31 Mayıs 2022 Salı

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (82.YAZI) "Bu paylaşımı üç defa okudum. İnanılmaz gerçekçi ve doğru.Uzun bir yazı ama lütfen kavrayana kadar okuyun.Bunu kopyalayıp paylaşacağım.Biraz ağır, herkes anlamaz, sadece bilgi ve iman derecesi yeterli olanlarla paylaşın.Yoksa cehaletlerinden dolayı fitneye düşerler..Ali beye teşekkürler, varolasın.Bazı hususlarınızı eleştiriyorum.Kim bilir belki de seni anlayamıyorum, belki de sen hata yapıyorsun. Her ikisi mümkün ama bu yazın harika.."Hikmet Genç "İblis- Şeytan- Melek- Melekler" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum"----------------------------------------------------------"Sayın hocam!Allah yardımcınız olsun.Zamanın akımına sıraya girmiş, hipnotize olmuş cehalet sürüsü ile karşı karşıyasınız.Ağzı olan konuşuyor. Bir şeyleri kabul etmeyebilirler.Dediğiniz gibi dinimizin temeli tevhid ve güzel ahlak. Verilen cevapları okuyorum da güzel ahlaktan yoksun oldukları gibi birde cahilce haller sergiliyorlar. Verdiğiniz cevaplar güzel, ahlakınızın insanlığınızın ve onlardan zeki olduğunuzun kanıtıdır. Yürüdüğünüz yolda karşınızda olan bu sürüyle size sabır diliyorum. Saygılarımla" (Celal Polat "Salat Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------"Hocam! Dilinize, emeğinize sağlık.Teredütlü bilgilerimizi pekiştiriyorsunuz.Günümüzde Kur'an, namazın yanında yetim kalmıştır.Çok yazık islam âlemi büyük bir bataklığa batmış durumdadır. (Vedat Güllü "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Bu sahtekarların uydurulmuş dinlerini açığa çıkardığınız için Allah sizden razı olsun. Nasıl böyle saçma sapan yalanlara alet olabiliyorlar? Allah'ın elçisine nasıl bu kadar iftira etmişler? Olamaz, pes diyorum.Nasıl akıl almaz yorumlar yazılmış. Bunlar zerre kadar Kur'an'dan ve dinden haberdar değiller.Bu şahıslar gerçekten müşriklerden daha aşağı imişler. Yani söylenecek söz bulamıyorum, şaşkınlık içindeyim.Din adına insanları nasıl zehirlediler? işte Kur'an'ı okuyup anlamayan insanları kolayca ağlarına düşürüp, doğru yoldan saptırıp, dini yozlaştırarak, sapkın bir hale getirdiler.Gerçekten içim sızlıyor.Bunların yalanlarına, iftiralarına yani hangi birini dile getirelim.Din adına o kadar sapkınlık var ki, güzel dinimizi Allah'ın Resülünü ne duruma düşürdüler. Allah'ım bunları kahru perişan etsin. Yüce Allah, inananları da doğru yola hidayet etsin inşallah" (Fatma Elmas "Risâle'i Nurda Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------"Hocam!Allah'ın selamı üzerinize olsun inşallah.Bu paylaşımda zekat kavramını iyice anlamış oldum.Sizin paylaşımlarınızla zekat kavramını sorgulamaya almıştım. Çünkü Hakkı Yılmaz hoca zekat kavramını salât kavramı ile birlikte değerlendirerek, zekat kavramına vergi anlamı olarak yapmıştı. Fakat yazınızı okumaya başladıktan sonra sorgulamaya almıştım.Ama bu paylaşımda taşlar yerine oturdu.Fakat sizin yaptığınız çeviri daha mantıklı geldi ve yerine tam olarak oturuyor.O zaman da sorgulamıştım.Sebebi de insanlar vergiyi isteyerek vermiyorlar.Mecburi oldukları için veriyorlar.Devlet adına bir zorunluluk olduğu için.Ama siz bu paylaşımda zekat kavramını çok güzel ve detaylı anlatmışsınız.Elinize, emeğinize sağlık.Hocam çok teşekkür ederim, Allah razı olsun.Gerçekten Kur'an'ın kavramları doğru anlamlandırıldığı zaman âyetler net bir şekilde anlaşılıyor.Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Kur'an'ı çeviri yaparken bizler de doğru anlamayı ve kavramayı Rabbim ihsan eylesin inşallah. Hocam! Hakkı Yılmaz hoca da kendisinin bilerek hiç bir yanlış yapmadığını, inşallah Kur'an erlerinin çıkacağını, bizlerden daha iyi bir çeviri yapacağını daima söylemiştir.Ve mealinin başlığında da bunu yazmıştır.Çünkü Kur'an evrenseldir, okunması ve anlaşılması gereken bir çağrı ve buyuruktur.Bu paylaşımınızda kafam tam netleşti.Zekatın tamamen arınma ile ilgili olduğunu anladım.Hocam zaten bunu Tevbe süresi 5 ve 11. âyetler referansı ve delilidir"(Fatma Elmas "Salât'ı İkâme ve Zekat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)----------------------------------------------------"Mehmet Gül kardeşim!Salât kelimesinin geçtiği her âyette namaza atıfta bulunmanın yanlışlığına dair Kur'an'dan yüzlerce dayanak ileri sürülüyor. Bugün (Resuülullah vefat ettiğine, ahir hayatta yalnızca Kur'an'dan hesaba çekileceğimize göre ve tek hakem Kur'an olduğuna göre) uymakla emrolunduğumuz Ku'ran'a dayanmayan her iş ve görüşü sorgulamak, her görüşe aynı mesafe ile yaklaşıp, kullanmamız farz olan aklımızı yeteri kadar zorlayarak ilmin ve ilim sahiplerinin önünü açmak, gerektiğinde ise, zulümlerin en büyüklerinden olan alime zulüm hususunda, zulme uğrayan ilim sahiplerine sahip çıkarak bir başka farzı yerine getirmek zorundayız. Her nereden, her ne konuda, kime karşı yapılırsa yapılsın zulme engel olmak, bırakın İslami sorumluluğu, insani zorunluluktur. Bu vakarlı, basiretli, dirayetli duruşumuz, kendi iç dünyamıza ve inançlarımıza halel getirmeyeceği gibi, bu gibi durumlarda ortaya koyacağımız tepki ve davranışlarımızı dolayısıyla bizi daha şerefli ve haysiyetli kılacaktır. Nacizane tavsiyem, eleştirmek yerine ne deniyor, neden deniyor, delil ve dayanaklar neler gibi sorulara cevap aramak adına, anlamaya çalışmaya gayret edilmeli.(Zihni Dönmez "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------"Mehmet Gül!Birisinin fikirlerine katılmıyor olabilirsiniz, onaylamıyor olabiliriniz.O fikirleri nötr edecek fikirleriniz varsa yazabilirsiniz.Lakin kendiniz gibi düşünmeyeni kafirlikle, İslam'a ihanet etmekle ve hatta misyonerlikte suçlamakta neyin nesi oluyor?Bu konudaki düşüncenizi yazın, sizi de okuyalım. İnanın düşüncenizi beğenmezsek size hakaret etmeyiz. Selamlar" (Muhittin Kavak "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------! "Mehmet Gül kardeşim! Onyargılarımızdan, yıllardır bize dayatılan tercümelerden kurtulmadıkça, Kur'an'ın bize vereceği bir şey yoktur. Asıl hak olan bugüne kadar Kur'an'a yapılan tercümeler değil, Kur'an'ın kendisidir. Bu nedenle bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılacak olan tercümeler de farklı olacaktır. Aksi taktirde ilmi, bizden öncekilerin fikir ve görüşlerine mahkum etmiş oluruz. Yaşayan ve yaşaması gereken Kur'an'ı bu mahkumiyetle hükümsüz kılmış oluruz.Onu hayatımıza taşımak mümkün olmayacaktır. Bakınız yüzyıllardır din adına insanlığın dimağına boca edilen onca hurafe kısım kısım, hemde hiç güvenmediğim DİB eliyle reddedilmeye başlandı. DİB ölünün arkasından yedisi kırkı bilmem nesi yapılmayacağını bilmiyor olamaz. Öyleyse gerçeği söylemek için neden bugüne kadar bekledi?Tek sebebi olmasa da en önemli sebeplerinden biri, halkın, kendisine giydirilen deli gömleğinden bir anda kurtulamayacağını bildikleri, diğer yandan statülerinin ve saygınlıklarının yara alacağını bildikleri içindir. Bu basit gerçeği itiraf etmelerini de yine cesur ve dirayetli ilim adamlarımızın vakarlı ve kararlı duruşlarına borçlu olduğumuzu unutmayalım. DİB nın halkımızın ve İslam milletinin tepkisinden korktuğunu hatırdan çıkarmamakta fayda var. İnşallah gerçek korku ve endişeleri bundandır, kendi söylediklerine kendileride inanmıyordur. Aksi taktirde durum çok daha vahimdir"(Zihni Dönmez "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -----------------------"Mehmet Gül! Değerli kardeşim!İşin garip tarafı, bizim vahiy'den başka bir delile ihtiyacımızın olmadığı birçok Müslümanın hadis, rivayet, yabancı dil konusunda bilgisinin olmadığı, araştırmakla görevli ve mesul olanlarında pers dili kavramlarını gereği gibi anlamadan para kazanmak maksadı ileyazılan tefsir ve kitapların insanlığı doğruya ulaştırmadığını görüyoruz. Ali Aydın hocanın yazdıkları yeni değil ki, bundan evvel bir çok yazar çizer, ilim ehli bunu anlattı, yazdı.Sizin bunları bilmemeniz bunun yeni olduğu anlamına gelmez.Siz, işin sadece bir tarafına bakar olmanız da ayrı bir vehamet.Bizim derdimiz geleceğimiz, genç nesil, siz hangi eseri veya hangi araştırmayı okuyup gençlik ne düşünüyor?Bizim çocuklarımızın islam açısından nerede oldukları sizin gibi düşünenleri hiç ilgilendimiyor.Gençlerin yüzde ellisi ateist ve deist. Bundan haberiniz varmı?Sizin kaç rekat namaz kıldığınız bizi hiç ilgilendirmiyor.İsterseniz sabahlara kadar ne dediğinizi bilmediğiniz âyetleri şarkı okur gibi okuyup kılın.Bizim bir derdimiz var.Yüce Allah’ın dinini parasız öğretmek kitabını da parasız vermek. Bu gençliğe ihtiyacı olan bilgiyi inanılırve anlaşlır sağlamaktır"Selam olsun"(Ibrahim Serin Gartenlandschaft bau Almanya Ibrahim Serin "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------"Ali Aydın!Mealinizi sabırsızlıkla bekliyoruz.Nasıl ki cehalet kuşağı Kur'an'ı evinin başköşesine koyup unuttuysa, bizde onlara inat, mealinizi kalbimizin başköşesine koyup her an hafızamızda taşıyacağız.Yüce Allah, girmiş olduğunuz bu meşakkatli yolda, size ve bize nusret, idrak ve bilinçli olmayı nasip etsin...(Murat Karadağ "Kuranı Mübinin Meâli" Adlı Yazıya Yağtığı Yorum) ------------------------------------------------------Ali Hocam! Allah'ın kitabına sadakatin, inanç ifadelerin, melekler ile ilgili bilmedigimiz, yeni öğrendiğimiz, Kur'an, bilim ve anlayış kâbiliyetin, doğruları eğmeden ve bükmeden anlatman, Allah'ın kitab'ı kerimine insan sözü eklemeden, vahy Nebi ve Resul bağlamında anlatım tarzınız yüreklere ve kalplere tam oturuyor. Genelde saygı duyduğumuz bazı Kur'an meal yazanları, rivayetler olmsa Kur'an'da şu ve bu âyetleri nasıl anlayacaksınız? diyorlar.Ben şahsım adına çok üzülüyorum. Kur'an'da bir tek âyet bile insanın kurtuluşuna sebep oluyor. Allah Zuhruf süresi 44.âyette buyuruyor ki: "Siz bu kitaptan sorulacaksınız"Muhteşem!Pekala, rivayetler nasıl yüce Allah'ın mübarek sözlerine eklemeler yapılabiliyor?Şaşıyorum!Ben bir marangoz ustasıyım.Fazla bilgim olmamasına rağmen Allah'a, kitabına, vahyine, Resulüne iman ettim. Elhamdulillah.Allah'ul alliyul kebir. Sizi tanıdığım için çok mutluyum! Allah ilminizi, amelinizi bereketli eylesin. Saygılar sevgilerimle! Kur'an ehli muvahhid kardeşlerimize selamlar olsun inşaAllah.(Mücahit Güleç "Kur'an'ı Mübin'in Meâli" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------------------------"Hocam! Rabbimiz sizden razı olsun insaallah. Şefaat konusunu çok güzel detaylandırmışsınız.Yani şefaat konusunu ayrıntılı bir şekilde açığa koymuşsunuz. Şefaatin sadece Allah'a ait olduğunu âyetlerden biliyorduk ama dünyada olduğunu bilmiyordum.Çünkü şimdiye kadar böyle bir yorum hiç yapılmadı.Daha öncede şefaat konusunda kısa bir paylaşım yapmıştınız. Fakat burada çok detaylı bir paylaşım yapmışsınız.Hocam âyetler ışığında konu daha iyi anlaşıldı.Ve en sonunda nokta ateşi ile âyeti tamamlamışsınız.Gerçekten Müddessir 48. âyet muhteşem.Şefaat konusunda son noktayı koyuyor.Elinize emeğinize sağlık.Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Selamlar(Fatma Elmas "Kur'an'da Şefaat Sisteminin Çözümü" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------Sayın hocam!Kur'an-ı Kerim'in adını zikrederken bir Kur'an deyişiniz var, çok manidar. Bu mana Kur'an'ın yetim bırakılması mı desem, Kur'an'ın terk edilmesi mi desem, Kur'an'ın susturulmaya çalışılması mı desem...." Kısacası yapılan ihanetlerin hepsine karşılık, yüreğiniz yanarcasına bir feryat figan ve haykırma ile "bu Kur'an" diye serzenişiniz beni çok etkiledi. Allah için seni seviyorum. Kur'an'ı zikriniz muhteşem bir salât örneği olmuş. Hiç bıkmadan usanmadan sizi dinledim.Sohbet gayet anlaşılır net ve berraktı. Zaten aksi olamaz.Çünkü siz Allah'ın vahyini bizlere anlattınız. Bir bilene sorun âyeti gerçekten muhteşem. Benim gözümde hocam, siz bir bilensiniz. Neden diye sorabilirsin bana.Çünkü sizin elinizde Allah'ın delil olarak indirmiş olduğu bir kitap var, yani Kur'an-ı Kerim var. Kur'an'ı Kerim'i referans alıyorsunuz. En sağlam, en güvenilir delil. Atalar dinine baktığımızda Rabbim onlara "deliliniz varsa getirin" diyor. Onlar ise 10 tane ravinin birbirine naklettiği tamamı söylenti ve zanlara dayalı, Allah'ın hakkında hüküm verip de işaret etmiş olduğu bir delili olmayan, rivayetlere itibar ediyorlar ve de bunu hak olarak görüyorlar. Bunlara bir bilen denilmez, zalim delinir. Rabbim senin gibilerin sayısını arttırsın. Rabbim bu günümüzü, yarınımızı ve akıbetimizi hayır üzere eylesin.Göstermiş olduğunuz çabaları muhafaza eylesin. Rabbimize hamdolsun. Selametle kalın hocam, gönderinizi paylaştım"(Muammer Aydın- "Muhammed (a.s) a Salavât Çekme Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Videoya Yaptığı Yorum)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(224. YAZI)Zümer Süresi 4-) Eğer Allah bir evlât edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O'nu tesbih ederim. (böyle şeylerden uzaktır), tek ve kahhâr olan Allah’tır. 5-) Allah, gökleri ve yeri hakla (bir amaca yönelik olarak) yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Yani güneşi ve ayı (emrinize) musahhar etti. Her biri belli bir süreye kadar akıp gidiyor. Dikkat et! O, Azîz ve Ğaffâr olandır. 6-) Allah sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Ve sizin için nimetlerden sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (vahiy'den) çevriliyorsunuz? (Âyette geçen sekiz çiftten maksat, iki göz, iki kulak, iki kol, iki ayak, iki el, iki böbrek, iki dudak, iki ciğer gibi nimetlerdir. Yani âyette bulunan "en'am" kelimesi, "hayvanlar" anlamında değildir. Çünkü âyet tamamen insanın yaratılmasından söz etmektedir. Her ne kadar "en'am" hayvanlar anlamına geliyorsa da, tamamen insanın yaratılmasını anlatan bir âyetin içine hayvanları katmak doğru değildir. En'am, nimetler anlamına da geliyor.)7-) Eğer (bunca nimetlere) kâfir olursanız, şüphesiz Allah Ğani'dir, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden razı olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Sonra hepinizin dönüşü Rabbinizedir. Yaptığınız amelleri O size haber verir. Çünkü O, göğüslerde olan herşeyi hakkıyla bilendir. (Kur'an'da küfür, şirk anlamına gelirken, şükür de, tevhid yani sadece yüce Allah'a teslim olma anlamına gelmektedir.) 8-) İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden dua etmiş olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na denk eşler koşar. (Ey Resul!) De ki: Küfrünle az yararlan (bakalım;) çünkü sen, muhakkak ateş ashabındansın! 9-) Yoksa geceleyin secde ederek yani kıyamda durarak, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini uman kimse (o kâfir gibi) midir? (Ey Resul!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler musavi olur mu? Doğrusu ancak beyin sahipleri bunları tezekkür eder. 10-) Deki: Ey iman eden kullar! Rabbinize karşı takvâlı olun. Bu dünyada güzellik yapanlara güzellik vardır. Allah’ın arzı geniştir. Şüphesiz ki sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir. 11-12) (Ey Nebi!) De ki: Dini Allah’a özel kılarak sadece O’na ibâdet etmekle emrolundum. Yani Müslümanların ilki olmakla emrolundum.(Muhlis, dini Allah'a özel kılan yani Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen demektir. Dini katışıksız yaşayan demektir.) 13-) De ki: Rabbime isyan edersem, doğrusu azim günün azabından korkarım. 14-) De ki: Ben dinimde muhlis olarak sadece Allah’a ibadet ederim. 15-) (Ey müşrikler!) Siz de O’nun dununda dilediğinize ibadet edin! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem de yandaşlarını husrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır. 16-) Onların üstlerinde (karanlık) gölgeler, altlarında da (öyle) gölgeler vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Bana karşı takvâlı olun. 17,18-) Tâğut’a (muhaddislere- müctehidlere) ibadet etmekten kaçınıp, Allah’a (vahye) yönelenlere müjde vardır. (Ey Nebi!) Dinleyip de sözün en güzeline (Kur'an'a) tâbi olan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın onunla hidayete ilettiği kimseler bunlardır. Yani gerçekten beyin sahipleri bunlardır. 19) (Ey Nebi!) Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi çekip alacaksın! 20-) Fakat Rablerine karşı takvâlı olanlar için, üstüste yapılmış odalar, altlarından nehirler akan odalar vardır. Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah, vâdinde hilâf etmez.21-) Görmedin mi? Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor. Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da onu kuru bir kırıntı yapar. Şüphesiz bunlarda beyin sahipleri için bir öğüt vardır. 22-) Allah (vahiy'le) kimin göğsünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerindedir. Allah’ın zikri (Kur'an) hususunda kalpleri katılaşmış olanlara veyl olsun! İşte bunlar apaçık bir sapkınlık içindedirler. (Hidayete ulaşmanın tek yolu yüce Allah'tan indirilen vahiy'dir. Dinde vahyi tek kaynak kabul etmeyenler İslam dairesinden çıkmış sapkınlardır.) 23-) Allah hadisin en güzelini, birbiriyle muteşabih (birbirine benzeyen, birbirini açıklayan) ve mesâni (tekrarlanan) bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu kitab’ın etkisinden derileri ürperir, derken derileri yani kalpleri Allah’ın zikrine (Kur'an'a) ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah’ın hidayetidir. Dileyeni onunla hidayete ulaştırır. Kim de Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık onun bir hidayet edicisi olmaz. 24-) Kıyamet gününde yüzünü azabın en kötüsünden korumaya çalışan kimse (kendini ondan emin kılan gibi) midir? Zalimlere "Kazandığınızı tadın!" denilir. 25-) Onlardan öncekiler (vahyi- Resulleri) yalanladılar da farkında olmadıkları bir yerden onlara azap geldi. 26-) Bu suretle Allah, dünya hayatında onlara rezilliği tattırdı. Ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi! 27-) Andolsun ki biz, tezekkür etsinler diye, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. 28-) Takva sahibi olsunlar diye, eğriliği olmayan Arapça bir Kur’an indirdik. 29-) Allah, çekişip duran birçok şeriklerin (ortakların) sahip olduğu bir adam (çalışan) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd (güç-kuvvet-övgü) Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.(Yukarıdaki âyette güzel ve ibretlik bir misal verilmiştir. Başı sonu belli, ulaşması kolay, kesin delil, tek hidayet kaynağı, mutlak rahmet olan Kur'an'a bağlı olmakla, onlarca muhaddis, müctehid, müfessir, mezhep imamı, evliya, molla, âyetullâh, müftü, ruhban, rahip, papa, kardinal, cemaat lideri, tarikat şeyhine bağlı olmak muhteşem bir örnekle verilmiştir. Yani Kur'an'a teslim olan Allah’a teslim olmuştur. Durumu nettir, rahattır, mutludur, huzurludur. Kur'an'a teslim olmayan kimsenin durumu karışık ve karanlık, huzursuz ve hastadır. Önüne gelene kul ve köle olmak zorundadır.) 30-) Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. 31-) Sonra şüphesiz, hepiniz kıyamet günü, Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız. 32-) Allah’a karşı yalancı olan yani kendisine gelen sıdkı (doğru söz olan Kur’an’ı) yalan sayandan daha zalim kim vardır? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir? 33-) Sıdk ile gelen ve onu tasdik edenler var ya, işte muttakiler bunlardır. 34-) Onlar için Rablerinin indinde diledikleri her şey vardır. İşte bu, güzel ahlak sahiplerinin mükâfatıdır. 35-) Böylece Allah, onların geçmişte yaptıkları en kötü amelleri bile örtecek ve (hayırlı) amellerinin ücretlerini en güzeliyle mükâfatlandıracaktır. 36-) Allah kuluna kâfi değil midir? Yani O’ndan başkalarıyla seni korkutuyorlar. Kim Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık onun hidayet edicisi olmaz. 37-) Kimin hidayet edicisi Allah (Kur'an) olursa, artık onu saptıracak yoktur. Allah, Azîz ve intikam alıcı değil midir? 38-) Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette "Allah’tır" derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ın dununda dua ettikleriniz, O’nun verdiği zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini tutabilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na tevekkül etsinler. 39,40-) De ki: Ey kavmim! Kendi konumunuza uygun amelleri işleyin; doğrusu ben de (kendi konumuma uygun) amelleri işliyorum. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini yani sürekli olan bir azabın kime helal kılınacağını yakında bileceksiniz!

KUR'AN'DA SALÂT(2.YAZI)"Kur'an'ı Anlamak" Evet, salat hakkında yaygın iddialara göz atmamız bittiğine göre biraz da bu konudan bahsedelim. Ancak buna geçmeden önce ben dahil herkesin Âraf süresinin 204 âyetini hatırlaması gerekir. "Kur'an okunduğu zaman ona kulak verin yani susun ki size merhamet edilsin" Yüce Allah'ın burada emrettiği sessizlik, bizim susturmamız gereken iç konuşmalarımız, ön kabullerimiz, din atalarımızdan gelenler yani inancımızdaki ve kafamızdaki ön yargılarımızdır. Diğer bir deyişle, salât hakkında bildiklerimizi ve ön kabullerimizi silip atalım.Çünkü dinde Allah'ı Kur'an temsil eder. Kur'an'ı başka kitaplarla yarışmaya sokmak tartışmasız küfürdür.Birinci derecede kaynak Kur'an, ikinci derecede kaynak Buhari, Müslim, Tirmizi, Kâfi, Ebu Davud, Nese'i, Ahmet bin Hanbel, Mâlik bin Enes, İbni Mace dediğiniz anda bu şirk ve küfür olur. Kur'an'ı beşeri kaynaklarla dereceye sokamazsınız.Kur'an dışında bütün kaynaklar tartışmaya açıktır. Tevhid, dinde vahyin egemenliği demektir. Haydi o zaman ilk "salât" kelimesinin tanımıyla başlayalım.Kelimenin kökü "sad- lam-vav" ve "yakından takip etmek" anlamına geliyor.At yarışlarında, Arapça birinci giden ata "sabık" (lider) ikinci giden ata "el musalli" "yakından takip eden" denilmiştir.Sonuçta birinci olan atı en yakından takip ediyor.Bu tanım aslında Kıyame süresinin 31 ve 32 âyetleriyle tasdikleniyor."Fakat ne tasdik etti ne de salat etti (takip etti). Aksine, yalanladı ve yüz çevirdi" Burada "saddaka" nın yani tasdik etmenin zıttının yalan ve "salla" nı yani salât etmenin zıttının ise yüz çevirmek olduğunu görürüz. Eğer salla'nın zıttı geri dönme ve yüz çevirmekse, bu demek olur ki salla yönelmek, destek olmak ve yakından takip etmektir. Ayrıca salâtın ölçütü olarak Âlâ süresinin 15. âyetinde görebiliriz ki yüce Allah bu âyette "Rabb'inin ismini zikretti ve böylece salât etti (takip etti.) Yani" Allah'ın varlığını ve birliğini sürekli zihninde canlı tutarak O'nun yolundan gitti" demektir. Artık "salla" veya salâtın ne demek olduğunu anladığımıza göre Kur'an'a bakıp bir kişinin salât etmesinin ne anlama geldiğini bulalım. Salât eden birinin özellikleri Mearic süresinin 22. âyeti ile 34. âyeti arasında tanımlanmıştır. Yüce Allah bu pasaja "illel musallin" "musallinler müstesna" diyerek başlıyor.(Salat edenler/el-musallin). Bu âyet, bundan sonra sıralanan özelliklerin salât edenlere ait olduğunun bir göstergesidir. Allah, devamında "Onlar ki salâtlarında devamlı olanlardır" buyuruyor.Buradaki devamlı kelimesine dikkat ermek gerekiyor.Devamlı diye çevirdiğimiz kelime, Arapça'da "dâimun" dur ve bu, daim olunan şeyin bitmeyeceğini ve kesintisiz olacağını gösterir. Bu, namazın tam tersidir. Çünkü namazı birkaç dakikada kılarsın ve sonlanır. Kesintiye uğrar. Ancak Kur'an'a göre salât, kişinin devamlı olarak salât durumunda olduğundan bahseder. Kesintiye uğramaz. Ve Allah bize sol tarafta da belirttiğim şekilde salat edenlerin karakteristik özelliklerinden bahseder. Salat edenler yardım eder ve hüküm gününe iman ederler. Allah'tan korkarlar. İffetlerini korurlar. Güvenilirlerdir. Verdikleri söze/yemine sadıktırlar ve salâtlarını korurlar. Peki bu özelliklerin ortak noktası nedir? Cevap çok basittir. Bunların hepsi Kur'an'da geçen emirlerdir, bunlar Allah'ın emirleridir. Bu da demek oluyor ki Allah'ı takip eden kişi, onun emirlerine uyan kişidir.Toparlamak gerekirse bu; "salatın" tanımıdır."Allah'ın emirlerini takip etmektir." Musalli (salât eden) Allah'ın emirlerini takip eden kişidir. Ve evet arkadaşlar, bu bizim "salat" hakkında bilmemiz gereken tek şeydir. Bu pasajda açıkça gördüğümüz üzere salât'ı sürdürmek demek Allah'ın bütün emirlerine itaat etmek ve ittibâ etmek demektir.Namaz kılmak yüce Allah'ın emirlerini paramlarça etmiştir. Aslında ihlas (dini Allah'a özel kılmak) ihsan (güzel ahlak) ibadet (dinde tek otorite ve hüküm sahibi olarak yalnız Allah'ı bilmek) takva (din ve hüküm olarak Kur'an'la yetinmek) gibi bütün kavramlar, aynen salât gibi sürekli devam eden ve asla kesintiye uğramayan kavramlardır.Artık salâtın ne demek olduğunu anladığımıza göre (Allah'ın emirlerini yakından takip etmek).Haydi o zaman, konuyu daha iyi kavrayabilmek için biraz da bu bakış açısıyla, birkaç âyete daha bakalım. Yüce Allah buyuruyor ki: "Sana indirilen kitabı tilavet et yani salât'ı ikame et. Şüphesiz ki salat, ahlaksızlıklardan ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri (Kur'an) en büyüktür... "(Ankebüt-45)Yani emirleri yakından takip etmenin neticesi kötülüğün, çirkinliğin alıkonulmasıdır. Tahmin edilebileceği gibi namazın kötülükten alıkoyacağını düşünmek son derece yanlıştır.Çünkü diyalog ve iletişim olmadan yani sözün gücü bulunmadan, hatırlatma ve nasihat olmadan kötülüklerden uzaklaşmanın imkanı yoktur. Bu öğüt ve hatırlatmada en büyük ve en önemli eğitim sistemi Kur'an'dır. Ancak O'nun emirlerini takip ederek kendimizi her türlü kötülükten arındırabiliriz. Maun suresinde yüce Allah buyuruyor ki: "Gördün mü dini yalanlayanı, yetimi itip kakanı, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyeni? Yazıklar olsun öyle Musallinlere ki onlar salatlarında bilinçsizdirler. Sadece gösteriş yaparlar ve en ufak bir yardımı da engellemektedirler" burada görüyoruz ki, takip ettiği şey hakkında gaflet içinde olanların sıkıntısı, ritüellerde değildir. Bu tamamen dini yalanlamayla, yetimi itip kakmayla ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeme ile alakalıdır. Bu durum Allah'ın emirlerini takip etmenin tamamen zıttıdır. Onlar,Allah'ın emirlerini takip etmeyi önemsemezler: Bir de Meryem süresine bakalım: "Sonra onların ardından öyle nesiller türedi ki salatı (Allah'ın emirlerini takip etmeyi) bıraktılar. Yani şehvetlerine tâbi oldular. Onlar gayya ya atılacaklardır" (Meryem-59)Burada anlatılan namazın bırakılması değildir. Onlar, Allah'ın emirlerine tabi olmayı bırakmışlardır. Allah'ın emirlerini bıraktılar yani unuttular. Dolayısıyla Allah'ın emirleri yerine heva ve heveslerine uydular.

30 Mayıs 2022 Pazartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(222. YAZI)Saffât Süresi45-)(Ey Nebi!) Güçlü irâde ve basiret sahibi kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da zikret. 46-) Biz onları özellikle (ebedi) yurdu zikreden ihlâslı kimseler kıldık. 47-) Yani onlar indimizde seçkin ve hayırlı kimselerdendir. 48-) İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de zikret. Yani hepsi de hayırlı kimselerden idiler. 49-) İşte bu (Kur'an), bir zikirdir. Şüphesiz ki muttakiler için güzel bir gelecek vardır. 50-) Kapıları kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır. 51-) Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada bir çok meyveler ve içecekler isterler. 52-) Yanlarında, eşlerinden başkasına bakmayan, kendilerine yaşıtlar vardır. 53-) İşte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır. 54-) Şüphesiz bu, bizim verdiğimiz rızıktır. Onun için bitmek ve tükenmek yoktur. 55-) Bu böyle; ama taşkınlara şerli bir gelecek vardır. 56-) Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir. 57-) İşte bu; hamim ve ğassâk olandır. Onu tatsınlar.(Cehennemlik olanların yiyecek ve içecekleriyle ilgili "hamim, ğassâk, ğislin, zakkum, dari', mâin sadid, mâin kelmühli yeşvil vucuh, (yüzleri kavuran maden eriyiği) esim, ze ğussatin gibi ifadeler geçerken, elim, muhin, sair, azim, kebir, cehennem, ateş, şiddetli, yakıcı, beis, hun, mukim, ğaliz, muhit azabı gibi çeşitli ceza adları geçmektedir.) 58-) Bu şekilde çifter çifter başka (azaplar) da vardır. 59-)(Müşriklerin din adamlarına:) İşte bu sizinle beraber olan gruptur (denildiğinde, din adamları:) Onlar rahat yüzü görmesin (lé merhaben bihim) (derler). Onlar mutlaka ateşe salınacaklardır. 60-)(Din adamlarına tâbi olanlar ise:) "bel entüm lé merhaben biküm" Bilakis, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu (azabı) bize siz takdim ettiniz! Ne kadar kötü bir karardır! (yer, durak, kalınacak mekan) derler. 61-)(Yine onlar:) Rabbimiz! Bunu bize kim takdim ettiyse onun ateşteki azabını iki kat artır! derler. 62-) (Kendilerine tâbi olunan ve tâbi olanlar derler ki:) Bize ne oldu da: Kendilerini dünyada iken en şerli (en tehlikeli ve kötü) saydığımız adamları burada görmüyoruz? 63-) Maskaraya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden mi kaçırdık? 64-) İşte bu, ateş ehlinin tartışması,(şüphe edilmeyecek) bir haktır. 65-) (Ey Resul!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah’tan başka bir ilâh yoktur. 66-) Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan Allah) Aziz'dir, Ğaffar'dır. 67,68-) De ki: Bu (Kur'an) azim bir haberdir (olaydır.) Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69-) Onlar orada tartışırken benim mele-i a’lâ (yüce makam) hakkında hiçbir bilgim yoktu. 70-) Bana vahyedilen ancak apaçık bir uyarıcı olduğumdan başka bir şey değildir. 71-) Rabbin meleklere (göklerde ve yerde bulunan güçlere, maddelere, enerjiye) demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir beşer yaratacağım. 72-) Onu tesviye edip (düzenleyip), yani ona ruhumdan (akıl-irade- yetenek-icad) üfürdüğüm zaman ona secde edin! 73-) Bütün meleklerin (ruzgar-yağmur-güneş enerjisi gibi güçlerin, maddelerin) hepsi (insanın akıl ve irâdesine) secde ettiler. 74-) Ancak İblis secde etmedi. O kibirlik tasladı yani kâfirlerden oldu.(Âyetlere baktığımızda, şu dünya hayatında sorumlu yani özgür bir varlık olarak insandan başka hiç bir varlık yoktur. Yani geleneksel olarak inanılan cin, iblis, şeytan, melek diye bir şey yoktur. Melekler yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan Allah'ın yarattığı maddeler ve enerjidir. Secde etmeleri de, insanını akıl ve iradesine boyun eğdirilmeleridir. Yani insanın onları kullanması ve onlardan güç elde etmesidir. Cinler ise, insanın bazı fiil, hareket, karakteristik sıfatları ile ilgili kavramlardır. Çünkü onlarca âyette olumlu veya olumsuz bir şey anlatıldığında her zaman insanın akıl ve iradesinde sonuçlanmaktadır. Yani sorumlu bir varlık olarak insandan başka hiç kimseden söz edilmemektedir. Akıllı varlık olarak insandan başka hiç bir varlık yoktur. Onlarca âyette "insanların çoğu" denildiği halde, bir tane "cinlerin çoğu" diye bir ifade geçmemektedir.) 75-) (Allah:) Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Kibirlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun? dedi. 76-) Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. 77,78-) Allah: Çık oradan! Sen artık racimsin, din gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu. (Allah'ın lâneti kişilerin üzerinde değil, fiil, sıfat ve işlenen amellerin üzerindedir.Mesala: Lânet, zâlimlerin, kâfirlerin, âyetleri gizleyenlerin üzerindedir.) 79-) Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bani gözetle (neler yapacağım) dedi. 80,81-) (Allah:) Haydi, sen mâlum güne kadar gözetlenenlerdensin, buyurdu. 82,83-) Senin mutlak izzetine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna, hepsini mutlaka kaydıracağım, dedi. 84,85-) Doğrusu -ki ben hep doğruyu söylerim- mutlaka senden ve sana tâbi olanlardan, hepsiyle cehennemi dolduracağım! buyurdu. (Bu âyetten, iblisin, gurur, kibir, hased, düşmanlık, heva ve hevese tapma, adaletsizlik, merhametsizlik, zulüm, ahlaksızlık, şirk, dürtü, bencillik, cimrilik gibi olumsuz duygular anlamına geldiğini görüyoruz. Çünkü âyette "mutlaka senden ve sana tâbi olaanlardan olalardan, hepsiyle cehennemi dolduracağım!" buyruluyor. Dünya hayatında insanları yüce Allah'ın yolu olan vahiy'den sadece bu kötü duygular engeller.) 86-) (Ey Resul!) De ki: Buna (risalet görevime) karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendi kendimi zorla sorumluluk altına sokanlardan da değilim. 87-) Bu (Kur’an), ancak âlemler (insanlar) için bir öğüttür. 88-) Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi bileceksiniz.(Sâd Süresinin Sonu)

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (5.YAZI)SELEFİLİK :Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet vardır.Yani Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.İnsanlar sadece indirilen vahiy'den sorumlu tutmuşlardır.Fakat SELEFİ anlayış, İslam dini için tâbiin ve tâbe-i tâbiin döneminin görüş ve uygulamalarını tek rehber olarak kabul eder.Selefi inanç ve anlayışa göre Allah Resulü'nden sonra gelen ilk iki nesil islam dinini doğru olarak temsil etmişlerdir.Selefilere göre, sahabe, tâbiin ve tabe-i tâbiinden sonra gelenler tam olarak islamı temsil edemezler.Selefi anlayışa göre Allah Resulü adına nispet edilen rivayetler aynen Kur'an gibi dinin bir parçası konumundadırlar.Halbuki Kur'an'a baktığımızda din olarak insanların sadece indirilen vahy'den sorumlu olduklarını görürüz.Allah elçilerinin tek görevi, indirilen mesajı insanlara bildirmekten ibarettir.Elçilerin görevi vahyi tebliğ ve tebyin etmek yani onu ilan etmek ve muhataplarına ulaştırmaktır.Her insan kendi aklı ile karar verme, özgürlüğünü sonuna kadar kullanma, tefekkür etme ve sorgulama yapabilme kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır.Dolayısıyla Selefi inanç biçimi, hem akla ve tefekküre, hem Kur'an'i ilkelere hem de özgürlük ve sorgulamaya karşı mücadele etmiştir.Selefi düşünce aklın kullanılmasına karşı çıkmış, islam dininde tek kaynak olan vahyin yanına "Sünnet" adı altında dünyanın en karanlık rivayetlerini kaynak olarak kabul etmiştir.Selefi akide,Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan, vahyin kavramlarının hangi anlama geldiğinden haberi olmadığı için uydurma rivayetleri Kur'an'ın tefsiri ve açıklaması olarak kabul etmiş, insanların fikir sahibi olma, akıllarını kullanma, geleneği sorgulama ve doğruları bulma hakkına karşı çıkmış, vahyin sorun çözme yöntemini değil, selefin uygulamalarını esas almıştır.Dolayısıyla Selefiler, insanları siyasal anlamda hüküm verebilecek ve kendini yönetecek özgür bir varlık olarak kabul etmezler.Bu Kur'an'sız zihin yapısı, insanların hem onur ve özgürlüklerini hem de sorumluluklarını ortadan kaldırmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır.Selefilik inancı zamanla iman edenleri çok kötü yönde etkilemiş, Selefi ve Sünni inanç her tarafı kaplamıştır.Bugün islam toplumunda Kur'an'sızlığın ve akıl tutulmasının arkasında bu tasavvuftan daha zalim ve tehlikeli olan Selefi- Sünni düşünce yatmaktadır.Maalesef Selefi inanç, rivayetleri kutsayarak Kur'an'ın anlamının buharlaşmasına da sebep olmuştur.Atalarından intikal eden iftira rivayetleri sorgulayacak yerde bu yalanların üzerini örten, daha sonra da onları kutsayan ve dinde kaynak olarak görmeye çalışan ilimsiz iman sahiplerine Selefi adı verilir.Allah Resulü'nün vefatından sonra cahiliyenin siyasal taassubu dini hayata el koymuş ve dini hayatı siyasallaştırmıştır.Bundan sonra Allah Resulü'nün Kur'an ile inşa ettiği insanları yönetmek için toplum kesimleri arasında siyasi mücadele dini alana sürüklenmiştir.Artık şahsi çıkarlar ve siyasi sorunlar dini sorunlara dönüşmüştür.İslam toplumunda siyasetten kaynaklanan sorunlar zamanla hız kazanmış, toplumsal ihtilaflara, kavgalara ve savaşlara dönüşmüştür.Üçüncü halife olan Osman başkent Medine'de iman edenler tarafından katledilmiş, dördüncü halife olan Ali döneminde sahabe arasında binlerce insanın ölümüne neden olan Cemel (Ali-Âişe) ve Sıffin (Ali- Muaviye) savaşları meydana gelmiştir.Halbuki Allah'ın mesajına gittiğimizde onun, dünya hayatının en mükemmel mesajı olduğunu, her zaman ve mekana uyum sağladığını görürüz.Kur'an'ı Mübin, belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış, statik, durağan bir sistem önermez.Bugün olduğu gibi yirmi bin yıl sonra da vahiy bağlılarına o zamanki hayata dair özel ve modern bir düşünce ve anlayış kazandıracaktır.Ancak Kur'an'ın mesajı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Selefi- Şii-Sünni- Batıni- Vahhabi ve siyasal islamcıların militan nefreti ile karşı karşıyadır.İman ettiklerini zannedenlerin kendi içlerinden çıkan mezhep ve fırkalara karşı Kur'an'ın mesajı çok savunmasız kalmıştır. Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemi ile Allah Resulü adına uydurulan rivayetler (metin değil) mana itibariyle birbirinin içine karıştırılmış, özellikle ilk üç neslin haber ve uygulamaları ile dinin tamamlandığı inancı yerleştirilmiştir. Dinin tek kaynağı olması gereken vahyin yanına birçok kaynaklar eklenerek Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk koşulmuştur.Kur'an'ın mesajına en büyük saldırı ve ihanet Selefi, Sünni ve Şii inanç altyapısından gelmiştir.Bu inanç yapısı, dinde kaynakları çoğaltmış Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmış ve dindeki konumunu yerle yeksan etmiştir.Halbuki Kur'an'ın anlaşılmasında yüce Allah, tek tek her bireyi muhatap almıştır. Yani hanif islam dini topluma birey açısından bakar.Siyaset ise bireyi toplum nazarıyla değerlendirir.Bu durum, din ile siyasetin alanlarının birbirinden çok farklı olduğunu gösterir.Yani siyasetin dinden, dinin siyasetten ayrılması mümkündür. Aslında Emevi ve Abbasi yönetimleri siyasetin dinden ayrılmasının bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.Yoksa ezeli ve ebedi ilmiyle yüce Allah, Resülünden sonra hanif dinin tahrif edileceğini ve uydurulan dinin şeriat kuralları ile insanların inanç ve zihinlerinin baskı altına alınacağını biliyordu.Selefi inancın üç esası mevcuttur.1-) Her şeyi "Kur'an" ve Sünnet'e göre dizayn etmek.Bu maddede bulunan Kur'an, sözde kalan bir söylemden yani slogandan ibarettir.Esas olan rivayetlerin yani uydurma sünnetin hayata hakim olmasıdır. Kur'an söylemi sadece ümmi halkı aldatmak ve yanlarına çekmek içindir. 2-) Selefi atalardan intikal etmeyen her şeyin gayri meşru olduğuna iman etmek. 3-) Doğruya ulaşmak için aklı kullanmanın ve akla uygun hüküm vermenin islam dışı olduğuna iman etmek.Allah Resulü'nün tâbi olduğu yalnız indirilen vahiy iken (Ahkaf -9; Yunus-15, 109) kendisinden sonra Kur'an'ın yanına birçok dini kaynaklar konmasına razı olmamak Selefi ve Sünni âlimlerince büyük bir sapkınlık olarak kabul edilmiştir.Allah Resulü adına iftira edilen binlerce hadisi sünnet adı altında "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan fakat Kur'an gibi vahiy" olarak değerlendirmek, bu sakat ve hastalıklı zihin yapısından kaynaklanmıştır. Yani bu ahlaksız ve karanlık zihin yapısı Allah'a dinini öğretme cüret ve cesaretini utanmadan göstermeye girişmiştir.Şia ve Ehl-i Sünnet alimleri sadece Kur'an'ın manasını bozarak dinde emir ve yasakları arttımakla kalmamış, Kur'an'daki âyetlerin büyük çoğunluğunun iman edenlerle ilgili olmadığını iddia ederek inanç bakımından apaçık bir sapkınlığa düşmüştür. Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an mesajlarının bir bölümü "puta tapan" müşrikleri, bir bölümü kafirleri, bir bölümü münafıkları, bir bölümü Yahudileri, bir bölümü Hıristiyanları çok az bir kısmı da iman edenleri ilgilendirmektedir. Halbuki Kur'an belli bir zaman ve zemine göre değil, evrensel mesajı ile her asırda her ferdi alakadar etmektedir. Fakat Şii, Sünni ve Selefi anlayışa göre, Kur'an'da iman edenleri ilgilendiren âyet sayısı gayet azdır.Açık olarak ortaya çıkıyor ki, vahyin manasını bu hastalıklı işgalden kurtarmadıkça milletin içine düştüğü kaos ve ihtilaf, terör ve anarşi, taklit ve cehalet belasından kurtulma imkân yoktur. Din haline geldiği için çok güçlü olan Sünnetçi gelenek yok edilmedikçe, iman edenlerin zihin ve fikir yapısı değişmeyecektir.İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet dininin doğru bildikleri her şeyi sorgulamak zorundayız. Dolayısıyla Allah'ın hidayetinden yararlanmak için Kur'an'ın dışında baş vuracağımız başka bir kaynak bulunmamaktadır. Allah'tan indirilen aydınlık yol (Yusuf-108; İbrahim-1) ile beşer tarafından uydurulan karanlık yolu birbirinden ayırmak zorundayız. Elçiler tarihinde her zaman iki anlayış var olmuştur. Biri, özgür, kendisini davasının öznesi kabul eden ilim ve tefekkür, akıl ve mantığın gereğini yerine getirmeye çalışan anlayış,diğeri ise, kendisini sınırlayan, başkasının inanç ve fikirlerine göre yaşamayı esas alan, aklını kiraya veren ve daima bir emrin güdümünde olmayı önceleyen anlayıştır.Selefi inanca göre aklı olanın dini olmaz. Akıl, dine girene kadar gereklidir.Dine girdikten sonra akla ihtiyaç kalmamıştır.

