31 Aralık 2021 Cuma

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(96.YAZI) En'am Süresi 28-) Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeye (şirk'e) döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. 29-) Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi. 30-) Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!" diyecekler. Allah da, öyle ise kafir olduğunuzdan dolayı azabı tadın! diyecek.31-) Allah’a mulaki olacaklarını (karşılaşacaklarını) yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki: "Dünyada (salih amelleri) terketmemizden dolayı bize yazıklar olsun!" Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! 32-) Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız? 33-) (Ey Resül!) Onların söylediklerinin gerçekten seni mahzun ettiğini biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın âyetlerine karşı geliyorlar. (Âyette bulunan "... Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah'ın âyetlerine karşı geliyorlar" cümlesi, Resüllerin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini, kendilerinden hiç bir şey ortaya koyamayacaklarını gösteriyor.) 34-) Andolsun ki senden önceki Resüller de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki Resüllerin haberlerinden bazısı sana da geldi.(Kur'an'da tekzib (yalanlama) Allah, vahiy ve Resül bağlamında geçen bir kelimedir. Tekzib Nebi bağlamında geçmez. Kur'an'da bulunan tekzib (Resülleri yalanlama) dil ile olan bir şey değil, ahlak ve karakterle olan bir şeydir. Yani vahyi kabul etmeme anlamındadır.) 35-)(Ey Nebi!) Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven kur ki onlara bir âyet (mucize) getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma! (Bu âyet Nebi (a.s) ın olağanüstü bir mücize ortaya koyamacağını gösteren önemli bir delildir. İkincisi, âyette bulunan "Allah dileseydi" "iradelerine ipotek koysaydı, zorla yapsaydı, baskı kursaydı" demektir. Yani yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak insanları zorla hidayete yönlendirmezken, ey Nebi! senin mucize göstererek insanların akıl ve iradelerini etki altına alman olacak bir şey değildir. Sakın böyle bir şeyi arzulayıp da cahillerden olmayasın!) 36-) Ancak (güzel ahlakla) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O’na döndürülecekler. 37-) O’na Rabbinden bir âyet ( mucize) indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah âyet( mucize) indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler. (Kur'an'da tekil olarak geçen "âyet" lerin hepsi ya olağanüstü bir olay yani mucize anlamında yada göklerde ve yerde var olan yüce Allah'ın muhteşem sanatı ile ilgilidir. Hiç biri Kur'an'daki âyetlerle ilgili değildir.) 38-) Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi ümmettirler. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler. 39-) Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, kim dilerse de onu sırat-ı müstakim üzerinde kılar. (Yukarıdaki âyete tamamen hatalı bir mana veriliyor. Aslında meâli çok kolaydır. Hidayet ve sapkınlık vahiy'le ilgili bir durumdur. Vahiy'den bağımsız olarak yüce Allah hiç kimseye sapkınlık ve hidayet vermez. (Yunus-108; Mâide-15,16; Sebe 50)Vahyi dinde tek kaynak kabul eden hidayeti, kabul etmeyen sapkınlığı kucağında bulmuştur.) 40-) De ki: Ne dersiniz; size Allah’ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse siz, Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Sadık iseniz (söyleyin bakalım)! 41-) Bilâkis yalnız O'na( Allah’a) yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır; ve siz şirk koştuğunuz şeyleri unutursunuz. 42-) Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. 43-) Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi. 44-) Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. 45-) Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 46-) De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah’tan başka hangi ilâh geri verebilir! Bak, âyetleri nasıl beyan ediyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar! 47-) De ki: Söyler misiniz; size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur? 48-) Biz, Resülleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun olmayacaklardır. 49-) Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. 50-) De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyedilene tâbi olurum. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç tefekkür etmez misiniz? 51-) Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur’an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir veli, ne de bir şefaatçi vardır; belki takva sahibi olurlar. 52-) (Ey Nebi!) Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri sakın (yanından) kovma! Onların hesabından sana bir şey; senin hesabından da onlara herhangi bir şey yoktur ki onları kovasın da zalimlerden olasın! 53-) "Aramızdan Allah’ın kendilerine (vahiy hidayetiyle) minnet ettiği kimseler de bunlar mı!" demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle fitne (deneme konusu) yaptık. Allah şükredenleri bilmez mi? 54-) Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara : (Allah'ın) selâmı üzerinizdedir de! Rabbiniz rahmet etmeyi kendi nefsine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, cahillikle bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 55-) Böylece mücrimlerin yolu belli olsun diye âyetleri iyice tafsil ediyoruz.(Kur'an'da tebyin Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılırken, tafsil, tasrif ve tefsir sadece Allah bağlamında kullanılmıştır. Çünkü tafsil, tasrif ve tefsir detaylandırma, tebyin ise, vahyi duyurma yani içinden bir şey eksiltmeden ve içine bir şey katmadan olduğu gibi aktarma anlamına gelmektedir. Tafsil : İnsanın akıl, idrak ve anlayışına göre kolaylaştırma. Tasrif: Gizli bir şey bırakmadan sindire sindire tekrarlama. Tefsir: Kapalılıktan açığa çıkarma. Tebyin: Duyurma yani gizlememe anlamına gelmektedir.) 56-) De ki: Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana yasak edildi. De ki: Ben sizin hevalarınıza tâbi olmam, aksi halde sapkın olurum da hidayete erenlerden olamam. 57-) De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir (hidayetin) üzerindeyim. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. 58-) De ki: Acele istediğiniz şey benim yanımda olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir. 59-) Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir habbeyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır. 60-) Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.

28 Aralık 2021 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(95.YAZI) En'am Süresi 27-) Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke (dünyaya) geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve iman edenlerden olsak!" dediklerini bir görsen!.. ALLAH'IN ÂYETLERİNİ "TEKZİB" (YALANLAMA) NE DEMEKTİR? "Allah'ın kitabını ve âyetlerini yalanlamanın" "tekzib" bildiğimiz anlamda dille kabul etmeme, dille inkâr etme, dille reddetme, dille "ben âyetlere inanmıyorum" anlamında değildir. Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan, "tekzib" (âyetleri yalanlama ) inanç, ahlak, amel ve tavırla yani onlardan yüz çevirme, vahyi hedefinden saptırma, Allah'ın âyetlerini hakkıyla takdir etmeme, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinme" anlamında kullanılmıştır. Cuma süresinin 5.âyeti bu gerçeği açık olarak göstermektedir. "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız direkt olarak) hidayete erdirmez"Âyette bulunan "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenler..." "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin..." ile "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" cümleleri önemlidir.Tevrat ile yükümlü olanlar, dille hiçbir zaman Tevrat'ı yalanlamaz ve ona dille karşı gelmezler. Fakat onların inanç ve ahlaklarında yani dini hayatlarında kaynak olarak Tevrat'ın yeri yoktur. Onlar din ve hüküm olarak rivayetlere dayandıkları için Tevrat'ı yalanlamış oldular.Ayrıca âyetin güncellenmesi açısından "Tevrat" ibaresinin yerine "Kur'an" kelimesini koymamız gerekmektedir. Yoksa Kur'an'ı okumanın bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia âlimleri dille Allah'ın kitabını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, en basit meselelerde bile Allah'ın âyetlerine karşı muvahhidlerle mücadele ederler."Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin (bu kötü ahlakları)gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35)Mesela: Dille inandığını söylemelerine rağmen imanın kalbe inmemesi, kalbin âyetleri tasdik etmemesi, yani Kur'an'ı hakkını vererek okumamaları, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı)onu, hakkını gözeterek okurlar.Çünkü onlar ona iman ederler.Ama her kim onu inkâr ederse (görmezden gelirse) İşte hüsranda kalanlar bunlardır "(Bakara- 121)Mesela:Kur'an'ın her âyetine kayıtsız şartsız teslim olmamaları, bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeleri, onu parçalamaları, manasını parçalayıp dağıtmaları, içinde var olan bağlam ve bütünlüğü görmemeleri, üzerinde tefekkür etmemeleri, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamamaları, Kur'an'ın anlam sistemine sahip olmamaları, kavramlarının üzerinde durmamaları,"...Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak alçaklık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir..."(Bakara-85)"Kur'an'ı bütünsüz parçalar olarak görenlere gelince, Rabb'inin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz "(Hicr- 91, 92, 93)Mesela:Âyetleri gizleme, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.( Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerine tüm insanların laneti onların üzerindedir. Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar.Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara- 159, 160, 161, 162, 163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak(ve hidayet olarak apaçık) indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)Mesela:Kur'an'ın yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinip tevhid akidesini bozmaları,"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Mesela: Kur'an'ın gerçeklerini bâtıla bulaştırmaları, batıl ile gizlemeleri, saflığını ve temizliğini tahrip etmeleri, onu tanınmaz hale sokmaları, "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, (bile bile) hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin muhaddis ve müctehidleri her türlü inkâr, yalanlama ve gizleme günahlarını işlemişlerdir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe, yalan, uydurma, sapkınlık, iftira olan rivayetlerin hepsi Kur'an'ı inkâr ve onu dolaylı yoldan yalan saymak anlamına geliyor.Bir Suriyeli vatandaş ile sohbet ediyoruz, kabir azabının olmadığı ile ilgili Kur'an'da en az bin âyet vardır, dediğimde hayretler içerisinde kalarak dedi ki: "Ben, hayatımda şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım"İşte İslam toplumunun Kur'an'la olan ilişkisi budur.

26 Aralık 2021 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(94. YAZI)En'am Süresi Mekke'de Nazil Olmuştur. 165 Âyettir. 1-) Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah’a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hâla muhaddis ve müctehidleri!!!) Rab’leri ile denk tutuyorlar. (Hamd, sözle yapılan bir övgü iken, şükür, inanç, fiil ve amellerle yapılan bir övgüdür. Hamd, insan elinin ve kudretinin ulaşamadığı nimetler ile ilgili iken, şükür, insana yakın, onun çevresinde ve kendisinde olan nimetlerle ilgilidir. Hamd, uluhiyetle ilgili iken, şükür, rububiyetle ilgilidir. Hamd, şükürden daha geniş ve daha kapsamlı bir övgüdür. Hamd gökleri ve yeri içine alır. Hamd canlı cansız her türlü maddi şeylerle ile ilgili iken, şükür, sadece canlı varlıklara yöneliktir. Şükür, insanda var olan nimet ve değerlere göre kiymet kazanır. Mesela: Zenginin cömert olması, âlimin ilmini gizlememesi, sanatkarın işini sağlam yapması, tüccarın dürüst olması, devlet adamının güvenilir olması, Resülün vahyi gizlemeden yani olduğu gibi tebliğ etmesi.) 2-) Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. 3-) O, göklerde ve yerde olan tek İlâh’tır. Sırrınızı ve açığınızı bilir. Ve ne kazanacağınızı da bilir. 4-) Rablerinin âyetlerinden onlara (müşriklere) bir âyet gelmeyedursun, ondan ille de yüz çevirirler. 5-) Andolsun ki onlar, kendilerine hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir. 6-) Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından nehirler akıttığımız nice toplulukları helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka toplulukları inşa ettik. 7-) Eğer sana kırtâs (kâğıt) üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle ona dokunmuş olsalardı, yine de kafirler: Bu, apaçık sihirden başka bir şey değildir, derlerdi. 8-) Onun (Muhammed'in) üzerine bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer biz bir melek indirseydik elbette emir bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. 9-) Eğer (Resül'ü) bir melek kılsaydık muhakkak ki onu erkek sûretine sokar yani karıştırdıkları şeyi onlara karışık hale getirirdik. 10-)(Ey Resül!) Andolsun ki, senden önceki Resüllerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla maskaralık edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti.11-) De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (Resülleri) yalanlayanların akibetinin nasıl olduğuna görün!(Kur'an'da var olan kafirlerin ve müşriklerin yalanlamaları, sözle ilgili değil, yüz çevirme, âyetlere zulmetme, karşı gelme, isyan etme, önemsememe, arkaya atma anlamına gelmektedir. Cuma süresi 5.âyette Yahudi din adamlarının Tevrat'ı yalanladıkladını söyler. Aslında din adamları sözle hiçbir zaman vahyi yalanlamazlar. Yalanlama, uydurdukları hadislerle ve ictihadlarla yani iftiralarla ümmeti vahiy'den uzaklaştırmaları anlamına gelmektedir.) 12-) Onlara Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah’ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi nefsine yazdı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendi nefislerini husrana sokanlar var ya, işte onlar iman etmezler. 13-) Gecede ve gündüzde sükün bulan her şey O’nundur. O, işitendir, bilendir. 14-) De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı veli edineceğim! De ki: Bana (Allah'a) teslim olanların ilki olmam emredildi yani sakın müşriklerden olma diye (emredildi). 15-) De ki: Ben, Rabbim’e isyan edersem gerçekten azim bir günün azabından korkarım. 16-) O gün (azap) kimden giderilirse, gerçekten (Allah) ona (cennetle) merhamet etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur. 17-) Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kendisinden başka keşfedecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundurursa, (buna da engel olacak yoktur). Şüphesiz O her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 18-) O, kullarının üstünde kahredici bir güce sahiptir. (Aynı zamanda) O, Hakim'dir, Habir'dir.( herşeyden haberdar olandır) 19-) De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilâh olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem." "O ancak bir tek İlâh'tır, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden kesinlikle beriyim" de. 20-) Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Nebi (a.s) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendi nefislerini husrana sokanlar var ya, işte onlar iman etmezler. 21-) Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler! 22-) O gün onların hepsini toplayacağız; sonra da, müşriklere: (ilah olduklarını) iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede? diyeceğiz. 23-) Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz müşrik değildik!" demekten başka bir şey değildi. 24-) Gör ki, kendi nefisleri aleyhine nasıl yalan söylediler ve (ilâh diye) iftira ettikleri şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti! 25-) Onlardan seni (okuduğun Kur’an’ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü âyeti görseler bile yine de ona iman etmezler. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu (Kur’an) eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. 26-) Onlar, hem insanları ondan (vahiy ve Resül'den) nehyederler, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar şuurunda olmadan ancak kendi nefislerini helak ederler.

25 Aralık 2021 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(93. YAZI)Mâide Süresi 101-) Ey iman edenler! Açıklanırsa sizi üzecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. (Siz sorup da başınıza iş çıkarmayın). Ve Allah Ğafur'dur, Halim'dir. (Bu âyetin 99.âyet ile şöyle bir bağlantısı vardır.Yüce Allah, "Resul'e düşen ancak tebliğdir..." buyurunca, ifadenin takdiri şöyle olur: Resul'ün size tebliğ ettiğini alın ve ona itaat edin. Onun size tebliğ etmediğini sormayın ve o meselelere girmeyin. Çünkü siz, üzerinize gerekli olmayan bir meseleye burnunuzu sokarsanız, bu yersiz müdahaleniz sebebiyle, üzerinize ağır sorumluluklar gelecek ve sizi güçlüğe sokacak kuralları çoğaltmış olursunuz. Mâide süresi en son nazil olan süredir.Sürenin 3.âyetinde yüce Allah dini mükemmelleştirdiğini ve Resül (a.s) ın vasıtasıyla bütün insanlara olan vahiy ve tevhid nimetini tamamladığını haber vemektedir. Buna göre sürenin sonlarında da Resül (a.s)ın vahyi tebliğ vazifesini yerine getirdiğini, dolayısıyla iman edenlerin kendi yararları açısından yani sadece Kur'an'ın ortaya koyduğu emir ve yasaklarla yetinmelerini ve ona çok soru sormamaları gerektiğini açıkça belirtmek uygun düşmektedir. Ta ki, soracakları sorular, ümmeti tahammülü zor kuralların çokluğuna sebep olup da, sonunda Rablerinin emrinden çıkmış olmasınlar.) 102-) Sizden önce de bir kavim onları sormuş, sonra da bunlara kafir olarak sabahlamıştı. 103-) Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah’a iftira etmektedirler yani onların çoğu akıllarını kullanmazlar. 104-) Onlara, "Allah’ın indirdiğine yani Resûl’e gelin" denildiği vakit, "(din) atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve hidayet üzerinde değillerse de mi? 105-) Ey iman edenler! Siz kendi nefsinize bakın. Siz hidayette olduktan sonra sapkın kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı haber verecektir. 106-) Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alıkorsunuz; "Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemiyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz" diye Allah üzerine yemin ederler. 107-) Bu şahitlerin (sonradan yalan söyleyerek) bir günah kazandıkları anlaşılırsa, (şahitlerin) haklarına tecavüz ettiği ölüye daha yakın olan (mirasçılardan) iki kişi onların yerini alır ve "Andolsun ki bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir ve biz (kimsenin hakkına) tecavüz etmedik, aksi takdirde biz, elbette zalimlerden oluruz" diye Allah’a yemin ederler. 108-) Bu (usul), şahitliği gerektiği şekilde yapmaya, yahut yeminlerinden sonra, yeminlerin (mirasçılar tarafından) reddedilmesinden korkmalarına (çekinmelerine çare olarak) daha uygundur. Allah’tan korkun ve (O’nu) dinleyin. Allah, yoldan çıkmışlar topluluğuna rehberlik etmez. 109-) Allah’ın Resülleri bir araya getirip de "(Ümmetleriniz tarafından) size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir. 110-) Allah o zaman şöyle diyecek: «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (vahiy) ile güçlendirmiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitab-ı yani hikmeti yani Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı beraat ettiriyordun. Ölülere benim iznimle (yasayla-vahiy'le) hayat veriyordun. Hani İsrailoğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (âyetler) getirdiğin zaman içlerinden kafir olanlar, "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi. 111-) Hani havârîlere, "Bana yani Resülüme iman edin" diye vahyetmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah’a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi. 112-) Hani havârîler "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, bir sofra indirmeye gücü yeter mi?" demişlerdi. O, "Îman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun" cevabını vermişti.(Yukarıdaki âyett bulunan "hel yestatiu rabbuke " "Rabbinin gücü yeter mi?" kelimesi, şu şekilde de okunmuştur. "hel testatiu rabbeke" "senin Rabbine (söylemeye) gücün yeter mi?" Yani sözünü dinler mi? O'nun yanında itibârın var mı?" anlamına gelmektedir.) 113-) Onlar "Ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize karşı sâdık olduğuna (kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım istiyoruz" demişlerdi. 114-) Meryem oğlu İsa şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın. 115-) Allah da şöyle buyurdu: Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, âlemlerde (insanların içinde) hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim! 116-) Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilah edinin" diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, "Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. 117-) Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.(Yukarıdaki âyette önemli üç ilke mevcuttur. 1-) "Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim..."2-) "İçlerinde bulunduğum sürece onların üzerinde şâhid idim. 3-) "Beni vefat ettirince artık onların üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun..." Resüller sadece vahiy'le kendilerine indirileni söylerler. Yani yalnız vahyi tebliğ ederler. Resüller sadece kendi dönemlerinde yaşayan insanlar için şâhittirler. İsa(a.s) vefat etmiştir. Kıyametten önce gelmesi imkansızdır. 118-) Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onlara mağfiret edersen şüphesiz sen Aziz ve Hakim olansın" dedi. 119-) Allah şöyle buyurdu: Bu, sadıklara, sadık olmalarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden nehirler akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte azim kurtuluş budur. 120-) Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkü Allah’ındır, O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Mâide Süresinin Sonu)

23 Aralık 2021 Perşembe

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(91. YAZI)Mâide Süresi 68-) "Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle ikâme etmedikçe,(doğru) bir şey(din) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve tuğyanlarını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme. (Yukarıdaki âyetin mesajından şunu anlamak mümkündür. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul edip onu ikâme etmedikleri yani onu dini ve ahlaki hayata hakim kılmadıkları sürece inanç bakımından bir şey üzerinde değillerdir. Dinleri batıldır. Dolayısıyla bütün amelleri yüce Allah indinde geçersizdir.) 69-) İman edenler ve yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amelller işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar mahzun olacak da değillerdir. (Bu âyet Allah yolundan engellenmiş, kendilerine vahiy ulaşmamış ümmi halk için söz konusudur. Din adamları için değildir.) 70-) Andolsun ki İsrailoğullarından misâk aldık ve onlara Resüller gönderdik. Ne zaman bir Resül onlara nefislerinin arzu etmediği (vahyin dinde tek kaynak olduğunu ) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. (Yukarıdaki âyette bulunan Resüller, vahiy alan Nebi Resül değil, kitab'a bağlı yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen ve sadece indirilen vahyi tebliğ eden Resüllerdir. Çünkü kelime mârife yani bilinen Resül anlamında değil, nekre yani bilinmeyen Resüller olarak gelmiştir. İkincisi, Nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan Resüller koruma altındadır. Onları hiç kimse öldüremez(Mâide-67; Nisa-157) fakat kitab'a bağlı Resüller öldürülmüşlerdir.) 71-) Bir fitne olmayacak hesap ettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.(Kur'an'da üç kavram sınama anlamına gelmektedir. 1-) Bela: Hayır ve şerle imtihan edilme. 2-) Fitne: İman ve küfür arasında sınama yani insan hangisine meyledecek. 3-) İmtihan: İman ve takvanın derecesini sınama yani okullardaki imtihan gibidir.) 72-) Andolsun ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh’tir" diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibadet ediniz. Biliniz ki kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur" demişti. 73-) Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap değecektir. 74-) Hâla Allah’a tevbe edip O’na istiğfar etmeyecekler mi? Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 75-) Meryem oğlu Mesîh ancak birResûldür. Ondan önce de (birçok)Resûller gelip geçmiştir. Anası da sıddikâ bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasıl beyan ediyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.(İsa (a.s) ve annesinin yemek yemesi ilâhi bir özelliklerinin olmadığını gösteriyor. Çünkü yemeğe ihtiyaç duymak beşerin özellikleri ile ilgili bir durumdur.) 76-) De ki: Allah’ın dununda (yanında-ötesinde-berisinde) size menfaat ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi ibadet ediyorsunuz? Ve Allah (evet) O'dur yalnız işiten ve Alim olan" 77-) De ki: Ey Kitap ehli! Dininizde haksız olarak aşırı gitmeyin. Daha önceden sapan, bir çoklarını saptıran ve yolun düz olanından uzaklaşan bir kavmin hevasına tâbi olmayın.(Âyette yüce Allah'ın "ğayral hakki" "haktan başka" diye buyurduğu şey, vahye alternatif olarak uydurdukları yalan ve hurafeler yani dinlerinde aşırılığa sapmaları anlamına gelmektedir. 78-) İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa lisanıyla lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi,(vahye-Resüllere) âsi olmaları ve (dinlerinde) aşırı gitmeleridir. ("Dinde aşırı gitmek, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'le yükümlü tutmadığı ve sorumlu olmadıkları ağır hüküm ve gereksiz kurallar koyarak dinlerini yaşanmaz hale getirip, insanların hayatlarını zorlaştırmak, batıl olan inanç ve ibadetlerle toplumu dinden nefret ettirmek anlamına geliyor.) 79-) Onlar, işledikleri münkerden,(şirk ve hurafelerden) birbirlerini nehyetmezlerdi. Andolsun yaptıkları şey ne kadar kötü olmuştur! 80-) Onlardan çoğunun, kâfirlerle velâyet kurduklarını görürsün. Nefislerinin onlar için önceden takdim ettiği şey ne kötüdür: Allah onlara kızgınlık göstermiştir. Ve onlar azap içinde kalıcıdırlar! 81-) Eğer onlar Allah’a, Nebi'ye yani ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) evliya edinmezlerdi; fakat onların çoğu fasıktırlar. (Aslında "iman" kavramı, genelde Nebi bağlamında kullanılan bir kavram değildir. Peki o halde Kur'an'da neden iki âyette "iman" Nebi bağlamında geçmektedir. (Mâide-81; Bakara-177)Bunun sebebi şudur. Bu iki âyet Medine'de yaşayan Yahudilerle ilgilidir. Medine'de yaşayan müminler ve hanımları yani ashâb, Nebi'nin hanımları, kızları ve Medine'nın çevresindeki yaşayan Yahudiler söz konusu olduğu zaman Kur'an, evrensel kavram olan Resül'ü değil, tarihsel ve bölgesel kavram olan Nebi kavramını kullanmıştır.Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Eğer muhataplar Medine'de yaşayan Yahudiler olmasaydı Nebi değil, Resül kavramı kullanılacaktı. Mesela: Şirk'e karşı İslam mucadelesinin yapıldığı bir bölge olduğu için Mekke'de inen sürelerde Nebi değil, her zaman Resül kavramı kullanılmıştır. Yani Kur'an ince bir ayara ve hassas bir dengeye sahiptir. Kitap ve hikmet aynen saatin çarkları gibi mukemmel bir sistem dahilinde birbirleriyle uyumlu bir şekilde çalışmaktadırlar.. Yıldızların yörüngeleri gibi her kavramın bir amacı, görevi, bir yeri ve hikmeti mevcuttur. İkincisi, Musa (a.s) dan sonra gelen bütün Nebilerin adları Tevrat'ta kayıt altına alınmıştır. Kur'an'ın "onu çocuklarını tanır gibi tanırlar" (Bakara-146) buyurmasının sebebi budur. Çünkü Nebi (a.s) ın ismi Tevrat'ta da İncil'de de yazılı idi. (Âraf-157) 82-) İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ve şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere şefkat bakımından en yakın olarak da «Biz Nasarayız» diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. 83-) Resûle indirileni duydukları zaman, hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz." 84-) "Rabbimizin bizi sâlihler arasına katmasını umup dururken niçin Allah’a ve bize gelen hakka iman etmeyelim?" 85-) Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden nehirler akan cennetleri sevap olarak verdi. Güzel ahlak sahiplerinin mükâfatı işte budur. 86-) Âyetlerimize kafir olanlara yani yalanlayanlara gelince, işte onlar cahim ashabıdır. 87-) Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah haddi aşanları sevmez. 88-) Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun.

22 Aralık 2021 Çarşamba

KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(90.YAZI) Mâide Süresi 67-) Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun risâletini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah,(vahiy'den bağımsız olarak) kâfir kavmi hidayet iletmez. (Şia din adamları yukarıdaki âyetin üzerinde çok dururlar. Yüzlerce rivayetlerine göre bu âyet Ali'nin imameti ile ilgili inmiştir. Onların rivayetlerine göre olay şöyle gelişmiştir. Ğadir-i Hum meselesini ilk zikreden Süleym b. Kays der ki: "Ben Said El Hudri'nin şöyle dediğini işittim: Resulullah (Aleyhisselam) Ğadir-i Hum'da perşembe günü insanları yanına topladı. Ağaçların altındaki dikenlerin toplanması için emir verdi. Ali Bin Ebi Talib'in koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar onun pazısından tutup kaldırdı."Sonra şöyle dedi: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.""Allah'ım! onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene sen de yardım et! Onu yardımsız bırakanı sende yardımsız bırak! dedi. Ebu Said der ki : Rasulullah (Aleyhisselam) daha oradan inmeden şu ayet nazil oldu."İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum"(Maide- 3 ) Din'in kemale ermesi, nimetin tamamlanması, risalet vazifesini yerine getirmesinden dolayı Yüce Allah'ın ondan razı olması ve kendinden sonra Ali'nin velayetinin bildirilmesi üzerine Resulullah (Aleyhisselam ) sevinçten tekbir getirdi. Süleym b. Kays 355, Nebile- 121, 122)İlk Şii müfessirlerden Furat el-Küfi'nin naklettiği rivayete göre,Resûlullah insanlara tebliğ etmesi için "Men küntu mevléhu fe Aliyyun mevléhu" "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" sözü vahyedilmiş fakat Allah'ın Resulü insanlardan utanıp bu sözü tebliğ etmemiş, bunun üzerine şu ayeti kerime nazil olmuştur. "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun."Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete iletmez"( Maide- 67)( Furat el Küfi -130) Yüce Allah'ın Resulullah'a namaz, zekat, oruç, haccı açıkladığı gibi Ali'nin velayetini de Mü'minlere açıklaması için emrettiği fakat Resulullah'ın bu konuda sıkıldığı, utandığı ve bu konuyu açıklamak konusunda zorlandığı, kavminin dinden dönmelerinden ve onu yalanlamalarından korktuğu ve bunun üzerine yukarıdaki meali yazılı Maide süresi- 67 nci âyeti kerimesi nazil olduğu ve velayetin son farz olduğu hakkında ayrıca bakınız,( el Küleyni 1, 389: Mesudi, İsbatul Vasiyye -132 133 : Numan, De'aim- 14-15 )Bazı Şii alimlere göre bu âyette tebliğ edilmesi gereken şey, Ali Bin Ebi Talib'in hilafetidir. Allah Resulü, takiyye için eşi Aişe'den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden de yüce Allah onu ikaz etmiştir. (et- Tabersi Mecmaul - Bayan 3, 344)Şii müelliflere göre böylece son farz olan velayet emri de geldikten sonra Resülüllah daha orada iken şu mealdeki âyeti kerime nazil olmuştur."İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslama razı oldum..."( Maide- 3)Şii müelliflerin rivayetlerini özetleyecek olursak olay şöyle aktarılmaktadır.Resülüllah ( Aleyhisselam ) hac ile ilgili (Veda Haccı ) ibadetlerini yerine getirdikten sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktı.Ğadir-i Hum denilen yere geldiğinde Cebrail (a.s)indi.Resülüllah'a Ali'yi kaldırıp imam tayin etmesini emretti.Resülüllah (a.s ) da"Benim ümmetim cahiliyyeden yeni çıkmıştır" dedi.Cebrail (a.s) tarafından "Bu işin ruhsatı olmayan bir azimet ve gereklilik olduğu" bildirildi.Ardından şu âyeti kerime nazil oldu. "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete iletmez" (Maide- 67 )Bunun üzerine Resulullah (a.s) çok sıcak bir gün olmasına ve merası ile suyu bulunmamasından dolayı dinlenmeye elverişli bir yer olmamasına rağmen Ğadir-i Hum denilen yerde konakladı.Orada bulunan sığ ağaçların altlarını temizletip onların gölgeleri altında oturmalarını ve orada göç yükünün bir araya getirilerek birbirinin üzerine konulmasını emretti.Resülüllah(a.s ) münadisine insanları cemaat namazına çağırmalarını emretti.Böylece bütün insanlar Resülüllah'ın yanında toplandılar.Resülüllah (a.s ) birbiri üzerine konan yükün üzerine çıktı. Ali'yi yanına çağırdı.Ali çıkıp Resülüllah'ın sağına oturdu.Sonra Resulü Ekrem (a.s) insanlara hitap etti.Allah'a hamd ve sena edip kendi durumunu ümmetine bildirdikten sonra şöyle dedi."Ben (Allah'a-âhirete) davet edildim, icabet etmem yakındır"Sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız Allah'ın kitabını ve Ehli Beyt'imi geride bırakıyorum.Bu ikisi havuz başına varıncaya kadar birbirinden ayrılmayacaklardır.Sonra en yüksek ses tonu ile sözlerine şöyle devam etti."Bilmez misiniz, şehadet etmez misiniz ki, ben hepinizin, her mü'minin üzerinde kendisinden daha çok hak ve yetkiye sahibim? diye sorunca, onlar "Evet biliyoruz "dediler.Bunun üzerine o, Ali'nin sağ elini tutup kaldırdı.O kadar ki, her ikisinin de koltuk altlarının beyazlığı göründü.Sonra şöyle dedi " men küntü mevléhu fe Aliyyun mevléhu : "ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et!" deyip aşağı indi.Halbuki Mâide 67.âyetin Ali ile hiç bir ilgisi yoktur. İlgili âyeti anlamak için 65.ve 66.âyetleri bilmek yeterli olacaktır. Bu iki âyette Yahudi ve Hristiyan din adamlarının Tevrat ve İncil'in hükümlerini ikâme etmediklerini ve vahye ihanet ettiklerini haber verdikten sonra aynı hataya düşmemesi için Resül ( a.s) ikaz ediliyor. Âyetin anlaşılması o derece kolaydır. 68. âyetle yani bundan sonraki âyetle konu tamamen açığa çıkıyor.)

