FITRAT DİNİ
(5.YAZI )
Su toprağın içinde işlediğinde tohum ile buluşur ve hayat meydana gelir.
İnsan vahiy ile buluştuğunda mayasında olan fıtri özellikler tıpkı tohumun toprak üzerinde ortaya çıktığı gibi görünmeye başlar.
İnsan= toprak, su, hava, güneş, fıtrat da tohum gibidir.
Eğer su tohuma ulaşırsa bereketli bir hayat meydana gelecektir.
Din ve hüküm olarak vahiy tek kaynak olmadan evrensel ahlak ve temiz fıtrat yeterli olmayacaktır.
Çünkü insanın hidayetine vesile olacak ve cennete ulaşmasına tek imam vahiy gösterilmiştir.
"De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir.
Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece vahyi tebliğ etmekle görevliyim)
(Yunus, 108)
"De ki: Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir, kim de saparsa ona de ki: Ben (vahiy ile )uyarıcılardanım"
(Neml, 92)
"De ki: Eğer (hakta)n saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır"
(Sebe, 50)
Kur'an'a göre vahiy'den ve tevhid akidesinden uzak kalan insanların ruh ve vicdanları ölüme ve çürümeye mahkum olur.
Dolayısıyla çorak bir arazinin yeşermesi için su ne kadar gerekliyse, insanın gerçek anlamda hayat bulması ve fıtratına uygun yaşaması için vahiy o kadar gereklidir.
Yüce Allah canlı cansız herşeye hidayetini vermiştir.
Bütün canlılar Allah'ın yarattığı fıtrata uygun olarak yaşamlarını sürdürür.
Sonuç olarak Allah tarafından indirilen vahiy dışında insanların hidayetine vesile olacak hiçbir kaynak yoktur.
"Dedik ki: Hepiniz has bahçeden inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de HER KİM HİDAYETİME TÂBİ OLURSA ONLAR İÇİN herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmeyeceklerdir"
( Bakara, 38)
"(Allah) Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (has bahçeden) inin! ARTIK BENDEN SİZE HİDAYET GELDİĞİNDE KİM BENİM HİDAYETİME UYARSA O SAPMAZ ve BEDBAHT OLMAZ"
(Tâhâ, 123)
16 Aralık 2018 Pazar
FITRAT DİNİ
(4.YAZI)
Fıtrat üzere olmak, Allah'ın ilk yarattığı şekliyle saf, hanif, İslam yani tabii inanç üzerinde olmak demektir.
"(Ey Resul!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin, müşriklerden olmayın.
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan inanç ile böbürlenip sevinmektedir"
( Rum, 30, 31, 32)
Dolayısıyla fıtrat, Allah'ın indirdiği dini korumak ve ondan sapma yapmadan hidayet ve sırat-ı müstakim üzerinde olmaktır.
İnsanın ilk yaratıldığı zaman beşeri yönü ağırlıkta olan bir varlıktır.
İnsanın beşeri yönü Allah ile, insani yönü ise kendisi ile alakalıdır.
Yani insan ilk yaratıldığı zaman masum, günahsız bir hayvan veya aklını tam olarak kullanmaktan âciz başkasına muhtaç bir bebek gibidir.
İnsan, doğuştan zalim, müşrik, münafık olarak yaratılmaz.
Ancak içinde yaşadığı inanç ve geleneksel çevrenin etkisi altında kalarak maddi ve manevi bozulma ile başbaşa kalır.
İnsanın ilk yaratılışı, tefekkür ve sorgulama, icat ve yetenek yoksunu, hayvani özellikleri yoğun olan beşeri bir hayata sahiptir.
Beşerin insani yönü ise, akıl ile donatılmış, tefekkür ve sorgulama yapabilen, icat ve yeteneği olan, fiillerinden sorumlu, haksızlık ve zulüm ortaya koyan bir yaratılışa sahiptir.
İnsan, aynı zamanda her türlü adalet ve fazileti gösteren,
dünyayı imara gücü yeten, doğal dengeyi de tahrip etme gücüne sahip
geniş potansiyeli olan ve Allah'a karşı sorumlu bir varlıktır.
Kur'an, hiçbir ayetinde beşer ile sorumluluğu bir arada anmaz.
Günah ve sorumluluk, icat ve akıl, fazilet ve yetenek ortaya koyma Kur'an'da insan ile beraber anılır.
İnsanı insan yapan fıtri özellikler yoğun bir şekilde yıpranmış olsa da, tamamen yok olmazlar.
İçinde her zaman yanlışlık ve doğruluk dediğimiz beşeri fıtrat tohumu mevcut olarak kalır.
İşte vahiy ile uyarı ve ikaz yapan Allah elçileri yanlışlık tohumunu kurutmak ve fıtrat tohumuna su vermek ve canlandırmak için gönderilmişlerdir.
Hatta daha bugün
"Kur'an, neden "beni insan" değil de, "beni âdem" diyerek hitap ediyor, onu düşünüyorum.
Allah en doğrusunu bilir,
"beni âdem" ilk yaratıldığı zaman masumdur da onun için.
Âdem oğlunun bedensel ve ruhsal huzura kavuşmasının tek şartı aklını kullanması ve yüce Allah'ın indirdiği vahiy hidayetine kulak vermesidir.
İnsan ile vahyin buluşması, yağmur ile toprağın buluşması gibidir.
Nasıl ki yağmurdaki kimyasal özellikler tabiatın özelliklerine göre ayarlanmış ise, beşerin de tabiatı vahyin özelliklerine göre formatlanmış bir özelliğe sahiptir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak son inen vahiy'den başka bütün kaynaklar insan tabiatının kurumasına ve çürümesine sebep olacaktır.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah'a ve Resul'ünün davetine icabet edin...."
(Enfal, 24)
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir aydınlık (İslam-Tevhid) verdiğimiz kimse karanlıklar (şirk) içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu?
İşte kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir"
(En'am, 122)
(4.YAZI)
Fıtrat üzere olmak, Allah'ın ilk yarattığı şekliyle saf, hanif, İslam yani tabii inanç üzerinde olmak demektir.
"(Ey Resul!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin, müşriklerden olmayın.
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan inanç ile böbürlenip sevinmektedir"
( Rum, 30, 31, 32)
Dolayısıyla fıtrat, Allah'ın indirdiği dini korumak ve ondan sapma yapmadan hidayet ve sırat-ı müstakim üzerinde olmaktır.
İnsanın ilk yaratıldığı zaman beşeri yönü ağırlıkta olan bir varlıktır.
İnsanın beşeri yönü Allah ile, insani yönü ise kendisi ile alakalıdır.
Yani insan ilk yaratıldığı zaman masum, günahsız bir hayvan veya aklını tam olarak kullanmaktan âciz başkasına muhtaç bir bebek gibidir.
İnsan, doğuştan zalim, müşrik, münafık olarak yaratılmaz.
Ancak içinde yaşadığı inanç ve geleneksel çevrenin etkisi altında kalarak maddi ve manevi bozulma ile başbaşa kalır.
İnsanın ilk yaratılışı, tefekkür ve sorgulama, icat ve yetenek yoksunu, hayvani özellikleri yoğun olan beşeri bir hayata sahiptir.
Beşerin insani yönü ise, akıl ile donatılmış, tefekkür ve sorgulama yapabilen, icat ve yeteneği olan, fiillerinden sorumlu, haksızlık ve zulüm ortaya koyan bir yaratılışa sahiptir.
İnsan, aynı zamanda her türlü adalet ve fazileti gösteren,
dünyayı imara gücü yeten, doğal dengeyi de tahrip etme gücüne sahip
geniş potansiyeli olan ve Allah'a karşı sorumlu bir varlıktır.
Kur'an, hiçbir ayetinde beşer ile sorumluluğu bir arada anmaz.
Günah ve sorumluluk, icat ve akıl, fazilet ve yetenek ortaya koyma Kur'an'da insan ile beraber anılır.
İnsanı insan yapan fıtri özellikler yoğun bir şekilde yıpranmış olsa da, tamamen yok olmazlar.
İçinde her zaman yanlışlık ve doğruluk dediğimiz beşeri fıtrat tohumu mevcut olarak kalır.
İşte vahiy ile uyarı ve ikaz yapan Allah elçileri yanlışlık tohumunu kurutmak ve fıtrat tohumuna su vermek ve canlandırmak için gönderilmişlerdir.
Hatta daha bugün
"Kur'an, neden "beni insan" değil de, "beni âdem" diyerek hitap ediyor, onu düşünüyorum.
Allah en doğrusunu bilir,
"beni âdem" ilk yaratıldığı zaman masumdur da onun için.
Âdem oğlunun bedensel ve ruhsal huzura kavuşmasının tek şartı aklını kullanması ve yüce Allah'ın indirdiği vahiy hidayetine kulak vermesidir.
İnsan ile vahyin buluşması, yağmur ile toprağın buluşması gibidir.
Nasıl ki yağmurdaki kimyasal özellikler tabiatın özelliklerine göre ayarlanmış ise, beşerin de tabiatı vahyin özelliklerine göre formatlanmış bir özelliğe sahiptir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak son inen vahiy'den başka bütün kaynaklar insan tabiatının kurumasına ve çürümesine sebep olacaktır.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah'a ve Resul'ünün davetine icabet edin...."
(Enfal, 24)
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir aydınlık (İslam-Tevhid) verdiğimiz kimse karanlıklar (şirk) içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu?
İşte kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir"
(En'am, 122)
FITRAT DİNİ
(4.YAZI)
Fıtrat üzere olmak, Allah'ın ilk yarattığı şekliyle saf, hanif, İslam yani tabii inanç üzerinde olmak demektir.
"(Ey Resul!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin, müşriklerden olmayın.
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan inanç ile böbürlenip sevinmektedir"
( Rum, 30, 31, 32)
Dolayısıyla fıtrat, Allah'ın indirdiği dini korumak ve ondan sapma yapmadan hidayet ve sırat-ı müstakim üzerinde olmaktır.
İnsanın ilk yaratıldığı zaman beşeri yönü ağırlıkta olan bir varlıktır.
İnsanın beşeri yönü Allah ile, insani yönü ise kendisi ile alakalıdır.
Yani insan ilk yaratıldığı zaman masum, günahsız bir hayvan veya aklını tam olarak kullanmaktan âciz başkasına muhtaç bir bebek gibidir.
İnsan, doğuştan zalim, müşrik, münafık olarak yaratılmaz.
Ancak içinde yaşadığı inanç ve geleneksel çevrenin etkisi altında kalarak maddi ve manevi bozulma ile başbaşa kalır.
İnsanın ilk yaratılışı, tefekkür ve sorgulama, icat ve yetenek yoksunu, hayvani özellikleri yoğun olan beşeri bir hayata sahiptir.
Beşerin insani yönü ise, akıl ile donatılmış, tefekkür ve sorgulama yapabilen, icat ve yeteneği olan, fiillerinden sorumlu, haksızlık ve zulüm ortaya koyan bir yaratılışa sahiptir.
İnsan, aynı zamanda her türlü adalet ve fazileti gösteren,
dünyayı imara gücü yeten, doğal dengeyi de tahrip etme gücüne sahip
geniş potansiyeli olan ve Allah'a karşı sorumlu bir varlıktır.
Kur'an, hiçbir ayetinde beşer ile sorumluluğu bir arada anmaz.
Günah ve sorumluluk, icat ve akıl, fazilet ve yetenek ortaya koyma Kur'an'da insan ile beraber anılır.
İnsanı insan yapan fıtri özellikler yoğun bir şekilde yıpranmış olsa da, tamamen yok olmazlar.
İçinde her zaman yanlışlık ve doğruluk dediğimiz beşeri fıtrat tohumu mevcut olarak kalır.
İşte vahiy ile uyarı ve ikaz yapan Allah elçileri yanlışlık tohumunu kurutmak ve fıtrat tohumuna su vermek ve canlandırmak için gönderilmişlerdir.
Hatta daha bugün
"Kur'an, neden "beni insan" değil de, "beni âdem" diyerek hitap ediyor, onu düşünüyorum.
Allah en doğrusunu bilir,
"beni âdem" ilk yaratıldığı zaman masumdur da onun için.
Âdem oğlunun bedensel ve ruhsal huzura kavuşmasının tek şartı aklını kullanması ve yüce Allah'ın indirdiği vahiy hidayetine kulak vermesidir.
İnsan ile vahyin buluşması, yağmur ile toprağın buluşması gibidir.
Nasıl ki yağmurdaki kimyasal özellikler tabiatın özelliklerine göre ayarlanmış ise, beşerin de tabiatı vahyin özelliklerine göre formatlanmış bir özelliğe sahiptir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak son inen vahiy'den başka bütün kaynaklar insan tabiatının kurumasına ve çürümesine sebep olacaktır.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah'a ve Resul'ünün davetine icabet edin...."
(Enfal, 24)
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir aydınlık (İslam-Tevhid) verdiğimiz kimse karanlıklar (şirk) içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu?
İşte kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir"
(En'am, 122)
(4.YAZI)
Fıtrat üzere olmak, Allah'ın ilk yarattığı şekliyle saf, hanif, İslam yani tabii inanç üzerinde olmak demektir.
"(Ey Resul!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin, müşriklerden olmayın.
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan inanç ile böbürlenip sevinmektedir"
( Rum, 30, 31, 32)
Dolayısıyla fıtrat, Allah'ın indirdiği dini korumak ve ondan sapma yapmadan hidayet ve sırat-ı müstakim üzerinde olmaktır.