29 Mayıs 2022 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(221. YAZI)Sâd Süresi 88 Âyet olup Mekke'de İnmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Sâd.(baştan sona kadar) zikir olan Kur’an’a kasem olsun ki, kâfirler, bir izzet yani derin bir ayrılık (ve çatlaklık) içindedirler. 3-) Onlardan önce nice medeniyetleri helâk ettik. O zaman nida ettiler. Halbuki artık kurtulma zamanı değildi. 4,5-) Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesi acayiplerine gitti yani kâfirler: Bu yalancı bir sihirbazdır! İlâhları, tek ilâh mı yaptı? Doğrusu bu acayip bir şeydir! dediler. 6,8-) Yani onlardan ileri gelenler:(Kalkın) yürüyün ve ilahlarınızın üzerinde durmaya sabredin, sizden istenen ancak budur. Son millette bile böyle bir şey işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. Zikir (Kur’an) aramızdan ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler. Hayır! Onlar zikrim (vahiy) hakkında şek (şüphe) içindedirler. Bilakis! Onlar henüz azabımı tatmadılar. (Ümmet: Aynı zaman ve zeminde yaşayanlar, ulusal birlik yani vatandaşlık anlamına gelirken, ister şirk ve küfür, isterse islam ve ihlas olsun aynı inanca ve dine sahip olanlara da millet denir. Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında ve gündelik hayatta bu kavramlar tam tersi olarak kullanılmaktadırlar.) 9-) Yoksa azîz ve vahhab olan Rabbinin rahmet hazineleri onların indinde midir! 10-) Yahud göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse sebeblere sarılarak yükselsinler!11-) Onlar, çeşitli hiziplerden oluşmuş bir ordudur; işte şurada hezimete uğratılacaklardır. 12,13-) Onlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, sutunlar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke ashabı da (vahyi) yalanladılar. İşte bunlar da (Resullere karşı) birleşen hiziplerdi. 14-) Onların her biri gönderilen Resulleri yalanladılar da bu yüzden (kendilerine) azabım hak oldu. 15-) Yani bunlar da ancak, (eskilere verilen azabın) üstünde olmayan tek bir sayha beklemektedirler. 16-) Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver, dediler. 17-) (Ey Nebi!) Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud’u, o eli güçlü olanı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi. 18,19-) Doğrusu biz akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, toplu halde kuşları ona musahhar kılmıştık. Hepsi O’na yönelmiştir. 20-) Onun mülkünü şiddetli bir şekilde bağlamış, ona hikmet (vahiy'den doğru hüküm verme) yani hitapta isabetli açıklama yeteneği vermiştik 21,22-)(Ey Nebi!) Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mihrabın duvarına tırmanıp, Davud’un yanına girmişlerdi de (Dâvud) onlardan paniklemişti. "Korkma! Biz bazısı bazısına zorbalık yapan iki davacıyız, aramızda hak ile hükmet yani aşırılık etme ve bizi düz (eşit) bir yola hidayet et" dediler.23-) Onlardan biri şöyle dedi: Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Yani benimde tek bir koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve hitabette (derdini anlatmada) bana üstün geldi. 24-) Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu ortakların çoğu, birbirlerinin haklarına zorbalık ederler. Yalnız iman edip yani salih amek işleyenler başkadır. Bunlar da azdır! dedi. Davud, kendisini fitne (sınama) ettiğimizi zannetti ve Rabbine istiğfar ederek rüku etti yani tevbe edip (Allah’a) yöneldi. (Devlet başkanı ve bir Nebi olan Davut (a.s) manevi hayat için mabede çekilip toplumu kendi kaderine terketmişti. Ekonomik düzende öyle bir bozulma oldu ki, bir kişiye tam doksan dokuz, doksan dokuz kişiye bir pul düşecek duruma gelmişti. Artık insanların, kapılardan devlet başkanı olan Davut'a ulaşma imkanları kalmamıştı. Dertlerini anlatmak için duvarlara tırmanmaya başlamışlardı. Yüce Allah Davut (a.s) ı uyararak böyle yapmamasını, insanların arasına karışmasını, dertleriyle ilgilenmesini, ekonomik düzenin kurulmasını, esas ibadetin bu olduğunu nildirmişti.) 25-) Sonra bu tutumundan dolayı onu bağışladık. Şüphesiz ki, indimizde onun bize yakın bir makamı ve güzel bir geleceği vardır. 26-) Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Yani hevâya tâbi olma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık şiddetli bir azap vardır. 27-) Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri batıl olarak yaratmadık. Böyle düşünmek kâfirlerin zannıdır. Veyl olsun kâfirlerin ateşteki haline! 28-) Yoksa biz, iman edip yani salih amel işleyenleri, yerde ifsad edenler gibi mi kılacağız? Veya muttakileri, fuccarlar gibi mi kılacağız? 29-) (Ey Nebi!) Sana bu mübarek kitab’ı, âyetlerini tedebbür etsinler yani beyni olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.(Tedebbür, ilk bakışta âyetlerin görünmeyen taraflarını yani arka planlarını bulup çıkarma anlamına gelmektedir. 30-) Biz Davud’a Süleyman’ı bağışladık. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi. 31-) Akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. 32,33-) Süleyman: Gerçekten ben hayır sevgisini, Rabbimin zikri için sevdim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı. 34-) Andolsun biz Süleyman’ı fitne ettik (sınadık.) Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü. 35-) Süleyman: Rabbim! Beni mağfiret eyle ve bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk bağışla. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi. 36,38-) Bunun üzerine biz de, istediği yere emriyle giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini de onun emrine musahhar kıldık. 39-) "İşte bu bizim vergimizdir. İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır" dedik. 40-) Doğrusu onun, bizim indimizde bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır. 41-) (Ey Resul!) Kulumuz Eyyub’u da zikret. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye nida etmişti. 42-) Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik). 43-) Bizden bir rahmet ve beyin sahipleri için bir öğüt olmak üzere ona hem ehlini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık. 44-) Eline bir demet sap al da onunla vur yani günaha girme. Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı bulduk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (3.YAZI)Nebi (a.s) dan sonra siyasi düşüncede meydana gelen iki ayrı ucu teşkil eden Sünni ve Şii anlayışlar bu konuda aynı inancı paylaşmaktadır.Yani Sünnilere göre yüce Allah siyasi hakimiyetini iman eden toplum vasıtasıyla daha doğrusu devleti idare eden "Kral, Halife ve Padişah" vasıtasıyla, Şiilere göre ise "Masum İmamlar" vasıtasıyla gerçekleştirmektedir.Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri hüküm âyetleri ile aslında atalar dininin sorgulandığını düşünemediler.Bu da "Nebi ile Resul'ün" arasında bulunan farklardan ve Kur'an'ın kavramlarından haberleri olmadıkları için rivayetleri din olarak algılamalarından kaynaklanmıştır.Yani Şia ve Ehli Sünnet'e göre "Resul'e itaat etmek" rivayetleri benimseyip din olarak almak anlamına gelmektedir.Dolayısıyla bütün iş Kur'an'a karşı olan cehalette gelip düğümleniyor. Şia'ya göre toplumun kendisine özgü bir anlayış ve gerçekliği yani siyasal bir hakimiyet-i bulunmamaktadır.Çünkü toplum Kur'an'ı tam olarak anlamaktan mahrumdur.Kur'an'ı tam olarak anlama ve hayata aktarma ancak masum kılınmış imamlar tarafından gerçekleştirilir.Şia "Temiz olmayanlar ona dokunamaz" (Vakıa-79) âyetini "on iki imamdan başka gerçek olarak kimse Kur'an'ı anlayamaz" olarak okumuşlardır.Onlara göre Ahzap süresi 33. âyetiyle Allah, Ehl-i Beyti her türlü günahtan koruma altına almıştır.On iki imamın otoritesini temin eden şey onların Allah tarafından tayin edilen hakları ve hatasız olmalarıdır.Şia'ya göre zamanın imamını tanımayanlar gerçek Müslüman olmazlar.Diğer taraftan Sünni anlayışa göre ise Allah'ın vekili ve gölgesi padişahlar ve devlet adamlarıdır.Yani her ikisinde de Allah'a ait olduğunu inandıkları siyasal egemenlik O'nun vekilleri tarafından kullanılmaktadır.Haricilik mezhebi, isim olarak sevilmemesine rağmen inanç ve zihniyet açısından Şia ve Ehl-i Sünnet'in anlayışına damgasını vurmuştur. Yani Şia ve Ehli Sünnet'te, siyasi ve devlet yönetiminde genelde harici anlayış hakim olmuştur.Bugün de hüküm âyetlerinin Hârici yorumu Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayış ve inancına hakimdir. Sadece hakimiyet meselesi değil, Kur'an'da geçen pek çok kavramın içeriği Ehl-i Sünnet ve Şia alimlerince yanlış yorumlanmış ve bu yanlışlıklar hâlâ devam etmektedir. Hakimiyet ile ilgili âyetlerin devletin yönetimi ile yani siyasetle ilgili olmadığı, âyetlerde mutlak güç sahibinin Allah olduğunun vurgulandığı görülmektedir.Mutlak gücün Allah'a ait olduğu konusunda Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bir ihtilaf söz konusu değildir.Esas ihtilaf, yüce Allah'ın, devlete ve insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olan siyasi egemenliği verip vermediği konusundadır. Kur'an'a göre siyasi hakimiyetin insana ait olduğu açıkça ortaya konmaktadır.Devlet ve toplum idaresinde Allah'ın emri, topluma ait işlerin toplumsal idare yani Şura tarafından bir düzene sokulmasıdır.(Âli İmran-159; Şura-38)Adem'in yaratılış gerekçesinde onun yeryüzünde "halife" olduğu bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir.(Bakara- 30; Enam- 165 )Şia ve Ehl-i Sünnet'in din ve devlet adamları, siyasi hakimiyetin millete ait bir hak olmasından hiçbir zaman hoşlanmamışlardır. Aslında Allah'a iman eden ülkelerde hakimiyetin kişi ve ailelerden daha çok halka ait olması siyaset konusundaki birçok sorunu çözebilecek niteliktedir. İşte bundan dolayı iman edenlerin yani Müslüman toplumun özgürlükçü ruha dayalı bir siyasi yapılanmaya geçmeleri, Şia ve Ehl-i Sünnet zihninin hatalarını devam ettirmemeleri gerekmektedir. Rahman ve rahim olan Allah, özgür olma ya da hürriyeti sonuna kadar kullanma imkanını her insana sunmuş ve insandan hakimiyetini tam olarak kullanmasını istemiştir.İman edenler, bulundukları durumdan hoşnut değillerse kendi yönlerini değiştirmek zorundadırlar. (Râd-11; 11 Enfal- 53) Siyasi ve toplumsal olayların kötü sonuçları ile milletin karşılaşacak olması bile siyasal hakimiyetin millete ait bir hak olduğunu gösteriyor. Kur'an, toplumsal ve siyasal ilişkilerin, milletin davranışlarının sonucuna göre şekilleneceğini ortaya koymaktadır.Dolayısıyla siyasi konudaki sıkıntılarımız Allah'ın kitabından değil, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayışından kaynaklanmaktadır.Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet geleneği, devleti yönetenlerin arzu ve istekleri doğrultusunda oluşturulmuş, din adamları da hukuk ve adaletin yanında değil, idarecilerin tarafında yer almışlardır.Kur'an'ın manası bozulmuş, sistem dağıtılmış, kavramların yeri değiştirilmiş, vahyin içindeki düzen bozulmuş, dedikodularla yeni bir din inşa edilmiştir.Bu yeni dinin hadis ve ictihadlarıyla yöneticiler kutsanmış israf ve yolsuzlukları örtbas edilmiştir. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından yaşatılmaya çalıştırılan atalar dininin hakimiyet konusundaki yanlış uygulamalarının düzeltilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah'ın insana verdiği iradenin de Allah'a ait olduğu yolundaki inanç, hem dinin sömürülmesine hem de müminlerin ahlâken çökmesine sebep olmuştur.İnananlar, idarecilerin kendi vekilleri olduğunu, onların Allah'ın vekili olamayacaklarını kavramak zorundadırlar.Çok ilginç, iman edenleri hayat sahnesinden silen zihniyet her zaman kurtarıcı olarak gösterilmiştir.Bu milletin sorunu Kur'an'ın temsil ettiği hanif İslam dini ile ilgili değildir.Sorun, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin oluşturduğu mezheplerle ilgilidir.(En'am-159; Rum-30,31,32)Kur'an, vahyi tebliğ eden elçilerin dahi Allah'ın vekili olmadıklarını ve olamayacaklarını açıkça ortaya koymuşken, diğer insanların Allah'ın vekili olabileceklerini ve Allah adına hüküm verebileceklerini yani O'nun adına hareket edebileceklerini söylemek her şeyden önce vahye aykırı düşmektedir. Hiçbir beşer'in -Nebi'ler ve Resuller dahil- Allah adına hüküm koyma ve Allah adına insanları idare etmeye hakkı yoktur. Allah'ın elçileri bile sadece risâlet misyonu ile Allah tarafından indirileni insanlara tebliğ ederler.Kur'an'da bulunan "...Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hğkmet ..." (Mâide-48)(Sana da şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ınindirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma..."(Mâide-49)Ve benzeri âyetler, Allah tarafından indirilen vahiy haricinde kaynak oluşturulmayacağı yani helal ve haram, din ve hüküm ile ilgili inmişlerdir.Allah'ın Resulleri vahyin üzerine, yanına, yöresine kendilerinden bir kelime bile ekleyemezler.(Hakka- 44; İsra- 72)Dolayısıyla Resuller dahil hiçbir beşer'in Allah adına konuşmaması ve O'nun adına hüküm koymaması için vahiy koruma altında nazil olmuştur. Kur'an'a tek kaynak olarak bağlı olmayan milletin özgürlükçü bir anlayışa sahip olması mümkün değildir. İman eden toplumun, hem dini hem siyasi anlayışı Şia ve Ehli Sünnet'in uygulamalarına dayanmaktadır. İslam ülkelerinde bulunan siyasi krizlerin sebebi budur. Bu geleneksel mezhebi anlayış yok olmadığı sürece iman edenlerin demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmaları mümkün değildir.Öyle görülüyor ki devlet, siyaset ve din adamlarımız özgürlükçü yapının gelişmesi için mevcut parçalayıcı mezhepsel zihniyetin değiştirilmesinin önemini henüz anlayamamışlardır.

28 Mayıs 2022 Cumartesi

TAKLİTÇİLİK (3.YAZI)Ataların taklit dinini reddeden âyetler: "Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar," Hayır!Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız"derler. "Ya ataları bir şey anlamamış hidayet yolunu  da bulamamış idiyseler?"( Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer"" Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler"(Bakara-170, 171)"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" (Enfal-22)"Onlara (Allah'ın indirdiğine Uyun) dendiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler."Ya Şeytan onları,(din atalarını ve kendilerini)  alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!(Lokman- 21)"Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız, derlerdi""(Elçileri)  Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( Yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi( Tevhid'i) inkar ediyoruz""Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu? "Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım "" Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir"" Bu sözü, ardından gelecek(Muvahhidlere)  devamlı olarak kalacak  bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun Tevhid  dinine)  dönsünler" ( Zuhruf- 23,,,28)"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e  gelin" denildiği vakit,"Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.Ataları hiçbir  şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?(Mâide- 104)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler"" iman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden   çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi ""İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"( Kötülere)  uyanlar şöyle derler: Ah keşke, bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerine pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara-165, 166, 167)"Şu Muhakkak ki Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş( onlara lanet etmiş) ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır"" Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır" Yüzleri ateşte evrilip  çevrildiği gün: Eyvah bize keşke Allah'a itaat etseydik, Resül'e (Kur'an)  itaat etseydik! derler"" Ey Rabbimiz! Biz  reislerimize ve büyüklerimize uyduk  da onlar bizi yoldan saptırdılar,  derler. Rabbimiz! Onlara iki  kat azap  ver ve onları büyük bir  lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab, 64/68)"Cehennem de azgınlara  apaçık gösterilir.  Onlara: Allah ile beraber  taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir" "Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları toptan oraya tepetaklak cehenneme atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz""Çünkü biz sizi alemlerin rabbi ile eşit  tutuyorduk""Bizi ancak o günahkarlar saptırdı""Şimdi artık bizim ne bir şefaatçilerimiz var,  ne de yakın bir dostunuz""Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, müminlerden (Muvahhidlerden)  olsak""Bunda elbet alınacak  büyük bir   ders vardır, ama çokları iman etmezler"" Şüphesiz Rabbin, İşte O, mutlak galip ve  Engin Merhamet sahibidir"(Şuara, 91/104)

26 Mayıs 2022 Perşembe

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (220.YAZI) Saffât Süresi 114-) Andolsun biz Musa’ya da Harun’a da (Nübüvvet ve Risalet vererek) minnet ettik. 115-) Onları ve kavimlerini o azim sıkıntıdan kurtardık. 116-) Yani onlara yardım ettik de galip gelenler onlar oldu. 117-) Ve ikisine de apaçık anlaşılan bir kitap verdik. 118-) Yani ikisini de sırât'ı müstakime hidayet ettik. 119,120-) Sonra gelenler içinde, Musa ve Harun’a selam olsun, diye (ihlaslı kullar için güzel bir ibret ve delil) bıraktık.121-) Doğrusu biz, güzel ahlak sahiplerini böylece mükâfatlandırırız. 122-) Şüphesiz, ikisi de mümin kullarımızdandı. 123-) İlyas da şüphe yok ki, Resullerdendi. 124,126-) İlyas milletine: (Allah’a karşı) takvâli olmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba’l’e mi dua edersiniz? demişti. 127,128-) Bunun üzerine İlyas’ı yalanladılar. Onun için Allah’ın muhlas kulları hariç; onların hepsi (ateşte) hazır bulundurulacaklardır. 129,130-) Sonra gelenler içinde, kendisi için güzel bir hatıra ve ibret bıraktık, "İlyas’a selâm olsun!" dedik. 131-) Şüphesiz biz, güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız. 132-) Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı. 133-) Lût da elbette Resullerdendi. 134,136-) Geride kalanlar arasında yaşlı bir kadın dışında, Lût’u ve ehlinin hepsini kurtardık. Sonra diğerlerini darmadağın ettik.137,138-) (Ey Mekkeliler!) Elbette siz de (yolculuğunuzda) sabah ve gece onların üzerinden geçip gidiyorsunuz. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız? 139-) Doğrusu Yunus da Resullerdendi. 140-) Hani o, dolu bir gemiye kendini atmıştı. 141-) Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de kaybedenlerden oldu. 142-) Yunus kendini kınayıp dururken onu hut yuttu. 143,144-) Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.145-) Hasta (bitkin) bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. 146-) Ve üstüne yaktin türünden bir ağaç bitirdik. 147-) Onu, yüz bin veya daha çok kişiye (Resul olarak) gönderdik. 148-) Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar (dünyadan) yararlandırdık 149-) Müşriklere sor: Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı? 150-) Yoksa biz melekleri dişiler olarak yarattık da onlar şahit mi idiler? 151-152) İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk edindi" diyorlar. Onlar elbette yalancıdırlar. 153-) Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş! 154,156-) Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz? Hiç tezekkür etmiyor musunuz? Yoksa sizin apaçık bir sultanınız (deliliniz) mi var? 157-) Sâdıklardan iseniz, kitabınızı getirin! 158-) Allah ile cinler arasında da bir nesep kıldılar. Andolsun, cinler de kendilerinin (hesap yerinde) hazır bulundurulacaklarını bilirler. 159-) Allah, onların vasfettiklerinden subhan olandır. 160-) Allah’ın muhlas kulları hariç. (Kur'an'da bir çok âyette bulunan "muhlas, muhlasin" "ihlasa erdirilmiş, ihlasa erdirilmişler" kelimesi, bazı kıraat âlimleri tarafından "muhlis, muhlisin" "ihlasa ermiş, ihlasa ermişler" olarak okunmuştır. Yani bazı âlimler "lam'ın" fethasıyla (üstün) bazıları da "lam'ın" kesresiyle (esre) olarak okumuşlar. Kelime "muhlas" olursa, "yüce Allah tarafından ihlasa erdirilmiş olanlar" "muhlis" olursa, "kendi ahlak ve amelleriyle ihlasa ermiş olanlar" anlamına gelmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre "muhlis" okuyuşu daha doğrudur. Çünkü insanlar kendi akıl ve amellerinin karşılığı olarak ihlası elde ederler. Ancak kelime "muhlas" olarak kabul edilirse yani "ihlasa erdirilmiş, ihlasa erdirilmişler" olarak okunacak olursa bu sadece Nebi ve Resuller için geçerli bir okuyuştur. Çünkü Nebi ve Resuller ihlasa ermeden tebliğ yapamazlar.) 161,163-) Sizler ve ibadet ettikleriniz! Hiçbiriniz, cahime yaslanacaklardan başkasını fitneye düşüremezsiniz. 164,166-) Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır. Şüphesiz biz, orada sıra sıra dururuz ve şüphesiz Allah’ı tesbih ederiz. 167,169-) (Müşrikler:) Eğer öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka Allah’ın muhlis kulları olurduk! diyorlardı. 170-) (Fakat kendilerine kitap gelince) onu kâfir oldular. Ama yakında bileceklerdir! 171-) Andolsun ki, Resul kullarımıza sözümüz şöyle geçmiştir. 172-) Onlar mutlaka yardıma kavuşacaklardır. 173-) Bizim ordumuz onlar için şüphesiz gâlip gelecektir. 174-) Onun için sen bir süreye kadar onlardan yüz çevir. 175-) Onların halini gör, onlar da görecekler. 176-) Azabımızı acele mi istiyorlar? 177-) Azap sahalarına indiğinde, uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) sabahı ne kötü olur! 178-) Sen bir zamana kadar onlardan yüz çevir. 179-) Yani (hallerini) bir gör, onlar da göreceklerdir. 180-) Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. 181-) Resullere selam olsun! 182-) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a da hamd olsun!(Saffât Süresinin Sonu)

KUR'AN'DA SALÂT(1.YAZI) Kur'an ehli bir arkadaş tarafından gönderilen "Salat in the Kuran" "Kur'an'da Salat" adındaki İngilizce seslendirme, Türkçe alt yazılı videoyu on günlük yoğun çalışmadan sonra kelime kelime yazarak, bazı hatalı söz ve kavramları düzenleyerek ve kendi Kur'ani bilgi ve birikimimle yoğurarak paylaşmayı uygun buldum. İşte İngilizce Seslendirme Olan Videonun İlk Yazısı: "Şia ve Ehl-i Sünnet inancına göre salât belirli bir dizi metinlerin okunduğu ve belirli bir dizi hareketin günün belirli vakitlerinde yapıldığı bir ritüeldir.Ama asıl soru, gerçekten de Kur'an bu inancı destekliyor mu? Gerçekten de Kur'an, namaz adında bir ritüelin olduğunu bize emrediyor mu? Şimdi Kur'an'a gidelim.Kur'an'a giderken, kendimize soracağımız ilk soru şu olmalı: Bu ritüelin detayları, tam olarak Kur'an'ın neresinde vardır? Kur'an'ın doğal yapısına yani apaçık olduğuna yani diline yani bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, bu işlemleri nasıl yapacağımıza dair adım adım detaylandırılmış bir liste veya bir pasajın olmasını görmek isteriz. Buna karşılık, Kur'an'da kesinlikle böyle bir şey görmemekteyiz. Tam aksine, salât terimine gelindiğinde Kur'an'da namazdan tamamen farklı bir durum görmekteyiz. Ancak bu konuya girmeden önce "Ritüel (namâz), Kur'an'da vardır." diyenlerin sıklıkla dile getirdikleri iddialarından bir kaçını görelim. Birinci iddia: Ritüel Salât (Namaz), hadislerle açıklanmıştır.Cevap: Biz Müslümanlar olarak, görevimiz yalnızca Kur'an'a iman etmek, sadace ona tâbi olmaktır. Çünkü Kur'an tek hidayet rehberidir. (Bakara-2)Dinde Kur'an'dan başka bir kitaba tâbi olmamakla ilgili yüzlerce âyet mevcuttur. (En'am-153, 155)Dahası, Allah Resul'u (a.s) hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmış,(Mâide-3; En'am-114,115) Kur'an'da, din ve hüküm olarak hiç bir şey eksik bırakılmamıştır (En'am-38) ve tamamen detaylandırılmış bir kitabtır. (Fussilet-3; Hud-2) Hatta Kehf Süresi 109. âyette yüce Allah şöyle buyuruyor: De ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi." Buradan da anlaşılacağı gibi, Kur'an, bizim dünya ve âhiret kurtuluşumuz için yeterli ve bizim ihtiyacımız olan tüm detaylara sahip olan bir kitaptır. Yüce Allah Nahl Süresi 89. âyetinde de şöyle buyurmaktadır. "...Ve sana bu kitab'ı..." her şeyin açıklayıcısı olarak indirdik..."O halde Allah'a iman ediyorsak, bu demektir ki, salât hakkında da ihtiyacımız olan tüm detaylar bu Kur'an'da olmalıdır. O halde kolaylıkla bu iddianın doğru olmadığını söyleyebiliriz. İkinci iddia: Namaz çağlar boyu aktarıla aktarıla gelmiştir.Bu iddiayı doğrulamak için de Nahl süresinin 123.âyetini delil göstermektedirler.Nahl 123 âyet şöyledir."Sonra da sana hanif (Allah'ı birleyen) olarak İbrahim'in milletine tâbi olmayı vahyettik..."İddia sahipleri derler ki: Buradaki milletten kasıt ritüellerdir. Namaz, zekat, hac, oruç yani bunların hepsi İbrahim'in döneminde belirlenmişti ve nesilden nesile aktarıldı.Bu iddiaya göre namaz İbrahim (a.s) ile başladı, Musa (a.s) a geçti, oradan İsa (a.s) a oradan Muhammed (a.s) a ve bugüne kadar mükemmel bir şekilde korunarak yaklaşık olarak dört bin yıl sonrasına aktarıldı. Ancak bu fikirde büyük bir problem vardır.Bakara 170; Mâide-104; Lokman-21 âyetler gibi, birçok âyette öğrendiğimiz önemli bir emir var ki, bizler din adamlarının yolunu körü körüne takip etmekten yasaklanmış bulunmaktayız.Mesela Âraf süresi 3. âyette yüce Allah şöyle buyuruyor."Rabbinizden sizlere indirilene tabi olun yani ondan başka evliyaya tâbi olmayın..."Buda demek oluyor ki, bizlere nesilden nesile aktarılan herhangi bir ritüel elimizin altında bulunan kitap (Kur'an) tarafından doğrulanamıyorsa, bunun Allah tarafından emredilmediği sonucuna varıyor. Yani o ritüel'in, Allah'ın dininin bir parçası olmadığını anlarız.Bu fikri, bir de millet'i İbrahim'den bahseden şu âyetle (Nahl- 123) bir gözden geçirelim.Millet kelimesi, Arapça M-L-L kökünden gelmekte ve sözlük anlamı dikte etme, emretme şeklindedir.Evet, kelimenin anlamı bu.Yani yüce Allah buyuruyor ki: (Ey Nebi!) "İbrahim'in Kur'an'da var olan inancına, dinine, itikâdına, emrine tâbi olmalısın.Bu emir de bir sonraki kelimeden anlaşılacağı üzere, monoteistlik (hanif, tek tanrıcılık dinidir) İşte millet'i İbrahim demek bu:Tek tanrıcılık.Ritüellerle tamamen alakasız bir durum.Yani ritüellerin İbrahim'den bu yana nesilden nesile aktarılma düşüncesini "millet" kelimesi ile temellendirmek, Kur'an'a göre yanlış. O halde ikinci iddianın da sağlam bir temelin üzerinde olmadığını anlıyoruz. Üçüncü iddia ise biraz daha ilginç, çünkü ziyaret ettiğim web sitesinde namazın zaten Kur'an'da anlatıldığını iddaa eden bir yazı okudum. Sonrasında Kur'an'daki 114 surenin tamamını bu şekilde listeledim ve böylelikle bu yazıya görsel bir perspektif kazandırmak istedim.Bu yazıyı göre, namazın amacı Ankebüt süresi 45. âyette anlatılıyor.Tâhâ süresi 14.âyette namazda Allah'ı hatırlamak gerektiğine, Mâide süresi 6.âyette namaz için abdestten bahsedildiğine, Bakara süresi 144.âyette ise namaz için yönü belirtildiği ama kırmızı oka dikkat, kırmızı okta belirttiğim âyetlerde (Hac-26; Bakara-149; Yunus-10; Âla-1; Âli İmran-18) "salât" kelimesinin dahi geçmediğini bir yere not edin.Ve aynı âyetin (İsra-110) devamında (İsra-111) âyette Allah'ın namaza nasıl başlanacağından bahsettiği yazıyor.Ve Nisa süresi 102.âyette Allah bizlere namazdaki kıyam ve secdeden bahseder.Ancak bu âyette de rüku geçmez.Hac süresi 26. âyette ise rüku geçer ancak "salât" kelimesi geçmez.İsra süresi 110.âyette ses tonundan, Vakıa süresi 74 ve Âlâ süresi 1.ayette Allah'ı yüceltmeden bahseder, ancak salât kelimesi buralarda da geçmemiştir. Âli İmran süresi 18.âyette şehadet kelimesi geçer ancak salât ile bir bağlantı kurulamamıştır.Yunus süresi 10.âyette namazın bitişindeki selamdan bahseder denilmiştir, ancak salât kelimesi burada yine geçmez.Cüma süresi 9.âyette cuma günkü salâttan bahseder.Hud süresi 114 ve İsra 78. âyette namazların sayısından ve vaktinden bahsedilmiştir.Nur süresi 56.âyette namazın isimlerinden söz eder.Bunların hepsi namazın Kur'an'da olduğunu söyleyen bir web sitesinin görüşleri.Umarım buradaki problemi siz de görüyorsunuzdur. Problem şu ki, bu âyetleri namaz olarak değerlendirdiğimiz durumda Allah'ın bize karma karışık bir ibadet tarifinde bulunduğunu söylemek durumunda kalırız.Size bir soru sorayım.Eğer namaz bu kadar önemli bir konu ise, Allah neden bizim bu ibadetin ne olduğunu anlayabilmemiz için bize yap boz gibi tüm parçaları birleştirmek zorunda olduğumuz karmaşık son derece problemli bir tarifte bulunmuştur? Buradan benim çıkardığım sonuç şöyle.Şu an sağ üst köşede bir namazı gerçekleştirebilmek için gereken tek yol ön kabullerimizi teyit etmekten geçiyor.Eğer namaz hakkında bir fikriniz yoksa bu âyetlerden bir ritüel çıkarmanız imkansızdır. Kur'an'ı açtığınızda, imkanı yok bu karmaşık âyetleri birleştirip bu şekilde bir ritüel çıkaramazsınız. O yüzden bize göre bu görüş de kolaylıkla reddedilir.

25 Mayıs 2022 Çarşamba

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(219.YAZI) 58,61-) Birinci ölümümüz hariç, bir daha biz ölmeyecek yani biz bir daha azaba uğratılmayacağız. Şüphesiz bu, azim bir başarıdır. Çalışanlar, işte böylesi bir başarı için çalışsın. 62,63-) Şimdi, (kurtuluş ve başarı olarak), cennet ehli için sunulan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onuzalimler için bir fitne kıldık. 64-) Zira o, cahimin (çılgın ateşin) dibinde bitip yetişen bir ağaçtır. 65-) Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. 66-) Onlar ondan yerler yani karınlar ondan dolar. 67-) Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır. 68-) Sonra kesinlikle onların dönüşü, cahim (çılgın ateş) olacaktır. 69,70-) Şüphesiz ki onlar (din) atalarıyla dalâlette karşılaştılar da sarhoşlar gibi izlerinden koşup gittiler.71-) Andolsun ki, onlardan önce eski milletlerin çoğu dalâlete düştü. 72-) Kuşkusuz, biz onlara uyarıcılar göndermiştik. 73-) Uyarılanların âkıbetinin ne olduğuna bir bak! 74-) Allah’ın ihlâslı kulları müstesna. 75-) Andolsun, Nuh bize nida etti. Biz de duaya en güzel bir şekilde icabet ederiz! 76-) Kendisini ve ehlini azim sıkıntıdan kurtardık. 77-) Ve zürriyetini, işte onları baki kıldık. 78-) Yani sonradan gelenler içinde ona iyi bir nam bıraktık 79-) Âlemlerin (insanların) içinde Nuh’a selam olsun! 80-) İşte biz güzel ahlak sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. 81-) Zira o, mümin kullarımızdan idi. 82-) Nihayet ötekileri (müşrikleri) boğduk. 83-) Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’un) şiâ'sından idi. (Şia, aynı din, inanç, ahlak ve karaktere sahip olma anlamına gelmektedir.) 84-) Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi. (Kalb-i selim, her türlü şirk, hurafe ve kötü ahlaktan temizlenmiş ve arınmış kalp demektir.) 85-) Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime ibadet ediyorsunuz? demişti. 86-) Allah’ın dununda (yanında- berisinde) bir takım iftira ilâhlar mı istiyorsunuz? 87-) O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir? 88-) Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir nazar etti. 89-) Ben rahatsızım, dedi. (Sekim kelimesi, hasta olmaktan ziyade rahatsız ve bitkin olma anlamına geliyor. Yani onların evliya ve ilahlara kulluk etmeleri ve hiç bir söz dinlememeleri onu çok yormuştu.) 90-) Ona arkalarını dönüp gittiler.91,92-) Yavaşça ilâhlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Size ne oluyor ki, konuşmuyorsunuz? dedi. 93-) Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.) 94-) (Müşrikler) onunla karşılaşınca azarlamaya başladılar. 95,96-) İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi. 97-) Onun için bir bina yapın ve derhal onu cahime atın! dediler. 98-) Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları aşağılardan kıldık. 99,100-) Oradan kurtulan İbrahim: Ben Rabbime gidiyorum. O bana hidayeti gösterecektir. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat bağışla, dedi. 101-) İşte o zaman biz onu halim bir oğul ile müjdeledik. 102-) Babasıyla beraber çalışacak çağa erişince: Yavrum! Rüyada (vahiy-öngörü-Allah'ın emri olarak) seni boğazladığımı (feda ettiğimi) görüyorum; bir bak, görüşün nedir? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi.(Şiilikte ve Sünnilikte var olan İbrahim (a.s) ın oğlunu boğazlaması doğru değildir. Bu yüce Allah'ın emirlerine ve sünnetullaha aykırıdır. İsmail (a.s) ın "emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" demesi, bu işin uzun bir süreçle ilgili olduğunu gösteriyor. O halde âyetteki "ezbehuke" "seni boğazlıyorum" ne demektir? Âyette bulunan "zebh" "boğazlama" onu ıssız bir yere bırakma, onu terketme, yüz üstü bırakma, ondan ayrılmayı" ifade etmektedir. Yani bu iş ikisine o kadar zor geldi ki, oğlunu boğazlaması gibi ağırına gitti. İbrahim (a.s) onu ve annesini ot bitmez, kervan geçmez bir bölge olan Mekke'ye bıraktı.(İbrahim-37)Vahiy, akıl ve hikmet önderlerinin en önemli temsilcisi olan İbrahim (a.s) ın oğlunu gerçek anlamda boğazlamaya kalkıştığına iman etmek Kur'an'ın bir çok âyetine aykırıdır. 107.ayette "zibhin" yani boğazlamanın gerçekleştiğini görüyoruz. Çünkü bağazlamanın yani İsmail'in feda edilmesi karşılığında bedel olarak ona İshak veriliyor. İsrailoğullarının erkek çocuklarının boğazlanması da bu şekilde olmuştur.((Bakara-49; İbrahim-6; Kasas-4) Yani Firavun onlardan çocuklarını ayırıyor, onları kendine kul-köle yapıyordu.(Şuara-22 ) Âyetlerde geçen "yuzebbihune" "boğazlıyorlardı" ifadesi, mecaz olarak değil de, gerçek anlamda kesme olsaydı, kısa zamanda nesilleri yok olur. Yüz binlerce olarak çoğalmazlardı.) 103,106-) Her ikisi de (emre) teslim olup, onu yüz üstü bırakınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz güzel ahlak sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, apaçık bir bela (sınama) idi, diye nida ettik. 107,111-) Biz, zibhin (boğazlamanın) bedeli olarak ona azim bir fidye olan (İshak'ı) verdik. Yani geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim’e selam! dedik. Biz güzel ahlak sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır. 112,113-) Sâlihlerden bir Nebi olarak O’na (İbrahim’e) İshak’ı müjdeledik. Kendisini ve İshak’ı mübarek (bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden güzel ahlak sahibi kimseler olacağı gibi, açıktan açığa kendi nefsine zulmedenler de olacaktır.