21 Aralık 2021 Salı

NAMAZ, ABDEST ve ALLAH'A GİDEN YOL: Hadis rivayetlerinin çoğunun Kur'an'a aykırı olması, Nebi döneminden sonra vahiy eğitiminin değil, aynen şimdiki gibi kulaktan duyma bilgilerin revaçta olduğunu göstermektedir. Nebi ve Resülün arasında bulunan farkların bilinmemesinden doğan bir cehaletle hadisleri dinde tek kaynak kabul eden bir ümmet, zamanla âyetleri bağlam ve bütünlüğünden kopararak kendi inanç ve anlayışına göre yorumlamaları kaçınılmaz olmuştur. Yüce Allah'ın vahiy ve tevhid yani İslam nimeti hadis küfrüne dönüşmüştür. (İbrahim-28)Nebi (a.s) vefat ettikten sonra o çağların ümmeterine dikkat ederseniz; büyük çoğunluğunun Kur'an'ı dokunulmaz bir kutsal olarak benimsediklerini görürsünüz.Uydurulan hadislerden de Allah'ın mesajından habersiz olduklarını da hemen anlarsınız. Şia ve Ehl-i Sünnet dininin günümüzde yaşayan din adamlarını düşünün. Birde bin üç yüz yıl önceki kitaptan yani her türlü eğitimden mahrum olan ümmeti bir düşünün. Günümüzdeki proflara bile hakkı kabul ettiremezken, varın o zamanki cehaleti hayal edin. Üstelik şartlar bugünün dünyasından çok daha zor ve çetindi. Kavga ve savaşlar, geçim sıkıntısı ve açlık her tarafta kol geziyordu.Sadece Kerbela ve Harre katliamını veya Mekke baskınını düşünün. İşte bu zor şartlar altında, tüm ümmetlerde yaşanılan inanç, gelenek ve uygulamalar hadis adı altında Allah'ın dini olarak intikal etti. Saf insanların önüne konan kavramlardan bir tanesi de “salât-ı ikâme" idi.Şunu gönül rahatlığı ile yani tereddüt etmeden söyleyebilirim. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan bin altı yüz küsür kavramın hepsini tahrif ederek anlamını buharlaştırdılar. Düşünebiliyor musunuz, kavramın hangi anlama geldiğini Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde yani hikmetinde yer almasına rağmen tahrif ettiler. O halde "salât" kavramını niye doğru olarak taşısınlar ve doğru olarak yaşasınlar? Ümmetlerin içinden çıkan müctehid ve müfessirler yani âlimler, Kur'an'ın hikmetine vakıf olmadıkları için kavramların tümünü kendi inanç ve kültürlerine göre yorumladılar ve o şekilde hayata taşıdılar. İşte “salât” kavramını da, eski inanç ve geleneklerin uygulamalarına göre yepyeni bir anlam kazandırıp halka bu şekilde yansıttılar. Tabi ki bunu düşmanca bir tavır yani bilinçli olarak yaptıklarını iddia etmiyoruz. Yüce Allah şöyle buyuruyor. "Biz, Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik" (Tâhâ- 2)Yüce Allah'ın emir ve yasakları insana ağırlık vermek için değil, aksine onun yükünü almak ve bir öğüt olarak indirmiştir. Gelelim Abdest Olayına Yüce Allah'ın bütün “salât” kavramları için “temizlenmeyi yani yüz ve ellerin yıkanmasını, baş ve ayakların meshedilmesini” tavsiye etmemiştir. Çünkü âyetlerde geçen salât kavramlarının çoğunda temizlik yapmanın bir anlamı bulunmamaktadır. Mesela: “Allah ve melekler Nebi'ye Salât eder” (Ahzab-56) âyetinde Allah ve melekleri temizlik yapmaz. “Göklerde olanlar ve kuşlar salât'ını bilmiştir!” (Nur-41) derken, kuşların temizlik yapmalarını düşünmek gülünç olacaktır. Nebi(a.s) a “onlara salât et yani destek ol. Şüphesiz senin salât'ın onlar için bir sekinedir yani iman üzerinde sebat etmelerine sebep olur" (Tevbe-103) buyururken temizlik yapması istenmemiştir. Eğer öyle olsaydı âyet “Abdest al ve destek ver!” ya da “salât etmeden önce temizlik yap!” derdi. Dolayısıyla sabah-akşam müminlerin yapacakları kendilerine ait olan salâtları için de özel temizlik yapmaları gerekli değildir. (Nur-58) Zira âyette “salâtlar” çoğul anlamına gelen “salâvat” değil, tek “salât” der. Yani bireysel Kur'an çalışması kasdedilir. Demek ki temizlik, her salât için gerekli değildir. Mâide süresi 6. âyetinin gelişinden görüldüğü gibi, “Es-Salât” mârifeli “o herkes tarafından bilinen salât” anlamına gelmektedir. İşte farklı durumlardan, o andaki işlerden ve değişik yerlerden kalkıp salât’a gelen müslümanların (zihinsel ve bedensel bir arınma) yapmaları istenmiştir. Ama bu temizlik, bireysel salâtlar için değildir. Salât için temizlik olayı, toplumun rahatsız edilmemesiyle ilgili bir durumdur.Bu da “cuma yani genel bir istişâre, toplantı ve bir sorunu görüşme amacıyla yapılan salât'la ilgili olduğunu gösteriyor. Zaten nüzül sırasına baktığımızda içinde salât bulunan âyet, cuma süresinden sonra Mâide 6. âyetinde gelmektedir. Bu iki âyeti bir arada değerlendirirsek, temizlik âyetinin yani Mâide 6.âyetinin Cuma 9. âyetin bağlamında indirildiğini görebiliriz. Bu da Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne uygun, hedefini bulan, hikmete aykırı olmayan bir okuma olur. Bu salât'ları en güzel şekilde birbirinden ayıran burhan, Bakara 238. âyettir: “Salâvatları ve en faydalı salâtı (cuma) elbirliği ile muhafaza edin!” der. Gördüğünüz gibi salâtlar ve en hayırlı salât diye ikiye ayrılmıştır. Mealler çoğunlukla hayırlı, faydalı anlamındaki “vusta” sözcüğüne “orta” anlamı veriyorlar. Bu âyetteki "vusta" "orta" sözcüğü, Araplara göre “en mükemmel iş yapan yer” anlamındadır. “en” takısı, harfi tarif olan vusta’nın önüne “el” takısı gelmesinden dolayıdır. Vusta’nın tarifine örnek verecek olursak; Araplar atın, devenin ortasına en yararlı iş yapan yerine derler. Beline oturulduğu hayırlı, faydalı yeri anlamındadır. Âli İmran 110. âyette: “Siz insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz!” deyip orjinalinde “hayra” (hayırlı) geçerken, aynı cümle bakara 143.âyetinde: “İşte böylece sizi “Hayırlı-faydalı” bir ümmet kıldık! ..” derken de “vusta” kelimesi “dengeli, ideal, itidallı, hayırlı” anlamında kullanılmıştır. Kur'an'da Cuma 9. âyetinde de: “Bilirseniz bu, sizin için hayırlı’dır!” buyrulmaktadır. Dolayısıyla Bakara-238. âyette bulunan “vusta” kelimesi, herhangi bir sorun ve genel bir durum için toplanılan cuma salât-ı içindir. Nida (çağrı) temizlik, vakit ve orta- hayırlı salât; sadece ve sadece cuma (toplanma) salât-ı (Allah'ın zikri olan Kur'an) içindir! Mekke'de nazil olan Hud-114 ve İsra-78. âyetlerinin içinde bulunan salât emri Nebi (a.s) a özel olarak inmişlerdir. Çünkü iman edenlerin Mekke'de bir araya gelip cemaatle salât etmeleri mümkün değildi. Yani âyetlerin cuma (toplanma) ve Mâide 6. âyet ile de hiç bir ilişkisi yoktur. ”Ve gündüzün iki tarafında (sabah-akşam) yani gecenin gündüze yakın saatlerinde salât-ı ikâme et!..”(Hud-114)”(Ey Nebi!) Güneşin batmasından- kaybolmasından gecenin kararmasına (akşamdan yatsıya) kadar salât-ı ikâme et birde fecir Kur'an'ını (ikâme et). Çünkü fecir Kur'an'ı (şahitlik gibi) zihinde kalıcıdır.”)Burdan anlaşılıyor ki, yüce Allah, vahiy ehl-i muvahhidleri, yapacakları salât için (yani ferdi Kur'an araştırmsı ve hikmeti için) sakin ve dingin olan sabah ve akşam vakitlerini tercih etmelerini öneriyor.Bu bireysel salâtlar, kişiye özel olduğundan cuma (toplantı) salâtından ayrılıyorlar. Böylece zihinsel ve bedensel temizlik âyeti cemaat salat-ı ayeti ile uyum arz edip, sadece bir araya gelme veya müminlerin sağlıklı diyaloğu için “aklın şirkten arınmış ve bedenin temiz-bakımlı” olarak gidilmesi için öğütlenmektedir. Kur'an cahili teslimiyetçi akıl, her yerde Kur'an'ın hikmetine göre değil, hadislerin ve ictihadların kabul edilegelmiş inancına göre işlemektedir. Hareket noktası ataların batıl dini olunca, o zamanın karanlık yargıları da böylece Kur'an’ın önüne geçmektedir.Maalesef kadim İran tipi bir inanç Şii ve Sünni dünyayı esir almış durumdadır. Bilinmelidir ki, Kur'an'ın kavramları, onun dışındaki hiçbir eser ve kaynaktan açıklanamaz. Kur'an ancak kendi içindeki bağlam ve bütünlüğü ile yani hikmetle açıklanabilir. Kavramı Kur'an'dan çalıp, içini kendi batıl inanç ve hurafelerle doldurdukları için bir çok absürt tutarsızlıklar ve ahmaklıklar baş gösteriyor. Yüce Allah'ın evrensel rahmet ve eşitlik dini, ilkel, mağara adamlarının dini haline geliyor. Tüm insanlara gelen din, bir çadır aşiretinin dini olarak hayata hakim oluyor. "Namazın vakitleri, ruküda nasıl durulacak, harfler nasıl teleffuz edilecek, iki ayağın arası kaç santim olacak, eller nasıl bağlanacak, secdeye giderken ilk önce eller mi, dizler mi yere konacak, kıyamda eller nerede bağlanacak, eller bağlanacak mı, bağlanmayacak mı, tahiyatta ayaklar dik tutulacak, kıyamda iken secde edilen yere bakılacak, saflar böyle olacak şöyle olacak, daha abdestin farzları, sünnetleri, müstehapları, mendüpları, güslün farzları, namazın içindeki farzları, dışındaki farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mendüpları var. Daha namazların kazası var ki, Allah düşmanıma böyle bir din nasip etmesin. Namazda akla hiçbir şey gelmemesi gerekiyormuş!Hasta da olsan, savaşta da olsan hiçbir zaman namazı kaçırmamak lazımmış! Adamlar işi o kadar abarttılar ki, işaret yani kaş ve gözlerle namaz kılmaktan söz ediyorlar. Daha bunlar gibi yüzlerce kural ve kaide ile yüce Allah'ın dinini yaşanmaz hale getirip Allah'a ve Resülüne en büyük ihaneti sergilediler. İşin en acınacak tarafı ise, saf ve gafil ümmeti bu Kur'an cahillerinin kulu ve kölesi yaptılar.Halbuki baştan sona kadar Kur'an'ın iman çocuklarından istediği tek bir şey vardır. "Sakın Allah'tan başkasına kul olmayın, dini Allah'a özel kılın, Kur'an'dan başka hiçbir kitaba tâbi olmayın" Ümmetin içinde bulunduğu kaos ve kargaşa, namaz olmadığından değil, salât olmadığındandır. Namaz, Nebi'siz, Resül'süz ve Kur'an'sız bir din ortaya çıkarmıştır. Fakirlerin ve miskinlerin olduğu bir taplumda hangi din devasa mabetlerin yapılmasına yol veriyorsa o dinden kaçmak gerekiyor. Hadislerle ve ictihadlarla Namaz kılmak o derece yüceltildi ki, namaz bütün kötülüklerin ve kirlerin sabunu oldu. Namaz sayesinde ne güzel ahlak ne de erdem kaldı. Nebi (a.s) adına öyle hadisler hatırlarım ki, anlatmaktan haya ederim. Sahabi Nebi'ye soruyor. "Şöyle bir günah işledim" Nebi buyuruyor, "Biraz sonra bizimle namaz kılmayacak mısın? " Evet! "Günahlarına keffaret olacaktır"Binlerce yüz binlerce Allah Resülüne iftiralar sorgulanamaz din haline gelirken, müfteriler eleştirilemez birer rab ve ilah yapılmıştır. Bu rab ve ilâhlara kim karşı çıkıp iki laf ederse, en kahpesinden linç kampanyası demoklesin kılıcı gibi başında sallanacak. Bu bakımdan Kur'an'la, fıtratla, akılla ve hayatla çelişen namazı da namazın kurallarının hiçbir tanesini yüce Allah koymamıştır. Yüce İslam dini, herhangi bir çağda şunun bunun, falan filanın, fişmekanın tarafından belirlenmiş, sonraları kalıplara dökülmüş ve dondurulmuş iftira farzlar ve haramlarla kuşatılacak olan babanızın dini değildir. İslam, yüce Allah tarafından vahiy'le Nebi ve Resüllere indirilen hanif dinin adıdır. ALLAH'A GİDEN YOL MÂBETLERDEN GEÇMEZ. Aslında insan, yüce Allah'ın ahlakını taşıyabilecek bir format ve kabiliyette yaratılmıştır.Yani insanın fıtratında hiçbir sorun yoktur.İnsanın fıtratına yerleştirilen ve evrensel ahlakın şiddetle benimsediği adalet, eşitlik, haktan- haklıdan taraf olmak, merhamet, cömertlik gibi duygular bu gerçeği ortaya koymaktadır.Dünyada bunca sorun yaşanıyorsa, bakmak ve korumak ile yükümlü olduğumuz insan tabiatını ve doğal dengeyi göz ardı ettiğimizden dolayıdır."İnsanların bizzat kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattıracak; belki de tuttukları (kötü yoldan geri) dönerler"(Rum-41)İnsanlar arasında sağlıklı bir iletişim için insan hakları, sevgi, eşitlik ve merhamet ortamının gelişmesi gerekiyor.Bu sorumluluk yüce Allah tarafından tamamen insana yüklenmiş bir görevdir.İnsanın manevi dünyasını imar eden vahyin terk edilmesi sonucunda insanın yüreğinde büyük bir kuraklık baş göstermiştir.Ve bu kuraklık yüzünden insanlar birbirini dışlıyor.Aslında temiz fıtrata sahip olan bir insanın huzur duyacağı refah ve zenginlik değil, başka bir insanın sevgi ve merhamet dolu olan yüreğidir. Onun için kanunların verdiği haklar önemli olmakla beraber, asıl olan kişinin yüreğinde insanlara yer vermesidir. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun ümmi insanlara karşı yüreklerde merhamet ve sevgi yer ederse, dünya malı olarak kendilerine ait olan her şey diğerlerinin sayılır."Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiye (huzur-refah-mutluluk) eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir"(Âli İmran-92) Fakat ümmi insanlara karşı yürekte sevgi ve merhamet yoksa, hiç bir şey insanı huzur ve mutluluğa götürmeyecektir.Özlemini çektiğimiz adalet, eşitlik, merhamet ve sevgi gibi güzellikler neden yoktur? Bu iki tür insandan kaynaklanmaktadır. Birisi: Hidayeti sapıklığa, dini dünyaya satan aşağılık din adamlarından, diğeri iktidar ve hakimiyeti her şeyin üstünde gören gururlu ve kibirli siyaset adamları yüzündendir.Din adamları insanlara doğruları söylemiyorlar, indirilen vahyi gizliyorlar, (Bakara-159, 174;Âli İmran-187) siyasiler de devletin imkan ve kabiliyetini yandaşlardan yana kullanıyorlar.Böylece adalet ve barış, güven ve istikrar, hak ve istikamet ortamı yok oluyor. Aslında Allah'ın ahlakında barış var, sevgi var, adalet var, merhamet ve eşitlik vardır."Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" O, merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı..."(En'am-12) Rahmân ve Rahim olan Allah kendine ait olan bu ahlaki güzelliklerinin tohumlarını insanın fıtratına yani yüreğine yerleştirmiştir. Fakat ihtiras ve cehaletine yenik düşen insan Allah'ın yüreğine koyduğu merhamet, sevgi, barış, eşitlik ve adalet tohumlarını sulamayı bilemedi.Din adamları, camilerde, kiliselerde, havralarda insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme görevini üstlendiler. Dünya hâlâ güzelleşmemişse böyle din adamları ve böyle devlet adamları yüzündendir. Görevini hakkıyla yapan, doğruları anlatan, dünyayı güzelleştiren, sevgi ve merhamet tohumları eken insanlara ihtiyaç vardır."Sizden önceki toplumlarda insanları kötülüklerden alıkoyması gereken bir grubun olması gerekmez miydi? Onlardan pek azı müstesna kimse bu görevi yapmadı. Zulmeden (büyük çoğunluk) kendilerine verilen zevk ve saltanatın peşine düştüler..."(Hud-116)Onun için aklını kullanan, sağlam iradeli, özgür düşünceli insanlara ihtiyaç vardır. Ama sadece aklı kullanma, sağlam irade, özgür düşünce mutlu olmak için yeterli değildir. Onlarla birlikte sevgi dolu bir yürek de olmalıdır. Yoksa kaos ve kargaşa, zulüm ve istibdat olacaktır. Devleti idare eden siyasetçi sevgi dolu bir yüreğe sahip değilse adaletsiz olur.Din anlatan bir din adamı sevgi dolu bir yüreğe sahip değilse merhametsiz olur. Bu yüzden insanlara karşı yüreği merhamet ve sevgi ile dolu olmayan insan, Allah'a karşı sevgi besleyemez. Kur'an'ın penceresinden baktığımızda, Allah'a giden yol camilerin, kiliselerin, havraların içinden, namazdan, oruçtan, geçmiyor.Vahiy'siz ve İbrahim'siz hac ve Umre'den Allah'a ulaşmak mümkün değildir.Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace ve Kâfi'nin hurafelerinden Allah'a giden bir yol yoktur.Mekke ve Medine'den de, Kudüs ve Vatikan'dan da Allah'a giden bir yol yoktur.Allah'a giden yol, tevhid ve infaktan, sevgi ve merhametten, fakir ve gariban insanların yüreğinden geçiyor. insanların acılarına ve ızdıraplarına ortak olmak, insanların gözyaşlarını silmekten, eşitlikten ve paylaşmaktan geçiyor.Bunu yapamıyorsak bizim din anlatmamızın bir önemi yoktur. İmanımızın da Allah indinde bir değeri olmaz.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (89.YAZI) Mâide Süresi 52-) Kalblerinde hastalık bulunanların: "Başımızda bir musibetin dolaşmasından korkuyoruz" diyerek onların içinde koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olarak sabahlayacaklardır. 53-) O zaman iman edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir de husran içinde sabahlamışlardır. 54-) Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah'ın kendilerini sevdiği ve onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü (zelil), kâfirlere karşı aziz bir kavim getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar Bu, Allah’ın, dileyene verdiği bir fazilettir. Allah’ın (fazileti) geniş ve âlimdir. 55-) Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resûl'üdür, iman edenlerdir; onlar ki salât-ı ikame eder(Allah'ın emirlerine) boyun eğerek zekât'a (arınmaya) gelirler. 56-) Kim Allah’ı, Resûlünü ve iman edenleri veli edinirse (bilsin ki) galip gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır. 57-) Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer müminler iseniz. 58-) Salât'a nida ettiğiniz zaman onu alay ve oyun konusu yaparlar. Bu davranış, onların akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır.(57.âyette "...kitap verilen Yahudi din adamlarının İslam dinini alay ve oyun konusu edindiklerini..." haber verildikten sonra, 58.âyette de "salât'a nida edildiği zaman onu alay ve oyun konusu yaptıklarını" anlatıyor. Yani salât, namaz değil, din ve vahiy oluyor. 59.âyette de salât'ın aslında hem kendilerine hemde tüm insanlara indirilen vahiy olduğu kesin olarak ortaya çıkıyor.) 59-) Onlara şöyle de: Ey ehli kitap! Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden intikam alıyorsunuz? Oysa çoğunuz fasıksınız. 60-) De ki: Allah katında yeri bundan daha şerli olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta kulluk yapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve düz yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır. 61-) Yanınıza küfürle girip yine küfürle çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir. 62-) Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür! 63-) Rabbanileri ve ahbarları onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten nehyetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür! 64-) Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır) , dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlandı ve lânete uğradılar. Bilâkis, Allah’ın elleri yaygındır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar (bulundukları) yerde sürekli olarak fesada koşarlar; ve Allah müfsidleri sevmez. 65-) Eğer ehl-i kitap iman edip, takva sahibi olsalardı, mutlaka kötülüklerini örter ve onları naim cennetlerine koyardık. 66-) Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur’an’ı) ikâme etselerdi, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir ümmet vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür! (Bu âyette Yahudi din adamlarının şahsında Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarına bir uyarı ve kınama mevcuttur. Yani bu kadar kaos, anarşi, katliamlar ve güvensizlik Kur'an'ı ikâme etmediklerinden dolayı oluyor.)

20 Aralık 2021 Pazartesi

KUR'AN'DA VAR OLAN GERÇEK SALÂT. Salât Dindir. "Dediler ki: Ey Şuayb!(Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (muhaddis-müctehid-evliya-ilâhlar) terketmemizi yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmamayı sana salât'ın mi emrediyor?..." (Hud-87)Salât Zihinsel Destektir. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz onları biliyoruz. Onlara ilk kez azap edeceğiz, sonra da onlar azim bir azaba geri gönderileceklerdir.(Tevbe-101) Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amele karıştırdılar. Umulur ki Allah onların tevbelerini kabul eder.Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Tevbe- 102)Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizlersin ve onları arındırırsın. Ve onlar için salât et. Çünkü senin salâtın onlar için bir sükünettir. Allah işitendir bilendir" (Tevbe-103)Salat"ın zihinsel destek olduğu ile ilgili en önemli delillerden bir tanesi yukarıdaki âyettir. "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve onları arındırırsın."Ve onlar için salât et, âyetinin cümlesini metni ile beraber okuyalım (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum)"ve onların üzerine salat et, çünkü senin salâtın onlar için bir sükunettir. Allah işitendir bilendir"Âyette Nebi (a.s) a emredilen "salli aleyhim" "onların üzerine salât et" cümlesinin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille yani zihinsel destek ol, onlara Kur'an'dan öğüt ver, İslam dininin önem ve ehemmiyetini onlara anlat, sürekli olarak onlara vahyin güzelliklerini hatırlat yani hanif dinin erdem ve güzel ahlakının şuuruna ersinler. Peki hurafecilere soruyoruz. Nebi (a.s) nifak ile iman arasında kalan bu insanlara nasıl salât edecektir. Onlara namaz mı kılacaktır. Sizin dininize göre öyle olmak zorundadır. Çünkü cümle aynen şöyledir. "Ve salli aleyhim, onların üzerine namaz kıl" Salât: İnsanları her türlü kötülükten engelleyen en büyük zikir olan Kur'an'dır. İşte ispatı"Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize salât eden gönderen O'dur Melekleri de size salât ederler. Allah müminlere karşı çok Rahim'dir" (Ahzab-43)Yüce Allah melekleri vasıtasıyla müminlerin üzerine vahiy indirerek onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor. (İbrahim-1)Aynı şekilde Nebi (a.s) a salât'ı da yani desteği de indirdiği vahiy'den başka hiç bir şey değildir. Yani sizin anlayışınıza göre yüce Allah Nebi ve müminlere salavât getirmez ve namaz kılmaz. Ama kelimeler şöyledir. "Huvellezi yusalli aleyküm" "O Allah ki size namaz kılar ve melekleri de size namaz kılarlar" Şimdi Ahzab-56. âyete gelelim. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarına göre âyetin manası şöyledir. "Şüphesiz ki, Allah ve Melekleri Nebi'ye çok salavat getirirler. Ey iman edenler! Sizde ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin" (Diyanet Vakıf Meâli) İşte sizin dininiz ve ilminizin sınırı bu kadardır. Nebi'ye destek yani vahiy'le ona yardım etme anlamına gelen bir âyeti "Muhammed'e salavât çekme ve salavat okuma" olarak değiştiren bir anlayışın bütün ibadetleri sorgulanmalıdır. Salat"ın vahiy olduğunu gösteren başka bir âyet de şöyledir. "(Ey Nebi!) Sana kitaptan vahyedileni tilâvet et ve salât-ı ikame et. Hiç şüphesiz ki salât fuhşiyattan(ahlaksızlık-cimrilik) ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri (olan Kur'an'la yapılan) elbette en büyük(öğüttür. Allah yaptıklarınızı bilir" (Ankebüt-45)Diyalog ve iletişim yani sözle öğüt olmadan insanları kötülüklerden engelleyemezsiniz. İslam'ın, iman'ın, takvâ'nın, ihlas'ın, din'in, ihsan'ın, salat'ın ve ibadetin tam merkezinde vahiy olmak zorundadır. İşte size bir âyet daha. "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et yani salât-ı benim zikrim (olan vahiy) için ikame et" (Tâhâ-14)Kitabını bilmeyenlerin iman ve itaatlerinin yüce Allah'ın indinde hiç bir değeri yoktur. Taklidi iman hiç bir işe yaramadığı gibi sürekli olarak kaos, anarşi, ihtilaf, ve kargaşa meydana getiren lanetli doğurgandır. Bir ibadet düşünün ki, Allah'ın, Resüllerinin, İslamın, imanın, ihlasın, takvânın ve hidayetin hangi anlama geldiklerini size öğretmesin. Salat, insanın, inanç, zihin ve ahlak dünyasında sürekli olarak yüce Allah'ın varlığını ve kudretini yüreğinde taşıması, yaptığı her işi Allah için yapması, güzel ahlak sahibi olması, zor durumlarda sadece Allah'a yönelmesi, tüm insanlara adalet ve merhametle muamale etmesi, dini Allah'a özel kılması yani ihlas , takva ve güzel ahlak dediğimiz şey, gece gündüz, yirmi dört saat her an insanın gönlünden ve vicdanından ayrılmayan, onunla bütünleşen iman edenlerde bir yaşam haline gelmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ihlas, salat, takva, ihsan, ibadet ve sabır gibi erdemler insanda bir karakter ve ahlak haline gelmelidir. İnsan bu erdemlerden hiçbir zaman bağımsız olmaması yani sürekli olarak güzel ahlaka sahip olması gerekir.Bu erdemler için belli bir zaman ve mekan yoktur. Fakat bazı salâtlar vardır ki, bir araya gelmek, bilgilenmek, farkında olmak, şuur kazanmak için bunlarda program ve vakit şarttır. Yoksa beş dakika Allah'ın huzuruna çık. Ondan sonra dünya ve âhiret senindir. Bu doğru değil, her an, her şey Allah'ındır. İnsan sürekli olarak Allah'ın varlığını ve kudretini zihninde taşıması gerekiyor. Amellerin yani hasenât ve sâlihatın yüce Allah indinde geçerli olabilmesi için sağlam bir itikadın üzerine bina edilmesi gerekir. Yani Kur'an'da var olan ihlas (dini Allah'a özel kılma) ve takva yani hayatın Kur'an'daki emir ve yasaklara göre şekillenmesi şarttır. Eğer böyle olmazsa dünyadaki bütün Müşriklerin hasenât ve salihatlarının Allah indinde geçerli olduğunu kabul etmek zorundayız. Salat, dindir, imandır, İslam'dır, vahiy'dir, takvadır, ihlastır, hayatın tümüdür, günde beş on dakika el bağlamak değildir, salat, aklı kullanma, tevekkül, tefekkür, şuur yani farkındalık yani sürekli devam eden ve hiçbir zaman insandan ayrılmayan bir ahlaktır. Salat, hayatın vahiy'le inşa edilmesi olayıdır. SALÂT VAHYİN KENDİSİDİR. Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeden yaptığınız hiç bir ibadet ve amelin Allah indinde zerre miktarı kadar bir değeri yoktur. Evet salât, dinin temelidir, sürekli olacak bağlantı halinde olmamız gereken İslam dinin olmazsa olmazıdır. Salât, bir yaşam felsefi bir mucadele alanıdır. Salat, insanın ilk önce kendi benliğini, ruhunu ve ahlakını temizlemesi ve arındırması olan hasenat, sonra çevresini temizleyip arındırması anlamına gelen sâlihattır. Salat, maddi-manevi bir temizlenme ev arınma seferberliğidir. Ama siz nasıl ki, yüce Allah'ın Kur'an'da bulunan emirleri anlamına gelen takvayı cemaat ve tarikat liderlerine kulluk, dini Allah'a özel kılma anlamına gelen ihlası samimiyet, Resül ve Nebi kavramları yerine "peygamber" kelimesini koyarak önemini ve etkinliğini yok ettiğiniz gibi, bütün hayatı içine alan salât kavramını da beş on dakikalık bir âyine çevirdiniz. Evet salat, bir an içinde olsa ondan kopamadığınız kıyamdır, rüküdur, secdedir, oturuştur.Dolayısıyla salât, aynen takva, ihlas, ihsan yani güzel ahlak, ibadet gibi hayatın tümünü içine alan bir yaşam tarzıdır. Ancak toplumun acil sorunları ve genel durumu ile ilgili bir çalışma olduğunda, şura ile karar vermek için bir araya gelinmesi gerekiyor.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(88. YAZI)Mâide Süresi 51-) Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Zira onlar birbirinin velileridir. Sizden onları veli edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah,(vahiy'den bağımsız olarak) zalimler kavmini hidayete iletmez. YAHUDİLİK, HRİSTİYANLIK, ŞİİLİK VE SÜNNİLİK ALLAH'A İFTİRADIR. Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."...Uydurdukları şeyler dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır"(Âli İmran-24)"Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler" (En'am- 21)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden..." daha zalim kim vardır" (En'am-93)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir" (Hud-18)"Onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (Gerçekte) ahireti de bunlar inkar ediyorlar"( Hud-19)Biz batıl din ve şirk mezheplere karşı geldiğimiz zaman, bizim gibi beşer olanların inanç ve ictihatlarını reddetmiş oluyoruz, fakat mezhepçi mukallitler uydurma din ve içtihadlarıyla Allah'ın kitabına şirk koşmuş oluyorlar. "Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu (Kur'an'ı) anlamalarına engel bir ağırlık, kulaklarına sağırlık verdik. Sen onları hidayete (tevhid yoluna) davet etsen de artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir"(Kehf- 57)"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıkdan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Muhakkak ki biz, günahkar (müşriklere) layık oldukları cezayı veririz" (Secde- 22)"İslam'a (Kur'an'a-tevhid'e) davet edildiği halde Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır! Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez"(Saf-7) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu (Kur'an'ı) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemesede Allah nurunu(bütün yönleriyle ortaya koyup) tamamlayacaktır" (Saf- 8)"Müşrikler istemeseler de dinini (son inen vahiyle her yönüyle iyice) açığa çıkarmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O'dur"(Saf, 9)"Allah'a iftira eden ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Onların kitaptaki payları kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilanlarınız nerede?" derler. (onlar da) "Bizden uzaklaşıp gittiler" derler. Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler"(Araf-37)"Öyleyse Allah'a karşı yalan yere iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Bilesiniz ki mücrimler asla iflah olmazlar" (Yunus-17)"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan iftira edenler kurtuluşa eremezler" ( Nahl-116) "Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.(ne mümkün!) Öyleyse Allah hakkında yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır"(Kehf-15 )

19 Aralık 2021 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (87.YAZI) 44-) Biz, içinde hidayet ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş Nebiler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş rabbaniler ve ahbâr da (onun tek kaynak olduğuna hükmederlerdi). Hepsi onun (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey din adamları!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.(Hüküm kavramının din adamları ile ilgili olduğunu bu âyet çok net olarak göstermektedir. Yani din adamlarınin dinde vahye tek kaynak olarak iman etmeleri devlet adamlarının Kur'an'la hükmetmelerinden çok daha önemlidir. Din adamlarının vahyi tek kaynak kabul etmeleri Kur'an hükümlerinin tüm toplum tarafından yaşanmasına sebep olacaktır. Daha önemlisi din adamları dinde tek kaynak olarak Kur'an'a iman ettikleri takdirde insanların onlaran tâbi olmaktan başka yapacakları bir şey kalmazdı.) 45-)(Tevrat’ta) onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.(Yukarıdaki âyet sadece Tevrat'ın o günkü muhatapları ile ilgili bir durumdur. Yani İsarailoğulları ile ilgili olan âyet yerel ve tarihseldir. Son vahyin tarihinden sonra iman edenler açısından uygulama alanı bulacak bir gerçekliğe ve evrenselliğe sahip değildir. Dolayısıyla bu âyetteki hükümler İsrail'de bile uygulama alanı bulamaz.) 46-) Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak (Nebilerin-Resüllerin) izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde hidayet ve nûr bulunan, önündeki Tevrat’ı tasdik edici, muttakilere bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik. 47-) İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler (diye emretmiştik) Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.(Yani "zamanında onunla hükmetsinler diye İncil'i indirdiğimiz halde, öyle yapmadılar" demek isteniyor. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin kitaplarına yaptıkları kötü muamelenin aynısını bir zamanlar Tevrat ve İncil sahipleri de kitaplarına yapmışlardı. Yoksa Kur'an indirildikten sonra onu bırakıp da İncil ile amel etmeye devam etsinler anlamına gelmiyor. Çünkü böyle bir mana Kur'a'nın bağlam ve bütünlüğüne tamamen aykırıdır. Eğer tarihsel olan İncil'in hükmü devam etseydi, Kur'an gibi evrensel bir mesaj indirilmezdi. Hem Kur'an gibi geniş muhtevalı bir mesaj nazil olacak, hemde dar ve belli bir sınıfa ve kavme (İsrailoğullarına) indirilmiş olan İncil'in hükmü devam edecek?Böyle birşey mümkün değildir.) KAFİR, ZALİM VE FASIK OLANLAR" KİMLERDİR? Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "Hakka batılı karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara-42)Ali ile Muaviye'nin arasında yapılan Sıffin savaşından sonra "hakem" olayı ile dini ilk siyasallaştıran Hariciler olmuştur. Çok ilginçtir, Şia ve Ehli Sünnet'in dini adamları Haricileri sevmedikleri halde dini siyasallaştırma fikirlerini hiç bir sorguya tâbi tutmadan benimsemişlerdir. Dolayısıyla buradan hareketle Şia ve Ehli Sünnet din adamları âyetleri bağlamından kopararak şu cümlelerle sürekli olarak devlet adamlarını tekfir etmişlerdir. "...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(Mâide-45)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(Mâide-46)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"(Mâide-47)Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "hüküm" kavramının devlet adamları ile ilgili değil, din adamlarıyla ilgili kullanıldığını çok açık olarak görüyoruz. Yani bu âyetlerde kasdedilen şey, devlet adamlarının karar ve tasarrufları, hukuk ve adliye sarayları değil, Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibâr edilmemesi ile ilgilidir. Dolayısıyla Kur'an'da var olan "hüküm" kavramları devlet ve hukuk adamlarından daha çok din adamlarını ilgilendirmektedir. Âyetlere dikkat edildiğinde hepsinde "Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" buyrularak, hüküm (din- hayat-yaşantı-inanç) anlamında olup sosyal, ictima'i, ekonomik, kültür olarak Allah'ın indirdiği vahiy'den başka hiçbir kaynak olmaması ile ilgili bir kavramdır. Peki Şia ve Ehli Sünnet din adamları vahyi tek kaynak kabul eden muvahhidleri "sapık" ve "en büyük fitne" olarak görüyorlarsa devlet adamları "Allah'ın indirdiği" ile nasıl hükmedecektir.Yok eğer atalarının söz ve ictihadlarını Allah'ın dini gibi kabul ediyorlarsa, bu da çok çirkin bir yalan ve Allah'ın üzerine atılmış büyük bir iftiradır. Siz atalarınızdan gelen yalan ve iftiraları Allah'ın indirdiği vahiy yerine koyamazsınız. Kur'an'da bulunan "hüküm" kavramlarının "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak edinmemekle ilgili olduğunu aşağıdaki âyetler gösteriyor. 48-) "Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. ( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir" 49-)(Sana da şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer hükümden (Kur'an'dan) yüz çevirirlerse bil ki bununla Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. 50-) "Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye hükmünü mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır.("Allah'ın indirdiği hükümler" den maksat Kur'an'ın tek kaynak kabul edilmesi olduğu için asıl ve gerçek olarak kafir, zalim ve fasık olanlar devlet adamları değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarıdır.)