İnsanın ilk yaratıldığı zaman beşeri yönü ağırlıkta olan bir varlıktır.
İnsanın beşeri yönü Allah ile, insani yönü ise kendisi ile alakalıdır.
Yani insan ilk yaratıldığı zaman masum, günahsız bir hayvan veya aklını tam olarak kullanmaktan âciz başkasına muhtaç bir bebek gibidir.
İnsan, doğuştan zalim, müşrik, münafık olarak yaratılmaz.
Ancak içinde yaşadığı inanç ve geleneksel çevrenin etkisi altında kalarak maddi ve manevi bozulma ile başbaşa kalır.
İnsanın ilk yaratılışı, tefekkür ve sorgulama, icat ve yetenek yoksunu, hayvani özellikleri yoğun olan beşeri bir hayata sahiptir.
Beşerin insani yönü ise, akıl ile donatılmış, tefekkür ve sorgulama yapabilen, icat ve yeteneği olan, fiillerinden sorumlu, haksızlık ve zulüm ortaya koyan bir yaratılışa sahiptir.
İnsan, aynı zamanda her türlü adalet ve fazileti gösteren,
dünyayı imara gücü yeten, doğal dengeyi de tahrip etme gücüne sahip
geniş potansiyeli olan ve Allah'a karşı sorumlu bir varlıktır.
Kur'an, hiçbir ayetinde beşer ile sorumluluğu bir arada anmaz.
Günah ve sorumluluk, icat ve akıl, fazilet ve yetenek ortaya koyma Kur'an'da insan ile beraber anılır.
İnsanı insan yapan fıtri özellikler yoğun bir şekilde yıpranmış olsa da, tamamen yok olmazlar.
İçinde her zaman yanlışlık ve doğruluk dediğimiz beşeri fıtrat tohumu mevcut olarak kalır.
İşte vahiy ile uyarı ve ikaz yapan Allah elçileri yanlışlık tohumunu kurutmak ve fıtrat tohumuna su vermek ve canlandırmak için gönderilmişlerdir.
Hatta daha bugün
"Kur'an, neden "beni insan" değil de, "beni âdem" diyerek hitap ediyor, onu düşünüyorum.
Allah en doğrusunu bilir,
"beni âdem" ilk yaratıldığı zaman masumdur da onun için.
Âdem oğlunun bedensel ve ruhsal huzura kavuşmasının tek şartı aklını kullanması ve yüce Allah'ın indirdiği vahiy hidayetine kulak vermesidir.
İnsan ile vahyin buluşması, yağmur ile toprağın buluşması gibidir.
Nasıl ki yağmurdaki kimyasal özellikler tabiatın özelliklerine göre ayarlanmış ise, beşerin de tabiatı vahyin özelliklerine göre formatlanmış bir özelliğe sahiptir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak son inen vahiy'den başka bütün kaynaklar insan tabiatının kurumasına ve çürümesine sebep olacaktır.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah'a ve Resul'ünün davetine icabet edin...."
(Enfal, 24)
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir aydınlık (İslam-Tevhid) verdiğimiz kimse karanlıklar (şirk) içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu?
İşte kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir"
(En'am, 122)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 126. YAZI )
SAİD NURSİ DİYOR Kİ,
"Kırk günde bir ekmek yiyip başka günlerde yemeyen meşhur Veli Osman-ı Halidi ile Isparta'nın tanınmış alimlerinden Topal şükru, bir gerçeği açıkça görmüş ve haber vermişlerdir.
O gerçek şudur.
Ümmetin ahir zamanda gelmesini beklediği kişinin üç görevinden en önemlisi ve en büyüğü gerçek imanı yaymak ve ehli imanı sapıklıktan Kurtarmak olduğundan, o görevi tümüyle Risale'i Nur'da görmüşlerdir.
Bu sebepledir ki, Hz Ali, Abdulkadir Geylani ve Osman-ı Halidi gibi zatlar, gelecek zatın makamını Risale'i Nur'un manevi kişiliğinde (Said Nursi) de gözleriyle görmüş gibi işaret etmişlerdir.
Bu gerçek gösteriyor ki, gelecek o mübarek zat, Risale'i Nur'u kendi programı olarak uygulayacaktır"
(Sikke-i tasdiki gaybi Şualar birinci Şua cilt 11 sayfa 2061 )
SONUÇ OLARAK :
Risale'i Nur'da birçok hata abartı, yalan, hurafe, uydurmalar,itikadi yönden şirk ve sapıklıklar mevcuttur.
Bugün dâhi Risale'i Nur talebelerinden bir kişinin dahi çıkıp bu yalan ve uydurmalara karşı çıkacağını zannetmiyoruz.
Bu çok muhteşem bir bağlılık! eşsiz bir akıl! inanılmaz bir tefekkür! eşine az rastlanır bir özgürlük! örneğidir.
SAİD NURSİ DİYOR Kİ,
"Kırk günde bir ekmek yiyip başka günlerde yemeyen meşhur Veli Osman-ı Halidi ile Isparta'nın tanınmış alimlerinden Topal şükru, bir gerçeği açıkça görmüş ve haber vermişlerdir.
O gerçek şudur.
Ümmetin ahir zamanda gelmesini beklediği kişinin üç görevinden en önemlisi ve en büyüğü gerçek imanı yaymak ve ehli imanı sapıklıktan Kurtarmak olduğundan, o görevi tümüyle Risale'i Nur'da görmüşlerdir.
Bu sebepledir ki, Hz Ali, Abdulkadir Geylani ve Osman-ı Halidi gibi zatlar, gelecek zatın makamını Risale'i Nur'un manevi kişiliğinde (Said Nursi) de gözleriyle görmüş gibi işaret etmişlerdir.
Bu gerçek gösteriyor ki, gelecek o mübarek zat, Risale'i Nur'u kendi programı olarak uygulayacaktır"
(Sikke-i tasdiki gaybi Şualar birinci Şua cilt 11 sayfa 2061 )
SONUÇ OLARAK :
Risale'i Nur'da birçok hata abartı, yalan, hurafe, uydurmalar,itikadi yönden şirk ve sapıklıklar mevcuttur.
Bugün dâhi Risale'i Nur talebelerinden bir kişinin dahi çıkıp bu yalan ve uydurmalara karşı çıkacağını zannetmiyoruz.
Bu çok muhteşem bir bağlılık! eşsiz bir akıl! inanılmaz bir tefekkür! eşine az rastlanır bir özgürlük! örneğidir.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 125. YAZI )
MEHDİ OLDUĞU İDDİASI:(1) Risale'i Nur'un bir kısım önemli şakirtleri, Said Nursi'ye ısrarla şunu sorarlar "Âhir zamanda Peygamberimizin ailesinden gelecek olan o büyük mürşidin sen olduğunu düşünüyoruz. Ama sen bu kanaatimizi ısrarla kabul etmiyor, çekiniyorsun. Bu bir çelişkidir. Çelişkinin hallini(Çözümünü ) isteriz"SAİD NURSİ BU SORUYA ŞU CEVABI VERİR "Gelecek Mehdii Rasulün temsil ettiği kutsal cemaatin manevi şahsiyetinin üç görevi vardır. Bunlar, imanı Kurtarmak, peygamberin halifesi unvanıyla İslam'ın farklı yönlerini İhya etmek ve zamanın etkisiyle Kur'an hükümlerinde ve şeriat Kanunları'nda görülen birçok değişiklik sebebiyle o zât bu en büyük görevi yapmaya çalışır. Nur şakirdleri birinci görevi tam olarak Risale'i Nur'da gördüklerinden, ikinci, üçüncü görevler buna nispetle ikinci, üçüncü derecede olduğundan, Risale'i Nur'un manevî kişiliğini (Said Nursi,yi) haklı olarak bir çeşit Mehdi diye algılıyorlar. ,,,,, Hatta bir kısım evliya, gayb ile ilgili kanaatlerinde Risale'i Nur'un( Nur elçisi Sait Nursi'nin) tam o âhir zamanın Hidayet edicisi olduğu, inceleme ve yorumla, anlaşılır diyorlar. İKİ NOKTADA KARIŞIKLIK OLDUĞUNDAN YORUMA İHTİYAÇ VARDIR :BİRİNCİSİ : Peygamberin halifesi olma ve İslam Birliği, halka, siyasetçilere ve özellikle bu asırdaki düşüncelere göre birinci görevden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda Hidayet edici bir nevi mehdi ve müceddit gelmiştir. Ama her biri üç görevden birisini bir yönüyle yaptığı için âhir zamanın büyük mehdisi unvanını almamışlardır. İKİNCİSİ : Âhir zamanın o büyük şahsının peygamber ailesinden olmasıdır. Aslında ben Hz Ali'nin (Radıyallahü anh ) manevi evladı hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Muhammed (Aleyhisselam'ın) ailesi bir manevi hakiki Nur şakirtlerini de içine aldığından, Ben de O aileden sayılabilirim"
MEHDİ OLDUĞU İDDİASI:(1) Risale'i Nur'un bir kısım önemli şakirtleri, Said Nursi'ye ısrarla şunu sorarlar "Âhir zamanda Peygamberimizin ailesinden gelecek olan o büyük mürşidin sen olduğunu düşünüyoruz. Ama sen bu kanaatimizi ısrarla kabul etmiyor, çekiniyorsun. Bu bir çelişkidir. Çelişkinin hallini(Çözümünü ) isteriz"SAİD NURSİ BU SORUYA ŞU CEVABI VERİR "Gelecek Mehdii Rasulün temsil ettiği kutsal cemaatin manevi şahsiyetinin üç görevi vardır. Bunlar, imanı Kurtarmak, peygamberin halifesi unvanıyla İslam'ın farklı yönlerini İhya etmek ve zamanın etkisiyle Kur'an hükümlerinde ve şeriat Kanunları'nda görülen birçok değişiklik sebebiyle o zât bu en büyük görevi yapmaya çalışır. Nur şakirdleri birinci görevi tam olarak Risale'i Nur'da gördüklerinden, ikinci, üçüncü görevler buna nispetle ikinci, üçüncü derecede olduğundan, Risale'i Nur'un manevî kişiliğini (Said Nursi,yi) haklı olarak bir çeşit Mehdi diye algılıyorlar. ,,,,, Hatta bir kısım evliya, gayb ile ilgili kanaatlerinde Risale'i Nur'un( Nur elçisi Sait Nursi'nin) tam o âhir zamanın Hidayet edicisi olduğu, inceleme ve yorumla, anlaşılır diyorlar. İKİ NOKTADA KARIŞIKLIK OLDUĞUNDAN YORUMA İHTİYAÇ VARDIR :BİRİNCİSİ : Peygamberin halifesi olma ve İslam Birliği, halka, siyasetçilere ve özellikle bu asırdaki düşüncelere göre birinci görevden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda Hidayet edici bir nevi mehdi ve müceddit gelmiştir. Ama her biri üç görevden birisini bir yönüyle yaptığı için âhir zamanın büyük mehdisi unvanını almamışlardır. İKİNCİSİ : Âhir zamanın o büyük şahsının peygamber ailesinden olmasıdır. Aslında ben Hz Ali'nin (Radıyallahü anh ) manevi evladı hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Muhammed (Aleyhisselam'ın) ailesi bir manevi hakiki Nur şakirtlerini de içine aldığından, Ben de O aileden sayılabilirim"
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
( 124. YAZI )
SAİD NURSİ REENKARNASYONA İMAN EDEN BİRİDİR.
"Hakikatı Muhammedi'ye, Muhammed (as) ın tarihi şahsiyeti değildir.
Buna inananlara göre hakikat, her devirde değişen isim ve suretlerde Resulullah (as) Elçi veya veli olarak ortaya çıkar."
(HasanKamil Yavuz, insanı Kamil, Altınoluk mecmuası, Temmuz, 1996- sayı 125. sayfa 31) Said Nursi kendisinin öyle olduğuna İnanır. Onun sözleri şöyledir.
Yani Said Nursi reenkarnasyona iman eden birisidir
"Ben bu anda, seksen Said'in özü olarak ortaya çıkmışım.
Onlar zincirleme şahsi kıyametler ve zincirleme tenasuh, yani ruh göçü ile çalkalanıp, beni şu zamana fırlatmışlardır.
Şu Said, yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir.
Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı bedenlerde ortaya çıkan Saidler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacaklardır.
Ben o bedenlerin üstünde yuvarlandım, iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti.
Sıkıntı ve üzüntüler birikti kaldı.
O konak yerlerinin her birinde ben bendim, ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım.
Bu konak yerinde yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyerim"
"Ben bu anda, seksen Said'in özü olarak ortaya çıkmışım" sözü önemlidir.
Çünkü tevrat'a göre Adem (as)dan Yakup (aleyhissela)mın ölümüne kadar 2413 sene geçmiştir.
Yusuf (as) 110 yaşında, Musa (as) da 120 yaşında vefat etmiştir.
Yakup'tan İsa (as ) doğumuna kadar da Toplam 160 sene geçmiş olsa yaklaşık 4 bin yıl eder.
Said Nursi 1960 ta vefat ettiğine göre, Tevrat'a göre, ilk insandan onun ölümüne kadar 5960 sene geçmiş olur.
Bunu seksene bölünce onun girdiğini iddia ettiği her beden ortalama ömrü 75 Yıl eder.
Bu sebeple sekseninci beden sözü düşünülerek ve hesap edilerek söylenmiş bir sözdür.
Said Nursi'nin sadeleştirilen yukarıdaki sözlerinin aslı şöyledir.
"Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim.
Onlar müselsel şahsi kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, (ölü ) bir hayyı natıkın fihristesidir.
Eğer zamanın suyu donup dursa mutemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddeti tehaluften (vücudun zaman içerisinde değişime uğramasından dolayı ) birbirlerini tanımayacaklardır.
Ben onların üstünde yuvarlandım, hasenat, lezzet dağıldı kaldı.
Seyyiat,(günahlar) âlâm (elemler ) toplandı, yüklendi.
Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim.
Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. lakin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhacereti umumi yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyer"
(Said Nursi işarat cilt. 2, Sayfa 2340 Şualar birinci Şua)
Bu reenkarnasyon inancıdır.
Said Nursi en tepede olduğunu, kıyamete kadar da en tepede kalacağını söylüyor.
Yani gelmiş büyük Allah elçileri ile her devirde gelen mürşid, müceddid, mehdi ve beklenen İsa odur.
( 124. YAZI )
SAİD NURSİ REENKARNASYONA İMAN EDEN BİRİDİR.
"Hakikatı Muhammedi'ye, Muhammed (as) ın tarihi şahsiyeti değildir.
Buna inananlara göre hakikat, her devirde değişen isim ve suretlerde Resulullah (as) Elçi veya veli olarak ortaya çıkar."
(HasanKamil Yavuz, insanı Kamil, Altınoluk mecmuası, Temmuz, 1996- sayı 125. sayfa 31) Said Nursi kendisinin öyle olduğuna İnanır. Onun sözleri şöyledir.
Yani Said Nursi reenkarnasyona iman eden birisidir
"Ben bu anda, seksen Said'in özü olarak ortaya çıkmışım.
Onlar zincirleme şahsi kıyametler ve zincirleme tenasuh, yani ruh göçü ile çalkalanıp, beni şu zamana fırlatmışlardır.
Şu Said, yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir.
Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı bedenlerde ortaya çıkan Saidler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacaklardır.
Ben o bedenlerin üstünde yuvarlandım, iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti.
Sıkıntı ve üzüntüler birikti kaldı.
O konak yerlerinin her birinde ben bendim, ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım.
Bu konak yerinde yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyerim"
"Ben bu anda, seksen Said'in özü olarak ortaya çıkmışım" sözü önemlidir.
Çünkü tevrat'a göre Adem (as)dan Yakup (aleyhissela)mın ölümüne kadar 2413 sene geçmiştir.
Yusuf (as) 110 yaşında, Musa (as) da 120 yaşında vefat etmiştir.
Yakup'tan İsa (as ) doğumuna kadar da Toplam 160 sene geçmiş olsa yaklaşık 4 bin yıl eder.
Said Nursi 1960 ta vefat ettiğine göre, Tevrat'a göre, ilk insandan onun ölümüne kadar 5960 sene geçmiş olur.
Bunu seksene bölünce onun girdiğini iddia ettiği her beden ortalama ömrü 75 Yıl eder.
Bu sebeple sekseninci beden sözü düşünülerek ve hesap edilerek söylenmiş bir sözdür.
Said Nursi'nin sadeleştirilen yukarıdaki sözlerinin aslı şöyledir.
"Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim.
Onlar müselsel şahsi kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, (ölü ) bir hayyı natıkın fihristesidir.
Eğer zamanın suyu donup dursa mutemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddeti tehaluften (vücudun zaman içerisinde değişime uğramasından dolayı ) birbirlerini tanımayacaklardır.
Ben onların üstünde yuvarlandım, hasenat, lezzet dağıldı kaldı.
Seyyiat,(günahlar) âlâm (elemler ) toplandı, yüklendi.
Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim.
Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. lakin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhacereti umumi yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyer"
(Said Nursi işarat cilt. 2, Sayfa 2340 Şualar birinci Şua)
Bu reenkarnasyon inancıdır.
Said Nursi en tepede olduğunu, kıyamete kadar da en tepede kalacağını söylüyor.
Yani gelmiş büyük Allah elçileri ile her devirde gelen mürşid, müceddid, mehdi ve beklenen İsa odur.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 123. YAZI )
RİSALE'İ NUR, KUR'AN'IN ALINDIĞI YERDEN ALINIYOR!!! : "Risale'i Nurlar, ne Doğunun kültüründen ve ilimlerinden ne de batının felsefe ve bilimmlerinden alınmış ve İktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur'an'ın doğunun da batının da üstünde olan arştaki yerinden alınmıştır" (Şualar Birinci Şua C 1, sayfa 833) Said Nursi, daha ileri giderek şunları söyler "Risale'i Nur denilen otuz üç adet söz, otuz üç adet mektup, otuz bir adet Lem'alar, bu zamanda, Kur'an'daki ayetlerin ayetleridir. Yani onun gerçeklerinin gerçekleridir"( Şualar Birinci Şua yirmiikinci ayet ve ayetler, C 1 sayfa 841) Said Nursi, Risale'i Nur'un kutsal sayılması için akla gelen her şeyi söylemiştir Diyor ki "Sözler" Şüphesiz Kur'an'ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir. Risale'i Nur bu asırda, bu tarihte bir "Urvet-ül vuska " dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir "Hablullah" Yani Allah'ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur" Unutulmamalıdır ki, "urvet-ül vuska" ve "Hablullah" kavramları Kuran'a ait kavramlardır.
Bir insan içinde sayısız hurafe bulunan bir esere nasıl olur da Allah'ın kitabına vermiş olduğu bir ismi layık görür.
RİSALE'İ NUR, KUR'AN'IN ALINDIĞI YERDEN ALINIYOR!!! : "Risale'i Nurlar, ne Doğunun kültüründen ve ilimlerinden ne de batının felsefe ve bilimmlerinden alınmış ve İktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur'an'ın doğunun da batının da üstünde olan arştaki yerinden alınmıştır" (Şualar Birinci Şua C 1, sayfa 833) Said Nursi, daha ileri giderek şunları söyler "Risale'i Nur denilen otuz üç adet söz, otuz üç adet mektup, otuz bir adet Lem'alar, bu zamanda, Kur'an'daki ayetlerin ayetleridir. Yani onun gerçeklerinin gerçekleridir"( Şualar Birinci Şua yirmiikinci ayet ve ayetler, C 1 sayfa 841) Said Nursi, Risale'i Nur'un kutsal sayılması için akla gelen her şeyi söylemiştir Diyor ki "Sözler" Şüphesiz Kur'an'ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir. Risale'i Nur bu asırda, bu tarihte bir "Urvet-ül vuska " dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir "Hablullah" Yani Allah'ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur" Unutulmamalıdır ki, "urvet-ül vuska" ve "Hablullah" kavramları Kuran'a ait kavramlardır.
Bir insan içinde sayısız hurafe bulunan bir esere nasıl olur da Allah'ın kitabına vermiş olduğu bir ismi layık görür.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
(122. YAZI )
Said Nursi birçok ilim dalında ve kendisini hiç bir zaman alakadar etmeyen konularda kalem oynatmıştır.
Risale'i Nur, Kur'an tarihi,
Kur'an ilimleri, tefsir, Akaid, hadis, hadis ilimleri, mezhepler tarihi,
fıkıh usulü gibi ilim dallarına, vahiy, ilham, velayet, icaz, gayb, tecdit,
Nübüvvet gibi meselelere yanlış, yalan, uydurma, zayıf, bazen bidatçı ve aşırı Şia fikirleri ve yaklaşımları ile doludur.
Bütün bunlara cevap olarak şu ayeti kerimeyi dikkatinize sunmak istiyorum
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
( Ankebut 51)
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Risale'i Nur'da, Kur'an'a, bilimsel gerçeklere, akıl ve mantığa bu kadar aykırılıklar olduğu halde Nur talebeleri hiç düşünmeden ve sorgulamadan iman ediyorlarsa, bu hurafeleri Allah'ın kitabına
götürmeden kabul ediyorlarsa artık Said Nursi onların nazarında bir yarı İlah ve sorgulanamaz bir Rab mesabesinde olduğunun en büyük kanıtı sayılmalıdır.
Nurculara göre Risale'i Nur bu asırda, Kur'an'ın en yüksek ve en kutsal tefsiridir.
Bildirdiği gerçekler gökten inmedir.
Kur'an'a aittir.
Said Nursi'ye göre "Risale'i Nur külliyatındaki bir cümleye, bir kelimeye, bir harfe ve hatta bir noktaya karşı gelmek büyük bir günahtır" (121. YAZI)
Kur'an okundukça o da okunacaktır.
Said Nursi şöyle diyor
"Kur'an'ın gizli gerçekleri Risale'i Nur ile birlikte bize iniyor!
Allah resulü devrinde Kur'an'ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda, Kur'an'ın arştaki yerinden ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor"
(Şualar Birinci Şua yirmi dördüncü ayet ve ayetler üçüncü nokta C1 sayfa 842)
İfadeler sadeleştirilmiştir.
Aslı şöyledir "Kur'an'ın gizli hakikatleri Risale i Nur'la birlikte bize iniyor.(Ayet pasajını şöyle tefsir ediyor )
"Tenzilül kitab" cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı mübin'in nüzulü olduğu gibi,
manevi işarisiyle de, her asırda o Kitabı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mucize-i maneviyesinden feyiz ve ilham tarikiyle gizli hakikatleri ve hakikatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor"
Aslında söylediği şey doğrudur.
Ancak söylediği şeyi, tamamen içi hurafelerle dolu Risale'i Nur'a hasretmesi doğru değildir.
Yoksa gerçekten Kur'an'ın metni bir sefer Allah Resulü'ne vahyedildi.
Fakat manası,bereketi, rahmeti, ilmi,aklı düşünen insanlar için kıyamete kadar devam edecektir. Kur'an enerji ve canlılık dolu bir Kitab-ı İlahidir.
Onu belli bir zaman ve zemine sıkıştırmak doğru değildir.
Yalnız, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür çizgisine bağlı olarak tefsir edilmelidir Allah'ın ilminden inen Kur'an'ı, yalan ve hurafelere alet etmeye kimsenin hakkı yoktur.
(122. YAZI )
Said Nursi birçok ilim dalında ve kendisini hiç bir zaman alakadar etmeyen konularda kalem oynatmıştır.
Risale'i Nur, Kur'an tarihi,
Kur'an ilimleri, tefsir, Akaid, hadis, hadis ilimleri, mezhepler tarihi,
fıkıh usulü gibi ilim dallarına, vahiy, ilham, velayet, icaz, gayb, tecdit,
Nübüvvet gibi meselelere yanlış, yalan, uydurma, zayıf, bazen bidatçı ve aşırı Şia fikirleri ve yaklaşımları ile doludur.
Bütün bunlara cevap olarak şu ayeti kerimeyi dikkatinize sunmak istiyorum
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
( Ankebut 51)
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Risale'i Nur'da, Kur'an'a, bilimsel gerçeklere, akıl ve mantığa bu kadar aykırılıklar olduğu halde Nur talebeleri hiç düşünmeden ve sorgulamadan iman ediyorlarsa, bu hurafeleri Allah'ın kitabına
götürmeden kabul ediyorlarsa artık Said Nursi onların nazarında bir yarı İlah ve sorgulanamaz bir Rab mesabesinde olduğunun en büyük kanıtı sayılmalıdır.
Nurculara göre Risale'i Nur bu asırda, Kur'an'ın en yüksek ve en kutsal tefsiridir.
Bildirdiği gerçekler gökten inmedir.
Kur'an'a aittir.
Said Nursi'ye göre "Risale'i Nur külliyatındaki bir cümleye, bir kelimeye, bir harfe ve hatta bir noktaya karşı gelmek büyük bir günahtır" (121. YAZI)
Kur'an okundukça o da okunacaktır.
Said Nursi şöyle diyor
"Kur'an'ın gizli gerçekleri Risale'i Nur ile birlikte bize iniyor!
Allah resulü devrinde Kur'an'ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda, Kur'an'ın arştaki yerinden ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor"
(Şualar Birinci Şua yirmi dördüncü ayet ve ayetler üçüncü nokta C1 sayfa 842)
İfadeler sadeleştirilmiştir.
Aslı şöyledir "Kur'an'ın gizli hakikatleri Risale i Nur'la birlikte bize iniyor.(Ayet pasajını şöyle tefsir ediyor )
"Tenzilül kitab" cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı mübin'in nüzulü olduğu gibi,
manevi işarisiyle de, her asırda o Kitabı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mucize-i maneviyesinden feyiz ve ilham tarikiyle gizli hakikatleri ve hakikatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor"
Aslında söylediği şey doğrudur.
Ancak söylediği şeyi, tamamen içi hurafelerle dolu Risale'i Nur'a hasretmesi doğru değildir.
Yoksa gerçekten Kur'an'ın metni bir sefer Allah Resulü'ne vahyedildi.
Fakat manası,bereketi, rahmeti, ilmi,aklı düşünen insanlar için kıyamete kadar devam edecektir. Kur'an enerji ve canlılık dolu bir Kitab-ı İlahidir.
Onu belli bir zaman ve zemine sıkıştırmak doğru değildir.
Yalnız, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür çizgisine bağlı olarak tefsir edilmelidir Allah'ın ilminden inen Kur'an'ı, yalan ve hurafelere alet etmeye kimsenin hakkı yoktur.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 120. YAZI )
RİSALE'İ NUR'A KARŞI GELENLER ŞU ŞEKİLDE TEHDİT EDİLİYOR.