24 Mayıs 2022 Salı

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(81.YAZI) "Bizim sülale olarak bir cemaatimiz, tarikatımız hiç bir zaman olmadı. Mezhep diye hasbel kader üzerimize doğuştan yaftalanan mezhebimiz olsa da, hükmü olmadı. Allah her şeyi bilen, gören, duyandır öğretisi yaşamımızı şekillendirdi. Hoşgörü ortamı hayatımızın her yanında hakimdi. Dinde temel olan ne varsa bizle beraberdi. Sizin ki zor bir görev. Sayılarınızın çoğalması tek dileğim. Emeğinize sağlık" (Nihalnihal Erdoğan "Çocuklarımızı Cemaat ve Tarikatlardan Uzak Tutalım" Adlı Yazıya Yaptığı Zorum) ------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Bütün içimizden geçenleri dökmüşsünüz. Allah razı olsun.Sesimiz olmuşsunuz.Umarım yetkili olanlardan biri okur ve duyar.Bunlarda bir tepki, bir soru işareti oluşur diye ümit ediyorum. Ali hocam! Emeğinize, yüreğinize sağlık.(Fatma Elmas "Çocuklarımızı Cemaat ve Tarikatlardan Uzak Tutalım" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Ali Hocam! Çok dolu ve aydınlatıcı bir paylaşım olmuş, yüreğinize sağlık. Güncel ama yürek yakan bir konuyu, gerçek bir din adamı kimliğinizle dile getirmişsiniz.Hocam! Paylaşımınızda belirttiğiniz bir konuya nacizâne katkı sunmak istedim. Yaklaşık 35 yıl önce memleketime kısa bir ziyaret için gitmiştim. Memleketim bir ilçe merkezi ve oranın tek camisinin yöreye göre ünlü bir imamı ile karşılaştık, kısa bir hoşgeldin sohbetinden sonra (şu an kendileri rahmetli) ona şöyle bir soru sormuştum."Hocam bizler sizlerle ilgili gurbette çok güzel şeyler duyuyoruz ve mutlu oluyoruz, yaklaşık yirmi beş yıl burada görevlisiniz.Bu halka bu cemaate ne verdiniz? Hocam biraz düşündükten sonra: Yeğenim çok güzel bir soru, doğrusunu söylemek gerekirse, bir arpa boyu yol alamadık demişti. Ali Hocam! Durum bu günde hiç değişmemiş maalesef. Sağlıklı huzurlu ömürler dilerim"(Hayri Sipahi "Salât, Dua ve Namaz" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Allah sizden razı olsun.Gerçekten bu konu çok önemli.İki üç yıl önce Kur'an'ın Resül olduğunu, Kur'an'ın âyetlerinden kanaat getirmiştim.Ve bu önemli konuyu âyetlerle te'yid edip açığa çıkardığınız için Allah razı olsun hocam.Gerçekten muhteşem bir çalışma. Rabbim ilminizi ve ilmimizi arttırsın inşallah.Allah'ın âyetlerine secde edenler hakkı batıldan ayıran kişilerdir. Saygılar selamlar" (Fatma Elmas'"Kur'an'ın Resül Anlamında Kullanıldığı Âyetler" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------Husamettin Aktas!Bu soruya kendiniz cevap vermeniz gerekir.Salat-ı ikâme, salât âyetlerini anlayarak karar vermeniz gerekir. Çünkü insan Allah'ın âyetlerini okuyup kavradığı zaman tam olarak mutmain oluyor. Ve Rabbine hamd ederek yüceltiyor. Salat-ı ikâme etme buyruğu Rabbimizin farz olan âyetlerindendir. Yani Kur'an'la bağ kurma, Kur'an'ı okuyup anlama, kavrama, âyetlerine içtenlikle secde etme, kabullenme ve kıyam edip ayağa kaldırma, destek verme, destekleşme, salat-ı ikâme etmektir. Ben iki yıldır kılmıyorum ve salât'ı ikame ediyorum.Ama beş yıldır salât âyetlerini incelemeye aldım ve sürekli okuyup anlamaya kavramaya çalıştım.Şu an için kalbim mutmain yani salât'ın namaz olmadığına iman ettim. Tâbi ki referansım ve delillerim Allah'ım âyetleridir.On yıldır Kur'an'ın anlamı ile buluştum ve kendi dilimizde okuyup anlamaya, kavramaya, sorgulamaya çaba gösteren bir insanım ve hâlâ da devam ediyorum.Çünkü salât bir yaşam tarzı ve iman etme ögüdüdür"(Fatma Elmas "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------"Kasım Tümtürk! Holigan ve fanatik değilim. Olsaydım kendimi hiç yormaz, bana çocukluğumdan beri dayatılmış rivayet dinini kabul eder, yedi yaşında anlamadan tıkır tıkır okuduğum Kur'an'ı okur, üfler, namazımı ne dediğimi anlamadan kılar, tesbihimi çeker, duamı eder, çok iyi müslüman olduğumu zannederek, rahat, huzurlu yaşardım.Niye kafamı kurcalayan sorularıma cevap bulmak için farklı farklı mealler, tefsirler, tebyin okuyayım?Kitabımız gerçekten ne diyor diye uğraşayım acaba.Siz yolunuza, ben yoluma kardeş" (Handan Ertan "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------Selâmun Aleyküm Ali hocam! Yıllardır hep arayışı içindeydim. Kur'an anlayarak nasıl okunur mümkün değildi. Şükür nasip eyleyen Allah'a.Paylaşımlarınızla salât kavramının da üzerine yoğunlaşarak mümkünsüz dediğim, Kur'an'ı anlayarak okumanın sırrını çözdüm İnşallah!Kur'an'ın öğrenilmesini ve anlaşılmasını zorlaştıran, hatta istemeyen, teker teker saymaya gerek yoktur.Tek kelimeyle ilahiyatçı geçinen imam, şeyh alim dünyalık heveslerine yazıklar olsun. Allah'a emanet olun"(Avni Yazdıç)

BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(4. YAZI)Mezhep âlimlerinin ictihadlarında her zaman isabetli ve hatasız olduklarına ilişkin inanç, onlara Allah Resulü'nün üstünde bir nitelik, hatta ilahlık yakıştırmakta olduğundan, bu rablığın kabulünü zorunlu kılar ki, küfrün ve şirkin en büyüğüdür. Öte yandan, Müslümanlara Kur'an tercümesini okumayı yasaklayan, aklın kullanılmasının önüne set çeken, ilim ve fikir düşmanlığı yapan Kur'an'sız cahiller, sadece mezheplerin birine cevaz verip insanı bir robot gibi, ruhsuz ve taklitçi yapan bu tutumları, mezhebi sinsi bir biçimde Kur'an'ın üstünde bir konuma yükselttiğinden ötürü de açık bir zulüm içermektedir. Mezheplere tapanların anlayışlarına göre din: 1) Kur'an.2) Sünnet.3) Mezheplerden oluşan bir inanç sistemidir. Ancak bu iddia Kur'an'ın en son inen âyeti olan "...Bugün size dininizi ikmal (Mükemmelleştirdim) ettim, üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a (tevhid sistemine )razı oldum"(Maide- 3) İle "Rabb'inin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirecek yoktur. O işitendir, bilendir"(Enam- 115) âyetleriyle açık bir çelişki içindedir.Yukarıdaki âyetler göz önüne alındığında ve hiçbir şey Allah'ın kelamını yalanlayamayacağına göre bu âyetlerin iniş tarihinde İslam dininin tamamlanmış olduğu kesindir.Yani son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) daha hayatta iken indirilen vahiy ile hanif din Allah tarafından tamamlanmıştır. O halde mezhebe tapanlar fırkasının tanıttığı din, Allah tarafından Kur'an vasıtasıyla indirilen İslam değil, insanlar tarafından uydurulan şirk dindir.Kur'an İslam'ında tek sorgulanamaz Allah iken, (Enbiya-23) Resuller bile âhirette Allah'ın sorgulamasına muhatap tutulmuşken (Âraf-6) bir çok âyette Nebi (a.s) yapmış olduğu hatalardan dolayı uyarılmışken (Tevbe-113; Tahrim-1)Yine Allah Resulü'nün arkadaşları olumsuz ahlak ve tavırlarından dolayı onlarca âyette kınanmışken (Cuma-11; Mümtehine-1,2,3,4; Hucurat-1,2,3,4,5,11,12,14,16,17; Nur-11,12,13,14,15,16 17,18 19,20; Tevbe- 39,40)Muhaddisler, müctehidler ve mezhep imamları, dokunulmaz, tenkid edilemez ilan edilerek nasıl ilâhlaştırılmışsa cemaat liderleri ve tarikat şeyhleri dahi zaman üstü ilan edilerek ilahlaştırılmışlardır.Dolayısıyla inanç ve ahlak sistemi, rivayet ve ictihadları değil, son ilahi kitap esas alınarak yeniden belirlenmelidir. Allah bir olduğu gibi dinde bir olmalıdır. Yani din Allah'a özel kılınmalıdır (Zümer-1,2,3,11,12,13,14, Beyyine-5, Mümin- 14)Hak din bir olduğu gibi onun kaynağı da bir olmalıdır. O kaynak da Kur'an'dır. Bu tevhid dininin kaçınılmaz sonucudur.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(218. YAZI)Saffât Süresi 182 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,4-) Saf saf dizilenlere, (şirke) engel olanlara, zikri (vahyi) tilâvet edenlere andolsun ki, sizin ilâhınız birdir. 5-) O, göklerin ve yerin yani ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir. 6-) Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik. 7-) Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan (tehlikeden-zarardan) koruduk. 8-9) Onlar, artık mele-i a’lâ’ya kulak veremezler çünkü her taraftan sökülüp atılırlar. Yani onlar için sürekli bir azap vardır. 10-) Ancak çalıp kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder. 11-) Şimdi onlardan bir fetva iste! Yaratma bakımından onlar mı (gökler mi) daha şiddetli (zor), yoksa yarattığımız (insanlar) mı? Şüphesiz biz kendilerini (sadece) yapışkan bir çamurdan yarattık. 12-) (Ey Nebi!) Onların maskaralıkları senin acayibine gidiyor. 13-) Kendilerine (Kur'an'dan) hatırlatıldığında tezekkür etmezler. 14-) Yani bir âyet gördüklerinde onu maskara (eğlence) edinirler. 15-) Bu ancak apaçık bir sihirdir, derler. 16-) "Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?" 17-) "İlk atalarımızda mı (diriltilecek)?" 18-) De ki: Evet, hem de hor olarak (diriltileceksiniz). 19-)O(diriltme) korkunç bir bağırtıdan ibaret olacak, o anda hemen onların gözleri açılıp etrafa bakacaklar. 20-) (Durumu gören kâfirler:) Eyvah bize! Bu din günüdür, derler. 21-) İşte bu, her zaman yalanlamış olduğunuz fasl günüdür. 22,24-) (Allah:) Zalimleri ve eşlerini yani Allah’ın dununda (yanında- berisinde) ibadet ettiklerini toplayın. Onları cahimin yoluna hidayet edin. Yani onları tevkif edin, çünkü onlar mes'üldürler (sorguya çekilecekler! buyurur.) 25-) Size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? 26-) Evet, onlar bugün teslim olmuşlardır. 27-) (İşte bu duruma düştükleri zaman) onlardan bazısı, bazısına dönerek, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar. 28-) (Uyanlar, uydukları efendilerine:) Siz bize sağdan gelirdiniz (sûreti haktan görünürdünüz) derler. 29,30-)(Efendileri de:) "Bilâkis, derler, siz mümin kimseler değildiniz. Bizim sizin üzerinizde bir saltanatımız yoktu. Fakat siz kendiniz taşkın bir kavim idiniz."31-) "Onun için Rabbimizin sözü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz cezayı) mutlaka tadacağız." 32-) "Evet biz sizi şaşırttık. Çünkü kendimiz de şaşırmıştık." 33-) Şüphesiz o gün onlar azapta ortaktırlar. 34-) İşte biz, mücrimlere böyle yapacağız. 35-) Çünkü onlara: Allah’tan başka ilâh yoktur, denildiği zaman kibirlenirlerdi. 36-) "Mecnun bir şair için mi ilâhlarımızı terk edeceğiz?" derlerdi. 37-) Aksine! O (Resul) hakla geldi yani Resulleri tasdik etti.38-) Kuşkusuz siz elem verici azabı tadacaksınız. 39-) Çekeceğiniz ceza, amellerinizin karşılığından başka bir şey değildir. 40-) Bu azaptan ancak Allah’ın muhlis kulları istisnâ edilecek. (illâ ibâdallâhil muhlasin" "Dini Allah'a özel kılanlar, vahiy'den başka hiç bir şeye iman etmeyenler, beşeri kaynakları yani rivayet ve mezhepleri reddedenler" demektir. Sadece bunlar kurtuluşa erecek, diğerleri cehennemi boylayacaktır.) 41,44-) Bunlar için bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır. Yani naîm cennetlerinde karşılıklı koltuklar üzerine kurulmuş oldukları halde (değerli misafirler misâli) kendilerine ikram edilir. 45-) Onların etrafında pınardan (doldurulmuş) kadehlerle tavaf edilir. 46-) Berraktır, içenlere lezzet verir. 47-) O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar. 48-) Yanlarında bakışlarını yalnız onlara özel kılmış, iri gözlü eşler vardır. 49-) Onlar, sanki saklı yumurta gibi bembeyazdır. 50-) İşte o zaman, birbirlerine dönerek (dünyadaki hallerini) soracaklar. 51-) İçlerinden biri: "Benim, bir arkadaşım vardı" der. 52,53-) Derdi ki: Sen de (dirilmeyi) tasdik edenlerden misin? Biz ölüp kemik, sonra da toprak haline geldiğimiz zaman (diriltilip) cezalandırılacak mıyız? 54,55-)(O kişi) siz ona muttali oldunuz mu?(arkadaşımı gördünüz mü?) dedi. İşte o zaman muttali oldu ki, arkadaşını cahimin (çılgın ateşin) ortasında gördü. 56,57-) "Tallâhi, sen az daha beni de (ateşe) döndürecektin. Rabbimin (vahiy) nimeti olmasaydı, şimdi ben de (ateşte) hazır olanlardandım" dedi.

22 Mayıs 2022 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(217. YAZI)Yasin Süresi 47-) Onlara, Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden infak edin, denildiğinde, kâfirler iman edenlere dediler ki: Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapkınlık içindesiniz. 48-) Onlar: Eğer gerçekten sâdıksanız, bu vaad ne zaman gerçekleşecektir? derler. 49-) Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak tek bir sayhayı bekliyorlar. 50-) İşte o anda onlar bir vasiyyette bulunmaya bile güç getiremezler yani ailelerine dönemezler. 51-) Çünkü sûr’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden boşalarak Rablerine giderler. 52-) İşte o zaman: Yazıklar olsun bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahmân’ın vâdettiğidir yani Resuller sadık imişler! derler. 53-) Olan tek bir sayhadan ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. 54-) O gün hiç kimse en ufak bir zulme uğramaz. Yani orada sadece amellerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. 55-) O gün cennet ashabı, gerçekten hoşlandıkları meşgaleler içinde olacaklardır. 56-) Onlar ve eşleri gölgeler altında koltuklara yaslanırlar. 57-) Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Yani bütün istekleri yerine getirilir. 58-) Onlara Rahim Rabten selam sözü vardır. 59-) "Ayrılın bir tarafa bugün, ey mücrimler!" (müşrikler) 60-) "Ey Âdem oğulları! Size şeytana ibadet etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi? 61-) "Yani sadece bana ibadet edin, sırat'ı müstakim budur" (demedim mi?) 62-) Şeytan (din adamları) sizden pek çoklarını aldatıp saptırdı. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız? (Zihinsel şeytan insanı ameli yönden günaha sokarken, şeytanın süret almış hâli yani şeytanın ete kemiğe bürünen hâli olan din adamları imani ve itikâdi olarak insanların sapkınlığına sebep olurlar. En tehlikeli olan budur. Yani din adamları zihinsel şeytandan daha ölümcül bir günaha sebep olurlar. Bu günaha yani şirke yani uydurma dine kulluk eden fanatiklerin ondan kurtulmaları artık mümkün olmuyor.) 63-) İşte, bu size vâdedilen cehennemdir. 64-)Küfrünüzden dolayı bugün oraya yaslanın! 65-) Bugün onların ağızlarının üzerini mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır ve ayakları da şahitlik eder. 66-) Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman sırat'a doğru musabaka ederlerdi, ama nasıl göreceklerdi? 67-) Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye! 68-) Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç akıllarını kullanmazlar mı? 69-) Yani biz ona (Resul'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yakışmazdı da. (Onun söyledikleri), ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.(Yukarıdaki âyet, Allah Resulunun vahiy'den başka bir şey tebliğ etmediğini gösteriyor. Kur'an'da bulunan "şiirin tanımı" algımızdaki şiir gibi değildir. Kur'an'da var olan şiir, yalan, abartı, iftira, hezeyan hakka aykırı, insanları aldatma amacı güden sözlerdir. Kur'an'a göre şairler bağıl peşinde koşan ve söylediklerini yapmayanlardır.(Şuara-224, 225, 226)) 70-) Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye. (Âyette bulunan "hayyen" "diri" ifadesi, ölenin zıttı anlamında değil, kalbi diri olan, anlayışı sağlam, aklını kullanan, tefekkür eden, duygularını yitirmemiş anlamında kullanılmıştır. Çünkü bu durumda olmayan insanlara Kur'an bir şey yapamaz, adalet ve imtihan gereği yüce Allah insanların irade ve akıllarına zorla müdahale edip hidayet ve sapkınlığa sevketmez. Hidayet bulmanın ve sapkınlığa düşmenin tek sebebi vahiy'dir. Vahye tek kaynak olarak iman eden hidayeti, vahyin yanında başka kaynaklara (hadis- mezhep) iman eden sapkınlığa düşmüş olur. ) 71-) Görmüyorlar mı ki, biz ellerimizin (kudretimizin) eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara mâlik olmuşlardır. 72-) Bu hayvanları onların emrine boyun eğdirdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar ve bazısını da besin olarak yerler. 73-) Bu hayvanlarda onlar için nice menfaatler ve içilecekler vardır. Hâla şükretmezler mi? 74-) Yani yardım göreceklerini umarak Allah’tan başka ilâhlar edindiler. 75-) Halbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerler konumundadır. 76-)(Ey Nebi!) O halde onların sözleri sakın seni mahzun etmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz. 77-) İnsan görmez mi ki, biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki o, apaçık hasım (tartışmacı-düşman) kesilmiştir. 78-) Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor. 79-) De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. 80-) Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. 81-) Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır. 82-) Onun emri bir şeyi irâde ettiğinde ona "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluşmaya başlar. 83-) Her şeyin melelütü (ince ayarı ve hassas dengesi) kendi elinde olan Allah subhandır! Siz de O’na döneceksiniz.(Yasin Süresinin Sonu)

21 Mayıs 2022 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(216. YAZI)Yasin Süresi 83 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Yâsîn, 2-) Hakim olan Kur’an'a andolsun. 3-) Şüphesiz ki sen Resullerdensin. 4-) Müstakim bir yol üzerindesin. 5-) Bu Kur’an Aziz ve Rahim (olan Allah) tarafından indirilmiştir. 6-) Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir kavmi uyarman için indirilmiştir. 7-) Andolsun ki onların çoğunun üzerinde söz hak olmuştur. Çünkü onlar iman etmiyorlar.(Yani "... cehennemi cinlerden ve insanlardan dolduracağım azap sözü..."(Secde-14; Hud-120) 8-) Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır. 9-) Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler. 10-) Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler. 11-) Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiretle yani kerim bir mükâfatla müjdele. 12-) Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları bütün eserlerini yazarız. Çünkü her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır. 13-) Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara Resuller gelmişti. 14-) İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir Resul ile destekledik. Onlar: Biz size gönderilmiş Resulleriz! dediler. 15-) (Resullere) dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer beşersiniz. Yani Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz. 16-) (Resuller) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş Resulleriz. (Yukarıdaki âyette vahiy ehli muvahhidlere önemli bir öğüt ve teselli vardır. Yani bizim hidayet üzerinde olduğumuzu yüce Allah'ın bilmesi yeter.Dolayısıyla rivayet ve Mezhep ictihadlarına iman edenlerin bize iftira etmelerinin hak nazarında bir değeri yoktur.) 17-) "Bizim üzerimize düşen, apaçık bir şekilde (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler. 18-) (Bunun üzerine onlar:) Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi recm ederiz. Yani bizden size mutlaka elim bir azap dokunur, dediler. 19-) (Resuller) dediler ki: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size hatırlatma yapılıyorsa, bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz müsrif bir kavimsiniz. (Ümmetlerin hayatı vahiy'le şekillenmiyorsa yani din ve hüküm okarak Kur'an tek kaynak kabul edilmiyorsa, maddi-manevi her şeyleri israf hükmündedir.) 20-) Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu Resullere tâbi olunuz!" 21-) "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayette olan kimselerdir." 22-) "Bana ne olmuş ki, beni yoktan var edene ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz." 23-) "O’nun dununda (yanında- yöresinde) ilâhlar mı edineyim? O Rahman (olan Allah), (şirk koştuğum için) bana bir zarar dilerse onların (ilâhların) şefâati bana hiçbir fayda vermez yani beni (azaptan) kurtaramazlar." 24-) "İşte o zaman ben apaçık bir sapkınlığın içine düşmüş olurum" 25-) "Şüphesiz ben, Rabbinize iman ettim, beni dinleyin." 26,27-) Gir cennete! denildi. "Keşke, dedi, Rabbimin beni nasıl mağfiret ettiğini yani beni nasıl ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!" (Yukarıdaki âyet iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. 1-) Kavmi onu öldürdü ve alaylı bir şekilde ona "cennete gir" dediler. Fakat o, gerçekten yüce Allah'ın mağfiret ve ikramına mazhar oldu. 2-) Kavmi onu öldürdü, vefat eder etmez yüce Allah ona "cennete gir" buyurdu. 28-) Biz ondan sonra, onun kavmini yok etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik. 29-) Onları yok eden tek bir sayhadan başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler. 30-) Kendilerine gelen her Resul ile mutlaka alay etmiş olan kullara yazıklar olsun. 31-) (Müşrikler) görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice medeniyetler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler. 32-) Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar. 33-) Bu hususta ölü olan yer onlar için bir âyettir. Biz onu dirilttik yani ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler. 34-) Biz, onda nice nice hurma cennetleri, üzüm bağları kıldık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık. 35-) Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâla şükretmeyecekler mi? 36-) Yerin bitirdiklerinden, insanların nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah tesbih edilmeye layık olandır. 37-) Gece de onlar için bir âyettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklar içinde kalırlar. 38-) Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (gider). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. 39-) Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) takdir ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. 40-) Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler. 41-) Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide (ana rahminde) taşımamız da onlar için bir âyettir. 42-) Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık. 43-) Dileseydik onları boğardık. O zaman onların imdadına koşan olmaz yani onlar kurtarılmazlardı. 44-) Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet olarak yani belli bir zamana kadar faydalandırmamız için onları yaşatıyoruz. 45-) Onlara önünüzde olan ve arkadanızda bıraktıklarınız hususunda takvâlı olun; umulur ki size merhamet edilir denildiği zaman (aldırmazlar) (Yani geçmişe pişmanlık ve tevbe gelecek için ihlas ve takva sahibi olmak.) 46-) Yani onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldiğinde mutlaka ondan yüz çevirmişlerdi.

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (2.YAZI)Şiilik ve Sünniliğin oluşmasında referans çerçevesi olan "tedvin devri" yani hadislerin toplanıp kitaplaştırılması siyasi, dini ve ilmi sahalarda kırılmaların gerçekleştiği bir dönemdir.Bu dönemde Allah'ın indirdiği vahiy, akıl ve ilim, iftira ve hurafelerin enkazı altında kalmıştır. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesi islam dininin kaynağı konusunda büyük bir çelişkiye düşülmüş ve dinin kaynakları çoğaltılarak kavram kargaşası ile iman edenlerin zihni inanç krizine sürüklenerek allak bullak edilmiştir.Yani hadislerin her alanda hayata hakim kılınması neticesinde İslam dini Emevi ırkçılığının kurbanı olmuştur. Allah'ın kitabı Arapların şirk dinine büyük bir darbe vurmuş fakat Emevi zihniyetini değiştirememiştir. Çünkü medeniyetin oluşması ve zihin değişikliği için uzun bir zamanın geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sadece Kur'an'dan hareket ederek yeniden hanif bir inanç ve sağlam bir zihin inşa edilmesi zorunluluk halini almıştır.İman edenleri, din düşmanlarının İslam'a verdiği zarar değil, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin kendi dinlerine verdikleri zarar ilgilendirmektedir. Her inanç, düşmanlarının saldırılarından değil, en çok bağlılarının cehalet ve beceriksizliğinden zarar görmektedir.Müslüman milletin huzur ve mutluluk ekseninde gelişmesi ancak dini anlayışların Kur'an'a göre ayarlanması ve yaşadıkları çağın anlayışına göre yenilenmesi ile mümkün olabilir.Tarihsel süreçte geleneksel mezhebi inanç ve anlayışlar hanif İslam'a dönüşmedikçe gelişmeye değil, çürümeye ve yok oluşa şahit olacağız.Kur'an'ın herhangi bir âyetinden çıkardığımız doğru bilgi, o âyetin uygulanmasından daha önemlidir. Çünkü inanç ve ameller sağlam bilgi üzerine inşa edilmeleri şarttır.Sağlam ve sahih bilgi üzerine inşa edilmeyen inanç ve fiiller insanlara ızdırap ve acıdan başka bir şey kazandırmazlar.Ayrıca doğru ve erdemli bilgi, asırları aşar, uygulama ve yaşama ise tarihsel kalmaya mahkumdur.Dolayısıyla insanların sahip oldukları kaynaklar sağlam ve sahih bilgiye dayanmak zorundadır.Bilgi, çağları aşarak her zaman kendisine manevra alanı bulur.On dört asırdan beri insanların başına musallat olan cehalet ve taklit, yalan ve iftiralar, kaos ve kargaşa, terör ve anarşi bu gerçeğin en büyük kanıtıdır. Evet Kur'an bilgisinin insanlara doğru olarak ulaştırılması onu yaşamaktan daha önemli bir görevdir. Allah Resulü dinin ortağı değil, Kur'an'ın mübelliğidir. Yüce Allah'ın en önemli emri, Rahmân tarafından indirilen ve Resul'ün dilinde hayat bulan vahye tabi olmaktır. Nebi'nin hadislerinin! ve uygulamalarının! Kur'an'ın bazı âyetlerini "nesh ettiği" yolundaki inançları, dinin temeline konulmuş bir dinamit olarak değerlendirmek gerekir.Kur'an'ın yorumlanmasını Ehl-i Sünnet ve Şia'nın oluşturduğu zihin yapısının hakimiyetinden kurtarmak ve onu zaman ve zemine göre güncellemek gerekir. Bu görev, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlerin sorumluluğundadır.Muvahhid, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen, aklını kullanabilme cesaretine sahip olan bireye denir.Muvahhid, "rüşde" ermiş, Allah'a karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini, kendi aklı ve Kur'an bilgisi doğrultusunda bizzat kendisinin belirlediği kimsedir. Bu nedenle muvahhid, Allah'tan başka hiç kimsenin hakimiyetini kabul etmeyen kişidir."Hakimiyet" kelimesi yönetimini hiçbir engele veya denetlemeye bağlı olmaksızın devam ettiren, bağımlı olmayan, hükümran, hakim, sözünü geçiren, üstünlük kazanan, buyruğunu yürütme, hükümranlık" anlamına gelmektedir. (Türkçe Sözlük- 1, 434; 1- 597- 98 Kamus-i Türki, 1- 313; 1- 462) "Hakimiyet" kelimesinin aslı h-k-m (hakeme) fiilidir.Bu fiilden türetilmiş pek çok kavram Arapçada yer almaktadır."Hüküm, hükmi, hikmet, hâkim, hükümet, muhkem gibi. Kur'an'ı Mübin "hakeme" fiiline ve türevlerine birçok âyette yer vermektedir. Terim olarak "hakimiyet" "bir devletin milli sınırlar içinde ve dış ilişkilerinde beynelmilel hukuktan doğan kısıtlamalar dışında tam bağımsızlığı, yani özgürlük ve hükümranlığı demektir. Karar alma sürecinde ve bu kararı uygulama aşamasında en üstün otorite olma anlamına "hakimiyet" kavramı, devlet, bağımsızlık ve demokrasi gibi kavramları da yakından ilgilendirmektedir. (Naim- Toward an islamic Reformation s.81- Ana Britanica- 6, 29)"Devlet, topluca yaşama durumunda bulunan insanların bir düzen içinde kendi vatandaşlarını koruma ve ortak amaçlarına hizmet etmek için örgütlenmelerinden doğmuştur"( Ertürk, Diktacı Tutum s. 173) Başka bir ifadeyle devlet, belirli sınırlar içinde yaşayan insan topluluklarının hakimiyet ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenmedir.( Türkçe Sözlük 1- 366; Ana Britanica 7-202-203) Son vahyin indirilmesinden sonra hüküm ve hakimiyet tartışmasını ilk başlatanlar hariciler olmuştur.Muaviye'ye karşı Ali'nin tarafında savaşırken"hakem" olayı sebebiyle meşru halifenin yanından ayrılarak farklı bir grup oluşturan hariciler "Hüküm Allah'ındır, insanlar hakem tayin edemez" iddiasında bulunmuştur.Hariciler bu görüşlerini yanlış yorumladıkları âyetlere bağlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda "hüküm" ve "hakimiyet" denildiği zaman hanif İslam dininden başka din edinmemek anlamında kullanılmıştır.Yani "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını" ortaya koymak istenmiştir. Kur'an'ın "hakimiyet" kavramını kullanması siyasal anlamda yani devleti yönetme ve insanların üzerinde hüküm kurma anlamında değildir.Yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahiden başka bir kaynağın rehber olmaması, indirilen vahye beşeri inanç ve fikirlerin ortak yapılmaması, hak olana batılın karışmaması, din ile insanların aldatılması,vahyin eksik muhataplarına ulaştırılmaması, Allah kelâmının gizlenmeden beyan edilmesi, Kur'an'a karşı sınır ve engel konulmaması, Kur'an dışında beşerin helal-haram, farz, vacip, sünnet, mekruh, mubah gibi kavramların dayatılmaması ile ilgilidir. Kur'an'ın indiği coğrafyada özellikle Mekke'de nasıl bir evliya ve ılâhlar hegemonyasının olduğunu unutmayalım.Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün "hüküm" kavramları siyasal anlamda değil, vahyin din olarak tek kaynak kabul edilmesi ile alakalı kullanılmıştır.Bunun en büyük delili "hüküm" kavramının geçtiği âyetlerde devlet adamlarının değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarının muhatap alınmasıdır.Haricilerin, halifeye karşı isyanlarını meşru göstermek için ileri sürdükleri ve Kur'an'daki hüküm âyetlerine dayandırdıkları "Hakimiyet Allah'ındır" ya da "hüküm vermek Allah'a mahsustur" görüşü iman edenlerin siyasi düşüncesini derinden etkilemiş ve harici mezhebine karşı olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bile bu yanlış inancı benimsemişlerdir.Halbuki Kur'an'da var olan "hüküm ancak Allah'a aittir" ifadesi atalardan intikal eden inanç ve kaidelere iman eden din adamları hedef alınarak söylenmiştir.( Yusuf- 40; Maide- 44, 45,47, 48, 49, 50)Mekke ve Medine'de kurulmuş bir hukuk ve adalet sistemi ve mahkeme binası bulunmuyordu.Mekke ve Medine'de evliya ve ilahların dini yani şirk'in inanç ve hakimiyeti ile Yahudi ve Hristiyanların hurafe ve uydurmaları hayata hakimdi.Yani "Hüküm Allah'ındır" sözü, "Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir dini kaynak hüküm ortaya koyamaz, vahiy haricinde hiçbir kaynaktan hüküm çıkarılamaz" demektir Dolayısıyla "hüküm Ancak Allah'a aittir" sözünü işittiğimiz zaman aklımıza devlet ve siyaset değil, hadisler, mezhepler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar, içtihatlar gelecektir.Yoksa belli başlı ilkeler ve emirler dışında Allah, idarecilere ve hukukçulara siyasal anlamda çok geniş bir yer ayırmıştır.

KARGA MI FASIKTIR?YOKSA BUHARİ, MÜSLİM VE HANBELİ MEZHEBİNİN İMAMI AHMET BİN HANBEL Mİ?Buharî ve Müslim'in sahihinde şöyle bir hadis vardır:"Beş tane hayvan 'fasık'dır ki, Mekke'nin harem bölgesinde de öldürülebilir. Bunlar; fare, akrep, karga, çaylak ve yırtıcı köpektir." (Bir rivayette: kişi ihramda da olsa bunları öldürebilir.) (Buhârî, Bedu'l-halk, 16; Müslim, Hac, 9: 66-72). Bazı rivayetlerde yılan da vardır "Karga fasıktır"(Buhari, 59, 16, Hanbel, 2, 52)Ehli sünnet dininin âlimlerinin yanında muhaddis Buhari ve Müslim nasıl bir değere sahiptir? İlk önce onu ortaya koyalım.Onlara göre Buhari "Muhaddislerin ağa babasıdır"Ehli sünnet âlimlerine göre,"Buhari hadisleri Allah'tan gelmiş gibidir" Yani vahiy'dir.Allah'ın kitabını saçma sapan beşeri bir kaynak ile kıyas yaparak, Allah'tan korkmadan ve utanmadan "Buhari Kur'an'dan sonra en sahih kaynaktır" demişlerdir. Hatta Suudi Arabistan'da Buhari'nin aleyhinde bir şey söylemek Allah Resulü'ne birşey söylemek ile eşit olarak tutulur.İşte bu Buhari, Müslim ve Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet bin Hanbel Allah'ın Resulüne iftira ederek, Allah Resulü'nün bazı hayvanların fasık olduklarını ve öldürülmelerini emrettiğini iddia etmişlerdir. CEVAP:Kur'an doğadaki varlıklardan her biri için bir yol, kendine ait bir hedef ve sonuçta özel bir hidayetin (kanun) olduğunu söylemektedir."Görmedin mi?Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor.Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün.Sonra da onu kuru bir kuruntu yapar. Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için bir öğüt vardır"(Zümer, 21)Yukarıdaki ayette, özel bir hidayeti olan yağmurların hareketi, takip ettiği yol, faydaları, su kaynaklarında toplanışı, bitkilerdeki cazibesi ortaya konmuştur.Güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, hayvanlar ve bitkiler hepsi Allah'ın yarattığı bir kanuna göre hareket ederler."O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır"(Casiye, 13)"Rabbin bal arasına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır"(Nahl, 68, 69)Bu ayette bal arısının ev yapımında, çiçeklerden ve meyvelerden öz almada, yaratanın belirlediği yolu katetmede ve sonuçta kendine özel hidayetini ifade eden bal üretimindeki kendine ait süreç gündeme getirilmiştir.Asıl ilginç olan şudur ki, bal üretimi yolunda doğru çabayı Allah'ın yolu, yani Allah'ın bal arısını yönelttiği ve hidayet amacına ulaşmak için ona gösterdiği yol olarak bilmesidir.O halde Allah( cc) insanlar haricinde bulunan bütün varlıklılara, özellikle hayvanlara bir hidayet ve yol tayin etmişse karganın bu yaratılış kanununu aşarak fasık olması mümkün değildir.Madem ki karganın fasık olması mümkün değilse, tam aksine karga kendine yüklenen görevi en mükemmel bir şekilde yerine getirmeklemübarek bir hayvan oluyorsa, Allah Resulü'ne ve kargaya iftira eden Kur'an cahili Buhari ve Ahmet bin Hanbel fasıktır."Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi ümmetlerdir. Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet hepsi toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecektir"(En'am, 38)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(215. YAZI)Fatır Süresi 45 Âyet Olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hamd, (güç, kuvvet, hüküm, övgü) gökleri ve yeri yararak yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı Resuller kılan Allah’a özeldir. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 2-) Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutacak kimse yoktur. Ve O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O, Aziz'dir, Hakim'dir. 3-) Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini zikredin; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilâh yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz! 4-)(Ey Resul!) Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme); senden önceki Resuller de yalanlanmıştı. Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülecektir. 5-) Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın yani o aldatıcı (şeytan-din adamları) Allah ile sizi aldatmasın! 6-) Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin. O, kendi hizbini ancak ateş ashabından olmaya dâvet eder. 7-) Kâfirler için şüphesiz şiddetli bir azap vardır, iman edip yani salih ameller işleyenlere de mağfiret yani azim bir mükâfat vardır. 8-) Kötü işi kendisine ziynetli gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülüğü hiç istemeyen kimse) gibi olur mu? Şüphesiz Allah dileyeni (vahiy'den yüz çevireni) sapkınlığa, dileyeni de (vahiy'le) hidayete iletir. O halde (Ey Nebi!) nefsin onlara karşı hasretlerle (tükenip) gitmesin. Çünkü Allah onların neler yaptıklarını bilendir. 9-) Rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah’tır. Biz onu ölü bir beldeye sevk ederiz de ölümünden sonra yeri onunla diriltiriz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır. 10-) Kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzetin tümü Allah’ındır. O’na ancak tayyib (temiz ve nezih) sözler yükselir. Yani onları da ancak salih ameller yüceltir. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için şiddetli bir azap vardır yani onların tuzağı çürüğe çıkacaktır. 11-) Ve Allah sizi topraktan, sonra da nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı yani O’nun ilmi olmadan hiç bir dişi ne hamile kalır ne de (yavrusunu) bırakır. Yani bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah’a kolaydır. 12-) İki deniz birbirine eşit olmaz. Bu tatlıdır, susuzluğu keser, içilmesi kolaydır. Ve buda tuzludur, acıdır. Ve hepsinden taze et (balık) yersiniz ve giyeceğiniz süs eşyası çıkarırsınız. Yani Allah’ın faziletinden (nasibinizi) arayıp da şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün. 13-) Allah, geceyi gündüzün içine geçiriyor ve gündüzü de gecenin içine geçiriyor yani güneşi ve ayı (emrinize) musahhar kılmıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar (yörüngelerinde) akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. Yani O’nun dununda (yanında- yöresinde- astında) ibadet ettikleri, bir çekirdek zarına bile mâlik değillerdir. 14-) Eğer onları (din atalarınızı) dâvet ederseniz, sizin dâvetinizi işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Ve kıyamet günü de sizin şirk koşmanıza kafir olacaklardır. Ve (Ey Resul!) Sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse (bu gerçekleri) haber veremez. 15-) Ey insanlar! Allah’a karşı fakir olan sizsiniz yani Ğani ve Hamid olan ancak Allah'tır. 16-) Allah dilerse sizi giderir yani yerinize yeni bir halk getirir. 17-) Bu da Allah’a aziz olan bir şey değildir. 18-) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Yani yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) dâvet etse, bu dâvet ettiği en yakın akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak gâipten Rablerinden korkanları yani salât'ı ikâme edenleri uyarabilirsin. Yani kim arınırsa, kendi nefsi için arınmış olur. Ve dönüş Allah’adır. 19, 21-) Yani körle gören, karanlıklarla nur, gölge ile hararet bir olmaz.22-) Ve dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dileyeni (vahiy'le) işittirir. Sen kabirlerde olanlara (ölülere) işittiremezsin! 23-) (Ey Resul!) Sen ancak bir uyarıcısın. 24-) Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Yani her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur. 25-) Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme), onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. (Oysa ki) Resulleri onlara açık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi.(Bu âyetler Mekke'de tebliğ faaliyetinin ne kadar zor şartlarda geçtiğini gösteriyor. İnsanlar akıllarını kullanmadıkları için atalarından intikal eden şirk dini kolay kolay bırakmıyorlar. Yüce Allah, Resülünü teselli ederek onların ölü olduklarını çok veciz ve beliğ örneklerle gösteriyor. Onların iman edip etmemeleri önemli değildir. Önemli olan onlara tebliğin açık olarak ulaşmasıdır.) 26-) Sonra ben, kafirleri yakaladım. (Bak ki) cezam nasıl oldu! 27-) Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri muhtelif meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı, muhtelif renklerde caddeler yani simsiyah yollar (yaptık). 28-) Ve insanlardan, hayvanlardan, davarlardan da yine böyle muhtelif renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah Aziz'dir, Ğafur'dur. 29-) Allah’ın kitabını okuyanlar yani salât'ı ikâme edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık infak edenler, asla zarara uğramayacak bir ticâret umabilirler. 30-) Çünkü Allah, onların ücretlerini tam olarak öder yani faziletinden onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, Ğafur'dur, şükrün karşılığını bol bol verendir. 31-) Sana kitaptan vahyettiğimiz, kendinden öncekini (ilâhi kitapları) tasdik eden bir haktır. Allah, kullarının (her halinden) haberdardır, görendir. 32-) Sonra kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize vâris kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmeder, onlardan kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle (yasasıyla) hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur. Bu üç grup şunlardır. (1-) Nefsine zulmeden, kâfir ve müşrikler. 2-) Ortada olanlar, güzel ahlak sahibi ümmiler. 3-) Vahiy ehl-i muvahhidler yani şirk ve küfürle mücadele edenler. Kur'an baştan sona kadar bu üç grubun arasında geçen mücadeleleri anlatır. 33-) Onların (üçüncülerin) mükâfatı, içine girecekleri Adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Yani orada giyecekleri elbiseleri ipektir. 34-)(Cennette şöyle derler:) Bizden her türlü hüznü (korkuyu) gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok Ğafur'dur, şükrün karşılığını verendir. 35-) O (öyle bir Rab) ki faziletiyle bizi asıl ikamet edilecek yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize hiçbir yorgunluk ve usanç dokunmayacaktır. 36-) Kâfir olanlara da cehennem ateşi vardır. Haklarında karar verilmez ki ölsünler, (cehennem) azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz,(küfürde) ileri giden her kâfiri böyle cezalandırırız. 37-) Yani onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size tezekkür edecek kimsenin tezekkür edeceği kadar bir ömür vermedik mi? Yani size uyarıcı (vahiy-Resul) gelmişti? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.(Kur'an'da var olan bunca delil karşısında vahyin tek kaynak olduğunu kabul etmeyenler, bin yıl daha yaşayacak olsalar değişen bir şey olmayacaktır.) 38-) Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O, göğüslerin içinde ne varsa onu da hakkıyla bilendir. 39-) Sizi yerde halifeler kılan O’dur. Onun için kim kâfir olursa, küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü, Rableri indinde kendilerine ancak öfkeyi arttırır. Kâfirlerin küfrü, kendilerine husrandan başka bir şeyi arttırmaz. 40-) De ki: Allah’ın dununda ibadet ettiğiniz şeriklerinizi gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde bir şerikleri mi var! Yahut biz onlara, (bu hususta) bir kitap verdik de onlar, o kitaptaki bir beyyineye mi dayanıyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vâdetmiyorlar. (Yukarıdaki âyette, Kur'an'ı arkalarına atıp beşeri rivayet ve ictihatların peşinde koşan Şii ve Sünni din adamlarına ağır bir kınama ve tehdit vardır.) 41-) Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, düzenleri yok olmasın diye tutuyor. Yani onların düzeni bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, Halim'dir, Ğafur'dur. 42-) Kendilerine bir uyarıcı (vahiy-Resul) gelirse, herhangi bir ümmetten daha çok hidayette olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a kasem etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Resul) gelince, bu, onların haktan nefretlerinden başka bir şeyi arttırmadı. 43-) Çünkü onlar yeryüzünde kibirlik taslıyor yani kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kurduğu tuzağa kendi ehlini düşürür. Onlar öncekilerin sünnetinden (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Halbuki Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın yani Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma bulamazsın. 44-) Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi? Yani onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah’ı âciz bırakacak hiçbir şey yoktur. O, Alim'dir, Kâdir olandır. 45-)Eğer Allah, kazandıkları(günahlar) yüzünden insanları (hemen) muaheze etseydi, yeryüzünde hiçbir dâbbe (yaratık) bırakmazdı. Yani Allah, onları adı konmuş bir ecele kadar erteliyor. Ecelleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.(Fâtır Süresinin Sonu)

20 Mayıs 2022 Cuma

KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜBağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahirette insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette hiçbir şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için O'nun dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan(dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah yani izin verdiği meleklerin (yağmur, ruzgar, güneş, ay) yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek (yağmur, rüzgar, güneş, ay) vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi (yaratılış yasası) dışında hiçbir işe yaramaz"(Necm- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler (yarattığım doğal kuvvetler) dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Kur'an'da geçen "melek" doğal güç, "meleklerde" yüce Allah'ın yarattığı "doğal kuvvetler" anlamına gekmektedir. Bunlarda Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Kendi başlarına yani Allah'tan bağımsız hareket etme güç ve kâbiliyetleri yoktur.) Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar edelim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen âyetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiklerinden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın yardım ve desteğinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri (doğal kuvvetler, yaratılış yasaları) vasıtasyla müminlere şefaat edecek yani onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (şefaat) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu gerçeği şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(214.YAZI) Sebe Süresi 24)(Ey Resul!) De ki: Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir? De ki: Allah'tır! Yani ya biz veya siz, ikimizden biri, ya hidayet üzerinde veya apaçık bir sapkınlık içindedir. 25-) De ki: Bizim işlediğimiz cürümlerden siz sorumlu değilsiniz; biz de sizin amellerinizden sorulacak değiliz. 26-) De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. Yani O, fettah olan (her şeyi) bilendir. 27-) De ki: O'na (Allah'a) kadar ulaştırdığınız şerikleri bana gösterin. Bilakis, yegâne aziz ve her şeyi hikmetle idare eden ancak Allah’tır. 28-) Biz seni insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 29-) Eğer sözünüzde sâdık iseniz bu vâdettiğiniz (kıyamet) ne zaman kopacak? derler. 30-) De ki: Size öyle bir gün vâdedilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.31-) Kâfir olanlar dediler ki: Biz hiçbir zaman bu Kur’an’a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen! Müstaz'aflar, müstekbirlere: Siz olmasaydınız, elbette biz müminler olurduk, derler. 32-) Müstekbirler, müstaz'aflara (kıyamet gününde): Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi engelledik? Bilakis siz mücrim idiniz, derler. 33-) Müstaz'aflar da müstekbirlere: Hayır! Gece gündüz (işiniz) tuzak kurmaktı. Çünkü siz daima Allah’a (vahye) kâfir olmamızı, O’na denk ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz, derler. Yani azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o kâfirlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta oldukları amelleri yüzünden cezalandırılırlar.(Müstekbirler: İnsanları yüce Allah'ın yolundan engelleyen, bir türlü vahye yanaşmayan kibirli din ve devlet adamlarıdır.) (Müstaz'aflar: Uydurma din ve iman ile akıl ve zihinleri sömürülen yani din adamları tarafından sihirlenen fanatik tabiiler.) 34-) Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın şımarıkları: Biz, kendisiyle gönderilmiş olduğunuza kâfiriz, demişlerdir. 35-) Ve dediler ki: Biz malca ve evlâtça daha çoğuz yani biz azaba uğratılacak değiliz. 36-) De ki: Rabbim, dilediğine rızkı yayar ve (dilediğine de) takdir ederek, (ölçülü verir); fakat insanların çoğu bilmezler. 37-) Yani sizi indimize yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. Ancak iman edip yani ameli salih işleyenler müstesna; onlara amellerinin kat kat fazlası mükâfat vardır. Yani onlar (cennet) odalarında emniyet içindedirler. 38-) Âyetlerimizi âciz çıkarmaya çalışanlara gelince, onlar da azabın içinde hazır olacaklardır. 39-) De ki: Rabbim, kullarından dilediğine rızkı yayar ve (dilediğine de) takdir ederek (ölçülü olarak verir.) Siz hayır için ne infak ederseniz, Allah onun yerine başkasını verir. Çünkü O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. 40-) O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Bunlar size mi ibadet ediyorlardı? diyecek. 41-) (Melekler de:) Seni tesbih ederiz, bizim velimiz onlar değil, ancak sensin. Bilakis onlar cinlere ibâdet ediyorlardı. Çoğu onlara iman etmişti; diyecekler.(Mekke müşrikleri içinde, güneşe aya ve yıldızlara ibadet edenler vardı. Bu âyette geçen melekler bunlardır. Aslında bu âyette simgesel bir anlatım tarzı mevcuttur. Yani teatral bir sahnenin sergilenmesi vardır.Yoksa hiç bir zaman güneş, ay, yağmur, rüzgar gibi melekler gerçek anlamda yüce Allah ile konuşamazlar. Teatral anlatım, farklı bir şekilde yani simgesel olarak gerçeklerin konuşmalarla ortay konmasıdır.Simgesel anlatım, vahiy gibi evrensel bir mesaj için en geniş bir anlatım tarzıdır. Simgesel anlatım Kur'an'da çok işlenen bir sanat dalıdır. Bu sanat, olayları gerçeğini gösterir. Ancak simgesel anlatımı anlayabilmek için ön kabuller ve ön yargılar terkedilmesi gerekiyor. Yani olayların tek çözüm yerinin Kur'an olduğuna iman etmek şarttır. Eğer Kur'an'ın bu simgesel anlatımı anlaşılsaydı, bir çok konu daha kolay çözüme kavuşurdu.) 42-) Bugün birbirinize ne fayda, ne de zarar vermeye gücünüz yeter. Yani zalim olanlara, yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın! diyeceğiz. 43-) Yani onlara apaçık âyetlerimiz tilavet edildiği zaman demişlerdi ki: Bu, sizi babalarınızın ibâdet ettiği (evliya ve ilâhlardan) çevirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. Yani bu (Kur’an) iftira edilmiş uydurmadan başka bir şey değildir, dediler. Yani hak kendilerine geldiğinde ona kâfir olanlar: Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir, dediler. KIRAAT, TİLÂVET ve TERTİL"Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, "kıraat" kavramının topluma yönelik yani tebliğ ve davette okunandan daha çok, insanın bireysel olarak okuduğu, kendisinin donanımı ile ilgili bir okuma çeşidi olduğunu görüyoruz.Mesela: "Kur'an'ı okuduğun zaman racim şeytandan Allah'a sığın" (Nahl-98)Mesela: "Kur'an okuduğun zaman seninle âhirete iman etmeyenlerin arasına korunaklı bir örtü kılarız"(İsra-15)Mesela: "Güneşin batmasından gecenin karanlığı basıncaya kadar salat-ı ikâme et yani fecrin Kur'an'ı, hiç şüphesiz fecrin Kur'an'ı şahitlidir" (İsra-78)Yani kıraat, insanın kendi kendine okuması, Kur'an'a yoğunlaşması, üzerinde tefekkür etmesi, akıl ve zihinle okuması anlamına gelmektedir. "Tertil" ise, daha çok toplumla ilgili tebliğ ve ilan etme, duyurma, mücadele etme, huccet ve delil ile okuma demektir.Kur'an'a baktığımızda, kıraat ile değil, tilavet ile muhatap olanların sorumlu olduklarını görüyoruz.O halde tilavet, rastgele bir okuyuş değil, mesajın anlaşılıp kavranması, kabul edilmesi veya reddedilmesine yol açan, muhatapları düşünce ve mücadele etmeye sevkeden, bilinçli ve şuurlu bir okumadır.Tilavetin Kur'an'ın anlaşılması ve kavranması ile ilgili olduğunu ortaya koyan âyetler.(Kasas- 59; Zümer- 71; Bakara- 151) "Tertil" ise, Kur'an'da sadece Allah ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır."Kâfirler "Kur'an ona bir cümlede (topluca, tek seferde) indirilmeli değil miydi dediler. İşte böylece gönlünü onunla iyice sebat ettirmek yani onu peyderpey (sure sure, âyet âyet) olarak tertil ettik"(Furkan- 32)"Ey (vahiy'le) bürünen (Nebi!) Birazı hariç gece kalk Gecenin yarısında veya ondan biraz eksilterek daha erken kalk. Ona ilave ederek gece yarısından sonra kalk ve Kur'an'ı tertil et" (Müzzemmil-1-4)Tertil, Allah ve Resul bağlamında geçtiği için, tebliğ makamında olanların yapacağı bir okuma çeşididir. Vahiy ehlinden ümmilere Kur'an'ı tebliğ etme ve onunla uyarmanın adı tilavettir. Tebliğ ve duyurma makamında olanların kendilerini vahiyle donatmalarının adı kıraat. Kur'an-ı duyurma ve tebliğ etme durumlarında, her zaman tane tane, ağır ağır, acele etmeden bağlam ve bütünlüğüne bağlı kalarak yapılan okumanın adı tertildir. 44-) Halbuki biz, onlara ders yapacakları kitaplar vermediğimiz gibi senden önce onlara bir uyarıcı (Resul) de göndermemiştik. 45-) Onlardan öncekiler de (Resullerini) yalanlamışlardı. Bunlar, öncekilere verdiklerimizin onda birine erişmemişlerdi. (Böyle iken), Resullerimi yalanladılar; ama beni inkar etmek nasıl oldu (gördüler!) 46-) Onlara de ki: Size tek bir vaazım vardır: İkişerli olarak ve teker teker (iman ettiğiniz) Allah’a için dik durun (dürüst olun!) Sonra arkadaşınızda hiçbir cinnetin olmadığını tefekkür edin! O sadece şiddetli bir azap gelip çatmadan evvel sizi uyaran biridir. 47-) De ki: Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah’a aittir. O, her şeye şahittir. 48-) De ki: Kuşkusuz, Rabbim hakkı ortaya koyandır yani O, bilinmeyenleri en iyi bilendir. 49-) De ki: Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi başlatabilir ne de geri getirebilir. 50-) (Ey Nebi!) De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi nefsim aleyhine sapmış olurum. Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakındır.(Yukarıdaki âyet, Nebi de olsa kendisi için vahiy'den başka hidayetin olmadığını gösteriyor. Yani beşeri hadislerin hepsi sapkınlık, şirk ve küfürdür.) 51-)(Ey Nebi!) Paniğe düştükleri zamanı bir görsen! Artık geçiş yok, yakın bir yerden yakalanmışlardır. 52-) Yani iş işten geçtikten sonra: "Ona iman ettik" demişlerdir, ama uzak yerden (dünya hayatı gelip geçtikten sonra) imana kavuşmak onlar için nasıl mümkün olur? 53-) Yani daha önce ona (hakka) kâfir olmuşlardı. Uzak bir yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı. 54-) Artık, bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir. Şüphesiz onlar, şek ve şüphe içindeydiler.(Sebe Süresinin Sonu)

