkün değildir.
Dolayısıyla kim olursa olsun Nebi ve Resul sistemine sahip olmayan kişi konuştuğu zaman hata etmekle karşı karşıya kalır.
Tasavvuf ve tarikatlarda bir din anlayışı var ki, düşman başına,
Tarikatlardaki inancı bütün dünya dinleri kabul etse,
Allah'ın sonsuz bir ilim ve sistem üzerine indirmiş olduğu tefekkür ve sorgulama dini bu inanç ve kuralları kabul etmez.
Bundan dolayı ben diyorum ki, tasavvuf ve tarikatlar İslam dinine ve davasına en büyük darbe ve ihanet,
fitne ve fesat, cehalet ve yobazlık, ahmaklık ve zehir dolu paralel bir dindir.
MESELA, tarikatta "Haklı dahi olsa, müridin şeyhine itirazı haramdır"
Çünkü onların inancına göre " Bir velinin huzurunda bir an durmak bile 150 yıl kabul edilmiş ibadetten üstündür"
"Gavs müritlere şefaat etmeye tam olarak yetkilidir"
"Onları alıp cennete götürmeye kadirdir"
Hatta "Nakşibendi tarikatının hâlidi kolundan ise azap melekleri müridin yanına asla yaklaşamazlar"
Bu inanç ve akide tevhid ilkesine, Kur'an aklı ve ahlakına bireysel sorumluluk anlayışına karşı söylenmiş, düşünce ve hikmetten uzak şirk ve küfür olan sözlerdir.
MESELA,
"Mürid, şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalı ki, şeyh, müridini istediği gibi yönlendirsin"
Halbuki Kur'an'a baktığımızda vahyi tebliğ ettikleri için sadece Allah'ın Elçilerine mutlak itaat emredilmiştir.
Nebi'ye bile mutlak itaat emredilmemiştir. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey NEBİ!
İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,
İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile, Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Mumtehine,12)
Yani eğer bir iş maruf değilse Nebi'ye bile itaat olmaz.
Çünkü Nebi hata edebilir.
Peki Kur'an'da bunun örneği var mı?
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
(Tevbe, 113)
Bu ayette açıkça görüldüğü gibi Nebi (Aleyhisselam) akrabalarından müşrik olanlara dua ve istiğfarda bulunmuştur.
"Ey NEBİ!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Tahrim, 1)
Ayetlerdeki NEBİ kavramına dikkat etmek gerekir.
Çünkü Elçilik makam ve mertebesinde asla böyle bir şey söz konusu olamaz.
Elçi Allah'ı temsil eder ve temsiliyet makamında ihanet olmaz.
Elçi konuşan Kur'andır, vahiy ile Elçi arasında bir fark yoktur.
Elçi sadece Allah'ın kitabını okur ve onu tebliğ eder.
Bu konunun üzerinde neden çok duruyorum.
Çünkü ne kadar alim olursa olsun bu önemli konuyu anlamayanın
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yakalaması mümkün değildir.
Dolayısıyla kim olursa olsun Nebi ve Resul sistemine sahip olmayan kişi konuştuğu zaman hata etmekle karşı karşıya kalır.
PROF DR MEHMET OKUYAN'A:
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen Prof Dr Mehmet Okuyan Envârul Kur'an 61. Ders 80. Dakikadan itibaren aynen şunları söyledi.
"Hadis okuyorum kızıyor adam, yav be kardeşim! Hz Peygamber konuşmamış mı hiç? bu ara kablosu mudur yani?!
Hiçbir şey dememiş mi yani, böyle otomatik yani.
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun.
Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz (Aleyhisselam) hiç ağzını açmamış mı?
Hiç konuşmamış mı 23 sene?
Ne var.
Bu hadiste şimdi " iyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi " "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
Ne var bunda,
Doğrudan ayetten anlamış bunu peygamber efendimiz, senin ayetten de haberin yok, böyle peygambersiz bir din.
Peygambersiz din iddiası dinsizliktir.
Kim dinde peygambere ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Arkadaşlar!
Bu sözleri başka biri söyleseydi gülüp geçerdik, fakat bu sözleri söyleyen kişi sadece Kur'an'ı anlatan biri olduğu için onu ciddiye alıyoruz. Mehmet Okuyan'ı ciddiye alıyoruz. Herkes hata eder, önemli olan hatadan dönmektir.
Mehmet Okuyan rastgele biri değil ki,bu söylediklerini hafife alalım, bu millete yazıktır günahtır.
Kur'anın bağlam ve bütünlüğünden habersiz olan Prof Dr Abdulaziz Bayındır'da şöyle buyuruyor!
"Ben iddia ediyorum, kitaplarında en çok hadisleri kullanan Hanbeli mezhebinin ilim adamları bile bizden daha fazla hadisleri referans olarak vermez. Bizim kadar hadisleri kitaplarında kimse kullanamaz"
Fatih Orum diyor ki,
"Her ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız.
Hadisler hikmet hâleleridir.
Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz.
Hadisleri çöplüğe atılacak sözler olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP: Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır, Fatih Orum ve Erdem Uygan Nebi ile Resulün arasında bulunan farktan haberleri olmadığı için böyle anlamsız sözler söylemişlerdir.
İslam'a ve Müslümanlarlara en büyük darbeler içeriden gelir.
Mehmet Okuyan'ı ve diğer arkadaşları yukarıda sarfettikleri cehalet dolu sözleri eleştirdiğimden dolayı bir çok kişi şiddetle beni kınadı.
Arkadaşlar! Ben Mehmet Okuyan'ın düşmanı değilim.
Kur'an'ı Mübin'de Allah ( cc) hatalarından dolayı Nebileri bile eleştiriye tâbi tutar.
Çünkü NEBİLER hata eder. ELÇİLER hata etmez.
MESELA,
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz" ( Tevbe, 113)
Yukarıdaki ayette Allah ( cc) müminlerin hata ettiği gibi, NEBİ'NİN de hata ettiğini apaçık olarak ortaya koymuştur.
Olumsuz yerlerde Allah ( cc) Kur'anda müminlerle beraber NEBİ kavramını kullanır.
MESELA
"Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, NEBİ'Yİ ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle Ensarı affetti,,,,,"(Tevbe, 117)
Olumlu yerlerde Kur'an RESUL (ELÇİ) kavramını kullanır.
MESELA,
"Sizin dostunuz ancak ALLAH'TIR'tır, RESULÜDÜR, iman edenlerdir,,,,,,,"
(Mâide, 55)
"Kim ALLAH'I, RESULÜNÜ ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olan şüphesiz ALLAH'IN tarafını tutanlardır"
(Mâide, 56)
Kur'an sisteminde RESUL (ELÇİ) kavramı tamamen ALLAH'I temsil makamında kullanılmıştır. Bunun yüzlerce örneği vardır.
MESELA,
"Kim RESÜLE ( ELÇİYE) itaat ederse ALLAH'A itaat etmiş olur.
Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!" (Nisa, 80)
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim RESÜLE(ELÇİYE) karşı çıkar ve müminlerin (tevhid)yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakır ve cehenneme sokarız, o ne kötü yerdir"
(Nisa, 115)
RESÜLLER(ELÇİLER) tamamen ALLAH'I temsil ettikleri için onlara itaat ALLAH'A itaat, onlara isyan ALLAH'A isyan etmek gibi kabul edilmiştir.
Bakın sistem nasıl kurulmuş.
"Size ALLAH'IN AYETLERİ okunurken, üstelik ALLAH'IN RESULÜ de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim ALLAH'A bağlanırsa kesinlikle DOĞRU YOLA iletilmiştir"
(Âli İmran, 101)
SİSTEM ŞU: ALLAH'IN AYETLERİ, ALLAH'IN RESULÜ, ALLAH'A BAĞLANMAK, SIRAT-I MÜSTAKİM.
Yani ALLAH RESULÜ ALLAH'I TEMSİL MAKAMINDADIR.
ALLAH RESULÜ KONUŞAN KUR'ANDIR, vahiy ELÇİNİN dilinde hayat bulur.
Elçi olmazsa din, Kur'an, iman, vahiy diye bir şey OLMAZ .
ARKADAŞLAR!
ALLAH KELAMININ ALLAH RESULÜ'NÜN DİLİNDEN HAYAT BULMASI AZ BİR ŞEREF MİDİR?
BU ŞEREF VE ONUR BUHARİ'NİN YALAN VE UYDURMALARIYLA KIYASLANIR MI? Allah'ın elçisi olmak en büyük ödül değil mi?
Dolayısıyla, Mehmet Okuyan'ın Allah Resulü'ne iftira olan Emevi Abbasi imalatı hurafe ve uydurma rivayetleri
kabul etmeyenleri Allah Resulü'nün düşmanı ve kafir olarak ilan etmesi tam bir cehalet ve iftiradır.
ALLAH, RESUL VE ALLAH'IN AYETLERİ SİSTEMİ:
",,,,,Deki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun RESULÜ ile mi alay ediyorsunuz"
(Tevbe, 65)
RESUL(Elçi) görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Kur'an tarafından Allah'ın ayetlerine karşı gelmek olarak görülmüştür.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"(En'am, 33)
Çok ilginç değil mi?
ELÇİNİN misyonu sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Allah'a karşı gelmek olarak kabul edilmiştir.
Çünkü elçiye zeval olmaz, o kendine verilen elçilik görevini yerine getiriyor.
Kur'an'ın hiçbir ayetinde Nebileri yalanladılar yoktur, hepsinde RESUL (Elçi) veya Elçilerimi yalanladılar geçiyor.
"İşte, inkâr ettikleri, ÂYETLERİMİ ve ELÇİLERİMİ alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"(Kehf, 106)
"Nuh kavmi de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 105)
"Âd kavmide ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 123)
"Semud Kavmi de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 141)
"Eyke halkı da ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 176)
"Andolsun ki senden önceki ELÇİLER de yalanlanmıştı,,,,"
(En'am, 34)
Ayetlerin hepsinde elçiler denmesinin sebebi hepsinin aynı değere sahip oldukları ve aynı görevi yaptıkları içindir.
Yoksa bu kavimlere bir Elçi gönderilmişti, birden fazla elçi gönderilmemişti.
Kur'anın hiçbir ayetinde "Nebileri yalanladılar yoktur"
Kur'anın hiçbir ayetinde "Nebilere itaat edin diye bir ayet yoktur"
Elçilere mutlak itaat emredilmiştir fakat Nebilere itaat mutlak değildir, yani onlara iyi işlerde itaat edilir.
İşte ayet,
"Ey NEBİ! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için mağfiret dile,,,,"
(Mumtehine, 12)
Mehmet Okuyan Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen biridir.
Eğer bu farkı bilseydi böyle bir şey söylemezdi.
Kur'an ehli muvahhidleri ELÇİ düşmanı olarak görmek tam bir cehalet ve iftiradır.
Allah'ın Resulü değer ve kıymetini Kur'an'dan alır, Emevi Abbasi imalatı hurafe ve uydurma rivayetlerden değil.
Bütün Allah Elçileri değerlerini sadece ve sadece Kur'an'dan alırlar.
Çünkü onlar hakkında en doğru ve sağlıklı bilgiyi Allah verir.
",,,Allah gibi hiç kimse haber veremez"
(Fatır, 14)
Allah Elçilerinin arasında ayırım yapmak da doğru değildir.
Hangisinin üstün olduğunu sadece Alla bilir.
Emevi Abbasi hurafelerini kabul etmemek ayrı bir şey, Allah Resulü'nü kabul etmemek ayrı bir şeydir.
Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisleri reddetmek Allah'ın Resulünü yalan ve iftiralardan tenzih etmektir, onun şanını, makam ve mertebesini yüceltmektir.
Bu görev de Kur'an ehli muvahhidlere büyük bir şeref ve onurdur.
Çünkü Allah'ın Resulünü üzenler lanetlenmişlerdir.
",,,Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"
(Tevbe, 61)
"Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab, 57)
ARKADAŞLAR!
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen biri konuşmasında her an hata etmeye mahkumdur.
Elçi ile Nebi kavramlarının arasındaki farkı kavrayamayan Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Kur'an sisteminde Resul ile Allah'ın ayetleri arasında bir fark yoktur.
Hatta bazı özelliklerde Allah'ın elçisi ayetlerin önüne bile geçebilir.
Çünkü o canlı bir örnektir, insanlara dini kabul ettirmede daha etkilidir.
Ayetlerin dili yok ki, kitap konuşamaz.
Vahiy sözün gücüne dayanan bir özellik olduğu için Elçisiz din olmaz.
Elçisiz din mümkün değildir.
Resülluk (Elçilik) görevi resmi, Nebilik makam ve mertebesi özeldir.
Elçinin onur ve şerefi Kur'an tarafından koruma altına alınmıştır, fakat sözleri ümmeti bağlamaz.
Çünkü insanları bağlayan tek şey Elçinin dilinde hayat bulan Kur'andır.
Yüzlerce ayette Allah bizi Kur'andan sorumlu tutacağını ortaya koymuştur.
Bu din Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından tamamlanmıştır.
Din geldiği gibi orijinal olarak yaşanmalıdır. Milyon dolarlık antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla
veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin
kıymetini yok edeceği gibi, veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saatin arıza vermesi gibi,
dine de yabancı maddelerin karışmasıyla din bozulup hükümsüz kalacaktır. Bundan dolayı Allah ( cc) Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara, 42)
Pekmez veya bal dolu bir kazana bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını bozacağı gibi dinde böyledir. Allah( cc)Hanif, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan,
saf ve temiz olan dininin bozulmasına ve tahrif edilmesine razı olur mu?
Ama maalesef Şia ve Ehli sünnet din diye bir şey bırakmadılar.
Bazıları hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin ne sakıncası var? diyebilir.
Fakat 1400 seneden beri hadisler kültür ve gelenek olarak değil, bir din olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Allah ( cc) bir kez bile Allah Resulü'nün mescidi Dirar'da namaz kalmasına razı olmadı, Kur'an'ın karşısında bütün hadisler mescidi Dirar hükmündedir.
İşte bu yüzden hadisleri düşünürlerin sözlerine benzetmek doğru değildir.
Hadislere göre dinden dönen öldürülür, zina eden recmedilir, namaz kılmayan kafirdir ve öldürülür,
"Abdestsiz ve cünup olarak Kur'an'a dokunulmaz" demek iftira ve cehalet değil midir? İnsanlara kaza namazı kıldırmak ahmaklık değil midir?
Fakat hiçbir Ata sözünden böyle hükümler çıkarılamaz.
Hadislerin hepsi Allah'ın Resulüne hakaret ve iftira içeren yalan sözlerdir. Müslümanlar arasında
tefrika ve düşmanlık sokan, insanları Allah'ın yolundan saptıran tarihin en tehlikeli metinleridir.
Kur'an'ın tek kaynak olduğuna dair onlarca ayet mevcuttur.
Yani uyarıcı ve müjdeleyici olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır"
(En'am, 51)
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? "derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut, 50)
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut, 51)
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin"
(Zuhruf, 43)
"Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf, 44)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver "
(Kaf, 45 )
",,,,Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur"
(Bakara, 120)
Şuda bir hakikattir, Kur'an'a tam olarak teslim olmayan Furkan'ı asla yakalayamaz, yani rivayetleri tamamen terk etmeyeni Allah( cc) tam olarak temize çıkarmıyor.
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen Prof Dr Mehmet Okuyan Envârul Kur'an 61. Ders 80. Dakikadan itibaren aynen şunları söyledi.
"Hadis okuyorum kızıyor adam, yav be kardeşim! Hz Peygamber konuşmamış mı hiç? bu ara kablosu mudur yani?!
Hiçbir şey dememiş mi yani, böyle otomatik yani.
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun.
Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz (Aleyhisselam) hiç ağzını açmamış mı?
Hiç konuşmamış mı 23 sene?
Ne var.
Bu hadiste şimdi " iyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi " "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
Ne var bunda,
Doğrudan ayetten anlamış bunu peygamber efendimiz, senin ayetten de haberin yok, böyle peygambersiz bir din.
Peygambersiz din iddiası dinsizliktir.
Kim dinde peygambere ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Arkadaşlar!
Bu sözleri başka biri söyleseydi gülüp geçerdik, fakat bu sözleri söyleyen kişi sadece Kur'an'ı anlatan biri olduğu için onu ciddiye alıyoruz. Mehmet Okuyan'ı ciddiye alıyoruz. Herkes hata eder, önemli olan hatadan dönmektir.
Mehmet Okuyan rastgele biri değil ki,bu söylediklerini hafife alalım, bu millete yazıktır günahtır.
Kur'anın bağlam ve bütünlüğünden habersiz olan Prof Dr Abdulaziz Bayındır'da şöyle buyuruyor!
"Ben iddia ediyorum, kitaplarında en çok hadisleri kullanan Hanbeli mezhebinin ilim adamları bile bizden daha fazla hadisleri referans olarak vermez. Bizim kadar hadisleri kitaplarında kimse kullanamaz"
Fatih Orum diyor ki,
"Her ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız.
Hadisler hikmet hâleleridir.
Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz.
Hadisleri çöplüğe atılacak sözler olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP: Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır, Fatih Orum ve Erdem Uygan Nebi ile Resulün arasında bulunan farktan haberleri olmadığı için böyle anlamsız sözler söylemişlerdir.
İslam'a ve Müslümanlarlara en büyük darbeler içeriden gelir.
Mehmet Okuyan'ı ve diğer arkadaşları yukarıda sarfettikleri cehalet dolu sözleri eleştirdiğimden dolayı bir çok kişi şiddetle beni kınadı.
Arkadaşlar! Ben Mehmet Okuyan'ın düşmanı değilim.
Kur'an'ı Mübin'de Allah ( cc) hatalarından dolayı Nebileri bile eleştiriye tâbi tutar.
Çünkü NEBİLER hata eder. ELÇİLER hata etmez.
MESELA,
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz" ( Tevbe, 113)
Yukarıdaki ayette Allah ( cc) müminlerin hata ettiği gibi, NEBİ'NİN de hata ettiğini apaçık olarak ortaya koymuştur.
Olumsuz yerlerde Allah ( cc) Kur'anda müminlerle beraber NEBİ kavramını kullanır.