" Kasem ederim (Said Nursi) Doğrudur, sözüyle beraber.Bu hakikatı kabul ve tasdik etmeyen bedmayeler ( ahlaksız, soysuz, sütü bozuklar)kalır dalâlet ve Vadi-i hüsranda nice seneler"( Mektubat 360)Nur Risalelerine tabi olanlar "Şehit" ona ilişenler "Yezit" olmakla tavsif edilmişlerdir. " Ey RİSALE'İ NUR, ,,,,,,Sana ilişildiği zaman anasır ( Güneş, toprak, hava, rüzgar,ateş deniz gibi unsurlar) hiddet ederek, bazen yeller ve seller halinde ve bazen şiddetli yangın ve zelzeleler suretinde tokatlar vurduğundan, sen koşup geldiğinde, mecruh ve mevtaları (Yaralı ve ölüleri )" şehit ve yezit " diye iki sınıfa ayırıyorsun"( Zülfikar mecmuası- 436),,,,,, Evet Risale'i Nur'a hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve manevi cehenneme dünyada girmeyi göze almalı"( Sikke-i tasdiki gaybi 27)
RİSALE'İ NUR'A KARŞI GELENLER ŞU ŞEKİLDE TEHDİT EDİLİYOR.
" Kasem ederim (Said Nursi) Doğrudur, sözüyle beraber.Bu hakikatı kabul ve tasdik etmeyen bedmayeler ( ahlaksız, soysuz, sütü bozuklar)kalır dalâlet ve Vadi-i hüsranda nice seneler"( Mektubat 360)Nur Risalelerine tabi olanlar "Şehit" ona ilişenler "Yezit" olmakla tavsif edilmişlerdir. " Ey RİSALE'İ NUR, ,,,,,,Sana ilişildiği zaman anasır ( Güneş, toprak, hava, rüzgar,ateş deniz gibi unsurlar) hiddet ederek, bazen yeller ve seller halinde ve bazen şiddetli yangın ve zelzeleler suretinde tokatlar vurduğundan, sen koşup geldiğinde, mecruh ve mevtaları (Yaralı ve ölüleri )" şehit ve yezit " diye iki sınıfa ayırıyorsun"( Zülfikar mecmuası- 436),,,,,, Evet Risale'i Nur'a hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve manevi cehenneme dünyada girmeyi göze almalı"( Sikke-i tasdiki gaybi 27)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
( 121. YAZI )
Erbabınca malumdur, Kur'an'ın bazı harflerinde, hatta kelimelerinde harekelerin Allah Resulün'den yıllarca sonra konulduğundan ve Arap dilinin özelliklerinden kaynaklanan çeşitli ihtilaflar olmuştur.
Harflerde yüzlerce, kelimelerde ise az sayıda bu ihtilaflar mevcuttur.
MESELA :
Hucurat Süresi altıncı ayetinde bulunan "Fetebeyyenu" kelimesi, diğer bir kıraatte "Fetesebbetu"
(Peltek se) olarak okunmaktadır. Bizim kıraatte( Asım)" açığa çıkarın" araştırın" olurken, diğer kıraatte"
ispat edin, sonra harekete geçin" anlamına gelmektedir. Harflerde bu ihtilaf çok yoğun,binlerce yerde karşımıza çıkmaktadır.
ÖRNEK :
Bakara suresi 140 ayetinde "bizim kıraatte"em tekulune "
Yoksa siz,,,,,böyle mi söylüyorsunuz" olurken, diğer kıraatte "em yekulune " " Yoksa onlar,,,,,,, böyle mi söylüyorlar" anlamına gelmektedir.
Kıraat ilmini ummiler bilmez.
Kıraat ilmi Çok geniş ve çok zevkli bir ilim dalıdır.
Buna karşın Risale'i Nur'un noktasına bile itiraz edilemez. Bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır.
Bakın Said Nursi bu konuda neler söylüyor "Kimin haddi var ki,
risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın,
veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun"
(Barla Lahikası 194, yedinci mektuptan, Hüsrev, üstadının Kendi hakkında hiddetini zannedip, bir meseleye dair, müteessiren yazdığı mektubundan bir fıkradır)
Arapçanın özelliklerini ve Kıraat ilmini bilen ve araştıran biri olarak söylüyorum ki, Risale'i Nur'dan şu yazacağım cümle Kur'an hakkında bile söylenemez.
Said Nursi diyor ki "Kimin haddidir ki, bu nurlarda yanlışlık bulsun, ,,,,,, onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum, telakki ediyorum"
( Barla Lahikası 56 Yirmiyedinci mektuptan eyyühel Üstadul Aziz)
Bu kadar cehalet olur mu? Azarı işitince talebesi Ahmet Hüsrev bakın nasıl hakikatı söylemekten çark ediyor
"Mükerreren Mutalâa ve Kıraat ederek, arş kadar yüksek eserleriniz hakkında mutalâa serdine bir kelime
hatta bir nokta ilavesine kendimde cüret ve kudret bulamadığından dolayı bu babda bir mütalaa dermeyanına imkan göremiyorum"( Barla Lahikası 40 ) CEVAP :
Şu kesin bir vaka olmuştur ki:
Nur talebeleri Risale'i Nur'u, Kuran'ın önüne geçirmişlerdir. Onların Kur'an okumaları ise sadece sevap amaçlıdır. Onlara göre,
Nur risaleleri zaten Kur'anı Mübin'in tefsiri mahiyetindedeir. Onların anlayışlarına göre Kuranı Kerim'den artık alınacak bir şey kalmamıştır.
Halbuki bu inancın tam aksine Kuranı Kerim'de Cenabı Hak şöyle buyurur.
"Yoksa ondan başka bir takım ilahlar mı edindiler?
Deki: Haydi delilinizi getirin! işte benimle beraber olanların kitabı
(Kur'an) ve benden öncekilerin haberlerini anlatan kitabı (Kur'an) Hayır Onların çoğu Hakkı bilmezler.
Bundan dolayı yüz çevirirler"
( Enbiya 24)
( 121. YAZI )
Erbabınca malumdur, Kur'an'ın bazı harflerinde, hatta kelimelerinde harekelerin Allah Resulün'den yıllarca sonra konulduğundan ve Arap dilinin özelliklerinden kaynaklanan çeşitli ihtilaflar olmuştur.
Harflerde yüzlerce, kelimelerde ise az sayıda bu ihtilaflar mevcuttur.
MESELA :
Hucurat Süresi altıncı ayetinde bulunan "Fetebeyyenu" kelimesi, diğer bir kıraatte "Fetesebbetu"
(Peltek se) olarak okunmaktadır. Bizim kıraatte( Asım)" açığa çıkarın" araştırın" olurken, diğer kıraatte"
ispat edin, sonra harekete geçin" anlamına gelmektedir. Harflerde bu ihtilaf çok yoğun,binlerce yerde karşımıza çıkmaktadır.
ÖRNEK :
Bakara suresi 140 ayetinde "bizim kıraatte"em tekulune "
Yoksa siz,,,,,böyle mi söylüyorsunuz" olurken, diğer kıraatte "em yekulune " " Yoksa onlar,,,,,,, böyle mi söylüyorlar" anlamına gelmektedir.
Kıraat ilmini ummiler bilmez.
Kıraat ilmi Çok geniş ve çok zevkli bir ilim dalıdır.
Buna karşın Risale'i Nur'un noktasına bile itiraz edilemez. Bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır.
Bakın Said Nursi bu konuda neler söylüyor "Kimin haddi var ki,
risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın,
veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun"
(Barla Lahikası 194, yedinci mektuptan, Hüsrev, üstadının Kendi hakkında hiddetini zannedip, bir meseleye dair, müteessiren yazdığı mektubundan bir fıkradır)
Arapçanın özelliklerini ve Kıraat ilmini bilen ve araştıran biri olarak söylüyorum ki, Risale'i Nur'dan şu yazacağım cümle Kur'an hakkında bile söylenemez.
Said Nursi diyor ki "Kimin haddidir ki, bu nurlarda yanlışlık bulsun, ,,,,,, onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum, telakki ediyorum"
( Barla Lahikası 56 Yirmiyedinci mektuptan eyyühel Üstadul Aziz)
Bu kadar cehalet olur mu? Azarı işitince talebesi Ahmet Hüsrev bakın nasıl hakikatı söylemekten çark ediyor
"Mükerreren Mutalâa ve Kıraat ederek, arş kadar yüksek eserleriniz hakkında mutalâa serdine bir kelime
hatta bir nokta ilavesine kendimde cüret ve kudret bulamadığından dolayı bu babda bir mütalaa dermeyanına imkan göremiyorum"( Barla Lahikası 40 ) CEVAP :
Şu kesin bir vaka olmuştur ki:
Nur talebeleri Risale'i Nur'u, Kuran'ın önüne geçirmişlerdir. Onların Kur'an okumaları ise sadece sevap amaçlıdır. Onlara göre,
Nur risaleleri zaten Kur'anı Mübin'in tefsiri mahiyetindedeir. Onların anlayışlarına göre Kuranı Kerim'den artık alınacak bir şey kalmamıştır.
Halbuki bu inancın tam aksine Kuranı Kerim'de Cenabı Hak şöyle buyurur.
"Yoksa ondan başka bir takım ilahlar mı edindiler?
Deki: Haydi delilinizi getirin! işte benimle beraber olanların kitabı
(Kur'an) ve benden öncekilerin haberlerini anlatan kitabı (Kur'an) Hayır Onların çoğu Hakkı bilmezler.
Bundan dolayı yüz çevirirler"
( Enbiya 24)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 119. YAZI )
SAİD NURSİ DİYOR Kİ " Evet Risale'i Nur'un bu dehşetli zaman kazandırdığı iki netice-i muhakkakası her şeyin fevkindedir, başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor. BİRİNCİ NETİCESİ: Sadakat ve kanaatla Risale'i Nur dairesine giren imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli Senetler Var,,,,,,"( Tarihçe-i Hayat 312 Kastamonu Hayatı) ,,,,,,,,,,, Bu müjdeyi kur'aniyenin binden bir vechi bize teması bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüyayı sadıkadır. Şöyle ki: İsparta'da başımıza gelen bu hadise'den bir ay evvel bir zata rüyada (ona) deniliyor ki, "RESAIL-İN-NUR ŞAKİRTLERİ, İMAN İLE KABRE GİRECEKLER, İMANSIZ VEFAT ETMEZLER " Biz o vakit o rüyaya çok sevindik.Demek o Müjde bir müjde-i kur'aniyenin bir müjdecisi imiş"( Sikke-i tasdiki gaybi 102- Birinci Şua)
SAİD NURSİ DİYOR Kİ " Evet Risale'i Nur'un bu dehşetli zaman kazandırdığı iki netice-i muhakkakası her şeyin fevkindedir, başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor. BİRİNCİ NETİCESİ: Sadakat ve kanaatla Risale'i Nur dairesine giren imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli Senetler Var,,,,,,"( Tarihçe-i Hayat 312 Kastamonu Hayatı) ,,,,,,,,,,, Bu müjdeyi kur'aniyenin binden bir vechi bize teması bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüyayı sadıkadır. Şöyle ki: İsparta'da başımıza gelen bu hadise'den bir ay evvel bir zata rüyada (ona) deniliyor ki, "RESAIL-İN-NUR ŞAKİRTLERİ, İMAN İLE KABRE GİRECEKLER, İMANSIZ VEFAT ETMEZLER " Biz o vakit o rüyaya çok sevindik.Demek o Müjde bir müjde-i kur'aniyenin bir müjdecisi imiş"( Sikke-i tasdiki gaybi 102- Birinci Şua)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 118. YAZI )
RESÜLÜLLAHIN VEDA HACCI OLUR DA SAİD NURSİ'NİN OLMAZ MI?
,,,,,,Şimdi biz Hacce't-ül veda'sız böyle bir ölüme nasıl inanalım.
Son sözlerini Hind'den, Yemenden,
Irak'tan ve Afgan'dan ve dünyanın her yerinden o mahalli mübarek ve mukaddeste toplanan bütün müslümanlara, bütün âşıklara ve bütün hicranlı gönüllere söyle, bize "ela hel belleğtu'l"
(Allah Resulü'nün veda haccında müslümanları şahit tutarak dikkat edin risaleti tebliğ ettim mi? Rivayetine gönderme ) tekrarlayıp"felyubelliguş şâhidu -minkumul-ğaibe "
(hazır olanlar, hazır olmayanlara duyursun) derken, âlemi gayb ve ervaha İşte oradan pervaz et,,,,,,,,"
(Siracinnur 254)
CEVAP :
Maalesef Said Nursi,
bu ahmakça ifadelerden hiçbir rahatsızlık duymaz bu cümlelerdeki Allah Resulünü taklit ve Nübüvvet ihsasını reddetmez, bilakis şöyle der.
"Hasan Feyzi'nin Denizli hapsinin ve civarının has talebelerini temsil ederek, onların namına Üstadı'nın vasiyetnamesi ve zehirlenmeden şiddetli hasta olması münasebetiyle yazdığı bir mersiyedir.
Vefat haberini almış gibi kalemi ağlamış, lahikaya geçirilsin"
(Siracunnur 249 Hasan Feyzi'nin mersiyesinin önünde )
RESÜLÜLLAHIN VEDA HACCI OLUR DA SAİD NURSİ'NİN OLMAZ MI?
,,,,,,Şimdi biz Hacce't-ül veda'sız böyle bir ölüme nasıl inanalım.