18 Mayıs 2022 Çarşamba

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(213. YAZI)Sebe Süresi 54 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hamd (Güç-kuvvet-övgü), göklerde ve yerde bulunanların kendisine ait olan Allah’a özeldir yani âhirette de hamd O’na özeldir. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır. 2-) Yerin içine gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, Rahim'dir, Ğafur'dur. 3-) Kâfirler: Saat bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Yani bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır). 4-) Allah, iman edip yani salih ameller işleyenleri mükâfatlandırmak için (her şeyi açık bir kitapta tesbit etmiştir). Onlar için bir mağfiret yani kerim (değerli) bir rızık vardır. 5-) Âyetlerimizi âciz bırakmak için yarışırcasına çalışanlar için de, en peterinden, elem verici bir azap vardır. 6-) Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur’an’ın) hak olduğunu bilir; onun, aziz ve hamid olan (Allah’ın) yoluna ilettiğini görürler. 7-) Kâfirler (kendi aralarında) şöyle dediler: Çürüyüp paramparça olduğunuz vakit yeniden dirileceğinizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi? 8-) "Acaba o, yalan yere Allah’a iftira mı etmiştir? Yoksa onda bir cinnet mi var?" (dediler). Hayır! Ahirete iman etmeyenler azabın içindedir yani (haktan) uzak bir sapkınlık içindedirler. 9-) Onlar, gökte ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir âyet vardır. 10-) Andolsun, Davud'a kendimizden bir fazilet verdik. "Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber boyun edin" dedik. Yani ona demiri yumuşattık. 11-) Geniş zırhlar imal et yani dokumasını ölçülü yap. (Ey Davud ailesi!) Salih amel işleyin. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettik). 12-) Sabah gidişi bir şehr (dolunay) , akşam dönüşü yine bir şehr (dolunay) olan rüzgârı da Süleyman’a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Yani Rabbinin izniyle (yasası gereği) cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Yani onlardan kim emrimizden sapsa, ona sair azabını tattırırdık. 13-) Onlar Süleyman’a kalelerden, temsillerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden yani sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Amel ederek şükredin çünkü kullarımdan şükreden azdır! 14-) Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü, ancak değneğini yiyen bir yer dâbbesi gösterdi. (Sonunda yere) yığılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o alçaltıcı azabın içinde kalmazlardı. 15-) Andolsun, Sebe’ kavmi için oturduğu yerde büyük bir âyet vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yeyin ve O’na şükredin. İşte tayyib bir belde ve Ğafur bir Rab! 16-) Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik. Yani iki cennetini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) cennete çevirdik. 17-) Kafir oldukları için onları böyle cezalandırdık yani kefur olandan başkasını cezalandırır mıyız! 18-) Onların yurdu ile, içlerini bereketlendirdiğimiz şehirler arasında, kolayca görülen (manzaralı) nice şehirler var ettik yani bunlar arasında gidiş gelişlerini mümkün kıldık. Oralarda geceleri ve gündüzleri emniyet içerisinde gezin, dedik. 19-) Bunun üzerine: Ey Rabbimiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır, dediler ve kendi nefislerine zulmettiler. Biz de onları, ibret hâdiseleri haline getirdik yani onları alabildiğine paramparça ettik. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için âyetler vardır.20-) Andolsun ki İblis, onların üzerindeki zannında sadık oldu. Mümin bir fırka dışında hepsi ona tâbi oldu. (Daha önce İblis "muhlis kulların hariç hepsini saptıracağım" demişti. Ve öyle oldu. İblis bu sözünde yanılmadı.) 21-) Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir saltanatı yoktu. Ancak ahirete iman edeni, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır. 22-) Müşriklere de ki: Allah’tan başka ilâh saydığınız şeyleri davet edin! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye mâlik değillerdir. Yani onların buralarda hiçbir şeriklikleri yoktur yani Allah’ın onlardan bir yardımcısı yoktur. 23-) Allah’ın indinde, kendisinin izin verdiklerinden başkasının şefâati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür. KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜBağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahirette insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette hiçbir şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için O'nun dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan(dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah yani izin verdiği meleklerin (yağmur, ruzgar, güneş, ay) yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek (yağmur, rüzgar, güneş, ay) vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi (yaratılış yasası) dışında hiçbir işe yaramaz"(Necm- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler (yarattığım doğal kuvvetler) dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Kur'an'da geçen "melek" doğal güç, "meleklerde" yüce Allah'ın yarattığı "doğal kuvvetler" anlamına gekmektedir. Bunlarda Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Kendi başlarına yani Allah'tan bağımsız hareket etme güç ve kâbiliyetleri yoktur.) Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar edelim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen âyetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiklerinden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın yardım ve desteğinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri (doğal kuvvetler, yaratılış yasaları) vasıtasyla müminlere şefaat edecek yani onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (şefaat) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu gerçeği şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48)

BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR? (3.YAZI)Mezhepleri din edinenenlerin iddialarına göre, ictihad kapısı kapandığından, yeni bir anlayışın, hayat içinde değişen zamanın ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün değildir. Bu durumda iki şeyden birini kabul etmek zorundayız.1-) İnsanlık yeni birşey düşünmek, yeni bir fikir üretmek, yeni yorumlar ve yeni ictihadlar ortaya koymak için gerekli gelişmeyi gösterememiş, 1400 yıldan beri bir adım ilerlemeden yerinde sayıp durmuştur.Bu yüzden yeni ictihatlardan ve yeni bir mezhepten söz edilemez. 2-) İnsanların hayat standartları hiç değişmemiştir.Dolayısıyla ilk mezhep imamlarının yaşadıkları zamandaki hayat şartları en küçük bir değişiklik söz konusu olmadan aynen devam etmektedir. Bu yüzden yeni bir yoruma ve ictihada, dolayısıyla tefekkür ve sorgulamaya ihtiyaç bulunmamaktadır.MEZHEPÇİLERİN KUR'AN VE AKIL DIŞI SAPLANTILARI:1-) Mezhep imamları din adına yapılması gerekli bütün ictihadları yapmış, işi bitirmiş, İslam'da çözülmedik hiçbir mesele bırakmamışlardır.2-) Eksik olan Allah'ın dini Mezhep imamları tarafından tamamlandığından yeni ictihada kalkışmak gereksiz, isabetsiz ve büyük bir günahtır, insanı dinden çıkaracak kadar tehlikelidir. 3-) Kur'an'ın tercümesini ve tefsir kitapları okumak caiz değildir.Hele bunlardan hüküm çıkarmak zinhar haramdır. Kur'an'ı ancak Allah Resul'ü anlar, o da hadislerle onu açıklamış, mutlak müctehidler ve mezhep imamları da hadisleri fıkha uyarlayarak dini tamamlamışlardır. Dolayısıyla din ancak eski fıkıh kitaplarından öğrenilir.Bize düşen sadece dört mezhepten birini takip etmektir.Gerisi sapıklıktır, mezhepsizliktir, vahhabiliktir, dinsizliktir.4) Aynı meselenin çözümünde imamların ictihatlarında farklılık olsa bile bu ictihad farklılığı yalnızca rahmettir.İmamlar bütün içtihatlarında hatasız bir konumdadırlar. Onlar hiçbir kimsenin sahip olmayacağı üstün niteliklere sahiptirler. Keramet ve keşif ehlidirler, vehbi ve ledünni ilimlere mazhardırlar.5) İmam Ebu Hanife dört yaşında hafız olmuş, yirmi dört saatte veya iki rekatta bütün Kur'an'ı okuyan mübarek bir şahsiyettir.Ruhunu teslim ettiği yerde yedi bin kere Kur'an'ı hatmetmiştir.Elli defa hac yapmak kendisine nasip olmuştur.Mezhep bağlıları bunlar gibi binlerce yalana iman ederler. Kur'an ilâhi, geleneksel dinin üzerine oturtulan hadisler beşeri olduğu için bünyelerinde birbirine karşı zıt inanç, ahlak ve fikirleri barındırır.Yani İslam dini ile mezhep dinlerini birbirinden ayırmak gerekiyor. Çünkü Kur'an'ın dini ile rivayetlerin dini birbirine düşmandır. Dolayısıyla muhaddis ve müctehidler yani mezhep imamları ne diyorsa tam tersi doğrudur. Din ve hüküm olarak yüzlerce âyette Kur'an beşeri olanı reddeder. Mesela:"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?Allah'ı bırakıp da (yöresinde, yanında) kulluk ettikleriniz sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirilmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte toplumları ayağa kaldıracak dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"(Yusuf-39,40)"Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. (Şirk'ten) korusunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler"(Zümer-27,28,29)29. âyet, Kur'an'ı terkedip mezhep imamlarına kul ve köle olanlar ile bir tek Allah'a teslim olanların temsilini yapıyorBir dinde kimin emir ve hükümleri işliyorsa, dinin otoritesi odur, din onundur. Şia ve Ehli Sünnet'te hayata hakim olan Allah'ın hanif dini değil, muhaddis, müctehid ve imamların şirk dinidir. Bunu anlamak için de çok şey bilmeye gerek yoktur. Sadece akıl ve mantık yeterlidir. Aklını kullanan bir insan mezhep bataklığından kendini korumaya çalışır.Çünkü bozulduğu zaman dinden daha tehlikelisi yoktur. Uydurma din, dünyada bulunan bütün ölümcül silahlardan daha tehlikeli, tüm kimyasallardan daha zehirli bir mikroptur.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(212.YAZI)Ahzab Süresi 49-) Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde onları (bir bağışla) memnun edin ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın. 50-) Ey Nebi! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve koruman altında bulunanları, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Nebi kendisiyle nikahlanmak istediği takdirde, kendisini Nebi'ye hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunanlar hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah Ğafur ve Rahim olandır. 51-) Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine yani hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, halîmdir. 52-) Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunanlar hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başkalarını alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler. 53-) Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağırılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Nebi'nin evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı oraya koymaktan haya etmez. Nebi'nin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında azim (bir günah)tır. 54-) Bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi bilmektedir. 55-) Onlara (Nebi'nin hanımlarına) babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları (mümin kadınlar) ve ellerinin altında bulunandan dolayı bir günah yoktur. (Ey Nebi'nin hanımları!) Allah’tan korkun; şüphesiz Allah, her şeye şahittir. 56-) Allah ve melekleri, Nebi'ye salât salât ederler. Ey müminler! Siz de ona sâlât edin yani (Allah'ın emirlerine) tam bir teslimiyetle (iman ederek yani güvenerek) teslim olun. (Âyette Nebi geçtiği için tarihsel ve bölgesel bir özellik taşımaktadır. Yani Medine ve çevresi yani Nebi döneminde yaşayan müminlerle ilgilidir. Nebi'nin vefatından sonra gelen müminler ona yardım edemezler.) NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Biz de Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalıştık.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük.Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan son Nebi'nin hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibretler ve dersler çıkaracağız.Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s) ın inanç, güzel ahlak, karakter ve hareketlerini yani üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından elbette ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanı bulmaları imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz.Yani şunu demek istiyoruz.Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak son bulmuştur. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi şarttır. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, hak, ittibâ, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet, tekzib (yalanlama) küfür gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir.Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur.Fakat ona karşı da saygısızlık yapılamaz.Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah Resulünün indinde seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret yani azim bir mükafat vardır"( Hucurat- 3)Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyurmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır yani kendisi de okuduğu vahiy'de Resul'dur. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrumuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu için yani vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı için (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek:"Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52)Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi (a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir.Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir.O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile beraber gelmektedir. Mesela:"Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil, Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir. Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile akıyamet saatine kadar devam edecektir.Mesela: "Kim Allah'a yani Resulü'ne doğru hicret etmek için evinden çıkar da kendisine ölüm onu idrak ederse, artık onun mükafatı Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"(Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Yani kıyamet gününe kadar Resul olan Kur'an'a hicret etmek mümkündür. Kitap Resul'e hicret edenler aynı zamanda beşer Resul'e hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonuna devam etmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir.Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)Mesela: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkumdur. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olacaklardır. Dolayısıyla Nebi adına uydurulan rivayetler hiç bir zaman uygulanma alanı bulamazlar. Eğer bu uydurmalar halka zorla dayatılacak olursa, kaos, kargaşa, terör, anarşi, katliam ve gericilik baş gösterecektir. Bir iktidar ne kadar muhafazakar ve dindar olursa olsun hadisleri kanun yani hüküm haline getiremez. Bizim onlara şiddetle karşı gelmemiz ümmetin hayatını kararttığından ve Kur'an'ın hidayat ve rahmetini engellediğinden dolayıdır. 57-) Allah'a yani Resûlüne eziyet edenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş yani onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. 58-) Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz azim bir buhtan yani apaçık bir günah yüklenmişlerdir. (Yukarıdaki iki âyet arasında ilginç detaylar mevcuttur. 1-) Resul Allah'ı temsil ettiğinden dolayı, nasıl ki Allah'a itaat Resül'e itaat olarak kabul edilmişse,(Nisa-80) Resul'e eziyet de Allah'a eziyet olarak kabul edilmiştir. Yoksa hiç kimsenin yüce Allah'a eziyet etmesi mümkün değildir. Burada vahyin ve risâlet misyonunun önemine vurgu yapılmaktadır. Bütün beşeri hadisler, ictihadlar, mezhep ve firkalar Allah ve Resulune eziyettir.2-) 57.âyette Allah ve Resulune eziyet edenler mutlak olarak laneti hak ederken, mümin kadın ve erkekler için "yapmadıkları bir şeyden" kaydı düşülmültür. Çünkü mümin kadın ve erkekler bazen sözle eziyet edilmeyi hak edebilirler. Fakat yüce Allah "lé yus"el" yani yaptıklarından sorumsuz olurken, Resul de her türlü ihanetten masum yani görevinde kusursuz olduğu için asla kınanamaz ve sözle eziyet edilemez. 59-) Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaları yani eziyet edilmemeleri için en elverişli olan budur. Allah Ğafur ve Rahim olandır. 60-) Andolsun, munâfıklar yani kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. 61-) Hepsi de lânetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler. 62-) Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. 63-) İnsanlar sana kıyameti soruyorlar. De ki: Onun ilmi Allah indindedir. Ne idrak edersin, belki de zamanı yakındır.64-) Şüphesiz ki, Allah kâfirlere lânet etmiş yani onlara sairi hazırlamıştır. 65-) Onlar orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) bir veli yani hiç bir yardımcı bulamayacaklardır. 66-) Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah’a itaat etseydik yani Resul'e itaat etseydik! derler. (Yukarıdaki âyette bulunan Resul beşer Resul değil, kitap Resul'dur. Çünkü beşer Resul'un hayatı yaşadığı zaman ve coğrafya ike sınırlı olduğu yani ölümlü olduğu içini bütün insanlarla muhatap olması mümkün değildir. Fakat kitap Resul ölümsüz ve ebedi olduğu için bütün zamanları ve coğrafyaları aşacak bir güce ve yapıya sahiptir.) 67-) Ey Rabbimiz! Biz sâdatlarımıza yani (din) büyüklerimize itaat ettiğimiz için bizi yoldan saptırdılar, derler.68-) Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver yani onları lânetle, öyle bir lanet ki, büyük olsun. 69-) Ey iman edenler! Siz de Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden teberri ettirdi. O, Allah'ın indinde saygın biri idi. (Yani Musa'ya eziyet eden İsrailoğulları gibi sizde Nebi'ye eziyet etmeyin. Bu âyet sahabilerin Nebi (a.s) a ne kadar eziyet ettiklerini yani gökteki yıldızlar olmadıklarını gösteriyor. Tabi ki içlerinde istisnalar mevcuttur.) 70-) Ey iman edenler! Allah’tan korkun yani sedid (sağlam) söz söyleyin. 71-)(Takva sahibi olur ve sözünüz sağlam olursa Allah) amellerinizi ıslah eder yani günahlarınızı mağfiret eder. Kim Allah'a yani Resûlüne itaat ederse, öyle bir başarıya ulaşır ki, and olsun başarısı azim olur. 72-) Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. 73-)(Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, mümin erkeklerin ve mümine kadınların da tevbelerini kabul buyuracaktır. Çünkü Allah Ğafur ve Rahim olandır.

17 Mayıs 2022 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(211. YAZI)Ahzab Süresi 36-) Allah yani Resûlü (Kur'an) bir işi hükme bağladığı zaman, mümin bir erkek ve mümine bir kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Yani kim Allah'a yani Resûlüne (Kur'an'a) karşı gelirse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur. (Yukarıdaki âyette Resül'e karşı gelmenin sapkınlık olduğu bildirilirken, aşağıdaki âyette ise, Zeyd'in Nebi'yi dinlemediği haber verilmektedir. Çünkü Nübüvvet özel ve sivil hayat olurken, risâlet bir misyonu temsil etmektedir. Nebi'ye karşı gelmek günah değildir. Çünkü Nebi Allah'a karşı hata etmiştir. İşte bu yüzden ona mutlak itaat emredilmemiştir. Ama tek görevi tebliğ olan Resulun vahye ihanet etmesi imkansız olduğundan ona itaat etmek Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. İkincisi Resül kavramı evrenseldir. Yani beşer Resul vefat ettikten sonra kitap Resul devreye girer. İnsanlar hiç bir zaman Resûlsuz kalmazlar.) 37-)(Ey Nebi!) Hani Allah’ın nimetlendirdiği yani senin kendisini nimetlendirdiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’a karşı takvâlı ol! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan korkarak içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.(Nebi'nin korktuğu şey geleneklerin ağır baskısıydı. Evlatlığının boşadığı kadınla bir kişinin nikahlanıp evlenmesi büyük bir ayıp olarak karşılanıyordu. Kim olursa olsun, bir çok insan karşı olmasına rağmen geleneklere aykırı düşmekten çok korkar.Bu yüzden insanların büyük çoğunluğu topluma yerleşmiş ve alabildiğine kök salmış âdetlere karşı gelmezler. İşte bu yüzden Nebi (a.s), Zeyd'in hanımından boşanmasını şiddetle reddetmiş ve "hanımını yanında tut yani Allah'tan kork" demişti. Bunun aksini düşünmek Nübüvvet makam ve mertebesine, Risâlet misyonuna leke olacağından dolayı uygun değildir.) 38-) Allah’ın, kendisine farz kıldığı şeyde Nebi'ye herhangi bir zorluk yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah’ın sünneti böyle idi yani Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek olan takdir edilmiş bir ölçüdür. 39-) O (Resüller ki) Allah’ın mesajlarını tebliğ ederler ve yalnız Allah’tan korkarlar yani O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Çünkü hesap görücü olarak Allah yeter. 40-) Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Lâkin o, Allah’ın Resûlü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir. 41-42) Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin yani sabah akşam O'nu tesbih edin. (Kur'an'ın dininde ve dilinde tesbih, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den sapmamadır. Yani Allah'ın emir ve tavsiyelerini yerine getirmektir. Bunun en önemlisi de ihlastır yani dini Allah'a özel kılmaktır. Yani Kur'an'dan başka kaynak kabuk etmemektir.) 43-) O (Allah) ve melekleri sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salat ediyor yani O, müminlere karşı Rahim olandır. ALLAH ve MELEKLERİ NEBİ ve MÜMİNLERİN ÜZERİNE NASIL SALAT EDERLER? Uzun zamandır Ahzab süresi 56. âyette bulunan "alé" (üzerine) fiiline takılıyordum.Ancak bu "alé" (üzerine) fiilinin tam olarak hangi anlama geldiğini bilmiyordum.Yani Allah ve melekleri (göklerde ve yerde bulunan ilâhi kuvvetler, doğal güçler) Nebi (Ahzab-56) ve müminlerin üzerine (Ahzab-43) nasıl "salât" ederler? Çünkü kelime "yusallûne ilen nebiyyi" "Nebi'ye salât ederler değil, "yusallûne alen nibiyyi" Nebi'nin üzerine salât ederler, "yusalli aleyküm ve meléiketühü" "Allah ve melekleri üzerinize salât ederler" Bugün konu ile ilgili yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının "namaz" olarak gördükleri ve bu şekilde meal verdikleri "salât'ın" gerçekten hangi anlama geldiğini geniş bir açıdan düşünmeye başladım. Sonra Kur'an'da "salât" kavramının namaz değil, "vahiy" anlamına geldiğini gördüm.Şöyle ki: Allah ve meleklerinin (rüzgar ve yağmur gibi ilâhi güçler) Nebi'ye ve müminlere "salâtları" nasıl ve neyle oluyor?Ahzab-43. ve 57. âyetlerin mealini verdikten sonra konuyu daha geniş bir açıdan görmeye çalışalım."Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için üzerinize salât eden O'dur. Allah müminlere karşı Rahim olandır" (Ahzab-43)"Allah ve melekleri Nebi'nin üzerine "salât" ederler. Ey müminler! Siz de onun üzerine "salat" edin ve (Allah'a) teslimiyet gösterin"(Ahzab-56) Peki yüce Allah Nebi ve müminlere nasıl salat edip onları karanlıklardan Nur'a yani aydınlığa çıkarıyor?Yani Ahzab 43 ve 56. âyetlerde geçen "salât" nedir?Buna Kur'an şöyle cevap veriyor. "Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz ki Allah size karşı çok Rauf ve Rahim'dir.(Hadid- 9)"Elif.Lam.Râ.(Bu Kur'an), Rablerinin izniyle (yasası gereği) insanları karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim-1)"Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resul indirmiştir..." (Talak-10,11)Demek oluyor ki, Ahzab 43. ve 56. âyetlerde bulunan, Nebi ve müminlerin üzerine inen "salât" vahiy'miş.Yine "salatın" "vahiy" anlamına geldiğini şu âyet apaçık olarak ortaya koyar. "Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (evliya ve ilâhları- muhaddis ve müctehidleri) yahut mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana" salâtın" mı emrediyor?..."(Hud- 87) Yukarıdaki âyette "salat'ın" "vahiy" yani Allah'tan gelen emirler olduğunu kimse inkar edebilir mi? Salât, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir.Alın size bir âyet daha."Sabır yani salat'la Allah'tan yardım isteyin..."(Bakara- 45)Yukarıdaki âyette bulunan salât yani sabrın kaynağının Allah yani Kur'an olduğunu şu âyet gayet açık olarak ortaya koyar. "Rabbimiz ancak sana ibadet eder yani ancak senden yardım dileriz" (Fatiha-5)Bakara 45. âyetteki fiil, "vesteinu" "yardım dileyin" iken, Fatiha 5. âyetteki fiil "nestein" "yardım dileriz" idi. Dolayısıyla Kur'an'da bulunan bütün "salât" (destek) kavramları, "vahiy" yani Allah'ın himayesi olan Kur'an anlamına gelmektedir.Yani "salât-ı ikâme" vahyi baş tacı edip onu ayağa kaldırma, din ve hüküm olarak ondan başka hiçbir kitabı kaynak kabul etmeme, sadece onu yaşama, onun ahlak ve ilmine sahip olmaktır.Allah için söyleyin.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, anlaşılmasını zorlaştıran bir ritüel ibadet olur mu? İbadet bütün hayatı için alan Allah'tan başkasına kulluk yapmama yani sadece Kur'an'ı kabul etme anlamına gelmektedir.Yüce Allah'ın Nebi ve müminlerin üzerine en büyük salât-ı vahiy indirmesidir. Salât tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Tek cümle ile salatın ne olduğunu söylersek, "Topluma ve bireye, vahyin ilim ve ahlakıyla destek sağlanması, insanlara Kur'an'ın öğretilmesi" demektir.Allah için biraz düşünmek gerekir. Kur'an gibi bereketli, yüzlerce konuya temas eden bir kitap olsun da “zihinsel öğrenim ve eğitim”den söz etmesin.Bu mümkün müdür ? İşte insanların vahyin ilim ve hikmetiyle desteklenmeleri, Kur'an'ın ahlak ve erdemine sahip olmalarını ifade eden öğrenim ve öğretim, “salât” kavramının içnde yer almaktadır. Yüce Allah'ın onlarca âyette açık olarak ortaya koyduğu "salât-ı, aynen "peygamber" kelimesi gibi, Hindistan ve İran'nın dilinden devşirerek "namaza" çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları dinde büyük bir cinayete sebep oldular.Bunun üzerine Allah'ın bir ilim yani mükemmel bir sistem üzerine indirdiği vahiy'de, öğrenim ve eğitimle ilgili âyet aramaya başladılar. Aradılar, taradılar, araştırdılar bir tane âyet bulamadılar. Kur'an’ın onlarca âyette “öğrenim görme” anlamındaki "ekimus salât'e" sesine kulak tıkadılar.Salât-ı her manaya çevirdiler. Sadece bir “öğrenim ve öğretime" çevirmeyi başaramadılar.Sonunda bu kompleksten kurtulmak için, ilk nazil olan “ikra' bismi rabbikellezi halaka” "Rabbinin adıyla oku" âyetine sarıldılar.Fakat bu âyette bulunan hitap umuma değil, sadece Nebi (a.s) a olduğu ve bir anlamı da göklerde ve yerde olan Allah'ın âyetlerini oku olunca, yine boşa düştüler.Kur'an’da salâtın birinci anlamı olan “zihinsel destek” ifadesini, İsra süresi 78.âyette “fecrin Kur'an-ı” (kur'an-el fecri) ifadesinden anlamak mümkündür.Bu âyette çok açık bir şekilde Kur'an’ın okunması ve öğrenilmesi emredilmektedir. Aynı zamanda emredilen fecir zamanı, insan zihninin en canlı olduğu bir zamandır. İşte bundan dolayı âyet; "zihne nakşedilen" anlamında "meşhûdâ" “şahit olunan” buyurur. Bu âyet Mekki olduğu ve sadece Nebi (a.s) a hitap olduğu için "Kur'an öğrenim ve öğretiminin" bireysel olarak yapılabileceğinin de bir göstergesi oluyor. Çünkü Mekkede müslümanlar toplu olarak değil, bireysel hareket etmek zorunda idiler. Salât nedir bilir misiniz?Cuma'ya gittiğinizde dinlediğiniz hutbedir. Fakat din adamlarınız salât-ı değiştirip adını "hutbe" koymuşlar. Halbuki Kur'an'da hutbe diye bir şey yoktur. Yani Maun süresinde var olan "sehun" damgasını yemişler.Âyetler şöyledir. "Veyl olsun o musallinlere ki, onlar salatlarının ne olduğundan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar hayra da mani olanlar. (Mâun-4,5,6,7)Dolayısıyla cuma salâtına nida yani çağrı ile birlikte toplanan insanlar, (salatta) Allah’ın zikri olan Kur'an'ın üzerinde eğitim ve öğretim yapacaklardır.Cüma süresi 9.âyette bulunan cümlenin metin ve manası aynen şöyledir. LÜTFEN DİKKAT! "Yé eyyühellezine émenû izé nûdiye lissalâti min yevmil cumuati fesav ilé zikrilléhi vezerul bey'a..." "Ey iman edenler! Cuma salatına nida (çağrı) yapıldığı zaman Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın..." Demek ki, salât, Allah'ın zikri olan Kur'an'mış. Şu halde salâtın öğrenim kısmı da iki ayrı talim ve terbiyeye işaret etmektedir.1-) Bireysel olarak Allahın zikrini yani vahyi öğrenmek. 2-) Cemaat olarak Allah’ın zikrini dinlemeye koşmak. Gerçekten de bir çok âyete baktığımızda salâtın “zihinsel destek alma” olduğunu görebiliyoruz.Mesela: “Sana vahyedilen bu kitab-ı tilâvet et yani salat-ı ikâme et. Salât, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyar yani Allahın zikri (onunla uyarı yapmak) en büyük(öğüt)tür. Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45) buyuruyor. Şimdi sözlü eğitim olmazsa yani Kur'an ile diyalog ve iletişim olmadan insanların ahlaksızlıktan ve münkerden kurtulmaları nasıl mümkün olacaktır? Halbuki yüce Allah "salâtın kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyacağını" söylemişti. Fakat bu âyette bulunan salât-ı “zihinsel destek alma” yani Kur'an ile öğüt ve vahiy'le uyarı olarak değil de, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının yorumları olan "namaz kılmak" olarak kabul edersek Allah'ın âyetini saptırmış olmaz mıyız?Böylece hayatını namaz kılmakla geçirmiş fakat her türlü kötülüğü yapan kimseleri gördüğümüzde, “onlar namazı dosdoğru kılamadılar” mı diyeceğiz? Halbuki yüce Allah ne buyuruyordu? "salat, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alı koyar" Hâşâ bu durumda yüce Allah'ı da yalancı çıkarmış olmuyor muyuz?İşte Kur'an'da var olan "salât" âyetlerini doğru anlamak bu kadar önemlidir. SALÂT'IN BİR TEK ANLAMI VARDIR. Uydurma dinin ileri gelenleri, salât'ın insanlar üzerindeki müspet etkilerini yok etmek için kavramın açık ve anlaşılır anlamına karartma yapıp onun bir çok anlama geldiğini iddia etmektedirler.Fakat bu iddia Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırıdır.Çünkü kaç çeşit korku veya kaç yardım ve destek türü varsa yüce Allah Kur'an'da hepsine ayrı ayrı kelime kullanmıştır. Yani yüce Allah'ın “salât” kavramını birden fazla anlamda kullandığını iddia etmek, diğer durumlar için (hâşâ) kelime sıkıntısı çektiği anlamına gelir ki, bu noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a iftira olur.Dolayısıyla “salâtın bir çok anlamı vardır ” diyenlere itibâr edilmemesi gerekir. Salât'ın bir tek anlamı vardır.“vahiy ağırlıklı sözel ve zihinsel destek, Kur'an ile öğüt verme” Bu da eğitim ve öğrenimle Kur'an ilim ve ahlakının topluma ulaştırılması, insanlara destek olma ve onları Kur'an'ın hikmet ve marifetiyle donatma demektir.Yani salât, aynen cemaat ve tarikatların kendi batıl dinleri için yaptıkları çalışma gibidir. Nurcuların ve süleymancıların kendi şirk dinlerinin eğitim ve öğretimi için açtıkları yurt ve okullar, medrese ve tekkeler gibi. İşte cemaat ve tarikatların kendi dinleri için yaptıkları şey "salât" oluyor. Fakat kendi liderlerine ve kitaplarına dâvet ettikleri yani din ve dâvâları batıl olduğu için Kur'an, onların salâtlarına "sehun" damgasını vuruyor. Cuma günleri diyanetin vaaz ve hutbesi de Ehl-i Sünnet öğretileri için bir salât oluyor. Salât olmasaydı cemaat ve tarikatlar (batıl da olsa) inanç ve zihin açısından bu kadar güçlü bir yapıya sahip olamazlardı. Fethullah Gülen terör örgütünü bu kadar güçlü yapan şey salat'tan başka bir şey değildir. Araplar atın ve devenin üzengisine "salât" anlamına gelen “salli” kelimesini kullanırlardı. Çünkü devenin veya atın üstüne bundan destek alarak binerlerdi. Vahiy de kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. Aynı zamanda ateşe odun atıp yanmasına destek olmaya da "sallâ" denilmiştir. Şuna emin olun ki, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan hiç bir kavrama doğru bir anlam vermemişlerdir. Mesela: Salat kavramına, namaz anlamı veremeyecekleri yerlerde "dua" ve "rahmet" anlamı vermişler.Halbuki hem “dua” hemde "rahmet" kavramları Kur'ani kavramlardır.Yani bir çok yerde Kur'an bunları kullanmıştır. Mesela: Yüce Allah, Bakara süresi 157.âyette, hem salât hemde rahmet kavramlarını kullanarak ayrı anlamlara geldiklerini göstermiştir. İslam düşmanları, sistemli ve sürekli olarak Şii ve Sünni halkların cehaletini beslemektedir. Şii ve Sünniliğin bulunduğu her yerde taklitçi ve cehalet yobazlığı; muhafazakar dini duyarlılığı yani uydurma ve karanlık dini ayakta tutmak için büyük çabalar harcamaktadır. Buna karşın Kur'ani ve akli gerçekleri seslendirme ve yaşatma mucadelesi veren muvahhidler, küçük düşürücü yaftalarla karalanmak istenmektedirler. Bu sebeple Kur'an'dan haberi olmayan ümmi halkın aldatılması kolay olmaktadır. Çünkü salât konusunda kabul edilebilir ilmi delillerden yoksun vaziyettedirler.Mehmed Akif'in onlara karşı cevabı muhteşemdir. "Acaba şu şayiayı(iftira ve yalanı) çıkaranlar bir adamın alnına "Vahhabi" damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı? Vahhabilik bir mezhebi mahsusun ismi olmakla beraber Arabistan'ın birçok yerlerinde dinsiz tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir.Lehte söylenen sözlere inanmamak lakin aleyhte söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir hasısa (özellik, hastalık) olduğu için, Mesela: Ben bugün çıkar da Allah'tan korkmadan en akidesi pak (inancı temiz-ihlas sahibi) bir adam hakkında "iyidir ama dinsiz olmasa!..." dersem az zaman sonra o masum zavallıyı bütün insanlar baştan başa mülhid (sapık ) tanırlar, acaba bu adam ilhadı mucib (sapıklığı hak edecek ) ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler. Müslümanlıkta en güç bir şey varsa oda bir adama dinsiz payesini (damgasını) vurmaktan ibaret olduğu halde fazlını, (faziletlerini) irfanını, (erdemini) ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut tarzı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbi rütbeyle nazardan (gözden) düşürmek nedense bize pek kolay geliyor..." En garibi şurasıdır ki, bütün aktarı İslamiyede "vahhabilik" ünvanı ile teşhir edilen adamların kısmı azamı (büyük çoğunluğu) Müslümanları müdafaaya vakfı hayat etmiş(müslümanları müdafa etmek için hayatlarını vakfetmiş) olan ekabiri ümmettir( ümmetim büyük alimleridir), fedakarânı Millettir( milletin en fedakar şahsiyetleridir) Bir yabancı aramıza girse dese ki : Ey cemaat-i Müslimin! filan filan zatlar sizin en âkiliniz, en âliminiz, en fâzılınız olduktan başka ebna-yı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhahınız, en hamiyetlinizdir. (Ülkeyi en çok seven, Milli ve yerli olanlardır) siz bunları vahhabilik ile itham ediyorsunuz yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz, demek sizin dininiz akıl ile, ilim ile, hamiyet (milli olmak) ile kabil-i telif olamayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz. Cihan-ıslam (İslam toplumu) hakikaten bikes (çaresiz) cidden garip. Bu ekabiri ümmeti (ümmeti büyük âlimlerini) rahmet ve hürmetle anmalıyız ki, geriden gelenler aramızda bir yad-ı cemil (güzel anılmak) bırakabilmek ümidinden mahrum kalarak mucahededen vazgeçmesinler.Üç beş sene evvel İnsaf ehli bir Frenk bana demişti ki : Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdir edemiyorsunuz, mazursunuz, lakin erbab-ı sa'yu hizmeti takdir etmiyorsunuz! işte bu kabahatiniz afvolunmaz..." (Mehmet Akif külliyat hzl İsmail Hakkı Şengüler- Hikmet Neşriyat 5 ,51,55)44-) Kendisine kavuştukları gün,(Allah’ın) onları karşılaması, "selâm" dır. Allah onlara kerim (değerli) bir mükâfat hazırlamıştır. 45-46) Ey Nebi! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik yani Allah’ın izniyle,(yasası gereği) bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik). 47-) Allah’tan büyük bir fazilete ereceklerini müminlere müjdele. 48-) Kâfirlere ve münafıklara itaat etme yani eziyetlerini en güzel bir şekilde önle ve sadace Allah’a tevekkül et çünkü vekil olarak Allah yeter.