MESELA
"Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, NEBİ'Yİ ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle Ensarı affetti,,,,,"(Tevbe, 117)
Olumlu yerlerde Kur'an RESUL (ELÇİ) kavramını kullanır.
MESELA,
"Sizin dostunuz ancak ALLAH'TIR'tır, RESULÜDÜR, iman edenlerdir,,,,,,,"
(Mâide, 55)
"Kim ALLAH'I, RESULÜNÜ ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olan şüphesiz ALLAH'IN tarafını tutanlardır"
(Mâide, 56)
Kur'an sisteminde RESUL (ELÇİ) kavramı tamamen ALLAH'I temsil makamında kullanılmıştır. Bunun yüzlerce örneği vardır.
MESELA,
"Kim RESÜLE ( ELÇİYE) itaat ederse ALLAH'A itaat etmiş olur.
Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!" (Nisa, 80)
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim RESÜLE(ELÇİYE) karşı çıkar ve müminlerin (tevhid)yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakır ve cehenneme sokarız, o ne kötü yerdir"
(Nisa, 115)
RESÜLLER(ELÇİLER) tamamen ALLAH'I temsil ettikleri için onlara itaat ALLAH'A itaat, onlara isyan ALLAH'A isyan etmek gibi kabul edilmiştir.
Bakın sistem nasıl kurulmuş.
"Size ALLAH'IN AYETLERİ okunurken, üstelik ALLAH'IN RESULÜ de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim ALLAH'A bağlanırsa kesinlikle DOĞRU YOLA iletilmiştir"
(Âli İmran, 101)
SİSTEM ŞU: ALLAH'IN AYETLERİ, ALLAH'IN RESULÜ, ALLAH'A BAĞLANMAK, SIRAT-I MÜSTAKİM.
Yani ALLAH RESULÜ ALLAH'I TEMSİL MAKAMINDADIR.
ALLAH RESULÜ KONUŞAN KUR'ANDIR, vahiy ELÇİNİN dilinde hayat bulur.
Elçi olmazsa din, Kur'an, iman, vahiy diye bir şey OLMAZ .
ARKADAŞLAR!
ALLAH KELAMININ ALLAH RESULÜ'NÜN DİLİNDEN HAYAT BULMASI AZ BİR ŞEREF MİDİR?
BU ŞEREF VE ONUR BUHARİ'NİN YALAN VE UYDURMALARIYLA KIYASLANIR MI? Allah'ın elçisi olmak en büyük ödül değil mi?
Dolayısıyla, Mehmet Okuyan'ın Allah Resulü'ne iftira olan Emevi Abbasi imalatı hurafe ve uydurma rivayetleri
kabul etmeyenleri Allah Resulü'nün düşmanı ve kafir olarak ilan etmesi tam bir cehalet ve iftiradır.
ALLAH, RESUL VE ALLAH'IN AYETLERİ SİSTEMİ:
",,,,,Deki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun RESULÜ ile mi alay ediyorsunuz"
(Tevbe, 65)
RESUL(Elçi) görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Kur'an tarafından Allah'ın ayetlerine karşı gelmek olarak görülmüştür.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"(En'am, 33)
Çok ilginç değil mi?
ELÇİNİN misyonu sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Allah'a karşı gelmek olarak kabul edilmiştir.
Çünkü elçiye zeval olmaz, o kendine verilen elçilik görevini yerine getiriyor.
Kur'an'ın hiçbir ayetinde Nebileri yalanladılar yoktur, hepsinde RESUL (Elçi) veya Elçilerimi yalanladılar geçiyor.
"İşte, inkâr ettikleri, ÂYETLERİMİ ve ELÇİLERİMİ alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"(Kehf, 106)
"Nuh kavmi de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 105)
"Âd kavmide ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 123)
"Semud Kavmi de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 141)
"Eyke halkı da ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı"(Şuara, 176)
"Andolsun ki senden önceki ELÇİLER de yalanlanmıştı,,,,"
(En'am, 34)
Ayetlerin hepsinde elçiler denmesinin sebebi hepsinin aynı değere sahip oldukları ve aynı görevi yaptıkları içindir.
Yoksa bu kavimlere bir Elçi gönderilmişti, birden fazla elçi gönderilmemişti.
Kur'anın hiçbir ayetinde "Nebileri yalanladılar yoktur"
Kur'anın hiçbir ayetinde "Nebilere itaat edin diye bir ayet yoktur"
Elçilere mutlak itaat emredilmiştir fakat Nebilere itaat mutlak değildir, yani onlara iyi işlerde itaat edilir.
İşte ayet,
"Ey NEBİ! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için mağfiret dile,,,,"
(Mumtehine, 12)
Mehmet Okuyan Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen biridir.
Eğer bu farkı bilseydi böyle bir şey söylemezdi.
Kur'an ehli muvahhidleri ELÇİ düşmanı olarak görmek tam bir cehalet ve iftiradır.
Allah'ın Resulü değer ve kıymetini Kur'an'dan alır, Emevi Abbasi imalatı hurafe ve uydurma rivayetlerden değil.
Bütün Allah Elçileri değerlerini sadece ve sadece Kur'an'dan alırlar.
Çünkü onlar hakkında en doğru ve sağlıklı bilgiyi Allah verir.
",,,Allah gibi hiç kimse haber veremez"
(Fatır, 14)
Allah Elçilerinin arasında ayırım yapmak da doğru değildir.
Hangisinin üstün olduğunu sadece Alla bilir.
Emevi Abbasi hurafelerini kabul etmemek ayrı bir şey, Allah Resulü'nü kabul etmemek ayrı bir şeydir.
Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisleri reddetmek Allah'ın Resulünü yalan ve iftiralardan tenzih etmektir, onun şanını, makam ve mertebesini yüceltmektir.
Bu görev de Kur'an ehli muvahhidlere büyük bir şeref ve onurdur.
Çünkü Allah'ın Resulünü üzenler lanetlenmişlerdir.
",,,Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"
(Tevbe, 61)
"Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab, 57)
ARKADAŞLAR!
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen biri konuşmasında her an hata etmeye mahkumdur.
Elçi ile Nebi kavramlarının arasındaki farkı kavrayamayan Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Kur'an sisteminde Resul ile Allah'ın ayetleri arasında bir fark yoktur.
Hatta bazı özelliklerde Allah'ın elçisi ayetlerin önüne bile geçebilir.
Çünkü o canlı bir örnektir, insanlara dini kabul ettirmede daha etkilidir.
Ayetlerin dili yok ki, kitap konuşamaz.
Vahiy sözün gücüne dayanan bir özellik olduğu için Elçisiz din olmaz.
Elçisiz din mümkün değildir.
Resülluk (Elçilik) görevi resmi, Nebilik makam ve mertebesi özeldir.
Elçinin onur ve şerefi Kur'an tarafından koruma altına alınmıştır, fakat sözleri ümmeti bağlamaz.
Çünkü insanları bağlayan tek şey Elçinin dilinde hayat bulan Kur'andır.
Yüzlerce ayette Allah bizi Kur'andan sorumlu tutacağını ortaya koymuştur.
Bu din Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından tamamlanmıştır.
Din geldiği gibi orijinal olarak yaşanmalıdır. Milyon dolarlık antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla
veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin
kıymetini yok edeceği gibi, veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saatin arıza vermesi gibi,
dine de yabancı maddelerin karışmasıyla din bozulup hükümsüz kalacaktır. Bundan dolayı Allah ( cc) Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara, 42)
Pekmez veya bal dolu bir kazana bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını bozacağı gibi dinde böyledir. Allah( cc)Hanif, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan,
saf ve temiz olan dininin bozulmasına ve tahrif edilmesine razı olur mu?
Ama maalesef Şia ve Ehli sünnet din diye bir şey bırakmadılar.
Bazıları hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin ne sakıncası var? diyebilir.
Fakat 1400 seneden beri hadisler kültür ve gelenek olarak değil, bir din olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Allah ( cc) bir kez bile Allah Resulü'nün mescidi Dirar'da namaz kalmasına razı olmadı, Kur'an'ın karşısında bütün hadisler mescidi Dirar hükmündedir.
İşte bu yüzden hadisleri düşünürlerin sözlerine benzetmek doğru değildir.
Hadislere göre dinden dönen öldürülür, zina eden recmedilir, namaz kılmayan kafirdir ve öldürülür,
"Abdestsiz ve cünup olarak Kur'an'a dokunulmaz" demek iftira ve cehalet değil midir? İnsanlara kaza namazı kıldırmak ahmaklık değil midir?
Fakat hiçbir Ata sözünden böyle hükümler çıkarılamaz.
Hadislerin hepsi Allah'ın Resulüne hakaret ve iftira içeren yalan sözlerdir. Müslümanlar arasında
tefrika ve düşmanlık sokan, insanları Allah'ın yolundan saptıran tarihin en tehlikeli metinleridir.
Kur'an'ın tek kaynak olduğuna dair onlarca ayet mevcuttur.
Yani uyarıcı ve müjdeleyici olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır"
(En'am, 51)
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? "derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut, 50)
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut, 51)
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin"
(Zuhruf, 43)
"Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf, 44)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver "
(Kaf, 45 )
",,,,Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur"
(Bakara, 120)
Şuda bir hakikattir, Kur'an'a tam olarak teslim olmayan Furkan'ı asla yakalayamaz, yani rivayetleri tamamen terk etmeyeni Allah( cc) tam olarak temize çıkarmıyor.
22 Mart 2017 Çarşamba
LEH'VEL HADİS (BOŞ LAF)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır"
(Lokman, 6)
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taşlayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver"
(Lokman, 7)
Aslında Allah'ın kitabına baktığımızda Allah ( cc) Kur'andan başka hiçbir kaynağı referans olarak kabul etmez.
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze (HADİS) iman edecekler"
( Casiye, 6)
"Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze iman edecekler"
(Murselat, 50)
Kur'an'da sadece Allah'a ve Resulüne mutlak itaat emredilmiştir.
Resüle (Elçiye) itaat Allah'ı temsil ettiğinden dolayıdır.
İlgili bütün ayetlerde Allah ve Resulü'ne itaat edin BUYRULMUŞTUR.
Çünkü Vahiy Elçinin dilinde hayat bulur, elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz.
Bundan dolayı Kur'an'ın hiçbir süresinde Nebi'ye itaat edin diye bir ayet yoktur.
Resülün görevi Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmekten başka bir şey değildir.
Resül sadece ve sadece Allah'tan indirilen vahyi tebliğ eder ve bu hakikat yüzlerce ayette apaçık bir şekilde göz önüne serilir.
Peki hakikat bu kadar ortada iken Allah Resulü'nden bir- iki asır sonra ayette geçtiği gibi neden bazıları "hadisler-boş sözler" in peşinde ömürlerini çürütmüşler?
Bu sorunun cevabı çok basittir.
Allah'a yemin olsun ki, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, mâlik, İbni mace, Küleyni gibi hadis dilencileri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, Kur'an sisteminden, Allah'ın apaçık kitabının hikmetinden haberleri olsaydı hadislerin (boş sözlerin) peşlerinden hayatlarını zayi etmez, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine, Allah'ın kitabının hikmetine ve ilmine yoğunlaşırlardı.
Çünkü onlara hadislerin peşinde gitmelerini emreden, öneren, tavsiye eden hiçbir ayet mevcut değildir.
Aksine Kur'an'ın araştırılması, üzerinde düşünülmesi ile alakalı onlarca ayet vardır.
MESELA,
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"(Muhammed, 24)
"(RESULÜM! ) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"
(Sâd, 29)
"Hâlâ Kur'an üzerinde düşünmüyorlar mı? Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
Bence hadis toplayıcıları ya son derece Kur'an cahili, Allah'ın apaçık kitabından haberleri olmamış kimseler idi.
Veya hadis toplayarak insanları Kur'an'dan, dolayısıyla tevhid akidesinden uzaklaştırmaya çalışan İslam düşmanları idiler.
Ayetlere baktığımızda bu şıkkın daha doğru olduğunu görüyoruz.
Çünkü yüzlerce ayette Kur'an'dan başka hiçbir şeyin insanların hidayetine vesile olmayacağı kesin olarak ortaya konmuştur.
(Resulüm! )" De ki: Eğer ( haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir bilendir"
(Sebe, 50)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır"
(Lokman, 6)
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taşlayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver"
(Lokman, 7)
Aslında Allah'ın kitabına baktığımızda Allah ( cc) Kur'andan başka hiçbir kaynağı referans olarak kabul etmez.
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze (HADİS) iman edecekler"
( Casiye, 6)
"Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze iman edecekler"
(Murselat, 50)
Kur'an'da sadece Allah'a ve Resulüne mutlak itaat emredilmiştir.
Resüle (Elçiye) itaat Allah'ı temsil ettiğinden dolayıdır.
İlgili bütün ayetlerde Allah ve Resulü'ne itaat edin BUYRULMUŞTUR.
Çünkü Vahiy Elçinin dilinde hayat bulur, elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz.
Bundan dolayı Kur'an'ın hiçbir süresinde Nebi'ye itaat edin diye bir ayet yoktur.
Resülün görevi Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmekten başka bir şey değildir.
Resül sadece ve sadece Allah'tan indirilen vahyi tebliğ eder ve bu hakikat yüzlerce ayette apaçık bir şekilde göz önüne serilir.
Peki hakikat bu kadar ortada iken Allah Resulü'nden bir- iki asır sonra ayette geçtiği gibi neden bazıları "hadisler-boş sözler" in peşinde ömürlerini çürütmüşler?
Bu sorunun cevabı çok basittir.
Allah'a yemin olsun ki, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, mâlik, İbni mace, Küleyni gibi hadis dilencileri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, Kur'an sisteminden, Allah'ın apaçık kitabının hikmetinden haberleri olsaydı hadislerin (boş sözlerin) peşlerinden hayatlarını zayi etmez, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine, Allah'ın kitabının hikmetine ve ilmine yoğunlaşırlardı.
Çünkü onlara hadislerin peşinde gitmelerini emreden, öneren, tavsiye eden hiçbir ayet mevcut değildir.
Aksine Kur'an'ın araştırılması, üzerinde düşünülmesi ile alakalı onlarca ayet vardır.
MESELA,
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"(Muhammed, 24)
"(RESULÜM! ) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"
(Sâd, 29)
"Hâlâ Kur'an üzerinde düşünmüyorlar mı? Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
Bence hadis toplayıcıları ya son derece Kur'an cahili, Allah'ın apaçık kitabından haberleri olmamış kimseler idi.
Veya hadis toplayarak insanları Kur'an'dan, dolayısıyla tevhid akidesinden uzaklaştırmaya çalışan İslam düşmanları idiler.
Ayetlere baktığımızda bu şıkkın daha doğru olduğunu görüyoruz.
Çünkü yüzlerce ayette Kur'an'dan başka hiçbir şeyin insanların hidayetine vesile olmayacağı kesin olarak ortaya konmuştur.
(Resulüm! )" De ki: Eğer ( haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir bilendir"
(Sebe, 50)
21 Mart 2017 Salı
15 TEMMUZ RUHU
Hakikatler cahillerin hoşuna gitmez, özellikle atalarını, âlimlerini, mezhep imamlarını, efendilerini ilah ve Rab olarak ilan edenler şu yazacaklarımdan ifrit olacaklardır.
Eğer Allah'ın kitabı Kur'an gerçekleri apaçık olarak ortaya koymasaydı geçmişini kutsayan yalancı hadisçilere karşı sesimizi çıkaramayacaktık.
Fakat dağlardan bin derece daha kavi ve metin olan Allah'ın mesajına dayandığımızdan dolayı atalarını ilah ve Rab konumuna sokanlar bize diş geçirememektedirler.
Kur'an'a dayanarak her zaman şu gerçeği söylemişimdir.
"Günümüz türkiye Cumhuriyetinde veya İslam aleminin herhangi bir yerinde bulunan bir müslüman ile Allah Resulü'nün döneminde Medine'de yaşayan bir sahabi arasında fazilet açısından hiç bir fark yoktur"
Yani Hz Ebubekir ve Hz Ömer günümüzün İstanbul'unda yaşayan bir müslümandan daha üstün değillerdir.
Siz, Allah Resulü'nün arkadaşlarını yücelten yalancılara bakmayın, Kur'an'a bakın gerçeği göreceksiniz.
Fakat yalancı hadisçiler, âlimler, tarihçiler geçmiş şahsiyetleri o derece yüceltirler ki, doğrunun ortaya konmasına engel olurlar.
Fakat önümüzde Kur'an var.
Ve bu Kur'an en geniş manada Allah Resulü'nün arkadaşlarının sergilemiş oldukları ahlakı bize çok açık olarak ortaya koyuyor.
MESELA, "Allah Resulü'nün arkadaşlarının savaştan kaçtıklarını" (Âli İmran, 152, 153, Tevbe, 25, 26)
"Savaşa gitmekten korktuklarını" (Tevbe, 38, 39, 40)
"Ölümden korktuklarını" (Âli İmran, 142, 143, 144, 145 146)
"Dünya malı için masum insanları öldürdüklerini"(Nisa, 94)
"Allah Resulü'nün hanımına zina iftirasında bulunduklarını"(Nur, 11,20)
"Müslümanlıklarını Allah Resulü'ne karşı başa kaktıklarını"(Hucurat, 17)
"Allah'a din öğretmeye yeltendiklerini"(Hucurat, 16)
"Dedikodu, ğiybet, casusluk, fitne gibi kötü ahlaka tevessül ettiklerini"(Hucurat, 11, 12)
"Allah Ve Resulü'ne ihanet ettiklerini"(Enfal, 27)
"Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini"(Mumtehine, 1,2,3,4,5)
"Allah Resulü önemli bir konuşma yaparken onu ayakta terkederek eğlence ve ve ticarete koştuklarını"(Cuma, 11) bildirmektir.
Bu ayetler gibi Allah Resulü'nün arkadaşlarının olumsuz hareketlerini anlatan yüzlerce ayet mevcuttur.
Şüphesiz Allah Resulü'nün arkadaşları içinde kahraman, fedakar ve Allah'ın razı olduğu kimselerde vardır ve bu gerçek de Kur'an'da bildirilmiştir.