18 Aralık 2021 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (86.YAZI) 40-) Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü Allah’ın'dır. Dileyeni azap eder ve dileyeni de mağfiret eder. Allah her şeyi üzerinde bir kudrete sahiptir. (Hidayet ve sapkınlık yani mağfiret ve azap Kur'an ile ilgili bir durum olduğu için vahiy'den bağımsız olarak yüce Allah hiç kimseye hidayet ve sapkınlık dolayısıyla Kur'an'dan bağımsız olarak hiç kimseye mağfiret vermez ve azab etmez. Başka bir ifadeyle hidayet ve sapkınlık, mağfiret ve azab insanın inanç ve amelleriyle ilgili bir durumdur.) 41-) Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle "iman ettik" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Bir kimse Allah'tan fitnesini isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini (vahiy'le) temizlemesini istemedikleri kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus azim bir azap vardır. 42-) Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında ( Resül olarak Kur'an'la) hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever. 43-) İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde senin hakkında nasıl hüküm veriyorlar ki, sonra, bu (haktan) yüz çevirip gidiyorlar? Onlar (Allah'a) inanmış kimseler değildir. TEVRAT VE İNCİL'İN HÜKMÜ HALEN GEÇERLİ MİDİR ? Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'ın bütün kavramlarına yanlış bir meal verdikleri gibi bu âyete de hatalı bir mana vermişlerdir. Kur'an'ın ve ilgili konunun bağlam ve bütünlüğüne bakmayarak Mâide süresi 43. âyetine şöyle bir meal vermişlerdir. "İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar iman etmiş değillerdir"Verdikleri bu meâle göre, Tevrat'ın halen bir hüküm kaynağı olduğunu öne sürmüşlerdir. Yani "kitap ehli, kendi kitaplarıyla hükmetmeye devam etsin" şeklinde bir mana ortaya çıkıyor. Halbuki âyetin doğru meali şöyledir : "İçinde, Allah´ın hükmü bulunan Tevrat, yanlarında olduğu halde, senin için, (senin hakkında) nasıl böyle hüküm veriyorlar. Sonra, bu (haktan) yüz çevirip gidiyorlar? Onlar,(Allah'a) inanmış kimseler değildir. Dolayısıyla Tevratı okuyan ilim sahipleri onda var olan son Nebi'nin ve Nübüvvet'e bağlı son Resülün özelliklerini gördükleri halde nasıl onları kabul etmez de seni inkar ediyorlar. Eğer tarihsel olan Tevrat'ın hükmü devam etseydi, Kur'an gibi evrensel bir mesaj indirilmezdi. Hem Kur'an gibi geniş muhtevalı bir mesaj nazil olacak, hemde dar ve belli bir sınıfa ve kavme (İsrailoğullarına) indirilmiş Tevrat'ın hükmü devam edecek. Böyle bir şey mümkün değildir.Mâide süresinin 44 ile 48. âyetlerini okuyan, 43. âyetin hangi anlama geldiğini daha iyi görecektir. Geçmişte Allah'ın, "İndirdiğim Tevrat ve İncil ile hükmedin, din ve hüküm olarak indirdiğimden başka hüküm kaynağı olmasın" emrine rağmen, ilim sahiplerinin Allah tarafından indirilen Tevrat ve İncil'i tek kaynak yapmadıklarını anlatıyor. Yani Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidlerinin yaptıklarının aynısını yapmışlar. Bunun sonucunda da Allah son vahyi indirmiştir. Ve son vahiy'de yüce Allah Nebi (a.s) ı uyararak onlar gibi yapmamasını emretmiştir. SONUÇ OLARAK :Musa (a.s) İsrailoğullarına elçi olarak gönderilmişlerdir. Bütün insanlara değil, Dolayısıyla Tevrat evrensel bir kitap değildir. Çünkü Tevrat'ın tüm insanları muhatap aldığını ortaya koyan bir âyet yoktur. Fakat Kur'an'ın bütün insanları ilgilendirdiğini ve bütün insanların ondan sorumlu olduklarını anlatan çok âyet vardır. Buda Kur'an indikten sonra Tevrat ve İncil'in yürürlükten kaldırıldığını ortaya koyuyor. Yani artık Tevrat ve İncil'de Kur'an'ın bir parçası konumundadırlar.Dolayısıyla Kur'anda var olan "Tevrat ve İncil'in hakkını yerine getirmiş olsalardı" gibi âyetler geçmiş din adamları için söylenmiştir.

KUR'AN'DAKİ SALÂT, NAMAZ KILMAK MIDIR? KUR'AN'DA SALÂT"Onlar gayba iman edeler yani salat-ı ikâme ederler yani rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Bakara-3)"Salât-ı ikame edin yani arınmaya gelin ve rüku edenlerle beraber rukü edin"( Bakara- 43)"Sabır ve salâtla Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (Allah'a) haşyet duyanlardan başkasına büyük gelir" Bakara- 45)Yukarıdaki iki ayet Medine'de yaşayan Yahudiler hakkında inmişlerdir.Soru şu: Yahudiler Kur'an'a iman etmeden namaz kılmalarının bir anlamı olur mu?Neden salât'la yardım istesinler yani neden de Allah'tan yardım istesinler olmasın buradaki salata Kur'an olmasın.Ataları olan İsrailoğulları salat-ı biliyor ve yüce Allah, salât konusundan onlardan söz almıştı.(Bakara-83)Bu âyetteki salât Kur'an'dır. Çünkü yüce Allah'ın insanlara en büyük desteği vahiy'dir. Aslında "salât" kavramlarının geçtiği her âyette salât'ın hangi anlama geldiğini görüyoruz.Mesela:Salât-ı ikâme edin yani arınmaya gelin yani kendiniz için her ne hayır takdim edersiniz Allah katında onu bulursunuz"Bakara- 110)Ey iman edenler! Sabır ve salât'la Allah'tan yardım isteyin...."(Bakara-153)İnsana en büyük sabır ve en önemli salât-ı veren kaynak Allah'ın kitabı Kur'an'dır.Çünkü salât ve sabır kaynağı odur.Yüce Allah, Resülüne de sadece onunla sabrı ve salât-ı tavsiye etmiştir."Sen de onların içinde bulunup da onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman onlardan bir tâife seninle beraber dursunlar..."Nisa-102)Âyette "neden salât etsinler" değil de, "onlardan bir tâife seninle beraber ayakta dursunlar" buyrulmaktadır. Âyette bulunan "secde etsinler" den maksat "söylenenleri anlayıp kabul ettikten sonra" anlamına gelmektedir. Yoksa savaş gibi zor bir ortamda bir ritüelin emredilmesi mümkün değildir.Aklınız yok mu?Burada ordunun savaş hazırlıkları, sorunların giderilmesi ile ilgili bir motivasyon vardır."Salât-ı bitirdiğinizde, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarken Allah'ı zikredin. Güvene kavuştunuz mu salat-ı ikâme edin..." Namaz zaten Allah'ı zikretmek değil miydi?Namazı!!! bitirdikten sonra ayakta dururken, otururken ve yan yatarken Allah'ı zikretmek nedir?İsrailoğulları şu şekilde salât-ı ikâme ediyorlardı.Yani Mâide 12.âyette salâtın şöyle bir anlama geldiğini görüyoruz.Arınma, Resüllere iman etme, onlara yardım etme, Allah için borç verme olarak geliyor.Eğer namazda rukü olsaydı, salat-ı ikâme ettikten sonra yüce Allah niye "rukü ederler" buyurmuştur? "Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resülüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salât-ı ikâme eder yani arınırlar" (Mâide-55)"Bir de salat-ı ikâme edin yani sorumluluk bilincine sahip olarak ondan sakının" ( Enam- 72)"Kitab-a sımsıkı sarılarak yani salât-ı ikame edenlere gelince..."(Âref- 70)"Haram aylar çıkınca (savaşta) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani (şirkten) arınırlarsa onların yolunu serbest bırakın..."(Tevbe- 5)Yoksa şirkten arınma olmadan Müşriklerin namaz kılmalarının hiçbir anlamı yoktur."Eğer( müşrikler) tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani zekât-a gelirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir..." (Tevbe-11)Allah Resulü (a.s) döneminde "yani" kelimesi olmadığı için Kur'an bunu içine almamış onun yerine "vav" harfini kullanmıştır.Fakat yüzlerce âyette ancak "yani" kelimesini koyduğumuzda kavramlar bir anlam kazanıyor. Yani yüce Allah bu "ve" lerle kitabını tebyin, tefsir, tasrif, tafsil "yani" kelimesiyle kendi içinde bir sistemle yani bir hikmete kavuşturuyor. "İnfaklarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah'a ve Resul'üne kâfir olmaları yani salât-a üşene üşene gelmeleri yani zorla-istemeyerek İnfak etmelerine engel olmuştur.(Tevbe-54)"Mümin erkekler ve mümine kadınlar birbirlerinin velileridir. Mârufu emreder münkerden nehyederler yani salât-ı ikâme eder yani zekât'a (arınmaya) gelir yani Allah'a yani Resül'e itaat ederler. işte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-71)"Allah'ın mescidlerini, Ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden yani salât'ı ikâme eden yani zekât'a (arınmaya) gelen yani Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.İşte hidayete ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe-18)"Musa'ya ve kardeşine"kavminiz için Mısır'da (barınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın yani salât'ı ikame edin yani müminlere müjde ver"( Yunus- 87)Yani Firavun'un zülmünden kurtulacaklarına dair onlara müjde ver."Onlar Rablerinin rızasına ermek için yani salât'ı ikâme ederler yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açıktan Allah için infak ederler ve kötülüğü güzellikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun hayırlı sonucu vardır.(Râd-22)"Dediler ki: Ey Şuayb!(din) atalarımızın ibadet ettiklerini( İlahları) yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salât'ın mi emrediyor? Yukarıdaki salat vahiy ve din anlamına gelmektedir. Onlardan sonra salât'ı zayi eden yani şehvetlerine tabi olan bir nesil geldi..." (Meryem-59)"Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde sadece bana ibadet et yani zikrim için salât'ı ikâmet et"(Tâhâ-14) (Ehline salât'ı emret ve kendin de onun üzerinde sabret. Senden rızık istemiyoruz. Sana biz rızık veriyoruz" Âkibet takva sahiplerinindir"(Tâhâ- 132)Onlar (tüm Nebiler) emirlerimizle hidayeti gösteren önderler kıldık yani kendilerine hayırlar işlemeyi yani salât'ı ikâme etmeyi yani arınmayı vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden kimselerdi.( Enbiya-73)"Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden yani salât'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir" (Hac- 35)"Onlar öyle kimseler ki, şayet kendilerine yerde imkan verirsek, salât-ı ikame eder yani mârufu emrederler yani kötülükten nehyederler bütün işlerin akıbeti Allah'a aittir"(Hac-41)"...Salât'ı ikâme edin yani zekat'a gelin (arının) yani Allah'a sığının. O sizin mevlanızdır. O ne güzel mevlâ yani ne güzel yardımcıdır.(Hac-78)"Öyle erler (vardır ki) ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoyamaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar. (Nur-37)"Salât'ı ikame edin yani arınmaya gelin umulur ki merhamete kavuşturulursunuz"(Nur-56)"Onlar, salât'ı ikame derler yani zekat'a gelerek arınırlar yani onlar âhirete kesin olarak iman ederler"(Neml- 2,3) (Ey Nebi!) kitaptan sana vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikâme et. Çünkü salât fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri olan (Kur'an) ile uyarı yapmak en büyük (bir öğüt) tür..."(Ankebüt-45)"Allah'a yönelmiş olarak sorumluluk bilincine sahip olun yani salât'ı ikame edin yani sakın müşriklerden olmayın yani fırka fırka yani şia şia olanlardan (olmayın. Bunlardan) her hizip kendilerinde olan inançla sevinmektedir"(Rum-31,32) (Lokman(a.s) dan oğluna) Ey oğlum! salât'ı ikâme et yani mârufu emret yani münkerden nehyet yani sana gelen müsibete karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir"(Lokman- 17)"Salât'ı ikâme edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Nebi'nin ev halkı Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"( Ahzab-33)"Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na özel kılarak yani hanifler olarak Allah'a ibâdet etmeleri yani salât'ı ikâme etmeleri ve zekât'a (arınmaya) gelmeleri emrolunmuştu. İşte tolumu ayağa kaldıracak sağlam din budur" (Beyyine-5)Drmek ki, Kur'an'da bulunan salât, destek anlamında infak ederek arınmak, vahiy olan Kur'an'dan destek almak, sabrın kaynağı, Allah için borç verme, takva, kitâba sımsıkı sarılma, şirkten temizlenme yani tevbe, iman kardeşliği, barış, Allah ve Resülüne itaat, mârufu emretme münkerden nehyetme, rahmete kavuşma, Allah'a ve âhiret gününe iman, Allah'tan başkasından korkmama, fakir ve garibanlar için barınaklar yapma, müminlere müjde, Allah'ın rızası, kötülüğü güzellikle önleme, şehvetlere tâbi olmama, Allah'tan başka ilâh kabul etmeme, sadece vahye iman edip yalnız onunla uyarma, zihinsel destek ile toplumu ayağa kaldırma, rızık endişesi taşımama, hayırlı işlerde yarış, sadece Allah'a kulluk etme, Allah söz konusu olduğu zaman saygı ile ürperme, başa gelen musibetlere karşı sabretme, Allah'a yani Kur'an'a sığınma, salat her türlü kötülükten kesin olarak engelleyen en büyük öğüt, şirkten korunma yani hizip hizip, fırka fırka olmama, her türlü kirden temizlenme, kitabı tilavet etme, Allah'ın zikri olan Kur'an'a koşma, dini sadece Allah'a özel kılarak hanif olma anlamına gelmektedir. Sizin namazınız bunları gerçekleştirmeye kâdir mi? Namaz diye adlandırılan ritüel, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarını Kur'an'a karşı zulüm ve küfür dahil, hiçbir münker ve fahşadan alıkoymadığı gibi salatları onları şirkten de kurtaramadı.Yani salât-ı yeniden ihya etme çabası çok kıymetlidir. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları yüzyıllardır icra edilen ve bizi şirkten, zulüm yapmaktan ve hatta küfre sapmaktan alıkoymayan namaz ritüelinde ısrar edip salatın diriltici özünü kaçırıyorlar. Şu halde müşriklerin de icra ettiği namazdan çıkıp hanif olan İbrahim (a.s) ın başlattığı ve son Nebi olan Muhammed (a.s) ın hakkıyla ikame ettiği salat'a ulaşmalıyızKur'an'da ritüel olarak namaz varsa, kıyamı, kıraatı, rukü'ü, secdesi ile nasıl eda edildiği varsa, neden onlarca âyette hiç bir teferruata gidilmeden, yani açık olarak nasıl kılınacağı ortaya konmadan sadece "salât-ı ikâme edin" desin. Neden-salat-ı ikâme" aynen zekat (arınma) gibi kalıp bir ifade olarak geçmektedir. Kur'an'a baktığımızda İsrailoğullarının da (sizin deyiminizle namaz kıldıklarını) ve bu âyetlere Medine'de yaşayan Yahudilerin buna itiraz etmediklerini görüyoruz. (Bakara-83 ; Mâide-12)Kur'an'a baktığımızda salat'ın veya salat-ı ikâme etnenin çok kapsamlı, genel ve evrensel yani tarihin bütün dönemlerinde var olduğunu biliyoruz. Yani Yahudi ve Hristiyanların da salat'a aşina oldukları ve salat'a itiraz etmediklerini görüyoruz. Peki dinlerine gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olan Yahudiler, içlerinde çok azı müstesna nasıl bu derece bu ritüelden uzaklaşmışlardır. Tekkelerini bile kaybetmeyen Yahudiler, namazlarını nasıl kaybetmişlerdir? İbrahim, Musa ve İsa (aleyhimüsselâm) salat-ı ikâmeyi önemle yerine getirdikleri halde Hristiyanların hepsi bu ritüeli nasıl zayi etmişlerdir. Tevrat ve İncil neden bu ritüelin teferruatından hiç söz etmez yani Kur'an'ın yaptığı gibi hiç bir ayrıntı vermez? Kur'an'da bir çok konuda onlarca tekrar varken, namazın nasıl kılunacağını bir kaç âyetle ortaya koymaya gücü yeten Yüce Allah, namazın nasıl kılınacağını neden din adamlarının söz ve ictihadlarına bırakmıştır? Namaz neden kalıp cümle olarak geçmektedir? Salât, sadece Mekke ve Medine'de yaşayan Müslümanlarla ilgili bir şey değildir. Müşriklerin de itiraz etmedikleri bir emirdir. Çünkü genel ve evrensel bir özelliğe sahiptir. Salat, sadece Şii ve Sünnilerin yaptığı bir ritüel değildir. Salât, Allah'a iman eden herkesin yaptığ, aynen ibadet gibi toplum ve birey için, hayatın tümünü içine alan hayır ve yardımlar anlamına gelmektedir. Kur'an Yahudilere neden "salât-ı ikâme" etmelerini emrediyor? (Bakara-40/46)Salât, insanları her türlü kötülükten engelleyeceği garantisi verilirken,(Ankebüt-45) iman eden bütün grup ve fırkaların arasında neden barış ve huzur meydana gelmiyor. Şia, Ehl-i Sünneti Müslüman kabul etmiyor, Ehl-i Sünnet, Sia'yı tekfir ediyor. Yani şimdi insanlık tarihinde sâlat'ı ikame eden Nebi, Resül ve iman edenler, sizin milyarlarca lira harcayarak inşa ettiğiniz muhabbetlerde, yaptığınız gibi namaz!!! kılıp ibadet ettiklerini mi zannediyorsunuz?Eğer Nebi ve ve Resüllerin sizin gibi namaz kıldıklarını yani ibadetlerinin sizin ibadetiniz gibi olduğunu iddia ediyorsanız, bundan utanın! Eğer Kur'an'da bulunan salât, sizin yaptığınız gibi bir ritüel olsaydı teferruata gidilmeden yani tek kalıplı bir cümle olarak hakkında bu kadar âyet indirilir miydi? Bir âyetle dâhi olsa yüce Allah onu târif ederdi. Namaz hakında bu kadar âyet indiğine göre yani bu inancınıza göre Nebi (Aleyhisselam) ın arkadaşları namaz kılmıyorlardı ki sürekli olarak bu konuda uyarılmışlardır. Bu mu yani!!! Namaza en düşkün olan fetö, namazında ve niyazında olan muhafazakar iktidarı devirmek için her türlü kumpası ve entrika kurmayı namazı nasıl izin verdi?Onlarca insanı katlediyor, yüzlerce vatandaşı yaralıyor, sakat bırakıyor, yapmadığı kötülük ve alçaklık kalmıyor. İnsanlara israf ve cehaletten başka bir getirisi olmayan, insanları taklit belasından kurtarmayan, şuur kazandırmayan, aklı harekete geçirmeyen bir ritüeli sorgulamak gerekmez mi? Cemaat, cemaate, tarikat, tarikata düşman, tek ortak noktaları namazı ayakta tutmak ve ümmeti durmadan sömürmek. İman edenler, birbirlerine öyle düşman olmuşlar ki, başka düşmana gerek kalmamıştır. Afganistan'dan Pakistan'a, Irak'tan Suudi Arabistan'a, Suriye'den Libya ve Sudan'a kadar neden bu ritüelin iman edenlerin ahlak ve karakterleri üzerinde müsbet hiç bir faydası olmamıştır. Kur'an'ın evrensel dâvâ ve dâveti olmazsa, günümüz dünyasında, böyle bir ritüelin hayata hakim olduğu bir dini, aklı ve mantığı yerinde olan hiç kimse benimseyemez. Dolayısıyla sakın namaz ritüeli, akıl, ilim, hanif ve rahmet dininden insanları uzaklaştıran uydurma bir uygulama olmasın? Zira Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Kur'an'ın bütün konu ve kavramların tahrif edildiğini görüyoruz. Kur'an'ın kavramlarından bize sağlam ve sağlıklı olarak hiçbirşey intikal etmemiştir. Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'ın iman ve İslam nimetini küfür olarak değiştirdiler" (İbrahim-28)Bir yerlerde yanlış giden, yerinde olmayan, ters işleyen, vahyin ruhuna uymayan, akla aykırı, mantıksız bir şey vardır. Siz istediğiniz kadar karşı gelin ve kabul etmeyin, gelecek nesillerin gönlü ve kalbi namazdan değil, salât-ı ikame etmeden yana olacaktır. Evrensel bir ibadeti bir kabile ve aşiretin âyinine çevirmeye hakkınız yoktur.İnsanlık tarihinde herkesin yerine getirdiği bir ibadeti yani evrensel ve genel olan bir mesaj, nasıl olmuş da son vahyin Mekke ve Medine'sine yahut Şii ve Sünnilere özel olarak gelişmiştir?Herkes bilir ki, hakkın yerine batıl geçtiği zaman artık ondan bereketli bir verim alınamaz.Kalitesiz malın orijinal olduğunu iddia edemezsininiz. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları iman ve ibadet olarak yaşadıkları hiçbir şeyi Kur'an'da bulamazlar.Yani onların Allah'ı da Resullleri de dinleri de imanları da sanal ve hayalidir. Neden Sünni ve Şii kurum ve kuruluşlar, tarikat ve cemaatler, namaza yapıştıkça hanif dinden ve Kur'an'dan uzaklaşıyorlar. Allah'a yemin olsun, Kur'an bu konuda bize iman ve ilim, fikir ve cesaret vermeseydi böyle zor bir yükün altına girmezdik. Dinde zorluk ve zorlaştırma yoktur, insanlara nefes aldırmak gerekiyor. Alışkanlık haline gelmiş, ne olduğu bilmedikleri bir ritüeli insanlara tekrar tekrar yaptırmak doğru bir hareket değildir. İnsanlara Kur'an'ı öğretin, ihlası ve güzel ahlakı öğretin, infak ve erdemi, İbrahim ve Musa'yı, İsa ve Muhammed (a.s) ın tevhid mucadelesini öğretin. Allah adına yalan ve iftiradan, şirk ve hurafelerden vazgeçin. Keşke Nebi ve Resül yerine "peygamber" salât yerine "namaz" kelimesi kullanılmamış olsaydı. Kavramlar değişince, ilâhi ve Rabbani yani orijinal ve organik kelimeler tahrif olunca, hak ile batıl birbirinin içine karışıyor, her parça maalesef arıza veriyor. Ne olur, Allah için, bizi eleştirdiğinizin binde birini de atalarınızı ve onlardan gelen dini başka yerde değil, Kur'an'a giderek araştırın. Yani şimdi biz vahiy ehli muvahhidler, bir ritüele karşı gelmekle, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin, dinlerini fırka ve mezheplere bölerek, Allah ve Resülüne yapmış oldukları ihanetin milyonda birini yapabilir miyiz? Allah için yere yığılın, alnınızı yere koyun ama bilinçli veya şuurlu olarak gözlerden yaş gelerek derin saygı ile koyun. Yukarıdaki sorulara devam ediyorum. Kur'an ehli muvahhidler, ümmete hiçbir faydası olmayan, sıkıntı ve stresten başka bir şey üretmeyen bir ritüele karşı gelerek, Ehl-i Sünnet ve Şia din adamlarının rivayet ve ictihadlarla bü ümmetin başına açtıkları musibet ve felaketlerin yüz binde birini verebilirler mi? Eğer Kur'an'sız Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarında namazın üzerinde bu kadar durulmasaydı, psikolojik ve inanç bakımından insanları etkisi altına alan devasa mabetler bulunmasaydı, bir ritüele karşı gelenlere böyle körü körüne linç kampanyası düzenlenir miydi?Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehiderinin gözlerinde önemli olan bir şeyin değeri yoktur.Onlar Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi, Resül, ihlas, takva, tevhid, İslam ve imanın hangi anlama geldiğini bilmezler. Onlar Kur'an'a iman etmiş değillerdir. Namazınız değil kötülüklerden, kala kulluk etmekten bile engelleyememektedirNeden en çok namaza öncelik verenler kula kulluk ediyorlar? Mesela: Kula kulluk edenlerin ikinci kulluk ettikleri en önemli şey namazdır. Allah'ın verdiği akılla, inanç ve ahlakınızda olumlu hiçbir katkı sağlamayan namazınızı sorgulamak zorundayız. Milyonlarca fakir ve işsizin bulunduğu bir ülkede milyonlarca liraya mabed yapanların din ve diyanetini sorgulamak zorundayız. Hanif dinden ve Kur'an'dan hiç birşey anlamamışların iman ve ibadetlerini araştırmak zorundayız. "SİZ İSLAM'IN YÜZ KARASISINIZ"Uydurma dinin yani mezhepler dininin yani evliya ve ilahların şirk dininin yani fosillerin ictihadlarına tapmanın ne kadar korkunç olduğunu, birde Prof.Dr. Mehmet Çelik'in söyledikleri üzerinden düşünmek gerekir. Ülke TV de Turgay Güler'in "sıradışı tarih" programına katılan Mehmet Çelik, bu uydurma din hakkında çizdiği olağanüstü manzara aynen şöyledir. "Tarih boyunca, biz millet olarak da, bunun (islam dininin) bin yıl bayraktarlığını yapmışız, Allah'ın kelamını, emirlerini, yasaklarını ve bu barış dinini kâinatta her yere ulaştırmak ve her insana ulaştırmak.Bu nasıl ulaştırmak ya, ya sizin bu halinizden ancak nefret edilir kardeşim, nefret edilir.Ne Müslümanlığı?Neden bahsediyorsunuz?Yani günde beş sefer spor yaparak, takla atarak Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz?Senede bir ay aç durarak (oruç tutarak) Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz?Siz islam'ın yüz karasısınız, yüz karası.Siz insanlığın yüz karasısınız.Batı kötü, batı hain, batı şöyle, batı böyle de, sen ne haltsın sen ?Sen insan değilsin.Senin insanlık sınıfında yerin yok senin.Ve sen islam'ın üzerinde bir yüksün. Keşke putperest olaydın, keşke ateist olaydın, keşke şintoist olaydın, hatta keşke hayvan olaydın. Sen insan olmayaydın.Kim üretti kardeşim?Bu algıyı kim üretiyor?Batı üretmiyor.Boşu boşuna hedef saptırır da kendi içimizi rahatlatmayalım. Dokuz ay on gün anne karnında, anne rahminde yetişen bir çocuk, çıkıyor o.Siz onun sağ kulağına ezan okuyorsunuz, sol kulağına kamet okuyorsunuz.İsmini bir müslüman ismi koyuyorsunuz.Bilmem dişi çıktığında hedik (kaynamış buğday) yapıp dağıtıyorsunuz. Bilmem doğduğunda akika kurbanları yapıyorsunuz.Bilmem törenlerle sünnet ediyorsunuz. Siz bu masum bebekten bir canavar yaratıyorsunuz sonunda. Bir katil yaratıyorsunuz sonunda. Başında sarığı var bunların, yüzlerinde sakalı var, ellerinde kalaşnikofları var, ağızlarında cihad âyetleri var.Siz Allah'a iftira ediyorsunuz. Allah'ın kitabını ve dinini ters çevirdiniz. Neyin bahsini yapıyorsunuz?Esad orada öldürmüş, vay vay vay, Esad böyle zalim. Sadece bir iktidarı devirdiğiniz zaman iş bitiyor mu?Bakın bütün İslam dünyasında kan var.Bütün İslam dünyasında gözyaşı var. Amerika gelmiş burayı işgal etmiş, zemin hazırlama. Amerika böyle kötü, siz temiz misiniz?Siz temiz misiniz?Yani Mısır'daki NUSRA'dan tut da, bilmem Suriye'deki IŞİD'den tut da, Afganistan'daki TALİBAN'dan tut da. Ben sizinle aynı camide olmak istemiyorum.Ben sizinle o inandığınız Allah'a secde etmek istemiyorum. O elinizdeki kitap sizin, Allah'ın gönderdiği Kur'an olamaz.Sonra anlamıyor, algılayamıyorsunuz bile.Ve şu düştüğünüz duruma bakın ya! Neden böyle?Hanginiz Kur'an'a göre yaşıyorsunuz?Hani o meşhur hikayedir. İncil'de anlatılan bir hikayedir.Bir kadın zina suçu işliyor, recmedilecek.İnsanlar toplanıyor, âdeta büyük bir kin ve öfke ile toplanıyorlar. Hahamlar da orada.İsa orada onlara diyor ki:İlk taşı günahsız olan atsın diyor içinizden.Hepsi birbirlerine bakıyorlar. Kimsenin eli gitmiyor ilk taşı atmaya.Önce insan olarak kendi kendimizi sorgulayalım.Yalan söylemeyen, iftira atmayan, dedikodu yapmayan, tarikat şeyhinden tut, sokaktaki çocuğa kadar.Herkesin günlük hayatında olan bir şey.Bence bu dinden vazgeçin. Bu dinin yakasından düşün kardeşim!