15 Mayıs 2022 Pazar

KURANI MÜBİNİN MEÂLİ (210.YAZI) Ahzab Süresi 9-) Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular gelmişti de, biz onlara karşı bir rüzgâr (melek) yani sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. 10-) Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) size geldikleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği yani sizler Allah hakkında (olumsuz) zanlarda bulunuyordunuz. 11-) İşte orada müminler ibtila edilmiş (imtihandan geçirilmiş) yani şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. 12-) O zaman, münafıklar yani kalplerinde hastalık bulunanlar: "Meğer Allah ve Resûlü bize ğururdan (aldatmadan) başka bir şey vâdetmemişler" diyorlardı. (Munafıklar, kalplerinde hastalık olanlar demektir. Yani nifak ile kalpte hastalık ayrı sıfatlar değil, aynı anlama gelmektedir. Aradaki "ve" yani edatı bunu gösteriyor.) 13-) Yani Onlardan bir tâife demişti ki: Ey Yesrib ehli (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! Yani içlerinden bir fırka ise: Gerçekten evlerimiz çıplaktır (korunaklı değil), diyerek Nebi'den izin istiyordu; oysa evleri çıplak değildi, sadece firar etmek istiyorlardı. 14-) Yani eğer (Medine'nin) her tarafından üzerlerine girilseydi de, sonra onlardan bir fitne (çıkarmaları) istenseydi, şüphesiz ona hemen giderlerdi yani ona çok kolay adapte olurlardı. 15-) Halbuki daha önce onlar, gerisin geri kaçmayacaklarına dair Allah’a ahit vermişlerdi yani Allah’a verilen ahit, mesuliyeti gerektirir. 16-)(Ey Resul!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla bir menfaati olmaz! Yani (dünyadan) yararlandıralacağınız süre azdır. 17-) De ki: Size bir kötülük dilerse, Allah'a karşı sizi kim koruyabilir; ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Yani kendilerine Allah’ın dununda bir veli ve yardımcı bulamazlar. 18-) Andolsun ki Allah, içinizden (savaştan) geç bırakılanları yani kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri gerçekten biliyor yani bunların azı hariç zorluğa gelmezler. 19-) Gelseler de size karşı cimri olurlar. Korku geldiği zaman, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri kayarak sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, hayra (dünya malına) düşkünlük göstererek sizi keskin dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Yani bu Allah’a göre kolaydır.20-) Bunlar, hiziplerin (bozulup) gitmediklerini hesap ediyorlar. Hizipler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek azı hariç savaşacak değillerdi. 21-) Andolsun ki, Allah'ın Resul'unde, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en güzel bir örneklik vardır. (Nebi ve Resul arasında bulunan farkları bilmeyenler Nebi (a.s) dan asırlar sonra pak dilinden iftira edilen yalanları kendisinin örnekliği olarak algılamışlardır. Halbuki örnek gösterilen Muhammed ve Nebi değil, Allah'ın Resul'udur. Resul'un örnek gösterilmesinde büyük bir ilim ve hikmet vardır. Yani Resul'un örnek gösterilmesinde eşsiz bir akıl ve muhteşem bir sistem mevcuttur. Beşer Resul hayatta olduğu sürece risâlet misyonuyla konuşan Kur'an ve örnek olan kişidir. Vefat ettikten sonra onu sadece Resul olan Kur'an temsil etmektedir. Beşer Resul geçici bir temsiliyette bulunurken, kitap Resul ebedi bir temsiliyette bulunuyor. Yani Kur'an, Allah'ın Resulu olduğu için müminlere kıyamet gününe kadar örneklik yapmaya devam edecektir. Dolayısıyla esas örnek olan beşer Resul değil, Kur'an Resul'dur. Çünkü beşer Resul'un örnekliği çok kısa olmuştur. Fakat Kur'an olan Resul'un örnekliği kıyamet gününe kadar sürecektir. İnsanlık tarihi açısından beşer Resul'un örnekliği bir yıldırım çakması kadar kısa olmuştur. Üsve'i hasene yani "en güzel örnek" olarak Resûl kavramının kullanması hayati bir öneme sahiptir.Bu mesele gerçekten çok önemlidir.Örneklikte Resul kavramının kullanılması Yahudi ve Hristiyanlığa, Şii ve Sünniliğe büyük bir darbe olmuştur. Çünkü Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri yani âlimleri "üsve-i hasene" "en güzel örnek" ile ilgili olarak, Allah Resulü adına uydurulan rivayetleri bu kavrama sığınarak sünnet adı altında milletin sapmasına yol yapmışlardır. Halbuki yukarıdaki âyette bulunan "üsve'i hasene" Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan inanç, ahlak ve mücadelesi anlamına gelmektedir. Yani aynı zamanda Resül olan Kur'an'ın içinde anlatılan inanç ve güzel ahlak kıyamet gününe kadar gelecek insanlar için "üsve-i hasene" "en güzel örnek" olarak gösteriliyor. Yoksa "üsve-i hasene" "en güzel örnek" sadece beşer Resül olsaydı, kendi döneminde yaşayan müminlerle ilgili olurdu. Bu gerçeği gösteren en güzel delil Mümtehine 4. âyettir. Bu âyette yüce Allah İbrahim (a.s) ı ve tarihin bütün dönemlerinde yaşamış, onun inancını temsil eden Allah Resullerinin ve muvahhidlerin mücadelelerinin Nebi (a.s) ın arkadaşlarına en güzel örnek olarak gösteriyor."İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki:"Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."(Mümtehine- 4) Şimdi biz İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan Müslümanların mücadelelerini doğru olarak anlatan hangi kaynaktan öğreneceğiz?Şii ve Sünni din adamları bu soruya cevap vermek zorundadırlar. Kur'an'da İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan müminler örnek olarak gösterildiğine göre, onların örnekliklerini nereden öğreneceğiz. Bu konuda Allah'ın Resul'u olan Kur'an'dan başka başvurabilecek bir kaynak var mıdır. Demek oluyor ki, kiyamet gününe kadar gelecek müminler için, ebedi olarak Allah'ın Resulu olan Kur'an'dan başka örnek alınacak bir Resül yoktur. Yani İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanların Kur'an'da anlatılan inanç ve mücadeleleri Nebi (a.s) ın arkadaşları ve muvahhidler için en güzel örnek olmaya devam edecektir. Yoksa Allah Resullerinin inanç ve ahlaklarını öğrenmek için Kur'an'dan başka başvurulacak bir kaynak yoktur.Şii ve Sünni din adamları şu soruya da cevap vermek zorundadırlar.Allah Resulu Muhammed (a.s) ı Kur'an'ın temsil etmesi mi büyük bir onur ve üstünlük, büyük bir meziyet ve yücelik, yoksa zalim Emevi ve Abbasilerin yalanları mı? Söyleyin, hangisi? Allah Resul'u Muhammed (a.s) vahye yani Kur'an'a yani Tevrat ve incil'e eşit iken, onu nası yalan ve iftiralara eşit hale getirirsiniz. Bu ağır vebalin altından nasıl kalkacaksınız? Dolayısıyla Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anladığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından meali çarpılan bütün âyetlerin gerçek manası tecelli edecektir. Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağın olmadığı ortaya çıkacak, rivayet ve içtihatlarla buharlaştırılan ve manası bozulan âyetlerin gerçek manası ortaya çıkmış olacaktır. Dolayısıyla helal ve haram kılan,(Âraf-157; Tevbe-29) rahmet olan (Enbiya-107) tâbi olunması gereken (Âli İmran-32) hakem olan (Nisa -65) Muhammed ve Nebi değil, vahyi tebliğ eden Resul'dur.) 22-) Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resûlü’nün bize vâdettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah’a teslimiyetlerini arttırdı. (Yukarıdaki âyet de beşer Resul ile ilgili değil, kitap Resul olan Kur'an'la ilgilidir. Çünkü gaybi bir olayı yani vâdetmeyi ancak Allah ve O'nun gönderdiği vahiy yani Resulu yapabilir. Beşer olan yani Nebi ve Muhammed (a.s) müminlere hiç bir şey vâdedemezler.) 23-) Müminlerden Allah’a verdikleri ahitte duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de beklemektedir yani hiçbir şekilde (ahitlerini) değiştirmediler. 24-) Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, Ğafur Rahim olandır. 25-) Allah, o kâfirleri hiçbir hayır elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi yani Allah(ın yardımı) savaşta müminlere kâfi geldi. Allah Kavi(Kuvvetli), Aziz olandır. 26-) Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) sırt verenleri kalelerinden indirdi yani kalplerine panik düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. 27-) Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına yani ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 28-) Ey Nebi! Zevcelerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını yani zinetini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. 29-) Eğer Allah’ı yani Resulunu ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel ahlak sahipleri için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. 30-) Ey Nebi'nin hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.31-) Sizden kim, Allah’a yani Resûlüne boyun eğer yani salih ameller işlerse ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona kerim bir rızık hazırlamışızdır. 32-) Ey Nebi'nin hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Konuşurken kerim söz söyleyin. 33-) Evlerinizde vakarlı (onurlu) olun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salât'ı ikâme edin , zekât'a (arınmaya) gelin, Allah’a yani Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Hud süresi 73.âyetine baktığımızda "ehli beyt'in" Nebi'nin hanımları olduğunu görüyoruz. Yani Şia'ın iddia ettiği gibi, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma ve on iki imam ehli beytten değildirler. Âyette geçen "ankum" "sizden" müzekker fiili ise, Nebi (a.s) ın da ehli beyt içinde olmasından kaynaklanıyor. 34-) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini yani hikmeti (bağlam ve bütünlüğü) zikredin. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır. 35-)(Allah'a) teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, mümin erkekler ve mümine kadınlar, (Allah'a) boyun eğen erkekler ve boyun eğen kadınlar, sâdık erkekler ve sadıka kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, huşu duyan erkekler ve huşu duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, sâim erkekler ve sâime kadınlar, ferclerini muhafaza eden erkekler ve ferclerini muhafaza eden kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve azim bir mükâfat hazırlamıştır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(209.YAZI)Ahzab Süresi, 73 Âyet olup Medine'de inmiştir. 1-) Ey Nebi! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme elbette Allah Alim, Hakim olandır. 2-) Yani Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.NEBİ ve RESUL ARASINDA BULUNAN BAZI FARKLAR 1-) Kur'an Nebi'ye "Sana vahyedilene tâbi ol" derken, Resul'e "sana indirileni tebliğ tebliğ et" (Mâide-67) demiştir. 2-) Nebi'ye "Allah'tan kork, kafirlere ve munafıklara itaat etme" denilmiştir. Çünkü Nübüvvet özel ve sivil hayat olduğu için Nebi'nin Allah'a karşı hata etmiştir.(Tevbe-113; Tahrim-1) Fakat görevi sadace vahyi tebliğ olan Resul'un böyle bir hata etmesi yani vahye ihânet etmesi mümkün olmadığından yani Resul mâsum olduğundan ona "Allah'tan kork, kâfirlere ve munafıklara itaat etme" denilmesi câiz olmaz. Tam aksine " "Kim Resul'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" buyrulmuştur. (Nisa-80)Dolayısıyla bazı âyetlerde geçen "günahların için istiğfar et" denilmesi, Nebi ile ilgilidir. Çünkü Resul'un günahı olmaz. 3-) Resul ile vahiy aynı şeydir. Vahiy ile Resul'un arasında hiç bir fark yoktur. Kur'an'ın dilinde ve dininde vahiy ile Resul eşit bir konuma sahip kılınmışlardır. Hayatta olduğu sürece beşer Resul risâlet göreviyle konuşan Kur'an'dır. Vefatından sonra onu sadece indirilen vahiy temsil etmektedir.Güzel ahlakı, mükemmel edebi, sözünün gücü, örnekliği, mimik hareketleri ve vahyi tebliğ etmesiyle beşer Resül, Kur'an Resul'den daha avantajlı bir konuma sahiptir yani daha üstündür. Beşer Resul'un ulaşamayacağı coğrafyalara ve zamanlara ulaşmasıyla kitap resul, beşer Resul'den daha üstündür. Kitap Resül dünyanın bütün coğrafyalarına ulaşabilir. Hiç bir güç ve kuvvet kitap resul'u engelleyemez ve ona bir sınırlama koyamaz. Kıyamet gününe kadar herkes her zaman kitap resul'e ulaşabilir. Beşer Resul'un yaşamış olduğu hayat kitap resul'un yanında bir yıldırım çakması kadar değildir. O halde âyetlerde geçen resul kavramlarının büyük bir çoğunluğu beşer resul ile ilgili değil, kitap resul ile ilgilidir. Fakat kitap resul ile beşer Resul arasında bir fark olmadığı için âyetlerde hangisinin kasdedildiğini anlamak zordur Bunu anlamanın tekil yolu beşer Resul'un ölümlü, kitap resul'un ölümsüz olduğunu bilmektir. Beşer Resul'un ölümlü olduğunu bildiğimiz zaman âyette geçen resul'un hangi resul olduğunu anlarız. 4-) Beşeri yalan ve hurafeler yani hadisler Resul'u temsil edemezler. Yalanlar nasıl Resul'u temsil ederler. Hadislerin hepsi Allah'ın Resulune iftiradır yani hepsi şirk ve küfürdür. Çünkü kültür ve gelenek olarak değil, din ve hüküm olarak intikal etmişlerdir. 5-) Nebi kelimesinin geçtiği âyetler bölgesel ve tarihsel, Resul kelimesinin geçtiği âyetler ise, genel ve evrenseldir. Bu yüzden "kadınlar, eşler, evler ve ses" gibi ifadeler Resul bağlamında değil, Nebi bağlamında geçmektedir. 6-) Resul'e karşı gelmek yani ona isyan etmek sapkınlık ve küfür iken, Nebi'ye karşı gelmek günah bile sayılmamıştır.7-) Kur'an'da "İtaat, Allah ve Resul--- hakem, Allah ve Resul-- Nur, Allah, vahiy ve Resul--- Hak, Allah, vahiy ve Resul----emanet, Resul--- ittiba, vahiy ve Resul--- tekzib, Allah, vahiy ve Resul--- helal ve haram kılma, Allah, vahiy ve Resul--- âyetleri tilavet etme, Allah ve Resul--- hâdd, Allah ve Resul--- tezkiye, "her türlü şirkten arındırma" Allah ve Resul--- mubin, vahiy ve Resul---din, Allah ve Resul--- şikak, Allah ve Resul-- İsyan, Allah ve Resul--- dâvet, Allah, vahiy ve Resul--- Aziz, Allah, vahiy ve Resul--- Kerim, Allah, vahiy ve Resul-- savaş açılma, Allah ve Resul-- ihanet edilmeme, Allah ve Resul--- üsve'i hasene (en güzel örnek) Resul--- verdiğini alma nehyettiklerinden sakınma Resul--- hidayete ulaştırma, Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır.Savaş alanıyla ilgili bir âyette geçen ittiba kavramı hariç (Enfal-64) bu kavramlar hiçbir âyette Nebi bağlamında geçmez. 8-) Yüce Allah Nebi (a.s) a müminlerle istişâre etmesini emrediyor. Fakat Resul'un istişâre etmesi mümkün değildir. Çünkü Resul demek vahiy demektir. Resul demek yasa ve hüküm demektir. Resul demek din ve kanun demektir. 9-) Bütün bu gerçeklerden sonra meâlinde orjinal ve organik olan Nebi ve Resul kavramları yerine sanal olan "peygamber" kelimesini kullananların meâllerini araştırma haricinde asla okumayın.) 3-)Yani Allah’a tevekkül et çünkü vekîl olarak Allah yeter. 4-) Allah, bir adamın karnında iki kalp kılmadığı gibi, "zıhâr" yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde kılmadı yani evlâtlıklarınızı öz oğullarınız olarak kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınıza söylediğiniz (boş) sözlerden ibarettir Fakat Allah sadece hakkı söyler yani hidayete (vahiy'le) yalnız O ulaştırır. 5-) Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek dâvet edin. Allah yanında en uygun olanı budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz yani görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Hata ederek yaptıklarınızda size vebal yoktur. Lâkin kalplerinizin kasden yöneldiğinde sorumluluk vardır. Yani Allah Ğafur ve Rahim olandır. 6-) Nebi, müminlere kendi nefislerinde daha evlâdır. Eşleri, onların analarıdır. Birbirlerine rahim (akraba) olanlar, Allah’ın kitabına göre, (mirasçılık bakımından) diğer müminlerden ve muhacirlerden daha evlâdırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Yani bunlar kitap’ta kayıt altına alınmışlardır. ("Evlâ" kelimesi, "öncelikli konuma sahip" anlamına gelmektedir.) 7-) Hani biz Nebilerden misak almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir misak aldık. 8-) Allah bu sözü sâdıkları sadakatlarıyla sorumlu kılmak için aldı. Kâfirler için de elim bir azap hazırladı.

14 Mayıs 2022 Cumartesi

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(80.YAZI) "Değerli hocamın alattıklarını biz canlı olarak yaşayanlardanız. Almanya’da kırk sene kurulmasında önemli katkım olan ikicamide istenilen eğitimi veremedik. Biz çalışmak için gittiğimiz ülkede dini yarım yamalak bilenlerin eline düştük.İslamı bilmiyorduk ki, buşekilde istenileni yapıyorduk.Bunun bir parti proğramıyla yoğrulmuş olduğununerden bilelim.Bilgisiz oldunuz mu her söyleneni İslamdan zanneder ve cihat olarak vargücünüzle çalıştırırlar.Bu karmaşada çocuklarımız büyüdü evlenecek çağa geldiler. Hristiyanların fanatikleri Müslümanların Hristiyan olmasını istiyor bizde onların Müslüman olmasını.Çocuklarımıza doğru dürüstdini bir bilgi öğretemedik. İslamı bilen bir toplum olmadığımızı Kur’an’ı anlayarak okumaya başladığımızda gördük.İşte o zaman nasıl bir hata yaptığımızı anladık. Fakat çocuklar elimizden gitti.Alman bir gelinimiz oldu adı Mariya iken Meryem oldu.Bu geline İslamı öğreteceğiz! Almanca yazılmış bir meal verdik eline oku diye.Almanya’da tercüme edilmiş, biraz okuduktan sonra dedi ki, bunu bana niçin verdiniz?Bu daha evvel okuduğum İncilin aynısı. Bizlere ilk etapta sahipçıkan olmadı.İleriki yıllarda devletimiz sahip çıktı, ama iki kültür arasındakalan bir melez toplum oluştu. Şahsen ben bir Türk olarak görevimi fazlasıyla yaptığıma inanıyorum.Yurt içinde ve dışında bir çok talebe yetiştirmenin huzurunu yaşıyorum. Selam okuyanlara olsun"(İbrahim Serin Gartenlandschaft bau Almanya NiğdeIbrahim Serin "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------------------------"Cemil Akdağ!Yanlışa çağırmak değil beyefendi! Yıllarca doğru bildiği yanlışı düzeltmektir. Herkes bunu yapamaz.Herkes bu cesareti gösteremez.Çünkü işin ucunda toplumdan dışlanmak, ağır hakaretlere maruz kalmak var.Bunlar kolay kabul edilir şeyler değildir. Ali Aydın hoca gerçeği kavradı ve teslim oldu.Allah'ın âyetlerine secde etti.İşte gerçek bu.Bu çok önemli bir eylemdir ve Allah'a kulluktur.Sizleri de gerçek secdeye davet etti diye onu suçlayamazsınız.Çünkü mü'min gerçeği saklayamaz. Selametle. Umarım gerçeği anlarsınız.Bende 50 yaşında salât gerçeği ile haberdar oldum.Gerçekten bu işin yaş ve başla alakası yoktur.Allah'ın âyetlerine iman etme ve onlara teslim olma ile alakası vardır. (Fatma Elmas "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------"Ali Aydın hocam!Gerçekten Allah'ım öğütlerini âyetlerin anlamlarını ne kadar güzel dile getiriyorsunuz. Allah sizden razı olsun hocam. Gerçekten paylaşımlarınız muhteşem! Her insanın anlayabileceği bir dil ile hitap ediyorsunuz.Kaleminize, elinize, yüreğinize sağlık hocam! Allah ilminizi, ilmimizi arttırsın.Doğru olan, dosdoğru dine ve takva sahipleri ile olmamızı bizlere ihsan eylesin İnşallah.İşte bu sizin paylaşımlarınızı gerçekten takva sahipleri gerçek manada anlayıp kavrayabiliyorlar. Bu çok açık ve net.Aklını kiraya vermiş kişiler asla takva kavramının içine girmeyeceklerdir. Teşekkürler saygılar selamlar" (Fatma Elmas "Salât ve Takva" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------"Yeni bir vizyon ve bakış.Kur'an ışığında müthiş bir tespit.Akla ve mantığa giydirilir bir izahat.Yaşanılanla ve Kuran'da vurgulanan ... ayrı bir dünya.Ne kadarda güzel anlatmışsın. Kalemine ve yüreğine sağlık..İlmine bereket.."Şahabettin Aslan "İnfak, Sadaka ve Zekât" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------"Ali Aydın hocam!Zekat infak ve sadaka kavramlarını âyetler ışığında muhteşem anlatmışsınız. Allah razı olsun.Emeğinize, yüreğinize sağlık hocam. Herçekten çok çaba harcıyorsunuz ve insanların anlayacakları öğreti ile paylaşımlar yapıyorsunuz.Salât'ı ikâme etmek, dine destek vermek, insanları Kur'an'ın nuru ile aydınlatmaya gösterdiğiniz çaba gerçekten takdire şayandır.Ali Aydın hocam!Tâbi ki, bunu gerçek mümin olan kardeşlerimiz anlayıp takdir edebilir. Kur'an'ın içindeki kavramları anlarsak âyetlerin bize neleri buyurduğunu çok daha iyi kavrayıp anlarız.Bu çok önemli bir çaba ve paylaşım. Ben kendi adıma çok faydalanıyorum. Allah razı olsun.Hocam saygılar selamlar"(Fatma Elmas "İnfak, Sadaka ve Zekât" Sdlı Yazıya Yaptığı Yorum)

KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(208.YAZI) Secde Süresi 11-) De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. "MELEK-MELEKLER-İBLİS-ŞEYTÂN" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Yukarıdaki âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden, (yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27.âyetlerde geçen melekler, müminler, Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi azrail adında melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve bitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası veriliyor. Yüce Allah yerde sadece avlanması ve üremesi olan beşere insan kimliğini ve formatını atmadan önce, o zamana kadar dünya üzerinde yüce yaratıcının gücünü temsil eden melekler göklerde ve yerde olan madde ve enerji olan doğal güçlerden oluşuyordu. Yeryüzü yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle onlar tarafından şekilleniyordu. Şu âyetlerde meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30)Ama ilahi iradenin gereği olarak uzun yıllar beşer olarak yaşamış olan vahşi canlıya insan formatı atılmıştır.Yani artık yeryüzünün şekil almasında melekler insanın emrine musahhar kılındılar. Yani yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine; ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife atayacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Mesela: ''cennet ve cehenneme girecek olanların durumlarını'' anlatan âyetlerde de yine ''temsili bir sahne ve konuşmalarla'' aynı simgesel anlatım tarzını, yani ''teatral'' bir anlatımı görmekteyiz. Ama Kur'an'ın muhteşem edebiyat ve belağatını, âyetlerdeki mükemmel anlatım sistemini yani hikmet ve tekniğini kavrayamayan Şii ve Sünni din adamları, bu konuşmaları gerçek zannederek basit bir mantıkla sanki ''yüce Allah ve Meleklerini insanlar gibi karşılıklı konuşturan'' uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdirŞia ve Ehl-i Sünnette var olan Allah ve mekekler inancı yaşamış oldukları saltanata uygun düştüğü için benimseniyor. Halbuki atomlardan protonlara rüzgarlardan uykuya kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'anda bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Önemli olan bu hayat sahnesinde kim neyi temsil ediyor? Anlatılmak istenen nedir? Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. İblis, kibir, küfür, şirk, haset, ve ırkçılığı temsil ediyor. Sahnede var olan şecere ise, şirk, hurafe, insanları vahiy'den uzaklaştıran karmaşık, çerpeşik, sanal, uydurma, zan ve algı gibi şeyleri temsil ediyor. Ağaca yaklaşmayın sözü, vahyi temsil ediyor. Şeytan, insanını nefsinde var olan "hırs, kibir, cimrilik, şehvet, kızgınlık, yalan, ırkçılık" gibi olumsuz duyguları temsil ediyor. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. Temsilde geçen secde ise, ''tereddütsüz kabul etmek, boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek'' anlamına gelmektedir. Karşısındaki hakim gücün emir ve hükümranlığını yani otoritesini kesin olarak kabul etmektir. İşte bundan dolayı temsilde sahnelenen oyunda; ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Bu secde kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde/boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, ''yatıp kalkıp namaz kıldıkları'' gibi bir ibadet söz konusu değildir. Yani Meleklerin secde etmesi, gelenekçi din anlayışının iddia ettiği gibi "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. İblis ise secde etmeyerek yani boyun eğmeyerek, insanın iradesi altına girmeyi reddederek dünya hayatında insanın kontrol altına alamadığı, ''olumsuz ve kötülüğe sevkeden güce'' yani ''şeytana'' dönüşmüş oluyor. Aslında Kur'anda bir kaç yerde tekrarlanan o sahne, yani "Meleklerin ve iblisin Adem'e secde etmeleri yani boyun eğme" emrine verdikleri cevabın sonucu şu olmuştur;Meleklerin insanın emrine verilmesi ile "güzel-olumlu Meleke'lerimiz" olmaları ve iblisin insanı Allah'ın yolundan alıkoymayı amaç edinen, kötülüğe sevkeden, ''olumsuz güdülerimize'' yani ''şeytana'' dönüşümüdür.Dolayısıyla şeytan, insanın zihin dünyasından, istediğini yapabilme gücüne sahip, bağımsız olan bir varlık değildir. Bütün bu âyetlerde verilmek istenen mesaj ve anlaşılması istenen ilahi gerçek; işte bu ilahi muradın gerçekleşmesinin anlatımıdır.Bunların hepsi zaten Allah'ın önceden yaptığı bir plan ve programın sahnelenmesi ve hayata geçirilmesidir. Yani Kur'anda bu konuyla ilgili âyetlerdeki akış içinde yer alan anlatımlardan asıl amaçlanan; "ilahi muradın yerine getirilmesinin anlaşılması" içindir. Meleklere ''Adem'e secde edin'' demek; aslında ''beşer olanı insan yapan'', iyi ve kötüye yönlendirebilecek her türlü manevi, duygusal, psikolojik davranışları harekete geçirecek kaabiliyetler ve yetiler, yani ''vicdan, sevinç, güven, irade, dayanıklılık, metanet, sevgi, zorluklara dayanıklılık, sabır, düşünme, idrak etme, eğriyi doğrudan ayırma, ahiret bilinci, Allah'a iman, tevekkül, takva, bilinç sahibi olmak, icat etmek, eldeki verilerden sonuçlar çıkarmak, koordinasyon, bilişsel faaliyetler, akletme, olaylar arasında bağlantı kurmak gibi birçok insana ait faaliyetleri yapmasını sağlayacak "Meleke'leri" insanın emrine vermesidir. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel ve bilişsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm Meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. İblisin temsil ettiği kötü yönlü faaliyetler, yetiler ise İblisin (aslında ilahi murad gereği) secde etmemesi sonucunda Adem'in/insanın kontrolü dışında kalmıştır. Bu kötü yönlü tüm faaliyetler, yani ''isyan, küfür, kötülük, sapkınlık, Allah'a itaatsizlik, şirk koşma, zarar verme, yıkıp yakmak, kan dökmek gibi.'' iblisin secde etmemesi ile insanın kontrolü dışında kalmıştır ve ''ancak'' güzel yönlü amellerimizin, irademizin, faaliyetlerimizin baskısı altında tutularak, ortaya çıkmaları engellenerek kontrol altına alınabilecek olumsuz, şeytanî yönümüzdür, kendi şeytanımızdır. Yoksa insandan başka cin de yoktur şeytan da yoktur. Yani şeytan bizi her türlü kötülüğe yönelten, olumsuzlaştıran ve böylece Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan, bu yolda ilerlememizi engelleyen ''içsel dürtü ve zihinsel güdülerimizdir'Şeytan bu kötü yönlerimizi açığa çıkarmak ve böylece insanları ''Allah'a karşı kibir, ğurur, isyan, küfür, şirk, kötülük gibi yollara saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar mühlet istemiş ve Allah bu ilahi muradını bu şekilde gerçekleştirecek kurguyu, ilahi kanunlarına göre belirleyip başlatmıştır.Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. Mısırd kadınların Yusuf (a.s) için dedikleri "bu beşer değil, "mekekün kerim" "kerim bir melektir" ifadesi, yani "değil böyle bir şey yapması, beşeri dürtüleri olmayan bir melek kadar saf ve masum" anlamına gelmektedir. Yani aslında kadınlar meleğin hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Yüce Allah'ın âhirette meleklere bu müşrikler size mi ibadet ediyorlardı (Sebe-41) dediği melekler de güneş, ay, rüzgar, su ve yağmur gibi Allah ın gücünü temsil eden doğadaki varlıklardır. Meleklerin de "bunlar cinlere ibadet adiyorlardı" (Sebe-42) şeklinde cevap vermeleriyle, cinlerin bilinmeyen, tanınmayan, farkında olunmayan, yabancılar anlamına geldiklerini anlıyoruz. Yani melekler lisanı halleriyle "onlar neye ibadet ettiklerinin bile farkında değillerdi" diyorlar. İnsana yararlı olan ve emrinde olan her şey melek, ona zararlı olan ve emrine girmeyen her duygu ve dürtü şeytandır. Şeytan ve melek hem insanın iç dünyasında hemde dış dünyada vardır. "Düşmanlık, haset, kin, cimrilik, gurur, kibir, nankörlük, acelecilik, zulüm gibi kötü duygular zihinsel şeytanla ilgilidir. "İbadet, ittiba yani tâbi olma, vâdetme, Allah ile aldatma, tağut, evliya, davet gibi somut kavramlar şeytan tabiatlı din adamları ile ilgilidir. Yani aslında uydurma dinin temsilcileri şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidirler. Yine aynı şekilde çoğul halinde yani "şeyétin" "şeytanlar" olarak geçen bütün yerlerde, Allah ile aldatan, Allah'a iftira eden mezhep önderleri yani din adamları anlamında kullanılmıştır.Kur'an'a göre yağmur ve ruzgarlar hem melek hemde resüldürler. 12-) O mücrimlerin, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, salih ameller işleyelim, yakin getirdik)(artı kesin olarak iman ettik) diyecekleri zamanı bir görsen! (Âyetten anladığımıza göre yakin, inanılması gereken şeyi 👁 gözle görmek ve onun sesini işitmek gibi ona iman etmek demektir.) 13-) Biz dileseydik, (irâdelerine ipotek koysaydık) elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır. (Vahiy olmadan hidayet ve sapkınlık olmaz. Yani yüce Allah, vahiy'den bağımsız olarak hiç kimsenin irâdesine mudahele ederek onu hidayet ve sapkınlığa sevketmez. Yoksa büyük bir adaletsizlık meydana gelirdi.) 14-) O gün onlara şöyle diyeceğiz: Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk yani yaptıklarınızdan ötürü devamlı olan azabı tadın! 15-) Bizim âyetlerimize ancak o kimseler iman ederler ki, bunlarla kendilerine tezekkür edildiğinde,(hatırlatıldığında) büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar yani Rablerini hamd ile tesbih ederler. (Kur'an'da geçen "secde, rukü ve harr" kelimelerinin hangi anlama geldiğini öğrenmek isteyen, söz konusu kelimelerin hemen arkasından gelen kavramlara baksın, ne demek istendiğini görecektir. Yukarıdaki âyette bulunan "secdeye kapanırlar, secdede yığılıp kalırlar" anlamına gelen "harru sücceden" "Rablerini hamd ile tesbih ederler" anlamına geldiği gibi. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda ise, "hamd" fiilinin, dil ile Allah'ı yüceltme anlamına geldiğini görüyoruz. Aslında bir insan inanç ve zihinle ilgili problemlerini çözmedikten sonra yani Allah'a teslim olmadıktan sonra, yani dini Allah'a özel kılmadıktan sonra (ihlas) yani hanif müslüman olmadıktan sonra yani din ve hüküm olarak Kur'an, tek dayanağı olmadıktan sonra, takva, ibadet, salih amel ve güzel ahlak gerçekleşmeyecektir. Yani her şey imanda ve zihinde başlayıp imanda ve zihinde bitmektedir.) 16-) (Dahası) korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere vücutları yataklardan uzak kalır yani kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. (Din kuru imanı yani sadakatsiz imanı kabul etmez. Yukarıdaki âyette "korkuyla ve umutla Rabbe yalvarmanın" "infak etmek olduğunu" görüyoruz. İmanın bedeli olacak, bedelsiz iman olmaz.) 17-) (Bu ahlak ve imana sahip olanların) yaptıklarına karşılık olarak, ne göz aydınlıklarının saklandığını hiç bir nefis bilemez. 18-) (Hiç bu şekilde) mümin olan, fasık kimse gibi olur mu? Bunlar eşit olamazlar. 19-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince, onlar için amellerine karşılık olarak varıp kalacakları cennet menzilleri vardır. 20-) Fasıklara gelince, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler yani kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın! denilir. 21-) En büyük azaptan önce, onlara mutlaka daha düşük (basit- alçak -aşağılık) azaptan tattıracağız; umulur ki (ihlasa) dönerler. 22-) Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır? Hiç şüphesiz biz, mücrimlerden intikam alıcılarız. 23-) Andolsun biz Musa’ya kitab'ı vermiştik, -(Ey Nebi!) sen ona kavuşacağından şüphe etme- yani onu İsrailoğullarına bir hidayet kıldık. 24-) Sabrettikleri ve âyetlerimize yakin getirdikleri için, onların içinden, emrimizle (vahiy'le) hidayete ileten imamlar kıldık. 25-) Muhakkak ki Rabbin, (din hususunda) ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların aralarını tafsil edecektir.26-) Halen yurtlarında yürüyüp dolaştıkları kendilerinden öncekileri helâk edişimiz onları hidayete sevketmedi mi? Bunlarda elbette âyetler vardır. Hâla duymazlar mı? 27-) Kupkuru yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendi nefislerinin yiyegeldikleri ekini çıkarmakta olduğumuzu da görmediler mi? Hâla basiret sahibi olmayacaklar mı? 28-) Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih (ve hüküm) günü hani ne zaman? derler. 29-) De ki: Fetih (ve hüküm) gününde kâfirlere imanları fayda vermeyecek yani kendilerine (rahmet nazarıyla) bakılmayacaktır! 30-) Artık sen onlardan yüz çevir yani bekle. Onlar da beklemektedirler.