İşte 15 temmuz akşamında en karanlık ve aşağılık bir örgüte karşı tarihte eşine az rastlanır bir kahramanlık sergileyen yiğitleri yad etmek özgürlüğe aşık olan her insanın üzerine bir haktır.
Elinde hiç bir silahı olmayan, korkup yılmayan, hareket halinde olan tankın altına yatan, en ağır savaş araçlarına karşı meydan okuyan siz kahramanlara saygılarımı sunuyorum.
Bu olay bir partiyi tutma, bir şahsi ve hükümeti kurtarma meselesi değildir.
Bu olay emperyalist alçakların uşaklarına karşı yapılmış asla küçümsenmemesi gereken bir kahramanlık destanıdır.
15 Temmuz'da Ölüme meydan okuyanlar! Sizinle aynı zaman diliminde yaşadığımdan dolayı gurur duyuyorum.
Allah sizlerden razı olsun.
Bence 15 temmuz akşamında Allah, insanların kalplerinden ölüm korkusunu silip atmıştı.
Artık yaşamak ile ölmek arasında bir fark kalmamıştı.
O gece insanlar asli vatanlarına karşı daha yakın duruyorlardı.
Tarihte buna benzer sahnelerin olduğunu Kur'an iftiharla bize aktarıyor.
O gece Allah tarafından sekine ve huzur nazil olmuştu.
"Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (sükunet ve huzur duygusunu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kafirlere azap etti. İşte bu, kafirlerin cezasıdır"
(Tevbe, 26)
"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever"
( Âli İmran, 146)
"Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle! "(ÂLİ İMRAN, 147)
"Allah da onlara dünya nimetini ve daha da önemlisi ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, muhsinleri sever"(Âli İmran, 148)
Allah mekanını cennet etsin, Mehmet Akif boşuna " Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" dememiş.
Hakikatler cahillerin hoşuna gitmez, özellikle atalarını, âlimlerini, mezhep imamlarını, efendilerini ilah ve Rab olarak ilan edenler şu yazacaklarımdan ifrit olacaklardır.
Eğer Allah'ın kitabı Kur'an gerçekleri apaçık olarak ortaya koymasaydı geçmişini kutsayan yalancı hadisçilere karşı sesimizi çıkaramayacaktık.
Fakat dağlardan bin derece daha kavi ve metin olan Allah'ın mesajına dayandığımızdan dolayı atalarını ilah ve Rab konumuna sokanlar bize diş geçirememektedirler.
Kur'an'a dayanarak her zaman şu gerçeği söylemişimdir.
"Günümüz türkiye Cumhuriyetinde veya İslam aleminin herhangi bir yerinde bulunan bir müslüman ile Allah Resulü'nün döneminde Medine'de yaşayan bir sahabi arasında fazilet açısından hiç bir fark yoktur"
Yani Hz Ebubekir ve Hz Ömer günümüzün İstanbul'unda yaşayan bir müslümandan daha üstün değillerdir.
Siz, Allah Resulü'nün arkadaşlarını yücelten yalancılara bakmayın, Kur'an'a bakın gerçeği göreceksiniz.
Fakat yalancı hadisçiler, âlimler, tarihçiler geçmiş şahsiyetleri o derece yüceltirler ki, doğrunun ortaya konmasına engel olurlar.
Fakat önümüzde Kur'an var.
Ve bu Kur'an en geniş manada Allah Resulü'nün arkadaşlarının sergilemiş oldukları ahlakı bize çok açık olarak ortaya koyuyor.
MESELA, "Allah Resulü'nün arkadaşlarının savaştan kaçtıklarını" (Âli İmran, 152, 153, Tevbe, 25, 26)
"Savaşa gitmekten korktuklarını" (Tevbe, 38, 39, 40)
"Ölümden korktuklarını" (Âli İmran, 142, 143, 144, 145 146)
"Dünya malı için masum insanları öldürdüklerini"(Nisa, 94)
"Allah Resulü'nün hanımına zina iftirasında bulunduklarını"(Nur, 11,20)
"Müslümanlıklarını Allah Resulü'ne karşı başa kaktıklarını"(Hucurat, 17)
"Allah'a din öğretmeye yeltendiklerini"(Hucurat, 16)
"Dedikodu, ğiybet, casusluk, fitne gibi kötü ahlaka tevessül ettiklerini"(Hucurat, 11, 12)
"Allah Ve Resulü'ne ihanet ettiklerini"(Enfal, 27)
"Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini"(Mumtehine, 1,2,3,4,5)
"Allah Resulü önemli bir konuşma yaparken onu ayakta terkederek eğlence ve ve ticarete koştuklarını"(Cuma, 11) bildirmektir.
Bu ayetler gibi Allah Resulü'nün arkadaşlarının olumsuz hareketlerini anlatan yüzlerce ayet mevcuttur.
Şüphesiz Allah Resulü'nün arkadaşları içinde kahraman, fedakar ve Allah'ın razı olduğu kimselerde vardır ve bu gerçek de Kur'an'da bildirilmiştir.
İşte 15 temmuz akşamında en karanlık ve aşağılık bir örgüte karşı tarihte eşine az rastlanır bir kahramanlık sergileyen yiğitleri yad etmek özgürlüğe aşık olan her insanın üzerine bir haktır.
Elinde hiç bir silahı olmayan, korkup yılmayan, hareket halinde olan tankın altına yatan, en ağır savaş araçlarına karşı meydan okuyan siz kahramanlara saygılarımı sunuyorum.
Bu olay bir partiyi tutma, bir şahsi ve hükümeti kurtarma meselesi değildir.
Bu olay emperyalist alçakların uşaklarına karşı yapılmış asla küçümsenmemesi gereken bir kahramanlık destanıdır.
15 Temmuz'da Ölüme meydan okuyanlar! Sizinle aynı zaman diliminde yaşadığımdan dolayı gurur duyuyorum.
Allah sizlerden razı olsun.
Bence 15 temmuz akşamında Allah, insanların kalplerinden ölüm korkusunu silip atmıştı.
Artık yaşamak ile ölmek arasında bir fark kalmamıştı.
O gece insanlar asli vatanlarına karşı daha yakın duruyorlardı.
Tarihte buna benzer sahnelerin olduğunu Kur'an iftiharla bize aktarıyor.
O gece Allah tarafından sekine ve huzur nazil olmuştu.
"Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (sükunet ve huzur duygusunu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kafirlere azap etti. İşte bu, kafirlerin cezasıdır"
(Tevbe, 26)
"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever"
( Âli İmran, 146)
"Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle! "(ÂLİ İMRAN, 147)
"Allah da onlara dünya nimetini ve daha da önemlisi ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, muhsinleri sever"(Âli İmran, 148)
Allah mekanını cennet etsin, Mehmet Akif boşuna " Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" dememiş.
PARALEL DİN (53. YAZI)
Tahrif edilmiş ve bozulmuş dinin en önemli özelliği din adamlarının kurdukları bir kutsallık zincirinin var olmasıdır.
Özellikle bu batıl ve uydurma olan kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta ve kendi mezhep imamlarının görüşlerini, içtihatlarını, inançlarını, fikirlerini ve uygulamalarını taklit etmeyenleri İslam düşmanı olarak görmektedirler.
Dinin, Allah'ın apaçık kitabından sapıp uydurulmuş beşer dinine yani İlahların ve evliyaların şirk dini olan paralel dine nasıl dönüştüğünü bir misal ile göstermeye çalışalım.
Şia'yagöre: Dinde İmamet itikadi bir konudur, dinde esastır, usul-ı dinden sayılır.
Yani Allah Resulü'nden sonra Hz Ali'nin halife, imam, vâsi ve müminlerin emiri olduğuna inanmayan kimse gerçek anlamda müslüman olamaz.
Şia'ya göre beklenen Mehdi (mehdi'i muntazır) ile beraber on iki imama inanmayan İslam dairesi dışındadır.
Bu inanç size basit gelebilir,fakat Şia bu inanca çok değer verir, asla tartışma konusu bile yapmaz.
Hatta "Zamanın imamını tanımadan ölen kimse cahiliye(küfür) üzere ölmüştür" uydurma ve iftira hadisini ehli sünnet ve Şia ortak olarak nakletmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet dininin rivayet ve içtihatlarında dini algılama yöntemleri aşağı yukarı şu şekildedir.
" Din adamları (imamlar,müctehidler, âlimler, Ayetullahlar ve benzerleri) dinin kurucusu ve muhafızlarıdır. Onlar masumdur, hatalardan münezzehtirler.
Dolayısıyla Kur'an'ın yorumlanmasında onları yegane otorite olarak görmeli ve alçak gönüllü bir tavırla bize verdikleri bilgileri itiraz etmeden almalıyız.
Din adamlarının doğru kabul ettikleri hiçbir şeye karşı gelmemeliyiz.
Tahrif edilmiş ve bozulmuş dinin en önemli özelliği din adamlarının kurdukları bir kutsallık zincirinin var olmasıdır.
Özellikle bu batıl ve uydurma olan kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta ve kendi mezhep imamlarının görüşlerini, içtihatlarını, inançlarını, fikirlerini ve uygulamalarını taklit etmeyenleri İslam düşmanı olarak görmektedirler.
Dinin, Allah'ın apaçık kitabından sapıp uydurulmuş beşer dinine yani İlahların ve evliyaların şirk dini olan paralel dine nasıl dönüştüğünü bir misal ile göstermeye çalışalım.
Şia'yagöre: Dinde İmamet itikadi bir konudur, dinde esastır, usul-ı dinden sayılır.
Yani Allah Resulü'nden sonra Hz Ali'nin halife, imam, vâsi ve müminlerin emiri olduğuna inanmayan kimse gerçek anlamda müslüman olamaz.
Şia'ya göre beklenen Mehdi (mehdi'i muntazır) ile beraber on iki imama inanmayan İslam dairesi dışındadır.
Bu inanç size basit gelebilir,fakat Şia bu inanca çok değer verir, asla tartışma konusu bile yapmaz.
Hatta "Zamanın imamını tanımadan ölen kimse cahiliye(küfür) üzere ölmüştür" uydurma ve iftira hadisini ehli sünnet ve Şia ortak olarak nakletmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet dininin rivayet ve içtihatlarında dini algılama yöntemleri aşağı yukarı şu şekildedir.
" Din adamları (imamlar,müctehidler, âlimler, Ayetullahlar ve benzerleri) dinin kurucusu ve muhafızlarıdır. Onlar masumdur, hatalardan münezzehtirler.
Dolayısıyla Kur'an'ın yorumlanmasında onları yegane otorite olarak görmeli ve alçak gönüllü bir tavırla bize verdikleri bilgileri itiraz etmeden almalıyız.
Din adamlarının doğru kabul ettikleri hiçbir şeye karşı gelmemeliyiz.
PARALEL DİN (52. YAZI)
Ehli sünnet ve Şia'nın bir çok cemaat ve cereyanlarında bugün Allah'ın kitabı Kur'an'ın yerine kendi önderlerine,
Cemaat liderlerine, Tarikat Şeyhlerine ait kitaplar ve kurtarıcı Mehdi olarak kabullendikleri din büyüklerinin kitapları baş tacı edilmekte, onlardan başka
kaynak ve hidayet yolu kabul edilmemekte ve sadece bu kitaplar okunmakta ve cemaata bu kitaplar okutulmaktadır.
Bazılarının yanında Kur'an olsa da çoğu zaman O'ndan bir şeyler öğrenmek amacıyla değil sevap amaçlı teberrüken istifade edilmek için okunmaktadır.
Halbuki dinin âlimleri ve idarecileri kendi milletinin hidayetçileri sayılır.
Allah'ın kitabına baştan sona kadar baktığımızda ondan başka hiçbir kaynak kabul edilmemekte ve sadece Kur'an'a bağlı olarak yaşamak emredilmektedir.
Özellikle insanları sahip oldukları beşeri konumdan çıkarıp Allah ile kulları arasında şefaatçi ilahlar, Gavslar, evliyalar, şeyhler, efendiler, rabler ve kurtarıcılar edinmeyi şiddetle yasaklmatadır.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim.
Bana ilahınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık (tevhid) üzerinde müstakim olun.
Ondan bağışlanma dileyin.
Müşriklere yazıklar olsun"
(Fussilet, 6)
"(Ey müşrikler! )Allah ile beraber kulluk ettikleriniz sizler gibi (aciz) kullardır.
(Onların ilahlar ve evliyalar oldukları hakkında iddianızda) doğru iseniz, onları (yardıma) çağırın da sizeyardım etsinler"
(Â'raf, 194)
Dolayısıyla Kur'an, Allah ile kulları arasında tevhid sistemini yani isim ve sıfatlarında kim olursa olsun herhangi bir yaratığın Allah'a ortak yapılmasını en esas ve hayati ilke olarak ortaya koyar.
Aslında Allah tarafından indirilen bütün kitapların ve gönderilen tüm Elçilerin geliş amacı, temel ilkesi ve kanunu bu olduğu bilinmektedir.
"(Ey RESUL! ) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona: "Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin" diyevahyetmiş olmayalım"
( Enbiya, 25)
"(RESULÜM! ) Şüphesiz sana da senden önce öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükreden (Muvahhidlerden) ol"
(Zümer, 65, 66)
Ehli sünnet ve Şia'nın bir çok cemaat ve cereyanlarında bugün Allah'ın kitabı Kur'an'ın yerine kendi önderlerine,
Cemaat liderlerine, Tarikat Şeyhlerine ait kitaplar ve kurtarıcı Mehdi olarak kabullendikleri din büyüklerinin kitapları baş tacı edilmekte, onlardan başka
kaynak ve hidayet yolu kabul edilmemekte ve sadece bu kitaplar okunmakta ve cemaata bu kitaplar okutulmaktadır.
Bazılarının yanında Kur'an olsa da çoğu zaman O'ndan bir şeyler öğrenmek amacıyla değil sevap amaçlı teberrüken istifade edilmek için okunmaktadır.
Halbuki dinin âlimleri ve idarecileri kendi milletinin hidayetçileri sayılır.
Allah'ın kitabına baştan sona kadar baktığımızda ondan başka hiçbir kaynak kabul edilmemekte ve sadece Kur'an'a bağlı olarak yaşamak emredilmektedir.
Özellikle insanları sahip oldukları beşeri konumdan çıkarıp Allah ile kulları arasında şefaatçi ilahlar, Gavslar, evliyalar, şeyhler, efendiler, rabler ve kurtarıcılar edinmeyi şiddetle yasaklmatadır.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim.
Bana ilahınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık (tevhid) üzerinde müstakim olun.
Ondan bağışlanma dileyin.
Müşriklere yazıklar olsun"
(Fussilet, 6)
"(Ey müşrikler! )Allah ile beraber kulluk ettikleriniz sizler gibi (aciz) kullardır.
(Onların ilahlar ve evliyalar oldukları hakkında iddianızda) doğru iseniz, onları (yardıma) çağırın da sizeyardım etsinler"
(Â'raf, 194)
Dolayısıyla Kur'an, Allah ile kulları arasında tevhid sistemini yani isim ve sıfatlarında kim olursa olsun herhangi bir yaratığın Allah'a ortak yapılmasını en esas ve hayati ilke olarak ortaya koyar.
Aslında Allah tarafından indirilen bütün kitapların ve gönderilen tüm Elçilerin geliş amacı, temel ilkesi ve kanunu bu olduğu bilinmektedir.
"(Ey RESUL! ) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona: "Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin" diyevahyetmiş olmayalım"
( Enbiya, 25)
"(RESULÜM! ) Şüphesiz sana da senden önce öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükreden (Muvahhidlerden) ol"
(Zümer, 65, 66)
VAHŞİ KAHRAMANIN DÖNÜŞÜ:
Başrolünde Richard Harris'in oynadığı "vahşi kahramanın dönüşü" adlı filmin özeti kısaca şöyledir.
Richard Harris Amerika yerlilerinden"sarı el" kabilesine mensup biridir.
On iki yaşlarında İngiltere'ye giderek iyi bir eğitim aldıktan sonra İngiliz aristokrat ve bürokratik hayatında önemli bir konuma ve yaşam standardına sahip olur.
Tarihi şatosunda, son derece lüks bir hayat içerisinde, etrafında kendisine hizmet edenlerle beraber müreffeh ve sorunsuz bir hayat sürdürmektedir.
Fakat aklından hiç çıkaramadığı kabilesini ziyaret etmek ister.
Kabilesinin çocuklarına, kadınlarına hediyeler alarak "sarı el" Kabilesinin "kutsal" olarak inandığı yurduna döndüğünde şok olur.
Çünkü kabilesinin beyaz adamlar tarafından
işgal edildiğini, kabilesinin bir çoğunun beyaz adamlar tarafından öldürüldüğünü, sağ kalanların ise ıssız, kurak, çorak, hiç bir işe yaramaz,
ot bitmez kervan geçmez, yaşamaya elverişli olmayan bir yere kaçıp sığındıklarını acılar içinde müşahade eder.
Artık eskisi gibi bufalo, bizon avlayıp yemek yoktur.
Kutsal olarak kabul ettikleri güzel vatanlarında özgür yaşayan "sarı el"kabilesi son derece sefil bir hayata mahkum olmuştur.
İngiltere'den kabilesine dönen vahşi kahraman İngiltere'yi ve lüks yaşantısını unutarak kabilesini sefaletten kurtarmanın yollarını aramaya başlar.
Bu filmi anlatmamın sebebi şudur.
Bu ümmetin hayat macerasını beyaz adamın zulmüne uğrayan "sarı el" kabilesinin başına gelenlere benzettim.
Bizim bir kutsal yurdumuz, saf inancımız, arı duru bir tevhid akidemiz, cennet misali bir dinimiz
hidayet ve rahmet kaynağı kitabımız, İslam kardeşligimiz vardı.
Emevi Abbasi beyaz adamları geldiler, bizim mübarek kitabımızı,
temiz yurdumuzu, munbit vatanımızı, saf akidemizi elimizden alarak, çorak, ot bitmez kervan geçmez, yaşanmaz bereketsiz arazilere bizi mahkum ettiler.
Bu yüzden bu ümmet 1400 yıldan beri rahat ve rahmet yüzü görmedi.