Son sözlerini Hind'den, Yemenden,
Irak'tan ve Afgan'dan ve dünyanın her yerinden o mahalli mübarek ve mukaddeste toplanan bütün müslümanlara, bütün âşıklara ve bütün hicranlı gönüllere söyle, bize "ela hel belleğtu'l"
(Allah Resulü'nün veda haccında müslümanları şahit tutarak dikkat edin risaleti tebliğ ettim mi? Rivayetine gönderme ) tekrarlayıp"felyubelliguş şâhidu -minkumul-ğaibe "
(hazır olanlar, hazır olmayanlara duyursun) derken, âlemi gayb ve ervaha İşte oradan pervaz et,,,,,,,,"
(Siracinnur 254)
CEVAP :
Maalesef Said Nursi,
bu ahmakça ifadelerden hiçbir rahatsızlık duymaz bu cümlelerdeki Allah Resulünü taklit ve Nübüvvet ihsasını reddetmez, bilakis şöyle der.
"Hasan Feyzi'nin Denizli hapsinin ve civarının has talebelerini temsil ederek, onların namına Üstadı'nın vasiyetnamesi ve zehirlenmeden şiddetli hasta olması münasebetiyle yazdığı bir mersiyedir.
Vefat haberini almış gibi kalemi ağlamış, lahikaya geçirilsin"
(Siracunnur 249 Hasan Feyzi'nin mersiyesinin önünde )
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
(117. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?(5)
Şakirtleri Said Nursi'ye öylesine iman etmişlerdir ki, sarf ettikleri sözler arasındaki ilişkinin
"Elçi- yakın Ashabı) ilişkisi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.",,,, demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım.
Demek Hz imam-ı Ali'yi ağlatıp, Ömer'i şaşırtan, Ehlibeyti inletip, medine-i Münevvere'yi karartan o hal-i pür- melalin bir numunesi, âkıbet bizim bu garip başlarımıza da mı çöküyor.
Pek vakitsiz, pek erken değil mi Üstadım,,,,,, (Siracinnur 252, Hasan Feyzi'nin mersiyesi) Said Nursi'nin tabileri, Kıyamette bağımsız bir ümmet olarak kendisi ile beraber diriltilmekten de razıdırlar.
,,,,,,, Bu hadis-i Şerif, umumi ve lafzi beyanıyla bütün ulema-i islâmiyeyi gösterdiği halde, riyazi(Matematiksel) vechesiyle de, 1294' te besmele-i hayatına başlayan,
1344'te neşriyatı İlmiyesinin en faal devresini yaşayan, 1394' te nüfuzu ilmiyesinin en Şamil devresine ulaşacak olan bir zât-ı harikuladeyi göstermektedir.
Ve onun (Said Nursi'nin) etbaıyla (Tabileriyle- ona tâbi olanlarla ) beraber Kıyamette bir ümmeti müstakile (müstakil bir Ümmet) olarak ba's(Dirilecekleri ) buyurulacağını bildirmektedir.
( Tılsımlar mecmuası 179, Maide tul Kur'an kısmı Sani Dâlâlet ve işarât)
Said Nursi'nin talebeleri bunlarla da yetinmezler.
,,,,,,Böyle bir emri hak Vuku bulduğunda, seni nerede defnedeceğiz.
Konya'da Hz Mevlana da mı? Civarı Hz Eyüp te mi?
Yoksa Cennetül Mualla (Mekke'deki kabristan) veya Cennetül Baki de mi?
Bunu bize açıkça bildir.
Hayır Üstadım, gel biz seni Risale'i Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim.
Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim ve sevişelim.
Yahut bu ciheti," Allah'ın ruhunu kabzettiği her peygamber, ruhunu teslim ettiği yerde defnedilir" Hadis Âlisine havale ederek, vasiyetnamenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız (Siracü-Nur 253, Hasan Feyzi'nin mersiyesi)
(117. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?(5)
Şakirtleri Said Nursi'ye öylesine iman etmişlerdir ki, sarf ettikleri sözler arasındaki ilişkinin
"Elçi- yakın Ashabı) ilişkisi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.",,,, demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım.
Demek Hz imam-ı Ali'yi ağlatıp, Ömer'i şaşırtan, Ehlibeyti inletip, medine-i Münevvere'yi karartan o hal-i pür- melalin bir numunesi, âkıbet bizim bu garip başlarımıza da mı çöküyor.
Pek vakitsiz, pek erken değil mi Üstadım,,,,,, (Siracinnur 252, Hasan Feyzi'nin mersiyesi) Said Nursi'nin tabileri, Kıyamette bağımsız bir ümmet olarak kendisi ile beraber diriltilmekten de razıdırlar.
,,,,,,, Bu hadis-i Şerif, umumi ve lafzi beyanıyla bütün ulema-i islâmiyeyi gösterdiği halde, riyazi(Matematiksel) vechesiyle de, 1294' te besmele-i hayatına başlayan,
1344'te neşriyatı İlmiyesinin en faal devresini yaşayan, 1394' te nüfuzu ilmiyesinin en Şamil devresine ulaşacak olan bir zât-ı harikuladeyi göstermektedir.
Ve onun (Said Nursi'nin) etbaıyla (Tabileriyle- ona tâbi olanlarla ) beraber Kıyamette bir ümmeti müstakile (müstakil bir Ümmet) olarak ba's(Dirilecekleri ) buyurulacağını bildirmektedir.
( Tılsımlar mecmuası 179, Maide tul Kur'an kısmı Sani Dâlâlet ve işarât)
Said Nursi'nin talebeleri bunlarla da yetinmezler.
,,,,,,Böyle bir emri hak Vuku bulduğunda, seni nerede defnedeceğiz.
Konya'da Hz Mevlana da mı? Civarı Hz Eyüp te mi?
Yoksa Cennetül Mualla (Mekke'deki kabristan) veya Cennetül Baki de mi?
Bunu bize açıkça bildir.
Hayır Üstadım, gel biz seni Risale'i Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim.
Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim ve sevişelim.
Yahut bu ciheti," Allah'ın ruhunu kabzettiği her peygamber, ruhunu teslim ettiği yerde defnedilir" Hadis Âlisine havale ederek, vasiyetnamenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız (Siracü-Nur 253, Hasan Feyzi'nin mersiyesi)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 116. YAZI ) SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?( 4 )Kur'an-ı Mübin de kitapların "indirildiği, inzal edildiği" belirtilmektedir.İşte Risale'i Nur'da Kur'an'ın semasından, ayetlerin yıldızlarından inmektedir. Kur'an, kendinden önceki kitapları, Tevrat'ı İncil'i tasdik etmek için indirildiğine göre, Nur risaleleri de Kur'an'ı tasdik etmek için indirilmiştir. Nitekim Risale'i Nur'da bu konu bir Çok Kez tekrar edilmiştir.,,,,, Risale'i Nur'a hücum edilmez, O doğrudan doğruya Kur'an'a bağlanmış ve Kuran dahi arşı âzamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve kuvvetli ipleri çözsün (Siracinnur 188 Denizli müdafası) "Risale'i Nur Kur'an'ın malıdır. Kuran'ı hakim'den süzülmüştür. Kur'an ise Arşı Ferş'le bağlayan bir zinciri nuranidir.Kimin haddi var ki ona el uzatsın ( Tarihçe-i Hayat 651 )
Bilindiği gibi, Allah (Celle Celalühü) elçilerine davalarını ispat etmek üzere insanları aciz bırakan Mucizeler vermiştir. kur'an-ı Mübin, en büyük mucizedir. Risale'i Nur'da mucize-i kuraniyedir.(Bak Tarihçe-i Hayat 440 Emirdağ hayatı) "Mucizeler, diğer insanlar boyun eğip itaat etsinler için peygamberliğin delili olarak ancak peygamberlere verilir. Risale'i Nur'da Said Nursi'nin mucizesidir. Kalplerin ve akılların zapt edilerek ona itaat ettirilmesi istenmiştir" Ya rabbi,,,,,, Hz Musa'ya Denizi ve Hazreti İbrahim (Aleyhisselam)a ateşi ve Hazreti Davut (Aleyhisselam)a dağı, demiri ve Süleyman'a cinni ve insi ve Hz Muhammed (Aleyhisselam)a Şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale'i Nur'a kalpleri ve akılları Musahhar kıl " Tarihçe-i Hayat 376) Said Nursi'nin Nebi'lik hevesi, talebelerinin şunları söylemesine yol açmıştır. "Envarı Muhammediyeyi ve Maarifi Ahmediyeyi ve Füyuzatı şem-ı ilahiyi en Muşa'şa bir şekilde parlatması ve kur'ani ve hadisi olan işârâtı riyaziyenin kendisinde müntehi olması ve hitabatı Nebeviyeyi ifade eden Âyât-ı celilenin riyazı beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zat ( Said Nursi) hizmeti imaniye noktasında Risaletin bir mirat-ı mücellası ve şecere-i Risaletin bir son meyve-i Münevveri ve lisanı Risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı zisaadeti olduğuna şüphe yoktur"( Üçüncü medrese-i Yusufiyenin El huccetuz Zehra "ve Zühretün Nur "olan tek dersini dinleyen Nur şakirdleri namına Ahmet Feyzi, Ahmet Nazif, Zübeyir, Selahattin, Ceylan,( tabancalı) Sungur. Talebelerinin bu aşırı övgüsüne karşılık Said Nursi diyor ki " Benim hissemi haddimden yüz Derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesaret edemedim. Sükut ederek,o medhi, Risale-i Nur şakirtlerinin şahsı manevisi namına kabul ettim"( Tarihçe-i Hayat 580 Afyon hayatı Risale'i Nur nedir? )
CEVAP : Talebeleri tarafından kendisine "imana hizmet yönünden Nübüvvet'in bir cilalı aynası,Nübüvvet ağacının nurlandırılmış son meyvesi, Nübüvvet lisa'nınin vârislik noktasında son gerçek ağzı, ilahi ışığın imana hizmet yönünde son mutlu taşıyıcısı" gibi sıfatların hepsini yine tevazu maskesiyle "İstemem, yan cebime koy" kabilinden kabul etmiştir. talebelerinin Said Nursi için dizdikleri bu sıfatların gerçek ve Son Sahibi kendisi değil, Muhammed (Aleyhisselam)'dır
Bilindiği gibi, Allah (Celle Celalühü) elçilerine davalarını ispat etmek üzere insanları aciz bırakan Mucizeler vermiştir. kur'an-ı Mübin, en büyük mucizedir. Risale'i Nur'da mucize-i kuraniyedir.(Bak Tarihçe-i Hayat 440 Emirdağ hayatı) "Mucizeler, diğer insanlar boyun eğip itaat etsinler için peygamberliğin delili olarak ancak peygamberlere verilir. Risale'i Nur'da Said Nursi'nin mucizesidir. Kalplerin ve akılların zapt edilerek ona itaat ettirilmesi istenmiştir" Ya rabbi,,,,,, Hz Musa'ya Denizi ve Hazreti İbrahim (Aleyhisselam)a ateşi ve Hazreti Davut (Aleyhisselam)a dağı, demiri ve Süleyman'a cinni ve insi ve Hz Muhammed (Aleyhisselam)a Şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale'i Nur'a kalpleri ve akılları Musahhar kıl " Tarihçe-i Hayat 376) Said Nursi'nin Nebi'lik hevesi, talebelerinin şunları söylemesine yol açmıştır. "Envarı Muhammediyeyi ve Maarifi Ahmediyeyi ve Füyuzatı şem-ı ilahiyi en Muşa'şa bir şekilde parlatması ve kur'ani ve hadisi olan işârâtı riyaziyenin kendisinde müntehi olması ve hitabatı Nebeviyeyi ifade eden Âyât-ı celilenin riyazı beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zat ( Said Nursi) hizmeti imaniye noktasında Risaletin bir mirat-ı mücellası ve şecere-i Risaletin bir son meyve-i Münevveri ve lisanı Risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı zisaadeti olduğuna şüphe yoktur"( Üçüncü medrese-i Yusufiyenin El huccetuz Zehra "ve Zühretün Nur "olan tek dersini dinleyen Nur şakirdleri namına Ahmet Feyzi, Ahmet Nazif, Zübeyir, Selahattin, Ceylan,( tabancalı) Sungur. Talebelerinin bu aşırı övgüsüne karşılık Said Nursi diyor ki " Benim hissemi haddimden yüz Derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesaret edemedim. Sükut ederek,o medhi, Risale-i Nur şakirtlerinin şahsı manevisi namına kabul ettim"( Tarihçe-i Hayat 580 Afyon hayatı Risale'i Nur nedir? )
CEVAP : Talebeleri tarafından kendisine "imana hizmet yönünden Nübüvvet'in bir cilalı aynası,Nübüvvet ağacının nurlandırılmış son meyvesi, Nübüvvet lisa'nınin vârislik noktasında son gerçek ağzı, ilahi ışığın imana hizmet yönünde son mutlu taşıyıcısı" gibi sıfatların hepsini yine tevazu maskesiyle "İstemem, yan cebime koy" kabilinden kabul etmiştir. talebelerinin Said Nursi için dizdikleri bu sıfatların gerçek ve Son Sahibi kendisi değil, Muhammed (Aleyhisselam)'dır
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
( 115. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI? (3 )
"RİSALE'İ NUR'UN TERCÜMANINA GELİNCE,,,,,,"
(Tarihçe-i Hayat, 579 )
Tercüman :
Tercüme eden, bir dilden başka bir dile çeviren, birisinin veya bir şeyin maksadını anlatmaya, bir şeyi tasvir ve ifadeye vasıta olan
(Yeğin, yeni lugat, 717 )
anlamlarına gelmektedir.