17 Aralık 2021 Cuma

KUR'AN'DAKİ SALÂT, NAMAZ KILMAK MIDIR? KUR'AN'DA SALÂT"Onlar gayba iman edeler yani salat-ı ikâme ederler yani rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Bakara-3)"Salât-ı ikame edin yani arınmaya gelin ve rüku edenlerle beraber rukü edin"( Bakara- 43)"Sabır ve salâtla Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (Allah'a) haşyet duyanlardan başkasına büyük gelir" Bakara- 45)Yukarıdaki iki ayet Medine'de yaşayan Yahudiler hakkında inmişlerdir.Soru şu: Yahudiler Kur'an'a iman etmeden namaz kılmalarının bir anlamı olur mu?Neden salât'la yardım istesinler yani neden de Allah'tan yardım istesinler olmasın buradaki salata Kur'an olmasın.Ataları olan İsrailoğulları salat-ı biliyor ve yüce Allah, salât konusundan onlardan söz almıştı.(Bakara-83)Bu âyetteki salât Kur'an'dır. Çünkü yüce Allah'ın insanlara en büyük desteği vahiy'dir. Aslında "salât" kavramlarının geçtiği her âyette salât'ın hangi anlama geldiğini görüyoruz.Mesela:Salât-ı ikâme edin yani arınmaya gelin yani kendiniz için her ne hayır takdim edersiniz Allah katında onu bulursunuz"Bakara- 110)Ey iman edenler! Sabır ve salât'la Allah'tan yardım isteyin...."(Bakara-153)İnsana en büyük sabır ve en önemli salât-ı veren kaynak Allah'ın kitabı Kur'an'dır.Çünkü salât ve sabır kaynağı odur.Yüce Allah, Resülüne de sadece onunla sabrı ve salât-ı tavsiye etmiştir."Sen de onların içinde bulunup da onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman onlardan bir tâife seninle beraber dursunlar..."Nisa-102)Âyette "neden salât etsinler" değil de, "onlardan bir tâife seninle beraber ayakta dursunlar" buyrulmaktadır. Âyette bulunan "secde etsinler" den maksat "söylenenleri anlayıp kabul ettikten sonra" anlamına gelmektedir. Yoksa savaş gibi zor bir ortamda bir ritüelin emredilmesi mümkün değildir.Aklınız yok mu?Burada ordunun savaş hazırlıkları, sorunların giderilmesi ile ilgili bir motivasyon vardır."Salât-ı bitirdiğinizde, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarken Allah'ı zikredin. Güvene kavuştunuz mu salat-ı ikâme edin..." Namaz zaten Allah'ı zikretmek değil miydi?Namazı!!! bitirdikten sonra ayakta dururken, otururken ve yan yatarken Allah'ı zikretmek nedir?İsrailoğulları şu şekilde salât-ı ikâme ediyorlardı.Yani Mâide 12.âyette salâtın şöyle bir anlama geldiğini görüyoruz.Arınma, Resüllere iman etme, onlara yardım etme, Allah için borç verme olarak geliyor.Eğer namazda rukü olsaydı, salat-ı ikâme ettikten sonra yüce Allah niye "rukü ederler" buyurmuştur? "Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resülüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salât-ı ikâme eder yani arınırlar" (Mâide-55)"Bir de salat-ı ikâme edin yani sorumluluk bilincine sahip olarak ondan sakının" ( Enam- 72)"Kitab-a sımsıkı sarılarak yani salât-ı ikame edenlere gelince..."(Âref- 70)"Haram aylar çıkınca (savaşta) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani (şirkten) arınırlarsa onların yolunu serbest bırakın..."(Tevbe- 5)Yoksa şirkten arınma olmadan Müşriklerin namaz kılmalarının hiçbir anlamı yoktur."Eğer( müşrikler) tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani zekât-a gelirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir..." (Tevbe-11)Allah Resulü (a.s) döneminde "yani" kelimesi olmadığı için Kur'an bunu içine almamış onun yerine "vav" harfini kullanmıştır.Fakat yüzlerce âyette ancak "yani" kelimesini koyduğumuzda kavramlar bir anlam kazanıyor. Yani yüce Allah bu "ve" lerle kitabını tebyin, tefsir, tasrif, tafsil "yani" kelimesiyle kendi içinde bir sistemle yani bir hikmete kavuşturuyor. "İnfaklarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah'a ve Resul'üne kâfir olmaları yani salât-a üşene üşene gelmeleri yani zorla-istemeyerek İnfak etmelerine engel olmuştur.(Tevbe-54)"Mümin erkekler ve mümine kadınlar birbirlerinin velileridir. Mârufu emreder münkerden nehyederler yani salât-ı ikâme eder yani zekât'a (arınmaya) gelir yani Allah'a yani Resül'e itaat ederler. işte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-71)"Allah'ın mescidlerini, Ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden yani salât'ı ikâme eden yani zekât'a (arınmaya) gelen yani Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.İşte hidayete ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe-18)"Musa'ya ve kardeşine"kavminiz için Mısır'da (barınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın yani salât'ı ikame edin yani müminlere müjde ver"( Yunus- 87)Yani Firavun'un zülmünden kurtulacaklarına dair onlara müjde ver."Onlar Rablerinin rızasına ermek için yani salât'ı ikâme ederler yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açıktan Allah için infak ederler ve kötülüğü güzellikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun hayırlı sonucu vardır.(Râd-22)"Dediler ki: Ey Şuayb!(din) atalarımızın ibadet ettiklerini( İlahları) yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salât'ın mi emrediyor? Yukarıdaki salat vahiy ve din anlamına gelmektedir. Onlardan sonra salât'ı zayi eden yani şehvetlerine tabi olan bir nesil geldi..." (Meryem-59)"Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde sadece bana ibadet et yani zikrim için salât'ı ikâmet et"(Tâhâ-14) (Ehline salât'ı emret ve kendin de onun üzerinde sabret. Senden rızık istemiyoruz. Sana biz rızık veriyoruz" Âkibet takva sahiplerinindir"(Tâhâ- 132)Onlar (tüm Nebiler) emirlerimizle hidayeti gösteren önderler kıldık yani kendilerine hayırlar işlemeyi yani salât'ı ikâme etmeyi yani arınmayı vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden kimselerdi.( Enbiya-73)"Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden yani salât'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir" (Hac- 35)"Onlar öyle kimseler ki, şayet kendilerine yerde imkan verirsek, salât-ı ikame eder yani mârufu emrederler yani kötülükten nehyederler bütün işlerin akıbeti Allah'a aittir"(Hac-41)"...Salât'ı ikâme edin yani zekat'a gelin (arının) yani Allah'a sığının. O sizin mevlanızdır. O ne güzel mevlâ yani ne güzel yardımcıdır.(Hac-78)"Öyle erler (vardır ki) ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoyamaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar. (Nur-37)"Salât'ı ikame edin yani arınmaya gelin umulur ki merhamete kavuşturulursunuz"(Nur-56)"Onlar, salât'ı ikame derler yani zekat'a gelerek arınırlar yani onlar âhirete kesin olarak iman ederler"(Neml- 2,3) (Ey Nebi!) kitaptan sana vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikâme et. Çünkü salât fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri olan (Kur'an) ile uyarı yapmak en büyük (bir öğüt) tür..."(Ankebüt-45)"Allah'a yönelmiş olarak sorumluluk bilincine sahip olun yani salât'ı ikame edin yani sakın müşriklerden olmayın yani fırka fırka yani şia şia olanlardan (olmayın. Bunlardan) her hizip kendilerinde olan inançla sevinmektedir"(Rum-31,32) (Lokman(a.s) dan oğluna) Ey oğlum! salât'ı ikâme et yani mârufu emret yani münkerden nehyet yani sana gelen müsibete karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir"(Lokman- 17)"Salât'ı ikâme edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Nebi'nin ev halkı Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"( Ahzab-33)"Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na özel kılarak yani hanifler olarak Allah'a ibâdet etmeleri yani salât'ı ikâme etmeleri ve zekât'a (arınmaya) gelmeleri emrolunmuştu. İşte tolumu ayağa kaldıracak sağlam din budur" (Beyyine-5)Drmek ki, Kur'an'da bulunan salât, destek anlamında infak ederek arınmak, vahiy olan Kur'an'dan destek almak, sabrın kaynağı, Allah için borç verme, takva, kitâba sımsıkı sarılma, şirkten temizlenme yani tevbe, iman kardeşliği, barış, Allah ve Resülüne itaat, mârufu emretme münkerden nehyetme, rahmete kavuşma, Allah'a ve âhiret gününe iman, Allah'tan başkasından korkmama, fakir ve garibanlar için barınaklar yapma, müminlere müjde, Allah'ın rızası, kötülüğü güzellikle önleme, şehvetlere tâbi olmama, Allah'tan başka ilâh kabul etmeme, sadece vahye iman edip yalnız onunla uyarma, zihinsel destek ile toplumu ayağa kaldırma, rızık endişesi taşımama, hayırlı işlerde yarış, sadece Allah'a kulluk etme, Allah söz konusu olduğu zaman saygı ile ürperme, başa gelen musibetlere karşı sabretme, Allah'a yani Kur'an'a sığınma, salat her türlü kötülükten kesin olarak engelleyen en büyük öğüt, şirkten korunma yani hizip hizip, fırka fırka olmama, her türlü kirden temizlenme, kitabı tilavet etme, Allah'ın zikri olan Kur'an'a koşma, dini sadece Allah'a özel kılarak hanif olma anlamına gelmektedir. Sizin namazınız bunları gerçekleştirmeye kâdir mi? Namaz diye adlandırılan ritüel, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarını Kur'an'a karşı zulüm ve küfür dahil, hiçbir münker ve fahşadan alıkoymadığı gibi salatları onları şirkten de kurtaramadı.Yani salât-ı yeniden ihya etme çabası çok kıymetlidir. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları yüzyıllardır icra edilen ve bizi şirkten, zulüm yapmaktan ve hatta küfre sapmaktan alıkoymayan namaz ritüelinde ısrar edip salatın diriltici özünü kaçırıyorlar. Şu halde müşriklerin de icra ettiği namazdan çıkıp hanif olan İbrahim (a.s) ın başlattığı ve son Nebi olan Muhammed (a.s) ın hakkıyla ikame ettiği salat'a ulaşmalıyızKur'an'da ritüel olarak namaz varsa, kıyamı, kıraatı, rukü'ü, secdesi ile nasıl eda edildiği varsa, neden onlarca âyette hiç bir teferruata gidilmeden, yani açık olarak nasıl kılınacağı ortaya konmadan sadece "salât-ı ikâme edin" desin. Neden-salat-ı ikâme" aynen zekat (arınma) gibi kalıp bir ifade olarak geçmektedir. Kur'an'a baktığımızda İsrailoğullarının da (sizin deyiminizle namaz kıldıklarını) ve bu âyetlere Medine'de yaşayan Yahudilerin buna itiraz etmediklerini görüyoruz. (Bakara-83 ; Mâide-12)Kur'an'a baktığımızda salat'ın veya salat-ı ikâme etnenin çok kapsamlı, genel ve evrensel yani tarihin bütün dönemlerinde var olduğunu biliyoruz. Yani Yahudi ve Hristiyanların da salat'a aşina oldukları ve salat'a itiraz etmediklerini görüyoruz. Peki dinlerine gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olan Yahudiler, içlerinde çok azı müstesna nasıl bu derece bu ritüelden uzaklaşmışlardır. Tekkelerini bile kaybetmeyen Yahudiler, namazlarını nasıl kaybetmişlerdir? İbrahim, Musa ve İsa (aleyhimüsselâm) salat-ı ikâmeyi önemle yerine getirdikleri halde Hristiyanların hepsi bu ritüeli nasıl zayi etmişlerdir. Tevrat ve İncil neden bu ritüelin teferruatından hiç söz etmez yani Kur'an'ın yaptığı gibi hiç bir ayrıntı vermez? Kur'an'da bir çok konuda onlarca tekrar varken, namazın nasıl kılunacağını bir kaç âyetle ortaya koymaya gücü yeten Yüce Allah, namazın nasıl kılınacağını neden din adamlarının söz ve ictihadlarına bırakmıştır? Namaz neden kalıp cümle olarak geçmektedir? Salât, sadece Mekke ve Medine'de yaşayan Müslümanlarla ilgili bir şey değildir. Müşriklerin de itiraz etmedikleri bir emirdir. Çünkü genel ve evrensel bir özelliğe sahiptir. Salat, sadece Şii ve Sünnilerin yaptığı bir ritüel değildir. Salât, Allah'a iman eden herkesin yaptığ, aynen ibadet gibi toplum ve birey için, hayatın tümünü içine alan hayır ve yardımlar anlamına gelmektedir. Kur'an Yahudilere neden "salât-ı ikâme" etmelerini emrediyor? (Bakara-40/46)Salât, insanları her türlü kötülükten engelleyeceği garantisi verilirken,(Ankebüt-45) iman eden bütün grup ve fırkaların arasında neden barış ve huzur meydana gelmiyor. Şia, Ehl-i Sünneti Müslüman kabul etmiyor, Ehl-i Sünnet, Sia'yı tekfir ediyor. Yani şimdi insanlık tarihinde sâlat'ı ikame eden Nebi, Resül ve iman edenler, sizin milyarlarca lira harcayarak inşa ettiğiniz muhabbetlerde, yaptığınız gibi namaz!!! kılıp ibadet ettiklerini mi zannediyorsunuz?Eğer Nebi ve ve Resüllerin sizin gibi namaz kıldıklarını yani ibadetlerinin sizin ibadetiniz gibi olduğunu iddia ediyorsanız, bundan utanın! Eğer Kur'an'da bulunan salât, sizin yaptığınız gibi bir ritüel olsaydı teferruata gidilmeden yani tek kalıplı bir cümle olarak hakkında bu kadar âyet indirilir miydi? Bir âyetle dâhi olsa yüce Allah onu târif ederdi. Namaz hakında bu kadar âyet indiğine göre yani bu inancınıza göre Nebi (Aleyhisselam) ın arkadaşları namaz kılmıyorlardı ki sürekli olarak bu konuda uyarılmışlardır. Bu mu yani!!! Namaza en düşkün olan fetö, namazında ve niyazında olan muhafazakar iktidarı devirmek için her türlü kumpası ve entrika kurmayı namazı nasıl izin verdi?Onlarca insanı katlediyor, yüzlerce vatandaşı yaralıyor, sakat bırakıyor, yapmadığı kötülük ve alçaklık kalmıyor. İnsanlara israf ve cehaletten başka bir getirisi olmayan, insanları taklit belasından kurtarmayan, şuur kazandırmayan, aklı harekete geçirmeyen bir ritüeli sorgulamak gerekmez mi? Cemaat, cemaate, tarikat, tarikata düşman, tek ortak noktaları namazı ayakta tutmak ve ümmeti durmadan sömürmek. İman edenler, birbirlerine öyle düşman olmuşlar ki, başka düşmana gerek kalmamıştır. Afganistan'dan Pakistan'a, Irak'tan Suudi Arabistan'a, Suriye'den Libya ve Sudan'a kadar neden bu ritüelin iman edenlerin ahlak ve karakterleri üzerinde müsbet hiç bir faydası olmamıştır. Kur'an'ın evrensel dâvâ ve dâveti olmazsa, günümüz dünyasında, böyle bir ritüelin hayata hakim olduğu bir dini, aklı ve mantığı yerinde olan hiç kimse benimseyemez. Dolayısıyla sakın namaz ritüeli, akıl, ilim, hanif ve rahmet dininden insanları uzaklaştıran uydurma bir uygulama olmasın? Zira Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Kur'an'ın bütün konu ve kavramların tahrif edildiğini görüyoruz. Kur'an'ın kavramlarından bize sağlam ve sağlıklı olarak hiçbirşey intikal etmemiştir. Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'ın iman ve İslam nimetini küfür olarak değiştirdiler" (İbrahim-28)Bir yerlerde yanlış giden, yerinde olmayan, ters işleyen, vahyin ruhuna uymayan, akla aykırı, mantıksız bir şey vardır. Siz istediğiniz kadar karşı gelin ve kabul etmeyin, gelecek nesillerin gönlü ve kalbi namazdan değil, salât-ı ikame etmeden yana olacaktır. Evrensel bir ibadeti bir kabile ve aşiretin âyinine çevirmeye hakkınız yoktur.İnsanlık tarihinde herkesin yerine getirdiği bir ibadeti yani evrensel ve genel olan bir mesaj, nasıl olmuş da son vahyin Mekke ve Medine'sine yahut Şii ve Sünnilere özel olarak gelişmiştir?Herkes bilir ki, hakkın yerine batıl geçtiği zaman artık ondan bereketli bir verim alınamaz.Kalitesiz malın orijinal olduğunu iddia edemezsininiz. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları iman ve ibadet olarak yaşadıkları hiçbir şeyi Kur'an'da bulamazlar.Yani onların Allah'ı da Resullleri de dinleri de imanları da sanal ve hayalidir. Neden Sünni ve Şii kurum ve kuruluşlar, tarikat ve cemaatler, namaza yapıştıkça hanif dinden ve Kur'an'dan uzaklaşıyorlar. Allah'a yemin olsun, Kur'an bu konuda bize iman ve ilim, fikir ve cesaret vermeseydi böyle zor bir yükün altına girmezdik. Dinde zorluk ve zorlaştırma yoktur, insanlara nefes aldırmak gerekiyor. Alışkanlık haline gelmiş, ne olduğu bilmedikleri bir ritüeli insanlara tekrar tekrar yaptırmak doğru bir hareket değildir. İnsanlara Kur'an'ı öğretin, ihlası ve güzel ahlakı öğretin, infak ve erdemi, İbrahim ve Musa'yı, İsa ve Muhammed (a.s) ın tevhid mucadelesini öğretin. Allah adına yalan ve iftiradan, şirk ve hurafelerden vazgeçin. Keşke Nebi ve Resül yerine "peygamber" salât yerine "namaz" kelimesi kullanılmamış olsaydı. Kavramlar değişince, ilâhi ve Rabbani yani orijinal ve organik kelimeler tahrif olunca, hak ile batıl birbirinin içine karışıyor, her parça maalesef arıza veriyor. Ne olur, Allah için, bizi eleştirdiğinizin binde birini de atalarınızı ve onlardan gelen dini başka yerde değil, Kur'an'a giderek araştırın. Yani şimdi biz vahiy ehli muvahhidler, bir ritüele karşı gelmekle, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin, dinlerini fırka ve mezheplere bölerek, Allah ve Resülüne yapmış oldukları ihanetin milyonda birini yapabilir miyiz? Allah için yere yığılın, alnınızı yere koyun ama bilinçli veya şuurlu olarak gözlerden yaş gelerek derin saygı ile koyun. Yukarıdaki sorulara devam ediyorum. Kur'an ehli muvahhidler, ümmete hiçbir faydası olmayan, sıkıntı ve stresten başka bir şey üretmeyen bir ritüele karşı gelerek, Ehl-i Sünnet ve Şia din adamlarının rivayet ve ictihadlarla bü ümmetin başına açtıkları musibet ve felaketlerin yüz binde birini verebilirler mi? Eğer Kur'an'sız Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarında namazın üzerinde bu kadar durulmasaydı, psikolojik ve inanç bakımından insanları etkisi altına alan devasa mabetler bulunmasaydı, bir ritüele karşı gelenlere böyle körü körüne linç kampanyası düzenlenir miydi?Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehiderinin gözlerinde önemli olan bir şeyin değeri yoktur.Onlar Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi, Resül, ihlas, takva, tevhid, İslam ve imanın hangi anlama geldiğini bilmezler. Onlar Kur'an'a iman etmiş değillerdir. Namazınız değil kötülüklerden, kala kulluk etmekten bile engelleyememektedirNeden en çok namaza öncelik verenler kula kulluk ediyorlar? Mesela: Kula kulluk edenlerin ikinci kulluk ettikleri en önemli şey namazdır. Allah'ın verdiği akılla, inanç ve ahlakınızda olumlu hiçbir katkı sağlamayan namazınızı sorgulamak zorundayız. Milyonlarca fakir ve işsizin bulunduğu bir ülkede milyonlarca liraya mabed yapanların din ve diyanetini sorgulamak zorundayız. Hanif dinden ve Kur'an'dan hiç birşey anlamamışların iman ve ibadetlerini araştırmak zorundayız.

15 Aralık 2021 Çarşamba

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(83.YAZI) 6-) Ey iman edenler! Salât'a kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı da meshedin. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (İslam- tevhid) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz. ABDEST!!!" Evvala şu gerçeği bileceğiz. Şia ve Ehl'i Sünnet mezheplerinde Kur'an'a yani İslam dinine uygun hiç bir uygulama, ahlak ve ibadet bulamazsınız. Onların din adamları yani muhaddis ve müctehidleri, yüce Allah'ın gönderdiği vahiy nimetini küfür olarak değiştirdiler ve kavimlerini helak yurduna sürüklediler. (İbrahim-28)Ümmi halkın "abdest" diye bildiği uygulama veya "namaz için abdest" söylemleri Kur'an'ın İslam'ında olmayan şeylerdir.Bu âyette temizlikle ilgili anlatılan şeyler "namaz kılmak" için değil, "salat'ı ikame etmek" için yapılacak şeylerdir.Şimdi konuyu iyice anlamamız açısından önce Medine'ye yani son vahyin ilk muhataplarının yaşadığı çağa gidelim.O günkü asrın arka planını görmemiz gerekiyor. Son vahyin indiği Arap toplumu temizlik kültürünün ve suyun son derece sınırlı olduğu bir toplumdur.Birde sıcakların ve ter kokusu gibi insanları rahatsız eden faktörlerin çok olduğu bir coğrafyadır. Aslında Arap toplumunun hâlâ Kur'an'da var olan temizliğe göre hareket ettiklerini söyleyemeyiz.İşte yüce Allah, insanların toplu olarak "salat'ı ikame etmeye" gidecekleri zaman cemaatı rahatsız etmemeleri için üst ve başlarının temiz olmasını istemiştir. Cünüplük ise, şehevi arzu ve isteklerin galip gelmesi, zihnin cinselliğe takılması yani günaha girme ihtimaline karşı tatmin olup zihnen rahatlamayı ifade ediyor.Yani insanlar salat'ı ikame etmeye gidecekleri zaman, düşünce ve akıl bakımından tatmin olmuş zihin ve duygu açısından rahatlamış olarak gideceklerdirBu âyette bulunan "hatté teğtesilü" yıkanma değil, "yıkandırılma" anlamına gelmektedir.Yani insanın eşiyle cinsel ilişkiye girdikten sonra yıkanmak durumunda kalması demektir. Âyette bulunan "ve in küntüm cünüben fattahharu" cünüp iseniz yıkanın değil, "tam olarak kendinizi temizleyin" buyrulması da çok önemlidir.Yani cünüplükten yıkanma diye bir şey yoktur, şehvani arzulardan zihni temizleme ve daha sonra yıkanma yani güsül etme vardır.Dolayısıyla asıl temizlik insanın aklını ve fikrini, duygu ve düşüncesini şehevi arzulardan temizleyip toplumun karşısına temiz, huzurlu ve rahatlamış olarak çıkmasıdır. Aslında olay çok basittir veanlaşılmaya gayet müsait bir konudur. Fakat Ehl'i Sünnet ve Sia'nın din adamları, İslam'da olmayan bir ibadet üzerine dinlerini inşa ettikleri için "abdest" dedikleri uygulamaya çok geniş yer vermiş ve altından kalkılması mümkün olmayan anlamlar yüklemişlerdir.Şia ve Ehl'i Sünnet'te ibadetler özellikle "namaz" ve "abdest" ümmetin sırtında ağır bir yük ve kırılmaz bir esaret zinciri gibidir. Âyette bulunan "hatté te'lemu mé tekûlune" cümlesi, "namaz" gibi bir ritüeli değil, akıl, fikir, inanç ve zihin açısında bir ortak akıl, bir mucadele, bir destekleşme ve toplum için sâlihat yapmayı ön görüyör. Yine âyette bulunan "feteyemmemu saiden tayyiben" "hoş, güzel, temiz uygun bir madde ile teyemmum edin" yani su bulunmadığı zaman en azından sudan daha az bir temizlik maddesi ile yetinin.Son vahyin tarihinde sudan sonra gelen temizlik maddesi toprak veya kum idi. Temizlik için su bulunmadığı zaman başka çareler arayın ve temiz olmaya çalışın demektir.Günümüzden örnek vermek gerekirse, temizlik için su yoksa, ıslak mendil var, mendil yoksa kağıt var.Eskiden cebimizden asla mendil eksik olmazdı.Dolayısıyla temizliğin namaz ile bir ilgisi yoktur. Salat'ı ikame etme ve toplumun rahatsız olmamasıyla ilgili bir durumdur.Kur'an'da abdest alma diye bir şey yoktur. Abdest Farsça bir kelimedir ve "el suyu" anlamına gelmektedir.Araplar abdeste "vudu" yani "aydınlık-aydınlanma- ışık" adını veriyorlar.Yüce Allah temizlik kültürünün az bulunduğu topluma abdesti değil, temizliği ve insanları rahatsız etmeme ahlak ve medeniyetini öğretti.Ama onlar hala temiz olma yerine abdesti ve güsül yapmayı kafayı takmışlar.Yüce Allah'ın basitçe yapmış olduğu temizlik tavsiyesini suyla savaşmak gibi algılamış, Kur'an'a tâbi olma yani tevhide ve kendisine teslimiyet emirlerini üzerinde durmadan arkalarına atmışlardır. Dolayısıyla aklımızı ve fikrimizi abdestten kurtarıp, şirk ve hurafelerden temiz olmaya odaklanmamız gerekir.Abdest ve namaz bu ümmetin başında olan en büyük bir bela, en kronik bir hastalıktır.Adam çıkmış sadece "namaza hazırlık" anlamına gelen temizlik için "kitébut tahhârâti" "temizlik kitabı" adıyla on dört (14) ciltlik bir kitap yazmış. Abdest ve namaz bu milleti psikolojik hasta yaptı. Toplumu bu beladan kurtarmak gerekir. Hüseyin Atay hoca'nın "namazı milletin başına bela ettiler" sözü rastgele ve boşuna söylenmiş bir söz değildir. "Salât" Diyanetin kendi camilerinde Nurcuların dershanelerinde, süleymancıların yurtlarında, tarikatların tekkelerinde yaptıkları ders ve sohbetlerin Kur'an'daki adıdır. Ancak ders ve sohbetleri vahye dayanmadığı yani hanif İslam diniyle yani ihlasla yani dini Allah'a özel kılma ile ilgili olmadığı için yüce Allah onların yaptığı "salât'ın" "sehûn" olduğunu söylüyor. Sonuç olarak: Hadisler bırakılmadan Kur'an anlaşılmaz, mezheb imamı, muhaddis ve müctehidler inkar edilmeden İbrahim ve Muhammed (a.s) bilinmez, mezhep bırakılmadan hanif din bulunmaz, namaz bırakılmadan salât anlaşılmaz, abdest!!! bırakılmadan temizlik bilinmez. Bunlar birbirini zıt ve birbirine tamamen aykırı ve muhalif kavramlardır.

14 Aralık 2021 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(82. YAZI)Nisa Süresi 166-) Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de şahitlik ederler. Ve şahit olarak Allah kâfîdir. 167-) Kâfir olanlar yani Allah yolundan engelleyenler andolsun öyle saptılar ki, (artık dönemeyecek) bir sapkınlıkla (hidayetten) uzaklaşmışlardır. 168-) Kâfir olanlar yani zulmedenleri Allah asla mağfiret edecek değildir. Ve onları (vahiy'den bağımsız olarak) hidayetin yoluna iletecek de değildir. 169-) Ancak (yaptıkları amellerle) ebedî kalmak üzere cehennemin yoluna (iletecektir). Bu da Allah’a çok kolaydır. 170-) Ey insanlar! Resûl size Rabbinizden hakkı getirdi (bunda şüphe yoktur), şu halde (ona) iman edin kendi hayrınıza olacak. Eğer kâfir olursanız, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah’ındır. (O’nun sizin imanınıza ihtiyacı yoktur). Allah Alim olandır, Hakim olandır. (Bu âyette bulunan "Resül" kavramı, beşer Resül olan Muhammed (a.s) dan daha çok kitap Resül olan Kur'an'dır. Çünkü âyette genel ve evrensel bir çağrı ve mesaj vardır. Yani kiyamet gününe kadar gelecek insanlara hitap etmektedir. Ve beşer Resül olan Muhammed (a.s), insanlık tarihi açısından yaşadığı zaman itibariyle risâlet misyonu bir şimşek çakması kadar değildir. Buna benzer âyetlerde her zaman evrensel olan Resül kavramı geçmektedir. Hiç birisinde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Çünkü Nebi tarihsel ve bölgeseldir. Yani Medine'de vefat etmiş ve orada kalmıştır. Fakat Resül ölümsüzdür. Resül asla ölmez. Beşer Resül ölürse, yerine Resül olan Kur'an devam etmektedir. İşte onun için ilgili onlarca âyetin hepsinde Resül kavramı geçmektedir.) 171-) Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, haktan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah’ın Resûl'üdür, (o) Allah’ın, Meryem’e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi(nin eseri)dir, O’ndan bir ruhtur. (O’nun tarafından gönderilmiş bir ruhtur). Şu halde Allah’a yani Resüllerine iman edin. "(Allah) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. 172-) Ne Mesîh ve ne de (Allah’a) yakın melekler, Allah’a kul olmaktan geri çekinirler (utanırlar) O’na ibadet etmekten (kul olmaktan) çekinenlerin hepsini huzuruna toplayacaktır. 173-) İman edip salih ameller işleyenlere (gelince Allah) ecirlerine vefa gösterecek ve onlara faziletinden daha fazlasını da (verecektir.) O'na ibadetten (O'na kul olmaktan çekinen ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecek ve onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir veli ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar.) 174-) Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir burhan geldi ve size mübin( apaçık) bir nur indirdik. (Kur'an'da mübin (apaçık) kavramı, Allah vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. Allah ve vahiy bağlamında bir çok âyette geçerken, Zuhruf 29; Duhan 13.âyetlerde Resül bağlamında geçmektedir. "Mübin" Nebi için kullanılmaz.) 175-) Allah’a iman edip O’na sığınanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve faziletin içine sokacak ve onları kendi hidayetine doğru (giden) sırat-ı müstakime iletecektir. 176-) Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle fetva veriyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmayasınız diye size (âyetleri) Allah beyan ediyor. Allah her şeyi bilmektedir."(Yukarıdaki âyette, dinde sadece yüce Allah'ın fetva vereceği, Nebi'nin dahi dinde fetva veremeyeceği açıkça ortaya çıkıyor. Özellikle son cümle çok önemlidir.) (Nisa Süresi Sonu ----------------------------------------------------------Mâide Süresi Medine'de inmiştir, 120 Âyettir. 1-) Ey iman edenler! Akitlere vefa gösterin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğini hükmeder. 2-) Ey iman edenler! Allah’ın şeairine ve haram aya ve hediye edilmiş olana ve gerdanlıklara ve Rablerinden fazilet ve rıza arayarak Beyt-i Haram’ın emniyetine girmiş olanlara (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin ve ihramdan çıkınca avlanabilirsiniz ve mescid-i Haram’a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin yani erdemli ve takva sahibi olma üzerinde yardımlaşın yani günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir. 3-) Meyte (ölü), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Âyette bulunan "Bugün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinize(tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum" cümlesinde bulunan "el yevme" kelimesi çok önemlidir. Çünkü bu "el yevme" yani "bugün" kelimesi, tek başına bütün rivayet, ictihad ve mezheplerin batıl olduklarını ortaya koyuyor, hükme bağlıyor. Yani daha Allah Resül'ü (a.s) hayatta iken, din Allah tarafından tamamlanmıştır. Dolayısıyla Allah Resül'ü hayatta iken indirilen vehiy'le din Allah tarafından tamamlanmışsa, artık dinin üzerine hiç kimse bir ekleme yapamaz anlamına gelmektedir. İkincisi, yüce Allah vahiy'le indirdiği İslam dininden başka bir dine razı değildir. Başka bir ifadeyle Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik, ve Sünnilik Allah'ın razı olduğu din ve mezhepler değildir. ) 4-) Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün temiz şeyler size helâl kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz köpekler sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur. 5.-) Bugün size temiz şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim imana kâfir olursa onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.

13 Aralık 2021 Pazartesi

KURAN I MÜBİNİN MEÂLİ (80-YAZI) Nisa Süresi 153-) Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, "Bize Allah’ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (ilâh) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (vahiy) verdik. (Aslında Allah Resül'ünden "gökten kitap indirmesini isteyen ile, Musa (a.s) dan "Bize Allah'ı apaçık göster" diyenler aynı kişiler değildir."Bize kitap indir diyen Medine yahudileri, bize Allah'ı apaçık göster diyen İsrailoğullarının torunlarıdır. Yani zaman bakımından iki sınıf arasında asırlar vardır. Fakat inanç, ahlak ve karakter değişmediği için sanki" gökten kitap isteyen torunlar" ile "Allah'ı apaçık göster" diyenler aynıymış gibi ortaya konmuştur. Bu Kur'an'ın icaz, edebiyat ve belağat sisteminin özelliklerindendir.) 154-) Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr’u başlarına diktik de onlara, "Secde (kayıtsız şartsız itaat) ederek kapıdan girin" dedik ve "Cumartesi günü sınırı aşmayın" ve Kendilerinden sağlam misak aldık. 155-) Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerine küfürleri, haksız yere Nebileri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflanmıştır" demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler. 156-) Bir de küfürleri yani Meryem’in üzerine azim bir iftira atmalarından (dolayı onları lânetledik) 157-) Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi benzetildi. Yani onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) ilimleri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. 158-) Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine yükseltmiştir. Allah Aziz olandır, Hakim olandır. 159-) Ve Ehl-i kitaptan her biri, (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır. MEHDİ ZUHUR ETMEYECEK, İSA (A.S) İNMEYECEKTİR. İslam dininden başka neredeyse bütün dinlerde ve inançlarda bir kurtarıcı (mehdi) beklentisi mevcuttur. Fakat Kur'an dini olan İslam, aklın ve ilmin kabul etmediği bu gibi hurafe ve efsaneleri kabul etmez. Bu konuyu âyetlerin ışığı altında anlamak mümkündür. Allah Resulü'nden sonra hangi şartla olursa olsun asla Nebi ve Nübüvvet'e bağlı Resül gelmeyecektir. Bu aynı zamanda itikadi bir konudur.Yani İsa (a.s) ın ineceğini söylemek ve buna inanmak Kur'an'a imansızlığı ortaya koyar. Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre ümmetin kurtuluşu, tevhid, infak, güzel ahlak ve salih amellere bağlanmıştır. Nebi ve Resul dahi olsa kurtuluş şahsiyetlere bağlanmamıştır. (Âli İmran-144)İslam dininin bu konudaki yasası şudur. "...Bir toplum kendilerinde olan özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onların durumunu değiştirmez..."(Ra'd-11)"Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir..."(Enfal-53)Kur'an'a göre İsa (a.s) vefat etmiştir. (Âli İmran-55; Mâide-116,117)Mehdi inancı ise Mecüsi'likten Şia'ya, Şia'dan Ehl-i Sünnet'e intikal eden dünyanın en garip uydurmalardan biridir. İsa (a.s) ın ineceğine, Mehdi'nin!!! zuhur edeceğine inanan biri Kur'an'ın ilminden, aklından ve hikmetinden hiçbir şey anlamamıştır. Bir insan bu derece Kur'an'ın ilim ve ahlakından uzak olamaz. Müslüman, ilim, akıl, tefekkür, feraset ve basiret sahibidir. İsa (a.s) ın nüzülüne yani âhiretin sonunda geleceğine delil olarak gösterilen iki âyetin çözümü şu şekildedir. "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir. Kiyamet günü de o, onlara şahit olacaktır"(Nisa-159)İkinci âyet "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin kopacağının bilgisidir. Veya diğer bir kıraate göre "alametidir" Ondan (kıyametin kopacağından - öldükten sonra dirilmeden) şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. Çünkü bu sırat-ı müstakimdir"(Zuhruf-61)Yukarıdaki âyetler yanlış anlaşılmaya müsait olan âyetlerdir. Bu âyetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde alınmadığı zaman büyük bir sorun teşkil edecektir. Fakat diğer halkalarla birleştirildiği zaman problem çözüme kavuşacaktır. Âyetleri anlaşılmaz hale getiren ve son derece zorlarsan en büyük sebep, hadis kaynaklarında bulunan Kur'an aklından ve hikmetinden uzak uydurma rivayetlerdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an, rivayetlere mahkum olan hurafecilere ilminden ve ahlakından hiçbir şey nasip etmez. Ön yargılı olanlar Kur'an'ı asla anlayamazlar. Din ve hüküm olarak başka kaynağa iman edenlere Kur'an, hikmet hazinesinden hiçbir bağışta bulunmaz. Çünkü rivayetler, Kur'an'a karşı gönülleri ve basiretleri köreltir, hadis batağına saplanan Kur'an'a asla ulaşamaz. Birinci âyette söylenmek istenen şey şudur. İsa (a.s) a "Allah" diyen ( Maide- 17, 72) "Allah üçtür" (Baba, oğul ve ruhu'l-kudüstür ) diyen ve onu "rab edinen" ( Tevbe- 31) her Hristiyan din adamı ile İsa'yı Allah'ın bir Resulü olarak kabul etmeyen her Yahudi din adamı ölmeden önce İsa (a.s) ın gerçek kimliğini görecektir. Yahudi ve Hristiyan din adamları İsa (a.s) ın gerçek kimliğini yani Allah'ın Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler.Yani Hristiyan din adamları, İsa(a.s) ın ilâh ve rab olmadığını, Yahudi din adamları da (Hâşâ) onun zina eseri olmadığını, Allah'ın kulu ve Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır. Yoksa Yüce Allah insanların imanları üzerinde asla zorlayıcı değildir.Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah, hiçbir Resul için "insanlar muhakkak ona iman edecektir" dememiştir. Kur'an'da buna aykırı çok âyet vardır.İnsanlar elçileri daima yalanlamışlardır. "İşte böylece, onlardan öncekilere her ne zaman bir Resul geldiğinde hemen; o, bir sihirbazdır veya delidir, dediler"(Tur- 55)"Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: Biz size gönderilmiş olan şeyi (dini) inkar ediyoruz, demişlerdir"(Sebe-34 )Allah tarafından gönderilen bütün elçiler yalanlanmışlardır. İnsanlar canlarını teslim etmeden bazı gerçekleri görecekleri ile alakalı âyetler mevcuttur. Mesela: Firavun, İsrailoğulları'nı yakalamak için onları takip ederken denizde boğulma ile karşı karşıya kalınca iman etmişti. (Yunus- 90) Fakat öleceğini anladığı için imanı kendisine fayda vermemişti. İşte âyette "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce (İsa'ya ) muhakkak iman edecektir" pasajı, Firavun'un imanına benzemektedir.Yani âyette geçen "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamiri, İsa'ya değil, her Yahudi ve Hristiyan din adamına gitmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bu manayı şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde göstermektedir. Firavun ölüm anında bütün gerçekleri müşahede etti ve sonunun nereye varacağını gördü. Halbuki daha önce Mısır'da iken "Ben sizin en yüce rabbinizim"(Nazihat- 24) diyordu.Bu konuda diğer bir âyet şöyledir. "Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder tâ ki boşa geçirdim dünyada iyi iş yapayım" Hayır! bu onun ağzından çıkan boş (bir laftan) ibarettir..."( Müminun- 99, 100)Gelelim İsa (a.s) ın nüzülüne delil olarak gösterilen ikinci âyete. "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin (kopacağının) bilgisidir"( Zuhruf- 61) Bu âyet manası en açık ve kolay olan âyetlerindendir. Fakat hakkın ta kendisi olan bir mesajın manası buharlaştırılıp, manasına uydurma rivayetler bulaşınca anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Kur'an'ın meali kadar tahrif olmuş bir kitab yoktur.İkinci âyetin anlamı ve vermek istediği mesaj şudur. "Ey İsrailoğulları ve insanlık âlemi! Şunu kesin olarak bilin ki, Allah gibi sonsuz kudrete ve ilme sahip bir zatın İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesi, kıyametin hak ve öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna bir işaret, bir delil, bir ilim ve bir alamettir, sakın bundan şüphe etmeyin" demek istenmiştir. İsa ( a.s) babasız doğması, ahiretin var olacağını yani öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir nevruz çiçeği gibidir. İsa Mesih'in babasız olarak dünyayı şereflendirmesi ilkbaharı gösteren bir nevruz çiçeği gibi, öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir kudret, bir işaret, bir alamet, bir delil ve bir çiçektir. Bu âyeti başka türlü anlamak birçok soruna yol açacaktır. Kadim tarihlerde elçilerin kavimlerine öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna inandırmak için Allah tarafından bu çeşit mucizeler gösterilirdi.Ashab-ı Kehf bunlara güzel bir örnektir. Allah Resulü (a.s) geldikten sonra kıyametin kopması ve diriliş ile alakalı örnekler artık aklı ve ilmi delillerle ortaya konmaktadır. Bununla alakalı onlarca âyet vardır. "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir"(Rum-50)"İnsan der ki "Öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım? İnsan düşünmezmi ki, daha önce o hiçbir şey değilken biz kendisini yarattık"( Meryem- 66, 67) Mehdilik inancı ve hurafesi İslam tarihinde birçok fitnelere ve kanlı çatışmalara sebep olmuş daha çok siyasi mahiyet taşıyan büyük bir yalan ve Allah Resulü adına yapılmış açık bir iftiradır. Mehdi inancı ile alakalı hadis kaynaklarında geçen rivayetlerin istisnasız hepsi yalan ve uydurmadır. Bu rivayetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, İslam'ın evrensel özgürlük anlayışına, dinin ruhuna, Allah Resulü'nün hikmet, ahlak ve aklına aykırı bir inanç ve ilimsiz bir mahiyet taşımaktadır. Mehdi'nin insanların hidayetini sağlayacak olması, olağanüstü bir güce sahip olması, elçilerin bile tâbi olduğu ilahi yasaları ortadan kaldıran bir inançtır. İşte o yasayı açık olarak ortaya koyan bir ayeti kerime"Andolsun ki senden önce Resüller yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmallarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"( Enam- 34) Mutlak olarak Allah'tan başka hidayete erdirici kimse yoktur.Nebileri bile hidayete erdiren onlara gelen vahiy'dir.(Sebe-50; Şuara-78; Zuhruf-27)

KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(81.YAZI) Nisa Süresi 160,161-) Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, nehyedildikleri halde ribayı almaları ve batıl (yollar) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz şeyleri onlara haram kıldık ve onlardan kafir olanlara acı bir azap hazırladık. 162-) Fakat onlardan ilimde (vahiy'de) derinleşmiş olanlar yani müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler ve salât-ı ikâme edenler yani zekât'a gelenler( arınanlar) yani Allah’a ve ahiret gününe mümin olanlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz. 163-) Biz Nuh’a ve ondan sonraki Nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, esbâta (torunlara), İsa’ya, Eyyûb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Ve Davud’a da Zebûr’u verdik. 164-) Bir kısmının kıssasını sana daha önce anlattık, bir kısmının kısssını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten kelâm etti. 165-) Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı Resüller bulunur ki insanların Resüllerden sonra Allah’a karşı bir hüccetleri kalmasın! Allah Aziz olandır, Hakim olandır. KİTAB-A BAĞLI RESÜLLER " Nübüvvet yani Nebi'lik kurumunun kapanması ile birlikte risâlet misyonu da bitmiş midir?Şurası açıktır ki Muhammed (a.s)dan sonra Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Nübüvvet ve Risalet'in olması artık mümkün değildir.Yani son Nebi ve Resül olan Muhammed (a.s)dan sonra, Allah tarafından görev alma, Allah'tan herhangi bir yolla vahiy ve haber alma asla olmayacaktır.Çünkü iman, itikat, güzel ahlak, ibadet ve öğüt olarak Kur'an'ın indirilmesiyle din tamamlanmıştır. Dolayısıyla son Nebi ve Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra hiçbir Nebi (Allah'tan vahiy alan) gelmeyecektir.Bu apaçık âyetten (Ahzab-40) sonra her kim bende Nübüvvet'e bağlı (Allah'tan vahiy alan) bir Resulüm derse kafir olur.Yani Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet ve Risâlet davası güden herkes kafirdir. O halde, Nübüvvet'e bağlı risâlet sona ermiş ise, kitabın Resul oluşu veya kitabın Resul'ü olmak hükmen ne ifade eder.Yani din ve hüküm olarak kitab-ı tek kaynak kabul eden ve insanlara yalnız onu tebliğ edenlere Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı olmaksızın Resul denilebilir mi?Şimdi bu soruların cevaplarını Kur'an'ın sisteminde bulmaya çalışalım. Kur'an, Mısır kralının Yusuf (a.s) a gönderdiği elçiye "resul" (Yusuf- 50)Belkıs'ın Süleyman (a.s) a gönderdiği elçilere "mürselun" (Neml-35)kavramlarını kullanmaktadır.Fakat bu âyetlerde kullanılan resul kavramı, Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan bir Resüllük değildir.Bu manada değerlendirilirse yani Nübüvvet'e bağlı olmaksızın kitab'ın resülü olmak ne anlam ifade ediyor? Eğer bu kelimeyi Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan Resul makamında kendini görmeyip sadece vahyi insanlara ulaştıran, yalnız onu rehber alan, sadece onu anlatan ve tebliğ eden elçi manasında kullanılırsa bir sorun teşkil etmez.Tabi ki, Kur'an'ın sistemi buna bir açıklık getiriyor. Yani bu konuyu kendi kafamızdan uyduruyor değiliz. Fakat bu görevi yapanlar hiçbir zaman kendilerinin kitabın resulü olduklarını söyleyemezler. Çünkü örneklik, güzel ahlak, vahyin bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü yani ilim olarak bu göreve layık olup olmadıklarını bilemezler. Muhammed (a.s) dan sonra her kim mehdi, nebi ve resül olduğunu iddia ederse, hem kafir, hem fasık, hem zalim hemde müşrik olur. Bu yalancılara iman edenlerin hepsi kafir, fasık, zalim ve müşrik olurlar. Bunlar adi karakterli, basit son derece cahil kimselerdir. Çünkü kitaba elçilik görevinin hakkıyla yapılıp yapılmadığı ancak âhirette Allah'ın huzurunda belli olacaktır.İnsanlık tarihinde binlerce Resul geldiği halde sadece yirmi sekiz tanesinin ismi Kur'an'da geçmektedir. Yani Allah'ın nazarında önemli olan resul'ün ahlak ve edebine sahip olmaktır.Bu konuda insanların teveccühüne değer vermemek gerekir. Bu görevi ifa edenlerin kendilerini Allah'ın resulü veya kitabın resülü olarak görmeleri birçok fitne, kargaşa, terör, anarşi, taklit, cehalet, zulüm, katliam, parçalanma, bölünme ve kula kulluğu yani şirki beraberinde getirecektir.İnsanların kendilerini "resül" olarak göstermeleri yobazlık ve bağnazlığa sebep olacak, ilim ve hikmet, tefekkür ve sorgulama açısından kapkaranlık bir cehalet ve darboğaza girilecektir.Herkes kendi elçisinin üstün olduğunun kavgasını verecek, bir nevi yeni bir tarikatçılık ve mehdiyet inancı hortlamış olacaktır.Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı değil de, sadece kitab'a bağlı yani Nebi- Resul değil de kitap-resul'den veya beşer-resul'den söz edilir mi?Yani kimliği belirsiz, vahye değil de, kitaba bağlı resüllüğün devam edip etmediğine bir bakalım. Kitabın kendisi (vahiy); Resul yani risâlet görevini yerine getirdiğinden şüphe yok.O halde, "ben Allah'ın resulüyüm" demeden, yani resullük iddiasında bulunmadan, kitab'ı insanlara aktaranların resül olduklarına dair Kur'an'da bir delil var mı? Şimdi bu soruların cevaplarını soğukkanlı bir şekilde âyetlerden bulmaya çalışalım.1.Âyet: "Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye (uyarmaları için) her ümmete bir elçi gönderdik..."(Nahl- 36) 2.Âyet: "...Biz, bir elçi göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"( İsra- 15)3.Âyet: "O küfredenler bölük bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı İhtar eden elçiler gelmedi mi? derler...."( Zümer- 71) 4.Âyet: "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugüne kavuşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? derler..."(Enam- 130)5.Âyet: "Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak elçiler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"(Âraf-35)Bu âyetlere baktığımızda muvahhidlerin Kur'an'ın ilim ve hikmetinden beslenip insanlara onların diliyle vahyi ulaştırmalarının çok önemli bir görev olduğu görülüyor.İşte bu görevi ifa etme kitabın ifadesiyle resul (elçi) olma görevidir.İlgili âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında Nebi- Resul yani Nübüvvet ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullerin dışında da resullerin olduğu açık olarak görülüyor. Çünkü âyetlerde kullanılan Resul kavramlarının tamamı nekre olarak kullanılmıştır.Hiç bir âyette Nübüvvet makam ve mertebesinden söz edilmiyor. Çünkü Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Resül'lük evrensel bir görevdir. Nebi-Resul (Nübüvvet'e bağlı Resullük) anlatılırken genelde Resul kavramı elif lam'lı yani mârife ( belirlilik) takısı kullanılmıştır.Nekre (belirsizlik) takısıyla kullanılan yerlerde ise kitap-resul veya beşer- resul'e atıf yapmaktadır.Eğer Resul (elçi) kavramı sadece Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı elçilik olmuş olsaydı, her millete uyarıcı, hidayet edici elçilerin gönderildiği ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekirdi.Yukarıdaki âyetlerde geçen, "...içinizden size âyetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle uyaran elçiler gelmedi mi?..." (En'am-130) ifadesini nasıl anlamak gerekir?Hemde Resul lafzı hem çoğul hem de cins olarak kullanılmışken.Yine "Ey ademoğulları! Aranızdan size âyetlerimizi okuyan Resuller geldiği zaman, kim korunur ve davranışlarını düzeltirse, artık onlara bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"(Araf- 35)Yine yukarıdaki âyette geçen "Ey ademoğulları..! Hitabı kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlarla ilgili olmadığını kim iddia edebilir? Eğer bu ilâhi hitaplar kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa ki, bundan asla şüphe yoktur. Evet Allah Resulü'nden sonra hidayet, rahmet, din ve itikat olarak onu sadece vahiy yani kitab temsil etmektedir.Fakat kitabın dili yoktur, kitap konuşamaz, vahiy derdini anlatamaz.Halbuki vahiy kesinlikle satırların ve yazının gücüne değil, sözün gücüne sahiptir.Dünyanın bütün bilgisayarlarında, cep telefonlarında, kütüphanelerinde bulunan mushaflar Kur'an'dan konuşan bir kişi kadar etkili olamazlar.Mimik hareketleri, etkin hitabetleri, güzel ahlak ve örnek kişilikleriyle elçiler her zaman insanların üzerinde kitaptan daha çok tesir bırakırlar.Hiç bir zaman kitabın gücü sözün gücüne ulaşamaz.Yazı ve kitap sözün gücü karşısında etkili değillerdir.İşte burada vahiy onu anlatacak onu dillendirecek, onu okuyup beyan edecek ve tebliğ edecek muvahhid sözcülere gerçekten büyük bir ihtiyaç duyar.Ancak burada önemli olan bazı konular ortaya çıkıyor.1-) Vahyi tebliğ edenler onu bağlam ve bütünlüğü içinde bilecekler.Yani onun ilmine ve sistemine vakıf olacaklar. 2-) Kur'an'ı hayata aktarmada güzel ahlak sahibi olacaklar.Yani onu en güzel bir şekilde yaşayarak temsil edecekler.3-) Kendilerinin resul olduklarını asla söylemeyecek etrafında olanlarda böyle bir inanca ve fikre sahip olmayacaklardır. Çünkü vahyin elçiliğini hakkıyla yapıp yapmadıklarını bilen sadece Allah'tır. Dolayısıyla kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez.4-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyecek ve sadece Kur'an ile uyarı ve ikaz yapacaklar.Bu elçilik Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmayıp, sadece Allah'ın âyetlerini insanlara aktarma ve vahyin mücadelesinin yapıldığı bir elçiliktir.Dolayısıyla bu hakikat ışığında anlaşılan gerçek şudur.Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmaz, fakat vahye yani kitaba bağlı bir elçilik devam etmektedir.Bir çok âyet bu gerçeği açık olarak ortaya koymaktadır."Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilseydi ya! Ey Resul! Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir hidayet edicisi bir rehberi vardır"(Ra'd-7)"Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur"(Fâtır-24)Yukarıdaki âyette "ümmet" kavramının geçmesi çok önemlidir. Çünkü Kur'an'ı Mübin'e göre "ümmet" aynı zamanda ve aynı coğrafyada yaşayan insanların ulusal birliğini yani "vatandaşlık" anlamına geliyor. Millet ise: İnsanlık tarihinde ister şirk, ister islam (tevhid) olsun, aynı inanca sahip olan insanları ifade eder. Yeri gelmişken şu Kur'an'i gerçeği de geçmeyelim. Her Resül kendi döneminde yaşayan insanlar için şahittir. Kendisinden sonra gelen insanlara şahit olamaz. Bu gerçeği Kur'an, İsa (a.s) ın lisanıyla ortaya koyar. "...İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun..."(Mâide-117)İşte bu yüzden Resül "millet" için değil, ümmet için şahittir. Şimdi Kitab-a bağlı resüllüğe delil olan âyetleri görmeye devam edelim. "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların Resullerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın..."(Nisa-165)"Âd kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-123)"Nuh kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-105)Nuh (a.s) ın kavmine Nebi- Resul olarak sadece Nuh (a.s), Âd kavmine de sadece Hud (a.s) gönderilmişti.Fakat âyetlerde "Nuh kavmi de Âd kavmi de Resulleri yalanladı" denilerek Resul kavramları cemi (çoğul) olarak kullanılmıştır.Yalanlanan Resuller, o iki Nebiye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkası değildir."Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"(Mümin-51)"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"(Mücadele-21)Yukarıdaki iki âyet risalet misyonunun dünya hayatı boyunca devam edeceğini ortaya koymaktadırlar.

12 Aralık 2021 Pazar

HANGİSİ SALÂT?Zihinleri diriltici gücüne sahip olan Kur'an'ın salât-ı mı? Rivayet ve ictihadlarla vahyin anlamını buharlaştırıp, kavramlarını tahrif ederek ümmetin zihinlerini bulandırmak mı? Mekke müşriklerinin de salatları vardı, (Enfal-35) Medineli munafıkların da.(Nisa-142) Yezidin de salat-ı vardı, Haccac bin Yusuf'un da.Baştan sona kadar yalan ve iftira olan Emevi ve Abbasi din adamlarının da salâtları vardı.İşidin de, Boko Haram'ında, el Kâidenin de salâtları var, Saddam Hüseyin'in de Hatta dinlerini salât üzerine bina etmişlerdi. Hangisi salât? Nurcuların bir araya geldikleri zaman anlamını ve mahiyetini bilmedikleri ve beş dakikada kıldıkları mı? Yoksa iki saat rab ve ilâhlarının kitaplarını okuyarak, ölümüne iman ve bağlılıklarını tazeledikleri salâtları mı? Hangisi salât?Binlerce lira infakla dernekler kurup, plan ve programlar dahilinde yarışma ve kurslar düzenleyip uzmanların nezaretinde insanlara şuur ve farkındalık kazandırmak mı? Yoksa vicdani rahatlama veya alışkanlık haline geldiğinden dolayı psikolojik huzursuzluktan kurtulmak için beş dakikada hemen aradan çıkarılan mı? Namaz denilen şey, uydurmacıların ümmi insanları sömürmek için kullandıkları bir tuzak ve bir aperatiftir.Aslında inanç ve fikir açısından hangi şey insanların zihinlerini etkileyip onları yönlendiriyor, onlara sağlam bir iman ve farkındalık kazandırıyorsa salât odur.Bu salât ister uydurma din ve mezhepler için olsun, isterse hanif İslam dini için olsun fark etmez.Salât, mümkün değil namaz olamaz. Çünkü namazın insanların zihin ve ahlakları üzerinde zerre miktarı kadar bir yönlendirmeye ve olumlu etkiye sahip değildir. Fakat gerçek salât yani Allah'ın razı olduğu salat, vahiy için, yani ihlas için, yani takva için, yani hanif din için, yani Kur'an için yapılandır."Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et yani benim zikrim (vahiy) için salât-ı ikâme et"(Tâhâ-14)"Ey iman edenler! Cuma günü salât için çağrıldığınız zaman, hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin daha hayırlıdır" (Cuma-9)Salât bir davet, büyük bir ibâdet, belli bir bilinç ve şuur kazandırma, duyguları etkileme, zihinsel faaliyet ve hitabet, topluma zihinsel destek sağlama, onları hayra ve fazilete yönlendirme, sağlam bir inanç kazandırma, hakkın yanında bulunma, fazilete kanalize etme, ümmeti kötülüklerden engellemek için cemaat halinde plan ve program dahilinde mescitlerde yapılan sözlü eğitim ve öğretimdir. Hangisi salât? Vahiy, ilim ve hikmetine, fazilet ve ahlakına sahip olmadan, anlamını bilmeden yani gaflet içinde, beş dakikada beş kez kılınan mı? Yoksa binlerce hadis uydurarak ve bunların üzerine bina edilen ictihadlarla insanları hanif dinden engelleyen mi? Hangisi salat? Salât fetö'nün ülkeyi işgal etmek için yaptığıdır, cübbeli'nin inanç ve zihinleri sihirleyerek ipotek altına aldığıdır. Salat, diyanetin yüz bin camiinde yüz elli bin imamın kıldırdığı namaz asla değildir. Eğer salât namaz olsaydı, mümkün değil, bir cemaat yani fetö bu kadar başarılı olamazdı. Yani fetö'nün salat-ı, sizin namazınızı ezdi geçti, onu yerle yeksan etti, yerin dibine geçirdi.Hangisi salât? Salât, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın camilerinde Kur'an cahili imamlar tarafından icra edilen merasim ve ritüel değil, 15 Temmuz günü bu ümmetin yaptığı fedakarlık ve kahramanlıktır. Salat, bü ümmetin içindeki ses ve vicdandır. Salât, hain darbeye karşı yapılan "sokağa çıkın" davetidir. Hayatınızda salât'ın muhteşem etkileri ve insan zihnini onaran gücü olmayınca, müşriklerin yogasını bir şey zannettiniz. Dolayısıyla salât-ı terk ederek namaza kulluk etmekten vaz geçin

11 Aralık 2021 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(79. YAZI)Nisa Süresi 147-) Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size ne diye azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir. 148-) Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayan başka. Ve Allah işitici olandır, Âlim olandır. 149-) Bir hayrı açıklar yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü (açıklamayıp) affederseniz, şüphesiz Allah affedeci olandır, Kâdir olandır.150-) Allah’a yani Resüllerine kafir olanlar ve Allah ile Resüllerini birbirinden ayırmak isteyip "Bazısına iman ederiz ama bazısına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;151-) İşte bunlar gerçek kâfirlerdir. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.152-) "Allah'a ve Resüllerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. MEZHEPLERİN EN BÜYÜK GÜNAHI: Yüce Allah'a sonsuz hamd olsun ki "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkların üzerinde tefekkür ettiğimizde çok önemli manzaralar keşfediyoruz. Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) ("Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 )Kur'an, bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra üçüncü büyük günahın ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ile Resülleri birbirinden ayırmak" olduğunu haber vermiştir. Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz.Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım.Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız.Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız. Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer Allah Resulü Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad edersiniz ve bu dinde namaz kılmayan, zina eden, ve dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua edip onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tamda bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.

10 Aralık 2021 Cuma

ALLAH ve MELEKLERİ NEBİ ve MÜMİNLERİN ÜZERİNE NASIL SALAT EDERLER? Uzun zamandır Ahzab süresi 56. âyette bulunan "alé" (üzerine) fiiline takılıyordum.Ancak bu "alé" (üzerine) fiilinin tam olarak hangi anlama geldiğini bilmiyordum.Yani Allah ve melekleri Nebi (Ahzab-56) ve müminlerin üzerine (Ahzab-43) nasıl "salât" ederler?"Nebi'ye değil, "yusallûne alen nibyyi" Nebi'nin üzerine salât ederler, "yusalliy aleyküm ve meléiketühü" "Allah ve melekleri üzerinize salât ederler" Bugün konu ile ilgili yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının "namaz" olarak gördükleri ve bu şekilde meal verdikleri "salât'ın" gerçekten hangi anlama geldiğini geniş bir açıdan düşünmeye başladım. Sonra Kur'an'da "salât" kavramının namaz değil, "vahiy" anlamına geldiğini gördüm.Şöyle ki: Allah ve meleklerinin Nebi'ye ve müminlere "salâtları" nasıl ve neyle oluyor?Ahzab-43. ve 57. âyetlerin mealini verdikten sonra konuyu daha geniş bir açıdan görmeye çalışalım."Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için üzerinize salât eden O'dur. Allah müminlere karşı Rahim olandır" (Ahzab-43)"Allah ve melekleri Nebi'nin üzerine "salât" ederler. Ey müminler! Siz de onun üzerine "salat" edin ve (Allah'a) teslimiyet gösterin"(Ahzab-56) Peki yüce Allah Nebi ve müminlere nasıl salat edip onları karanlıklardan Nur'a yani aydınlığa çıkarıyor?Yani Ahzab 43 ve 56. âyetlerde geçen "salât" nedir?Buna Kur'an şöyle cevap veriyor. "Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz ki Allah size karşı çok Rauf ve Rahim'dir.(Hadid- 9)"Elif.Lam.Râ.(Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim-1)"Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resul indirmiştir..." (Talak-10,11)Demek oluyor ki, Ahzab 43. ve 56. âyetlerde bulunan, Nebi ve müminlerin üzerine inen "salât" vahiy'miş.Yine "salatın" "vahiy" anlamına geldiğini şu âyet apaçık olarak ortaya koyar. "Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (evliya ve ilâhları- muhaddis ve müctehidleri) yahut mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana" salâtın" mı emrediyor?..."(Hud- 87) Yukarıdaki âyette "salat'ın" "vahiy" yani Allah'tan gelen emirler olduğunu kimse inkar edebilir mi? Salât, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Alın size bir âyet daha."Sabır ve salat'la Allah'tan yardım isteyin..."(Bakara- 45)Yukarıdaki âyette bulunan salât ve sabrın kaynağının Allah yani Kur'an olduğunu şu âyet gayet açık olarak ortaya koyar. "Rabbimiz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" (Fatiha-5)Bakara 45. âyetteki fiil, "vesteinu" "yardım dileyin" iken, Fatiha 5. âyetteki fiil "nestein" "yardım dileriz" idi. Dolayısıyla Kur'an'da bulunan bütün "salât" (destek) kavramları, "vahiy" yani Allah'ın himayesi olan Kur'an anlamına gelmektedir.Yani "salât-ı ikâme" vahyi baş tacı edip onu ayağa kaldırma, din ve hüküm olarak ondan başka hiçbir kitabı kaynak kabul etmeme, sadece onu yaşama, onun ahlak ve ilmine sahip olmaktır.Allah için söyleyin.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, anlaşılmasını zorlaştıran bir ritüel ibadet olur mu? İbadet bütün hayatı için alan Allah'tan başkasına kulluk yapmama yani sadece Kur'an'ı kabul etme anlamına gelmektedir.Yüce Allah'ın Nebi ve müminlerin üzerine en büyük salât-ı vahiy indirmesidir. Salât tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Tek cümle ile salatın ne olduğunu söylersek, "Topluma ve bireye, vahyin ilim ve ahlakıyla destek sağlanması, insanlara Kur'an'ın öğretilmesi" demektir.Allah için biraz düşünmek gerekir. Kur'an gibi bereketli, yüzlerce konuya temas eden bir kitap olsun da “zihinsel öğrenim ve eğitim”den söz etmesin.Bu mümkün müdür ? İşte insanların vahyin ilim ve hikmetiyle desteklenmeleri, Kur'an'ın ahlak ve erdemine sahip olmalarını ifade eden öğrenim ve öğretim, “salât” kavramının içnde yer almaktadır. Yüce Allah'ın onlarca âyette açık olarak ortaya koyduğu "salât-ı, aynen "peygamber" kelimesi gibi, Hindistan ve İran'nın dilinden devşirerek "namaza" çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları dinde büyük bir cinayete sebep oldular.Bunun üzerine Allah'ın bir ilim yani mükemmel bir sistem üzerine indirdiği vahiy'de, öğrenim ve eğitimle ilgili âyet aramaya başladılar. Aradılar, taradılar, araştırdılar bir tane âyet bulamadılar. Kur'an’ın onlarca âyette “öğrenim görme” anlamındaki "ekimus salât'e" sesine kulak tıkadılar.Salât-ı her manaya çevirdiler. Sadece bir “öğrenim ve öğretime" çevirmeyi başaramadılar.Sonunda bu kompleksten kurtulmak için, ilk nazil olan “ikra' bismi rabbikellezi halaka” "Rabbinin adıyla oku" âyetine sarıldılar.Fakat bu âyette bulunan hitap umuma değil, sadece Nebi (a.s) a olduğu ve bir anlamı da göklerde ve yerde olan Allah'ın âyetlerini oku olunca, yine boşa düştüler.Kur'an’da salâtın birinci anlamı olan “zihinsel destek” ifadesini, İsra süresi 78.âyette “fecrin Kur'an-ı” (kur'an-el fecri) ifadesinden anlamak mümkündür.Bu âyette çok açık bir şekilde Kur'an’ın okunması ve öğrenilmesi emredilmektedir. Aynı zamanda emredilen fecir zamanı, insan zihninin en canlı olduğu bir zamandır. İşte bundan dolayı âyet; "zihne nakşedilen" anlamında "meşhûdâ" “şahit olunan” buyurur. Bu âyet Mekki olduğu ve sadece Nebi (a.s) a hitap olduğu için "Kur'an öğrenim ve öğretiminin" bireysel olarak yapılabileceğinin de bir göstergesi oluyor. Çünkü Mekke de müslümanlar toplu olarak değil, bireysel hareket etmek zorunda idiler. Salât nedir bilir misiniz?Cuma'ya gittiğinizde dinlediğiniz hutbedir. Fakat din adamlarınız salât-ı değiştirip adını "hutbe" koymuşlar. Halbuki Kur'an'da hutbe diye bir şey yoktur. Yani Maun süresinde var olan "sehun" damgasını yemişler.Âyetler şöyledir. "Veyl veyl olsun o musallinlere ki, onlar salatlarının ne olduğundan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar hayra da mani olanlar. (Mâun-4,5,6,7)Dolayısıyla cuma salâtına nida yani çağrı ile birlikte toplanan insanlar, (salatta) Allah’ın zikri olan Kur'an'ın üzerinde eğitim ve öğretim yapacaklardır.Cüma süresi 9.âyette bulunan cümlenin metin ve manası aynen şöyledir. LÜTFEN DİKKAT! "Yé eyyühellezine émenû izé nûdiye lissalâti min yevmil cumuati fesav ilé zikrilléhi vezerul bey'a..." "Ey iman edenler! Cuma salatına nida (çağrı) yapıldığı zaman Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın..." Demek ki, salât, Allah'ın zikri olan Kur'an'mış. Şu halde salâtın öğrenim kısmı da iki ayrı talim ve terbiyeye işaret etmektedir.1-) Bireysel olarak Allahın zikrini yani vahyi öğrenmek. 2-) Cemaat olarak Allah’ın zikrini dinlemeye koşmak. Gerçekten de bir çok âyete baktığımızda salâtın “zihinsel destek alma” olduğunu görebiliyoruz.Mesela: “Sana vahyedilen bu kitab-ı tilâvet et yani salat-ı ikâme et. Salât, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyar yani Allahın zikri (onunla uyarı yapmak) en büyük (öğüttür) Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45) buyuruyor. Şimdi sözlü eğitim olmazsa yani Kur'an ile diyalog ve iletişim olmadan insanların ahlaksızlıktan ve münkerden kurtulmaları nasıl mümkün olacaktır? Halbuki yüce Allah "salâtın kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyacağını" söylemişti. Fakat bu âyette bulunan salât-ı “zihinsel destek alma” yani Kur'an ile öğüt ve vahiy'le uyarı olarak değil de, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının yorumları olan "namaz kılmak" olarak kabul edersek Allah'ın âyetini saptırmış olmaz mıyız?Böylece hayatını namaz kılmakla geçirmiş fakat her türlü kötülüğü yapan kimseleri gördüğümüzde, “onlar namazı dosdoğru kılamadılar” mı diyeceğiz? Halbuki yüce Allah ne buyuruyordu? "salat, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alı koyar" Hâşâ bu durumda yüce Allah'ı da yalancı çıkarmış olmuyor muyuz?İşte Kur'an'da var olan "salât" âyetlerini doğru anlamak bu kadar önemlidir. SALÂT'IN BİR TEK ANLAMI VARDIR. Uydurma dinin ileri gelenleri, salât'ın insanlar üzerindeki müspet etkilerini yok etmek için kavramın açık ve anlaşılır anlamına karartma yapıp onun bir çok anlama geldiğini iddia etmektedirler.Fakat bu iddia Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırıdır.Çünkü kaç çeşit korku veya kaç yardım ve destek türü varsa yüce Allah Kur'an'da hepsine ayrı ayrı kelime kullanmıştır. Yani yüce Allah'ın “salât” kavramını birden fazla anlamda kullandığını iddia etmek, diğer durumlar için (hâşâ) kelime sıkıntısı çektiği anlamına gelir ki, bu noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a iftira olur.Dolayısıyla “salâtın bir çok anlamı vardır ” diyenlere itibâr edilmemesi gerekir. Salât'ın bir tek anlamı vardır.“vahiy ağırlıklı sözel ve zihinsel destek, Kur'an ile öğüt verme” Bu da eğitim ve öğrenimle Kur'an ilim ve ahlakının topluma ulaştırılması, insanlara destek olma ve onları Kur'an'ın hikmet ve marifetiyle donatma demektir.Yani salât, aynen cemaat ve tarikatların kendi batıl dinleri için yaptıkları çalışma gibidir. Nurcuların ve süleymancıların kendi şirk dinlerinin eğitim ve öğretimi için açtıkları yurt ve okullar, medrese ve tekkeler gibi. İşte cemaat ve tarikatların kendi dinleri için yaptıkları şey "salât" oluyor. Fakat kendi liderlerine ve kitaplarına dâvet ettikleri yani din ve dâvâları batıl olduğu için Kur'an, onların salâtlarına "sehun" damgasını vuruyor. Cuma günleri diyanetin vaaz ve hutbesi de Ehl-i Sünnet öğretileri için bir salât oluyor. Salât olmasaydı cemaat ve tarikatlar (batıl da olsa) inanç ve zihin açısından bu kadar güçlü bir yapıya sahip olamazlardı. Fethullah terör örgütünü bu kadar güçlü yapan şey salat'tan başka bir şey değildir. Araplar atın ve devenin üzengisine "salât" anlamına gelen “salli” kelimesini kullanırlardı. Çünkü devenin veya atın üstüne bundan destek alarak binerlerdi. Vahiy de kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. Aynı zamanda ateşe odun atıp yanmasına destek olmaya da "sallâ" denilmiştir. Şuna emin olun ki, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan hiç bir kavrama doğru bir anlam vermemişlerdir. Mesela: Salat kavramına, namaz anlamı veremeyecekleri yerlerde "dua" ve "rahmet" anlamı vermişler.Halbuki hem “dua” hemde "rahmet" kavramları Kur'ani kavramlardır.Yani bir çok yerde Kur'an bunları kullanmıştır. Mesela: Yüce Allah, Bakara süresi 157.âyette, hem salât hemde rahmet kavramlarını kullanarak ayrı anlamlara geldiklerini göstermiştir. İslam düşmanları, sistemli ve sürekli olarak Şii ve Sünni halkların cehaletini beslemektedir. Şii ve Sünniliğin bulunduğu her yerde taklitçi ve cehalet yobazlığı; muhafazakar dini duyarlılığı yani uydurma karanlık ayakta tutmak için büyük çabalar harcamaktadır. Buna karşın Kur'ani ve akli gerçekleri seslendirme ve yaşatma mucadelesi veren muvahhidler, küçük düşürücü yaftalarla karalanmak istenmektedirler. Bu sebeple Kur'an'dan haberi olmayan ümmi halkın aldatılması kolay olmaktadır. Çünkü salât konusunda kabul edilebilir ilmi delillerden yoksun vaziyettedirler.Mehmed Akif'in onlara karşı cevabı muhteşemdir. "Acaba şu şayiayı(iftira ve yalanı) çıkaranlar bir adamın alnına "Vahhabi" damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı? Vahhabilik bir mezhebi mahsusun ismi olmakla beraber Arabistan'ın birçok yerlerinde dinsiz tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir.Lehte söylenen sözlere inanmamak lakin aleyhte söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir hasısa(özellik,hastalık ) olduğu için, Mesela: Ben bugün çıkar da Allah'tan korkmadan en akidesi pak (inancı temiz-ihlas sahibi) bir adam hakkında "iyidir ama dinsiz olmasa!..." dersem az zaman sonra o masum zavallıyı bütün insanlar baştan başa mülhid (sapık ) tanırlar, acaba bu adam ilhadı mucib (sapıklığı hak edecek ) ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler. Müslümanlıkta en güç bir şey varsa oda bir adama dinsiz payesini (damgasını) vurmaktan ibaret olduğu halde fazlını, (faziletlerini) irfanını, (erdemini) ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut tarzı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbi rütbeyle nazardan (gözden) düşürmek nedense bize pek kolay geliyor..." En garibi şurasıdır ki, bütün aktarı İslamiyede "vahhabilik" ünvanı ile teşhir edilen adamların kısmı azamı (büyük çoğunluğu) Müslümanları müdafaaya vakfı hayat etmiş( hayatlarını vakfetmiş) olan ekabiri ümmettir( ümmetim büyük alimleridir), fedakarânı Millettir( milletin en fedakar şahsiyetleridir) Bir yabancı aramıza girse dese ki : Ey cemaat-i Müslimin! filan filan zatlar sizin en âkiliniz, en âliminiz, en fâzılınız olduktan başka ebna-yı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhahınız, en hamiyetlinizdir. (Ülkeyi en çok seven, Milli ve yerli olanlardır) siz bunları vahhabilik ile itham ediyorsunuz yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz, demek sizin dininiz akıl ile,ilim ile, hamiyet (milli olmak) ile kabil-i telif olamayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz. Cihan-ıslam (İslam toplumu) hakikaten bikes( çaresiz) cidden garip. Bu ekabiri ümmeti (ümmeti büyük âlimlerini) rahmet ve hürmetle anmalıyız ki, geriden gelenler aramızda bir yad-ı cemil (güzel anılmak) bırakabilmek ümidinden mahrum kalarak mucahededen vazgeçmesinler.Üç beş sene evvel İnsaf ehli bir Frenk bana demişti ki : Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdir edemiyorsunuz, mazursunuz, lakin erbab-ı sa'yu hizmeti takdir etmiyorsunuz! işte bu kabahatiniz afvolunmaz..." (Mehmet Akif külliyat hzl İsmail Hakkı Şengüler- Hikmet Neşriyat 5 ,51,55)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(78.YAZI) Nisa Süresi 135-) Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 136-) Ey iman edenler! Allah’a, Resül'üne, Resülüne indirdiği kitab-a ve daha önce indirdiği kitab-a iman ediniz. Kim Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resüllerine ve âhiret gününe kâfir olursa (hidayetten) uzak bir sapkınlığın içindedir. 137-) İman edip sonra kâfir olanlar, sonra yine iman edip tekrar kâfir olanlar, sonra da küfürlerini arttırdıkça arttıranlara Allah ne mağfiret edecek, ne de onları hidayetin yoluna iletecektir. 138-) Münafıklara, kendileri için elim bir azap olduğunu müjdele! 139-) Onlar müminleri bırakıp da kâfirleri veli edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar?(Bilsinler ki) bütün izzet yalnızca Allah’a aittir. 140-) Andolsun ki (Allah), kitap’ta size şunu indirmiştir: Allah’ın âyetlerinin küfredildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir. (Yukarıdaki âyette tam bir inanç ve vicdan hürriyeti mevcuttur. Bir bu âyeti düşünün birde uydurma din ve mezheplerin terör örgütlerini düşünün. "Allah'ın âyetlerine küfrediliyor, onlarla alay ediliyor" yüce Rabbimiz, sadece "o anda onlarla oturmayın" buyuruyor. Vurun, kırın, öldürün yok, sadece ve sadece "o anda orayı terkedin" Hemde iman edenlerin en güçlü olduğu Medine döneminde bu âyet iniyor.) 141-) Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah’tan bir fetih (nasib) olursa, "Sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), "Sizi yenip (öldürebileceğimiz halde öldürmeyip) müminlerden engellemedik mi?" derler. Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir. 142-) Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar salâta kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az anarlar. 143-) Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (kafirlere) ne bunlara(müminlere). Ve kim Allah’tan (Kur'an'dan) saparsa, artık onun için (hidayete) yol bulamazsın. 144-) Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri evliya edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? 145-) Şüphe yok ki münafıklar ateşin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. 146-) Ancak tevbe edip ıslah olanlar, Allah’a (Kur'an'a) sığınıp dinlerini yalnız Allah'a hâlis kılanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir. (Nebilere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen şeylerden biri, "dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah özel kılmaları" idi. "Ey Nebi!) Şüphesiz ki, kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"(Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de "ihlas" kavramıdır.Onlara göre "ihlas" "samimi olmak" ve "ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "dini yalnız Allah'a özel kılmak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinmemek" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler direkt olarak Allah için yapılmış olacaktı.Onun için "ihlas" kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu açıkça ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün ümmetlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat'a gelmeleri emrolunmuştu. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak sağlam din budur"(Beyyine-5)"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."( Şura- 13)Dinde ihlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka evliyanın peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"(Araf-3)"(Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"( Yunus- 109) "(Ey Nebi!) Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"( En'am-106)("Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen ( Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur.Benzer şekilde Kur'an, Musa (a.s)a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, Muhammed (a.s)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69) uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiili yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır.O gün müşrikleri uyaran yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman edenleri uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Aslında böyle diyenler Kur'an cahilidirler.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: ( Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)