12 Mayıs 2022 Perşembe

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (25.YAZI) iman edenler arasında en kolay ve en rağbet gören iş yâ da meslek; önüne Kur’ân’ı veya hadisleri koyup, ordan bir kaç ayet ve hadis okuyarak millete din anlatmak.Bir usul ve metodunuzun olup olmaması, dünyadaki tüm gelişmelerle nasıl ilgilenileceği, yoksullukla ve sömürü düzenleriyle nasıl mücâdele edilmesi gerektiği, dünyaya barış ve adâletin nasıl egemen olacağı, bilimsel araştırmaların nasıl yapılacağı ve gelişmelerden nasıl yararlanılması gerektiği, tüm mazlum ve mağdurları nasıl ayağa kaldırmak gerektiği ile ilgili…hiç bir çözüm önerileri ve projeleri olmadan, sadece hikâye ve menkıbelerle ümmi insanları aldatıyorlar!Abdest âyeti olarak bilinen Mâide 6.âyette önemli konu “izé kumtum” (kalktığınız zaman) olarak geçen kelimenin namaz kılmakla ilgili değildir.“Bilgi (vahyi) öğrenim ve öğretimine yani dayanışma kurumlarının işlevini oluşturmaya” cemaat halinde katılmak anlamındadır. Temizlenmek, insanın insanla diyaloğunun temiz, pak görülmesi içindir. "Kumtum" ifadesi; ayak üstünde dikilir duruma geçmek anlamından daha çok “toplu salât”ın başlanacağı zamanın içindeki hazırlığı ifade eder.Yani Mâide 6.âyette geçen “kalkmak” ifadesi “toplu salât'a katılmak” anlamındadır. Kişisel salâtlar anlamında değildir. Hele ki namaz kılmak anlamında hiç değildir. Görüldüğü gibi “kalkmak ” kelimesi önüne gelen kavrama göre şekillenir. Kur'an'a göre bu; toplanma salât'ı olan cuma için kalkmaktır. Eğer salât'a yanlış manâ verilirse, “kalkmak” sözcüğü de yanlış anlamda kullanılacaktır. Bu âyette bizden istenilen toplu salât'a giderken zihinsel olarak kötü fikirlerden arınmak ve görünen yerleri temizlemek istenmektedir. Bu temizlik Allah’a karşı değil, insanlara karşıdır. Tıpkı üzerimize giydiğimiz çeşitli giysilerin temiz olmasına özen gösterdiğimiz gibidir. Çünkü Allah’a karşı olsaydı sadece salât (öğrenim ve dayanışma) toplantısında değil, diğer işlerimizde, ibadetlerimizde hattâ yemek yememizde ve uyumamızda dahi temizlık isterdi. Kur'an'a baktığımızda yüce Allah insanlar için maddi temizliği, kendisi için manevi temizliği istemektedir. Şeytan, din adamı kılığında imanın içinde gizlenmiş olarak ortaya çıkar. Âyetin bizi uyandırmak için “şeytanın... ben de onları saptırmak için senin müstakim yolunun üstüne oturacağım" (Araf- 16) buyurduğu gibidir.Zihinsel şeytanın böyle bir şey yapmaya kuvvet ve kabiliyeti yoktur. İnsanları Kur'an'ın yolundan engelleyen din adamı kılığındaki şeytandır. Şeytanların oyun ve tuzaklarını Kur'an'dan ve aklı kullanmaktan başka hiçbir şey bozamaz. Çünkü Kur'an'ın ezeli ve ebedi hükmü böyle tecelli etmiştir “Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır" ” (Yunus- 100) buyurur. Kur'an'ın ve aklın terazisinde tartılmayan bir dinin şeytanların uydurması olup olmadığını bilemeyiz.Yüce Allah şöyle buyuruyor."... Sapıtmamanız için Allah size (vahiy'le) açıklama yapıyor..." (Nisa-176)"... Sadece Allah hakkı söyler yani doğru yola yalnız O hidayet eder" (Ahzab-4)İşte yukarıdaki âyetler, Rabbimizin “kimse sizi Allah ile aldatmasın” (Lokman- 33; Fatır- 5, Hadid-14) uyarısının gerçekten uygulanır olmasıdır. İnsanlar iyi niyetle din adamlarına veya duygu ve algılarına uyarak Allah’ın rızasını kazanmak için ayin yaparlar. Halbuki Allah insanlardan niçin ritüel ibadet yapmalarını istediğini düşünmeleri gerekir. Din adamlarının ritüller için ileri sürdükleri gerekçe şudur. "Namaz kılın, borçlarınızdan kurtulursunuz, rızkınız genişler, günahlarınız silinir, mutlu-mesut olursunuz..." derler. “Fakat namaz kıldığımız halde bunlar gerçekleşmiyor" dediğinizde, bu kez "hakkıyla kılmıyorsunuz veya imtihanınız böyledir" derler. Yani doğru söylediklerini kanıtlamak için yalan konuşurlar. Çünkü Kur'an'da var olan İslam, iman, takva, ihlas, ihsan (güzel ahlak) gibi en önemli kavramlar gönül ve zihinle ilgilidir. Yani Kur'an sadece bir öğüttür.(Âli İmran- 58; En'am-68, 90; Âraf- 2, 63, 69, 171; Hud- 120; Yusuf-104; Râd- 19, 28; İbrahim- 52; Hicr- 6, 9; Nahl-43,44; İsra- 41; Kehf- 28, 57; Tâhâ- 3, 14, 42, 99, 113; Enbiya- 2, 7, 10, 24, 48, 50; Müminun-110; Nur- 37; Furkan- 18, 29, 73; Şuara- 5; Ankebut- 48, 51; Secde- 15, 22; Yasin- 11, 69; Sâd- 1, 8, 29, 87; Zümer- 22, 23; Zuhruf- 36,44, 45; Necm-29- Cuma-9; Talak- 10; Kalem- 51, 52; Hakka- 48; Cin-17; Müzzemmil- 19; Müddessir- 31, 49, 54, 55; İnsan- 29; Abese-4, 11, 12; Tekvir- 27; Gâşiye- 21) Bu öğüt ve değerlerin hayatta karşılıkları ise, adalet, merhamet, insan hakları, infak ve her türlü salih ameldir. Mesela: Âyetin manasını bozarak "Namaz kötülüklerden alıkoyar" derler. Bunun böyle olmadığını, namaz kılanların her türlü kötülüğü yaptıklarını somut örneklerle gösterdiğimiz zaman da, “onlar dosdoğru namaz kılmıyorlar” diyerek insanları aldatırlar. Mesela: Çocukların istismar edildiği tarikat ve cemaatlerin Kur'an kurslarında hiç aksatılmadan yapılan tek şey namazdır. Namaz böyle bir pislikten neden engellemiyor? Tam aksine, namaz bütün kötülükler için bir istismar aracı ve bir örtü olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla şeytani duygu ve düşünceler din adamı kılığında gelerek insanlara şirk ve batılı islam diye yutturmuştur. “Acaba bunları gerçekten Allah mı emretti yoksa rivayetçiler mi şeytanın tuzağına düştüler?” diye de hiç kimsenin aklına gelmiyor.Kendi aklınıza değer vererek âyetleri anlama seviyenizi yükseltin! Sizi karanlık çukurlara çeken rivayet ve mezheplerden kurtulun! Kur'an’ın bir özelliği de; “yaşanan çağın uygunluğuna göre anlamak” istediğinizde kendisini size açar. Yani onun aklına göre doğru kod girilmiş olur. Kur'an okuyan, bilen yığınla din adamı, hoca, şeyh, evliya, üstad, imam olduğu halde, tümünün Kur'an'a aykırı inançları olduğunu görüyoruz, duyuyoruz. Neden böyle oluyor? Çünkü Kur'an’ın bağlam ve bütünlüğünü, kavramların hangi anlama geldiğini bilmiyorlar ve merak da etmiyorlar.Din atalarından gelen yalanlarla yetiniyorlar. Halâ Arapça dilinin kutsallığı üzerinde yoğunlaşanlar, Kur'an'ın canlılara indiğini algılayamıyorlar. Yüce Allah'ın âyetlerini alaya alır gibi ölülere okuyorlar. Yani vahyin hikmetini anlamadığından maksadını anlayamıyor. Şii ve Sünni coğrafyasındaki milyonlarca insanın namaz kılmadığı için suçlu durumuna düştükleri bir gerçektir. İman ediyor ama beş vakit namazı kılmıyor-kılamıyor. Büyük bir çoğunluk bu şekildedir. Bazıları ellisinden altmışından sonra büyük bir gayretle kılmaya başlıyor. Fakat iki günde pes ediyor. Bazıları iki ay, bazıları iki yıl. Moralleri bozulan, suçluluk psikolojisine giren milyonlarca insan! Bu da o insanlarda olumsuz sonuçlar ve psikolojik hastalıklar ortaya çıkarıyor.İbn-i Sina bir gün iki kuzu alır. Birini kurdun yakınına, diğerini kendi başına özgür olarak bırakır. Altı ay boyunca yiyecek ve içeceklerini de eşit olarak verir. Yani kuzular için tüm şartlar eşittir. Kurdun yakınında olan kuzu korkudan dolayı hiç bir gelişme göstermez, zayıf kalır. Tek başına özgür beslenen kuzu ise, gelişir, serpilir, annesinin boyuna ulaşır. İbni Sina bu deneyden sonra bir karar verir. "Özgür olmayan insanlar ve toplumlar gelişemezler" Eğer uyanmamız için kıssayı benzetecek olursak buradaki “korku ve stres”i devamlı kılmaya mecbur bırakıldığımız ve bir türlü başaramadığımız namaza, “Kurt”u da cehenneme giriş ve ateşle tehdit eden din adamlarına benzetebiliriz. Çünkü hep namaz kılmayanı (Allah'ın yerine geçip) cehennemlik” olarak yargılamışlardır. İslâm toplumu da bunlara inanıp korkmaktadır. Lâkin salât’ın gerçeğini anladığımızda, bu yargıları tersine dönmektedir. Daha da kötüsü var; ya hergün beş vakit namaz kılarsın yada cehennemde yanarsın” deyimi yüzünden insanlar bütün salih amellerden uzak kalıyor veya komple terk ediyorlar. Yani namaz konusunda öyle de böyle de başarılı olmanın imkânsız olduğu ortaya çıkıyor. Bu haller de bizi “insanı mükemmel yaratan bir yaratıcının, böyle bir şey (savaşta bile değil, barışta bile) istemeyeceği açıktır” sonucuna götürüyor. Halâ namaz kurgusuna inananlara sesleniyoruz: Ya günde beş vakit inandığın gibi sürekli olarak namaz kılacaksın yada Allah’ın vahyine (salâtın gerçeğine) inanıp bu zoraki kölelikten kurtulacaksınız. “İnanıyorum ama kılmıyorum” demek çok daha kötü; insanı münâfık konumuna sokar. Madem inanıyorsun onu yapmalısın. Yapmadığın inanç, geçerliliğini yitirir. O halde yaşamla ve fıtratla çelişen namaz kuralları Allah’ın emri olamaz. Zira “Allah insana yapamayacağı yükü yüklemez!” (Bakara-286)"İnsanlar güçlük çeksinler diye Kur'an inmedi, haşyet duysunlar ve öğüt alsınlar diye indi" (Tâhâ-2,3)Yüce Allah, insanı merhamete yönelten bir Rab iken, zorla namaz kılmayı istemekle, birdenbire insanı zora ve strese sokan bir varlık haline geliveriyor. Bu da namazın Allah’ın değil, sufi anlayışa sahip insanların kurgusu olduğunu gösteriyor. Dini uyduranlar, “Namaz kılmanın” farz, vacip, sünnet, müstehap, mekruh, müfsit, haram yani hükümlerini-kurallarını-kâidelerini Allah'a bırakmadan kendileri takdir(!) ederek, Allah'ın emretmediği bir sürü uygulamayı yüzyıllardan beri zorla insanlara yaptırıyorlar. Üstelik âyetlerde bulunan secde, rukü, salavât, kıyam, kıble, ibadet, imtihan gibi kavramları da kast edilen manadan çıkarıp namazda kaybetmişlerdir. Kur'an'a göre Allah'a iftira en büyük zulümdür.(En'am-21, 93; Hud-18; Kehf-57; Ankebüt-68; Secde 22; Saf-7)Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an'da işlerine gelen bir kulluk yolu bulamadıkları için Kur'an'ın yetersiz olduğunu bile iddia ettiler İslâm bizi, her ne suretle olursa olsun Allah’tan başkasına kulluk etmemeye dâvet ediyor. İslam bizi, her ne suretle olursa olsun, kimimizi kimimize Rab edinmemeye dâvet ediyor. Gerçekten bu dâvet önemli bir dâvettir. Bugün ortada bir ihtilaf ve kavga varsa, dâvet ve tebliğ bu kavganın yok edilmesi için sürdürülmelidir. Ama maalesef din adamları eski yanlışlara takılı kalmaları yüzünden “insanlık için” iyi bir sınav verememektedirler.Bu ümmetin sorunu dinsizlik değil, dindir.Uydurma şirk dini, evliya ve ilahların küfür dini, cibt ve tağutların zulüm dinidir.Bu ümmetin sorunu halk değil, din adamlarıdır.Yalancı, mufteri, istirmarcı, din tüccarı sahtekar din adamı en büyük sorundur. Diyanet, bu fedakar ve saf ümmet için büyük bir israf ve büyük bir sıkıntıdır"... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez..." (Râd-11)Sonuç Olarak "Abdest" temizlik içindir. Allah'ın temizlik için bir öğütüdür. Cuma süresinden sonra Medinede inmiştir. Cuma süresi 110. süre, "abdest" denilen temizlik âyeti ise 112. sürededir. Kur'an'da inen ilk süre Alak süresidir. Bu sürede salât âyeti vardır. "Salat eden kulunu engelleyeni gördün mü" âyetini nasıl çeviriyorlar? Namaz kılanı engelleyeni gördün mü? diye. Böyle bir cehalet olabilir mi? Ortada namaz diye bir şey yok. Cuma için temizlik âyeti on dokuz yirmi yıl sonra iniyor. İnsanlar bu süre içinde abdestsiz namaz mı kıldılar? Temizlik âyetini "abdest" diye kabul etsek diyelim. Nasıl yapılacağı açıkça anlatılıyor. Namaz için ön şart diyelim. Peki Namazın nasıl kılınacağı neden bir namaz âyeti ile açıklanmıyor? Ön şart açıklanıyor, asıl olan namazın nasıl kılınacağı açıklanmıyor. Yani sanki Allah bize bulmaca kitabı gönderdi arayıp bulacağız. Savaş âyetinden rekat sayısı çıkarıyorlar. Ön yargısız Nisa 103.âyete bakın. Oradan nasıl rekat sayısı çıkarıyorlar. Savaş hali var. Ordunun intikali söz konusu. Nebi bununla ilgili bilgilendirme yapıyor Kur'an temelli. Yani savaş hali olmasaydı rekat sayısını öğrenemeyecektik öyle mi?Eğer namaz dinin temeli ise neden müstakil olarak nasıl kılınacağı ve rekat sayısı belirtilmemiş. Kıyam, rüku ve secde'nin anlamlarıda farklıdır. Secde yere kapanmak değildir. Kur'an'da hangi âyette rukü ve secde geçiyorsa arkasından gelen cümlede veya âyette nasıl bir manasının olduğu açıklanır. Secde, Allah'ın âyetlerini gönülden, ihlas ve takva dahilinde kabul edip teslim olmaktır. Mesela: Ağaçların, kuşların secde ettiklerini belirten âyete göre kuşlar namaz kılıp yere kapanmıyorlar? Veya, "İsrailoğullarına kapıdan secde ederek girin âyeti var" kapılardan yere kapanarak girin demek değildir.Yine " Allah senin secde edenler arasında dolaştığını görür" âyetine göre" Nebi (a.s) yere kapanan insanları arasında dolaşmıyordu. Yine müşrikler için; "onlara âyetlerimiz okunduğunda secde etmiyorlar âyetine göre" müşrikler yere kapanmaları gerekmiyor. Müşrikler bunları bilmezler.Salât kavramının anlamı tahrif edilmiştir. Gelenekçi mezhepçı anlayışın uydurma rivayet ve ictihadları doğrultusunda tahrifat yapılmıştır ve paralel hadis dini ortaya çıkarılmıştır.Yani Kur'an ayetleri rivayetlere uydurulmaya çalışılarak çeviriler yapılmıştır. Şimdiye kadar anlattığımız yüze yakın âyet cümlesini, sanki kendi görüşleri doğruymuş gibi anlamını kendi menfaatleri açısından ortaya koymaktadırlar. Bunlardan biri de sıkışınca söyledikleri şu âyettir. Aslında bu âyet, biz gerçek müminlere karşı dillendirenler, (âyetlere karşı) yanlış bildiği rivayet bilgilerinin ispatı için yeterli olmayışındandır. Yani vahye karşı aciz kalışlarındandır. Güya kendilerinin hidayetin üzerinde olduklarını var sayarak, vahiy ehli muvahhidlere karşı "sizin dininiz size bizim dinimiz bize" demektedirler. Halbuki biz hayatta yegâne yol göstericinin sadece Allah olduğuna iman ediyor ve ona göre hareket ediyoruz. Burada yanlış olan kimdir?Aslında “senin veya benim” dediğin din hangi din, indirilmiş vahiy dini mi uydurulmuş şirk dini mi?Yüce Rabbimizin Resul’üne vahyettiği ve söyle diye emir buyurduğu âyet; “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” demekle; senin “şirk” (ritüelci) din anlayışın sana yol gösteriyor, benim yalnız Allah’ı “birleyici” din anlayışım da bana yol gösteriyor anlamına gelmektedir. Yani Kâfirun süresinde geçen son âyet çok önemli bir mesajı içine alıyor. Bu cümleyi en çok kullanan kesim, kendi inançlarının yanlış olduğunu gösteren hidayetle karşılaştığında, eski inancını sorgulamaya almayıp tutuculuk göstererek bunu dillendirenlerdir. Oysa âyet, Kur'an'dan bağımsız, dayanaksız bir inanç için değil, aksine Kur'an'a bağlı, ondan destekli hanif İslam dini için söylüyor. Dolayısıyla hadisçilere soruyoruz: “Sizin dininiz size bizim dinimiz bize!” demekle kendinizin hidayette olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Bir kez olsun Kur'an'a baktınız mı, Allah'ı hanif dini hakkında bilginiz nedir? Müslümanlar körü körüne inandıkları taklit anlayışını bırakarak, araştırmak, karşılaştırmak, yargılamak ve sorgulamak suretiyle sağlıklı sonuçlara ulaşmak zorundadırlar. Hiç kimse “biz atalarımızdan böyle gördük” mazeretinin arkasına sığınarak geleneksel sahne ve rolleri ayakta tutmaya çalışmamalıdır. Geçmişin donmuş kalıplarının sergilendiği bu sahnenin kaldırılması zorunludur artık. Yüce Allah şöyle buyuruyor."Biz, göğü, yeri ve aralarındakileri oyun olsun diye yaratmadık"(Enbiya-16)"Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri oyun olsun diye yaratmadık" (Duhan-38)Abes bir şey yapmayan ve yaratmayan Allah, iman edenlere kendilerine hiçbir yararı olmayan bir şeyi emreder mi?Yüce Allah'ın insanlara, özellikle iman edenlere en büyük desteği onlara vahiy indirmesidir. Eğer Nebi (Aleyhisselam) a vahiy indirmeseydi yani ona vahiy'le destek vermeseydi, Mekke müşriklerine karşı koyma imkanı olmazdı. O halde Yüce Allah'ın insanlara en büyük yardım ve desteği onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan vahyi indirmesidir. Bir düşünün! Aslında sizin namazınızda salât vardır. Yani namazda okuduğunuz Kur'an salâttır. Fakat uygulama ve yöntem yani usulunuz hatalıdır. Neden mi? Yüce Allah kullarına destek amaçlı vahiy indirdikten sonra onu insanlara tafsil, tasrif, tefsir ve tebyin ederek detaylandırmıştır.Ama siz amaçsızca, hangi anlama geldiğini bilmeden, tekrar tekrar okuyor, aynı şeyleri okuyor, aynı yerleri sürekli okuyor, ama mesajın anlamında hiçbir haberiniz olmuyor.Bu Kur'an okumak değildir. Sizce salât bu mudur?Bir düşünün! Sorgulama yapmanız gerekmez mi. Yüce Allah birçok yerde biz misalleri düşünmeleri için insanlara tekrar tekrar anlatıyoruz, açıklıyoruz derken, sizin hiç Kur'an üzerinde düşünmeden onu anlamadan ve merak etmeden okumanız Allah'ın ahlakına ve vahyin amacına uygun bir hareket midir? Nebi (a.s) dan sonra hanif dine bu kadar hurafe, yalan, iftira ekleyip Kur'an'ı saf dışı edenler, namazı araya monte etmiş olamazlar mı?Araya yüzlerce, binlerce yalan sıkıştıranlar, namazı sıkıştırmış olamazlar mı?Yani şimdi siz! Kur'an ahlak ve aklına sahip olan Nebi (a.s) ın günde beş kez yüksek bir sesle adının alınmasına razı olur mu? Yani ezanı emretmiş ve okutmuş olabilir mi? Hem de Resüller arasında fark göz etmeyin ilâhi emine rağmen. Veya Kur'an'da olmayan "Allah'u ekber" ifadesini kullanmış olabilir mi? Kıldığınız namazın Kur'an'da, Allah'ın ahlakında ve fiillerinde bir karşılığını görüyor musunuz?Hemde Kur'an'ın bir öğüt olduğunu deklare eden yüzlerce âyete rağmen. Evet Kur'an sadece bir öğüttürSalât ne kadar hayati ve faydalı ise, namaz o kadar ölümcül ve zararlıdır. Eğer Kur'an ilim ve ahlakına sahip olsaydınız otomatikman güzel ahlak sahibi olurdunuz, Kur'andan yüz çevirmekle kötü ahlak sahibi olduğunuz gibi. Cami ve mescitler gerçek misyonlarına namaz kılmakla değil, salât'ı ikâme etmekle kavuşurlar. Yüce Allah, içinde üretimi yani bereketli olmayan hiç bir şey yapmaz. O zaman insan da kendisine yaramayan ve faydası olmayan bir şeyi yapmaması gerekir. (Son)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(207. YAZI)Secde Süresi, 30 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Mîm. 2-) Bu kitab’ın, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğunda asla şüphe yoktur. 3-) "Onu kendisi iftira etti mi" diyorlar? Hayır! O, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı (Resül) gelmemiş bir kavmi uyarman için -hidayeti bulsunlar diye- Rabbinden gelen hak (kitap)tır. 4-) Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra (ilim ve kudretiyle) arşa istivâ eden Allah’tır. O’nun dununda bir veli yani bir şefaatçınız yoktur. Hâlâ tezekkür etmez misiniz ? ZİKİR-TEZEKKÜR: Zikir kavramı, bir çok âyette vahiy yani Tevrat, İncil ve Kur'an anlamında kullanılmıştır.Zikir, Kur'an olduğuna göre, tezekkür, Kur'an'dan üretim yapma ve manevi anlamda ürün devşirme hadisesi olarak görülmelidir. Yani Kur'an'ın üzerinde aklımızı kullanıp bazı çıkarımlar yaparak, vahyi anlamaya çalışıyorsak, gerçek anlamda “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Kur'an'dan öğrendiğimiz hükümleri hayatta uygulayabilirsek yine “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının algıladıkları ve uyguladıkları şeyler değildir. Yani zikir, anlamadan bir takım dua ve kelimeleri tekrar tekrar seslendirme olayı değildir. Müminler, zikrin, salâtın içinde Kur'an'a yoğunlaşmanın en önemli bir unsuru olduğunun bilincine sahip olmak zorundadırlar. Yani müminler salat'ı ikâme etmek için bir araya geldiklerinde zikrin mana, hikmet ve ehemmiyetini ortaya çıkarırlar. Salat, zikrin anlaşılması yolunda en önemli adımdır. "Ve ekimissâléte lizikri" "salat'ı zikrim için ikâme et" âyeti bunu açıkça gösteriyor. Dolayısıyla iman edenlerin Kur'an'ı anlamadan, üzerinde tezekkür etmeden yani onun sonsuz enerjisinden üretim yapmadan ne imanlarının, ne ibadetlerinin ne de mâbetlerinin yüce Allah indinde bir değeri yoktur. Kur'an'ı anlamadan hacca ve umreye gitmenin, cami ve mescit, yurt ve medrese inşa etmenin israftan başka hiçbir getirisi yoktur. İslam dininde her şey vahiy'le değer kazanır. Vahiy yani İslam yani iman yani ihlas yani dini Allah'a özel kılmadan hiçbir amelin değeri yoktur. "Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zikri (olan Kur'an) ile mutmain olur, huzur bulur.(Râd-28) Dolayısıyla "zikir" “kitap, vahiy" ”(Allah’ın zikrettiği âyetler) anlamında geçmektedir: (Cuma-9; Nahl-44; Enbiya-10,50; Yasin-69; Tâhâ-113; Sâd-1,49; Âraf-63; Zuhruf-44; Mümin-53,54; Talak-10; Kamer-17,22,32,40; Yusuf-104; Kehf-27)Mesala: “... Salât'a nida edildiğinde Allah’ın zikrine (Kur'an'a) koşun ve alışverişi birakın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.”(Cuma-9) âyeti bütün açıklığıyla, Kur'an'ı “öğrenmek” ve anlamak olduğunu gösteriyor. Mesela: “... indirileni insanlara beyan edesin diye sana zikri indirdik ki, tezekkür etsinler ...”(Nahl-44)Demek oluyor ki, tezekkürün yani düşünsel üretim yapmanın ve bilgi üretmenin tek kaynağı vardır, o da Kur'an'dır Mesela: “Andolsun ki, içinde zikir üretimi yapacağınız bir kitap indirdik. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Enbiya-10)Mesala: “Bu Kur'an indirdiğimiz mübarek bir zikir’dir. ...”(Enbiya-50)"Mubarek zikir" inanç, güzel ahlak ve öğüt olarak onda üretimin hiçbir zaman bitmeyeceği sonsuz berekete sahip kitap demektir. Zikir, "Allah’ın âyetlerini sürekli hatırlamak, onları anmak, akla nakşetmek, zihne hakim kılmak dâima bu bilinç ve şuurla yaşamak" anlamına gelmektedir.Zikir, Kur'an olarak bir fabrika, tezekkür ise, o fabrikada çalışan ve sürekli hareket halinde olan emektar insanları sembolize eder. Kur'an, tevhid, güzel ahlak, iman, ihlas, takva ve her türlü hayır vr fazilet üretiminin yapıldığı bir makine bir tezgah gibidir. Zikir ve tezekkür kavramları, yüz otuz âyette geçmekte ve hepsi yüce Allah'ı anma, Kur'an, göklerde ve yerde bulunan yaratılış âyetlerini düşünme bağlamında kullanılmaktadır. (Bakara-152; Ankebüt-45; Nisa-142; Âli İmran-135; Enfal-45; Tâhâ-14; Müminun-70,71; Fâtır-3) Mesala: “Siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..."(Bakara-152) buyurur. Yani "size değer veririm, indimde bir itibarınız olur, size yardım eder ve sizi korurum" demektir. Yoksa zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet ümmilerinde olan zikirmatik'e basmak değildir. Mesela: (Ey Nebi!) Sana bu kitaptan vahyedileni tilavet et yani salât'ı ikâme et!Muhakkak ki, salat (Kur'an'ı öğrenme ve dayanışma) ahlaksızlıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın zikri (vele zikrullahi ekber) daha büyük uyarıdır. Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45)Âyette bulunan; “Allah’ın zikri ise, en büyüktür” cümlesi, salâtın içinde yani insanlara verilen öğretim ve eğitimin en büyük unsuru ve en önemli yol göstericisinin Kur'an olduğunu ortaya koyuyor.Yani Allah'a ve insanların gönüllerine giden yolun en önemli rehberi Allah'ın zikri olan Kur'an'dır.Dolayısıyla insanları manevi olarak eğitimenin en büyük aracı onlara Kur'an'ın öğretilmesidir. Zikir, Kur'an'dan ilim öğrenmek anlamına da gelmektedir. (İbrahim-25; Nahl-12,13; Enbiya-24; En'am-80; Âraf-210; Kehf-83; Mesela: “Rabbinin izniyle o ağaç her zaman ürününü verir. İşte Allah belki tezekkür etsinler (yetezekkerün) diye insanlara böyle misaller veriyor.”(İbrahim-25)Mesela: “O, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı emrinize musahhar kıldı.Yıldızlar da O’nun emriyle musahhar kılınmışlardır. Bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır. (Nahl-12)Yeryüzünde, rengarenk şeyleri, sizin için üretip çoğalttı. Bunda zikreden (yezzekkerün) bir toplum için elbette âyet vardır.”(Nahl-13)Mesela: "Yoksa ondan başka ilah mı edindiler? De ki: Bürhanınızı getirin! işte benimle beraber olanların zikri (olan) Kur'an ve benden önceki ümmetlerin zikrini (kitaplarını anlatan Kur'an) hayır onların çoğu hakkı bilmezler de bundan dolayı hakka karşı itiraz ediyorlar ”(Enbiya-24) Bir çok yerde zikir, âyetler anlamında kullanılmıştır. (Âli İmran-58; Âraf-2; Hicr-6,9; Nahl-43,44; Furkan-17,18; Yasin- 11,15; Saffât-167,169; Sâd-8,9; Fussilet-41,43; Zuhruf-5; Kalem-51,52)Mesela: “Bu sana tilâvet ettiklerimiz, âyetlerden ve hikmetli zikirdendir” (Âli İmran-58)Mesela: “Ey kendisine zikir indirilen kişi! ...”(Hicr-6)“Zikri biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu da biziz.” (Hicr-9)"Siz, müsrif bir toplum oldunuz diye, size zikirle öğüt vermekten vaz mı geçelim?”(Zuhruf-5)Zikrin bir manası da yüce Allah'ın yarattıkları varlıklar hakkında düşünmektir. (Zümer-21; Bakara-269; Âli İmran-190,191)Görüldüğü gibi tezekkürle ilgili âyetlerin hiç birisinin namaz!! kılmakla uzaktan yakından bir alakası yoktur.Peki zikirle kast edilen şey nedir? Zikir; yüce Allah'ın adını anmak ise Mekke müşrikleri Allah'ın adını anıyorlardı. Aslında Yüce Allah'ı anmaktan esas maksat, indirdiği vahyi dinde tek hüküm kaynağı olarak kabul etmek ve onu anlamaya çalışmaktır. Yoksa dünyada Allah'ı anmayan hiç bir toplum yoktur. Kur'an'ı din ve hüküm olarak kabul etmeyenler gerçek anlamda Allah'ı zikretmiş olmazlar. Demek ki Allah'ı zikretmekten maksat bazı kelimeleri tekrarlamak değil, onun vahyini hücrelere kadar sindirip, ona göre iman etmek ve güzel ahlak sahibi olmaktır. Bir başka ifadeyle; “âyetlerini sürekli olarak hatırlamaktır." Zikir, akıl ve zekâ ile yapılan eylemdir. Mesela: Kur'an'da ağaçlar, hayvanlar, Allah’ı tesbih ederler yani yatatılış özellikleriyle yüce Allah'ı tanıtırlar,(Hac-18) Fakat Allah'ı zikrederler, bilgi sahibi olurlar buyurmaz. Çünkü Kur'an'a göre zikir, sadece insanlar için söz konusu olan bir eylem ve erdemdir. Tesbih: Allah’ı noksan sıfatlardan arındırarak, onu tanımak ve tanıtmaktır. Herşey Allah’ın mükemmel yaratıcılığını tanıtır. Herşey onun göklerde ve yerde koyduğu yasalarına uyarak yaşaması, O’nun herşeyin hakimi olduğunun bilincine ve şuurana varılmasıdır Yüce Allah'ın mesajını öğrenmek, üzerinde düşünmek, hikmetini arayıp bulmak, ondan bilgi edinmek, onu tüm benliğimizle onaylamak, her zaman onu hatırlamak büyük bir zikirdir. Aynı zamanda Kur'an âyetlerinin bir öğüt olarak hayatta yol göstermesi Allah’ın zikridir.Yani Allah’ın andığını anmak da bir zikirdir. Bu bakımdan zikrullah; “Allah’ın adını” boş boş anmak değil, “Allah’ın sözünü” bilerek anmaktır. Allah’ı anan insan O'nun emirlerine göre hareket eden insandır. Allah’ı anmak demek, niyetini düşüncesini ve halini O’nun seveceği, Kur'an'da ortaya koyduğu rızasına göre hareket etmesidir. Bunun için de vahyi öğrenmesi şarttır. İşte bu salattır.Kur'an, insanları Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin anlamsız ibadet, tesbih ve zikir esaretinden kurtaracak tek kitaptır.Bu yönüyle Kur'an büyük bir devrim yapmıştır. Uydurma dinlerin iman ve ibadetlerini devirmiş, zikir ve tesbihlerini yerle yeksan etmiştir. Kur'an, insanları esaret altına alan, sadece kendi din ve mezhebinin menfaatini düşünen müfterilerin kimliğini deşifre etmiş, insanlara engin ufuklarda özgürlüklerini kazandırmıştır. Dolayısıyla Kur'an, ne namazın, ne zikrin, ne tesbihin Kur'an'daki salat, zikir ve tesbihle yakından ve uzaktan bir bağlantısının olmadığını göstermiştir. Şis ve Ehl-i Sünnet din adamları aman Yahudilere benzemeyelim diye diye Kur"an"da var olan bütün kavram ve fiilleri yahudileştirdiler. İşte Kur'an bütün bu kavramları yerli yerine koyarak, ince eleyip sık dokuyarak onları islamileştirmiş ve sonsuz hamdolsun ki zihnimizi berraklaştırmıştır.5-) (Allah), gökten yere kadar her işi tedbir edendir. (düzenleyip yönetendir) Sonra (bütün bu işler) sizin saymakta olduğunuza göre bin yıl tutan bir günde O’na yükselir. 6-) İşte, görülmeyeni ve görüleni de bilen, Aziz, Rahim (olan Allah) O’dur. 7-) O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanı çamurdan yaratmaya başlamıştır. 8-) Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden kılmıştır.9-) Sonra onu tesviye edip (şekillendirmiş) yani ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz! 10-) "Yerin içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten (o vakit) biz mi yeni bir yaratılış içinde olacağız?" derler. Yani onlar Rablerine kavuşmaya kâfir olmuşlardır.

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (79.YAZI) "Hocam!Allah sizden razı olsun.Bu paylaşımda muhteşem olmuş.Her paylaşımınız ibret verici ve o kadar öğüt verici ki, Allah'ın yüce âyetlerini açığa koymak için gösterdiğiniz çabadan, verdiğiniz emekten dolayı sizi kutluyorum.O kadar doğru söylüyorsunuz ki Aydın hocam.Gerçekten bu konu hiç anlaşılmadığı için birçok kardeşimiz ihtilafta ve Kur'an'a rağmen körü körüne Kur'an dışında yani var olmayan bir Muhammed'e tâbi olduklarını zannediyorlar. Yani Kur'an'a muhalefet ediyorlar.Çünkü o kadar çok bilgi kirliliği var ki hocam, siz bu konuyu gerçekten çok detaylı anlatıyorsunuz.Sizin kadar detaylı ve üstüne durarak paylaşım yapanı şimdiye kadar okumadım. Evet çok okudum, ama siz çok detaylı bilgiler veriyorsunuz hocam.Allah razı olsun.Çok emek veriyorsunuz ve yoğun çaba harcıyorsunuz. Rabbim sizi en güzel şekilde ödüllendirsin inşallah.Çünkü benim için her paylaşımınız çok değerli hocam.O kadar çok büyük bir emek var ki, çok değerli bilgiler paylaşıyorsunuz. Selam olsun gerçek öğütleri baş tacı yapanlara, selamlar saygılar hocam. Paylaşımlar karşısında zaten söylenecek tek bir kelime dahi kalmıyor hocam.Bizler de bu paylaşımlara destek vererek salât-ı ikame etme görevini üstleniyoruz inşallah hocam.İşte Kur'an Hakkı Yılmaz çevirisinde bu kavramlara "peygamber, Elçi" diye çevirisi yapmış.Ama Kur'an'ın giriş bölümünde neden böyle yazdığını açıklamış.Yani Nebi'nin Türkçe açıklaması "peygamber" resul'ün Türkçe anlamı "Elçi" anlamına geliyormuş. İnsanlar anlasınlar diye yapmış! Ama iyice anladım ki doğrusu sizin yapmış olduğunuz paylaşımlar hocam.Allah sizden razı olsun.Çünkü bu konu, Kur'an'ın anlaşılması ve tevhid inancının yerleşmesi için çok önemli olduğunu anlıyoruz. Bu konu anlaşılmadığı için insanlar ne okuduklarını maalesef anlayamıyorlar. Yani Nebi makamını ve Resul misyonunu ayırt edemiyorlar. Bu yüzden hadis şirkinin içinde kalıyorlar.Saygılar hocam"(Fatma Elmas "Peygamber" Kelimesi, Nebi ve Resülün Arasında Bulunan Farkları Yok Ediyor" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum? ------------------------------Çok önemli bir kesişim noktası! Müthiş bir farkındalık..."Peygambere uymak ve itaat etmek, onun her sözü ve kutsi sözleri âyet niteliğinde" hayır böyle değil, diyorsun..."Dönüp sana "Resül'e ve Allah'a itaat et" âyetlerini örnek olarak veriyor..." İşte kendi diliyle düşüyor. Bak! Kur'an, Muhammed'e ve Nebi'ye değil, "Resül'e itaat et" diyor..."diye sıkıştırınca kaçıyor ve bizi peygamberi tanımamak ithamında bulunuyor..." Haktan sıyrılmaya çalışarak tribüne oynuyor... "Bu durumu "Nebi ve Resül Arasında Bulunan Farklar" isimli eserinizde detaylı açıklamışsınız...Bu iki kavramı neden aynı gaye ve amaçla KUR'AN çalışmasında hizmeti olan onlarca tanınmış ve yine cemaat ve dergahlar, tv profları veya vaizleri tarafından, diyanet dahil bir çok kesimce tartaklanan ünlü Kur'an emektarları olan simalar bakıyorum hala peygamber kelimesini kullanıyorlar.Abdulaziz Bayındır hoca, Mehmet Okuyan hoca, Mustafa İslamoğlu, Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Hakkı Yılmaz, Bayraktar Bayraklı ve daha niceleri..."Allah razı olsun..."(Şahabettin Arslan "Nebi ve Resül Yerine Peygamber Kelimesini Kullanmayalım" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-------------------------Allah tarafından açıklanan ( muhkem kılıp, tafsilini tebyinini, açıklamasını yaptığı), seçtiği Resül ile bize tebliğ ettirilen Kur'an, inandığımız dinimizdeki tek kaynaktır.Allah'ın sözü en güzel sözdür. Başka kitapları Kur'an'a ekleyemeyiz, ya da Allah’ın sözünü kitabından nesh edemeyiz. Dini koyan, sahibi olan Allah'tır, hiçbir ortağa ihtiyacı yoktur.Güzel bir program olmuş, teşekkürler.(Zuhal Uzun" Tek Hüküm Kaynağı Kur'an'dır" Adlı Programa Yaptığı Yorum) -------------------------Allah emeklerinizin karşılığını bin kat versin İnşaAllah. Uslup ve adap erbabı olmakta çok önemli.Allah'a kul, Kur'an'a yani Resül'e talebe olmak şereflerin ve takvanın en büyüğüdür.Allah razı olsun değerli Ali Hocam. Ben Sizlerden çok şeyler öyreniyorum. Teşekkür ederim, saygılarımı hürmetlerimi sunarım.(Mücahit Güleç "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------------"Erdal Koç! Başında sarık, sırtında cübbe, yüzünde kıl var diye, sen nur yüzlümüsün be şarlatan! Senin gibi, keçilerde de sakal var. Ebu Lehep ve Ebu Cehil'de büyük ihtimalle seninle aynı kılıkta idi. O zaman onlara da nur yüzlü demek gerekir be cahil! Adamı zorla kötü konuşturuyorsun! Varsa delilin Kur'an'dan göster! Yoksa otur oturduğun yerde!(Rıdvan Canbaz-" Salât Namaz Değildir"Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------------------------"Rıdvan Canbaz kardeş!Bunlar kafirden daha kafir, din pazarlayan şarlatanlardır.Çapına bakmadan gelmiş burda insanları tehdit ediyor.İblisin çocuklarından korkan onlardan kötü olsun.Bu nur kelimesine de takıntılıyım, ona bakarsan, porno film çeviren, Rus, Ukraynalı kızların da yüzlerinden nur akıyor! Mühim olan kalplerin nurlu olması. Bu tiplerin kalpleri de kapkara oluyor.(Ali Cihan "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------------"Ahmet Akçam bey!Yukarıda Ali Aydın hocanın hanımıyla çekilmiş kara çarşaflı fotoğrafını paylaşman, Ali Aydın hocanın Kur'an'ın başörtüsüne bakışını yazmasına engel değildir.Jatta görevidir. Yukarıda yazdığım gibi Kur'an'a göre, kadına başörtüsü takmak emir değil, Kur'an'ın Ahzab süresi “ …tanınmanız ve eziyet edilmemeniz için…” İlgili 69. âyetinde olduğu gibi tavsiyedir. Benim eşim ve kızlarım da kara çarşaf değil, ama âyet tavsiyesine uygun bireysel hakkı veya tercih olarak başörtüsü takarlar. Bu konuda bizim yazdıklarımızla başörtüsü hakkında bulunan âyetlerle çelişkiye düştüğümüz anlamına gelmez.Eşlerimize tercih hakkı tanımaktır. İlahiyatçı kimliğimle tekrar ediyorum Kur'an'a göre başörtüsü Kur'an'ın tavsiyesi, kadının özgür bireysel hakkı ve tercihidir. Kur'an'ın emri değildir, nokta. Mümkünse Ali Aydın hocanın yazısını bir daha lütfen okuyun. Kur'an basiretli herkese mahsus selamlar" (Recep Can "İslam'da Başörtüsü Var Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------------- Ali hocam!Kitabınız ne zaman bitecek.İnşaallah sabırsızlıkla bekliyorum. Şimdilik elimde sekiz mealle Kur'an'ı baştan sona kadar okuyup bitiriyorum. Ama sizin verdiğiniz açıklamalar ve yorumlar bana daha aydınlatıcı ve insanın fıtratına daha uygun geliyor. Rabbim sizlerin sayısını arttırsın.İliminizi gayretinizi daim etsin. Rabbim sizden razı olsun.Selam ve dua ile"(Mehmet Tan "Kur'an-ı Mübin'in Meâli" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ------------------------------------------------"Ali Aydın hocam kutluyorum ve harika yazınıza teşekkürler. Kuranın ahlakını bırakıp namaz, oruç, hacc, vb ritüelleri yapmayı ve baş örtüsü takmayı din ve dindarlık sananlar varsın şok olsunlar. Hüseyin Atay hocanın deyimiyle “ namazı ümmetin başına bela ettiler” yerinde sözüne ilave olarak maalesef ifade ettiğiniz gibi evrensel Kuran ahlakını ıskalayıp ekonomik ve politik çıkarlarına son evrensel din islamı bazı ritüellerle/ ayinlerle geleneksel görsellerle “ başörtüsünü de ümmet kadınlarının başına bela ettiler”. İlahiyatçı olarak yazıyorum Kuranda başörtüsü farz değil, tavsiyedir. Başka ifadeyle kadının kendi bireysel hakkı ve aksesuarıdır. Kadını başörtüsü takmaya da çıkarmaya da zorlamak Kurana kadına zulüm, Kurana da aykırıdır. Başta zatınıza sadece Kuran müminlerine mahsus selamlarRecep Can "İslamda Başörtüsü Var Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------------"Varlığı var edenin bizlere sunduğu en önemli şey akıl ve vicdandır. Ve her ikisi de birbiriyle doğru orantılı kullanıldığında, sonuç ya yararımıza ya da zararımıza olacaktır. Bireysel ve toplumsal meselelerde bu böyledir diye düşünüyorum.Yazınızı sonuna kadar okudum ve yorumlarınıza aynen katıldığımı ifade etmek isterim. Başörtüsü meselesi de, akıl ve vicdan çalıştırılması sonucunda bağnaz bir anlam yüklenerek, Kur'an'dan mış gibi sunulması yobazlık anlayışının tezahürüdür.Kılık kıyafet, her durumda/konumda örf ve adetlerden kaynaklanan görsele dayalı şekilsel bir beşeri tercihlerden biridir.Sonuç olarak, ahlâkî davranışın 'güzele bakmak'ta değil, güzel bakmakta olduğunu anlamaktır...Sayglr.(Hasan Torun "İslamda Başörtüsü Var Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------------------Teşekkür ediyorum beyefendi, sağolasın, saygılar sunuyorum,Yıllardır bir kadın olarak dikkatle didik didik ettim tüm "örtü" ile alakalı âyetleri.Dünya süsleri ve şehvetine erkeğin daha fazla düşkün olduğu Âli İmran 14. âyette de değinilmiştir! Üzüntü verici olan, kadınların da Kur'an'ı okumadan ikaz önceliğini araştırmadan, bu tuzağa düşmeleri ve kabullenmeleri.Kadınların kullanmakta oldukları geleneksel ve bölgesel olan örtüyü Kur'an getirmemiş, sadece mevcut geleneksel örtünün bir ucunu, ziynetler olan mücevherleri ve göğsü örtmek üzere indirtmiştir!!!Nur 60. âyette ziynetlerin, ayrıca mahrem yerler olduğu açıkça belirtilmektedir.Ve dikkat edilirse bu emri Allah, kendi rızası için istememekte, kendini bilmez densiz erkekler tarafından rahatsız edilmesinler diye kadınlara tavsiye etmektedir!!!Yani tesettür, tedbir için önerilmektedir!!!Ayrıca Nur 31.ayet ile, Müslüman kadınlara özgü ve onları diğer inançlı kadınlardan ayıracak "dini bir kıyafet önerisi" de yoktur..Kıyafetin din temelli olmadığı ve Allah'ın elbiseye değil, takvaya baktığı sizin de yazdığınız gibi Hocam Araf 26.ayette vurgulanmıştır.Size yürekten katılıyorum..Kaleminize sağlık..İyi ki varsınız Hocam..Saygı ve hürmetlerimi sunuyorum..."(Sems Yazgan "İslam'da Başörtüsü Var mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)

11 Mayıs 2022 Çarşamba

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ206.YAZI) Lokman Süresi 14-) Biz insana, ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. (Şükür, dil ile yapılan bir şey değildir. Fiil ve amelle yapılan bir görevdir. Yani onlara itaat edecek, meşru isteklerini yerine getirecek, onlara saygı duyacak, onları üzmeyecek, onlara öf bile demeyecektir.) 15-) Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için mücadele ederlerse, onlara itaat etme. Dünyada onlarla mâruf dairesinde arkadaşlık yap. Fakat bana yönelenlerin yoluna tâbi ol. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. 16-)(Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın amel (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. 17-) Yavrucuğum! Salât'ı ikâme et yani mâruf ile emret ve münkerden nehyetmeye çalış, başına gelen musibetlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdendir. 18-) Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme yani sakın yerde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. 19-) Yürüyüşünde tabiî ol yani sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en hoş olmayanı merkeplerin sesidir. (İnsanın bağırarak yani insanları rahatsız ederek konuşması eşeklerin sesinden daha kötüdür. Aslında hoş görülmeyen eşeğin sesi değil, bağırmasıdır.) 20-) Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) size musahhar kıldığını yani nimetlerini rengârenk, açık ve gizli olarak emrinize verdiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -ilmi, hidayet edici yani aydınlatıcı bir kitabı olmadan- Allah (vahiy) hakkında mücadele eden kimseler vardır.(Âyette geçen mucadele, mezhepçi müşriklerin Kur'an'ı kabul etmeme inatlarına işaret ediyor. Onlara nasıl bir delil ile gelirseniz gelin din atalarının yolundan asla bir sapma göstermiyorlar. Aşağıdaki âyet bu duruma açıklık getiriyor.) 21-) Onlara "Allah’ın indirdiğine tâbi olun" denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuza tâbi oluruz, derler. Ya şeytan,(din ataları) onları sair ateşinin azabına dâvet ettiyse! (Âyetlerde bulunan şeytan, dâvet, ittibâ, ibadet, itaat, yandaş olma evliya ittihaz etme gibi ibarelerle geçiyorsa, şeytanın ete kemiğe bürünmüş şekli olan din adamları anlamına gelmektedir. Haset, kin, düşmanlık, dürtü, vesvese, gurur, kibir, kötü düşünce, cimrilik gibi ibarelerle beraber geçen şeytan, zihinsel şeytan anlamında kullanılmıştır.) 22-) Güzel ahlak sahibi olarak, tüm benliğiyle yönünü Allah’a (vahye) teslim eden kimse, şüphesiz ki, en sağlam kulpa yapışmıştır yani bütün işlerin sonu Allah’a varır. 23-) Kâfir olanın küfrü seni mahzun etmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. İşte o zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah göğüslerde olanı şüphesiz ki çok iyi bilir. 24-) Onları biraz yararlandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz. 25-) Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah..." derler. De ki: (Öyleyse) hamd da yalnız Allah’a özeldir, ama onların çoğu bilmezler. 26-) Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Bilinmeli ki, Ğani ve Hamid olan Allah’tır. 27-) Şayet yerdeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (mesajı yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 28-) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir nefsin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Unutulmasın ki, Allah her şeyi bilen ve görendir. 29-) Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye geçirmektedir yani Güneşi ve ayı da (emrinize) musahhar kılmıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar (yörüngesinde) akmaya devam etmektedir. Yani şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 30-) Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O’ndan başka ibadet ettikleri ise hiç şüphesiz bâtılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür. ALLAH'U-EKBER" DEYİMİNİN İSLAMDA YERİ VAR MI?Aynen "Muhammed'e salavat getirme, Muhammed'e salavat çekme" gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet'te "Tekbir" olarak şöhret bulmuş olan "Allah-u Ekber" deyimi "Allah en büyüktür, ilâhların en büyüğü Allah'tır, Allah daha büyüktür" gibi anlamlara gelmektedir. Aziz ve Mübin kitabımızda yüce Allah şöyle buyuruyor."En güzel isimler (el- esmâu'l- hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na güzel isimlerle dâvet edin. (O'na güzel isimlerle dua edin, yalvarın) O'nun isimleri hakkında ilhada sapanları (bana) bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır"(Araf- 180)Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da manasını tahrif etmedikleri bir âyet, içini boşaltmadıkları bir kavram bırakmadıkları için, Kur'an'ı tek kaynak kabul eden akıllı ve mantıklı her insan onların inanç ve söylemlerinden şüphe etmeye hak kazanıyor.Gerçekten de Kur'an'da Allah'ın onlarca ismi ve sıfatı varken Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri neden Kur'an'ın hiçbir âyetinde yer almayan "Ekber" sıfatını kullanmışlardır?Mesela: Kerim, Rahim, Alim, Hakim, Azim, Aliyyu'l Kebir gibi isimleri onlarca âyette tekrar edilirken, neden bir âyette bile yer almayan "Ekber" kavramı seçilmiştir.Acaba bu "Ekber" sıfatı evliya ve ilâhların gücüne iman eden Mekke müşriklerinin inanç ve geleneğinden gelmiş olmasın.Çünkü Mekke müşrikleri evliya ve ilâhlara iman etmekle birlikte "ilâhların en büyüğünün Allah olduğuna" inanıyorlardı.Onlar, "tek ilâh inancına" yani "hanif İslam'a" ve "hâlis dine" karşı geliyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu çok acayip bir şeydir! dediler"(Sâd-4,5)Müşrikler, evliya ve ilâhlarını Allah ile aracı ve şefaat edici olarak kabul etmelerine rağmen, "Allah'ın en büyük ilâh" olduğunu, zor durumlarda istek ve niyazların sadece onda son bulacağını biliyorlardı."Hani (o müşrikler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir hak ise üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi"(Enfal-32)"Nebi"ye yardım ve destek olmayı..." emreden tarihsel ve bölgesel hayatla ilgili bir âyeti (Ahzab-56) "Muhammed'e salâvât getirme, Muhammed'e salavat çekme olarak değiştiren, Nebi'ye yardım ve destek olan salât'ı, genelleştiren, evrenselleştiren, Muhammed'e salavat çekmeğe çeviren ve ibadet olarak namaza koyan ve hutbeye farz olarak ekleyen..." bir zihniyetten her cehâlet beklenir.Medine'de yaşayan müminlere "Nebi'ye yardım etmelerini ve destek olmalarını" ifade eden yöresel ve tarihsel bir emri, evrensel bir ibadete dönüştüren bir cehaletten her türlü kötü ahlak beklenir.Aslında Kur'an'ın hiçbir âyetinde Resul misyonundan bağımsız olarak Muhammed (a.s) ın şahsiyeti övülmez.Kur'an, hiçbir âyette Muhammed (a.s) ın kimliği üzerinde olumlu bir şey söylemez.Hatta yolunu şaşırmış bir durumda ne yapacağını bilmez bir halde iken vahiy ile yol gösterdiğini ve hidayete ulaştırdığını söyler.(Duha-7)Kur'an'ın konusu Muhammed'in kimliği ve şahsiyeti değildir.Kur'an'ın esas konusu Nübüvvet ve Risalettir.Çünkü vahye göre önemli olan Muhammed (a.s) değil, Nübüvvet makam ve mertebesi, vahiy ve Risâlet misyonudur.Muhammed ( aleyhisselâm) ı değerli kılan şey Nübüvvet makamı ve Risalet görevidir.Dolayısıyla son vahiy olan Kur'an'da Muhammed yoktur, Nebi ve Resul vardır.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri çok basit olan bu gerçeği bile anlamaktan âcizdirler. Yine aynı şekilde kabir hayatının olmadığını anlatan yüzlerce âyete rağmen kabir azabını kabul etmeyen vahiy ehli muvahhidleri sapık olarak gören bir anlayışın hiçbir ictihadına güven duyulamaz. En önemlisi din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen Allah Resulü adına iftira edilen rivayetleri kabul etmeyen muvahhidleri kafir olarak gören bir akıl ve mantıktan şüphe etmek önemli bir basiret ve büyük bir şuurdur. Mesela: Âyetlere rağmen, Allah Resulü (a.s) diğer elçilerden kendisini ayırıp üstün gösterir mi? Yani Allah Resulü Muhammed ( a.s) ezanda kendi adını sürekli tekrar ettirerek diğer Resüllerden üstün olduğunu ilan ettirmesinin mümkün olmadığını söylüyorum.Kur'an'ın emirleri karşısında kılı kırk yaran ve tek bağlantısı Allah'ın mesajı olan, indirilen vahye tâbi olmakla emrolunan Nebi(a.s) diğer Resüllerden üstün olduğunun imajını yaratır mı?Çünkü Allah Resulü (a.s ) kitabın hikmetini en iyi bilen ve onu en güzel bir şekilde yaşayıp örnekliğiyle ortaya koyan kişidir. Dolayısıyla Allah Resulü'nün şu Rabbani vahye muhalefet edeceğini hiçbir kimse iddia edemez. "...onlardan (Resullerden) hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk, deyin"(Bakara-135 )"Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de ( iman ettiler) Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine iman ettiler. Allah'ın Resullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız..."(Bakara-285)"Allahu Ekber" deyimi, "Allah en büyüktür" anlamına geldiği için başka ilahların varlığını kabul etme gibi bir şirkin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.Tamda Mekke müşriklerinin kabul ettikleri bir imandır. Halbuki yüce Allah "...ve ennellâhe huvel aliyyul Kebir" "gerçekten Allah çok yüce ve büyüktür" ( Lokman-30) buyurmaktadır. Dolayısıyla "tekbir" "Allahu Ekber" değil, "Allâh'ul Aliyyul Kebir" olması gerekir. Benim bu görüşlerimi garip olarak gören arkadaşların Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'a tamamen aykırı düştüklerinin bilincine sahip olmadıklarından dolayıdır.Evet Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yüzlerce âyete zıt rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın zerresini anlamaktan ebediyen uzak tutulmuşlardır.(Kehf-57)31-) Size birliğinin âyetlerini göstermesi için, Allah’ın faziletiyle gemilerin denizde akmasını görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için âyetler vardır. 32-) Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah’a özel kılarak (ihlâsla) O’na dua ederler. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar yani bizim âyetlerimize, ancak acımasız (vicdansız) kafirler karşı gelir. "İHLAS" "Allah'a iman ettik" demelerine rağmen, insanları müşrik yapan şey nedir?Bu soruya Kur'an'ın cevabı şöyledir."Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde bilginlerini) hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek bir Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştuklarından uzaktır"(Tevbe-31)"Onlar Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde) kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve: Bunlar, Allah'ın indinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? (Hâşâ) O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir"(Yunus-18)"...O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar(evliya) edinenlere: Onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve alabildiğine hakkın üzerini örten kimseyi hidayete erdirmez"(Zümer- 3)Zaten batıl ve şirk dine, yani beşerî ictihad ve hükümlere, yani mezheplerin uydurma dinine fanatik bir şekilde bağlı olmayan müşrik olamaz.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet'in sözde âlimleri gibi, tarihin bütün müşriklerinin yaptığı tek şey, dinde ve hükümde Allah ile aralarına din büyüklerini ve müctehidlerini aracılar koymak suretiyle, Allah'ın hükümleri yerine onların hüküm ve içtihatlarına bağlı olarak yaşamaları idi. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimlerine dinle ilgili bir şey sorulduğunda, hiç bir zaman Allah'ın kitabına bakma ihtiyacı hissetmezler.Dinî konularda Kur'an'a müracaat etmeyi gerekli görmezler.Allah'ın kitabı sadece cenaze merasimlerinde ve Kur'an'ı güzel okuma yarışmalarında akıllarına geliyor. Kur'an bunların yanında bilinecek ve yaşanacak bir hayat sistemi değil, kağıt ve cildine tapılacak bir nesne gibidir. Dinî bir sorun olduğunda din adamlarının o konudaki inanç, fikir ve ictihadlarına bakarlar.Halbuki Resullere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen şey "dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah özel kılmaları" idi. "Ey Resul! Şüphesiz ki, kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"( Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de "ihlas" kavramıdır. Onlara göre "ihlas" "samimi olmak" ve "ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "dini yalnız Allah'a özel kılmak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak etmemek" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler otomatikman Allah için yapılmış olacaktı. Onun için "ihlas" kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu açıkça ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün ümmetlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak sağlam din budur"( Beyyine-5)"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."( Şura- 13)Dinde İhlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz" ( Araf-3) "Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"( Yunus- 109) "Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"( En'am-106)"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen ( Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Dolayısıyla bize şah damarımızdan daha yakın olan Rahmân ve Rahim olan Rabbimizle aramıza hiç kimseyi aracı olarak koymaya hakkımız yoktur. Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur. Benzer şekilde Kur'an, Musa (aleyhisselam)a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, Muhammed (aleyhisselam)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69) uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiil yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır. O gün müşrikleri uyaran yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman edenleri uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Aslında böyle diyenler Kur'an cahilidirler.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: ( Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)"Ey Resul! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçi gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe-28)33-) Ey İnsanlar! Rabbinize karşı takvalı olun. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Bilin ki, Allah’ın vâ'di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın yani şeytan,(din adamları) Allah’la sizi aldatmasın. 34-) Saatın ilmi, ancak Allah’ın indindedir ve yağmuru O indirir yani rahimlerde olanı O bilir ve hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(205. YAZI)Lokman Süresi 34 Âyet Olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Elif. Lâm. Mîm. 2-) İşte bu âyetler, Hakim kitab’ın âyetleridir. 3-) Güzel ahlak sahipleri için bir hidayet ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir). 4-) O kimseler, salât'ı ikâme eder yani zekât'a (arınmaya) gelirler; onlar ahirete de yakin getirirler. 5-) İşte onlar, Rableri tarafından bir hidayet üzerindedirler yani onlar kurtuluşa erenlerdir. 6-) İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilme dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için eğlence olarak hadis satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır. 7-) Ona âyetlerimiz tilâvet edildiği zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi kibirlik taslayarak yüz çevirir. Sen de ona elim bir azapla müjdele. 8-) Şüphesiz, iman edip yani salih işleyenler için naim cennetleri vardır. 9-) Allah'ın hak bir vaadi olarak orada devamlı kalacaklardır. O, Aziz'dir, Hakim'dir. 10-) O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, size (rızıklar) sunsun diye yerde geniş araziler (ovalar) yerleştirdi yani orada her çeşit canlıyı yaydı ve gökten su indirip, orada her kerim (değerli) çiftten bitirdik. 11-) İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Şimdi (ey müşrikler!) O'nun dununda (yanında berisinde ilâh olarak iman ettiklerinizin) neler yarattıklarını bana gösterin! Bilakis! Zalimler apaçık bir sapkınlık içindedirler. 12-) Andolsun biz Lokman’a: Allah’a şükret! diyerek hikmet verdik yani kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Ve kim kafir olursa şüphesiz ki, Allah Ğani'dir, Hamid'tir. 13-) Lokman, oğluna vaaz vererek: Yavrucuğum! Allah’a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti. ŞİRK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR. Dinin himayesine sığınarak kutsala hürmet adı altında açık şirke gidilmesi Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikelerden biridir. Kur'an, yüzlerce âyette gösteriyor ki, şirkin failleri daima din temsilcileri olmuştur. Zaten din ile bağlantısı olmayan müşrik olamaz.Kuran'ı Mübin doğrudan ve açık olarak bu din temsilcilerine lânet okumaktadır.(Bakara-159/174)Kur'an haber vermektedir ki, Resüller mirası, fosiller hakimiyetiyle içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytana ve zulme hizmet eden bir yıkım aracına dönüşmüştür. İşte İslam dünyasının asırlardan beri hüsrandan hüsrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik, İslâm dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde yani ilahi yani vahye dayalı hanif dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan hâlis dinin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Musa (a.s) a, İsa (a.s)a ve tüm Resüllere indirilen vahyin akibeti bu bulmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanlığın din adına Kur'an'dan başka gidilecek bir yeri başvuracak sağlam bir kaynağı bulunmamaktadır. Kur'an'dan nasip yoksa, varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle bilinmedikçe, İslam'ı ve tevhid'i Kur'an'ın gösterdiği şekliyle anlamak mümkün değildir. Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası, Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça onlara İslam adı altında yaşatılan dinin esasında şeytanların dinî olduğu ortaya çıkacaktır. Böyle bir şuur ve iman dünyada bulunan bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Şirki tanıma seferberliği, Kur'an'ın mü'minlerden istediği en büyük ve en zorlu seferberliği olduğunu asla unutmayalım.Şirk, tasavvuf, zühd, zikir maskesi adı altında tarikatlar eliyle en kolay yayılan bir cehalettir.Kur'an'a göre yayılmayı kolaylaştıran şirk ve hulul çevrelerinin dünyalık nimetlere bol bol sahip bulunmaları ve dinleri olan batıl inancı yaymada bu maddi servet ve nimetlerden yararlanmalarıdır. Sahte ilahların dünyalık dağıtarak inançlarını yaymada başarılı olduklarını bizzat Kur'an tarafından şu şekilde ortaya konmaktadır."O gün Rabbin onları ve Allah'ın yanında, altında, berisinde taptıklarını toplar da, der ki, şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar? Onlar seni tesbih ederiz senin yanında, seninle beraber başka evliya edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helakı hak eden bir toplum oldular" (Furkan- 17-18 )Kur'an'ın düşmanı zulüm, en büyüğü düşmanı ise zulmün en karanlık olanı şirktir. "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman- 13) Şirk ve hulul inancı bütün zulümlerin anasıdır. Özellikle hulul inancı ve batınilik sürekli zulüm ve kaos üreten lanetli bir doğurgandır