Dikkat edilirse açıklamada "Birisinin veya bir şeyin maksadını" ifadesi geçmektedir.
Risale'i Nur'da Said Nursi için kullanılan "tercüman" ifadesiyle, kendisinin veya kendi eserinin değil, başkasının veya başkasının eserinin tercümanlığının kast edildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Said Nursi "Peygamberimiz- Kur'an" ilişkisini şöyle açıklamaktadır.
VAHİY İKİ KISIMDIR.
Biri "vahyi sarihi"dir ki, Resul Ekrem (Aleyhisselam) onda sırf (sadece ) bir tercümandır, mubelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı Ehadisi Kutsiye gibi, ,,,, "Peygamberimiz Kur'an'ın tercümanıdır,mubelliğidir.
Bak, Mektubat 86, Ondokuzuncu mektup, mucizatı Ahmediye dördüncü nükteli işaret ikinci esas )
Nasıl ki, Kuranı Kerim Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellemin)in değil, Allah'ın kelâmıdır, O sadece tercümandır, mubelliğdir.
İşte, Risale'i Nur'da Said Nursi'nin eseri değildir.O da risale-i Nur'un tercümanıdır, mubelliğidir.
Zaten, Said Nursi de Risale-i Nur'un tümünün değil "Ekseriyeti mutlakasının, bir kısmının âni ve def-i olarak İhsan edildiğini, ihtiyarı haricinde yazdırıldığını beyan etmiştir."
Hem yazılan eserler, ekseriyeti mutlakası -hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, ruhumdan tevellüt eden bir hacete binaen âni ve defi olarak (ansızın- birdenbire, bir anda, hemen) İhsan edilmiş"
(Mektubat 353 354- Sikke-i tasdiki gaybi, 267 Barla Lahikası 12)
"İşte ihtiyar ve şuurumun dairesi haricinde, mezkür haletler ve Sergüzeşti hayatım ve ulumların enva'larındandaki hilafı adet ihtiyarsız tetebbuatım,
böyle bir netice-i kutsiyeye müncer olmak için, kuvvetli bir inayet-i ilahiye ve bir ikram-ı Rabbani olduğuna ben de şüphe bırakmamıştır"
( Mektubat 353 354)
CEVAP :
Her ne kadar Risale'i Nur'un Said Nursi'ye Allah tarafından vahiyedildiği açıkça söylenmiyorsa da, bu ifadelerin mazmunu (söylemek istediği şey )şudur.
Risale'i Nur, Said Nursi'nin eseri değildir, Onun ihtiyarıyla yazılmamış, Cenabı Hakk'ın lisanıyla yazdırılmıştır.
Semavidir, Arşidir, Said Nursi, Risale'i Nur'un ancak tercümanıdır.
Allahu Teala Kur'anı, Tevratı ve İncil'i insanlara Hidayet olarak olmak üzere inzal etmiş, indirmiştir.
Risaletü'n-nur da doğrudan doğruya Kur'an'ın feyzinden mülhemdir ve Sema-i Kur'an'iyeden ve ayâtın nücumundan yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor"
( Bak, Şualar 559- Sikke-i tasdiki gaybi, 97 Birinci Şua)
( 115. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI? (3 )
"RİSALE'İ NUR'UN TERCÜMANINA GELİNCE,,,,,,"
(Tarihçe-i Hayat, 579 )
Tercüman :
Tercüme eden, bir dilden başka bir dile çeviren, birisinin veya bir şeyin maksadını anlatmaya, bir şeyi tasvir ve ifadeye vasıta olan
(Yeğin, yeni lugat, 717 )
anlamlarına gelmektedir.
Dikkat edilirse açıklamada "Birisinin veya bir şeyin maksadını" ifadesi geçmektedir.
Risale'i Nur'da Said Nursi için kullanılan "tercüman" ifadesiyle, kendisinin veya kendi eserinin değil, başkasının veya başkasının eserinin tercümanlığının kast edildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Said Nursi "Peygamberimiz- Kur'an" ilişkisini şöyle açıklamaktadır.
VAHİY İKİ KISIMDIR.
Biri "vahyi sarihi"dir ki, Resul Ekrem (Aleyhisselam) onda sırf (sadece ) bir tercümandır, mubelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı Ehadisi Kutsiye gibi, ,,,, "Peygamberimiz Kur'an'ın tercümanıdır,mubelliğidir.
Bak, Mektubat 86, Ondokuzuncu mektup, mucizatı Ahmediye dördüncü nükteli işaret ikinci esas )
Nasıl ki, Kuranı Kerim Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellemin)in değil, Allah'ın kelâmıdır, O sadece tercümandır, mubelliğdir.
İşte, Risale'i Nur'da Said Nursi'nin eseri değildir.O da risale-i Nur'un tercümanıdır, mubelliğidir.
Zaten, Said Nursi de Risale-i Nur'un tümünün değil "Ekseriyeti mutlakasının, bir kısmının âni ve def-i olarak İhsan edildiğini, ihtiyarı haricinde yazdırıldığını beyan etmiştir."
Hem yazılan eserler, ekseriyeti mutlakası -hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, ruhumdan tevellüt eden bir hacete binaen âni ve defi olarak (ansızın- birdenbire, bir anda, hemen) İhsan edilmiş"
(Mektubat 353 354- Sikke-i tasdiki gaybi, 267 Barla Lahikası 12)
"İşte ihtiyar ve şuurumun dairesi haricinde, mezkür haletler ve Sergüzeşti hayatım ve ulumların enva'larındandaki hilafı adet ihtiyarsız tetebbuatım,
böyle bir netice-i kutsiyeye müncer olmak için, kuvvetli bir inayet-i ilahiye ve bir ikram-ı Rabbani olduğuna ben de şüphe bırakmamıştır"
( Mektubat 353 354)
CEVAP :
Her ne kadar Risale'i Nur'un Said Nursi'ye Allah tarafından vahiyedildiği açıkça söylenmiyorsa da, bu ifadelerin mazmunu (söylemek istediği şey )şudur.
Risale'i Nur, Said Nursi'nin eseri değildir, Onun ihtiyarıyla yazılmamış, Cenabı Hakk'ın lisanıyla yazdırılmıştır.
Semavidir, Arşidir, Said Nursi, Risale'i Nur'un ancak tercümanıdır.
Allahu Teala Kur'anı, Tevratı ve İncil'i insanlara Hidayet olarak olmak üzere inzal etmiş, indirmiştir.
Risaletü'n-nur da doğrudan doğruya Kur'an'ın feyzinden mülhemdir ve Sema-i Kur'an'iyeden ve ayâtın nücumundan yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor"
( Bak, Şualar 559- Sikke-i tasdiki gaybi, 97 Birinci Şua)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
(117. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?(5)
Şakirtleri Said Nursi'ye öylesine iman etmişlerdir ki, sarf ettikleri sözler arasındaki ilişkinin
"Elçi- yakın Ashabı) ilişkisi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.",,,, demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım.
Demek Hz imam-ı Ali'yi ağlatıp, Ömer'i şaşırtan, Ehlibeyti inletip, medine-i Münevvere'yi karartan o hal-i pür- melalin bir numunesi, âkıbet bizim bu garip başlarımıza da mı çöküyor.
Pek vakitsiz, pek erken değil mi Üstadım,,,,,, (Siracinnur 252, Hasan Feyzi'nin mersiyesi) Said Nursi'nin tabileri, Kıyamette bağımsız bir ümmet olarak kendisi ile beraber diriltilmekten de razıdırlar.
,,,,,,, Bu hadis-i Şerif, umumi ve lafzi beyanıyla bütün ulema-i islâmiyeyi gösterdiği halde, riyazi(Matematiksel) vechesiyle de, 1294' te besmele-i hayatına başlayan,
1344'te neşriyatı İlmiyesinin en faal devresini yaşayan, 1394' te nüfuzu ilmiyesinin en Şamil devresine ulaşacak olan bir zât-ı harikuladeyi göstermektedir.
Ve onun (Said Nursi'nin) etbaıyla (Tabileriyle- ona tâbi olanlarla ) beraber Kıyamette bir ümmeti müstakile (müstakil bir Ümmet) olarak ba's(Dirilecekleri ) buyurulacağını bildirmektedir.
( Tılsımlar mecmuası 179, Maide tul Kur'an kısmı Sani Dâlâlet ve işarât)
Said Nursi'nin talebeleri bunlarla da yetinmezler.
,,,,,,Böyle bir emri hak Vuku bulduğunda, seni nerede defnedeceğiz.
Konya'da Hz Mevlana da mı? Civarı Hz Eyüp te mi?
Yoksa Cennetül Mualla (Mekke'deki kabristan) veya Cennetül Baki de mi?
Bunu bize açıkça bildir.
Hayır Üstadım, gel biz seni Risale'i Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim.
Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim ve sevişelim.
Yahut bu ciheti," Allah'ın ruhunu kabzettiği her peygamber, ruhunu teslim ettiği yerde defnedilir" Hadis Âlisine havale ederek, vasiyetnamenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız (Siracü-Nur 253, Hasan Feyzi'nin mersiyesi)
(117. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?(5)
Şakirtleri Said Nursi'ye öylesine iman etmişlerdir ki, sarf ettikleri sözler arasındaki ilişkinin
"Elçi- yakın Ashabı) ilişkisi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.",,,, demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım.
Demek Hz imam-ı Ali'yi ağlatıp, Ömer'i şaşırtan, Ehlibeyti inletip, medine-i Münevvere'yi karartan o hal-i pür- melalin bir numunesi, âkıbet bizim bu garip başlarımıza da mı çöküyor.
Pek vakitsiz, pek erken değil mi Üstadım,,,,,, (Siracinnur 252, Hasan Feyzi'nin mersiyesi) Said Nursi'nin tabileri, Kıyamette bağımsız bir ümmet olarak kendisi ile beraber diriltilmekten de razıdırlar.
,,,,,,, Bu hadis-i Şerif, umumi ve lafzi beyanıyla bütün ulema-i islâmiyeyi gösterdiği halde, riyazi(Matematiksel) vechesiyle de, 1294' te besmele-i hayatına başlayan,
1344'te neşriyatı İlmiyesinin en faal devresini yaşayan, 1394' te nüfuzu ilmiyesinin en Şamil devresine ulaşacak olan bir zât-ı harikuladeyi göstermektedir.
Ve onun (Said Nursi'nin) etbaıyla (Tabileriyle- ona tâbi olanlarla ) beraber Kıyamette bir ümmeti müstakile (müstakil bir Ümmet) olarak ba's(Dirilecekleri ) buyurulacağını bildirmektedir.
( Tılsımlar mecmuası 179, Maide tul Kur'an kısmı Sani Dâlâlet ve işarât)
Said Nursi'nin talebeleri bunlarla da yetinmezler.
,,,,,,Böyle bir emri hak Vuku bulduğunda, seni nerede defnedeceğiz.
Konya'da Hz Mevlana da mı? Civarı Hz Eyüp te mi?
Yoksa Cennetül Mualla (Mekke'deki kabristan) veya Cennetül Baki de mi?
Bunu bize açıkça bildir.
Hayır Üstadım, gel biz seni Risale'i Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim.
Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim ve sevişelim.