9 Aralık 2021 Perşembe

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(77. YAZI)Nisa Süresi 104-) O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmişlerdi. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah Âlim olandır, Hâkim olandır. 105-) Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana hitab’ı hak ile (bir amaca yönelik olarak) indirdik;(ey Nebi) hainlerden taraf olma! (Âyet, Nebi (a.s) ın yüce Allah tarafından indirilen vahiy'le uyarı ve ikaz yaptığını yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynağa yönelmesini kesin bir şekilde yasaklıyor. Dolayısıyla dinde Nebi (a.s) ın bir ortaklığı olamaz yani din ve hüküm olarak onun adına çıkarılan bütün hadisler şirk ve küfürdür.(Yunus-15; İsra-73,74,75; Hakka-44)106-) Ve Allah’a istiğfar et, şüphesiz Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir. (Nübüvvet özel bir hayat olduğu için Nebi'nin Allah'a karşı hataları olmuştur.(Tevbe-113; Tahrim-1; (Enfal-67,68)İşte Nebi ve Resül'ün arasında bulunan farklardan bir tanesi de budur. Resül vahyi tebliğ makamında olduğu ve vahyi tebliğde ihanet etmeyeceği, yani Resül masum olduğu için Resül'e "istiğfar et" denilmesi abes olurdu.) 107-) Kendi nefislerine ihânet edenlerin mucadelesini yapma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. 108-) İnsanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O’nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır (O’nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler). (Yani dini ve ictimai hayatlarında öyle bir ahlak ve karaktere sahipler ki, insanları hesaba katarlar da Allah'ı hesaba katmazlar. İnsanlardan korkarlar, insanlardan çekinerek yanlış yapmamaya çalışırlar da, Allah'tan korkmaz ve O'ndan çekinmezler. Halbuki Allah bütün hallerini bilir ve tüm yaptıklarına şâhittir.) 109-) Haydi siz dünya hayatında onlar için mucadele ettiniz, ya kıyamet günü Allah’a karşı onlar için kim mucadele edecek, yahut onlara kim vekil olacaktır? 110-) Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’a istiğfar ederse, Allah’ı mağfiret edici, merhamet edici bulacaktır. 111-) Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi nefsinin aleyhine kazanmış olur. Allah Âlim olandır, Hâkim olandır. 112-) Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir bühtan ve apaçık bir günah yüklenmiş olur. (Kur'an'ın kavramlar sisteminde "iftira" kelimesi, yüce Allah'a karşı yapılan bir yalan iken,"bühtan" kelimesi insanlara karşı yapılan bir yalan olarak kullanılmıştır. Halbuki insanlar bühtan kelimesini de iftira kelimesinin içinde kaybetmişlerdir.) 113-)(Ey Nebi!) Allah’ın senin üzerinde fazileti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir tâife seni saptırmaya yeltenmişti. Halbuki onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Allah sana kitab’ı ve (yani) hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Ve Allah’ın senin üzerindeki fazileti gerçekten azim olmuştur. (Âyette bulunan kitap, Kur'an'dır, hikmet de onun bağlam ve bütünlüğüdür yani kendi içinde bulunan çözümü ve sistemidir. Dolayısıyla kitap ve hikmet birdir, aynı şeydir.) 114-) Onların gizli konuşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir mârufu yahut da insanların arasında ıslah etmeyi emredenin konuşması müstesna. Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunları yaparsa, biz ona yakında azim bir mükâfat vereceğiz. 115-) Kendisi için hidayet beyan edildikten sonra, kim Resül'e (Kur'an'a) karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.(Âyette bulunan "Resül" Kur'an'dır, "müminler" ise, Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı olarak kabul eden muvahhidlerdir.) 116-) Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa (hidayetten) uzak bir sapkınlığa savrulmuştur. 117-) Onlar (müşrikler) O’nu bırakıp yalnızca bir takım dişilere dua ediyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.(Âyette bulunan "inésen" kelimesi, müşriklerin ölmüş olan din adamlarıdır. Çünkü Araplar, ölüler zayıf oldukları veya aciz bulundukları için onlar hakkında "inés" kelimesini kullanmışlardır. Bununla birlikte onlar bazı din adamlarını tâzim ederler ve onlara yakarırlardı. Aynen bir çok Ehl-i kitab'ın, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamının yaptığı gibi.) 118-) Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: "Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim" demiştir. 119-) "Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler" (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı veli edinirse elbette apaçık bir husrana düşmüştür. 120-) Şeytan onlara vâdeder ve onları temennilere sevkeder; halbuki şeytanın onlara vâdetmesi aldatmacadan başka bir şey değildir. 121-) İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır. 122-) İman eden ve salih ameller işleyenleri, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden nehirler akan cennetlere koyacağız. Allah, hak bir söz olarak vâdetti. Allah’tan daha sâdık sözlü kim vardır? 123-) Ne sizin temennileriniz ne de ehl-i kitabın temennileri (gerçektir); kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka veli de, yardımcı da bulamaz.(Âyette geçen "süen" kelimesi, şirk anlamına gelmektedir. Çünkü insanların ve toplumların başını belaya sokan ve mahvolmalarına sebep olan en büyük kötülük ve zulüm şirktir.) 124-) Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak sâlihât yaparsa, işte onlar cennete girerler ve (çekirdek) çukuru kadar zulme uğratılmazlar.125-) Din bakımından daha güzel, yönünü sadece Allah’a çeviren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan hanif milletine tâbi olan kimseden daha güzel ahlak sahibi kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.(Millet: İnsanlık tarihinde ister şirk ve küfür, isterse iman ve tevhid olsun aynı inanca sahip olanlar anlamına gelmektedir. İslam milleti, küfür milleti, İbrahim milleti, Muhammed milleti gibi. "Muhammed ümmeti" ifadesi Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırı bir kullanımdır. Çünkü ümmet, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlarla ilgilidir. En fazla her yüz yılda bir ümmet diye bir şey kalmaz. İşte bundan dolayı "her ümmetin bir eceli vardır" denilmiştir"(Âraf-34)İşte bundan dolayı "onlar bir ümmetti gelip geçti..." (Bakara-134,141) buyrulmuştur. Fakat millet kiyamet gününe kadar var olacaktır.) 126-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O’nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz). 127-) Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan kitapta (Allah’ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir. 128-) Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer güzel geçinir ve takva sahibi olursanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 129-) Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer sulh yapar ve takva sahibi olursanız, Allah Ğafur olandır, Rahim olandır. 130-) Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır); Allah’ın (nimeti) geniş olandır, Hakim olandır. 131-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size "Allah’tan korkun" diye emrettik. Eğer kâfir olursanız biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah Ğani olandır, Hamid olandır. 132-) Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. 133-) Ey insanlar! Allah dilerse sizi giderir (yok eder) başkalarını getirir; Allah buna kadir olandır. 134-) Kim dünya sevabını isterse (bilsin ki) dünyanın da ahiretin de sevabı Allah indindedir. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.

8 Aralık 2021 Çarşamba

SALAT VE ZEKAT Şii ve Sünni din adamları uydurdukları rivayetlerle istisnasız Kur'anın bütün kavramlarını tahrif etmişlerdir. Bunlardan ikisi de salât ve zekât kavramlarıdır. Meal ve tefsirlerinde zekât’ın orjinalini alıyorlar. İş salât’a gelince hemen farsça uydurma olan ve ne anlama geldiği belli olmayan namaz'a çeviriyorlar.Kur'an’da salât'ın hangi anlamda kullanıldığını anlamak için zerre kadar aklını kullanmayanlar, kendilerine din ataları tarafından ezberlettirilen mantıksız ritüeli tekrar etmekten başka hiçbir alternatif üzerinde düşünmüyorlar.İşte bundan dolayı mükemmel olan salât-ı, hardal tanesi kadar kendilerine faydası dokunmmayan, bir ritüele dönüştürdüler. Böylece zekât'ın yani arınmanın zihinsel eğitim ve dayanışmayla bağını yok ettiler. Salâtın kanatları namaz değil, zihinsel dayanışma, Kur'an öğrenimi ve eğitimidir. (Tâhâ-14)Zekâ kökünden gelen zekât, hem zihinsel arınma (Meryem-13) hem de maddi olarak arınma’yı (Leyl-18) hedef almakla salâtın kurumlaşmasına vesile olur. Eğer salât'ın da öğrenim ve dayanışma özelliklerinden biri olmazsa, salât-ikâme bir kanadı olmayan kuşa benzer. Çünkü onu uçuracak kanatlar ondan kopartılmış başka yere konmuştur. Ne zekâtsız salât, ne de salâtsız zekat mümkün değildir. İşte bundan dolayı yirmi altı yerde kalıp şeklinde geçen "ve ekimus salâte ve'tuz zekéte" "salat-ı ikâme edin ve zekât'a gelin" de bulunan "ve" yani anlamına gelmektedir. Âyetler şöyledir. "salat-ı ikâme edin yani arınmaya gelin" Çünkü zekât-ı hem zihinsel hemde maddi arınma olarak anlarsak, salât-ı ikâme etme de, zihinsel öğrenim desteği ve psikolojik dayanışma olarak alırsak mükemmel bir uyum ve dengenin meydana geldiğini görebiliriz. Kur'an'da yardım ve destek anlamına gelen "nasr, teavun, istiğase, istiâne" kavramlarının hepsi maddi bir yardımlaşma ve dayanışma anlamına gelirken, salat kavramı zihinsel destek ve psikolojik yardım anlamına gelmektedir. “Öğrenimi ve dayanışmayı” (salât-ı ikame edin) "salât-ı ayağa kaldırın" (ve'tüz zekéte) "yani arınmaya gelin" oluyor. “Salât-ı ikame edebilmek için her türlü şirk ve hurafelerden "Kur'an ile arının" demektir.Şirk ve hurafe, yalan ve iftira bakımından Şiilik ve Sünnilik kadar kirli ve sicili bozuk bir din yeryüzüne gelmemiştir. Yani namaz kılmanın ahlak ve karakterleri üzerinde olumlu hiçbir tesir yapmamıştır. Dolayısıyla iletişim ve diyalog olmadan hiç bir eğitim ve öğretim olmaz.Din dediğimiz şey bir hayattır, aksiyoner bir yaşantıdır, dinamik bir harekettir, sürekli akan bir nehir gibidir. Din ritüelleri kabul etmez. Resüllerin hayatlarına baktığımızda bu dinamik hayatı ve aksiyonu en canlı bir şekilde görürüz. Kur'an'a baktığımızda baştan sona kadar büyük bir mucadele ve öğüt dolu olduğunu görüyoruz. Eğer bir toplumda sadaka ve infak müesseseleri kurulacaksa İlk önce zihinsel bir destek ve her türlü kirden arınma yani salât ve zekatın olması şarttır. Bir çok konuda Kur'an, geniş teferruatlar verirken, salat ve zekatta hiç bir teferruat vermemesi, yüzlerce teferruatı bulunan karmakarışık namaz ritülinin dinde yeri olmadığını ıspat eder. Yeterli bilgi olmadan Kur'an'a susamış gönülleri diriltmenin imkanı bulunmamaktadır. İşte bunun için yüce Allah zekattan önce salât-ı ikâmeyi yani tolumu Kur'an ilim ve ahlakıyla ayağa kaldırmayı emretmiştir. Halbuki namaz denilen ritülin insanlara öğrettiği hiçbir erdem yoktur. Salât âyetlerini namaz ritüline çevirenler hanif İslam dinini aynen şirk dinlerdeki mistik ruhbani bir din konumuna çevirmişlerdir. Yani tüm insanları ilgilendiren Allah'ın evrensel mesajını, yerel ve bölgesel bir kabilenin din anlayışına mahkum ettiler. Bu din akla ve mantığa sahip olan insanları değil, ancak kendi içine kapanan duygusal inançlara sahip mistik ve ruhban sınıfılarını ilgilendirir. Dolayısıyla tüm insanların akıl ve mantığına hitap etmeyen bir mesaj ve öğreti, bir ritüel ve ibadet Allah'ın dini ve emri olamaz. İşte bundan dolayı Şia ve Ehl-i dini, zor durumda kalma yani mahalle baskısı haricinde hiçbir zaman diğer dinlere mensub olanları cezbetmemiştir. Müslüman olan bir kaç kişi varsa, onlarda okudukları Kur'an sayesinde bunu başarmışlardır. Kur'an'da geçen bütün "ibadet" kelimelerine açın bakın, istisnasız hepsinin yüce Allah'a kayıtsız şartsız itaat anlamında kullanıldıklarını göreceksiniz. Yani sadece Allah'a kulluk, yani şirk koşmama yani Resüllere indirilen vahiy'den başka hiçbir kitab-a iman etmemekle ilgilidir. Yüce Allah insanlara hiçbir faydası olmayan ibadeti emretmekten münezzehtir.Dolayısıyla Kur'an'da geçen ibadet kavramları anlamsız, ezberlenmiş, sürekli tekrar edilen kuru bir tapınma değil, hayatın tümünü içine alan inanç ve güzel ahlaktan tutun dürüst ve adaletli olmaya kadar bütün bir yaşamı kapsamaktadır.İbadet, tevhid demektir, ihlas demektir, takva demektir, güzel ahlak demektir, her türlü erdem ve hayır demektir. Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bütün kavramlar gibi “İbadet” kavramını da namazın bataklığında boğup yok ettiler. Bu yüzden doğudan batıya, şimalden cenuba kadar bütün Şia ve Ehl-i Sünnet topumları, cemaat ve tarikatları ile beraber namaz kılanların hepsi Allah’ın âyetlerinden habersizdir.Öyle bir ibadet düşünün ki, sizi Allah'ı takdir etmekten, Resüllerini tanımaktan, mesajını anlamaktan uzaklaştırsın.Bu da bize gösteriyor ki, namaz kılmak, gerçekte ibadet değil, insanları Allah'ın mesajından yani hidayet ve sırat-ı müstakimden yani salattan en büyük saptırma aracı olmuş haldedir. Bir şeyin ibadet olabilmesi için Allah'ın kitabında karşılığı olması lâzımdır. Mezheb imamlarının ve müctehidlerin fetvaları ibadet olur mu? Dolayısıyla namazın bütün ritüelleri din adamları tarafından dizayn edilmiş ve yüce Allah’a iftira edilmiştir. Halbuki Allah’a yalan yere iftira edenler bir çok âyette en büyük zalim olarak damgalanmışlardır."NAMAZI MİLLETİN BAŞINA BELA ETTİLER" Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerine indirilen vahiy'lerde ve İslam dininde en önemli emirlerin tevhid, güzel ahlak, adalet, emri bil'maruf- nehyi anil' münker,infak, merhamet, Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi, elçilerin hayatlarının ve mücadelelerinin önemi, komşulara, akrabaya ana-baba'ya ihsan, insan hakları koruma,Allah yolunda cihad, vahyin başka sözlerle bozulmaması, helal ve haramların Allah tarafından belirlendiği, Kur'an'ın himayesine sığınma ve sadece ona tabi olmakla ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Allah Resulü'nün vefatından asırlar sonra uydurulan rivayetlerle, rivayetlerden yapılan içtihatlarla, ictihadların kurumsallaşması neticesindedin anlamı olmayan ibadetlere indirgendi. Tâbi "namaz dinin direği" ve "namaz eşittir din" yapılınca, bu sefer İslam ümmetinin fakirlik ve sefaletinin gizlenmesi ve perdelenmesi gayesiyle büyük ve gösterişli mabetler inşa edildi. Yani ümmet, mâbetlere ve namaza esir edilerek vahyin değer verdiği diğer önemli emirler ve hayati ilkeler zamanla unutularak ortadan yok oldular. Mesela: Ehli Sünnet mezheplerinin hadis kaynaklarında tevhid, güzel ahlak, adalet, insan hakları ile alakalı fazla bir şey yer almazken, namaz kılmak, hacca gitmek, tahâret, oruç tutmak, zekat vermek gibi konularla alakalı yüzlerce kaynak meydana getirilmiştir. Sadece "namaza hazırlık, namazdan önceki temizlik" ile ilgili on dört ciltlik eser yazanlar bile olmuştur.Özellikle dinin tevhid ve güzel ahlak üzerine değil de, kavram olarak Kur'an'da geçmeyen "namaz"ın üzerine oturtulması, namaz kılmak, abdest almak, suların temizliği, kuyuların suyu, durgun ve akan su, suların hükmü, suyun tadı, kokusu, rengi, miktarı, cemaatle namaz, sarık ve misvakla namazın fazileti, safların düzenli olması ile ilgili binlerce kavram ile korkunç derecede zor, karmaşık ve yaşanmaz bir din ortaya çıktı.Dinin tek kaynağı Kur'an ile hiç bir ilgisi olmayan, fındık kabuğunu doldurmayacak zırvalarla yüzlerce "kutsal kaynaklar" telif edildi.Namaz kılmak için temizlik, sular meselesi ve namazın üzerinde o derece durdular ki, artık "namaz kılanın diğer günahları kendine zarar vermez" inancı zihinlere hâkim olmaya başladı. Temizlik, suların hükmü, namazın farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları, cemaatle namaz kılmanın fazileti, safları sık tutmanın sevabı ve diğer namazın yüzlerce teferruatından, İslam'ın ana konularına sıra gelmedi. Mesela: Ehli Sünnet'in "kutsal kaynakları" olan "kütüb-ü sitte" de Allah Resulü adına İftira edilmiş öyle hadisler vardır ki, güya Allah Resulü (a.s) "men terakes sâlete fekad kefera--Namazı terk eden kafirdir" "men lem yusalli fehuve kéfirun-- kim namaz kılmazsa kafir olmuştur" "cemaate gitmeyenin evini yakmak içimden geliyor" "..men bené mesciden lilléhi benallâhu lehu beyten fil cenneti-- kim Alla rızası için bir mescid bina ederse, Allah'da ona cennete bir ev- köşk bina eder' buyurmuştur. Tâbi uydurulan rivayetler üzerine oturtulan batıl din, sanki Allah Resulü'nün sözleri imiş gibi, hüküm olarak kabul edildi. İşte bütün bu hurafelerin yoğunluğundan dolayı Hüseyin Atay haklı olarak "Namazı milletin başına bela ettiler" cümlesini, söylemek zorunda kalmıştır. Aslında Mekke müşriklerinin namazı ile Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin namazı arasında bir fark yoktur. Mekke müşrikleri Allah'a şirk koşarlar, kibirden cimriliğe kadar her türlü kötü ahlaka sahip olmalarına rağmen, ibadet eder, Hac ve Umre yapar, tavaf eder, kurban keser ve Kâbe'ye çok değer verirlerdi.Ve namazları, şirk dahil, onları hiçbir kötülükten alıkoymuyordu. Namaz insanları hiçbir kötülükten alıkoyamaz. İşte Allah böyle bir ahlâk ile ibadet eden, Hac ve Umre yapan kötü ahlak sahibi mekke müşriklerine "sizin gibi kötü ahlak ile ibadet eden müşriklere yuh olsun" buyurmuştur.İslam'da esas olan, vahyi bağlam ve bütünlüğü içinde bilmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmemek, dinî Allah'a özel kılarak sadece O'na teslim olmak (ihlas), tevhid, güzel ahlak, Allah'ı hakkıyla takdir etmek, insan hakları, infak, adalet ve doğal dengeyi koruyarak yaratılmışlara merhamet etmek, Kur'an'da anlatılan Resüllerin inanç ve mücadelelerini örnek almaktır.Yani Allah'ın elçilerini hakkıyla tanımak, onları anlamak ve değerlerini bilmektir.Sonuç olarak: Uydurma mezhebler dininin Allah ve Resulünün dinîyle hiçbir ilgisi yoktur.Bu batıl din evliya ve ilahların şirk dinidir.Namazının da, abdestinin de, haccının da, mâbedlerinin de Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(76.YAZI) (Nisa Süresi 103-) Salat-ı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı zikredin. Huzura kavuşunca da salat-ı ikâme edin; çünkü salat müminler üzerine vakitleri belli bir yazgıdır. "SALAT" KAVRAMI Günümüz Arapçası ile Kur'an'ın indiği dönemin Arapçası birbirinden çok farklıdır. Kur'an, kadim Mekke ve Medine'nin Arapçasıyla indi. Mesela; sadece bir asır öncesine geriye gidildiğinde, Türkçe olmasına rağmen Osmanlıcayı anlamakta zorlandığımız görülecektir. Diller de aynen insanlar ve toplumlar gibidir, doğar yaşar ve zamanı geldiğinde ölürler. Aslında Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'da var olan kavramların içini boşaltıp bozmasalardı hakkı ortaya koymak için uzun uzun yazmaya gerek kalmayacaktı. Kur'an'da bir çok âyette geçen salât, Şia ve Ehl-i Sünnet'in namazlarıyla ilgisi yoktur. Salat kavramı çok daha geniş, kapsamlı, evrensel ve müminlerin hem bireysel hemde kurumsal olarak yerine getirmeleri gereken yani zihinsel yani sözle, sözün gücüyle bir destekleşme ve yardımlaşma organizyonudur. Mesela, şu âyete bir bakalım. ‎"felé saddaka velé sallé velékin kezzebe ve tevellé=O, ne tasdik etti ne de destekledi, ama yalanladı ve geri durdu"Görüldüğü gibi yukarıdaki âyetlerde dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. "saddaka" nın karşıtı olarak "kezzebe" yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, "sallé" fiilinin karşıtı olarak da "tevellé" fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellé sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri engellemek” anlamına geldiğine göre, "tevellé" nın karşıtı olan "sallé" ise, “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak, aktif olmak” anlamına gelmektedir."Salât" sözcüğünün anlamını, “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak, toplumu ayağa kaldırmak, sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Salat kavramının en önemli konusu Kur'an ilim ve ahlakının topluma kazandırılmasıdır. Yani salat'ı, anlamı olmayan ritüellerden kurtarıp, “topluma psikolojik ve zihinsel destek olma, toplumu aydınlatma, toplumun sorunlarını sırtlama ve giderme” boyutuna taşımak gerekir. "Salat" ın zihinsel destek olduğu ile ilgili en önemli delillerden bir tanesi de Tevbe 103.âyettir. "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle, âyeti metni ile okuyalım (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum)"onlara salât et, çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"Âyette Nebi (a.s) a emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille yani zihinsel destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara dille anlatılması ve hanif dinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır) “Salat" kelimesi, zihinsel destek anlamına geliyorsa, yardım anlamına gelen "teavun, te'yid, nasr- nüsret, istiâne, istiğase" kavramları hangi anlama geliyor.?Aslında Kur'an'ın kavramlar sisteminde benzer olmasına rağmen her bir sözcüğun değişik bir manası vardır. İşte Kur'an'da var olan yardım ve destekle ilgili kavramlar sistemi. "Teavun: Yardımlaşma anlamına gelen teavun kelimesi, daha çok iyilik, güzellik ve takva konularında insanların birbirlerine organize olarak sözlü yardım yapmaları, kötülük, ahlaksızlık ve düşmanlık gibi günahlardan yine sözlü olarak uyarmaları anlamında kullanılır.(Maide-2)Te'yid: Yüce Allah'ın manevi olarak yani vahiy ile Resüllere yardım etme ve destek verme anlamında kullanılmıştır.(Bakara- 87; Enfal- 62,63) gönüllerini Nasr- Nüsret: Maddi ve manevi yardım olmak üzere çok geniş kapsamlı bir kullanım alanı mevcuttur.Her türlü yardım anlamına gelmektedir.İstiâne:İstiâne ile nasr (yardım) arasında şöyle bir fark vardır. İstiâne sadece Allah'tan istenirken,(Bakara-45, 153; Âraf-128) "nasr" hem Allah'tan hemde insanlardan istenebilen bir yardım çeşididir.(Âli İmran-81; Âraf-153; Enfal-72; Tevbe-40; Muhammed-7)İstiğâse ise, açlık, kıtlık ve hayati tehlike gibi zor şartlardan kurtulmak için "imdat-istimdat" türünden Allah'tan ve gücü yetenlerden yardım dileme anlamına gelmektedir. (Yusuf-49; Kehf-29; Enfal-9: Kasas-15)"Destek" anlamına gelen "salât" kelimesi ise, zihinsel ve ruhsal yani duygusal bir yönelmeyi, bağ kurmayı ve toplumsal dayanışmayı ifade etmektedir. Yardım anlamına gelen kavramlar arasında mutlaka bazı farklar mevcuttur. "Korku" anlamına gelen kelimeler de böyledir. Kur'an'da "salât" ın geçtiği yerde hangi konu anlatılıyorsa, o tür bir manevi ve duygusal bir yardım ve destekten söz ediliyordur. Mesela: "O musallinlere veyl olsun. Onlar salâtlarında gaflet içindedirler" (Maun-4,5)Yani salat'a gereken önemi vermiyor, salât Kur'an ile ilgili iken, onlar din atalarının dinine dâvet ediyorlar, salatın ne olduğunu bilmiyorlar.Yani zihnen salat'ı umursamıyor değerinden habersizdirler, buyuruyor ve onları kınıyor. Mesela: "...Salât fahşa ve münkerden alıkoyar..." (Ankebut-45)Tebliğ ve irşad yani sözlü eğitim ve öğretim olmadan insanları kötülüklerden alıkoymak mümkün değildir. Yani ezberlenmiş ve alışılagelmiş, bilinçsizce ve şuursuzca yapılan ritüeller insanları kötülüklerden nasıl engelleyecek? Böyle bir şey mümkün olur mu? Yediden yetmişe kadar bütün insanlar sözel ve zihinsel olarak eğitim ve öğretimden geçirilmeden, toplumu ahlaksızlıktan ve kötülüklerden alıkoymanın mümkün olmayacağını herkes bilir. Yani ancak eğitim ve öğretim araçlarıyla, sözle ve zihinsel destek vererek toplum arzu edilen olumlu bir seviyeye yükselir. İnsanların üzerinde yüce Allah'ın en büyük desteği indirmiş olduğu vahiy'dir. (Ahzab-43)"... Onların (müşriklerin) salât'ı el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir..." (Enfal-35) El çırpmak ve ıslık çalmakla salat olur mu? Yani ıslık çalmak ve el çırpmakla ilim ve güzel ahlak bakımından toplumu istenilen bir seviyeye taşımanız mümkün olur mu? Gerçekten de Şia ve Ehl-i Sünnet dininin yaşandığı coğrafyalara baktığımızda, ne mescid ve minarelerin, ne ezan ve ibadetlerin toplumun gelişmesi üzerinde olumlu bir katkı meydana getirmediklerini görüyoruz. Onlar istedikleri kadar mabed ve ibadetlerini övsünler, görünen köy kılavuz istemez. Kavramların yeri değiştiği için binlerce mabed ve eğitim kurumları ümmetin sırtında bir yük olmuş ve maalesef israftan başka hiç bir işe yaramıyorlar. Mesela: "Cuma günü salât için nida edildiğinde hemen Allah’ın zikrine koşun..."(Cuma-9) .. ..Allah’ın zikrine yani Kur'an'ı dinlemeye koşma, “bilgi edinme, eğitim ve öğretimle" ilgili bir durum olmadığını kim iddia edebilir? Bu da ancak zihinsel ve duygusal bir destek alma olmalıdır. Yüce Rabbimizin en büyük zikri olan Kur'an anlaşılsaydı, cehalet, taklit, vahşet ve katliamlar iman edenlerin hayatlarına bu kadar hakim olur muydu?(Âli İmran-103; Hac-31)Mesela: "Onlardan ölen birine asla salât etme ve onun kabri başında durma...!" (Tevbe-84)Bu âyetteki "salât" kavramı da, Nebi (a.s) a kesin bir emir olarak Allah ve Resülüne karşı gelmiş ve kafir olarak ölmüş olan munafıkların cenazelerine katılmaması, mezarlarına gitmemesi, dayanışma ve destek içine girmemesi onların cenazelerini teşyi etmemesi, uğurlamaması yani ölüsüne değer vermemesi ve insanlara olumsuz örnek olmaması ile ilgili bir durumdur. Mesela: "... kuşlar (yaratılışları icabı yüce Allah'ın yasası gereği havanın kaldırma) desteğini ve tesbihini bilmiştir. (Nur-41)Yani sünnetullâh gereği kuşların gökyüzünde uçmaları “salât” olarak ifade ediliyor. Mesela: "... Vettehizu min makâmi İbrahime musallé" "...İbrahim'in makamından destek edinin..."(Bakara-125)Yani Kur'an'da anlatılan İbrahim'in Nübüvvet makamından ve müşriklere karşı yaptığı mucadeleden destek alın, onu örnek edinin. Yoksa âyet, Mescid'i Haram'da, Kâbe'nin yanında put yaparak tapının demiyor.