9 Mayıs 2022 Pazartesi

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(78.YAZI) "Ali hocam! Gerçekten çok anlaşılır bir paylaşım olmuş.Kitap Resül, beşer Resul kavramlarını âyetler ışığında muhteşem anlatmışsınız.Hocam! Allah razı olsun.Tâbi ki" anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az" diye bir söz vardır.Bizim dindar takımı Muhammed'i ve Nebi'yi ölesiye savunurlar. Resül Muhammed'i ve Resül Kur'an'ı ise, maalesef ki anlayamadılar.Kur'an'ın ne dediğinden zerre kadar akletmeyenler Nebi (a.s) adına uydurulan hadislere inanarak, gerçek Resülü sırtlarının arkasına atmaktadırlar. Kur'an'ın öğretisine körleşerek kulak arkası ediyorlar. Bu nasıl bir iman şeklidir.Hayretler içinde kalıyorum. Teşekkürler Ali Bey!Gerçekten her gün paylaşımınızı iple çekiyorum.Gerçekten paylaşımlarınızla öğretilerimi ayrıntılı ve detaylı olarak daha iyi anlıyorum. Allah razı olsun Ali bey"(Fatma Elmas "Kur'an-ı Mübin'in Anlamı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------------------------Hocam! Bu paylaşımda muhteşem olmuş, âyetleri içeriğinden saptırıp kendi uyduruk inançlarına delil yapanlar zalimlerin ta kendileridir.Olayı çok güzel anlatıp, gerçeği ortaya koymuşsunuz. Allah'ın lâneti âyetleri kendi dinlerine uyduranlar, din adına hüküm verenler üzerindedir. Böyle paylaşımlarla bilgi sahibi oluyoruz.İnanın ki şaşkınlık içinde okudum, bu nasıl bir uydurmadır? Bu nasıl bir çarpıtmadır?Hocam! Bu âyet hakkında bu yorumları ilk defa okuyorum. Teşekkürler Ali Bey! Gerçekten bizleri bu konular hakkında da bilgilendirdiğiniz için Allah razı olsun. Bunlar çok önemli bilgiler.Nebi (a.s) a indirilen Allah'ın anayasasını bilimsel temelde insanları bigilendirdiğin için sana ve senin gibi hocalara teşekür ederım.(Mehmet Turan "Kur'an'ın Resül Anlamında Kullanıldığı Âyetler" Yazısına Yaptığı Yorum) ----------------------------------------"Önce aklınıza sağlık diyor, yazdıklarınıza teşekkür ediyorum..."Yazınız düştüğünde; Kur'an bağlamında kurduğunuz her cümlenizi içtenlikle okuyor ve kendimce sorgulayarak, yaşamın her alanında bizlere mürşit olan Kur'an'ı, asla gösteriş olsun anlayışıyla değil, çok daha iyi anlamaya çalıştığımı düşünüyorum..." Ama hâlâ, "cep telefonu ile tuvalete gidilmez" diyen 'Kur'an cahilliği' içinde olan, yakınlarımız da olanlar var. Onlarla birlikte olmak da, onlar adına ne yazık ki bizleri üzüyor..." Tekrar teşekkürler. Kur'an bize yeter. Aklın ve bilimin ışığında hareket ederek, hayata sağlıklı bakanlara esenlikler diliyorum. Saygılar. (Hasan Torun) --------------------------"Said Nursi kibrinde Firavunu da solladı.Salla sallayabildiğin kadar.Said Nursi'nin müritleri, öncelikle Sultan Abdülhamid'den, cami ve medrese yapacağım diye aldığı paranın akıbetini sorgulasınlar..!! Bu din tüccarı hırsız, dini ifsad ettiği yetmiyormuş gibi, peşinden yüzlerce cahili de sürüklemiş ve İslam'a Ebu Cehil'den daha fazla zarar vermiş ve muhtemelen yabancı istihbaratların kölesi olmuş (tıpkı öğrencisi fetö gibi) hain ve münafık biridir..." (Murat Karadağ "Risâle-Nur'da Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Önal Sevinç! Sen önce git Said Nursi denen taptığın tanrının Abdülhamid den cami yapacağım diye tırtıkladığı paranın akıbetini öğren..." Bu milletin sizin ve tanrılarınızın zırvalarından bıktığını da unutmayın! Kendileri sahtekar olduğu yetmezmiş gibi, birde geride yüzlerce sahtekar bırakıyorlar..."Haa kimse bu gibi budalalara nezaketle davranmam gerektiğini söylemesin!Herkese anladığı dilden konuşmak sünnetullahın karakteridir ve biz onu uyguluyoruz..!!Murat Karadağ "Risâle'i Nur Külliyâtında Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-------------------------------------------------"Hocam! Rabbim ilminizi artırsın inşaallah.Karşı çıkanlara aldırma birkaç gün önce bir köye gittim vallahiKöydeki insanlar bile artıkanlamaya başladı Ebu Hanifeyi yani Numan bin Sabit'i kafir ilan edenlerin torunları Hüseyin Atay hocayı Yaşar Nuri Öztürk hocayı şimdilerde AliAydın ve daha niceleri.Bunlar Kur’an’ı bilen ilim ehli insanlar. Hatasını gören ve düzelten insanı kutlamak yerine onu kınamak ve ona saldırmak ise acizliğin göstergesidir. Selam olsun vahye uyanlara(Ibrahim Serin "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ---------------------------------------------------"Hocam! Artık Kur'an kavramları Allah'ın inayeti ve salih kullarının çabasıyla gün yüzüne çıkıyor.Hurafelerin, hikayelerin, atalardan gelen hezeyanların karanlığıartık vahyin ışığıyla yırtılmakta, fecre kadar melekler bir bir inmektetan yeri ağarıncaya kadar......... Rabbimiz ibadeti gösterdiğiniz yüzlerce âyette detaylı, yalın ve kolay bir dille anlatmışken, bin yıldır bu âyetler insanların kulaklarında çınlatılmadı" (Adem Gölen "İbadet Nedir?" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------"Allah'ın sizlere vermiş olduğu Kur'an, vahy, Nebi, Resül bağlamındaki ilmi derinlikler beni derinden etkiliyor. Subhanallah, Elhamdulillah, Allahul Aliyyul Kebir. Her paylaşımınız beni derinden etkiliyor. Allah, gönderdigi kitabını açık seçik, menfaat temin etmeden, çıkar gözetmeden anlayıp anlatan âlimlerimizden ebediyyen razı olsun. Cennetiyle mükafatlandırsın inşaallah. Saygılar selâmetler sunarım Ali Hocam! (Mücahit Güleç)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(204.YAZI) 30-)(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanîf (her türlü şirkten arınmış) olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte tolumu ayağa kaldıracak din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.(İlk vahiy ve ilk Nebi'den itibâren hanif dinde bir değişiklik meydana gelmemeiştir. Sadace Kur'an hanif dini çok geniş bir çerçevede açıklamıştır. Yani İslam dini kıyamet gününe kadar son vahiy'le tamamlanmıştır. Fakat şirk böyle değildir. Şirk sürekli olarak değişmekte ve bir bukelemun gibi rengini değiştirmektedir. Her mezhebin, her fırkanın, her cemaat ve tarikatın şirki birbirinden çok farklıdır.) 31-) Hepiniz O’na (vahye) yönelerek O’na (Allah'a) karşı takvalı olun ve salât'ı ikâme edin yani müşriklerden olmayın. 32-) Dinlerini fırka fırka yani şia şia olanlardan olmayın. Bunlardan her hizip, kendilerinde olan (din ve inançla) ile sevinmektedir. (Yani kendi inanç ve itikâdlarının diğerlerinden daha doğru ve üstün olduğunu iddia etmektedirler. Böyle olunca artık dinlerini ve inançlarını bırakıp hakkı ve hidayeti aramanın peşinde olmayacaklardır. İnsanlar amel bakımından hata ettiklerini itiraf ederler. Fakat din ve imanlarının yanlış ve hatalı olduğunu asla kabul etmezler. Dolayısıyla cehennemi görünceye kadar yollarının şirk ve küfür olmadığının mücadelesini yaparlar.) ŞİA VE EHL'İ SÜNNET'İN KUTSALLARI:Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:Buhari (ö-H-256-M, 869)Müslim (ö-H-261-M-875)Tirmizi (ö-H-279-M-892)Ebu Davud (ö-H 275-M-888)İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:Küleyni'nin(H-328 M-939) kâfi'siEbu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-FakihÜçüncü ve dördüncü kaynaklar Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.Buhari'nin sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.Ehli sünnet dininde dört halife ile Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler kutsal olarak görülür.Ehl-i Sünnetin kaynaklarına göre on sahabe Allah Resulü tarafından cennetle müjdelenmiştir. Şia'nın hadis kaynaklarına göre ise Ali dışında kalan dokuz sahabe cehennem ile müjdelenmiştir. Aynı zamanda Sünniler kaynakları itibariyle bütün sahabeleri gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olarak telakki ederler.Şia ise Gadir Hum'da Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.Şia'ya göre Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz Fatma ve beklenenMehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır. Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir.",,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzab, 33)Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.Ehli sünnet'e göre Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.Ehli sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır. Sünni'lere göre Mekke ve Medine, Şia'ya göre ise Küfe ve Kerbela haremeyn'dir. Şia'nın kaynaklarına göre Fatma gelmiş geçmiş bütün kadınlardan daha üstün bir fazilete sahiptir. Ehli Sünnete göre ise bu dereceye Aişe sahiptir. Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli Sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir baksın. İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir toplum gelmemiştir. İlim adamları için Kur'an'da "Yahudiler" ve "Hristiyanlar" diye yazılır, "Şiiler" ve "Sünniler " olarak okunur. Gerçi on dört asır önce Kur'an Allah tarafından Muhammed (a.s) a yani yeryüzüne nazil olmuştur. Fakat maalesef Kur'an, hâlâ Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin kalplerine inmiş değildir. Şia ve Ehli Sünnet, Allah'ın kitabından ve hidayetinden mahrum olarak, uydurma kutsal kaynakları sebebiyle kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde barış kurulmayacaktır.33-) İnsanların başına bir zarar gelince, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra Allah, kendinden onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir fırka yine Rablerine şirk koşuyorlar. 34-) Kendilerine verdiklerimize kâfirlik etsinler! (Dünyadan) yararlanın; ama yakında bileceksiniz! 35-) Yoksa onlara bir sultan (vahiy) indirdik de, o (sultan), müşrik olmalarını mı söylüyor? 36-) İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şayet kendi ellerinden ötürü başlarına bir kötülük gelirse hemen ümitsizliğe düşüverirler. 37-) Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine yaymakta, dilediğininkini de takdir etmektedir.(ölçülü vermektedir) Şüphesiz iman eden bir kavim için bunda âyetler vardır. 38-) O halde sen, akrabaya, miskine, yol evladına hakkını ver. Allah’ın vechini isteyenler için bu, en hayırlısıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. 39-) İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında artmaz. Fakat sadece Allah’a yönelmeyi isteyerek zekâta (arınmaya) geldiğinizde ise, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır. 40-) Allah, (o yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, sizi öldürecek, sonra da sizi (tekrar) diriltecektir. Peki sizin (Allah’a şirk koştuğunuz) şerikleriniz içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların şirk koştuklarından subhandır yani yücedir. 41-) İnsanların bizzat kendi elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesat zâhir oldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (yaptıkları tahribattan geri) dönerler. 42-) (Ey Resül!) De ki: Yerde gezip dolaşın da, daha öncekilerin âkıbetleri nasıl oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi. 43-) Allah'tan dönüşü olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce yönünü (o toplumu) ayağa kaldıracak dine çevir! O gün bölük bölük ayrılacaklardır. 44-) Kim kâfir olursa, kâfirliği kendi aleyhinedir. Salih ameller işleyenlere gelince, onlar da kendi nefisleri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar. 45-) Zira Allah, iman edip yani salih ameller işleyenlere kendi faziletinden mükafatlarını verecektir. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez.46-) Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler aksın, faziletinden (nasibinizi) arayasınız yani şükredesiniz diye (hayat ve bereket) müjdecileri olarak rüzgârları göndermesi de Allah’ın (varlık ve kudretinin) âyetlerindendir. 47-) Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice Resüller gönderdik de onlara açık beyyineler getirdiler. (Onları dinlemeyen) mücrimlerden de intikam aldık yani müminlere yardım etmek bizim üzerimize düşen bir haktır. 48-) Allah O’dur ki, rüzgârları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi yayar yani onu parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarından onu isâbet ettirince, onlar hemen sevinmeye başlarlar. 49-) Oysa onlar, daha önce, üzerlerine (yağmur) indirilmesinden iyice ümitlerini kesmişlerdi. 50-) Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeri, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de aynen bu şekilde diriltecektir yani O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 51-) Andolsun ki, bir rüzgâr göndersek de onu (ekini) sararmış görseler, ardından muhakkak kâfirliğe başlarlar. 52-) (Ey Resül!) Elbette sen ölülere duyuramazsın yani arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin. 53-) Yani körleri sapkınlıklarından (vazgeçirip) hidayete iletemezsin. Ancak teslimiyet göstererek âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. 54-) Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük yani ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir. 55-) Kıyamet koptuğu gün, mücrimler, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, böyle döndürülüyorlardı. 56-) Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah’ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz bilmiyorsunuz. 57-) O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz yani (kendilerini kurtarabilecek) amelleri işleme istekleri de kabul edilmez.58-) Yani andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misali vermişizdir yani onlara bir âyet getirirsen kâfirler kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak (atalarımızın yolunu) ibtal etmektesiniz. 59-) İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böyle mühürler. 60-) (Ey Nebi!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vâdi haktır yani yakin sahibi olmayanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!(Rum Süresinin Sonu)

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(77.YAZI) "Subhanallah!Çocuklarımızın kurtuluş reçetesi, çok muhteşem paylaşım. Allah razı olsun Ali Hocam. Anlayanlara Allah selametler versin. Keşke bu yazı benim için 30 yıl önceki düşüncem olsaydı.Saygılar sunuyorum hocam! Mücahit Güleç "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------"Ali Hocam!Her paylaşımınız, bilgi deryası, ilham kaynağı, (en azından ben öyle düşünüyorum).Ancak beni üzen bu ve diğer hazine değerindeki paylaşımlar ne yazık ki, yeterince okunmuyor olması. Ben bu yazınızı okuduğumda 35 beğeni 10 yorum yapılmıştı. Bana göre muhteşem içeriklerle dolu bu paylaşımlar hak ettiği ilgiyi görmüyor, şu anda milyonlarca insan bunları okumalıydı. Bu nedenle kahroluyorum ve umutlarım kırılıyor. Sağlıklı ömürler dilerim, selamlar" Hayri Sipahi "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------"Ali Aydın hocam!Dünkü yazının devamı paylaşım yaparak konunun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne koyarak insanların uyanmasına vesile oluyorsunuz.Hocam Allah razı olsun. Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık. Saygılar selamlar" Fatma Elmas "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------"Şirk inancı bütün amelleri silip süpüren ve boşa çıkaran inanç ve iman şeklidir.Ne yazık ki iman eden çoğunluk bunun farkında bile değiller.Çünkü yaptıklarını şeytan onlara süslü gösteriyor. Kur'an'ın öğüdüne kulak vermeyenler, ona sarılmayanlar hüsrandadır.Teşekkürler Ali Aydın hocam! Allah razı olsun. Şirk kavramı tevhid inancında en önemli bilgidir. (Fatma Elmas-" Kur'an-ı Mübin'in Meâli" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -----------------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Bu konuyu sizden daha anlaşılır, daha güzel, daha dünyevi anlatabilecek bir din adamını bilmiyorum.Bilenler beni bağışlasın. Bu paylaşımı önyargısız, sindirerek okuyunca ne kadar etkili ve bilgilendirici olduğu anlaşılıyor. Umarım Ehl-i Sünnetin cahil silahşörleri için ilham kaynağı olur. Yüreğinize sağlık" (Hayri Sipahi "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------"Allah'tan umduklarını, Kur'an'da arayan ilim- bilim insanları, ilimde derinleşip Allah, vahiy ve Resül farklarını ve bağlantılarını ayrıntılarıyla açığa çıkaran degerli ilim insanlarına benim gibilerin o kadar ihtiyacı var ki. Dinimizi Kur'an'dan, vahiy'den yani Resülden ayrılmayan degerli hocalarımızdan öğrenmeye gayret ediyorum. Allah sizlerden razı olsun. Önümü yolumu aydınlatıyorsunuz.Sağol varol Ali hocam! Allah'ın selamı, bereketi, affı üzerimize olsun" (Mücahit Güleç "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ------------------------------------"Ali Aydın hocam!Her zamanki gibi anlatım ve paylaşım muhteşem olmuş.Gerçekten çok ayrıntılı anlaşılır bir paylaşım.Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık. Hocam çok faydalanıyoruz. Kur'an kavramlarının anlamları benim için salât-ı ikâme dersi oluyor. Sizin paylaşımlarınızla okuduğum ve anladığım Kur'an âyetlerini tasdiklemiş oluyorum.Her günü iple çekiyorum hocam! Allah razı olsun" (Fatma Elmas "Salat ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Ali Hocam!Salât, namaz, ritüel, secde, rüku gibi kavramların aslında ne olduğuyla ilgili tespitlerinizi savuna gelen birisiyim. Keşke iman edenler bu kavramların gerçek anlamlarının bilincine sahip olarak yaşasaydı. Maalesef ki artık yalnızca, ahlaksızlığı örtmek için birer kamufle olarak kullanılan simgeler halinde dinin içerisinde yer alıyor...(Ahmet Özdemir "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Saygı değer hocam!Ben oğlumu hafızlığa verdim.Dört sene okudu, son sene Adana'nın Karataş ilçesinin Yemişli köyünde diyanetin bir Kur'an kursunda hafızlık eğitimi yaptıran Pozantı kamışlıdan Ahmet hoca diye birisi orada görev yapıyordu. Çocukları okadar çok dövermiş ki" ben kendimi kaybettim mi sizi öldürebilirim, döverken kaçın" diyormuş.Çocuk Kur'an kursunu bırakıp eve gelince, "dört sene Kur'an'ı açıp bir kere bile yüzüne bakmadım diyor. Böyle bir din eğitimi olurmu hocam! (Tahsin Yörükoğlu "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ---------------------------------------"Ali Aydın hocam!Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık! Gerçekten çok aydınlatıcı ve çok değerli bilgiler.Âyetleri tebyin ederek, üzeri örtülmüş gerçekleri açığa çıkarttığınız için Allah razı olsun.Çok teşekkürler hocam.İnsanın öğrendiklerini te'yid etmesi, inancının ve imanının artırmasının verdiği duygunun yani haşyet duygusunu hiçbir şey vermiyor. Gerçekten iman edenlere saygılar, hürmetler. Rabbim yardımcınız olsun" (Fatma Elmas "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ------------------------------"Değerli hocam! Allah sizden razı olsun inşaallah!O kadar güzel sıralamışsınız ki, hayran oldum.Şikayetçi olduğunuz hadis adı altındaki kitapların hepsini okudum. Bunları okumak İslam'dan bir vecibegibi biliyorduk.Dün bir köye ziyaretim oldu.Nereye gitsem aynı felaketi görüyorum. Doğruları anlattım ve söz aldım. Kitabı anlayarak okursanız size ikitane meal hediye edeceğim. Kabul ettiler. Size çok teşekkür ediyorum. İlminize, elinize, gayretinize ve vahye uyanlara selam olsun" (Ibrahim Serin "Hangi Muhammed?" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)

RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (42. YAZI )   Said Nursi, Allah'ın âyetlerinde ilhada sapıyor. Yani  âyetleri heva ve hevesine göre yorumlayarak manalarını tahrif ediyor.Said Nursi diyor ki:"Elif. Lam. Mim. İşte bu kitap kendisinde şüphe yoktur. Allah'tan sakınanlar için bir rehberdir"(Bakara- 2 )                    "El kitab-u la raybe fi-hi huden lilmuttekin""Risâle-i Nur'un mebde-i intişârı (yayılmasının başlangıcı) (Tılsımlar mecmuası- 184, Mâidetul Kur'an - Kur'an Sofrası )Devam ediyor ve diyor ki: "Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe içindeyseniz, haydi onun sürelerinden birisi gibi bir süre getirin Allah'tan başka sahiplerinizi de çağırın, Eğer sözünüzde doğru kimseler iseniz"(Bakara- 23)" Said Nursi'ye göre bu âyetin verdiği mesaj şudur. "Ve in küntüm fi raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdina" "kulumuza indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe içindeyseniz"(Tılsımlar Mecmuası-181,Mâidetul Kur'an Sofrası)(1372 -1372)"Devri Nur'un başlangıç" "Risâle-i Nur'un başlangıç) tarihidir"Yani Said Nursi'ye göre bu âyette bulunan "abdiné" "kulumuz" dan maksat Said Nursi ve eseri Risâle-i Nur Külliyatıdır.Halbuki âyette bulunan "abdiné" "kulumuz" son Nebi olan Muhammed ( a.s) dır.Ona indirilen de son vahiy olan Kur'an'dır.Said Nursi'nin iddiasına göre bu âyetler Risalei Nur'a işaret ediyor, eserini müjdeliyor. Devamla diyor ki " Şemsi Kur'an'ın meydan okumasına bir zeyl olarak ondan la yenfek (ayrılmaz) bir inşi-a olan envar-ı Nuriye'nin bütün aktarı aleme okuyuşunu gösteriyor"Yukarıdaki cümlenin manası az bir yanılma ile şöyledir."Kur'an güneşinin (müşriklere) meydan okumasına bir zeyl olarak ondan ayrılmaz bir yapısı (parçası) olan nurların nuru (Risâle-i Nur Külliyatı) bütün insanlara okunuşunu (yukarıdaki âyet) gösteriyor"( Tılsımlar Mecmuası- 181)Yukarıdaki âyetin cümlesini şöyle yorumluyor. "Fe'tü bisuretin min mislihi"(1880) "Son asırların tağut  dalaletinin (Mustafa Kemal ) doğumu olup, onun temsil ettiği ruh'u dalâlete Hz. Kur'an'ın ve ondan Nebean eden( fışkıran) Risâle-i Nur'un  meydan okumasını gösteriyor"( Tılsımlar Mecmuası- 193)Yani Said Nursi'ye göre Risâle-i Nur Külliyatı Kur'an'dan fışkıran bir nurdur.Said Nursi'ye göre Kur'an Risâle-i Nur'u işaret ediyor."Allah inananların dostudur onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları da tağuttur"( o ise )onları aydınlıktan Karanlığa çıkarır"Onlar Ateş ehlidir.Orada ebedi kalacaklardır"( Bakara- 257)Bu âyetle alakalı Said Nursi diyor ki: "Makamı cifri ve ebced hesabı ile Risale'i Nur'un ismine tam tamına tetabuk eder"(Şualar- 236, Asay-ı Musa- 82)Yani Said Nursi'ye göre yukarıdaki âyet Risâle-i Nur gibi bir eserin doğacağına işaret ediyor.Başka bir âyet,"Ey Nebi ! onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değildir.Fakat Allah, dileyen kimseye hidayet eder"( Bakara- 272) Said Nursi bu âyetle alakalı şöyle diyor. "Velakinnallahe yehdi men yaşâu" (598) "Risale'i Nur- 598 )(Tılsımlar Mecmuası -184) Yukarıdaki âyette demek istediği şudur."Allah dilediğini Risâle-i Nur'la hidayet edecektir" Diğer bir âyet,      "İnneddine indallahil İslam..." "549- Risale'i Nur- 548, lam'ı tarifsiz 549)( Tılsımlar Mecmuası- 192)Yukarıdaki âyette demek istediği şudur."İslam Risâle-i Nur Külliyatıdır veya Risâle-i Nur Külliyatı İslam'ın kendisidir"Devam ediyor."Yoksa siz, Allah, içinizden cihada katılanları belli etmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennete gireceğinizi mi sandınız"( Âli İmran- 142) Bu âyetle alakalı Said Nursi diyor ki: "Velemma yalemillahllezi cehedu minkum" (Bediüzzaman )arefe'i veladet(doğum zamanı ) 1254- 1253 sene'i şemsiye- hicriye  ile tarih'i veladet 1323 -1293- sene'i kameriye- hicriye ile))Tılsımlar Mecmuası- 184 Mâidetul  Kur'an)  Said Nursi, Bunun gibi onlarca Kur'an âyetinin cifir ve ebced hesabıyla Risale'i Nur ve Müellifine işaret ettiğini iddia etmektedir.Dolayısıyla Said Nursi Allah'ın kitabı olan  Kur'an'ı tahrif etme cüretini gösteren bozuk imanlı  batınilerden biri olmuştur.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(203. YAZI)Rum Süresi 60 Âyet Olup Mekke'de İnmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Mîm. 2,5-) Rumlar, (rakım bakımından) en alçak bir yerde (ovada) mağlup oldular. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce de sonrada emir Allah’ındır yani o gün müminler Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, Aziz'dir, Hakim'dir. (Kur'an, müşriklere nazaran, kitap ehli Hristiyanları "ehveni şer" olarak görüyor. Yani bazı durumlarda büyük zararlardan kurtulmak için zararı daha az olanı tercih etmeli ve ona destek verilmelidir. Ancak kim olursa olsun, dini ne olursa olsun her zaman mazlumdan yana olmak en önemli Kur'an ilkelerindendir. Üçüncü âyette bulunan "edné" kelimesine, "yakın" anlamının verilmesi hatalıdır. "Edné" "Rakım bakımından alçak" anlamına gelmektedir. Yani savaş bir ovada yapılmıştır. Zaten yakın anlamı verildiği zaman âyet anlamsız hale geliyor.) 6-) Bu Allah’ın vâdettiğidir. Allah vâdinde hilâf etmez; lâkin insanların çoğu bilmezler. 7-) Dünya hayatının görünen yüzünü bilirler yani onlar âhiretten tamamen gafildirler. 8-) Kendi nefislerinde, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak yani muayyen bir süre için yarattığını hiç tefekkür etmediler mi? Yani insanların çoğu, Rablerine kavuşma hususunda kâfirdirler. 9-) Onlar, yerde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha şiddetli bir kuvvete sahip idiler yani yerde eserler yapıp, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Resülleri, onlara da apaçık deliller getirmişlerdi. Allah hiç bir zaman onlara zulmetmedi; fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 10-) Sonunda, Allah’ın âyetlerini yalanlayarak yani onları alaya alarak kötülük yapanların âkibetleri çok kötü oldu. 11-) Allah, ilkin yaratılışı başlatan, sonra da bunu iade edendir Sonunda O’na döndürüleceksiniz. 12-) Yani kıyametin kopacağı gün, mücrimler (müşrikler) ümitsizlik içinde kalacaklardır. (Âyette "kıyametin kopacağı gün, mücrimler (müşrikler) ümitsizlik içinde kalacaklardır.) denilmesi, kabir azabının olmadığını gösteriyor. Çünkü kabir azabı olsaydı, ümitsizlik daha önce başlayacaktı.? 13-) Allah’a koştukları şeriklerinden kendilerine hiçbir şefaatçı (yarar sağlayan) olmayacaktır. Zaten onlar, şeriklerine de kâfir olacaklardır. (Yani evliya ve ilâh gibi masum gördükleri, eserlerini yüce Allah'a ortak koştukları muhaddis, müctehid ve mezhep imamlarının kendilerine hiç bir faydalarının olmadığını göreceklerdir.) 14-) Yani kıyamet kopacağı gün, işte o gün (müminlerle kafirler) birbirlerinden ayrılacaklardır. 15-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince, onlar, cennette mutluluk içindedirler. 16-) Kafir olanlar yani âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayanlar ise, işte onlar azapta hazır bulundurulacaklardır. 17,18-) O halde akşama kavuştuğunuz zaman ve sabaha kavuştuğunuzda tesbih Allah'ın'dır yani göklerde ve yerde karanlıkta ve aydınlıkta hamd (güç-kuvvet-övgü) ona özeldir. 19-) Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor yani yeryüzünü ölümünün ardından O diriltiyor yani siz de (öldükten sonra) böyle çıkarılacaksınız.20-) Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Sonra siz, (her tarafa) intişar eden bir beşer oluverdiniz. 21-) Kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda meveddet ve merhamet kılması da O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Doğrusu bunda, tefekkür eden bir kavim için âyetler vardır. 22-) O’nun âyetlerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin muhtelif olmasıdır. Şüphesiz bunda âlimler için âyetler vardır. Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "âlimine" "âlimler" kelimesini, diğer bütün kıraat imamları "âlemine" "âlemler"(insanlar) olarak okumuşlardır. Yani bu kıraate göre âyetin son cümlesinin manası şöyle oluyor. "Şüphesiz bunda alemler (insanlar) için âyetler vardır.) 23-) Gece olsun gündüz olsun, uyumanız ve Allah’ın faziletinden (nasibinizi) aramanız da O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için âyetler vardır. 24-) Yine O’nun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor yani gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için âyetler vardır. 25-) Göğün ve yerin O’nun buyruğu ile durması da O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Sonra sizi topraktan bir dâvet etti mi hemen (olduğunuz yerden) çıkıverirsiniz. 26-) Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmiştir. 27-) Yaratmaya başlayan, sonra onu iade eden (tekrarlayan) O’dur, ki bu, O’nun için daha kolaydır yani göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O’nundur. O, Aziz'dir, Hakim'dir. (Her zaman ilk yapılan şey yani ilk icad zordur. Çünkü düşünme, araştırma, parçaları bir araya getirme, çalıştırma gibi onlarca safhadan geçirmek gerekiyor. Fakat ikincisini yapmak çok daha kolaydır. Çünkü ikincisi artık kopya olacaktır. İşte öldükten sonra dirilişte bunun gibidir. Şöyle bir örnek verelim. Askerlik çağına gelmiş gençlerin adreslerini öğrenmek, onların hakkında her türlü bilgiye sahip olmak, onları askerlik hakkında bilgilendirmek, onları birliklerine kadar sevketmek uzun bir zaman ve süreç istiyor. Fakat birliklerine dağıttıktan sonra artık bir düdükle hepsini ictima alanında hazır bulursunuz.) 28-) Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir: Elinizin altında bulunanlar içinde, size verdiğimiz rızıklarda -birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit (haklara sahip)- ortaklarınız var mı? İşte biz âyetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz. ŞEYTAN EVLİYASINA İBRETLİK BİR TEMSİL Bu âyette yüce Allah, şeytan evliyasına ve ilahlara kulluk eden müşriklere cevap olması açısından güzel bir örnek ve akli bir kıyas yapmaktadır.Çünkü bütün müşrikler gibi Mekke müşrikleri de Allah'a iman etmekle beraber evliya ve ilahlarının Allah'ın dostları, yardımcıları, şefaatçi olduklarına iman ediyorlardı.Yüce Allah onlara öyle bir örnek veriyor ki, doğruluğunu başka hiçbir şeye bakma ihtiyaçları olmadan kendilerinden bilebilecekleri bir delil sunmutur. Delillerin en güzeli ve en etkilisi de, kişinin bizzat kendisinde bulunan ve inkar edemeyeceği bir şekilde kendisine karşı kullanılmasıdır.Yüce Allah şunu demek istiyor: Ey müşrikler! Korumanız altında olan, elinizin altında çalışanlar mal- mülk kuvvet- kudret, otorite- güç bakımından kendinize eşit seviyede kimse var mı? Dolayısıyla köle ve cariyelerinizden mal ve mülk, kuvvet ve kudret, güç ve otorite hususunda size ortak olacak kadar mal ve servet verip onları maddi olarak yüceltir misiniz ki, siz onlarla maddi bakımdan eşit hale gelesiniz? Bunun sonucunda da, mallarınızı sizinle birlikte istedikleri gibi paylaşsınlar ve onlarda tasarruf sahibi olsunlar. Çünkü bu bir ortağın, ortağına karşı taşıdığı korkudur."De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı, o takdirde bu ilahlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı"(İsra-42)"Yoksa o müşrikler, yeryüzünde bir takım ilahlar edindiler de, onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı yer ve gök (bunların nizam-ı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir"(Enbiya-21,22)Dolayısıyla "sizden biriniz, yanında çalışanın, mal ve mülk konusunda kendisine ortak olmasını istemez ve kabul etmezken"Yani siz mal ve mülkünüzde herhangi bir ortaklığa razı olmazken, nasıl olur da, noksan sıfatlardan uzak olan Allah, yarattığı aciz bir kulunu uluhiyet ve rububiyetine ortak eder? Bu sizin fıtrat ve aklınıza göre batıl ve yanlış bir hüküm olduğuna göre, halbuki bu sizin hakkınızda mümkün ve caizdir. Çünkü sizin köle ve cariyeleriniz gerçekte sizin malınız değil, onlarda sizin gibi kullardır. Sizin yaratılışınıza eşit bir şekilde aynı maddeden yaratılmışlardır. Bu durumda iken bile, siz kölelerinizi kendinize maddi güç bakımından eşit kılmak istemezken, Allah kullarından kendisine eşit olacak bir şekilde "evliya ve yardımcı ilahlar" edinir mi? Nasıl olur da, böyle bir şeyi Allah hakkından mümkün ve caiz görürsünüz?) 29-) (Gerçek şu ki) zulmedenler, ilimsizce hevalarına tâbi oldular. Allah’tan (vahiy'den) sapanı kim hidayete ulaştırabilir yani onların yardımcıları yoktur.