Bu ümmet aynen vahşi kahraman gibi lüks yaşantısını terkedip ümmetin imdadına ve yardımına koşacak fedakar ve cefakar sadakat ehli muvahhidlerin özüne dönmeyi özlemle beklemektedir.
Başrolünde Richard Harris'in oynadığı "vahşi kahramanın dönüşü" adlı filmin özeti kısaca şöyledir.
Richard Harris Amerika yerlilerinden"sarı el" kabilesine mensup biridir.
On iki yaşlarında İngiltere'ye giderek iyi bir eğitim aldıktan sonra İngiliz aristokrat ve bürokratik hayatında önemli bir konuma ve yaşam standardına sahip olur.
Tarihi şatosunda, son derece lüks bir hayat içerisinde, etrafında kendisine hizmet edenlerle beraber müreffeh ve sorunsuz bir hayat sürdürmektedir.
Fakat aklından hiç çıkaramadığı kabilesini ziyaret etmek ister.
Kabilesinin çocuklarına, kadınlarına hediyeler alarak "sarı el" Kabilesinin "kutsal" olarak inandığı yurduna döndüğünde şok olur.
Çünkü kabilesinin beyaz adamlar tarafından
işgal edildiğini, kabilesinin bir çoğunun beyaz adamlar tarafından öldürüldüğünü, sağ kalanların ise ıssız, kurak, çorak, hiç bir işe yaramaz,
ot bitmez kervan geçmez, yaşamaya elverişli olmayan bir yere kaçıp sığındıklarını acılar içinde müşahade eder.
Artık eskisi gibi bufalo, bizon avlayıp yemek yoktur.
Kutsal olarak kabul ettikleri güzel vatanlarında özgür yaşayan "sarı el"kabilesi son derece sefil bir hayata mahkum olmuştur.
İngiltere'den kabilesine dönen vahşi kahraman İngiltere'yi ve lüks yaşantısını unutarak kabilesini sefaletten kurtarmanın yollarını aramaya başlar.
Bu filmi anlatmamın sebebi şudur.
Bu ümmetin hayat macerasını beyaz adamın zulmüne uğrayan "sarı el" kabilesinin başına gelenlere benzettim.
Bizim bir kutsal yurdumuz, saf inancımız, arı duru bir tevhid akidemiz, cennet misali bir dinimiz
hidayet ve rahmet kaynağı kitabımız, İslam kardeşligimiz vardı.
Emevi Abbasi beyaz adamları geldiler, bizim mübarek kitabımızı,
temiz yurdumuzu, munbit vatanımızı, saf akidemizi elimizden alarak, çorak, ot bitmez kervan geçmez, yaşanmaz bereketsiz arazilere bizi mahkum ettiler.
Bu yüzden bu ümmet 1400 yıldan beri rahat ve rahmet yüzü görmedi.
Bu ümmet aynen vahşi kahraman gibi lüks yaşantısını terkedip ümmetin imdadına ve yardımına koşacak fedakar ve cefakar sadakat ehli muvahhidlerin özüne dönmeyi özlemle beklemektedir.
PARALEL DİN (51. YAZI)
"İnsanlık tarihinde insanlar için en tehlikeli şey uydurma dindir demiştik"
Uydurma paralel din, Allah'ın indirdiği hakikî, hidayet, rahmet ve kurtuluş olan din ile savaş halinde olmuştur.
Ve bu uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık ve zehir dolu paralel din maalesef büyük çoğunluk tarafından ölesiye benimsenmiştir.
Paralel dinin sermayesi ve finansmanı devlet adamları,
sultanlar, krallar, padişahlar tarafından, fikir ve ideolojisi ise alçak din bilginleri tarafından sağlanır.
Mesela, Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve sünnilik
(Diyanet, Cemaatlar, Tarikatlar, Süleymancılık, Nurculuk vb. )
Allah'ın indirdiği Tevhid akidesine karşı kurulmuş paralel dinler grubuna girerler.
Çünkü meşruiyetini Allah'ın kitabından almayan her inanç, fikir, ideoloji,dini yapılanma kesinlikle paralel din sayılır.
Hatta yalan ve hurafelerde Sünnilik ve Şiilik Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha bozuk paralel din olarak İslam'a ve Müslümanlarlara en büyük hüsranı yaşatmışlardır.
Allah Resulü'nden hemen sonra günümüze kadar var olan ve kurulan devletlerin (Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlı Devleti) hiçbiri Kur'an'ı anlamayı ve tevhid sistemini gündemine almamıştır.
Hepsi uydurulmuş Emevi Abbasi paralel dinini tavizsiz olarak korumaya çalışmışlardır.
Bu paralel dine
karşı çıkan Kur'an ehli muvahhidler itham edilmekte, sapık, mezhepsiz, dinsiz, imansız,mason ve ajan olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.
MESELA, Türkiye Cumhuriyeti Devletin'de devlete karşı kurulan ehli sünnet mezhebine bağlı paralel yapı herkes tarafından kınanırken, asırlardır Allah'ın dinine karşı oluşturulan Şiilik ve Sünnilik paralel din kuruluşları hiçbir zaman gündeme alınmamaktadır.
Asıl devrilmesi ve yok edilmesi gereken bu tür yapılar olduğunu önemle hatırlatmak istiyorum.
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir?
Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
Çünkü Rabbi ona Müslüman ol, demiş, o da:
Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti.
Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da,
" Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti. O halde sadece Müslümanlar ( Muvahhidler) olarak ölünüz (dediler).
"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?
O zaman (Ya'kub) oğullarına: Bendensonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.
Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"
(Bakara, 130, 131, 132, 133)
"İnsanlık tarihinde insanlar için en tehlikeli şey uydurma dindir demiştik"
Uydurma paralel din, Allah'ın indirdiği hakikî, hidayet, rahmet ve kurtuluş olan din ile savaş halinde olmuştur.
Ve bu uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık ve zehir dolu paralel din maalesef büyük çoğunluk tarafından ölesiye benimsenmiştir.
Paralel dinin sermayesi ve finansmanı devlet adamları,
sultanlar, krallar, padişahlar tarafından, fikir ve ideolojisi ise alçak din bilginleri tarafından sağlanır.
Mesela, Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve sünnilik
(Diyanet, Cemaatlar, Tarikatlar, Süleymancılık, Nurculuk vb. )
Allah'ın indirdiği Tevhid akidesine karşı kurulmuş paralel dinler grubuna girerler.
Çünkü meşruiyetini Allah'ın kitabından almayan her inanç, fikir, ideoloji,dini yapılanma kesinlikle paralel din sayılır.
Hatta yalan ve hurafelerde Sünnilik ve Şiilik Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha bozuk paralel din olarak İslam'a ve Müslümanlarlara en büyük hüsranı yaşatmışlardır.
Allah Resulü'nden hemen sonra günümüze kadar var olan ve kurulan devletlerin (Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlı Devleti) hiçbiri Kur'an'ı anlamayı ve tevhid sistemini gündemine almamıştır.
Hepsi uydurulmuş Emevi Abbasi paralel dinini tavizsiz olarak korumaya çalışmışlardır.
Bu paralel dine
karşı çıkan Kur'an ehli muvahhidler itham edilmekte, sapık, mezhepsiz, dinsiz, imansız,mason ve ajan olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.
MESELA, Türkiye Cumhuriyeti Devletin'de devlete karşı kurulan ehli sünnet mezhebine bağlı paralel yapı herkes tarafından kınanırken, asırlardır Allah'ın dinine karşı oluşturulan Şiilik ve Sünnilik paralel din kuruluşları hiçbir zaman gündeme alınmamaktadır.
Asıl devrilmesi ve yok edilmesi gereken bu tür yapılar olduğunu önemle hatırlatmak istiyorum.
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir?
Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
Çünkü Rabbi ona Müslüman ol, demiş, o da:
Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti.
Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da,
" Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti. O halde sadece Müslümanlar ( Muvahhidler) olarak ölünüz (dediler).
"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?
O zaman (Ya'kub) oğullarına: Bendensonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.
Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"
(Bakara, 130, 131, 132, 133)
17 Mart 2017 Cuma
PARALEL DİN (50. YAZI)
İnsanlık tarihinde kitleleri Allah'ın yolundan saptıranlar ilim! adamlarıdır.
Çünkü uydurma da olsa bir inanç hakkında bilgi sahibi olmayan kişi insanları etkileyip onları bir yola kanalize edemez.
İşte bundan dolayı ataların dininde ısrar eden dünya ve rant peşinde koşan alçak din bilginleridir.
Bu bilginler uzman oldukları yalan ve uydurma dinin devam etmesinden yana tavır koyarlar ki, cahil halk üzerinde hegemonyaları devam etsin.
Bundan dolayı Allah ( cc) Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Onlardan bir çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür"
(Maide, 62)
"Din adamları ve âlimleri onları, günah olan (şirk) sözleri söylemekten ve haram yemekten alıkoysalardı ya! İşledikleri (hurafe ve yalanlar)ne kötü olmuştur"
(Mâide, 63)
"Ey iman edenler!
(Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları
Allah'ın yolundan saptırırlar.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler var ya, işte onlar için elem verici bir azap vardır"
Yukarıdaki ayetin, "Ey iman edenler!" diyerek başlaması ilginçtir. Yani bu aşağılık ahlak her zaman ve zeminde devam edecektir.
(Tevbe, 34)
Yahudi ve Hristiyan ilim adamları Allah'ın kendilerine indirdiği âyetleri dünya menfaatı karşılığında
değiştiriyorlar veya kendilerini rahatsız etmeyecek şekilde menfaatleri doğrultusunda hükmünü değiştirip heva ve arzularına göre yorumluyorladı.
Şu ayet çirkin ahlaklarını çok güzel ortaya koymaktadır.
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden,
"Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz"
diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalık karşılığında değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"
(Âli İmran, 187)
Bu konuda şu ayetler daha korkunçtur.
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu,
İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
"Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 175)
"O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
( Bakara, 176)
Allah ( cc) Kur'an'ı apaçık ve bir hikmete bağlı olarak hak ile indirdiği halde, din adamları ondaki hükümleri kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda değiştirip ümmeti içinden çıkılmaz felaketlere sardılar.
İnsanlık tarihinde kitleleri Allah'ın yolundan saptıranlar ilim! adamlarıdır.
Çünkü uydurma da olsa bir inanç hakkında bilgi sahibi olmayan kişi insanları etkileyip onları bir yola kanalize edemez.
İşte bundan dolayı ataların dininde ısrar eden dünya ve rant peşinde koşan alçak din bilginleridir.
Bu bilginler uzman oldukları yalan ve uydurma dinin devam etmesinden yana tavır koyarlar ki, cahil halk üzerinde hegemonyaları devam etsin.
Bundan dolayı Allah ( cc) Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Onlardan bir çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür"
(Maide, 62)
"Din adamları ve âlimleri onları, günah olan (şirk) sözleri söylemekten ve haram yemekten alıkoysalardı ya! İşledikleri (hurafe ve yalanlar)ne kötü olmuştur"
(Mâide, 63)
"Ey iman edenler!
(Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları
Allah'ın yolundan saptırırlar.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler var ya, işte onlar için elem verici bir azap vardır"
Yukarıdaki ayetin, "Ey iman edenler!" diyerek başlaması ilginçtir. Yani bu aşağılık ahlak her zaman ve zeminde devam edecektir.
(Tevbe, 34)
Yahudi ve Hristiyan ilim adamları Allah'ın kendilerine indirdiği âyetleri dünya menfaatı karşılığında
değiştiriyorlar veya kendilerini rahatsız etmeyecek şekilde menfaatleri doğrultusunda hükmünü değiştirip heva ve arzularına göre yorumluyorladı.
Şu ayet çirkin ahlaklarını çok güzel ortaya koymaktadır.
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden,
"Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz"
diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalık karşılığında değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"
(Âli İmran, 187)
Bu konuda şu ayetler daha korkunçtur.
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu,
İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
"Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 175)
"O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
( Bakara, 176)
Allah ( cc) Kur'an'ı apaçık ve bir hikmete bağlı olarak hak ile indirdiği halde, din adamları ondaki hükümleri kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda değiştirip ümmeti içinden çıkılmaz felaketlere sardılar.
NERDE HATA YAPIYORLAR?
Mustafa İslamoğlu, Abdülaziz Bayındır, Caner Taslaman ve Mehmet Okuyan gibi hocalar hadislerin gelenek ve kültür olarak alınabileceğini söylemeleri büyük bir hatadır.
NEDEN Mİ?
Hadisler Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia tarafından din olarak alınmıştır.
Yani Şia ve Ehli sünnet, yaşadıkları dini uydurdukları hadisler üzerine bina etmişlerdir.
Ehli sünnet ve Şia dinine bakan birisi dinlerinin tamamen hadislerin üzerine kurulu olduğunu görecektir.
Mesela, Recm cezası, mürted'in öldürülmesi, Nebiye yardım ve destek anlamında kullanılan "salat" kavramının "Muhammed ( Aleyhisselam)a salavat çekme olarak kabul edilmesi, kabir azabı, ahirette Allah dışında şefaatçilerin var olacağı, şeytan taşlama gibi binlerce hüküm Kur'andan değil hadislerden çıkarılmıştır.
Bunu bir türlü anlamak istemiyorlar.
Yani onlar hadisleri gelenek ve kültür olarak almamışlar ki, bizde hadisleri kültür olarak kabul edelim.
Mustafa İslamoğlu, Abdülaziz Bayındır, Caner Taslaman ve Mehmet Okuyan gibi hocalar hadislerin gelenek ve kültür olarak alınabileceğini söylemeleri büyük bir hatadır.
NEDEN Mİ?
Hadisler Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia tarafından din olarak alınmıştır.
Yani Şia ve Ehli sünnet, yaşadıkları dini uydurdukları hadisler üzerine bina etmişlerdir.
Ehli sünnet ve Şia dinine bakan birisi dinlerinin tamamen hadislerin üzerine kurulu olduğunu görecektir.
Mesela, Recm cezası, mürted'in öldürülmesi, Nebiye yardım ve destek anlamında kullanılan "salat" kavramının "Muhammed ( Aleyhisselam)a salavat çekme olarak kabul edilmesi, kabir azabı, ahirette Allah dışında şefaatçilerin var olacağı, şeytan taşlama gibi binlerce hüküm Kur'andan değil hadislerden çıkarılmıştır.
Bunu bir türlü anlamak istemiyorlar.
Yani onlar hadisleri gelenek ve kültür olarak almamışlar ki, bizde hadisleri kültür olarak kabul edelim.
Kelime-i Tevhid cümlesi "LÉ" ile başlar.
"Lé" "yok" demektir.
Arapça'da...Allah'tan başka her şeyi, herkesi, veya onun yanında, berisinde, altında her türlü otoriteyi bırakıp sadece ve sadece Allah'a teslim olmak demektir.
Allah'ın tüm Elçilerine gönderdiği tevhid dininin aslı budur, sadece Allah'a teslim olmak.
"Lé" ile aramıza uydurma gavslar, kutuplar, imamlar, hahamlar,
papazlar, İlahlar, evliyalar, şeyhler, efendiler, şefaatçiler edinmek girdiğinde artık "Lé" siz kalırız.
Tevhid akidemiz olan o saf, sâde, temiz,
hâlis, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan İslam dininin sadeliğini kaybederiz.
İslam aleminin kahır ekseriyetinin inancı artık bu minval üzerindedir.
Yani İslam toplumu İlahların ve evliyaların şirk dininin esiri olmuş vaziyettedir.
Halbuki Allah'ın ve Elçilerinin bize en büyük vasiyeti inancımızı ve amelimizi Allah'a özgü kılmak idi.
Çünkü Tevhid akidesi sağlam olmayınca Allah, amele değer vermiyordu.
ALLAH'IN EMİR VE VASİYETİ:
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na, yaraşır bir şekilde korkun ve ancak müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz"
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın, ondan ayrılmayın.
Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz
(Hicretten evvel Medine'de evs ve hazrec kabileleri arasında bulunan kan davası, ve Kıyamet gününe kadar sürecek her türlü ihtilaf )
birbirinize düşman idiniz de O
(ALLAH, Kur'an sayesinde) gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz.
Yine siz bir ateş (şirk) çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran, 102, 103)
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) olarak seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
Çünkü Rabbi ona: Müslüman (Muvahhid) ol, demiş, o da: Ben sadece Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti"
ALLAH ELÇİLERİNİN EN ÖNEMLİ VASİYETLERİ:
"Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da, " Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti.
O halde sadece Müslümanlar ( Muvahhidler) olarak ölünüz" (dediler)
"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?
O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?
Demişti. Onlar:
Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"( Bakara, 130, 131, 132, 133)
Ne olur, Allah için, kendimize ve çocuklarımıza acıyalım, onlara Tevhid akidesini miras olarak bırakalım.
Tevhid akidesini çocuklarına miras olarak bırakmayanlar mal olarak da bir şey bırakmasınlar.
Yoksa o mal ahirette onlar için cehennem ateşi olacaktır.
Ali Aydın
"Lé" "yok" demektir.
Arapça'da...Allah'tan başka her şeyi, herkesi, veya onun yanında, berisinde, altında her türlü otoriteyi bırakıp sadece ve sadece Allah'a teslim olmak demektir.
Allah'ın tüm Elçilerine gönderdiği tevhid dininin aslı budur, sadece Allah'a teslim olmak.
"Lé" ile aramıza uydurma gavslar, kutuplar, imamlar, hahamlar,
papazlar, İlahlar, evliyalar, şeyhler, efendiler, şefaatçiler edinmek girdiğinde artık "Lé" siz kalırız.
Tevhid akidemiz olan o saf, sâde, temiz,
hâlis, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan İslam dininin sadeliğini kaybederiz.
İslam aleminin kahır ekseriyetinin inancı artık bu minval üzerindedir.
Yani İslam toplumu İlahların ve evliyaların şirk dininin esiri olmuş vaziyettedir.
Halbuki Allah'ın ve Elçilerinin bize en büyük vasiyeti inancımızı ve amelimizi Allah'a özgü kılmak idi.
Çünkü Tevhid akidesi sağlam olmayınca Allah, amele değer vermiyordu.
ALLAH'IN EMİR VE VASİYETİ:
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na, yaraşır bir şekilde korkun ve ancak müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz"
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın, ondan ayrılmayın.
Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz
(Hicretten evvel Medine'de evs ve hazrec kabileleri arasında bulunan kan davası, ve Kıyamet gününe kadar sürecek her türlü ihtilaf )
birbirinize düşman idiniz de O
(ALLAH, Kur'an sayesinde) gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz.
Yine siz bir ateş (şirk) çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran, 102, 103)
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) olarak seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
Çünkü Rabbi ona: Müslüman (Muvahhid) ol, demiş, o da: Ben sadece Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti"
ALLAH ELÇİLERİNİN EN ÖNEMLİ VASİYETLERİ:
"Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da, " Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti.
O halde sadece Müslümanlar ( Muvahhidler) olarak ölünüz" (dediler)
"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?
O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?
Demişti. Onlar:
Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"( Bakara, 130, 131, 132, 133)
Ne olur, Allah için, kendimize ve çocuklarımıza acıyalım, onlara Tevhid akidesini miras olarak bırakalım.
Tevhid akidesini çocuklarına miras olarak bırakmayanlar mal olarak da bir şey bırakmasınlar.
Yoksa o mal ahirette onlar için cehennem ateşi olacaktır.
Ali Aydın
PARALEL DİN (49. YAZI)
İnsanlara Allah tarafından indirilen orijinal ve organik din öğretilmediği takdirde din korkunç bir silaha dönüşür.
Belki de insanlık tarihinde sahte din kadar tehlikeli bir silah icad edilmemiştir.
Çünkü yüzyıllar boyunca gelecek nesillerin hayatını etkiler, onları uyuşturur, güzel ahlak,gelişme ve medeniyet için onlara yol vermez.
Bundan dolayı bizim tarihimizde kendi uydurma mezheplerini, hurafe tarikatlarını, liderlerinin Kur'an dışı inançlarını din diye sunan cemaat adamları, tâbiilerine, müritlerine ve müntesiplerine din öğretirken
"Sen nasıl düşünüyorsun?
neye inanıyorsun?
fikrin nedir?
Sorguluyor musun? diye söylemezler.
"Sen böyle inanmalı, fikrin ve inancın böyle olmalı,
hak budur ve bundan başka hak yoktur"
diyerek paralel, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, hurafe ve cehalet dolu bir din empoze etmişlerdir.
Bu aldatma ve şartlandırma metodu ile Allah'ın gönderdiği din yerine kendi uydurdukları dinin öğretilerine göre yeni iman şartları ve ameli esaslar oluşturmuşlardır.
İşte bundan dolayı Allah (cc) sürekli olarak ataların dininin bırakılarak,
kendi dini olan hak din, hidayet dini, sırat-ı müstakim, müstakim hidayete insanlığı davet ediyor.
"Hak ve hakikat, Rabbinden gelendir.
Öyle ise sakın şüphe edenlerden olma"
(Âli İmran, 60)
",,,Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur"
(Bakara, 12)
"Onlara (ataların dinine uyan gelenekçilere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, " Hayır!
Bizatalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Peki ya ataları bir şey anlamamış, doğruyuda bulamamış idiyseler"
(Bakara, 170)
"(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.
Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir.
Bu yüzden düşünmezler"
( Bakara, 171)
İnsanlara Allah tarafından indirilen orijinal ve organik din öğretilmediği takdirde din korkunç bir silaha dönüşür.
Belki de insanlık tarihinde sahte din kadar tehlikeli bir silah icad edilmemiştir.
Çünkü yüzyıllar boyunca gelecek nesillerin hayatını etkiler, onları uyuşturur, güzel ahlak,gelişme ve medeniyet için onlara yol vermez.
Bundan dolayı bizim tarihimizde kendi uydurma mezheplerini, hurafe tarikatlarını, liderlerinin Kur'an dışı inançlarını din diye sunan cemaat adamları, tâbiilerine, müritlerine ve müntesiplerine din öğretirken
"Sen nasıl düşünüyorsun?
neye inanıyorsun?
fikrin nedir?
Sorguluyor musun? diye söylemezler.
"Sen böyle inanmalı, fikrin ve inancın böyle olmalı,
hak budur ve bundan başka hak yoktur"
diyerek paralel, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, hurafe ve cehalet dolu bir din empoze etmişlerdir.
Bu aldatma ve şartlandırma metodu ile Allah'ın gönderdiği din yerine kendi uydurdukları dinin öğretilerine göre yeni iman şartları ve ameli esaslar oluşturmuşlardır.
İşte bundan dolayı Allah (cc) sürekli olarak ataların dininin bırakılarak,
kendi dini olan hak din, hidayet dini, sırat-ı müstakim, müstakim hidayete insanlığı davet ediyor.
"Hak ve hakikat, Rabbinden gelendir.
Öyle ise sakın şüphe edenlerden olma"
(Âli İmran, 60)
",,,Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur"
(Bakara, 12)
"Onlara (ataların dinine uyan gelenekçilere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, " Hayır!
Bizatalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Peki ya ataları bir şey anlamamış, doğruyuda bulamamış idiyseler"
(Bakara, 170)
"(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.
Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir.
Bu yüzden düşünmezler"
( Bakara, 171)
PARALEL DİN (48. YAZI)
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın terkedilmesi uydurma rivayetlerin hayata hakim olması neticesinde,
mezheplerin kurumsallaşmasıyla Müslümanlar arasında sonu gelmeyen sosyal ve siyasal fitneler baş göstermiştir.
Ehli sünnet ve Şia eliyle
Dinin tahrif edilerek Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün parçalanması nedeniyle zaman içerisinde
Yahudi ve Hristiyanlar'dan hatta Zerdüştlerin ve putperestlerin kendi bilginlerine verdiği makam, mertebe, vasıf ve
yetkilerin daha büyüğünü kendi âlimlerine vermeye başladılar.
Kur'an'ın bu ahlakı deşifre ettiği gibi din büyüklerini Allah'ın yanında, berisinde, altında birer Rab ve ilah konumuna sokmuşlardır.
" (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını) :
(Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara bir tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu.
Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştuklarından münezzehtir"
(Tevbe, 31)
Böylece herkes kendi mezhebini ve bilginlerini kutsamaya ve yüceltmeye başlamış, onlarla ilgili uydurma rivayetlerle sahte deliller üretmeye çalışmıştır.
Bütün bunlarla birlikte Allah'ın yanısıra Allah adına konuşanlar, Allah adına iftira edenler, Allah adına yalan söz söyleyenler,
haram ve helal uyduranlar, Allah'ın dininin yanısıra ümmilere din dayatanlar, hatta Allah'ın kitabının yanı sıra
"Bana da yazdırıldı" diye kitap yazanlar, uydurma din ve hüküm ortaya koyanlar çıkmış oldu.
Tüm bunlar, adını şimdi koyduğumuz fakat tarih boyunca her zaman var olan Paralel Dini yapılanmalardır.
Aslında ben bu karanlık tarihe baktığım zaman
ümmi insanları bilginlerden daha masum ve namuslu görüyorum.
Çünkü ümmilerin Allah ile aldatma ve dini rant yapma gibi kahredici bir günahlarının olmadığını müşahede ediyorum.
Bundan dolayı Kur'an ilim adamlarını "kitap yüklü eşekler"( Cuma, 5) ve "dilini sarkıtıp soluyan köpekler"( Âraf, 176) damgasını vurmuştur.
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın terkedilmesi uydurma rivayetlerin hayata hakim olması neticesinde,
mezheplerin kurumsallaşmasıyla Müslümanlar arasında sonu gelmeyen sosyal ve siyasal fitneler baş göstermiştir.
Ehli sünnet ve Şia eliyle
Dinin tahrif edilerek Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün parçalanması nedeniyle zaman içerisinde
Yahudi ve Hristiyanlar'dan hatta Zerdüştlerin ve putperestlerin kendi bilginlerine verdiği makam, mertebe, vasıf ve
yetkilerin daha büyüğünü kendi âlimlerine vermeye başladılar.
Kur'an'ın bu ahlakı deşifre ettiği gibi din büyüklerini Allah'ın yanında, berisinde, altında birer Rab ve ilah konumuna sokmuşlardır.
" (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını) :
(Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara bir tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu.
Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştuklarından münezzehtir"
(Tevbe, 31)
Böylece herkes kendi mezhebini ve bilginlerini kutsamaya ve yüceltmeye başlamış, onlarla ilgili uydurma rivayetlerle sahte deliller üretmeye çalışmıştır.
Bütün bunlarla birlikte Allah'ın yanısıra Allah adına konuşanlar, Allah adına iftira edenler, Allah adına yalan söz söyleyenler,
haram ve helal uyduranlar, Allah'ın dininin yanısıra ümmilere din dayatanlar, hatta Allah'ın kitabının yanı sıra
"Bana da yazdırıldı" diye kitap yazanlar, uydurma din ve hüküm ortaya koyanlar çıkmış oldu.
Tüm bunlar, adını şimdi koyduğumuz fakat tarih boyunca her zaman var olan Paralel Dini yapılanmalardır.
Aslında ben bu karanlık tarihe baktığım zaman
ümmi insanları bilginlerden daha masum ve namuslu görüyorum.
Çünkü ümmilerin Allah ile aldatma ve dini rant yapma gibi kahredici bir günahlarının olmadığını müşahede ediyorum.
Bundan dolayı Kur'an ilim adamlarını "kitap yüklü eşekler"( Cuma, 5) ve "dilini sarkıtıp soluyan köpekler"( Âraf, 176) damgasını vurmuştur.
PARALEL DİN (47.YAZI)
Allah'ın bütün Elçilere gönderdiği tevhid dini zamanla tahrif edildikten sonra uydurma paralel din
adamlarının kurdukları anonim şirk dinine bir kutsallık zinciri ihdas edildi.
Uydurdukları bu kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta,
kutsal ve mukaddes, masum ve hatasız kabul ettikleri mezhep imamlarının görüşlerini, içtihatlarını, bu âlimlerin!
koydukları kuralları taklit etmeyenleri, atalarının, mezheplerinin dışında kalan muvahhidleri, haktan! sapanlar olarak göstermektedirler.
Uydurma ve hurafe din eğitiminin ilk doğurduğu şey, çağımızda Kur'an ehli muvahhidler diliyle daha yeni tanıtılmaya çalışılan ilimsiz ve akılsız paralel dindir.
KUR'AN'SIZ PARALEL DİN:
Milleti aldatmak ve etkilemek için kaynağının Allah'tan olduğu algısı yapılan, esasında ise Kur'an cahili akılsız kimselerin oluşturduğu hurafe bir dindir.
Allah( cc) tüm insanların dini algılarını yarattığı kainat kitabının ve indirdiği Kur'an'ı Mübin ayetlerinden beslenmesini ısrarla vurgulamaktadır.
"Göklerde ve yerde olanlar, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Ehli sünnet, Şia), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
Halbuki O'na döndürüleceklerdir"
(Âli İmran, 83)
Yani Allah sizi indirdiği dinden ve gönderdiği kitaptan sorumlu tutacaktır.
Dolayısıyla her akıllı insan dinini, yâni yolunu ve hidayetini
Allah'tan öğrenmeli ve onun vazgeçilmez öğretmeni sadece Allah olmalıdır.
Çünkü Elçilerin öğretmeni Allah'tır.
"Allah'ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler.
Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini ÖĞRETMİŞTİR.
Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur"
(Nisa, 113)
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) elçilerine gönderdiği kitaplarda olaylardan ve kavimlerden bahsetmesi,
insanların tarihsel bakışlarını evrenselliğe dönüştürmek içindir.
Çünkü insanların her dönemde yaptıkları, bir sonraki dönemin ya aynısı ya da benzeri olarak tekrar edilebilir.
Bu yüzden eski kavimlerde ilahlaştırılan din adamları örneklerinin kadim tarihte kalmadığını ve çağımızda de her zaman ve zeminde onlarla karşılaşacağımızı göz önünde bulundurmak zorundayız.
Allah'ın bütün Elçilere gönderdiği tevhid dini zamanla tahrif edildikten sonra uydurma paralel din
adamlarının kurdukları anonim şirk dinine bir kutsallık zinciri ihdas edildi.
Uydurdukları bu kutsallık zincirine kimseyi dokundurmamakta,
kutsal ve mukaddes, masum ve hatasız kabul ettikleri mezhep imamlarının görüşlerini, içtihatlarını, bu âlimlerin!
koydukları kuralları taklit etmeyenleri, atalarının, mezheplerinin dışında kalan muvahhidleri, haktan! sapanlar olarak göstermektedirler.
Uydurma ve hurafe din eğitiminin ilk doğurduğu şey, çağımızda Kur'an ehli muvahhidler diliyle daha yeni tanıtılmaya çalışılan ilimsiz ve akılsız paralel dindir.
KUR'AN'SIZ PARALEL DİN:
Milleti aldatmak ve etkilemek için kaynağının Allah'tan olduğu algısı yapılan, esasında ise Kur'an cahili akılsız kimselerin oluşturduğu hurafe bir dindir.
Allah( cc) tüm insanların dini algılarını yarattığı kainat kitabının ve indirdiği Kur'an'ı Mübin ayetlerinden beslenmesini ısrarla vurgulamaktadır.
"Göklerde ve yerde olanlar, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Ehli sünnet, Şia), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
Halbuki O'na döndürüleceklerdir"
(Âli İmran, 83)
Yani Allah sizi indirdiği dinden ve gönderdiği kitaptan sorumlu tutacaktır.
Dolayısıyla her akıllı insan dinini, yâni yolunu ve hidayetini
Allah'tan öğrenmeli ve onun vazgeçilmez öğretmeni sadece Allah olmalıdır.
Çünkü Elçilerin öğretmeni Allah'tır.
"Allah'ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler.
Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini ÖĞRETMİŞTİR.
Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur"
(Nisa, 113)
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) elçilerine gönderdiği kitaplarda olaylardan ve kavimlerden bahsetmesi,
insanların tarihsel bakışlarını evrenselliğe dönüştürmek içindir.
Çünkü insanların her dönemde yaptıkları, bir sonraki dönemin ya aynısı ya da benzeri olarak tekrar edilebilir.
Bu yüzden eski kavimlerde ilahlaştırılan din adamları örneklerinin kadim tarihte kalmadığını ve çağımızda de her zaman ve zeminde onlarla karşılaşacağımızı göz önünde bulundurmak zorundayız.
PARALEL DİN. (46. YAZI)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın hiç bir eleştiri getirmeden yazdığı
"Anahatlarıyla Tasavvuf ve tarikatlar" adlı kitabından tasavvufun faziletleri! serisine devam ediyoruz.
3-) Kutup:
"Lügatte değirmen taşının iği demektir.
Tasavvuf istilahında en büyük velidir. Bütün ricalin başı, kainatta tasarruf sahibidir" (Sayfa, 355)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı
Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yukarıda geçen bütün yazdıkları kavram, inanç ve sözlerin hepsi şirk, hepsi Küfür,
hepsi Allah'ın kitabını inkar, Allah Elçilerinin getirdiği Tevhid akidesini reddetme anlamı taşıyor.
HALBUKİ KAİNATTA TEK TASARRUF SAHİBİ ALLAH'TIR:
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse (bunu da geri alacak yoktur)
Şüphesiz O her şeye kâdirdir"
"O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır"
(En'am, 17, 18)
Bu konu ile alakalı ayetler çoktur.
Yani bırakın falanın filanın kainatta tasarruf sahibi olmasını, her kim
"Muhammed ( Aleyhisselam) İbrahim, İsmail, İshak, Yakub, Musa, İsa Mesih ( Aleyhimusselam) kainatta tasarruf sahibidirler" derse, Kur'an'a göre kesinlikle Kâfir ve müşrik olur.
Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia âlimleri! Kur'andan yüz çevirmişlerdir, Kur'an'ı tek başına terketmişlerdir.
Uydurma rivayetler yüzünden Allah'ın kitabına ihanet etmişlerdir.
Ah keşke Allah Elçilerinin Tevhid akidesinin önemine gösterdikleri hassasiyetin on binde biri bizde olsaydı.
Maalesef yok,,
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın hiç bir eleştiri getirmeden yazdığı
"Anahatlarıyla Tasavvuf ve tarikatlar" adlı kitabından tasavvufun faziletleri! serisine devam ediyoruz.
3-) Kutup:
"Lügatte değirmen taşının iği demektir.
Tasavvuf istilahında en büyük velidir. Bütün ricalin başı, kainatta tasarruf sahibidir" (Sayfa, 355)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı
Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yukarıda geçen bütün yazdıkları kavram, inanç ve sözlerin hepsi şirk, hepsi Küfür,
hepsi Allah'ın kitabını inkar, Allah Elçilerinin getirdiği Tevhid akidesini reddetme anlamı taşıyor.
HALBUKİ KAİNATTA TEK TASARRUF SAHİBİ ALLAH'TIR:
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse (bunu da geri alacak yoktur)
Şüphesiz O her şeye kâdirdir"
"O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır"
(En'am, 17, 18)
Bu konu ile alakalı ayetler çoktur.
Yani bırakın falanın filanın kainatta tasarruf sahibi olmasını, her kim
"Muhammed ( Aleyhisselam) İbrahim, İsmail, İshak, Yakub, Musa, İsa Mesih ( Aleyhimusselam) kainatta tasarruf sahibidirler" derse, Kur'an'a göre kesinlikle Kâfir ve müşrik olur.
Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia âlimleri! Kur'andan yüz çevirmişlerdir, Kur'an'ı tek başına terketmişlerdir.
Uydurma rivayetler yüzünden Allah'ın kitabına ihanet etmişlerdir.
Ah keşke Allah Elçilerinin Tevhid akidesinin önemine gösterdikleri hassasiyetin on binde biri bizde olsaydı.
Maalesef yok,,
ALLAH'IN TEVHİD DİNİ OLAN İSLAM, KUR'AN İLE TAMAMLANMIŞTIR.
Maide süresi 3. Ayette bulunan bir cümlenin açılımını Kur'an ehli muvahhidlerle paylaşmak istiyorum.
"El yevme, ekmeltu leküm dineküm, veetmemtü aleyküm ni'meti, ve radiytü lekumul-isléme diynen"
Yukarıdaki pasajin üzerinde biraz tefekkür edildiği zaman olağanüstü bir anlam meydana çıkıyor.