7 Aralık 2021 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(75. YAZI)Nisa Süresi 101-) Yerde (sefere) çıktığınız zaman kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden korkarsanız, salat'tan (savaşla ilgili teşvik ve bilgilendirmeden) kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, her zaman sizin apaçık düşmanınızdır.102-) Sen de içlerinde bulunup onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman, onlardan bir tâife seninle beraber (dimdik) ayakta dursunlar, silahlarını alsınlar, böylece secde ettiklerinde (kayıtsız şartsız itaat ettiklerinde) arkanızda olsunlar. Sonra henüz salat-ı anlamamış olan (bu) diğer tâife gelip seninle beraber salat-ı yerine getirsinler ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. SALAT-RÜKU-SECDE KAVRAMLARIKur'an'da "salât" kavramı, dini ve sosyal hayatı ayakta tutmak için söz ve fiille yapılan destek anlamına gelmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnetin geleneksel olarak yerine getirdikleri ve adına "namaz" adını verdikleri rituelin Kur'an'da karşılığı yoktur. Şimdi "salat, secde ve rüku'nun" gerçekten hangi manaya geldiklerini anlamaya çalışalım. Yani "salat" ile "namazı" kıyasladığımızda birbirinden farklı olduğunu göreceğiz.İlk olarak "salât" kelimesinin hangi anlama geldiğini görelim.Kur’an’ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda"salat" kavramının "sözle zihinsel ve psikolojik bir destek olma" anlamına geldiğini görüyoruz. “Ey iman edenler, sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar salâta yaklaşmayın…” (Nisa-43)Dikkat edilirse bu âyette" ne söylediğinizi bilinceye kadar" deniliyor. "Ne yaptığınızı bilinceye kadar" değil, yani "salât" fiili bir hareket değil, söz ve güzel ahlakla ilgili zihinsel ve ruhsal yardım ve destektir. “…Salâtında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi arasında orta bir yol tut”(İsra-110)Âyet yine bir "salât" âyeti ve yine fiziki bir hareketten değil, söz ve söylemle ilgili bir durumu anlatıyor. Aslında "salat" kavramının fiziki bir hareketle ilgili değildir.Salât, dil ile yapılan bir fiil, zihinsel şuurlandırma yani bilinç kazandırma olayıdır. Şimdi "salat" ile ilgili tam olarak neyin yapılmasının emredildiğini görmeye çalışalım. “Sana kitaptan vahyedileni tilavet et ve salâtı ikame et. Muhakkak ki salât fuhşiyattan ve münkerden alı koyar…” (Ankebut-45)İletişim ve diyalog olmadan yani sözle eğitim ve öğretim olmadan kötü bir ahlaktan uzaklaşma ve uzaklaştırma imkanı yoktur. “…O (Kur’an)’dan kolayınıza geleni okuyun ve salâtı ikame edin. Arınmaya gelin ve Allaha güzel bir borç verin…” (Müzzemmil-20)Salât, vahyin insanlara aktarılması, Kur'an ilim ve ahlakının insanlara öğretilmesidir. Yani "salât" Kur’an ile insanın kendisini ve bütün toplumu uyarma ve donatma seferberliğidir. “Ey iman edenler! cuma günü (toplanma günü) "salât" için nida edildiği zaman, Allahın zikrine (Kur'an'a) koşun…” (Cuma-9)Âyette"salât" için çağrılan mü'minlerinAllah’ın zikrine, Kur’an’a koşmaları emrediliyor.Aslında toplanma günü yani cuma günü esas salât, ritüel olarak kılınan namaz değil, hutbe adını verdikleri eğitim ve öğrenim faaliyetidir. Yani esas olan namaz ritüeli değil, sözle insanları şuurlandırma ve onlara bilinç kazandırmadır.Maun süresinde bulunan "feveylun lil musallin" "musallin olanlara yuh olsun" (Mâun-4) cümlesinin gerçek anlamı da şöyledir. "Salat ile Kur'an-ı insanlara anlatıp, sadece Allah'a dâvet edeceklerine ve vahyin ahlakına sahip olacaklarına, salat ile ataların uydurma dinine insanları davet ediyorlar. Aşağıdaki âyet bu gerçeği anlatıyor. "ellezine hum an salâtihim sehun" "onlar salatlarının farkında değildirler" Yani onlar "yaptıklari salatın daha hangi anlama geldiğinden haberleri bulunmamaktadır. Buraya kadar anlaşıldığı üzere aslında "salât" kavramının fiziki hareketlerle yapılan bir ritüel değil, Kur’an ilim ve hikmetinin yani Kur'an ahlakının topluma ulaştırılması ile alakalı bir ibadettir. Secde ve Rüku: Kur’an’a baktığımızda "secde" kelimesi, "yere kapanmaktan" ziyade "büyüklüğünü kabul etmek, boyun eğmek, onaylamak" gibi anlamının olduğunu görürüz. Hatta "secde" kavramına "yere kapanma" manasının verilmesi, tevhid ve ihlas açısından büyük bir problem meydana getirecektir.Kur'an'da bulunan secde kelimeleri "yere kapanma" anlamına gelmemektedir.Mesala: Yüce Allah tarafından İsrailoğullarına verilen emir “…Kapılardan secde ederek girin…” (Bakara-58)“Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklenmeden Allah’a secde ederler.” (Nahl-49)"Secde" fiziki yani beden ile yapılan bir fiil değil, imani, zihni ve kalbi bir kabuldur.Yoksa her canlının yere kapanması diye bir şey olamaz. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi yüce Allah’a ister istemez boyun eğip ona itaat etme fıtratına sahiptir.Mesala “Ve (ey Nebi!) secde edenler arasında dolaştığında”(Şu’ara-219)İnsanlar "secde ederken" Nebi (a.s) aralarında dolaşmıyordu.Âyette geçen "fis sécidin" "secde edenler arasında" Kur'an'da bulunan emir ve yasakları kayıtsız şartsız teslim olma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla "secde eden olmak" mü’minlerin en önemli sıfatlarındandır.Yüce Allah'ın âyetlerini duyduğunda kayıtsız şartsız onlara itaat etme anlamına gelmektedir.Âyetin manası "Nebi (a.s) mü’minler arasında dolaşıyor ve o mü’minler de Allah’a secde eden, boyun eğen kimselerdi" demek istenmiştir.“Sen de içlerinde bulunup onlara salâtı ikame ettirdiğin zaman onlardan bir taife seninle beraber ikame etsin. Silahlarını da alsınlar. ONLAR secde ettiklerinde arkanıza geçsinler…” (Nisa-102)Yukarıdaki âyette bulunan “...onlar secde ettiklerinde...” ifadesi de aynı anlama gelmektedir.Yani geleneğin anladığı gibi "imam önde namaz kıldırırken, arkasındaki cemaat yere kapanıyor, fakat imam yere kapanmıyor" değildir. Âyette secdenin bir defa yapıldığı manası da çıkar ki, nereden tutsanız günümüzde kılınan namazla hiçbir alakası yoktur. “Onların hepsi bir değildir. Ehl-i kitaptan, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak Allah’ın âyetlerini tilavet eden bir ümmet vardır” (Âli imran-113)Gelenekselcilerin anladığı gibi, secdede Kur'an okumak mı? Ayakta durarak secde etmek mi?Yani Allah’a boyun eğerek, ayakta Allah’ın âyetlerini sindire sindire okumak mı? Hangisi?“Meleklere Âdem'e secde edin dediğimiz zaman secde ettiler. Ancak iblis diretti, büyüklendi ve kafirlerden oldu” (Bakara-34)Bu âyet secdenin tanımını en iyi yapan âyettir. "Salat" kelimesinde olduğu gibi burada da zıt anlamlardan yararlanacağız.Hepsi secde ediyor ancak iblis zıttını yapıyor. Büyükleniyor, diretiyor, kafirlerden oluyor. Yani "secde etmek" "emri önemsemek, büyüklüğünü kabul etmek, verilen emri kayıtsız şartsız onaylamak" anlamına geliyor.“Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar. Bilakis o kafirler yalanlıyorlar” (İnşikak-21–22)Bu âyetler de aynı şekilde secdenin hangi anlama geldiğini açık olarak gösteriyorlar.Yani âyette "secde etmek" "yalanlamanın" zıttı olarak gelmiştir.. O halde "secde" kelimesine, tereddütsüz onaylamak, doğrulamak, tam itaat" anlamını vermek gerekmektedir.Dolayısıyla "secde etmenin" yere kapanmak değil, büyüklüğünü kabul etmek, emri onaylamak, manasına geliyor.Fakat Allah'ın yüceliği, rahmet ve mağfireti, verdiği sonsuz nimetler karşısında yere kapanmak da mevcuttur.Bazen öyle anlar olur ki, Allah'ın yüceliği karşısında, ayıplarınızı ve günahlarınızı örtmüştür, kudret ve kuvveti karşısında fakirliğinizi anladınız, Kur'an'ın kelime kombinasyonu ve kavramlar sistemi karşısında, hem bedenle fiziki olarak hemde zihnen duygusal olarak şiddetle yere kapanma ihtiyacı hissedersiniz.Şimdi yere kapanma fiilinin Kur'an'da nasıl geçtiğine bakalım.“De ki: O'na ister iman edin ister iman etmeyin. Daha önce kendilerine ilim verilmiş olanlara (Kur'an) tilavet edilince onlar çeneleri üstüne kapanarak secde ederler” (İsra-107)Âyette "yehirrune lil ezkâni sücceden" "çeneleri üstüne kapanarak secde ederler" buyruluyor. Mezhepçi müfessir ve müctehidlere yani din adamlarına göre, "secde etmek" zaten "yere kapanmak" manasında değil miydi? "Ve yehirrune lil ezkani yebküne ve yeziduhum huşuan"“Onlar ağlayarak çeneleri üstüne yere kapanırlar.(Kur'an okumak) onların derin saygısını artırır.” (İsra-109)Yukarıdaki âyette sadece "harra- yehirrune" fiili geçer. Yani "secde" kelimesi geçmemesine rağmen "yere kapanma" manasından hiç bir şey kaybetmiyor.Ayetlerden anladığımız üzere aslında yere kapanma yanlış bir eylem değil, övülen bir eylemdir. Fakat salâtın bir parçası olarak değil, kendine özel, bağımsız, çoğu zaman Kur'an okuma bağlamında geçmektedir. Secde salâtın bir parçasıdır, fakat o da yere kapanmak değildir. Yere kapanmak alışa gelmiş, sürekli tekrarlanan, alışkanlık olmuş, ezber yapılmış bir ritüelden daha çok, içten gelerek yere yığılmak şeklinde derin bir saygı içeren zihinsel bir duygunun eyleme geçmiş bir durumudur.Kur'an'da geçen "rüku" kelimesi de fiziksel bir hareket değildir. "Tevazu gösterme, boyun eğme, alçakgönüllülük" gibi manaları mevcuttur."...Festeğfera rabbehu ve harra râkian ve enébe"“…Rabbine istiğfar etti, yere kapanarak rüku etti ve yöneldi” (Sad-24)Burada yine "harra" fiili vardır. Âyet "yere kapanarak rüku etmekten" bahsediyor. Zaten âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında "rüku"nun fiziksel olmadığı anlaşılacaktır."Harra" fiilinin manasını iyice anlamak için, Kur’an'da kullanıldığı yerlere bakabilirsiniz. "Secde" ve "rüku" fiilleri nasıl manevi anlamda kullanılmışsa, "harra" fiili de fiziki manada kullanılmıştır.“Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resulü'dür ve o iman edenlerdir ki onlar salâtı ikame ederler ve rüku ederek arınmaya gelirler ” (Maide-55)Rüku ederek arınmak. Yani alçak gönüllülükle, tevazu ile arınırlar, itaat ederler. Dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "secde" kelimesinin, yüce Allah'ın emirlerine mutlak itaat, yüceliğini ve büyüklüğünu kayıtsız şartsız kabul etmek anlamına geldiğini açıkca görürüz."Ruku" kelimesi ise, fiziki olmaktan öte "boyun eğmeyi ve kabullenmeyi" ifade eder."Secde" ve "ruku" kelimelerini peşpeşe kullandığımızda, yüce Allah'ın emir ve yasakları karşısında yani dinin tek hüküm kaynağının Kur'an olduğunu kişi önce boyun eğerek kabul edecek sonra kayıtsız şartsız itaat edecektir.Dolayısıyla bir inancı kabul etmek ve ona boyun eğmek şuursuzca yapılacak bir iş değildir. Üzerinde düşünülmüş, akıl kullanılmış ve onun hak olduğu kavranarak kabullenilmesi gerekir. "Kuşkusuz Rabbin katındakiler. O'na kulluk etmekten kibirlenmezler Sadece onu tesbih eder ve yalnız ona secde ederler (kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Âraf-206)"Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Râd-15)"Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız ona boyun eğerler)(Nahl-49)"Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyorlar. Bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Her kim hor ve hakir olmayı isterse, Allah'tan (Kur'an'dan) başka artık onu değerli kılacak bir şey yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapandır"(Hac-18)Salat ise, insanın hayatı boyunca karşısına çıkan bütün zorluklara karşı Kur'an'ın hikmetinden çıkan iman, güzel ahlak, adalet, merhamet yani hem hasenât (iç dünyası) hemde sâlihât (dış dünyası) ile ilgili fiil ve Kur'ani bilgi istikametinde hakka boyun eğme, haktan yana olma, Allahın dinine yardım etme, ihlas ve takva ile hayatına yön vermesi anlamına geliyor. Kur'an'da bulunan kavramlar bilinçli veya şuurlu insanlar için bir anlam ifade eder.Ancak bilinçli ve şuurlu bir kişi Kur'an'da veya hayatta bulunan âyetleri gereği gibi anlar.Ancak o zaman âyetleri idrak eder, onlara boyun eğmesi ve kayıtsız şartsız Allah'a itaat etmesi gerektiğini kavrar. Kur'an'ı bilen, şuurlu ve özgür bir insana neye inanması gerektiğini kimse söyleyemez.Çünkü Kur'an'ın ilmi, edindiği bilinç ve yaratılışındaki fıtrat, ona hakkı anlatmaya yeter.Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul eden bilinçli ve şuurlu insanlar bilerek hiç kimseye kötülük yapamazlar.Salat-ı ikame etme görevi tek başına yapılabildiği gibi iki veya çok kişiyle de yapılabilir. En uygun saatler bütün meşgalelerden uzak olan fecir ve gece vakitleridir.Salat-ı ikame etmeyi sadece bilinçlenme olarak düşünmemek gerekir.Salat, aynı zamanda başkalarını da bilinçlendirme anlamına gelmekte ve her şart altında yapılabilen önemli bir görevdir.Salat-ın hangi anlama geldiğini gösteren dört âyet.1-) "Felé saddeka velé sallé, velékin kezzebe ve tevellé" (Kiyame-31,32)"İşte o (vahyi) tasdik etmemiş salla da yapmamıştı, aksine yalanlamış ve yüz çevirmişti"Âyete dikkat edilirse, saddeka'nın (tasdik etme) zıttı, kezzebe (yalanladı) "salla'nın (destek olma) zıttı ise," tevellé" (yüz çevirdi) fiili olarak geliyor.Hanif din İslamda ve Allah Resülünden yani Kur'an'dan yana olanlar, onları tasdik edenler salatlarını hakkıyla yapmış olacaklardır.Zaten bu inanç ve akide olmadan hiçbir ibadetin anlamı olmayacaktır.2-)"Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum) çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Âyette Nebi (a.s) emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır.3-) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler (destek olurlar). Ey iman edenler! Siz de ona (Nebi'ye) salat edin (destek olun) içten gelerek tam bir teslimiyetle (Allah'a) teslim olun"(Ahzab-56) Bu âyette geçen "sallu aleyhi" "ona salat edin" cümlesi, kendi döneminde yaşayan müminlerin "Nebi'ye destek" olmalarını öğütlemektedir.Âyetlerin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında bu gerçek apaçık görülecektir.Dolayısıyla Muhammed (a.s) a salavat çekme, salavat getirme diye birşey yoktur.4-)Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salat eden odur. melekleri de size salat eder. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab-43) Yüce Allah'ın müminlere en büyük desteği, vahiy göndermek suretiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmasıdır.Batıl yolda ve şeytani bir düzen yani şirk için salat-ı en sistemli olarak yerine getirenler cemaat ve tarikatlardır.Allah'ın hidayet yolundan gençliği engellemek için yaptıkları yurt, medrese ve okullar birer salat!!! kurumlarıdır.Yine sürekli bir araya gelerek dinlerinin kutsal kitaplarını ders yapmaları da kendi dinleri açısından salat etme çalışmaları olarak görülebilir.Onların bu salatları olmazsaydı toplumda bu derece etkili bir pozisyonda olmazlardı.Bir fetö'yü, birde şirk dini olan ehli sünnet ve nurculuk için icra ettiği salatı düşünün."Üst akıl, Dış güçler ve Amerika, Amerika..." söylemlerinin yüzde doksan dokuzu hikayedir.Esas gerçek dindir, imandır, şirk dini için yapmış oldukları salattır yani birbirlerine karşı olan yardım ve desteklerdir.Zaten tüm cemaat ve tarikatların esas kurucusu İngiliz misyoner teşkilatıdır.Fakat başarıya ulaşma, müritlerin çalışma ve çabaları sayesinde gerçekleşiyor.Gerçek olarak salatı ikame: Köy, kasaba, içe ve şehirlerin her mahallesine mescitler kurulacak, insanlar bir araya gelerek Kur'an'ı öğrenecek, böylelikle halk uydurma dinden kurtulacak, fakir, miskin, hasta, borçlu kim varsa araştırılacak, yardım havuzları kurularak infak ve sadaka müessesi yaşatılacak, , hem din, hem dünya, hemde âhiretleri için insanlar maddi manevi bir icad ve kâbiliyet, fikir ve donanıma sahip olacaklardır."Salatı ikame etmeyi" emreden âyetlerin büyük bir bölümü Mekke'de nazil olmuşlardır.Aslında Mekke'nin tebliğ ve mucadele alanını bilenler salatın hangi anlama geldiğini iyi bilirler.Yüzlerce âyete bakıldığında Mekke'de en büyük tartışma ve kavganın merkezinde Kur'an'ın var olduğu görülecektir.Müminlerle müşrikler arasındaki tartışma ve anlaşmazlık tamamen şirk, tevhid, din, iman, ihlas, İslam, güzel ahlak, Kur'an, Nübüvvet ve Risaletle ilgili idi."... Ve ekimissâléte lizikri" "Zikrim (vahiy) için salatı ikame et" (Tâhâ-14- Mekki)"Ve ekimissâléte tarafeyinnehéri ve zülefen minelleyl..." "Gündüzün iki tarafında yani gecenin zülüflerinde salatı ikame et..."(Hud-114- Mekki)"Gündüzün Güneş dönüp gecenin karanlığı bastırınca ya kadar salat-ı ikame et. Bir de fecir Kur'an'ı var ya, Fecir Kur'an'ı şahitlidir"(İsra-78- Mekki)Mekke hayatı, Allah Resülüne yani Kur'an'a destek olma veya tam zıttı olarak ona karşı gelme, sesini kısma ekseninde dönüyordü.Kur'an'a baktığımızda "ikame" fiili, salat, din, vucuh, (yüz-yön-benlik) denge, şehadet kavramları ile birlikte kullanılmıştır.(Âraf-29; Rum- 30, 31, 43; Rahman-9: Talak-2; Yunus-105)Yukarıdaki âyetlere bakıldığında "ikame' fiilinin, dini ve güzel ahlakı ayakta tutma, dine destek olma, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir şeye iman etmeme anlamında kullanıldığı görülecektir.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları, salatın içini boşaltarak inanç ve güzel ahlak üzerinde olumlu hiçbir etki meydana getirmeyen "namaz kılma" ibadetine çevirdiler.Haliyle Hüseyin Atay hocanın dediği gibi, "namazı milletin başına bela ettiler"Çünkü Şii ve Sünni devlet adamları, ülkelerinde milyonlarca fakir, işsiz, miskin ve evsiz olmasına rağmen, onlar hiçbir işe yaramayan, tamamen gösteriş amaçlı ve israf olan dev mâbedler inşa etmektedirler.Halbuki Kur'an'ı hakkıyla okumuş ve onu anlamış olsalardı, Mescid-i Haram dahil olmak üzere, mâbedlerinin hepsinin, Allah indinde bir fakirin göz yaşının damlasına denk gelmeyeceğini bilirlerdi.Kısacası "salatı ikame etme her türlü kötülükten, cimrlikten ve ahlaksızlıktan koruyacağına..." (Ankebüt-45) tam aksine "namaz kılma" her türlü talanın, sahtekarlığın ve yalanın aracısı olmuştur.(En doğrusunu Allah bilir. Yüce Rabbim günahlarımızı bağışlasın, âhirette bizi mahcup etmesin

6 Aralık 2021 Pazartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(74.YAZI)Nisa Süresi 98-) Erkekler, kadınlar ve çocuklardan müstazaf olup herhangi bir çareye gücü yetmeyenler ve hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. 99-) İşte umulur ki Allah bunları affeder; Allah Afuvv olandır, Rahim olandır. 100-) Allah yolunda hicret eden kimse yerde gidecek bir çok geniş imkan ve bolluk bulur. Kim evinden Allah'a yani Resûl'üne muhacir olarak çıkar, sonra ölüm onu idrak ederse, artık onun mükâfatı Allah’a kalmıştır. Allah Ğafur olandır, Rahim olandır. (Âyette bulunan Resül, kitap Resül'dür. Çünkü beşer Resül olan Muhammed (a.s) on dört asır önce vefat etmiştir. Ama kitap Resül olan Kur'an, kiyamet gününe kadar misyonunu icra etmeye devam edecektir. Dolayısıyla insanların hicret edecekleri bir Resül mutlaka olması gerekir. Yoksa bu âyetin bir anlamı olmayacaktır. Âyet'e şöyle bir meal vermek de mümkündür. "Kim Allah'a yani Resül'e hicret ederse..." Bu gibi âyetlerde bulunan "vav" (ve) harfi "yani" anlamına da gelmektedir. Çünkü Kur'an'ın indiği coğrafyada Araplar "yani" kelimesini kullanmıyorlardı. Dolayısıyla Arapların kullanmadıkları bir kelimeyi Kur'an'da kullanmadı. Halbuki "yani" kelimesi Arapça bir kelemedir. Kur'an'da bulunan bütün "Allah'a ve Resülüne" ifadelerinde bulunan ve, yani anlamına gelmektedir. Kur'an'da buna benzer yüzlerce misal vardır.) Buna Türkçe'den bir örnek vermek istiyorum. "Kim din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek hüküm kaynağı kabul ederse" yani" saf mümin "yani" ihlas sahibi "yani" takva "yani" hanif Müslüman olursa..." İşte Kur'an buna "yani, yani, yani" demiyor, bunun yerine "ve" ibaresini kullanıyor. Yoksa Kur'an'da bu kadar geçen "ve" ifadelerine başka hiç bir anlam verilemez. Mesela: "... Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size indirdiği kitabı yani hikmeti hatırlayın ki," onunla" size öğüt veriyor..." (Bakara-231)Yukarıdaki âyette bulunan "bihi" "onunla" kelimesi, ve, ye "yani" anlamı kazandırıyor. Mesela: Ey iman edenler! Allah'a yani Resul'üne itaat edin, işittiğiniz halde "ondan" yüz çevirmeyin"(Enfal-20)Yukarıdaki âyette geçen "anhu" "ondan" kelimesi, yine ve'ye "yani" anlamını yüklüyor. Mesala: Onlara: Allah’ın indirdiğine yani Resûl’e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman, münafıkların "senden" (uzaklaşmak için araya aşılmaz) sed (ve) engeller çektiklerini görürsün.(Nisa- 61)Yukarıdaki âyette bulunan "anke" "senden" ifadesi, ve'nin, yani anlamına geldiğini gösteriyor. Mesela:"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi "davet ettiği" zaman Allah yani Resül'ünün davetine icâbet edin..."(Enfal-24)Âyette bulunan "dâvet ettiği" zaman ifadesi, ve' nin, "yani" anlamına geldiğini zorunlu kılıyor. Mesela: "Kim evinden Allah'a yani Resul'üne muhacir olacak çıkar, sonra ölüm onu idrak ederse, artık onun mukafatı Allah'a kalmıştır..." Nisa-100) Allah'a hicret etmenin Resül'e yani Kur'an'a hicret olduğunu herkes bilir. Yoksa Allah'a hicret etmenin başka hiçbir yolu yoktur.) Mesela: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin yani Resül'e itaat edin..." (Nisa-59)Mesela: "Ve (Allah) ona (İsa'ya) kitab-ı yani hikmeti yani tevrat'ı yani İncil-i öğretecek"Ve, harfi ile okunursa âyet şöyle oluyor. "Ve (Allah) ona (İsa'ya) kitab-ı ve hikmeti ve tevratı ve İncil-i öğretecek"

5 Aralık 2021 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(73. YAZI) Nisa Süresi 76-) İman edenler Allah'ın yolunda savaşırlar, kafirler ise tâğut'un yolunda savaşırlar. O halde şeytanın evliyasına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın tuzağı zayıftır. 77-) Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, salat-ı ikâme edin ve arınmaya gelin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onların üzerine savaş yazılınca, içlerinden bir fırka hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki:" Dünya metaı azdır, takva sahipleri için ahiret daha hayırlıdır ve size fitil kadar zulmedilmez. 78-) Nerede olursanız olun ölüm sizi idrak eder; sarp kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir güzellik isabet etse "Bu Allah’tan'dır " derler; başlarına bir kötülük isabet etse "Bu senin indindendir» derler." Hepsi Allah’tandır" de. Bu topluma ne oluyor ki bir türlü söz anlamıyorlar!79-) Sana bir güzellik isabet ederse Allah’tandır. Sana isabet eden kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara Resül olarak gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. 80-) Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! (Resül, vahyi tebliğ misyonuna sahip olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. İtaat, Nebi bağlamında kullanılmaz. Çünkü Nübüvvet makamı özel hayatı temsil ettiği için onda Allah'a karşı hata edilmiştir. Dolayısıyla hata edene mutlak olarak itaat edilmez.) 81-) "itaat" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir tâife, senin dediğinden başkasını gizlice kurarlar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah’a tevekkül et; sana vekil olarak Allah yeter. 82-) Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi tedebbür etmiyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilaf bulurlardı. (Bu âyet din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynaklarda ihtilafların olacağını haber veriyor. Dolayısıyla içinde ihtilaf olan kitaplara itaat ve itibar edilmez. Din ve hüküm olarak batıldırlar.) 83-) Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl’e veya onlardan emir sahiplerine (sadece Kur'an'dan konuşan âlimlere) götürselerdi, onların içinden (Kur'an'dan) istinbat edenler onun ne olduğunu bilirlerdi. Eğer Allah’ın size fazilet ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana tâbi olurdunuz. 84-) Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendi nefsinden başkasıyla sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü ve cezası daha şiddetlidir. 85-) Kim bir güzelliğe şefaat ederse, onun da o şefaatten bir nasibi vardır. Kim kötü bir işe şefaat ederse, onun da o şefaatten bir payı olur. Allah her şeyin üzerinde koruyucu ve muktedir olandır. 86-)İyi bir dilekle karşılandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin; yahut aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını yapandır. 87-) Allah -ki ondan başka hiçbir ilâh yoktur- elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah’tan daha sâdık kim vardır! 88-) Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kazandıkları yüzünden baş aşağı etmiştir (küfürlerine döndürmüştür). Allah’tan (vahiy'den) sapanı hidayete ulaştırmak mı istiyorsunuz? Allah’tan (vahiy'den) sapan kimse için (vahiy'den bağımsız olarak asla hidayete) bir yol bulamazsın! 89-) Kâfir oldukları gibi sizin de kendileri gibi kâfir olmanızı istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini veli edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse (savaş olması durumunda) onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini veli ve yardımcı edinmeyin. 90-) Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yol vermemiştir.91-) Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse (savaş olması halinde) onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık sultan verdik. 92-) Hata olması dışında bir müminin bir mümini öldürmesi olacak bir şey değildir. Hata olarak bir mümini öldüren kimsenin, boynu bükük bir mümini hürriyetine kavuşturması ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise boynu bükük bir mümini hürriyetine kavuşturması gerekir. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve boynu bükük bir mümini hürriyetine kavuşturması gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.(Âyette bulunan iki aydan maksat, bildiğimiz otuz gün çeken ay değildir. İki dolunay demektir. Yani kameri aylarda gökteki hilalin dolunay günleri demektir. Buda 13.14.15. günleridir. Bu günlerde hilal tamamen dolunay halindedir.) 93-) Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için azim bir azap hazırlamıştır. (Âyette bulunan "Mümini kasden öldürmenin..." anlamı şudur. Mümin olduğu için yani tek Allah'a iman ettiğinden, imanı için öldürdüğünden dolayı öldürürse demektir. Dolayısıyla buradaki öldürme Allah'a ve dine karşı olan kin ve düşmanlıktan ileri gelmektedir. Yoksa notmal bir öldürme yani âdi bir cinayet değil küfürden kaynaklanan bir öldürmedir.Ve cehennemlik olmak için aynı küfür üzerinde, tevbe etmeden ölmek gerekir.) 94-) Ey iman edenler! Allah yolunda (savaş için) seyahat ettiğiniz zaman dikkat edin. Size selam verene, dünya hayatının geçici metaını arayarak "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde çok ganimetler vardır. Siz de önceden böyle (onlar gibi) iken Allah size (vahiy'le) minnet etti de (iman ettiniz--empati yapın) o halde (hata yapmamak için) dikkat edin. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 95-) Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan faziletli kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok azim bir ecirle faziletli kılmıştır. 96-) Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 97-) Kendi nefislerine zulmedenler, melekler onları vefat ettirdikten ( sonra cehennemde) "Durumunuz neydi?" dediler. "Biz yerde mustaz'aflar idik" dediler. (Melekler de:) "Allah’ın yeri geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir. KABİRDE ZAMAN YOK, Kur'an'ı Mübin'in yüzlerce âyetine göre kabir azabı olmadığı gibi, kabir hayatı diye bir şey de söz konusu değildir. Kur'an'ı Mübin'in onlarca âyetine baktığımızda dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. Bu konuda bine (1000) yakın ayet bulunmaktadır.Kur'an'a baktığımızda sadece cehennem azabının anlatıldığını çok açık olarak görüyoruz. Kabir hayatı ve dolayısıyla kabir azabının olmadığı konusu Kur'an'da var olan konuların içinde en açık ve anlaşılır olanıdır. Kabir azabının varlığını savunan Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimlerinin zerre kadar Kur'an bilgileri mevcut değildir. Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'a hakkıyla inanmadıkları için Allah, Kur'an'ın anlaşılmasını onlara imkansız kılmıştır.(Kehf- 57) Yahudi ve Hristiyan din adamları Kur'an'ı Mübin'i Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimlerinden daha iyi bilir ve daha sağlıklı bilgiler verirler.Yüzlerce âyete baktığımızda hesap ve azabın yeniden diriliş saatinden sonra olacağını görebiliriz. Fakat Kur'an'a karşı gönülleri taşlaşmış, kulakları sağır ve gözleri kör olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bunu anlayamaz ve bu gerçekleri idrak edemezler. Konuyla alakalı âyetlere baktığımızda şunları söylemek mümkündür.Dünya hayatının hemen ardından yani ölümün hemen arkasından Allah kıyameti ve âhiret azabını başlatacaktır.Yani kabirde kalma, "Bir tanışma müddeti kadar...",( Yunus- 5)"Sadece bir akşam ya da kuşluk vakti kadar..." (Naziat--46) "Çok az bir zaman dilimi..." (Kehf-- 52)"Bir saat(an) kadar..."( Ahkaf- 35)"Bir yiyeceğin ve içeceğin sıcakta bozulma zamanı kadar..."( Bakara-259)"Ölümün hemen ardından ya cehennem veya cennet..."( Enfal, 50- Muhammed- 27 -- Nahl- 32) Yani bilmediğimiz bir gün vefat edeceğiz. Kıyamet sabahında veya akşamında uyanacağız. Uzun ve derin bir uykuya dalmış gibi. Aslında bu kabir uykumuz bizim dünya hayatındaki bir gecelik uykumuzdan çok daha kısa olacaktır.Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzun olacaktır. Hatta kabir uykusu "göz açıp kapayıncaya kadar belki ondan daha kısa olacaktır..." (Nahl- 77-- Kamer-50) Söndürülen ve yine yeniden yakılan bir ampul bir mum gibi, Fişi çekilmiş ve tekrar takılmış bir makine bir cihaz gibi, Bir anlık duraklayan zaman tekrar yeniden çalışmaya başlayacak! Korku ve paniğe gerek yok, çünkü zaman kaybı diye bir şey asla söz konusu olamaz. Kaldığımız yerden başlayacağız. Ancak bu yepyeni başlangıç öncekinden apayrı sıfır sorun olarak başlayacak. "Yaptıklarına karşılık olarak, onlara ne göz aydınlıklarının saklandığını kimse bilemez"(Secde- 19) Bu yeni başlangıçta "ölüm korkusu, hüzünlenme, panik ve üzüntü yoktur,,( Fussilet- 30-- Â'lâ-13) Zaman algımız yeniden devreye girecek, Aynen nabız verilen hasta gibi! Narkozun etkisi bitince yeniden kendimize gelip uyanacağız.Âzad edildiğimiz bir hayattan ailemizle birlikte yepyeni bir yaşam alanına intikal edeceğiz. Kabir''de ha bir an, ha bir saat, ha üçyüz yıl, ha bir milyar yıl ne farkeder. Dönüşümüz bizi yaratan, besleyen merhameti sonsuz yüce Rabbimiz değil mi?( Bakara- 156-- Secde- 11) Korku ve ümitsizliğe mahal yok, çünkü ölümün hemen arkası yeniden diriliştir. Geçici dünya kapısı kapanırken baki ve ebedi olan hayatın kapısı açılacak,Gri perde kapanırken ötelere rengarenk perde açılacaktır. Kabir karanlık bir kuyunun ağzı değil, bir cennet bahçesinin giriş kapısıdır. Sürgün hayattan anavatana dönmüş olduk, acı ve ızdıraplar bitti, huzur, refah ve mutluluklar başladı.Yalan, dolan, hurafe, şirk, aldatma, zulüm, katliam ve kaos yok oldu. Allah'ın sonsuz merhameti olarak hiç yokluk tatmadık, zaman israfımız olmadı, bundan büyük nimet olur mu? İmtihan faslı bitti teneffüs ve tatil mevsimi başladı.Kış sona erdi, ilkbaharın dirilişi göründü. Çalışma, yorgunluk, esaret, emek ve sıkıntı sona erdi,Emeklilik ve özgürlük devri başladı. Ebedi hayatımıza bir an sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hemde "Rabbimizin emirlerine sadık kaldığımızdan ötürü Allah ve melekleri tarafından selam selam diye karşılanmış olarak"(Zümer- 73-- Yasin-58)