8 Mayıs 2022 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(202. YAZI)31-) Elçilerimiz İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleketin ehlini helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. 32-) (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, geride kalacaklar arasındadır.(Kur'an'da Ğâbirin kelimesi yedi âyette geçmektedir. Hepsi de Lut (a.s) ın kafir hanımıyla ilgilidir.) 33-) Elçilerimiz Lût’a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı yani onlardan dolayı daraldı. Ona: Korkma ve hüzünlenme! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, geride kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler. 34-) "Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten bir rics indireceğiz." 35-) Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir âyet bırakmışızdır. 36-) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, ahiret gününe umut bağlayın yani yerde fesad yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi. 37-) Fakat onu yalanladılar. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. 38-) Âd ve Semûd’u da (gelince) yani sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları meskenlerden apaçık anlaşılmaktadır yani şeytan onlara yaptıkları amelleri süslü gösterip onları yoldan engelledi. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar. 39-) Karun’a, Firavun’a ve Hâmân’a(gelince). Andolsun ki, Musa onlara apaçık beyyinelerle gelmişti de onlar yeryüzünde kibirlik taslamışlardı. Halbuki bizi geçebilecek değillerdi. 40-) Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk yani Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 41-) Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi! Âyette “ankebüt” kelimesi ile dişi örümcek kastedilmektedir. Kuran`da, “evlerin en ehveni” olarak neden özellikle dişi örümceğin evi gösterilmştir? Dişi örümcek, cinsel ilişkiye girdikten sonra yamyamlık yaparak kendi erkeğini yemektedir. Bu yüzden dişi örümceğin evi bırakın başkalarına huzur ve güven vermesini, kendi eşi için bile güvenilmezdir. Canlı türleri genelde evlerini sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü tehlikeden korumak için inşa ederler. Oysa örümcek evini yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder. Bu yüzden evlerin en güvenilmezi örümceğin evidir. Yani âyet bizi şirke karşı uyarmaktadır. Allah'ın yanında yöresinde evliyaya sığınanlar, örümceğin evine sığınanlar gibi mahvolmaya mahkum olurlar. Dişi örümcek kendisine en yakın olan eşini bile hiç acımadan yok eder. İşte dişi örümceğe benzetilen rivayetler, ictihadlar, mezhepler, tarikatlar, tekke ve cemaat yurtları da kendilerine sığınanları yani kendilerine güvenenlerin hayatlarını mahvederler. İnsanın Kur'an'ın dışında sığınaklar araması, dinen ve ahlaken bir yok oluştur.Bu sığınaklar kimin adına olursa olsun farketmez. Çünkü herşey Allah'ındır ve her hayır yüce Allah'ın kitabındadır. Allah'ın yarattığı kulun, Allah'ın âyetleri dışında evliya arayıp onların yalanlarına sığınması kadar hayret edilecek bir şey yoktur! Allah'ın yani Kur'an'ın dışındaki kaynakların insanların başına getireceği felaket, Ankebüt süresini incelediğimiz âyetinde çok güzel bir misal ile gösterilmiştir. Kur'an dışı kaynaklara karşı bizi uyaran bir başka âyet ise şöyledir: Rabbiniz’den size indirilene tâbi olun. O'nun dununda (yanında-yöresinde-altında) başka evliyaya tâbi olmayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.(Âraf Süresi- 3)42-) Şüphesiz ki Allah, onların dununda (yanında-yöresinde-astında) hangi şeye dua ettiklerini bilir. O, Aziz'dir, Hakim'dir. 43-) Yani biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler bunlara akıl erdirirler. 44-) Allah, gökleri ve yeri hak olarak (bir amaca yönelik olarak) yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için (Allah’ın varlık ve kudretine) bir âyet bulunmaktadır. 45-)(Ey Nebi!) Sana vahyedilen kitab’ı oku yani salâtı ikâme et. Muhakkak ki, namaz, fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar. Allah’ın zikri elbette (öğütlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir. (Bu âyet salât'ı ikâme etmenin namaz olmadığını ortaya koyan en önemli âyettir. Âyette salât'ı ikâme etmenin insanları yüzde yüz, mutlaka kötülüklerden alıkoyacağını garantilemektedir. Yani "lealle" "umulur ki alıkoyar" demiyor. Garanti vererek "mutlaka alıkoyar" buyurmaktadır. Fakat kesin olarak biliyoruz ki, namaz iman edenleri hiçbir kötülükten alıkoymuyor. Tam aksine namaza en çok değer verenler ve hiç terketmeyenler toplum için en tehlikeli olanlardır. Bir fetö'nün yaptıklarını düşünün, birde kıldıkları namazlarını düşünün, bir cemaatlerin yurtlarında olan çocuk istismarlarını ve cehaletlerini düşünün, birde kıldıkları namazlarını düşünün.Namaz kılan insanların büyük çoğunluğunun dürüst olmadıkları darbı mesel yani artık herkesin bildiği bir şey olmuştur.Kombassanı, yimpaşı, insanların servetini kadınlara yediren ihlas holdingi düşünün, birde hocalarının namazın üzerinde ne kadar durduklarını bir düşünün. Cemaat ve tarikatlarda olan cehalet ve taklidi düşünün, birde namaza ne kadar değer atfettiklerini bir düşünün. Dâişi, Boko Haram'ı, El Kâidenin vahşetlerini düşünün birde namazı hiç terketmediklerini düşünün, Diyanet İşlerinin binlerce cami, Kur'an kurslarını ve namazlarını düşünün, birde ilim ve fikir planında Türk toplumuna ne kadar yararlı olduğunu bir düşünün. O zaman yukarıdaki âyette bulunan "ekimis salâte" "salat'ı ikame et" asla namaz kılmak anlamında değildir. Kur'an ilim ve ahlakının insanlara anlatılması, zihnen Kur'an'ın ilim ve ahlakıyla desteklenmeleri anlamına gelmektedir. Âyette bulunun "velé zikrullâhi ekberu" "senin eğitim sisteminden en büyük öğüt aracın Allah'ın zikri olan Kur'an olsun, gençliğini Kur'an'ın ilim ve ahlakıyla yetiştir" demektir. Bunun aksine namaz insanları Kur'an'dan uzaklaştıran en büyük araç olmuştur. Namaz kılanlar Kur'an'ın en önemli kavramlarını bilmezler. Namazın insanlığa zerre kadar bir faydası olmamıştır.) İkincisi ve belki de en önemlisi şudur. Âyet tüm insanlara hitap eden bir ayet değildir. Nebi (a.s) ın şahsına yöneliktir. Bu âyetin geniş açılımı (Hud-114; İsra-78, 79 ve Müzzemmil süresidir. Yani Nebi (a.s) ın Mekke müşriklerine karşı koyabilmesi için Kur'an ile donanmasını anlatmaktadır.) Üçüncüsü, diyalog ve iletişim olmadan yani insanları sözün gücüyle eğitmeden onları kötülüklerden engellemenin imkanı var mı? Dördüncüsü: Âyette bulunun "vahyi tilâvet" ten sonra gelen "vav" edatı, "yani" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla âyetin anlamı şöyledir. (Ey Nebi!) Kitaptan sana vahyedileni tilâvet et yani salat'ı ikâme et. Salat (Kur'an'la eğitim) mutlaka fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar... "Beşincisi: Tilâvet normal bir okuma değildir, anlayarak ve kavrayarak okuma anlamındadır. Çünkü bir çok âyette "Allah'ın âyetlerini insanlara tilâvet eden Resüller olmadan, onlara azap edilmeyeceğini haber veriyor. Demek oluyor ki tilavet, Kur'an ilim ve hikmetinin anlaşılmasını sağlayan bir okuyuştur.) 46-) Ve onlardan zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla (din adamlarıyla) en güzel bir şekilde (vahiy'le) mücadele edin yani deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik yani bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir ve biz sadece O’na teslim olmuşuzdur. 47-)(Ey Resül!) İşte böylece sana bu kitab’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar ve şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır yani âyetlerimize ancak kâfirler (inatları yüzünden) karşı çıkar. 48-) (Ey Nebi!) Sen bundan önce ne bir kitap okur ve ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtılda olanlar kuşku duyarlardı. 49-) Bilakis, o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimize ancak zalimler karşı çıkar. (Âyetlerin anlattiği Kur'an, yani yüce Allah tarafından indirilen vahiy yani Kitab-ı Mübin, nesnelerde olan bir şey değildir. O levhi mahfuzda ve göğüslerde yer alan bir kitaptır. Yani yazının değil sözün gücüne dayanmaktadır. Yazı ile değil, sözle ilgili bir yapıya sahiptir. Yani âyetlerde olan Kur'an 👁 gözle görülemez, ✋ elle tutulamaz. Dolayısıyla ona temiz olmayanlar dokunamaz âyeti insanlarla ilgili değil, şeytanlarla ilgilidir. Söz konusu ayetlerin hepsi Mekke'de inmiş ve hepsi de Müşriklere cevaptır. Yani ey Mekke müşrikleri! "İş iftira ettiğiniz gibi değildir, Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indirmiyor. Yalan söylemeyin" demektir.(Şuara-210, 211, 212)Şeytanların ona dokunamaması, ondan bir şey çıkarıp bir şey eklememeleri ile ilgilidir. Yani Allah'ın koruması altında olduğu için onda tasarrufta bulunamazlar anlamındadır. Vakıa süresi 77. âyette bulunan "le yemessuhu illel mutahharun" "temiz olmayanlar ona dokunamaz" ifadesi, nehiy yani yasaklama değil, nefiy'dir yani cevap ve haber vermedir, ona dokunmaları mümkün değildir, demektir. İşte Şii ve Sünni din adamları bu kadar Kur'an cahilidirler.) 50-) "Ona Rabbinden âyetler (mücizeler) indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Âyetler ancak Allah’ın indindedir. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.51-) Kendilerine okunmakta olan kitab’ı sana indirmemiz onlara kâfi gelmemiş midir? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve öğüt vardır. 52-) De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir yani bâtıla iman edip Allah’a kâfir olanlarr (var ya), işte husrana uğrayacaklar onlardır. 53-) Yani senden, azabı acele (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı yani onlar farkında değilken, ansızın kendilerine geliverecektir. 54-) Evet senden azabı acele istiyorlar yani hiç şüpheleri olmasın, cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır. 55-) O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak yani Allah (onlara): "Yaptıklarınızı tadın!" diyecektir. 56-) Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde yalnız bana ibadet edin. 57-) Her nefis ölümü tadıcıdır. Sonunda bize döndürüleceksiniz. 58-) İman edip salih ameller işleyenleri (evet) muhakkak ki onları, içinde devamlı kalmak üzere altlarından nehirler akan cennetin odalarına yerleştireceğiz. (Böyle salih) ameller işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir! 59-) Onlar, sabreden kimselerdir yani yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir. 60-) Yani nice canlı vardır ki, rızkını taşımıyor. Onları da sizi de Allah rızıklandırıyor. O, her şeyi işiten ve bilendir. 61-) Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı musahhar kılan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah'tır" derler. O halde nasıl (haktan) ayrılıp döndürülüyorlar? 62-) Allah rızkı kullarından dilediğine yayar, dilediğine de ölçülü verir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. 63-) Andolsun ki onlara: "Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü dirilten kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah'tır" derler. De ki: (Öyleyse) hamd da Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) akıllarını kullanmazlar. (Hamd kavramlarının iniş yeri Mekke olduğu için, içinde sadece övgüyü barındırmaz. Hamd, güç ve kuvvet, kudret ve mutlak egemenlik anlamına gekmektedir.) 64-) Bu dünya hayatı ancak bir eğlenceden yani bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte orası esas diriliş yeridir. Keşke bilmiş olsalardı! 65-) Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâsla) Allah’a yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah’a) ortak koşmaktadırlar. 66-) Kendilerine verdiklerimize karşılık olarak kâfirlik yapsınlar yani (onlarla) yararlansınlar! Ama yakında bilecekler! 67-) Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) emniyet içinde dokunulmaz bir yer kıldığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah’ın nimetine kâfirlik ediyorlar? 68-) Allah’a karşı yalan yere iftira eden yahut kendisine hak gelmişken onu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kâfirlere yer mi yok! 69-) Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza (vahiy'le) hidayet edecektir. Hiç şüphe yok ki Allah güzel ahlak sahipleriyle beraberdir.(Ankebüt Süresinin Sonu)

7 Mayıs 2022 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(201. YAZI)Ankebüt Süresi 69 Âyet Olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Mîm. 2-) İnsanlar, fitneden geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi hesap ettiler? 3-) Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de fitneden geçirmişizdir. Elbette Allah, sâdıkları ve yalancıları bilecektir.(Yani sınayarak ortaya çıkaracaktır. Kur'an'da bulunan üç kavram sınama anlamına gekmektedir. 1-) Bela: Musibetlerle sınama. 2-) Fitne: İmanları mı artacak küfürleri mi diye yapılan sınama. 3-) İmtihan: İman ve takvalarının ölçüsünü sınama 4-) Yoksa kötülükleri yapanlar bizi açabilecelerini mi hesap ettiler? Ne kadar kötü hüküm veriyorlar! 5-) Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir yani O, her şeyi işiten ve bilendir. 6-) Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir. (O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur). 7-) İman edip yani salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının en güzeli ile karşılık veririz. 8-) Biz, insana, ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında ilmin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için cehd ederlerse, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. 9-) Ve iman edip yani salih ameller işleyenleri, muhakkak sâlihlerin içine katarız. 10-) İnsanlardan kimi vardır ki: "Allah’a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyet edildiğinde, insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka, "Doğrusu biz de sizinle beraberdik" derler. İyi de, Allah, âlemlerin (insanların) göğüslerinde olanları en iyi bilen değil midir? 11-) Yani Allah, elbette iman edenleri de bilir, munafıkları de bilir. 12-) Yani kâfirler, iman edenlere: Bizim yolumuza tâbi olun, sizin hatalarınızı biz yüklenelim, derler. Halbuki onların hiçbir şeyde hatalarını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, yalan söylemektedirler. 13-) Yani onlar kendi ağırlıklarını ve kendi ağırlıklarıyla beraber nice ağırlıkları yükleneceklerdir yani iftira etmekte oldukları şeylerden dolayı kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.14-) Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik de o, içlerinde bin seneden elli yıl eksik kaldı. Onlar zulmederken tufan kendilerini alıverdi. 15-) Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık yani onu âlemlere bir âyet kıldık. 16-) Ve İbrahim’e gelince, o kavmine şöyle demişti: Allah’a ibadet edin. O’na karşı takvalı olun. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. 17-) Siz Allah’ın dununda birtakım putlara ibadet ediyorsunuz yani (evliya ve ilâhlarla) iftiralar yaratıyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz, size rızık vermeye mâlik olamazlar. O halde rızkı Allah'ın indinde arayın ve O’na ibadet edin yani O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz. 18-) Yani eğer (size tebliğ edileni) yalanlarsanız, bilin ki sizden önceki birçok ümmetler de (kendilerine tebliğ edileni) yalanlamışlardı.Resül'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir. (Kur'an'da tebliğ sadace Resül ve risalet (mesaj) bağlamında geçen bir kavramdır. Tebliğ Nebi bağlamında geçmez. Tebliğ denilince akla sadace vahiy gelmesi gerekiyor. Vahiy haricinde kalan bilgilerin aktarılması tebliğ sayılmaz. İşte bu yüzden tebliğ Resül ve risâlet için kullanılmıştır. Tebliğin Resül ve risâlet bağlamında geçtiği âyetler. (Âli İmran-20; Âraf- 62, 68, 79, 93; Hud- 57; Ahzab- 39; Ahkaf- 23; Mâide-67, 92-99; Râd- 40; Nahl- 35, 82; Nur- 54; Ankebut- 18; Yasin- 17; Şura- 48; Teğâbun-12; Cin- 23)Vahyin kendisi de zaten belâğdır. (İbrahim-52; Enbiya106; Ahkâf-35) 19-) Allah’ın, yaratmayı nasıl başlattığını, sonra bunu (nasıl) tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır. 20-) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, ilk yaratılışın nasıl başladığına bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da inşâ edecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 21-) O, dileyene azabeder, dileyene de merhamet eder yani O’na döndürüleceksiniz. 22-) Ne yerde ne de gökte (Allah’ı) âciz bırakamazsınız yani Allah’ın dununda (yanında-yöresinde-altında) bir veli ve yardımcı da bulamazsınız. 23-) Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmaya kâfir olanlar -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir yani onlar için elim bir azap vardır. 24-) Kavminin (İbrahim’e) cevabı ise: "Onu öldürün yahut yakın!" demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için âyetler vardır. 25-) İbrahim onlara dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına özel bir meveddet uğruna Allah’ın dununda birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet gününde birbirinizi tanımazlıktan gelecek yani bazınız bazınıza lânet edeceksiniz ve barınağınız yer ateştir ve hiç yardımcınız da olmayacaktır. 26-) Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim’e hicret ediyorum. Şüphesiz O, Aziz'dir, Hakim'dir, dedi. 27-) Ve ona İshak'ı ve Ya’kub’u bağışladık. Nübüvvet'i ve kitâb'ı (vahyi), onun zürriyetine özel kıldık yani ona dünyada mükâfatını verdik ve o, ahirette de sâlihlerdendir.(Ahirette insanlar dünyadaki makam ve mertebeleriyle değil, güzel ahlak ve meziyetleriyle anılacaklardır. İbrahim (a.s) ın âhirette salihlerden olmasının anlamı budur. Mesela: Risâlet dünya ile ilgili bir görevlendirme olduğu için âhirette son bulacak fakat Nübüvvet devam edecektir.(Nisa-69) Çünki Nübüvvet bir ihlas ve takva makamıdır.) 28-) Lût’u da kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! 29-) Bu ilâhî ikazdan sonra hâla siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) sâdıklardan isen, Allah’ın azabını bize getir! 30-) Lût: Rabbim! Şu müfsid kavme karşı bana yardım et! dedi.

5 Mayıs 2022 Perşembe

KUR'AN-I MÜBİN'IN MEÂLİ(200.YAZI) Kasas Süresi 51-) Andolsun ki biz, tezekkür etsinler diye, kavli (vahyi) birbiri ardınca ulaştırmışız. (aralıksız vahiylerimizi göndermişizdir). 52-) Ondan (Kur’an’dan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. 53-) Onlara (Kur’an) okunduğu zaman: Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş haktır. Esasen biz daha önce de müslüman idik, derler. 54-) İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü güzellikle savarlar yani kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. 55-) Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler yani bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Size selam olsun. Biz cahilleri aramıyoruz, derler. (Kur'an'ın dilinde ve dininde cehalet, ilim tahsil etmekle ilgili birşey değildir. İnanç, ahlak, karakter ve hareketlerle ilgili bir durumdur. Bu konularda dengesiz olan cahildir. Âyetin son cümlesini anlatan güzel bir sözü vardır. "Cahille sohbeti kestim") 56-)(Ey Nebi!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin lâkin Allah dileyene (vahiy'le) hidayet eder ve hidayete erenleri en iyi O bilir. (Hidayet vahiy'le ilgili bir durum olduğu için yüce Allah hiç kimseye direkt olarak hidayet vermez ve vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseyi de sapkınlığa mahkum etmez.Eğer ortada vahiy olmasaydı. İşte o zaman yüce Allah istediğine hidayet ve sapkınlık verirdi.Vahiy göndererek yol gösterdikten sonra kalbe ve iradeye baskı yaparak hidayet ve sapkınlık vermek yüce Allah'ın adaletine uygun düşmez. Eğitim olmadan not vermeye benzer. O zaman toplumda hiç bir gelişme ve ilerleme olmaz.) 57-) "Biz seninle beraber hidâyete (Kur'an'a) tâbi olursak, yerimizden atılırız" dediler. Biz onları, kendimizden bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, muharrem (dokunulmaz) emniyetli bir yere yerleştirmedik mi lâkin onların çoğu bilmiyorlar. 58-) Biz, refahından şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir. İşte meskenleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir yani onlara biz vâris olmuşuzdur. 59-) Rabbin, kendilerine âyetlerimizi tilâvet eden bir Resül'ü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir yani biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir. (Kur'an'da tilâvat yüce Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır. Tilâvat Nebi bağlamında geçmez. Âyette bulunan "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi tilavet eden bir Resul'ü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir" cümlesi, Resul'ün sadece vahyi tebliğ ettiğini ve yalnız vahyi duyurduğuna en güzel bir delildir. İkincisi, tilâvet rastgele üstün körü okuma anlamında değil, bilinçli ve şuurlu yani akıl ve zihinle farkında olarak okumaktır. Dolayısıyla karşıdaki insan ne söylendiğini bilmiyorsa bu tilâvet olmaz. Roman okur gibi Kur'an okunmaz. Kur'an akılla okunacak bir kitaptır. Dil ile değil.) 60-) Size verilen şeyler, dünya hayatının metaı ve zinetidir yani Allah'ın indinde olanlar daha hayırlı ve bâkidir. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız? 61-) Şu halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz kimse -ki ona mutlaka kavuşacaktır-, (sırf) dünya hayatının geçici metaıyla faydalandırdığımız, sonra kıyamet gününde hazır bulunanlardan olan kimse gibi olur mu? 62-) O gün Allah onlara nida edecek: Benim şeriklerim olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir. 63-) O gün aleyhlerine söz (hüküm) gerçekleşmiş olanlar: Rabbimiz! Şunlar (iftira ve yalanlarla) şaşırttığımız kimselerdir. Biz nasıl şaşırdıysak onları da öylece şaşırttık. Sana teberri ederiz. Onlar bize ibadet etmiyorlardı, derler. 64-) Yani "Allah’a şirk koştuğunuz ortaklarınızı dâvet edin!" denilir, onlar da dâvet ederler ; fakat kendilerine cevap vermezler yani (karşılarında) azabı görürler. Ne olurdu (dünyada iken vahyin) hidayetine erselerdi! 65-) Yani o gün Allah onlara nida edecek: Resüllere ne cevap verdiniz? diyecektir. 66-) İşte o gün bütün haberler onlara kör olmuştur. Onlar birbirlerini de soramayacaklardır. 67-) Fakat tevbe eden yani iman edip salih amel işleyen kimseye gelince, onun kurtuluşa erenler arasında olması kesindir. 68-) Yani Rabbin, (Resül olarak) dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah sübhandır yani onların şirk koştuklarından yücedir. 69-) Rabbin, onların, göğüslerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarını da bilir. 70-) Yani O, Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. İlkinde de, sonunda da hamd O’nundur yani hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. 71-) (Ey Resül!) De ki: Eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek ilâh kimdir? Hâla işitmeyecek misiniz? 72-) De ki: Eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâla görmeyecek misiniz? 73-) Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü (büyük bir nimet olarak) kıldı ki geceleyin dinlenesiniz, (gündüzün) O’nun faziletinden (rızkınızı) arayasınız yani şükredesiniz. 74-) O gün Allah onlara nida edecek: Benim şeriklerim olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir. 75-) O gün her ümmetten bir şahit çıkarır, (kâfirlere): Burhanınızı getirin! deriz. O zaman hakkın tamamen Allah’a ait olduğunu bilirler yani iftira ettikleri şeyler kendilerinden kaybolup gitmiştir. 76-) Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı bağilik etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımaranları sevmez. 77-) Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda infak ederek) ahiret yurdunu ara ve dünyadan da nasibini unutma. Yani Allah'ın sana olan güzel ihsanı gibi, sen de (insanlara) güzellik et. Yani yerde fesad arama. Şüphesiz ki Allah, fesad edenleri sevmez. 78-) Karun ise: O (servet) bana ancak indimdeki ilim sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki medeniyetlerden, ondan daha kuvvetli, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Mücrimlerin günahları sorulmaz. 79-)Derken, Karun, ziyneti(ve ihtişamı) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: Keşke Karun’a verilenin misli bizim de olsaydı; doğrusu o çok azim bir payın (zenginliğin)sahibidir, dediler. 80-) Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip yani salih ameller işleyenler için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Fakat ona da ancak sabredenler kavuşabilir. 81-) Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik yani Allah’a karşı kendisine yardım edecek bir birliği olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. 82-) Daha dün onun yerinde olmayı temenni edenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol olarak seriyor, dilediğine de belli bir ölçüde veriyor. Şayet Allah bize minnet etmeseydi, bizi de yerin dibine geçirirdi.Yani kâfirler iflâh olmazmış! demeye başladılar. 83-) İşte ahiret yurdu! Biz onu yerde yücelik istemeyen yani fesad peşinde koşmayan kimselere veririz. Âkibet muttakilerindir. 84-) Kim bir güzellikle gelirse ona bundan daha hayırlısı vardır ve kim bir kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kötülükler kadar ceza görürler. 85-)(Ey Resül!) Kur’an’ı (tilâvet etmeyi ve tebliğ etmeyi) sana farz kılan Allah, elbette seni (yine) dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu en iyi bilendir. 86-) (Ey Nebi!) Sen, bu Kitab’ın sana vahyedileceğini ummuyordun. (Bu) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak gelmiş)tir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma! 87-) Yani (Ey Nebi!) Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden engellemesinler ve yalnız Rabbine davet et yani sakın müşriklerden olmayasın! 88-) Yani Allah ile birlikte başka bir ilâha dua etme! O’ndan başka ilâh yoktur. O’nun zâtından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur yani siz ancak O’na döndürüleceksiniz.(Son iki âyette, din ve hüküm olarak yüce Allah'ın indirdiği vahiy'den başka bütün rivayet ve ictihadların yani mezheplerin şirk olduğu açık olarak ortaya konmaktadır. Hemde başta Nebi olmak üzere iman edenlerin tümü uyarılmaktadır.) (Kasas Süresinin Sonu)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(199.YAZI) Kasas Süresi 25-) Derken, o iki kadından biri haya üzerinde (edeple) yürüyerek ona geldi: Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın mükafatı için seni dâvet ediyor. Musa, ona gelip başından geçenleri kıssa edince o: Korkma, o zalim kavimden kurtuldun, dedi. 26-) İki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en hayırlı kimse, güçlü ve emin olandır, dedi. (Yukarıdaki âyet, güçlü, yönetim kâbiliyetine sahip ve emin olmayanların devlet idaresine seçilmemeleri ilgili güzel bir ders veriyor.) 27-) Babaları dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden olacaktır yani sana meşakkat vermek istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın. 28-) Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı düşmanlık olmayacak. Yani söylediklerimize Allah vekîldir. 29-) Sonunda Musa süreyi doldurup ehli ile yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş sezdi (énese). Ehline: Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş sezdim (énestu), belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi. 30-) Oraya varınca, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle nida edildi: Ey Musa! Bil ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’ım. 31-) Yani "Asânı at!" (diye nida edildi). Musa (attığı) asâyı cân gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Geri dön, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın" (diye nida edidi). 32-) "Elini ceybine sok; hiçbir kötülüğü olmadan bembeyaz çıkacaktır yani korkudan açılan kanadını kendine çek.İşte bu ikisi Firavun'a ve onun ileri gelenlerine karşı Rabbin tarafından iki burhandır. Çünkü onlar, fasık bir kavim olmuşlardır" (diye seslenildi). 33-) (Musa) dedi ki: Rabbim! Ben onlardan bir nefis öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum. 34-) Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha fasihtir. Onu da beni tasdik eden bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira beni yalanlamalarından korkuyorum.. 35-) Allah buyurdu: Pazunu kardeşinle bağlayıp (kuvvetlendireceğiz) yani size öyle bir sultan kılacağız ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size ulaşamayacaklardır. Siz ve size tâbi olanlar gâlip geleceksiniz. 36-) Musa onlara apaçık âyetlerimizle gelince: Bu, olsa olsa iftira edilmiş bir sihirdir yani önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik, dediler. 37-) Musa şöyle dedi: Rabbim, kendi katından kimin hidayet getirdiğini yani âkıbet yurdunun (cennetin) kimin olacağını en iyi bilendir. Şüphesiz ki, zalimler iflâh olmazlar. 38-) Ve Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa’nın ilâhına muttali olayım yani onun yalancılardan olduğunu zannediyorum, dedi. 39-) Yani o ve askerleri, yeryüzünde haksız yere kibirlik tasladılar ve bize döndürülmeyeceklerini sandılar. 40-) Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denizde gömdük. Bak işte, zalimlerin akibeti nasıl oldu! 41-) Onları, (Firavun ve ileri gelenlerini) ateşe dâve eden imamlar kıldık yani kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. 42-) Ve bu dünyada arkalarına lânet taktık yani kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadırlar. 43-) Andolsun biz, ilk medeniyetleri yok ettikten sonra Musa’ya, - tezekkür etsinler diye- insanlar için basiretler yani hidayet ve rahmet olarak kitab’ı vermişizdir. 44-)(Ey Resül!) Musa’ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde değildin (o gaybi olaya) şâhit olanlardan değildin.45-) Bilakis biz nice medeniyetler inşâ ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti yani âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin lâkin (onları sana) gönderen biziz. 46-) Ve Musa’ya seslendiğimiz zaman da, sen Tûr’un yanında değildin yani senden önce kendilerine uyarıcı (Resüller) gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik); umulur ki tezekkür ederler. 47-) Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resül gönderseydin de, âyetlerine tâbi olsaydık yani müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (seni göndermezdik). (Âyette bulunan "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resül gönderseydin de, âyetlerine tâbi olsaydık yani müminlerden olsaydı!" bölümü çok önemlidir. 1-) Resül yani vahiy olmadan azap olmaz. 2-) Resüller sadece vahyi tebliğ ederler. 3-) Yüce Allah'tan indirilen ve Resülün dilinde hayat bulan vahyi tek kaynak kabul etmeyen din adamları mümin değillerdir.) 48-) Fakat onlara tarafımızdan o hak (Resül) gelince: "Musa’ya verilen gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa’ya verilene de kafir olmamışlar mıydı? "Birbirine arka çıkan iki sihir!" yani biz hepsine kafiriz demişlerdi.Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "sihrâni" "iki sihir" kelimesini, bazı kıraat imamları "séhirâni" olarak okumuşlardır. O zaman âyetin meâli şöyle oluyor. " "Fakat onlara tarafımızdan o hak (Resül) gelince: Musa'ya verilen gibi ona da verilmeli değil miydi? dediler. Peki, daha önce Musa'ya verilene de kafir olmamışlar mıydı?" Birbirine arka çıkan iki sihirbaz" yani biz hepsine kâfiriz, demişlerdi. İlk kıraate "iki sihir" ikinci kıraatte ise "iki sihirbaz" olarak okunmuştur. "İki sihirbaz" kuraatı daha doğrudur. Çünkü Mısır kafirleri Musa ve Harun'a "iki sihirbaz" demişlerdi. (Tâhâ-63) Ama iki sihrin ne olduğunu çözmek kolay değildir.) 49-)(Ey Resül!) De ki: Eğer sâdıksanız, Allah'ın indinden bu ikisinden (bana ve Musa’ya inen kitaplardan) daha hidayet edici bir kitap getirin de ben ona tâbi olayım! 50-) Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf hevalarına tâbi oluyorlar. Allah’tan bir hidayet edici olmaksızın sadece kendi hevasına tâbi olandan daha sapkın kim olabilir! Elbette Allah (vahiy'den bağımsız olarak) zalim kavmi hidayete iletecek değildir.

3 Mayıs 2022 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(198. YAZI)Kasas Süresi, 88 Âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Tâ. Sîn. Mîm. 2-) Bunlar, apaçık kitab’ın âyetleridir. 3-) İman eden bir kavim için Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana hak olarak tilâvet ediyoruz. 4-) Firavun, yerde yücelik taslamış. halkını çeşitli şia'lara bölmüştü. Onlardan bir tâifeyi zayıf düşürüp eziyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise diri bırakıyordu. Çünkü o müfsidlerdendi. 5-) Yani biz, o yerde zayıf düşürülenlere minnet etmek, onları imamlar yapmak ve onları (İslam dinine-tevhid akidesine) vâris kılmak istiyorduk. 6-) Yani o yerde onları yerleştirmek; Firavun'a, Hâmân’a ve ordularına, onlardan çekindikleri şeyi göstermek (istiyorduk). 7-) Musa’nın anasına: Onu emzir, onun için korkar isen onu denize bırakıver, hiç korkma ve hüzünlenme, çünkü biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu Resüllerden kılacağız, diye vahyetmiştik. 8-) Nihayet Firavun ailesi kendilerine bir düşman ve bir hüzün kaynağı olarak onu aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri hatalı (müşrik) idiler. 9-) Firavun’un karısı: Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize menfaati dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin aslının) şuurunda değillerdi. 10-) Musa’nın annesinin yüreği bomboş olarak sabahladı. Eğer biz, (vâdimize) müminlerden olması için onun kalbini rabt etmeseydik, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. 11-) Yani annesi Musa’nın ablasına: Onu izle, dedi. O da, onlar farkına varmadan bir kenardan onu gözetledi. 12-) Biz daha önceden ona süt analarının emmesini haram ettik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını sizin için üstlenecek, ona kefil olacak bir ev halkını göstereyim mi? demişti. 13-) Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, hüzünlenmesin yani Allah’ın vâdinin hak olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler. (Çok ilginçtir, Musa (a.s) ın çocukluğu üzerinde duran ve teferruatlı bir şekilde anlatan Kur'an, Muhammed (a.s) ın çocukluğu üzerinde hiç durmamış olumlu-olumsuz en ufak bir ayrıntı vermemiştir. Eğer Kur'an, Musa (a.s) veya İsa (a.s) ın çocuklukları üzerinde durduğu gibi Muhammed (a.s) ın çocukluğu üzerinde dursaydı ve onu bu şekilde övmüş olsaydı, Şii ve Sünni din adamlarının bunları nasıl abartıp bire bin yalan ve iftira ekleyeceklerini düşünmek bile istemiyoruz.) 14-) Musa buluğ çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik yani güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız. 15-) Musa, ehlinin gaflette olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi şiasından, diğeri düşmanından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi şiasından olanı, düşmana karşı ondan imdad diledi. Musa da ötekine, bir yumruk vurup işini bitirdi. (Bunun üzerine:) Bu şeytanın amelindendir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır, dedi. (Kur'an'a baktığımızda iki çeşit şeytanın var olduğunu görüyoruz. 1-) Ökfe, cimrilik, haset gibi kötü duygu ve dürtüleri simgeleyen zihinsel şeytan. 2-) Din adamı kılığındaki şeytanlar. En tehlikeli olanlar bunlardır. Çünkü zihinsel şeytanın zararı amelidir. Yani amel bakımından insanları günaha sokar. Fakat din adamı kılığında ete kemiğe bürünen şeytanlar ise, Allah yolundan engelleyen, hakkı batıl, batılı hak, küfrü iman, imanı küfür, ihlası şirk, şirki İslam gösteren bir etki ve yetkiye sahiptir. İtaat, ibadet, ittiba, dâvet, tezyin (süsleme) hutuvat (adımlar), veli-evliya, karin (yandaş) vaad, Allah yolundan engelleme, küfür bağlamında geçen şeytanlar din adamı; vesvese, zelle, düşmanlık, amel, unutkanlık, saçıp savurma, israf, kin, gurur, haset gibi olumsuz dürtü ve duygular bağlamında geçen şeytanlar zihinsel şeytanlardır. Musa (a.s) ın kasdettiği şeytan öfke ve kızgınlık şeytanıdır.) 16-) Musa: Rabbim! Doğrusu ben nefsime zulmettim. Beni mağfiret et, dedi, Allah da onu mağfiret etti. Çünkü, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. 17-) Musa: Rabbim! Üzerimde olan nimetlerine andolsun ki, artık mücrimlere asla arka çıkmayacağım, dedi. 18-) Şehirde korku içinde, (etrafı) murakabe ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek (yine ondan imdat istiyor.) Musa ona dedi ki: Doğrusu sen, apaçık bir şaşkınsın! 19-) Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun? Demek, ıslah edicilerden olmayı değil de, bu yerde ille bir cabbar (zorba) olmak mı istiyorsun? 20-) Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için görüşme yapıyorlar. Hemen (buradan) çık! (Bil ki, ben senin için nasihat edicilerdenim, dedi.21-) Musa korkarak, (etrafı) murakabe ederek oradan çıktı. "Rabbim! Zalimler kavminden beni kurtar" dedi. 22-) Medyen’e doğru yöneldiğinde: Umarım, Rabbim beni düz yola hidayet eder, dedi. 23-) Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir ümmet buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını sulamayı) bekleyen iki kadın gördü. Onlara: Amacınız nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da ihtiyardır. (Ümmet, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlara denir. Vatandaşlık ve ulusal birlik demektir. Millet ise, ister İslam olsun, ister küfür olsun insanlık tarihinde aynı inanca sahip olanlara millet denir. Mesela: İslam milleti, küfür milleti gibi. Kur'an'a göre Türk milleti, Kürt milleti kullanımı hatalıdır. Doğrusu Kürk ümmeti, Türk ümmeti, Arap ümmeti olacaktır. Ümmet, vatandaşlık ve aynı coğrafyada yaşama olduğu için tüm canlılar için kullanılan bir kelimedir. Aynı zamanda her ümmetin bir eceli vardır. Fakat her milletin bir eceli yoktur. Millet ile ümmet arasında bulunan farkı bikmeyenler meal yazımında hata ederler. Yukarıdaki âyete verilen meâl gibi. Ümmetin hangi anlama geldiğini bilmeyen meâl yazarları, ümmete, insanlar diye meâl vermişler. Halbuki ümmet ayrı bir şey, insanlar ayrı bir şeydir.) 24-) Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim, dedi.FAKİR ve MİSKİNİN ARASINDA BULUNAN FARK "Miskin" işi ve oturacak evi olmasına karşın, geliri giderini karşılamayan, eve bağlı olan, yatalak, kronik bir hastalığa mübtela olan kişiye denir.Miskinin hangi anlama geldiğini Kehf süresi 79.âyetten anlıyoruz. "Gemi var ya, o, denizde çalışan miskinlerindi..." Dolayısıyla yeri yurdu belli olan, tanınan ve bilinen çaresiz kişiye miskin denir. Kur'an'da (taam) yemek yedirme fidye ve keffaretler fakir bağlamında değil, miskin bağlamda kullanılmıştır.(Mâide-89, 95; Bakara-184; Mücadele-4; Hakka-34; İnsan-8; Maun-3;)Çünkü yemek yedirme fidye ve kefaret verme durumu meydana geldiği zaman miskinlere ulaşma imkanı kolaydır.Fakat fakire ulaşma imkanı yoktur. Çünkü fakir yabancıdır, tanınan ve bilinen biri değildir yani bir anda insanın karşısında çıkan kişidir.Fakirin hangi anlama geldiğini en güzel gösteren âyet, yukarıda Musa (a.s) ın durumunu haber veren 24. âyettir."Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim, dedi. Dolayısıyla fakir ve miskin kavramları yerine kullanılan" muhtaç" ve "yoksul" ifadeleri, âyetler tarafından inşa edilen fakir ve miskin sistemini darmadağın ediyor. Artık gelecek nesilller için fakir ve miskinin arasında bulunan farkın bir anlamı kalmıyor. Dolayısıyla Kur'an'ın mükemmel sistemi ve kavramlar kombinasyonu yok oluyor.)

1 Mayıs 2022 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (97.YAZI) 45-) Andolsun ki, "Allah’a ibadet edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki fırka oluverdiler. 46-) Sâlih dedi ki: Ey kavmim! Güzellikten önce niçin kötülükte acele ediyorsunuz? Allah’tan istiğfar dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir. 47-) Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. (Sâlih:) Size çöken uğursuzluk (sebebi), Allah katında (yazılı)dır. Hayır, siz fitneye çekilen bir kavimsiniz, dedi. 48-) O şehirde dokuz çetebaşı vardı ki, bunlar yerde fesatlık yapıyorlar yani sulha hiç yanaşmıyorlardı. 49-) Allah’a kasem ederek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz ehlinin helak edilişine şâhid olmadık yani biz sâdıklarız" diyelim. 50-) Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de tuzak kurduk yani kurduğumuz tuzağın şuurunda değillerdi. 51-) Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nasıl oldu: Onları da, (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) darmadağın ettik! 52-) İşte zulümleri yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir kavim için elbette bunda bir âyet vardır. 53-) İman edip Allah’a karşı takvalı olanları kurtardık. 54-) Lût da kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâla o hayâsızlığı yapacak mısınız? 55-) Bu ilâhî ikazdan sonra hâla siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, cehalete devam edegelen bir kavimsiniz! 56-) Kavminin cevabı sadece: «Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar temizlenmek isteyen insanlarmış!» demelerinden ibaret oldu. 57-) Bunun üzerine onu ve ehlini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik. 58-) Onların üzerlerine müthiş bir yağmur indirdik. Bu sebeple, uyarılan (fakat aldırmayan)ların yağmuru ne kötü olmuştur! 59-) (Ey Resül!) De ki: Hamd olsun Allah’a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa şirk koştukları mı? 60-) Onlar mı hayırlı yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah’tan başka bir ilâh mı var! Doğrusu onlar sapkınlıkta devam eden bir güruhtur.61-) Onlar mı hayırlı yoksa yeri oturmaya elverişli kılan yani aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan yani iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar. 62-) Onlar mı hayırlı yoksa darda kalana kendine dua ettiği zaman dâvetine karşılık veren yani (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yerin hakimleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var! Ne kadar da az tezekkür ediyorsunuz! 63-) Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran ve rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’tan başka bir ilâh mı var! Allah, onların şirk koştuklarından yücedir. 64-) Onlar mı hayırlı yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var! De ki: Eğer sâdıksanız burhanınızı getirin! 65-) De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez yani onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. 66-) Hayır; onların ahiret hakkındaki idrakleri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler. 67-) Yani kâfirler dediler ki: Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız? 68-) Andolsun ki, bu tehdit bize vâdildiği gibi, daha önce atalarımıza da vâdedilmiştir. Bu, öncekilerin senaryolarından başka bir şey değildir. 69-) De ki: Yeryüzünde gezin de, mücrimlerin âkıbeti nasıl oldu, görün! 70-) (Ey Nebi!) Onların yüzünden hüzünlenme yani kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı içinde olma. 71-) Onlar: Eğer sâdıksanız (söyleyin bakalım) bu vaâd ne zaman olacak? derler. 72-) De ki: Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bazısı herhalde yakında başınıza gelecektir. 73-) Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı fazilet sahibidir; lâkin insanların çoğu şükretmezler. 74-) Yani Rabbin elbette onların göğüslerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. 75-) Yani gökte ve yerde gâip olan hiçbir şey yoktur ki, mübin bir kitapta bulunmasın. 76-) Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu kıssa etmektedir. 77-) Yani o, müminler için gerçekten bir hidayet ve rahmettir. 78-) Rabbin şüphesiz, onlar arasında kararını verecektir yani O, Aziz'dir, Alim'dir. 79-) O halde sen yalnız Allah’a tevekkül et. Çünkü sen mübin bir hak üzerindesin. 80-) Bil ki sen ölülere işittiremezsin yani arkalarını dönüp giderlerken sağırlara işittiremezsin.81-) Yani sen körleri sapkınlıklarından çevirip hidayete yönlendiremezsin. Sen ancak âyetlerimize iman edip de teslim olanlara işittirebilirsin. 82-) O söz vuku bulduğu zaman, onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize yakin (kesin iman) etmemiş olduklarını söyler. 83-) Yani o gün, her ümmetten âyetlerimizi yalan sayanları toplarız da onlar fevc fevc (hesap yerine) sevkedilirler. 84-) Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse sizin yaptığınız neydi? MÜŞRİKLERİN AKIL VE MANTIĞI Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'da bulunan hiç bir kavrama isabetli bir açıklama getirmediler. İnsanları aldatmak için kavramı Kur'an'dan aldılar. Fakat onu dinlerinde var olan uydurma rivayet ve yalan ictihadlarla doldurdular.Mesela: İslam, din, iman, Nebi, Resul, secde, rukü, salât, salavât, hasenat, salihât, takva, ibadet, ümmet, millet, küfür, ihlâs kavramları gibi.Bu konuda ümmi insanların bir günahı yoktur.Ümmi insanlar hangi geleneğin ve dinin içinde kendini bulmuşsa o inanç ve geleneklerle şekil almışlardır. Şirk akıl ve mantığının en önemli argümanı "din âlimlerimiz, atalarımız, eski ulema bilmedi de, siz mi bildin?""Bunları nereden çıkarıyorsun ?""...Biz geçmişteki (din) atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"(Mü'minün-24) itirazlarıdır. Mezhebi din edinen cahil, düşünmüyor ki, bir de şu Kur'an'a kulak verelim, bir de şu Kur'an'dan konuşanları dinleyelim.Bu konuşan insanlar sadece Kur'an'a atıf yapıyorlar, "dinde Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yok" diyorlar. Bu adamlar dinde adres olarak yalnız Kur'an'ı gösterdiklerine göre, birde Allah'ın indirdiği kitab-a bir göz atalım. Bir ihtimal, olabilir ki, bunlar doğru söylüyor. Rahmân ve Rahim olan Allah müminleri tarif ederken şöyle buyuruyor. "Onlar ki, sözü dinlerler en güzeline uyarlar..."(Zümer-18)Sözü dinlemeden en güzelini nasıl bulacaksınız? Sizin Allah'a, kitab'a imanınız yok mu? Bak Kur'an her şeyi tarif ediyor, her açıklamayı yapıyor. Siz bin dört yüz seneden beri yalan ve iftira konuşuyorsunuz! Bırakın herkes konuşsun, konuşturmuylar, hemen kafirsin, "peygamber" düşmanısın, hemen aforoz ediyorlar. "Atalarımız, ulemamız, imamlarımız bilmedi de sen mi bildin? Bak Kur'an senin din ataların hakkında ne diyor? "Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Peki ataları hiç bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler?"(Bakara-170)"Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allah onlara buyurur. Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız neydi ?"(Neml-84)Siz atalara kulluk ediyorsunuz, siz Ebu Cehil'in dinine mensup cehennem odunusunuz. Kur'an bir çok âyette bu gerçeği ortaya koyuyor. Bizim sizinle harcayacak bir zamanımız yoktur. Eğer bilgi sıkıntınız varsa, Kur'an ile giderelim. Ama aforoz yok, daha ağzımızı açmadan "atalarımız bilmedi de sen mi bildin?""Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen adam Kur'an'ın yüzlerce âyetini inkâr ediyor demektir."Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen, Allah'a, O'nun dinine ve elçilerine savaş açan Kur'an düşmanıdır. Evet ataların bilmedi, Kur'an sayesinde Allah bize bilmediklerimizi bildirdi.85-) Yaptıkları zulümden ötürü, (azaba uğrayacaklarını bildiren) o söz vuku bulmuştur; artık onlar konuşamazlar. 86-) Dinlensinler diye geceyi (karanlık) ve (çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette bunda birçok âyetler vardır. 87-) Sûr’a üfürüldüğü gün, -Allah’ın diledikleri müstesna-, göklerde ve yerde bulunanların hepsi dehşete kapılır yani hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler. 88-) Yani sen dağları görürsün de, onları yerinde durur hesap ediyorsun. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, fiillerinizden tamamıyla haberdardır. 89-) Kim güzellikle (ilâhî huzura) gelirse, ondan daha hayırlısı verilir yani onlar o günün korkusundan emin olurlar. 90-) Rablerinin huzuruna kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" (denir). 91,92-) De ki: Ben ancak, bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine -ki O burayı haram (dokunulmaz) kılmıştır- ibadet etmekle emrolundum yani her şey zaten O’na aittir yani müslümanlardan olmam ve Kur’an okumam emredildi. Artık hidayeti seçerse, yalnız kendisi için seçmiş olur ve kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım. (Hidayet ve sapkınlık tamamen vahiy'le ilgili bir durumdur. Yüce Allah vahiy haricinde hiç kimseye hidayet vermez ve sapkınlığa mahkum etmez.Yukarıdaki iki âyet bu gerçeği anlatıyor.) 93-) Yani şöyle de: Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız (ama artık faydası olmayacaktır). Rabbin, yaptıklarınızdan gâfil değildir.(Neml Süresini Sonu)

BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(1.YAZI)Rahmân ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"( En'am- 153) Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur.Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Bundan dolayı Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir. Mezheplerde ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık hayattan kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin sapıkça olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar"( Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmadığını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk açısından da Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır. Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, ilâhların dini batıldır.(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştansona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır."Hep birlikte Allah'ın himayesi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki hidayet bulasınız"(ÂLİ İmran-103)"(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat (din-inanç) üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında (indirdiği dinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.Hepiniz Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka (mezhep-cemaat-tarikat) kendilerinde olan inanç ile sevinip kibirlenmektedir"(Rum-30, 31, 32)Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.İşte bütün bunlardan dolayı yüce Allah, insanların üzerine mezhepleri gerekli kılmamıştır.Yüce Allah muvahhid âlimleri ayırt etmeksizin dini meselelerde onlara baş vurulmasını emrederek şöyle buyurmuştur."Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an) ehlinden sorunuz"(Enbiya-7; Nahl-43)İnsanları belirli bir mezhebe bağlı kalmalarını mecbur tutmak, onları zorluğa ve darlığa mahkum etmek olacağından asla caiz değildir.Mezhepleri din yapmak cahiliyye anlayışıdır.Ümmiler tarafından müctehid olarak kabul edilen alimlerin büyük çoğunluğu Kur'an'da bulunan kavramlardan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden haberi olmayan kimselerdir.İctihadlarına dikkatli bakıldığında Kur'an'a son derece yabancı oldukları görülecektir.Mesela:Zekatın ve salâtın hangi anlama geldiğinden, vekalet yoluyla haccın yapılabileceğine, cuma hutbesinde salavat getirmenin farz olarak görülmesinden, hac'ta şeytan'ın taşlanmasına, kabir azabından, oruç kefaretine kadar bir çok mezhebi ictihad Kur'an'a aykırıdır.İslam'da kişinin bir mezhebe tabi olmayı gerekli kılacak herhangi bir mecburiyet ve hüküm bulunmamaktadır.Tam aksine fırka ve mezhepler Kur'an'ın bir çok âyetinde reddedilmiş bölücülük ve şirk olarak kabul edilmiştir. (En'am-159; Rum-30,31,32)Mezhep ve cemaatler insanın iradesinin önünde bir barikat ve bataklık gibidir.Kişinin hiçbir tarafa ayrılmayacak şekilde kendisini belirli bir mezhebe mahkum etmesi Allah'ın kullarına karşı zorluk çıkarma anlamını taşımaktadır.Yani, Allah'ın haram kılmadığı bir şeyi haram kabul etmek ahirette yüce Allah'ın huzurunda büyük bir zulüm ve haddi aşmak olarak karşılık bulacaktır. Mezhep inancı, Kur'an cahili olan kişileri Allah Resulü'nün bulunduğu makamdan daha ileriye götürmek anlamını taşımakta, onları dokunulmaz ve masum birer ilah ve rab kabul etmekte, din adamlarını kutsama inancını insanlara dayatma anlamına gelmektedir.(Tevbe-31)