Şöyle ki,
"El yevme ekmeltü leküm dineküm"
Yani "bugün sizin dininizi ikmal ettim, mükemmel olarak bitirdim"
Hz Adem ( Aleyhisselam) dahil olmak üzere, Hz Nuh, İbrahim ( Aleyhisselam) Musa(Aleyhisselam) İsa Mesih( Aleyhisselam)
ve tüm Allah Elçilerine
indirilen tevhid akidesi "bugün" Muhammed ( Aleyhisselam)a indirilen Kur'an ile tamamlanmıştır.
Artık bugünden itibaren Muhammed ( Aleyhisselam)dahil, bu dinin üzerine hiç kimse, hiç bir şey koyamaz, ekleyemez, tamamlamaya çalışamaz.
Din Allah tarafından tamamlanmıştır.
Yani Din Allah tarafından Muhammed ( Aleyhisselam) a indirilen Kitap ile son bulmuştur.
"El yevme ekmeltu leküm dineküm" "bugün dininizi tamamladım" cümlesinin açılımı şu ayettir.
"O (ALLAH), Elçisini hidayet ve hak din ile gönderendir.
(son olarak Kur'an ile gönderdiği tevhid) dinini (şimdiye kadar gönderdiği) dinden daha açık ve kapsamlı olarak ortaya koyacaktır.
Müşriklerin hoşuna gitmese de"
(Tevbe, 33)
Dolayısıyla mezhep, müçtehit, alim, ictihat adı altında hiç kimse dinde Allah'a ortak olamaz.
Din Allah'ındır,
bütün insanlara gönderilmiştir.
Alimlerin veya belli bir mezhebin, fırkanın, cemaatin,
zümrenin tekelinde değildir.
Bu gerçeği şu iki kelime ortaya koymaktadır.
"Leküm dineküm"
"Sizin dininizi"
Yani her kim iyi niyet ve güzel ahlak ile Kur'an'ın üzerinde Tefekkür eder, anlamaya ve kavramaya çalışırsa Allah'ın kitabı üzerinde söz söylemeye hak kazanır.
Din üzerinde sadece Ebu Hanife, Şafii, maliki, Hanbeli vb değil,Kur'an'ın üzerinde aklını kullanan herkes ondan nasibini alır.
"Veetmemtü aleyküm ni'meti" "Üzerinize nimetimi tamamladım"
"Tevhid akidesi" anlamında kullanılan "İslam dini"
Allah'ın en büyük nimetlerinden biridir.
Maddi olan sonsuz nimetleri eksiksiz olarak insana bahşeden Kerim ve Rahim Rabbimiz,
Din gibi en önemli bir nimeti eksik, noksan, ayıplı, kusurlu olarak bırakıp başkası tarafından tamamlanmasını kabul eder mi?
Buna razı olur mu?
Allah'tan korkun ve ondan haya edin,
"Ve radiytü lekumul-isléme diynen" "Sizin için tevhid dini olan İslam dinine razı oldum"
Yani Kur'an ile son Nebi Muhammed ( Aleyhisselam) a
göndermiş olduğum tevhid dininden başka bir din, bir anlayış, bir mezhep, bir hidayet benim rizamı celbedemez.
Dikkat edin Kur'an dininden başka bir din ile beni razı edemezsiniz.
(Allah en doğrusunu bilir. Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil rüsvay etmesin diye dua ediyorum)
Maide süresi 3. Ayette bulunan bir cümlenin açılımını Kur'an ehli muvahhidlerle paylaşmak istiyorum.
"El yevme, ekmeltu leküm dineküm, veetmemtü aleyküm ni'meti, ve radiytü lekumul-isléme diynen"
Yukarıdaki pasajin üzerinde biraz tefekkür edildiği zaman olağanüstü bir anlam meydana çıkıyor.
Şöyle ki,
"El yevme ekmeltü leküm dineküm"
Yani "bugün sizin dininizi ikmal ettim, mükemmel olarak bitirdim"
Hz Adem ( Aleyhisselam) dahil olmak üzere, Hz Nuh, İbrahim ( Aleyhisselam) Musa(Aleyhisselam) İsa Mesih( Aleyhisselam)
ve tüm Allah Elçilerine
indirilen tevhid akidesi "bugün" Muhammed ( Aleyhisselam)a indirilen Kur'an ile tamamlanmıştır.
Artık bugünden itibaren Muhammed ( Aleyhisselam)dahil, bu dinin üzerine hiç kimse, hiç bir şey koyamaz, ekleyemez, tamamlamaya çalışamaz.
Din Allah tarafından tamamlanmıştır.
Yani Din Allah tarafından Muhammed ( Aleyhisselam) a indirilen Kitap ile son bulmuştur.
"El yevme ekmeltu leküm dineküm" "bugün dininizi tamamladım" cümlesinin açılımı şu ayettir.
"O (ALLAH), Elçisini hidayet ve hak din ile gönderendir.
(son olarak Kur'an ile gönderdiği tevhid) dinini (şimdiye kadar gönderdiği) dinden daha açık ve kapsamlı olarak ortaya koyacaktır.
Müşriklerin hoşuna gitmese de"
(Tevbe, 33)
Dolayısıyla mezhep, müçtehit, alim, ictihat adı altında hiç kimse dinde Allah'a ortak olamaz.
Din Allah'ındır,
bütün insanlara gönderilmiştir.
Alimlerin veya belli bir mezhebin, fırkanın, cemaatin,
zümrenin tekelinde değildir.
Bu gerçeği şu iki kelime ortaya koymaktadır.
"Leküm dineküm"
"Sizin dininizi"
Yani her kim iyi niyet ve güzel ahlak ile Kur'an'ın üzerinde Tefekkür eder, anlamaya ve kavramaya çalışırsa Allah'ın kitabı üzerinde söz söylemeye hak kazanır.
Din üzerinde sadece Ebu Hanife, Şafii, maliki, Hanbeli vb değil,Kur'an'ın üzerinde aklını kullanan herkes ondan nasibini alır.
"Veetmemtü aleyküm ni'meti" "Üzerinize nimetimi tamamladım"
"Tevhid akidesi" anlamında kullanılan "İslam dini"
Allah'ın en büyük nimetlerinden biridir.
Maddi olan sonsuz nimetleri eksiksiz olarak insana bahşeden Kerim ve Rahim Rabbimiz,
Din gibi en önemli bir nimeti eksik, noksan, ayıplı, kusurlu olarak bırakıp başkası tarafından tamamlanmasını kabul eder mi?
Buna razı olur mu?
Allah'tan korkun ve ondan haya edin,
"Ve radiytü lekumul-isléme diynen" "Sizin için tevhid dini olan İslam dinine razı oldum"
Yani Kur'an ile son Nebi Muhammed ( Aleyhisselam) a
göndermiş olduğum tevhid dininden başka bir din, bir anlayış, bir mezhep, bir hidayet benim rizamı celbedemez.
Dikkat edin Kur'an dininden başka bir din ile beni razı edemezsiniz.
(Allah en doğrusunu bilir. Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil rüsvay etmesin diye dua ediyorum)
PARALEL DİN (45. YAZI)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın "Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar" adlı kitabından tasavvufun dininin faziletleri!
(44. Yazıdan devamla)
2-) ABDAL
" Bedel kelimesinin çoğuludur.
Büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel anlamınadır.
"Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir"
( Yani Allah'ın ortaklarıdırlar. Bu cümle hem şirk hemde küfürdür, zaten bütün müşrikler aynı zamanda kafirdirler.)
" Onlar âlemin intizam sebebidir.
(Yani bu ilahlar âlemin işlerini düzenler, her şeyi yerli yerine koyarlar, Allah onlara bu işleri havale etmiştir)
"İnsanların işlerini tanzim ettiklerine İnanılır" "Velilerin üstün vasıflı olanlarına "evtad" (Kainatın direkleri) denir"
" Onların üstünde "revasi" (dağlar) vardır"
"Bir felaket zamanında kulların mercii evtad, evtadın mercii de revasidir"
"Revasi seçkin velilerdir"
Revasiyi kutub İdare eder"
Bir başka tasnife göre kutuptan sonra gelen iki kişiye "imâmân" denir"
" Bunlardan birine "imamı yemin"(Sağdaki imam) diğerine "imamı yesar"(Soldaki imam) adı verilir"
" İmamı yemin kutbun hükümlerine, imamı yesar da hakikatine mazhardır"
"Kutbun yerini imamı yesar alır. Kutup ile iki İmam üçleri oluşturur"
" Bu topluluğun içinde kadınlarda bulunabilir. Abdal, maddelerini mana, nefislerini ruh, mevhum varlıklarını gerçek varlığa bedel verdiklerinden bu adı alırlar"
(Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar, Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz)
Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yukarıda geçen bütün sözleri şirk ve küfürdür.
Kur'an'ın dininde zerre kadar değeri olmayan anlamsız ifadelerdir.
Bu inançların küfür ve şirk olduğuna dair iki bin (2000) ayet vardır.
Ama hangisini yazalım.Önemine binaen sadece iki ayeti yazıyorum.
"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan Allah mı?
(Yusuf, 39)
"Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimlerden
(Gavs, Şeyh, Efendi, Kutup, Üçler, revasi, nüceba, nukeba, evtad) başka bir şey değildir.
Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir.
Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"( Yusuf, 40)
Tasavvufçular inançlarını açık olarak ortaya koymazlar.
Çünkü Allah, Kur'anda tevhid akidesine olağanüstü bir değer vermiştir.
Açıktan Kur'an'a aykırı düşmek istemezler.
Dolayısıyla inanç ve dinlerini uydurdukları kelime ve kavramlarla anlatmaya çalışırlar.
Yoksa Kur'an'ın dininde ve lisanında hepsi müşrik ve kafirdir.
Bundan dolayı bütün bu kavramları "ilahlar" ve "Rabler" anlamında kullanırlar.
Ümmi insanların nefret ve düşmanlığını kendilerine çekmemek için böyle kelime oyunlarına başvuruyorlar.
Aslında cübbeli Ahmet gibileri "evtad, revasi, gavs ve kutup" kavramlarının "ilah" anlamında kullanıldığını bilirler.
Ve tv ekranlarında bile bunu söylemekten kaçınmazlar.
Cahil müritleri de bu küfür ve şirk kavramları te'vil etmeye çalışırlar.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın "Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar" adlı kitabından tasavvufun dininin faziletleri!
(44. Yazıdan devamla)
2-) ABDAL
" Bedel kelimesinin çoğuludur.
Büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel anlamınadır.
"Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir"
( Yani Allah'ın ortaklarıdırlar. Bu cümle hem şirk hemde küfürdür, zaten bütün müşrikler aynı zamanda kafirdirler.)
" Onlar âlemin intizam sebebidir.
(Yani bu ilahlar âlemin işlerini düzenler, her şeyi yerli yerine koyarlar, Allah onlara bu işleri havale etmiştir)
"İnsanların işlerini tanzim ettiklerine İnanılır" "Velilerin üstün vasıflı olanlarına "evtad" (Kainatın direkleri) denir"
" Onların üstünde "revasi" (dağlar) vardır"
"Bir felaket zamanında kulların mercii evtad, evtadın mercii de revasidir"
"Revasi seçkin velilerdir"
Revasiyi kutub İdare eder"
Bir başka tasnife göre kutuptan sonra gelen iki kişiye "imâmân" denir"
" Bunlardan birine "imamı yemin"(Sağdaki imam) diğerine "imamı yesar"(Soldaki imam) adı verilir"
" İmamı yemin kutbun hükümlerine, imamı yesar da hakikatine mazhardır"
"Kutbun yerini imamı yesar alır. Kutup ile iki İmam üçleri oluşturur"
" Bu topluluğun içinde kadınlarda bulunabilir. Abdal, maddelerini mana, nefislerini ruh, mevhum varlıklarını gerçek varlığa bedel verdiklerinden bu adı alırlar"
(Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar, Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz)
Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yukarıda geçen bütün sözleri şirk ve küfürdür.
Kur'an'ın dininde zerre kadar değeri olmayan anlamsız ifadelerdir.
Bu inançların küfür ve şirk olduğuna dair iki bin (2000) ayet vardır.
Ama hangisini yazalım.Önemine binaen sadece iki ayeti yazıyorum.
"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan Allah mı?
(Yusuf, 39)
"Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimlerden
(Gavs, Şeyh, Efendi, Kutup, Üçler, revasi, nüceba, nukeba, evtad) başka bir şey değildir.
Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir.
Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"( Yusuf, 40)
Tasavvufçular inançlarını açık olarak ortaya koymazlar.
Çünkü Allah, Kur'anda tevhid akidesine olağanüstü bir değer vermiştir.
Açıktan Kur'an'a aykırı düşmek istemezler.
Dolayısıyla inanç ve dinlerini uydurdukları kelime ve kavramlarla anlatmaya çalışırlar.
Yoksa Kur'an'ın dininde ve lisanında hepsi müşrik ve kafirdir.
Bundan dolayı bütün bu kavramları "ilahlar" ve "Rabler" anlamında kullanırlar.
Ümmi insanların nefret ve düşmanlığını kendilerine çekmemek için böyle kelime oyunlarına başvuruyorlar.
Aslında cübbeli Ahmet gibileri "evtad, revasi, gavs ve kutup" kavramlarının "ilah" anlamında kullanıldığını bilirler.
Ve tv ekranlarında bile bunu söylemekten kaçınmazlar.
Cahil müritleri de bu küfür ve şirk kavramları te'vil etmeye çalışırlar.
CÜBBELİ'NİN ŞİRK'İ VE KÜFRÜ:
Amerika Birleşik Devletlerin'de Arapça yayın yapan "fedy" adında Mısır'lı Hıristiyan kiptilerin bir televizyonları mevcuttur.
Bu kanalın başında Zekeriya Butros adında fanatik İslam ve Kur'an düşmanı bir papaz bulunuyor.
Sanki Allah Resulü'nden geliyormuş gibi Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan uydurma rivayetlerle sürekli Allah Resulü'ne ve İslam'a karşı iftira ve hakaretlerde bulunmaktadır.
Ehli sünnet ve Şia âlimleri! bile kaynaklarındaki iftira, hezeyan, ahmaklık, hurafe, yalan ve uydurma rivayetlere kötü bir söz kondurmazken elin İslam düşmanı rezil bu hadislerin hurafe ve yalan olduklarını nereden bilsin?
Sözü uzatmayayım, geçenlerde bu Kur'an ve Allah Resulü'nün düşmanı mel'un Zekeriya Butros'u televizyonda seyrediyorum.
Diyor ki,
"Bu Müslümanlara hayret ediyorum, kitapları olan Kur'an, Allah dağa ve ağaca tecelli etti" dediği halde,
"Allah İsa Mesih'e tecelli etti dediğimizde bizim sözümüzü kabul etmiyorlar,bize kafir ve müşrik diyorlar, İsa Mesih dağdan ve ağaçtan daha üstün değil mi?"
13. 03. 2017 pazartesi akşamı saat 23,40 civarında Lalegül televizyonunda Cübbeli'yi dinliyorum,aynen Mel'un ve hain Zekeriya Butros'un sözlerini söyledi.
Konu "Aynada Rabita"
Cübbeli Ahmet dedi ki,
"Allah'ın dağa ve ağaca tecelli ettiğini Kur'an söylemiyor mu?
"Neden Allah'ın velilere tecelli ettiğini söylediğimizde kabul etmiyorsunuz?
"Allah'ın veli kulları dağdan ve ağaçtan daha üstün ve fazilet sahibi değiller mi?"
Cübbeli Ahmet'in ayna rabıtası ile alakalı iddiası şudur.
"52 farzdan biri olan ayna rabıtasında Allah hayal edilemediğinden onun yerine şeyh efendinin kendisi hayal edilmelidir"
Cübbeli, daha bir çok hurafe, yalan, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, cehalet, sapıklık ve şirk söyledi.
HANGİSİNİ YAZAYIM.
Cübbeli Ahmet'i seyrederken bir şeye hayret ettim, Tarikat ehlinden biri bu şekil bir rabıtaya karşı geldiğinden dolayı,
Cübbeli Ahmet ona öyle bir tepki gösteriyor ki, hurafesinden taviz vermeyen
cübbeli Ahmet'e karşı
hakikatı söylemekten çekinen ve Kur'an'ın yolundan taviz verenlere yuh olsun, yazıklar olsun, cehennem olsun,
Ali Aydın
Amerika Birleşik Devletlerin'de Arapça yayın yapan "fedy" adında Mısır'lı Hıristiyan kiptilerin bir televizyonları mevcuttur.
Bu kanalın başında Zekeriya Butros adında fanatik İslam ve Kur'an düşmanı bir papaz bulunuyor.
Sanki Allah Resulü'nden geliyormuş gibi Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan uydurma rivayetlerle sürekli Allah Resulü'ne ve İslam'a karşı iftira ve hakaretlerde bulunmaktadır.
Ehli sünnet ve Şia âlimleri! bile kaynaklarındaki iftira, hezeyan, ahmaklık, hurafe, yalan ve uydurma rivayetlere kötü bir söz kondurmazken elin İslam düşmanı rezil bu hadislerin hurafe ve yalan olduklarını nereden bilsin?
Sözü uzatmayayım, geçenlerde bu Kur'an ve Allah Resulü'nün düşmanı mel'un Zekeriya Butros'u televizyonda seyrediyorum.
Diyor ki,
"Bu Müslümanlara hayret ediyorum, kitapları olan Kur'an, Allah dağa ve ağaca tecelli etti" dediği halde,
"Allah İsa Mesih'e tecelli etti dediğimizde bizim sözümüzü kabul etmiyorlar,bize kafir ve müşrik diyorlar, İsa Mesih dağdan ve ağaçtan daha üstün değil mi?"
13. 03. 2017 pazartesi akşamı saat 23,40 civarında Lalegül televizyonunda Cübbeli'yi dinliyorum,aynen Mel'un ve hain Zekeriya Butros'un sözlerini söyledi.
Konu "Aynada Rabita"
Cübbeli Ahmet dedi ki,
"Allah'ın dağa ve ağaca tecelli ettiğini Kur'an söylemiyor mu?