4 Aralık 2021 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(72.YAZI) Nisa Süresi 65-) Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam olarak kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.(Allah, vahiy ve Resül bağlamında geçen kavramlardan bir taneside "hakem"dir. Bu âyette geçen "seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam olarak kabullenmedikçe iman etmiş okmazlar" cümlesindeki "hakem" kavramı Muhammed ve Nebi (a.s) değildir. Hakem, insanlara yüce Allah'ın âyetlerini tebliğ eden Resül'dür. Çünkü Resül insanlar arasında sadece Allah tarafından indirilen vahiyle hükmeder ve esas hakem olan yalnız Hakim olan Allah'tır. Fakat vahiy, onu tebliğ eden Resül'ün dilinde hayat bulmaktadır. Resül olmadan vahiy, din, iman ve İslam olmaz. Şimdi kimin hakem olduğunu ilgili âyetlerle görelim. "Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitab-ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! (Nisa- 105)Yukarıdaki âyete baktığımızda hükmün sasece indirilen kitapla ilgili olduğunu apaçık olarak görüyoruz. "...(Ey Resül!) Sana da, daha önceki kitabı tasdik edici ve onun (gerçeklerini) korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) indirdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevalarına tâbi olma..." (Mâide- 48)"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet sakın onların hevalarına tâbi olma..." (Mâide-49)"İhtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. işte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na tevekkül ettim ve ona yönelirim" (Şura-10)"... Hüküm sadece Allah'ın'dır..." Yusuf-40,67)66-) Eğer onlara, nefislerinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine (vahiy'le) verilen vaazı yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanları) için daha şiddetli bir sebat olurdu. 67-) İşte o zaman elbette onlara kendimizden büyük bir ecir (mükâfat) verirdik. 68-) Ve onları sırat- müstakime (vahiy'le) hidayet ederdik. ("Vahiy'le, yazmamızın sebebi, 66.ayette "kendilerine verilen vaaz ve öğüdü yerine getirselerdi..." cümlesidir. Tevhid, sırat-ı mustakim, hidayet, güzel ahlak ve öğüdün tek kaynağı Allah'tan indirilen vahiy'dir.) 69-) Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetlerde bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şâhidler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! NEBİ VE RESÜL YERİNE PEYGAMBER KELİMESİNİ KULLANMANIN SAKINCALARIMuhammed (a.s) ın kimliği, Nübüvvet makam ve mertebesi, Risâlet misyonu anlaşılmadan din hiçbir zaman anlaşılmayacaktır.Muhammed: Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadar, kitap nedir, iman nedir bilmeyen, Ebu Zer, Ammar ve Ali gibi güzel ahlak sahibi bir Mekke vatandaşıdır.(Şura-52; Fussilet-6; Kehf-110)Nebi-Nübüvvet: Kendisine vahiy indirilmeye başlandıktan sonra vefat edinceye kadar gece-gündüz, yirmi dört saat, her an, bütün özel hallerinde ve sosyal hayatında Nübüvvet makam ve mertebesine sahiptir.Nübüvvet makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, her an onunla beraberdir.Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesinin devam edeceğini yukarıdaki âyetten (Nisa-69) anlaşılmaktadır Resül-Risâlet: Yüce Allah tarafından indirilen vahyin insanlara okunduğu yani tebliğ edildiği andaki durumdur yani risâlet misyonudur.Beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat ettikten sonra risâlet, vahiy yani kitap yani Kur'an olarak devam etmektedir.(Nisa-100; Furkan-27; Ahzab-66)Nübüvvet tarihsel olduğu için "Nebi'nin sesi..." (Ahzab-2) Nebi'nin Evleri..." (Ahzab-53) Nebi'nin hanımları..."(Ahzab-6, 28, 30, 32) deyimleri âyetlerde yer alırken, Resül için asla böyle bir şey kullanılmaz. Nebi ve Resül anlaşılmadan Kur'an tam olarak anlaşılamayacağı için Allah'ın isim ve sıfatları da anlaşılmayacaktır.Dolayısıyla yüce Allah'da hakkıyla takdir edilmeyecektir.Nebi ve Resul anlaşılmadan Kur'an'da yüzlerce âyette geçen "itaat, isyan, şikak, dâvet, hakem, küfür, ittiba, tekzib (yalanlama), tasdik, tebliğ, hak, kerim, aziz, nur, üsve-i hasene (en güzel örnek) sırat-ı müstekim, hidayet, ihlas, emanet, hiyanet, mübin, helal ve haram kılma, tasrif, tafsil, tebyin, tefsir gibi kavramlar da anlaşılmayacaktır.Nebi'ye, "Kur'an'a ittiba edilmesi" emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resül'e "Kur'an'ın tebliğ edilmesi" emredilmiştir.(Mâide-67; 99; Nahl-35)Nebi gönderilmeden değil, Resül gönderilmeden azab edilmez.(İsra15; Kasas-59; Tâha-134)İşte bütün bu etkenlerden sonra Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul kelimelerinin yerine hiç bir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir.Çünkü Nebi ile Resul ibareleri birbirinden farklı anlamları bulunan ve değişik bir sisteme bağlı olan kelimelerdir."Peygamber" kelimesi bu sistemi dağıtmakta ve tanınmaz hale getirmektedir.Ben şahsen Kur'an'ı anlatan birisinin bu bağlam ve bütünlüğü korumadığını, bu sistemin önemini kavramadığını ve bu sisteme bağlı kalmadığına şahit olduğum zaman onu dinlemeyi abes olarak görüyorum.Resul ile Nebi'nin arasında bulunan farkları bilmeyen Kur'an'ın manasını, sistemini, bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini yani asas amacını anlayamaz.Mesela:Nübüvvet özel hayat olduğu ve Nebi'nin sözleri koruma altına alınmadığından Nebi'ye itaat etmek mutlak değildir.Ama görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resül'e itaat müminler üzerine bir görevdir.Resülü yalanlama, vahyi yalanlama, dolayısıyla vahyi gönderen Allah'ı yalanlama sayılır.Vahye itaat eden Allah Resulü'ne itaat etmiş olur.Resüle itaat etmek için, Resul ile aynı zaman ve zeminde yaşamaya gerek yoktur.Kitab-a ve vahye iman eden aynı zamanda Resul'e iman ve itaat etmiş olur.Çünkü Resul ile vahiy aynı şeydir, her ikisi vahyin kaynağı olan Allah'ı temsil ederler.Onun için Kur'an'da Allah bir çok yerde "Kitab-ı yalanladılar, âyetlerimizi yalan saydılar, Resulümüzü yalanladılar, Resüllerine âsi oldular, âyetlerimi ve Resüllerimi yalanladılar" buyurmaktadır."Resul, vahiy, Allah'ın âyetleri, Allah'ın kitabı, hidayet, sırat-ı müstakim" gibi kavramlar tamamen Allah'ı temsil ederler.Resul yanılmaz, hata etmez, onda vahye karşı ihanet olmaz, ona itaat ile Kitab-a ve Allah'a itaat etme arasında hiçbir fark yoktur.Resul sadece Allah'ın kitabını ve âyetlerini okuyan, duyuran ve tebliğ eden kişidir yani dini yönden resmi bir misyona sahiptir.Halbuki Nebi'nin Allah'a karşı (insanlara karşı değil) hatalarını ve yanılgılarını anlatan bir çok ayet vardır.Bu konunun üzerinde neden çok fazla duruyorum?Bu konuyu anlamayan Kur'an-ı anlamaz, elçinin misyonunu kavrayamaz,Nebi'nin kim olduğunu bilemez, uydurma dinin ve rivayetlerin Nebi ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve ona yapılmış iftira olduklarını idrak edemez.Bu sefer ümmet uydurma dinin rivayetlerini Nebi'nin dilinden çıkmış gibi Kur'an-ın önüne geçirip hurafe ve yalanların bataklığında boğulup gidecektir.Dolayısıyla bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek kaynak Allah Resulü'nün dilinde hayat bulan vahiy'dir, kitaptır, Allah'ın mesajı Kur'an-ı Mübin'dir."O (Resul) kendi HEVASINDAN konuşmaz (nutuk atmaz) onun bildirdikleri kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-2,3) ayetleri bu gerçeği ortaya koymaktadır.Allah rızası için, lütfen "peygamber" kelimesini kullanmayalım.Onu yerine "Allah'ın Resulü, Resülüllah ( Aleyhisselam) Nebi ( Aleyhisselam)Muhammed ( Aleyhisselam) son vahyin sahibi, nebilerin sonuncusu" kelimelerini kullanalım.Biliyorum biraz zor olacak ama ataların dinine muhalefet ederek muhteşem bir yol ve Kur'ani bir sünnet bırakabiliriz.Bence bu az bir şey değildir.) 70-) Bu fazilet Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter. 71-) Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın. 72-) İçinizden bazıları vardır ki (cihad konusunda) pek ağırdan alırlar. Eğer size bir musibet isabet ederse: «Allah bani nimetlendirdi de onlarla beraber bulunmadım» der. 73-) Eğer Allah’tan size bir fazilet isabet ederse -sanki sizinle onun arasında (zahirî) bir dostluk yokmuş gibi- «Keşke onlarla beraber olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım!» der. (Yani; sizden olmayan ve aranızda ortak noktanın karşılıklı sevgi olmadığı bir kimsenin konuştuğu gibi konuşur ve keşke ben de onlarla beraber olsaydım da, ben de onların kazandıklarını kazansaydım, der.Bunu derken kendisinin onların kardeşi olduğunu ve onlarla savaşa çıkmanın bu kardeşliğin bir gereği olduğunu, savaşa katılmasına engel olan şeyin kendisindeki bu iman zayıflığı olduğunu unutur. Öte yandan zafer ve ganimetin ardından kendisinin de onlarla birlikte olma temennisi, aklının ve imanının zayıflığına ve kendisinin dünya hayatını âhiret karşılığında değiştirdiğine delildir.) 74-) O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.75-) Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir veli kıl, bize katından bir yardımcı kıl!" diyen mustaz'af erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.

3 Aralık 2021 Cuma

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(71.YAZI) Nisa Süresi 60-) Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun? Tağut'a iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde tağut'la muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları (hidayetten) uzak bir sapkınlığa sürüklemek istiyor. (Âyette geçen tağut ve şeytan kavramları, din adamları anlamına gelmektedir. Tağut, daha önceki çağlarda ölüp giden, ancak bıraktığı kitap ve kaynaklarla insanları Allah yolundan engellemeye devam eden din ataları olurken, şeytan ve çoğulu olan şeyétin ise, hayatta olup, din ataları izinden ayrılmayan yani onların inanç ve ictihadlarına göre yaşayan bugünkü din adamları anlamına gelmektedir. Âyetin sisteminden bunu anlıyoruz) 61-) Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitab’a) ve Resûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden (uzaklaşmak için araya aşılmaz) sed (ve) engeller çektiklerini görürsün. 62-) Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet geldikten hemen sonra, biz yalnızca güzellik etmek ve arayı bulmak istedik,diye Allah adına yemin ederek sana nasıl gelirler! 63-) Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine vâzet ve onlara nefisleri hakkında beliğ söz söyle. 64-) Biz her Resül'ü -Allah’ın izniyle (yadasıyla) - ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman (bir Resül olarak) sana gelseler de Allah’a (tevbe ederek) istiğfar etseler, Resûl de onlar için istiğfar dileseydi, (vahiy indirmek süretiyle) Allah’ı ziyadesiyle tevbeleri kabul edici, merhamet edici bulurlardı.ÇELİŞKİ GİBİ GÖRÜNÜYOR AMA DEĞİL Bağlam ve bütünlüğünü anlamayan özellikle nebi ile resülün arasında bulunan farkları bilmeyen, Kur'an'da var olan bir çok konuda çelişki olduğunu zanneder. Fakat Kur'an'ın hikmetine yani kendi bağlam ve bütünlüğüne başvurulduğu zaman çelişki olarak görülen bir çok konu çözüme kavuşuyor. Bunlardan biri de, nebi ve resul bağlamında kullanılan "istiğfar" kavramıdır. Yüce Allah, Mübin Kitabında şöyle buyuruyor. (Ey Nebi!) Onlar için ister istiğfar dile, ister istiğfar dileme; onlar için yetmiş kez istiğfar dilesen de Allah onları asla mağfiret (af) etmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resulü'nü inkar etmelerinden dolayıdır. Allah fasıklar topluluğunu (Kur'an'dan bağımsız olarak) hidayete erdirmez" (Tevbe-80) Yukarıdaki âyette "...ister istiğfar dile, ister istiğfar dileme; onlar için yetmiş kez istiğfar dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir..." buyrulurken, konu ile ilgili diğer âyetlerde yüce Allah şöyle buyuruyor. "Biz her Resul'ü Allah'ın izniyle (kudret ve ilmiyle) ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman (bir Resül olarak) sana gelseler de Allah'tan istiğfar dileseler ( tevbe etseler) Resul de onlar için istiğfar dileseydi (affedildiklerini bildiren vahiy indirmekle) Allah'ı ziyadesiyle tevbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulurlardı"(Nisa-64)Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir. "Onlara: Gelin, Allah'ın Resul'ü sizin istiğfar dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün"(Munafikun-5) Tevbe 80. âyette bulunan "istiğfar" ın kabul edilmemesi Nebi'nin onların gıyabında yani onların tevbe etmelerinden bağımsız olarak af dilemesidir.Oysa kendileri pişmanlık duyarak, tevbe ve istiğfar dilemeden, yüce Allah tarafından bağışlanmaları mümkün değildir. Daha sonra zaten yüce Allah Nebi (a.s) ı onlara dua ve istiğfar etmekten engellemiştir. "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar Müşrikler için istiğfar dilemek ne Nebi'ye ne de iman edenlere yakışmaz"(Tevbe-113)Aynı şekilde İbrahim (a.s) da Nübüvvet makamında belli bir zaman babasının bağışlanması için istiğfar dilemiştir. "İbrahim'in babası için istiğfar dilemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim ahu vah eden halim biriydi" (Tevbe-114) Nisa- 64 ile Munafikun-5. âyetlerinde geçen istiğfarın kabul edilmesi ise, tamamen Resul, yani vahiy'le af ve mağfiret edilmeleriyle ilgili bir durumdur. Dolayısıyla onlar yaptıkları büyük günahtan sonra Allah'tan bağışlanma dileyecek, sonra Resul'e gelerek bağışlanmaları için istiğfar dileyeceklerdi.Bu durumda yüce Allah da vahiy indirerek onları af ve mağfiret edecektir. Bunun Kur'an'da çok örnekleri vardır. Mesela:"Andolsun ki Allah, müminlerden bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra Nebi'yi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.Ve seferden geri kalan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (onun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun"( Tevbe- 117, 118, 119)Nebi ile Resül'ün arasında bulunan farklar bilinmeden bu çelişkiyi çözmenin mümkün olmadığı ortaya çıkıyor.

2 Aralık 2021 Perşembe

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(70.YAZI) Nisa Süresi 44-) Kendilerine kitap’tan nasip verilenleri görmez misin! Sapkınlığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar!45-) Allah düşmanlarınızı daha iyi bilir. Veli olarak Allah kâfidir ve yardımcı olarak da Allah kâfidir. 46-) Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dini kınayarak (Resül'e karşı) "İşittik ve isyan ettik" "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha olgun (bir davranış) olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek azı iman eder. (Aslında Kur'ani iki kavram olan Nebi ve Resül kavramları yerine sanal ve beşeri bir ibare olan "peygamber" kelimesini kullanmak, orijinal ve organik kelimeleri yerinden etmek yani onları tahrif etmek anlamına gelmektedir. Orijinal ve organik olanı sahte ve imitasyon olanla değiştirmek demektir. Orijinal bir arabanın veya bir saatın bile parçasını değiştirmek ve insanları aldatmak büyük bir ahlaksızlıktır. Peki Kur'an'ın sistemini bozacak, anlaşılmasını zorlaştıracak, orijinal kelimeler yerine sahtelerini yerleştirmek ve insanları din konusunda yanıltmak ondan daha büyük bir ahlaksızlık değil midir?) 47-) Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, sebt ashâbı gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir. 48-) Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse azim bir cürüm (ile) iftira etmiş olur. 49-) Nefislerini (boş sözlerle) arındıranları görmüyor musun? Bilakis Allah dileyeni arındırır ve hiç kimseye fitil kadar zulüm yapılmaz. 50-) Bak, nasıl da Allah üzerine yalan yere iftira ediyorlar; apaçık bir cürüm olarak bu (onlara) yeter!51-) Kendilerine kitap’tan nasip verilenleri görmüyor musun? Cibt ve tağut'a iman ediyorlar, sonra da kâfirlere: "Bunlar, (müşrikler) hidayet bakımından iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar! (Mekke müşrikleri, Medine'den gelen Yahudi din adamlarına, kendi din ve yollarının mı, yoksa Muhammedin din ve yolunun mu daha doğru olduğunu sorduklarında, Yahudi din adamları, müşriklere, dinlerinin ve yollarının Muhammedin dininden ve yolundan daha doğru olduğunu söylediler. Âyetten bunu anlıyoruz.) 52-) Bunlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir; Allah kime lânet etmişse, onun için bir yardımcı bulamazsın. 53-) Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin çukurunu dolduracak kadar bir şey vermezlerdi. 54-) Yoksa onlar, Allah’ın kendi faziletinden verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitab’ı ve hikmeti verdik ve onlara azim bir mülk (vahiy-Nübüvvet) verdik. 55-) Onlardan bir kısmı ona (İbrahim’e) inandı, kimi de ondan engelledi; (onlara) kavurucu cehennem yeter.56-) Şüphesiz âyetlerimize kâfir olanları gün gelecek bir ateşe yaslayacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Şüphesiz Allah Aziz olandır, Hâkim olandır. (57-) İman edip, ameli sâlih yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere altından nehirler akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu bir gölgeye koyarız. 58-) Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size onunla (vahiy'le) ne kadar güzel vâzediyor! Şüphesiz Allah işitici olan, görücü olandır.59-) Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Resül'e itaat edin ve sizden olan ülülemre de. Eğer (dini) bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Resül'e götürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsanız. Bu hem hayırlı, hem de te'vil bakımından daha güzeldir. (Âyette bulunan "ülü'l emri' iki şekilde anlamak gerekiyor. 1-) Sadece Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre ortak akılla hareket eden, din olarak yalnız vahiy'den konuşan ve sadece Kur'an'dan hüküm veren muvahhidler. 2-) "ülü'l emr" "emir sahipleri" anlamına geldiği için, dünyaya ait işlerde, ortak akıl ve şura ile hareket etme anlamına geliyor. Zaten âyette, Allah ve Resül'e mutlak itaat emredilirken, ülü'l emre mutlak bir itaat emredilmemiştir. Yani hem Allah lafzının önünde hemde Resül kavramının önünde itaat ibaresi geldiği halde "ülül emr" in önüne itaat ibaresi gelmemiştir. Yani "ülül emre" itaat Allah ve Resül gibi mutlak değildir.)

1 Aralık 2021 Çarşamba

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(69.YAZI Nisa Süresi 36-) Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yol evladına, ellerinizin altında bulunanlara güzel davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. 37-) Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği emreden, Allah’ın kendilerine faziletinden verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık. 38-) Allah’a ve ahiret gününe iman etmedikleri halde mallarını, insanlara riya için infak edenler de (azabı hak ederler) Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır. 39-) Onlara ne oluyor? Allah’a ve âhiret gününe iman edip de Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiğinden (O’nun yolunda) infak etseler ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyle bilmektedir. (Âyette şöyle bir incelik vardır. "Alla'ın kendilerine rızık olarak verdiğinden infak etseler ne olurdu sanki! Yani sizin infak ettikleriniz, yüce Allah'ın size verdiği rızıktan oluyor. Sakın bu gerçeği unutmayın ve kendinizi bir vezneci olarak farzedin. Paranın ve malın sahibi değilsiniz. Çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır.) (Âli İmran-180)40-) Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez. (Kulun yaptığı iş) güzellik olursa onu katlar kendinden de büyük mükâfat verir. 41-) Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak! (Resül (a.s) kendi döneminde yaşayan insanlar için şâhittir. Kendisinden sonra gelecekler için şâhid olması Kur'an'a aykırı düşmektedir. (Mâide-117) İşte bundan dolayı" seni de bunlara şâhit olarak getirdiğimiz zaman..." buyrulmuştur.) 42-) Küfür yoluna sapıp Resül'e isyan edenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler.(Bu âyette geçen Resül, beşer Resül değil, kitap resüldür. Çünkü son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül bin dört yüz yıl önce vefat etmiştir. Kiyamet gününe kadar beşer Resül'e isyan etme diye bir şeyden söz edilemez. Fakat isyan kiyamet gününe kadar devam edeceğine göre, bir Resül'ün olması gerekmektedir. İşte bu Resül kitaptan başka bir Resül değildir. Resül kavramı evrensel olduğu için, bu gibi âyetlerde her zaman Resül kullanılmıştır.Buna benzer âyetlerde hiç bir zaman Nebi kavramı geçmemektedir. 43-) Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar salat'a yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz gaitadan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi silin. Şüphesiz ki Allah Ğafur, Rahim olandır. "Abdest!!!" Evvala şu gerçeği bileceğiz. Şia ve Ehl'i Sünnet mezheplerinde Kur'an'a yani İslam dinine uygun hiç bir uygulama, ahlak ve ibadet bulamazsınız. Onların din adamları yani muhaddis ve müctehidleri, yüce Allah'ın gönderdiği vahiy nimetini küfür olarak değiştirdiler ve kavimlerini helak yurduna sürüklediler. (İbrahim-28)Ümmi halkın "abdest" diye bildiği uygulama veya "namaz için abdest" söylemleri Kur'an'ın İslamında olmayan şeylerdir.Bu âyette ve Maide 6 âyette temizlikle ilgili anlatılan şeyler "namaz kılmak" için değil, "salat'ı ikame etmek" için yapılacak şeylerdir.Şimdi konuyu iyice anlamamız açısından önce Medine'ye yani son vahyin ilk muhataplarının yaşadığı çağa gidelim.O günkü asrın arka planını görmemiz gerekiyor. Son vahyin indiği Arap toplumu temizlik kültürünün ve suyun son derece sınırlı olduğu bir toplumdur.Birde sıcakların ve ter gibi insanları rahatsız eden faktörlerin çok olduğu bir coğrafyadır. Aslında Arap toplumunun hâlâ Kur'an'da var olan temizliğe göre hareket ettiklerini söyleyemeyiz.İşte yüce Allah, insanların toplu olarak "salat'ı ikame etmeye" gidecekleri zaman cemaatı rahatsız etmemeleri için üst ve başlarının temiz olmasını istemiştir. Cünüplük ise, şehevi arzu ve isteklerin galip gelmesi, zihnin cinselliğe takılması yani günaha girme ihtimaline karşı tatmin olup zihnen rahatlamayı ifade ediyor.Yani insanlar salat'ı ikame etmeye gidecekleri zaman, düşünce ve akıl bakımından tatmin olmuş zihin ve duygu açısından rahatlamış olarak gideceklerdirBu âyette bulunan "hatté teğtesilü" yıkanma değil, "yıkandırılma" anlamına gelmektedir.Yani insanın eşiyle cinsel ilişkiye girdikten sonra yıkanmak durumunda kalması demektir. Maide 6.âyette bulunan "ve in küntüm cünüben fattahharu" cünüp iseniz yıkanın değil, "tam olarak kendinizi temizleyin" buyrulması da çok önemlidir.Yani cünüplükten yıkanma diye bir şey yoktur, şehvani arzulardan zihni temizleme ve daha sonra yıkanma yani güsül etme vardır.Dolayısıyla asıl temizlik insanın aklını ve fikrini, duygu ve düşüncesini şehevi arzulardan temizleyip toplumun karşısına huzurlu ve rahatlamış olarak çıkmasıdır. Aslında olay çok basittir veanlaşılmaya gayet müsait bir konudur. Fakat Ehl'i Sünnet ve Sia'nın din adamları, İslam'da olmayan bir ibadet üzerine dinlerini inşa ettikleri için "abdest" dedikleri uygulamaya çok geniş yer vermiş ve altında kalkılmaz anlamlar yüklemişlerdir.Şia ve Ehl'i Sünnet'te ibadetler özellikle "namaz" ve "abdest" ümmetin sırtında ağır bir yük ve kalın bir esaret zinciri gibidir. Âyette bulunan "hatté te'lemu mé tekûlune" cümlesi, "namaz" gibi bir ritüeli değil, akıl, fikir, inanç ve zihin açısında bir ortak akıl, bir mucadele, bir destekleşme ve toplum için sâlihat yapmayı ön görüyör. Yine âyette bulunan "feteyemmemu saiden tayyiben" "hoş, güzel, temiz uygun bir madde ile teyemmum edin" yani su bulunmadığı zaman en azından sudan daha az bir temizlik maddesi ile yetinin.Son vahyin tarihinde sudan sonra gelen temizlik maddesi toprak veya kum idi. Temizlik için su bulunmadığı zaman başka çareler arayın ve temiz olmaya çalışın demektir.Günümüzden örnek vermek gerekirse, temizlik için su yoksa, ıslak mendil var, mendil yoksa kağıt var.Eskiden cebimizden asla mendil eksik olmazdı.Dolayısıyla temizliğin namaz ile bir ilgisi yoktur. Salat'ı ikame etme ve toplumun rahatsız olmamasıyla ilgili bir durumdur.Kur'an'da abdest alma diye bir şey yoktur. Abdest Farsça bir kelimedir ve "el suyu" anlamına gelmektedir.Araplar abdeste "vudu" yani "aydınlık-aydınlanma- ışık" adını veriyorlar.Yüce Allah temizlik kültürünün az bulunduğu topluma abdesti değil, temizliği ve insanları rahatsız etmeme ahlak ve medeniyetini öğretti.Ama onlar hala temiz olma yerine abdesti ve güsül yapmayı kafayı takmışlar.Dolayısıyla aklımızı ve fikrimizi abdestten kurtarıp, temizliğe odaklanmamız gerekir.Abdest ve namaz bu ümmetin başında olan en büyük bir bela, en kronik bir hastalıktır.Adam çıkmış sadece "namaza hazırlık" anlamına gelen temizlik için "kitébut tahhârâti" "temizlik kitabı" adıyla on dört (14) ciltlik bir kitap yazmış. Abdest ve namaz bu milleti psikolojik hasta yaptı. Toplumu bu beladan kurtarmak gerekir. Hüseyin Atay hoca'nın "namazı milletin başına bela ettiler" sözü rastgele ve boşuna söylenmiş bir söz değildir. Sonuç olarak: Hadisler bırakılmadan Kur'an anlaşılmaz, mezheb imamı, muhaddis ve müctehidler inkar edilmeden İbrahim ve Muhammed (a.s) bilinmez, mezhep bırakılmadan hanif din bulunmaz, namaz bırakılmadan salât anlaşılmaz, abdest!!! bırakılmadan temizlik bilinmez. Bunlar birbirini zıt ve birbirine tamamen aykırı ve muhalif kavramlardır.

KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(68. YAZI) Nisa Süresi 26-) Allah size (bilmediklerinizi) beyan etmek ve sizi, sizden önceki (salih kulların) sünnetlerine hidayet etmek ve sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah Alim'dir, Hakim'dir. 27-) Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine tâbi olanlar ise büsbütün (hidayetten) meyletmenizi isterler. 28-) Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır. 29-) Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı aranızda bâtıl ile yemeyin. Ve nefislerinizi öldürmeyin. Ve Allah, size karşı her zaman merhametli olmuştur. 30-) Kim düşmanlık ve zulüm ile bunu yaparsa (bilsin ki) onu ateşe yaslayacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır. 31-) Eğer yasaklandığınız günahın büyüklerinden kaçınırsanız, sizin (küçük) günahlarınızı örteriz ve sizi kerim (onurlu) bir konuma sokarız. Kıraat Farklılığı (Yukarıdaki âyette bulunan "kebéiral ismi" "günahın büyükleri" ifadesini, bazı kıraat alimleri "kebiral ismi" "günahın büyüğü " olarak okumuşlardır. Yani "büyük" kelimesini, tekil olarak okumuşlardır. Bu okuyuşa göre, insanın aklına şirk günahı geliyor.) 32-) Allah’ın sizi, birbirinizden faziletli (farklı) kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı kıskançlıkla) temenni etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah’tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir. 33-) Erkek ve kadından her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından (hisselerini alacak olan) vârisler kıldık.Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Şüphesiz Allah, her şeye şahid olandır. 34-) Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerinden faziletli (farklı) kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların üzerine kavvamdırlar. Onun için sâliha kadınlar ümit vericidirler ve Allah’ın gayba dair muhafaza edilmesini istediğini, (kocalarının gıyabında) koruyucudurlar. Nuşuzundan korktuğunuz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları (düşünmeleri için yolu) serbest bırakın. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.(Kur'an'da "nüşüz" "kişinin oturduğu yerden kalkıp gitmesi anlamına gelmektedir. (Mucadele-11)Nüşuz" kelimesi, erkek için kullanılınca "eşini terk etmesi yani boşaması" anlamına gelir. (Nisa-128)Dolayısıyla bu âyette geçen "nüşuz" kelimesi de, “kadının eşini terk etmesi, boşanıp gitmesi” anlamındadir."vedribuhunne" ifadesine, erkeğin yatağı terk etmesinden sonra eşini boşanma olmaksızın serbest bırakması yani eşi kesin kararını verene kadar onu, rahatsız etmemesi ve evden çıkarmaması anlamını vermek doğru olacaktır. Çünkü kadının ayrılma kararını kullanmaktan vazgeçmesi, dayak ile değil, ancak kendi özgür iradesiyle olması gerekiyor. 1-) Nikah bir akid yani karşılıklı bir anlaşma sonucu olduğu için eşlerden birine zorla mudahale edilemez.2-) "Size itaat ederlerse..." buyrulmaktadır. Dayaktan sonra itaatin hiçbir değeri yoktur. Zorla güzellik olmaz, dayakla itaat kabul edilemez. 3-) Dayak için bir ölçü konulmamış yani koca sinirlenip hanımını yaralar, sakat bırakır veya öldürürse ne olacak? Yüce Allah böyle bir tehlikeye yol açar mı? 4-) Evlilik karşılıklı rızaya dayandığı için kadın asla dövülemez. Çünkü kadın erkeğin her zaman istediğini yapabileceği bir mal değildir. Yüce Allah hiç bir zaman böyle bir şeyi emretmez. Kur'an'da çocukların bile dövülmesiyle ilgili bir işâret yok iken, yüce Allah yuvanın kurucusu olan kadınların dövülmesini emreder mi? Aslında fahişe kadınlar haricinde Kur'an'ın dilinde ve dininde dövme diye bir şey yoktur.Ayrıca "kavvâmûne" kelimesine de "üstündürler" manası vermek doğru değildir."Kavvamûne" kelimesi, bir gerçeği, yani bir yaratılış farkını bir sünnetüllâhı anlatıyor. Dünyanın bütün ülkelerinde ve kültürlerinde, hatta kadınlara karşı en özgürlükçü geçinen Avrupa ve Amerikada bile şimdiye kadar kaç tane kadın başbakan veya cumhurbaşkanı seçilmiştir.Kur'an bir vakıayı, bir gerçeği, bir farkı anlatıyor. Yoksa böyle olsun, kadınları baskı altına alın, onları sindirin, onları ezin demiyor.Âyette kadın ve erkeğin özellikleri anlstılmaktadı. Yani takva haricinde hiç kimsenin başkasına bir üstünlüğü yoktur. Dolayısıyla Nebi, Resül ve insanlar bağlamında geçen "fazilet" kelimesi, üstünlük anlamında değil, farklı olma anlamına gelmektedir. Nebilerin birbirinden farklı özellikleri vardır.(İsra- 55)Resüller de birbirinden farklı özelliklere sahiptirler. (Bakara-253)Kadın ve erkeğin de yaratılıştan gelen kendilerine ait özellikleri ve farkları mevcuttur. Erkek kadından üstün değildir. 35-) Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.(Kadın ve erkek) barışmak isterlerse Allah aralarında bir uzlaşma meydana getirir. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.