"Neden Allah'ın velilere tecelli ettiğini söylediğimizde kabul etmiyorsunuz?
"Allah'ın veli kulları dağdan ve ağaçtan daha üstün ve fazilet sahibi değiller mi?"
Cübbeli Ahmet'in ayna rabıtası ile alakalı iddiası şudur.
"52 farzdan biri olan ayna rabıtasında Allah hayal edilemediğinden onun yerine şeyh efendinin kendisi hayal edilmelidir"
Cübbeli, daha bir çok hurafe, yalan, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, cehalet, sapıklık ve şirk söyledi.
HANGİSİNİ YAZAYIM.
Cübbeli Ahmet'i seyrederken bir şeye hayret ettim, Tarikat ehlinden biri bu şekil bir rabıtaya karşı geldiğinden dolayı,
Cübbeli Ahmet ona öyle bir tepki gösteriyor ki, hurafesinden taviz vermeyen
cübbeli Ahmet'e karşı
hakikatı söylemekten çekinen ve Kur'an'ın yolundan taviz verenlere yuh olsun, yazıklar olsun, cehennem olsun,
Ali Aydın
PARALEL DİN (44. YAZI)
Paralel dinlerin içinde Kur'an'ın dini olan tevhid akidesine en aykırı din tasavvuf dinidir.
Hiç şüphesiz İslam ümmetini tasavvuf kadar etkileyen, son derece karanlık, kula kulluk olan, tehlikeli bir din var olmamıştır.
Allah ( cc) Kur'anda ne emretmişse tasavvuf dini müntesiplerine tam aksini inanmayı ve yapmayı teşvik etmiştir.
İşte bu Allah'sız ve Kur'an düşmanı paralel din hakkında hiçbir eleştiriye tâbi tutmadan,
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı
Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yazdığı baştan sona kadar şirk, uydurma, iftira ve yalan olan
"Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar" adlı kitaptan bazı kavramlara verilen manaları siz değerli arkadaşların dikkatine sunmak istiyorum.
1-) RICÂLÜ'L GAYB
"Gayb erenleri veya bilinmeyen Hakk dostları diyebileceğimiz bu kavram,
tasavvuftaki Allah dostluğunun gizliliğine dikkat çekmektedir.
Özellikle hakim Tirmizi tarafında rivayet edilen bir hadisi şerif, mutasavvıfların
"Abdâlan" Kutup, Gavs, Evtad gibi değişik isimlerle yâd ettiği gayb erenlerinin mesnedi sayılmıştır.
" Bu ümmetin içinde İbrahim tabiatı üzere kırk,Musa tabiatı üzere yedi, İsa tabiatı üzere üç, Muhammed (SAV) fıtratı üzere bir kişi bulunur"(Keşful-hafa, 1,25 (35)
(Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar, s, 354)
Aslında tasavvuf hulul inancının diğer adıdır.
Tarikatlar hulul
inancının kurumsallaştığı ve hulul inancının en yoğun yaşandığı mekanlardır.
Tarikatlar hulul inancının
özgürce yaşanabilmesi için oluşturulmuş her dinden ve kültürden bir takım inançlar taşıyan itikadi ve ameli kurumlardır.
Tasavvuf ve tarikatlar kendilerini Kur'an'a ve İslama nisbet etmeseler inançlarını tam bir hürriyet içinde yaşamalarının bir mahzuru olmayacaktı.
Kur'an ehli muvahhidleri rahatsız eden şey, muhteşem bir ilim ve akıl, bir hikmet ve tefekkür, bir bağlam ve bütünlük, kısaca olağanüstü bir
sistemi olan sonsuz bir akıl ve kudret sahibi tarafından indirilen Kur'an'ın, en yobaz, gerici, hurafe, iftira, hezeyan, Tevhid dinine yüzde yüz aykırı,
ahmaklık dolu ,açık akılsızlık,karanlık bir cehalet ve yalan olan bir dine âlet edilmesidir.
Yoksa hangi dine mensup olursa olsun hiç kimse dininden dolayı baskı altına alınamaz.
Kim olursa olsun hiç kimse benimsemediği bir dini kabul etmeye zorlanamaz.
Paralel dinlerin içinde Kur'an'ın dini olan tevhid akidesine en aykırı din tasavvuf dinidir.
Hiç şüphesiz İslam ümmetini tasavvuf kadar etkileyen, son derece karanlık, kula kulluk olan, tehlikeli bir din var olmamıştır.
Allah ( cc) Kur'anda ne emretmişse tasavvuf dini müntesiplerine tam aksini inanmayı ve yapmayı teşvik etmiştir.
İşte bu Allah'sız ve Kur'an düşmanı paralel din hakkında hiçbir eleştiriye tâbi tutmadan,
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN yardımcısı
Prof Dr Hasan Kamil Yılmaz'ın yazdığı baştan sona kadar şirk, uydurma, iftira ve yalan olan
"Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar" adlı kitaptan bazı kavramlara verilen manaları siz değerli arkadaşların dikkatine sunmak istiyorum.
1-) RICÂLÜ'L GAYB
"Gayb erenleri veya bilinmeyen Hakk dostları diyebileceğimiz bu kavram,
tasavvuftaki Allah dostluğunun gizliliğine dikkat çekmektedir.
Özellikle hakim Tirmizi tarafında rivayet edilen bir hadisi şerif, mutasavvıfların
"Abdâlan" Kutup, Gavs, Evtad gibi değişik isimlerle yâd ettiği gayb erenlerinin mesnedi sayılmıştır.
" Bu ümmetin içinde İbrahim tabiatı üzere kırk,Musa tabiatı üzere yedi, İsa tabiatı üzere üç, Muhammed (SAV) fıtratı üzere bir kişi bulunur"(Keşful-hafa, 1,25 (35)
(Anahatlarıyla tasavvuf ve tarikatlar, s, 354)
Aslında tasavvuf hulul inancının diğer adıdır.
Tarikatlar hulul
inancının kurumsallaştığı ve hulul inancının en yoğun yaşandığı mekanlardır.
Tarikatlar hulul inancının
özgürce yaşanabilmesi için oluşturulmuş her dinden ve kültürden bir takım inançlar taşıyan itikadi ve ameli kurumlardır.
Tasavvuf ve tarikatlar kendilerini Kur'an'a ve İslama nisbet etmeseler inançlarını tam bir hürriyet içinde yaşamalarının bir mahzuru olmayacaktı.
Kur'an ehli muvahhidleri rahatsız eden şey, muhteşem bir ilim ve akıl, bir hikmet ve tefekkür, bir bağlam ve bütünlük, kısaca olağanüstü bir
sistemi olan sonsuz bir akıl ve kudret sahibi tarafından indirilen Kur'an'ın, en yobaz, gerici, hurafe, iftira, hezeyan, Tevhid dinine yüzde yüz aykırı,
ahmaklık dolu ,açık akılsızlık,karanlık bir cehalet ve yalan olan bir dine âlet edilmesidir.
Yoksa hangi dine mensup olursa olsun hiç kimse dininden dolayı baskı altına alınamaz.
Kim olursa olsun hiç kimse benimsemediği bir dini kabul etmeye zorlanamaz.
YAZIKLAR OLSUN:
Adam televizyon ekranlarında milyonlarca kişiye Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkürden uzak saçma sapan hikayeler anlatıyor.
Büyük salonlarda
binlerce kişinin önünde Allah'ın Resulüne hakaret içeren Ehli sünnet dininin rivayetlerini ve ahmaklıklarını akıl,
fikir, iz'an ve vicdan süzgecinden geçirmeden anlatıyor.
Müşrik ataları tarafından yüzlerce sene evvel Hindistan dinlerinden
Anadolu'ya ithal edilen hurafe ve uydurma masalları hiç utanmadan sıkılmadan gece gündüz anlatıyor.
Kur'an'ın ve tevhid sisteminin en yaman ve zorlu düşmanı tasavvufun zırvalarını ve yobazlıklarını sanki aklımızla alay ederek insanlara durmadan aktarıyor.
Kimden bahsediyorum, tabi ki Cübbeli'den, konuşmalarına getirilen
bütün eleştiri ve kınamalara rağmen hurafe ve uydurma dininden
asla taviz vermiyor.
Adamı takdir etmemek mümkün değil,hurafe de olsa dinine ve davasına sonuna kadar sadık kalıyor.
Öbür taraftan Prof olmuş, televizyonda genellikle Kur'an dersi veren, Kur'an dendiği zaman ilk akla gelen,
"hocam o halde Kur'an ve din konusunda kimi dinleyelim" diye soranlara hiç çekinmeden adını verdiğimiz, fakat maalesef Cübbeli Ahmet'in dinine bağlı olduğunun yüzde biri kadar Kur'an'da ve tevhid akidesinde samimi olmayan kaypak ilim adamları da var.
Kimden söz ediyorum, Prof Dr Mehmet Okuyan'dan söz ediyorum.
Bundan iki gün önce hilal tv'de Mehmet Okuyan'ı dinlerken şok oldum.
Ufak tefek eleştiri almış olacak ki, veya devlet kademelerinde bir beklentisi ya da Elçi ve Nebi kavramlarının arasındaki bulunan farkı kavrayamamış olacak ki
"hadisleri kabul etmeyenleri peygamber düşmanı (Peygamber kelimesini o kullandığı için kullanıyorum) ve kafir ilan etti.
" Hadislerin tümünü reddedenleri peygambersiz din peşinde koşmak ile itham etti"
Kardeşim!
Böyle cehalet olur mu? Resül (Elçi) olmadan din olur mu?
Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir.
Ancak Elçi olmadan da vahiy hayat bulamaz.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur. Hâlâ bunu anlayamadın mı?
Allah'tan kork, şu dünya hayatında Kur'an ilminden ve ahlakından, tevhid akidesinden daha değerli bir hazine Allah indirdi mi?
Senin artık bu dünyadan nasıl bir beklentin olabilir?
Tevhid ve Kur'an için sana biraz hakaret ve küfür edilse ne olur?
Sen, ben, o, Allah'ın Elçilerinden daha mı değerli bir konumdayız?
Sayın Prof Mehmet Okuyan!
Sadece Kur'an'dan sorumlu olduğumuzu,
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli olduğunu,
Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini ve yalnız Kur'an ile
insanları uyardığını, Allah Resulü'nün bile Kur'an sayesinde hidayet bulduğunu ve yalnız Kur'an'a tâbi olduğunu en iyi sen bilmiyor musun?
Neden dininden taviz veriyorsun?
Dünya tarihinde hangi Allah Resulü dininde taviz vermiştir?
Bence Kur'an'ı savunmak, sadece Kur'an'a bağlı olmak ve yalnız Kur'an'ı anlatmak her türlü hakaret ve iftiraya değer bir servet, bir fazilet, bir onur ve şereftir.
Milyon dolarlık antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla
veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin
kıymetini yok edeceği gibi, veya orijinal bir mimari yapı günümüzün boyası ile boyanmasıyla çirkin bir manzaraya yol açacağı gibi, veya çok pahalı bir
saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saatin arıza vermesi gibi,
dine de yabancı maddelerin karışmasıyla din bozulup hükümsüz kalacaktır..
Din Allah tarafından gönderildiği gibi orijinal olarak yaşanmalıdır,
bal veya süt dolu bir kazana bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını bozacağı gibi,
din de Allah tarafından indirildiği gibi saf, temiz, hâlis, arı duru, aydınlık ve sade yaşanması gerekir.
Bundan dolayı Allah "hakkı batıl ile karıştırmayın" buyuruyor.
Dinin orijinal ve organik olarak yaşanması çok önemlidir.
Adam televizyon ekranlarında milyonlarca kişiye Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkürden uzak saçma sapan hikayeler anlatıyor.
Büyük salonlarda
binlerce kişinin önünde Allah'ın Resulüne hakaret içeren Ehli sünnet dininin rivayetlerini ve ahmaklıklarını akıl,
fikir, iz'an ve vicdan süzgecinden geçirmeden anlatıyor.
Müşrik ataları tarafından yüzlerce sene evvel Hindistan dinlerinden
Anadolu'ya ithal edilen hurafe ve uydurma masalları hiç utanmadan sıkılmadan gece gündüz anlatıyor.
Kur'an'ın ve tevhid sisteminin en yaman ve zorlu düşmanı tasavvufun zırvalarını ve yobazlıklarını sanki aklımızla alay ederek insanlara durmadan aktarıyor.
Kimden bahsediyorum, tabi ki Cübbeli'den, konuşmalarına getirilen
bütün eleştiri ve kınamalara rağmen hurafe ve uydurma dininden
asla taviz vermiyor.
Adamı takdir etmemek mümkün değil,hurafe de olsa dinine ve davasına sonuna kadar sadık kalıyor.
Öbür taraftan Prof olmuş, televizyonda genellikle Kur'an dersi veren, Kur'an dendiği zaman ilk akla gelen,
"hocam o halde Kur'an ve din konusunda kimi dinleyelim" diye soranlara hiç çekinmeden adını verdiğimiz, fakat maalesef Cübbeli Ahmet'in dinine bağlı olduğunun yüzde biri kadar Kur'an'da ve tevhid akidesinde samimi olmayan kaypak ilim adamları da var.
Kimden söz ediyorum, Prof Dr Mehmet Okuyan'dan söz ediyorum.
Bundan iki gün önce hilal tv'de Mehmet Okuyan'ı dinlerken şok oldum.
Ufak tefek eleştiri almış olacak ki, veya devlet kademelerinde bir beklentisi ya da Elçi ve Nebi kavramlarının arasındaki bulunan farkı kavrayamamış olacak ki
"hadisleri kabul etmeyenleri peygamber düşmanı (Peygamber kelimesini o kullandığı için kullanıyorum) ve kafir ilan etti.
" Hadislerin tümünü reddedenleri peygambersiz din peşinde koşmak ile itham etti"
Kardeşim!
Böyle cehalet olur mu? Resül (Elçi) olmadan din olur mu?
Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir.
Ancak Elçi olmadan da vahiy hayat bulamaz.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur. Hâlâ bunu anlayamadın mı?
Allah'tan kork, şu dünya hayatında Kur'an ilminden ve ahlakından, tevhid akidesinden daha değerli bir hazine Allah indirdi mi?
Senin artık bu dünyadan nasıl bir beklentin olabilir?
Tevhid ve Kur'an için sana biraz hakaret ve küfür edilse ne olur?
Sen, ben, o, Allah'ın Elçilerinden daha mı değerli bir konumdayız?
Sayın Prof Mehmet Okuyan!
Sadece Kur'an'dan sorumlu olduğumuzu,
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli olduğunu,
Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini ve yalnız Kur'an ile
insanları uyardığını, Allah Resulü'nün bile Kur'an sayesinde hidayet bulduğunu ve yalnız Kur'an'a tâbi olduğunu en iyi sen bilmiyor musun?
Neden dininden taviz veriyorsun?
Dünya tarihinde hangi Allah Resulü dininde taviz vermiştir?
Bence Kur'an'ı savunmak, sadece Kur'an'a bağlı olmak ve yalnız Kur'an'ı anlatmak her türlü hakaret ve iftiraya değer bir servet, bir fazilet, bir onur ve şereftir.
Milyon dolarlık antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla
veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin
kıymetini yok edeceği gibi, veya orijinal bir mimari yapı günümüzün boyası ile boyanmasıyla çirkin bir manzaraya yol açacağı gibi, veya çok pahalı bir
saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saatin arıza vermesi gibi,
dine de yabancı maddelerin karışmasıyla din bozulup hükümsüz kalacaktır..
Din Allah tarafından gönderildiği gibi orijinal olarak yaşanmalıdır,
bal veya süt dolu bir kazana bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını bozacağı gibi,
din de Allah tarafından indirildiği gibi saf, temiz, hâlis, arı duru, aydınlık ve sade yaşanması gerekir.
Bundan dolayı Allah "hakkı batıl ile karıştırmayın" buyuruyor.
Dinin orijinal ve organik olarak yaşanması çok önemlidir.
12 Mart 2017 Pazar
HUZUR KUR'AN'DA VE TEVHİD DİNİ OLAN İSLAM'DA,
EHLİ SÜNNET VE ŞİA'DA, HIRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİKTE DEĞİL.
Şu fani dünyada en önemli şey imanlı, huzurlu ve sağlıklı bir hayat geçirmek, yüce Allah'ın en büyük nimetlerinden biri olan ölümün ardından cennete konulmaktır. "Her nefis ölümü tadacaktır.
Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığını alırsınız. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir,,,,"
(Âli İmran, 185)
Peki imanlı, tevhid eksenli, bol bereketli ve müreffeh, manevi açıdan doyuma ulaşmış bir yaşam nasıl elde edilecek?
Yani bereketin, merhametin ve huzurun kaynağı kimdir?
Ümmet olarak merhamet ve saadeti, huzur ve barışı, bereket ve medeniyeti hangi iklim ve coğrafyada bulacağız.
Bence kartvizitinde kendisini bize Rahman ve Rahim olarak tanıtan Allah,
tüm insanlara, evrensel mesajında merhamet, şefkat, güzel ahlak, bereketli bir hayat, huzurlu bir ömür geçirebilmelerinin yolunu mutlaka göstermiştir.
Allah( cc) varlıklar içinde en önemli yaratığı olan insanoğlunu,
yol haritası, pusula, hidayet ve rahmet kaynağını göstermeden başıboş nasıl bırakır?
Halbuki Allah ( cc) güzel ahlak ve ruh yönünden insanı kendisine yabancı olan biri olarak değil, kendisiyle bağımlı ve barışık yaratmıştır.
İnsanoğlu,
merhamet, şefkat, yumuşaklık, sabır, cömertlik ve kerem gibi bir çok meziyetlerle Allah'ın yüce Ahlakına sahip olabilecek bir kimlikle yaratmıştır.
O halde huzur ve saadeti,
şefkat ve merhameti,güzel ahlak ve medeniyeti edep ve bereketin şifrelerini tek hidayet kaynağı olan Allah'ın mesajında aramalıyız.
KUR'AN BİZE NE DİYOR?
İLAHINIZ BİR TEK ALLAH'TIR:
"İlahınız bir tek Allah'tır. Ondan başka ilah yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir"
(Bakara, 163)
RABBİNİZ BİR TEK ALLAH'TIR.
"Ey zindan arkadaşlarım!
Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan Allah mı?
Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimlerden başka bir şey değildir.
Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir.
Hüküm sadece Allah'a aittir.
O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
(Yusuf, 39, 40)
YALNIZ KUR'AN İLE HUZUR BULURSUNUZ. ",,,İman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle (Kur'an'la) sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikri olan (Kur'an'la) huzur bulur"(Ra'd, 28)
GÖNÜLLER SADECE KUR'AN İLE MANEVİ DOYUMA ULAŞIR.
"İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler (Yahudiler ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
(Hadid, 16)
BEREKETLİ BİR HAYAT, BEREKETLİ BİR KAYNAK İLE ELDE EDİLİR.
"İşte bu Kuran, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( En'am, 155)
BİZİM EFENDİMİZ SADECE ALLAH'TIR.
"O'ndan başka ilah yoktur. O her şeyi diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir"(Duhan, 8)
DÜNYADA VE AHİRETTE ALLAH BİZİM TEK DOSTUMUZDUR.
",,,Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim tek dostumsun. Beni müslüman (Muvahhit) olarak öldür ve beni Salih kullar arasına kat"(Yusuf, 101)
ALLAHA TEVEKKÜL EDENE ALLAH YETER. ",,,,Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu açar, ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O,(Allah) ona yeter,,"(Talak, 3)
ALLAH KULUNA YETER."Allah kuluna yetmez mi? (Zümer, 36)
ALLAHA İMAN VARSA ÖLÜMDEN KORKULMAZ.
"De ki: Size vekil kılınan (görevli) ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz"
(Secde, 11)
Nasıl ki,gökten inen yağmur, kirlenen havayı temizliyor, kuruyan tabiata can veriyorsa, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilen Kur'an'ı Mübin'de hurafe ve yalanlarla kirlenen ve katılaşan gönülleri temizler, yumuşatır, merhamet ve şefkat ile doldurur.
Evet yağmur maddi olarak, Kur'an manevi olarak insanları ve kâinatı temizler, arı duru yaparak yaşanacak bir mekan olmasını sağlar.
EHLİ SÜNNET VE ŞİA'DA, HIRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİKTE DEĞİL.
Şu fani dünyada en önemli şey imanlı, huzurlu ve sağlıklı bir hayat geçirmek, yüce Allah'ın en büyük nimetlerinden biri olan ölümün ardından cennete konulmaktır. "Her nefis ölümü tadacaktır.
Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığını alırsınız. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir,,,,"
(Âli İmran, 185)
Peki imanlı, tevhid eksenli, bol bereketli ve müreffeh, manevi açıdan doyuma ulaşmış bir yaşam nasıl elde edilecek?
Yani bereketin, merhametin ve huzurun kaynağı kimdir?
Ümmet olarak merhamet ve saadeti, huzur ve barışı, bereket ve medeniyeti hangi iklim ve coğrafyada bulacağız.
Bence kartvizitinde kendisini bize Rahman ve Rahim olarak tanıtan Allah,
tüm insanlara, evrensel mesajında merhamet, şefkat, güzel ahlak, bereketli bir hayat, huzurlu bir ömür geçirebilmelerinin yolunu mutlaka göstermiştir.
Allah( cc) varlıklar içinde en önemli yaratığı olan insanoğlunu,
yol haritası, pusula, hidayet ve rahmet kaynağını göstermeden başıboş nasıl bırakır?
Halbuki Allah ( cc) güzel ahlak ve ruh yönünden insanı kendisine yabancı olan biri olarak değil, kendisiyle bağımlı ve barışık yaratmıştır.
İnsanoğlu,
merhamet, şefkat, yumuşaklık, sabır, cömertlik ve kerem gibi bir çok meziyetlerle Allah'ın yüce Ahlakına sahip olabilecek bir kimlikle yaratmıştır.
O halde huzur ve saadeti,
şefkat ve merhameti,güzel ahlak ve medeniyeti edep ve bereketin şifrelerini tek hidayet kaynağı olan Allah'ın mesajında aramalıyız.
KUR'AN BİZE NE DİYOR?
İLAHINIZ BİR TEK ALLAH'TIR:
"İlahınız bir tek Allah'tır. Ondan başka ilah yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir"
(Bakara, 163)
RABBİNİZ BİR TEK ALLAH'TIR.
"Ey zindan arkadaşlarım!
Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan Allah mı?
Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimlerden başka bir şey değildir.
Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir.
Hüküm sadece Allah'a aittir.
O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
(Yusuf, 39, 40)
YALNIZ KUR'AN İLE HUZUR BULURSUNUZ. ",,,İman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle (Kur'an'la) sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikri olan (Kur'an'la) huzur bulur"(Ra'd, 28)
GÖNÜLLER SADECE KUR'AN İLE MANEVİ DOYUMA ULAŞIR.
"İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler (Yahudiler ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
(Hadid, 16)
BEREKETLİ BİR HAYAT, BEREKETLİ BİR KAYNAK İLE ELDE EDİLİR.
"İşte bu Kuran, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( En'am, 155)
BİZİM EFENDİMİZ SADECE ALLAH'TIR.
"O'ndan başka ilah yoktur. O her şeyi diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir"(Duhan, 8)
DÜNYADA VE AHİRETTE ALLAH BİZİM TEK DOSTUMUZDUR.
",,,Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim tek dostumsun. Beni müslüman (Muvahhit) olarak öldür ve beni Salih kullar arasına kat"(Yusuf, 101)
ALLAHA TEVEKKÜL EDENE ALLAH YETER. ",,,,Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu açar, ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O,(Allah) ona yeter,,"(Talak, 3)
ALLAH KULUNA YETER."Allah kuluna yetmez mi? (Zümer, 36)
ALLAHA İMAN VARSA ÖLÜMDEN KORKULMAZ.
"De ki: Size vekil kılınan (görevli) ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz"
(Secde, 11)
Nasıl ki,gökten inen yağmur, kirlenen havayı temizliyor, kuruyan tabiata can veriyorsa, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilen Kur'an'ı Mübin'de hurafe ve yalanlarla kirlenen ve katılaşan gönülleri temizler, yumuşatır, merhamet ve şefkat ile doldurur.
Evet yağmur maddi olarak, Kur'an manevi olarak insanları ve kâinatı temizler, arı duru yaparak yaşanacak bir mekan olmasını sağlar.
PARALEL DİN (43. YAZI)
15 Temmuz'da darbe yapan Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin fanatiği F Gülen, Kur'an ahlakı ve Tevhid akidesi ile hiçbir zaman ilişki kurmadı.
Hurafeci ve uydurmacı Gülen, Allah'ın Kur'an'da bir çok ayette şirk saydığı velilerden yardım isteme (istimdat )
noktasında Kur'an ehli muvahhidler tarafından yıllardır uyarılmasına rağmen inancında ve fikirlerinde hiçbir değişiklik yapmadı.
Hatta bu konuda bir adım daha ileri giderek yine Kur'an'ın hiçbir ayetinde kaynağı olmamasına rağmen
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarının dinde bir esas olarak kıldığı "beklenen mehdi"
uydurmasına sarıldı.
Fetö, Said Nursi'den de etkilenerek inançlarına göre şekillendirdikleri "kainat imamlığı" olarak isimlendirdikleri " mehdilik kurumunu", cemaatın etrafında güç devşirmek için yıllarda kullandılar.
F Gülen'nin Hiç bir zaman inanmadığı, itibar etmediği ve anlamak istemediği bir kaç Kur'an ilkesi.
1-) Elçilerin görevinin sadece ve sadece Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmek olduğunu anlayamadı.
(F Gülen,Allah tarafından Kendisine ve cemaatine verilmiş özel bir görev olduğuna inandı)
2-)Vahyin tebliğ edilmesi karşılığında hiç bir maddi menfaatin elde edilmemesi.
(F Gülen bu ümmetin servetlerini emperyalist güçlerin emrinde israf etti)
3-) Güç ve kuvvete, devlet ve hükümet adamlarına dayanılmaması.
(F Gülen, neredeyse bütün devlet adamlarıyla flört etti)
4-)Tebliğ ve irşad görevinde açık, net, emin olunması.
(F Gülen,Kur'an'ın yasaklamış olduğu ne kadar tehlikeli ahlak varsa hepsine bulaştı. (casusluk, ihanet, şantaj, cinayet, ihanet gibi )
5-) Tebliğ ve irşad vazifesinin yalnız Kur'an'dan yapılması.
(F Gülen, Kur'an'dan başka bütün hurafe ve yalanlara iman etti, Kur'an ehli muvahhidleri sapık olarak ilan etti)
6-) Sadece Allah'a dayanıp, Allah'tan başka hiç kimseden şefaat kabul edilmemesi.
(F Gülen, Allah'tan başka tüm İlahlara ve Evliyalara kulluk etti, hiç bir zaman Allah'tan korkmadı, Allah'ı aklına getirmedi)
7-) Allah'ın Elçileri ve salih kulları yapmış oldukları hata ve günahları sebebiyle sürekli Allah'tan af ve mağfiret dileyerek Tevbe ederlerken,
(F Gülen alçağı hiç bir zaman hata ettiğini kabul etmedi, Allah'tan af dilemedi, tevbe kapısını çalmadı.
Yani Allah'ın Elçileri mütevazi, nazik, güzel ahlak sahibi, daima Allah'tan haya eden, ondan ürperen bir yaratılışa sahip idiler.
En ufak bir hatadan dolayı hemen Allah'tan af ve mağfiret dileyerek ona iltica ederlerdi.
F Gülen, bu ümmetin evladını Kur'an'dan ayırarak yalan ve hurafelerle telef etti, bir nesil zâyi oldu,dünya ve ahiret hüsran gitti
Kur'an bilmeyen, Tevhid akidesinin önemini kavramayan cahil devlet adamları da ona âlet oldular.
15 Temmuz'da darbe yapan Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin fanatiği F Gülen, Kur'an ahlakı ve Tevhid akidesi ile hiçbir zaman ilişki kurmadı.
Hurafeci ve uydurmacı Gülen, Allah'ın Kur'an'da bir çok ayette şirk saydığı velilerden yardım isteme (istimdat )
noktasında Kur'an ehli muvahhidler tarafından yıllardır uyarılmasına rağmen inancında ve fikirlerinde hiçbir değişiklik yapmadı.
Hatta bu konuda bir adım daha ileri giderek yine Kur'an'ın hiçbir ayetinde kaynağı olmamasına rağmen
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarının dinde bir esas olarak kıldığı "beklenen mehdi"
uydurmasına sarıldı.
Fetö, Said Nursi'den de etkilenerek inançlarına göre şekillendirdikleri "kainat imamlığı" olarak isimlendirdikleri " mehdilik kurumunu", cemaatın etrafında güç devşirmek için yıllarda kullandılar.
F Gülen'nin Hiç bir zaman inanmadığı, itibar etmediği ve anlamak istemediği bir kaç Kur'an ilkesi.
1-) Elçilerin görevinin sadece ve sadece Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmek olduğunu anlayamadı.
(F Gülen,Allah tarafından Kendisine ve cemaatine verilmiş özel bir görev olduğuna inandı)
2-)Vahyin tebliğ edilmesi karşılığında hiç bir maddi menfaatin elde edilmemesi.
(F Gülen bu ümmetin servetlerini emperyalist güçlerin emrinde israf etti)
3-) Güç ve kuvvete, devlet ve hükümet adamlarına dayanılmaması.
(F Gülen, neredeyse bütün devlet adamlarıyla flört etti)
4-)Tebliğ ve irşad görevinde açık, net, emin olunması.
(F Gülen,Kur'an'ın yasaklamış olduğu ne kadar tehlikeli ahlak varsa hepsine bulaştı. (casusluk, ihanet, şantaj, cinayet, ihanet gibi )
5-) Tebliğ ve irşad vazifesinin yalnız Kur'an'dan yapılması.
(F Gülen, Kur'an'dan başka bütün hurafe ve yalanlara iman etti, Kur'an ehli muvahhidleri sapık olarak ilan etti)
6-) Sadece Allah'a dayanıp, Allah'tan başka hiç kimseden şefaat kabul edilmemesi.
(F Gülen, Allah'tan başka tüm İlahlara ve Evliyalara kulluk etti, hiç bir zaman Allah'tan korkmadı, Allah'ı aklına getirmedi)
7-) Allah'ın Elçileri ve salih kulları yapmış oldukları hata ve günahları sebebiyle sürekli Allah'tan af ve mağfiret dileyerek Tevbe ederlerken,
(F Gülen alçağı hiç bir zaman hata ettiğini kabul etmedi, Allah'tan af dilemedi, tevbe kapısını çalmadı.
Yani Allah'ın Elçileri mütevazi, nazik, güzel ahlak sahibi, daima Allah'tan haya eden, ondan ürperen bir yaratılışa sahip idiler.
En ufak bir hatadan dolayı hemen Allah'tan af ve mağfiret dileyerek ona iltica ederlerdi.
F Gülen, bu ümmetin evladını Kur'an'dan ayırarak yalan ve hurafelerle telef etti, bir nesil zâyi oldu,dünya ve ahiret hüsran gitti
Kur'an bilmeyen, Tevhid akidesinin önemini kavramayan cahil devlet adamları da ona âlet oldular.
PARALEL DİN (42. YAZI)
Kendisi tarafından uydurulmuş büyük bir hedef "İslam'ın yeryüzünde hakimiyeti"olunca, F Gülen bu hedefin etrafında kendisine yardım etmeyen halkı "ahmak" olarak nitelendirmesini nasıl anlayabiliriz?
Aynen Diyanet İşleri Başkanlığı gibi Kur'an ve Tevhid tanımaz Ehli sünnet dininin rivayetlerini tek kaynak olarak kabul eden bir zihniyete sahip olan F Gülen'in,
korkunç bir kin ve nefret,
derin bir ihanet ve öfke, büyük bir ihanet ve takiyye ile onlarca yıldır inşa ettiği Kur'ansız ve akılsız eğitim merkezli şer yapılanması,
zehirli meyvelerini verip devletin en hassas kurumları içinde
kendine bir yol buldukça atomize olmuş cahil ve mankurt kitleler indinde önceleri bir meşruiyet, ardından da tek
kişilik bir otorite daha sonra beklenen salih zat inancını yerleştirmeye çalıştı.
Türkiye Cumhuriyeti'nde bulunan baskıcı kemalist yapının ve katı laik yönetimin, (bürokrasi)
ve benzeri unsurların sıkıştırdığı muhafazakar halk, geleneklerini yaşamak için bir çıkış yolu ararken ortaya çıkan bu yapıyı, sorgulama ihtiyacı bile duymadı.
Din adına kan döken ve terör estiren örgütler yanında "hizmet hareketi,
altın nesil, muhabbet fedaileri, adanmış ruhlar, ışık süvarileri"
kavramları mutedil, suya sabuna dokunmayan söylem ve yaklaşımlarla kısa sürede önemli bir mesafe aldı.
Dindar, muhafazakar, milliyetçi, alnı secde edenlerin başını çektiği oluşumun eğitim üzerinden tüm dünyada varlık oluşturabilmesi Kur'an anlamaz,
tevhid bilmez devlet adamlarının ve ümmi halkın gözünü kamaştırıyordu.
İslam ve Müslüman düşmanı zalim ve emperyalist ABD tarafından önü sürekli olarak açılan bu karanlık yapının 170 ülkede derin ve casus teşkilatı aslında hafife alınacak normal bir olay değildi.
Çünkü bu ülkelerin çoğunda devlet protokolüne yakın şekilde karşılanan hareketin yapısını , menşeini, kaynaklarını,
inançlarını ele almak ancak çeşitli bilgi ve belgeler üzerinde yapılabilir.
Kendisi tarafından uydurulmuş büyük bir hedef "İslam'ın yeryüzünde hakimiyeti"olunca, F Gülen bu hedefin etrafında kendisine yardım etmeyen halkı "ahmak" olarak nitelendirmesini nasıl anlayabiliriz?
Aynen Diyanet İşleri Başkanlığı gibi Kur'an ve Tevhid tanımaz Ehli sünnet dininin rivayetlerini tek kaynak olarak kabul eden bir zihniyete sahip olan F Gülen'in,
korkunç bir kin ve nefret,
derin bir ihanet ve öfke, büyük bir ihanet ve takiyye ile onlarca yıldır inşa ettiği Kur'ansız ve akılsız eğitim merkezli şer yapılanması,
zehirli meyvelerini verip devletin en hassas kurumları içinde
kendine bir yol buldukça atomize olmuş cahil ve mankurt kitleler indinde önceleri bir meşruiyet, ardından da tek
kişilik bir otorite daha sonra beklenen salih zat inancını yerleştirmeye çalıştı.
Türkiye Cumhuriyeti'nde bulunan baskıcı kemalist yapının ve katı laik yönetimin, (bürokrasi)
ve benzeri unsurların sıkıştırdığı muhafazakar halk, geleneklerini yaşamak için bir çıkış yolu ararken ortaya çıkan bu yapıyı, sorgulama ihtiyacı bile duymadı.
Din adına kan döken ve terör estiren örgütler yanında "hizmet hareketi,
altın nesil, muhabbet fedaileri, adanmış ruhlar, ışık süvarileri"
kavramları mutedil, suya sabuna dokunmayan söylem ve yaklaşımlarla kısa sürede önemli bir mesafe aldı.
Dindar, muhafazakar, milliyetçi, alnı secde edenlerin başını çektiği oluşumun eğitim üzerinden tüm dünyada varlık oluşturabilmesi Kur'an anlamaz,
tevhid bilmez devlet adamlarının ve ümmi halkın gözünü kamaştırıyordu.
İslam ve Müslüman düşmanı zalim ve emperyalist ABD tarafından önü sürekli olarak açılan bu karanlık yapının 170 ülkede derin ve casus teşkilatı aslında hafife alınacak normal bir olay değildi.
Çünkü bu ülkelerin çoğunda devlet protokolüne yakın şekilde karşılanan hareketin yapısını , menşeini, kaynaklarını,
inançlarını ele almak ancak çeşitli bilgi ve belgeler üzerinde yapılabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)