Yahut bu ciheti," Allah'ın ruhunu kabzettiği her peygamber, ruhunu teslim ettiği yerde defnedilir" Hadis Âlisine havale ederek, vasiyetnamenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız (Siracü-Nur 253, Hasan Feyzi'nin mersiyesi)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 116. YAZI ) SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?( 4 )Kur'an-ı Mübin de kitapların "indirildiği, inzal edildiği" belirtilmektedir.İşte Risale'i Nur'da Kur'an'ın semasından, ayetlerin yıldızlarından inmektedir. Kur'an, kendinden önceki kitapları, Tevrat'ı İncil'i tasdik etmek için indirildiğine göre, Nur risaleleri de Kur'an'ı tasdik etmek için indirilmiştir. Nitekim Risale'i Nur'da bu konu bir Çok Kez tekrar edilmiştir.,,,,, Risale'i Nur'a hücum edilmez, O doğrudan doğruya Kur'an'a bağlanmış ve Kuran dahi arşı âzamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve kuvvetli ipleri çözsün (Siracinnur 188 Denizli müdafası) "Risale'i Nur Kur'an'ın malıdır. Kuran'ı hakim'den süzülmüştür. Kur'an ise Arşı Ferş'le bağlayan bir zinciri nuranidir.Kimin haddi var ki ona el uzatsın ( Tarihçe-i Hayat 651 )
Bilindiği gibi, Allah (Celle Celalühü) elçilerine davalarını ispat etmek üzere insanları aciz bırakan Mucizeler vermiştir. kur'an-ı Mübin, en büyük mucizedir. Risale'i Nur'da mucize-i kuraniyedir.(Bak Tarihçe-i Hayat 440 Emirdağ hayatı) "Mucizeler, diğer insanlar boyun eğip itaat etsinler için peygamberliğin delili olarak ancak peygamberlere verilir. Risale'i Nur'da Said Nursi'nin mucizesidir. Kalplerin ve akılların zapt edilerek ona itaat ettirilmesi istenmiştir" Ya rabbi,,,,,, Hz Musa'ya Denizi ve Hazreti İbrahim (Aleyhisselam)a ateşi ve Hazreti Davut (Aleyhisselam)a dağı, demiri ve Süleyman'a cinni ve insi ve Hz Muhammed (Aleyhisselam)a Şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale'i Nur'a kalpleri ve akılları Musahhar kıl " Tarihçe-i Hayat 376) Said Nursi'nin Nebi'lik hevesi, talebelerinin şunları söylemesine yol açmıştır. "Envarı Muhammediyeyi ve Maarifi Ahmediyeyi ve Füyuzatı şem-ı ilahiyi en Muşa'şa bir şekilde parlatması ve kur'ani ve hadisi olan işârâtı riyaziyenin kendisinde müntehi olması ve hitabatı Nebeviyeyi ifade eden Âyât-ı celilenin riyazı beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zat ( Said Nursi) hizmeti imaniye noktasında Risaletin bir mirat-ı mücellası ve şecere-i Risaletin bir son meyve-i Münevveri ve lisanı Risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı zisaadeti olduğuna şüphe yoktur"( Üçüncü medrese-i Yusufiyenin El huccetuz Zehra "ve Zühretün Nur "olan tek dersini dinleyen Nur şakirdleri namına Ahmet Feyzi, Ahmet Nazif, Zübeyir, Selahattin, Ceylan,( tabancalı) Sungur. Talebelerinin bu aşırı övgüsüne karşılık Said Nursi diyor ki " Benim hissemi haddimden yüz Derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesaret edemedim. Sükut ederek,o medhi, Risale-i Nur şakirtlerinin şahsı manevisi namına kabul ettim"( Tarihçe-i Hayat 580 Afyon hayatı Risale'i Nur nedir? )
CEVAP : Talebeleri tarafından kendisine "imana hizmet yönünden Nübüvvet'in bir cilalı aynası,Nübüvvet ağacının nurlandırılmış son meyvesi, Nübüvvet lisa'nınin vârislik noktasında son gerçek ağzı, ilahi ışığın imana hizmet yönünde son mutlu taşıyıcısı" gibi sıfatların hepsini yine tevazu maskesiyle "İstemem, yan cebime koy" kabilinden kabul etmiştir. talebelerinin Said Nursi için dizdikleri bu sıfatların gerçek ve Son Sahibi kendisi değil, Muhammed (Aleyhisselam)'dır
Bilindiği gibi, Allah (Celle Celalühü) elçilerine davalarını ispat etmek üzere insanları aciz bırakan Mucizeler vermiştir. kur'an-ı Mübin, en büyük mucizedir. Risale'i Nur'da mucize-i kuraniyedir.(Bak Tarihçe-i Hayat 440 Emirdağ hayatı) "Mucizeler, diğer insanlar boyun eğip itaat etsinler için peygamberliğin delili olarak ancak peygamberlere verilir. Risale'i Nur'da Said Nursi'nin mucizesidir. Kalplerin ve akılların zapt edilerek ona itaat ettirilmesi istenmiştir" Ya rabbi,,,,,, Hz Musa'ya Denizi ve Hazreti İbrahim (Aleyhisselam)a ateşi ve Hazreti Davut (Aleyhisselam)a dağı, demiri ve Süleyman'a cinni ve insi ve Hz Muhammed (Aleyhisselam)a Şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale'i Nur'a kalpleri ve akılları Musahhar kıl " Tarihçe-i Hayat 376) Said Nursi'nin Nebi'lik hevesi, talebelerinin şunları söylemesine yol açmıştır. "Envarı Muhammediyeyi ve Maarifi Ahmediyeyi ve Füyuzatı şem-ı ilahiyi en Muşa'şa bir şekilde parlatması ve kur'ani ve hadisi olan işârâtı riyaziyenin kendisinde müntehi olması ve hitabatı Nebeviyeyi ifade eden Âyât-ı celilenin riyazı beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zat ( Said Nursi) hizmeti imaniye noktasında Risaletin bir mirat-ı mücellası ve şecere-i Risaletin bir son meyve-i Münevveri ve lisanı Risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı zisaadeti olduğuna şüphe yoktur"( Üçüncü medrese-i Yusufiyenin El huccetuz Zehra "ve Zühretün Nur "olan tek dersini dinleyen Nur şakirdleri namına Ahmet Feyzi, Ahmet Nazif, Zübeyir, Selahattin, Ceylan,( tabancalı) Sungur. Talebelerinin bu aşırı övgüsüne karşılık Said Nursi diyor ki " Benim hissemi haddimden yüz Derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesaret edemedim. Sükut ederek,o medhi, Risale-i Nur şakirtlerinin şahsı manevisi namına kabul ettim"( Tarihçe-i Hayat 580 Afyon hayatı Risale'i Nur nedir? )
CEVAP : Talebeleri tarafından kendisine "imana hizmet yönünden Nübüvvet'in bir cilalı aynası,Nübüvvet ağacının nurlandırılmış son meyvesi, Nübüvvet lisa'nınin vârislik noktasında son gerçek ağzı, ilahi ışığın imana hizmet yönünde son mutlu taşıyıcısı" gibi sıfatların hepsini yine tevazu maskesiyle "İstemem, yan cebime koy" kabilinden kabul etmiştir. talebelerinin Said Nursi için dizdikleri bu sıfatların gerçek ve Son Sahibi kendisi değil, Muhammed (Aleyhisselam)'dır
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
( 114. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?
(2)
" Hem Mütedeyyin bir kadın, yine hadiseden sonra görüyor ki, Semavattan (göklerden ) mübarek kağıtlar yağıyor. soruyorlar:
Bu nedir?
"Rüyada demişler"
"Risale'i Nur'un sahifeleridir"
Yani, tabirce Risale'i Nur, Kur'an'ın tefsiri olduğu cihetle, vahyi Semavi olan Kur'an'ın semavi ve İlhami bir tefsiridir"
(Sikkei tasdiki gaybi 26 )
,,,,,Bu hakikatlardan anladım ki, Risale'i Nur, bu asrın insanları olan bizler için yazdırılmıştır"
(Mudafaalar 300, Afyon müdafası) Said Nursi,
Risale'i Nur'un kendi eseri olmadığını öylesine vurgulamaktadır ki, bu vurgu eserin kendisine nisbetini imkansız kılmaktadır, Kendisi de tam olarak Risale'i Nurdan bağlantısız olamayacağına göre, bu bağ onun tercümanlığı vasıtasıyla sağlanmıştır.
DİYOR Kİ:
" ,,,,,,Benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz, ,,,,,,,, bulunan bir adam,,,,,,,,, Risale'i Nura sahip değildir.Ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez.
Belki doğrudan doğruya Kur'an'ı Hakim'in bu zamanda bir nevi mucize-i maneviyesi olarak, rahmeti ilahiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşı ile beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmıştır.
Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş, Onun fikri ve ilmi ve zekasının eseri olmadığına delil,,,,,"
( Mektubat 362 363 yirmi sekizinci mektup)
( 114. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI?
(2)
" Hem Mütedeyyin bir kadın, yine hadiseden sonra görüyor ki, Semavattan (göklerden ) mübarek kağıtlar yağıyor. soruyorlar:
Bu nedir?
"Rüyada demişler"
"Risale'i Nur'un sahifeleridir"
Yani, tabirce Risale'i Nur, Kur'an'ın tefsiri olduğu cihetle, vahyi Semavi olan Kur'an'ın semavi ve İlhami bir tefsiridir"
(Sikkei tasdiki gaybi 26 )
,,,,,Bu hakikatlardan anladım ki, Risale'i Nur, bu asrın insanları olan bizler için yazdırılmıştır"
(Mudafaalar 300, Afyon müdafası) Said Nursi,
Risale'i Nur'un kendi eseri olmadığını öylesine vurgulamaktadır ki, bu vurgu eserin kendisine nisbetini imkansız kılmaktadır, Kendisi de tam olarak Risale'i Nurdan bağlantısız olamayacağına göre, bu bağ onun tercümanlığı vasıtasıyla sağlanmıştır.
DİYOR Kİ:
" ,,,,,,Benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz, ,,,,,,,, bulunan bir adam,,,,,,,,, Risale'i Nura sahip değildir.Ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez.
Belki doğrudan doğruya Kur'an'ı Hakim'in bu zamanda bir nevi mucize-i maneviyesi olarak, rahmeti ilahiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşı ile beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmıştır.
Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş, Onun fikri ve ilmi ve zekasının eseri olmadığına delil,,,,,"
( Mektubat 362 363 yirmi sekizinci mektup)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (113. YAZI )
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI? (1)
Bu bölümde, Sait Nursi'nin veya talebelerinin onun elçiliğini ima eden, hatta bunu, bazen imadan da öte bir tarzda iddia eden sözlerini ele aldık.Bilindiği gibi: Allahu Teala bir insanı nubuvvet veya Risalet yüklediğinde ona vahiyetmektedir.Yani Nübüvvet veya Risalet "Vahiy" ile başlamaktadır. Biz burada "Vahiy" kelimesini sözlük anlamında değil, tamamen istilahi ( terimsel) anlamda kullanmaktayız. "Zekeriya mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara gece gündüz Allah'a tesbih etmeyi vahyetti"( Meryem 11 ) Yani Elçiler haricindekilere (cansız arza, semaya, Bal arısına, meleklere, Hz İsa'nın havarilerine, Hz Musa'nın annesine edilen) ilahi vahiler konumuz dışındadır. Biz Allah (Celle celale) tarafından Elçilerine ulaştırılan vahyi kasdetmekteyiz.
Kişi, Allah tarafından gelen bu vahiyle Elçi olmaktadır. Elçi tebliğine söylediklerinin kendi sözü değil, Allah'ın sözü (kelamı) olduğunu açıkça ortaya koyarak başlamaktadır Yine elçi, Kendi söz ve görüşlerini Allah'ın kelamı ile asla karıştırmamaktadir.Bu görevi kendisine Allah'ın verdiğini ısrarla vurgulamaktadır. İşte bu vahyi kastediyoruz.Simdi bu anlatılanlar çerçevesinde aşağıdaki ifadeleri incelemeye çalışalım.
" RİSALE'İ NUR, Yirminci Asrın müslümanlarını ve bütün insanları koyu bir fikir karanlıklarından ve müthiş delalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyarıyla yazılmış değil, Cenabı Hakk'ın lisanı ile yazılmış bir eserdir"(Rehberler, 141, Gençlik Rehberi. -Risale'i Nur nedir? )
"Ey Risale'i Nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok," Ben, kimsenin malı değilim, Ben hiç bir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbani ve Kuraniyim. Ben layemut (ölümsüz olan Allah'ın) eserinden fışkıran kerametli bir nurum" (Mudafaalar 347 Afyon müdafası(
SAİD NURSİ'DE NEBİ'LİK İDDİASI VAR MIYDI? (1)
Bu bölümde, Sait Nursi'nin veya talebelerinin onun elçiliğini ima eden, hatta bunu, bazen imadan da öte bir tarzda iddia eden sözlerini ele aldık.Bilindiği gibi: Allahu Teala bir insanı nubuvvet veya Risalet yüklediğinde ona vahiyetmektedir.Yani Nübüvvet veya Risalet "Vahiy" ile başlamaktadır. Biz burada "Vahiy" kelimesini sözlük anlamında değil, tamamen istilahi ( terimsel) anlamda kullanmaktayız. "Zekeriya mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara gece gündüz Allah'a tesbih etmeyi vahyetti"( Meryem 11 ) Yani Elçiler haricindekilere (cansız arza, semaya, Bal arısına, meleklere, Hz İsa'nın havarilerine, Hz Musa'nın annesine edilen) ilahi vahiler konumuz dışındadır. Biz Allah (Celle celale) tarafından Elçilerine ulaştırılan vahyi kasdetmekteyiz.
Kişi, Allah tarafından gelen bu vahiyle Elçi olmaktadır. Elçi tebliğine söylediklerinin kendi sözü değil, Allah'ın sözü (kelamı) olduğunu açıkça ortaya koyarak başlamaktadır Yine elçi, Kendi söz ve görüşlerini Allah'ın kelamı ile asla karıştırmamaktadir.Bu görevi kendisine Allah'ın verdiğini ısrarla vurgulamaktadır. İşte bu vahyi kastediyoruz.Simdi bu anlatılanlar çerçevesinde aşağıdaki ifadeleri incelemeye çalışalım.
" RİSALE'İ NUR, Yirminci Asrın müslümanlarını ve bütün insanları koyu bir fikir karanlıklarından ve müthiş delalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyarıyla yazılmış değil, Cenabı Hakk'ın lisanı ile yazılmış bir eserdir"(Rehberler, 141, Gençlik Rehberi. -Risale'i Nur nedir? )
"Ey Risale'i Nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok," Ben, kimsenin malı değilim, Ben hiç bir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbani ve Kuraniyim. Ben layemut (ölümsüz olan Allah'ın) eserinden fışkıran kerametli bir nurum" (Mudafaalar 347 Afyon müdafası(
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 112. YAZI )
RİSALE'İ NUR VE DEPREMLER ( 2 )
,,,,,,,, ,Risale'i Nur, Anadolu'yu Cebeli cudi'de Hazreti Nuh (Aleyhisselam)'ın Sefinesi gibi ve Isparta ve Kastamonuyu âfat-ı semaviye ve arziyeden muhafazaya bir vesile olduğunu ve "bize ve risale-i Nur'a ilişmesinler, yoksa yakından bekleyen âfetlerin geleceklerini bilsinler, akıllarını başlarına alsınlar" Bu musibetten evvel tekrar ile söylüyordum. Ve size de o mektuplar gönderilmişti. Şimdi aldığım haber: Kastamonu, civarı ve kal'ası, Risale'i Nur'un Matemini tutmuş gibi Ağlamış ve zelzele ile sıtma tutmuş, İnşallah yine Risale'i Nura kavuşacak ve gülecek ve şükredecek"( Şualar 287, On üçüncü Şua Aziz Sıddık kardeşlerim) CEVAP : Said Nursi bu konuda o kadar emin ki yaşadığı dönemde neredeyse oluşan tüm tabii afet ve felaketleri kendilerine yapılan haksızlıklara bağlamıştır. Said Nursi Kuran'ı Kerim'i biraz bilseydi İslam şeriatında doğal afetlerin Allah'ın yeryüzüne yüklemiş olduğu kanunlardan başka hiçbir şey olmadığını anlardı.Dolayısıyla Said Nursi'nin bu söylediklerinin hiç bir manası yoktur.
Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.
Bulut olmadan yağmur yağmaz, Fay hattı olmayan bir yerde asla deprem olmaz.Fay hattı olmayan bir yerde deprem Olsaydı işte o zaman cezalandırma olurdu.
Said Nursi'nin deprem inancı doğru olsaydı, bugün, ABD, Rusya, Çin, İngiltere, İsrail, Beşar Esed,Zalim Arap Krallarının hiç biri olmaması gerekirdi.
RİSALE'İ NUR VE DEPREMLER ( 2 )
,,,,,,,, ,Risale'i Nur, Anadolu'yu Cebeli cudi'de Hazreti Nuh (Aleyhisselam)'ın Sefinesi gibi ve Isparta ve Kastamonuyu âfat-ı semaviye ve arziyeden muhafazaya bir vesile olduğunu ve "bize ve risale-i Nur'a ilişmesinler, yoksa yakından bekleyen âfetlerin geleceklerini bilsinler, akıllarını başlarına alsınlar" Bu musibetten evvel tekrar ile söylüyordum. Ve size de o mektuplar gönderilmişti. Şimdi aldığım haber: Kastamonu, civarı ve kal'ası, Risale'i Nur'un Matemini tutmuş gibi Ağlamış ve zelzele ile sıtma tutmuş, İnşallah yine Risale'i Nura kavuşacak ve gülecek ve şükredecek"( Şualar 287, On üçüncü Şua Aziz Sıddık kardeşlerim) CEVAP : Said Nursi bu konuda o kadar emin ki yaşadığı dönemde neredeyse oluşan tüm tabii afet ve felaketleri kendilerine yapılan haksızlıklara bağlamıştır. Said Nursi Kuran'ı Kerim'i biraz bilseydi İslam şeriatında doğal afetlerin Allah'ın yeryüzüne yüklemiş olduğu kanunlardan başka hiçbir şey olmadığını anlardı.Dolayısıyla Said Nursi'nin bu söylediklerinin hiç bir manası yoktur.
Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.
Bulut olmadan yağmur yağmaz, Fay hattı olmayan bir yerde asla deprem olmaz.Fay hattı olmayan bir yerde deprem Olsaydı işte o zaman cezalandırma olurdu.
Said Nursi'nin deprem inancı doğru olsaydı, bugün, ABD, Rusya, Çin, İngiltere, İsrail, Beşar Esed,Zalim Arap Krallarının hiç biri olmaması gerekirdi.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 111. YAZI )
RİSALE'İ NUR VE DEPREMLER :
"Ey Risale'i Nur!,,,,, sana ilişildiği zaman, anasır(Rüzgar, hava, güneş, ateş, su ) hiddet ederek, bazen yeller ve seller halinde ve bazen şiddetli yangın ve zelzeleler suretinde tokatlar vurduğundan, Sen koşup geldiğinde, mecruh (yaralı )ve mevtaları, "Şehit ve Yezid" diye iki sınıfa ayırıyorsun" (Zülfikar mecmuası 436, Zülfikarın Hatimesi ),,,,,,,,, Size ihtar ediyorum, Kur'an'a dayanan Risale'i Nur ile Mübareze etmeyiniz.O mağlup olmaz, bu memlekete yazık olur.( dört defa o Mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler," yazık olur" hükmünü ispat ettiler" (Siracinnur 168, Denizli müdafası) Ey efendiler! Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risale'i Nur şakirdlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve her biri zelzele dâhi tam taarruz zamanında gelmesi ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkumiyetimiz ile gelen semavi ve arzi belalardan Siz mesulsunuz "( Şualar 254)
CEVAP :Depremler Allah'ın büyük bir nimetidir. Depremler asla cezalandırma değildir. Su olmazsa canlılar, depremler olmazsa dünya yaşayamaz, bir çok canlı depremler sayesinde hayatta kalabiliyor.Bu konuda daha geniş bilgi isteyenler zaman tünelimizde bulunan "Depremler cezalandırma değildir "yazı serimize müracaat etmeleri rica olunur.
Dolayısıyla bu konuda da Said Nursi büyük bir cehalet,hurafe ve yanılgı içerisinde bulunuyor.
RİSALE'İ NUR VE DEPREMLER :
"Ey Risale'i Nur!,,,,, sana ilişildiği zaman, anasır(Rüzgar, hava, güneş, ateş, su ) hiddet ederek, bazen yeller ve seller halinde ve bazen şiddetli yangın ve zelzeleler suretinde tokatlar vurduğundan, Sen koşup geldiğinde, mecruh (yaralı )ve mevtaları, "Şehit ve Yezid" diye iki sınıfa ayırıyorsun" (Zülfikar mecmuası 436, Zülfikarın Hatimesi ),,,,,,,,, Size ihtar ediyorum, Kur'an'a dayanan Risale'i Nur ile Mübareze etmeyiniz.O mağlup olmaz, bu memlekete yazık olur.( dört defa o Mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler," yazık olur" hükmünü ispat ettiler" (Siracinnur 168, Denizli müdafası) Ey efendiler! Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risale'i Nur şakirdlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve her biri zelzele dâhi tam taarruz zamanında gelmesi ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkumiyetimiz ile gelen semavi ve arzi belalardan Siz mesulsunuz "( Şualar 254)
CEVAP :Depremler Allah'ın büyük bir nimetidir. Depremler asla cezalandırma değildir. Su olmazsa canlılar, depremler olmazsa dünya yaşayamaz, bir çok canlı depremler sayesinde hayatta kalabiliyor.Bu konuda daha geniş bilgi isteyenler zaman tünelimizde bulunan "Depremler cezalandırma değildir "yazı serimize müracaat etmeleri rica olunur.
Dolayısıyla bu konuda da Said Nursi büyük bir cehalet,hurafe ve yanılgı içerisinde bulunuyor.
KUR'AN'DA MUHAMMED ( ALEYHİSSELAM ) A SALAVAT GETİRMEK VAR MI? (2. YAZI )
Ayetin ikinci bölümündeki
"ve sellimu"emri teslimiyet, itaat kısmı sadece müminleredir.
Çünkü Allah ve melekleri Nebi'yi örnek alıp ona itaat etmeleri söz konusu olamaz.
"Teslim" sadece inananların yapabileceği bir eylemdir.
"Bugünkü Salatü Selam geleneği Müslümanların kendilerinden ürettiği bir kültürdür.
Harun Reşit zamanına kadar resmi yazışmalarda yalnızca
besmele yazılıyordu.İlk defa onun besmelenin yanına Şia'dan etkilenerek besmelenin yanına tesliye- salatu selamın yazılmasını emrettiği bilinmektedir.
Daha sonra hicri üçüncü asırdan itibaren edebiyat eserlerinde görüldüğü,
Hicri beşinci asırdan sonra da kitap başlarında besmelenin yanına yazılmaya başlandığı görülmektedir.
(M. Suat Mertoğlu, Salatü Selam madd. Diyanet İşleri Başkanlığı Ansiklopedisi C 36, sayfa 23)
Eğer erken dönemlerde Nebi'ye Salatü Selam getirmek geleneği olsaydı elimizdeki en eski belgeler bunu bize gösterecekti.
Sahabe Nebi'nin ismi her anıldığında bizim gibi salavat getirseydi, bununla ilgili yüzlerce rivayeti hadisçilerin
duymaması imkansızdı.Ister inanın ister inanmayın 6 Prof'un hazırlamış olduğu içinde büyük alim olarak görülen Hayrettin Karaman'ında bulunduğu Diyanet Vakfı Mealinde bu ayete aynen şu şekilde mana verilmiştir.
" Allah ve melekleri Peygambere çok salavat getirirler.
Ey müminler!
Sizde ona salavat getirin,,,,," 1400 yıllık bir yalan ve uydurma, iftira rivayetler var diye, insanların tepkilerinden korkarak manası en açık olan ayetleri gizleyelim mi?
Ne dersiniz? Eğer ayetin ikinci kısmındaki "Sallu"nun anlamı "salavat getirin"" salavat okuyun" ise aynı cümlenin başındaki aynı fiil ("yusallune" deki" salla" fiili) aynı anlama gelmek zorundadır.
O zaman da anlam hâşâ Diyanet'in verdiği anlam gibi
"Allah, kulu Muhammed'e salavat getirir, ona dua eder, ondan Yardım ister" olur.Sormak lazım, Allah dua mı eder?duaları kabul mu eder?
Ayetin ikinci bölümündeki
"ve sellimu"emri teslimiyet, itaat kısmı sadece müminleredir.
Çünkü Allah ve melekleri Nebi'yi örnek alıp ona itaat etmeleri söz konusu olamaz.
"Teslim" sadece inananların yapabileceği bir eylemdir.
"Bugünkü Salatü Selam geleneği Müslümanların kendilerinden ürettiği bir kültürdür.
Harun Reşit zamanına kadar resmi yazışmalarda yalnızca
besmele yazılıyordu.İlk defa onun besmelenin yanına Şia'dan etkilenerek besmelenin yanına tesliye- salatu selamın yazılmasını emrettiği bilinmektedir.
Daha sonra hicri üçüncü asırdan itibaren edebiyat eserlerinde görüldüğü,
Hicri beşinci asırdan sonra da kitap başlarında besmelenin yanına yazılmaya başlandığı görülmektedir.
(M. Suat Mertoğlu, Salatü Selam madd. Diyanet İşleri Başkanlığı Ansiklopedisi C 36, sayfa 23)
Eğer erken dönemlerde Nebi'ye Salatü Selam getirmek geleneği olsaydı elimizdeki en eski belgeler bunu bize gösterecekti.
Sahabe Nebi'nin ismi her anıldığında bizim gibi salavat getirseydi, bununla ilgili yüzlerce rivayeti hadisçilerin
duymaması imkansızdı.Ister inanın ister inanmayın 6 Prof'un hazırlamış olduğu içinde büyük alim olarak görülen Hayrettin Karaman'ında bulunduğu Diyanet Vakfı Mealinde bu ayete aynen şu şekilde mana verilmiştir.
" Allah ve melekleri Peygambere çok salavat getirirler.
Ey müminler!
Sizde ona salavat getirin,,,,," 1400 yıllık bir yalan ve uydurma, iftira rivayetler var diye, insanların tepkilerinden korkarak manası en açık olan ayetleri gizleyelim mi?
Ne dersiniz? Eğer ayetin ikinci kısmındaki "Sallu"nun anlamı "salavat getirin"" salavat okuyun" ise aynı cümlenin başındaki aynı fiil ("yusallune" deki" salla" fiili) aynı anlama gelmek zorundadır.
O zaman da anlam hâşâ Diyanet'in verdiği anlam gibi
"Allah, kulu Muhammed'e salavat getirir, ona dua eder, ondan Yardım ister" olur.Sormak lazım, Allah dua mı eder?duaları kabul mu eder?
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
(110. YAZI )
SAİD NURSİ NEDEN CUMA KILMAZDI :
,,,,,,,,,Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız zahiri bazı hatalarımı bahane edip ve yanlış olarak Risale'i Nur'u benim malım zannedip Risale'i Nur'un nurlarına perde çekmek, intişarına rekabet etmek için derler: "Said Cuma cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor" gibi tenkitleri var.
EL CEVAP :
"Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim, Bu iki meselede büyük mazeretlerin var.
EVVELA : Ben Şâfiiyim, Şâfi mezhebinde Cumanın bir şartı,kırk adam İmam arkasında fatiha okumaktır.
Daha başka şartlar da var. Onun için burada bana Cuma farz değil, ben mezheb-i Âzamiyi takliden, bâzen sünnet olarak kılıyordum"
( Emirdağ Lahikası 1, 45 yirmiyedinci mektuptan - Risale'i Nur'un zaif veya yeni şakirtlerini vesveseden kurtarmak için beyan ediyorum ki,,,,,,,,,"
SANİYEN :,,,,,, herkesin arkasında mezhebimce iktida edip namaz kılamıyorum ve okumakta yetişemiyorum ve daha Fatiha'nın yarısını okumadan, İmam rüküa gidiyor.
Bizde Fatiha okumak farzdır" Emirdağ Lahikası 1,45 )Hem camiye, cumaya gitmeye beni men -eden merdümgirizlik hastalığı, ,,,,,,(Emirdağ Lahikası 1,280 )
MERDUMGİRİZLIK:
insanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp Yalnızlık isteyen.(Yeğin yeni lugat, 411 ) CEVAP:
Said Nursi'nin Fıkıh Bilgisi sınırlı olduğundan dolayı bu konuda Onu mazur görüyoruz.
Aslında Said Nursi eseri Risale'i Nur külliyatına bu kadar hurafe ve uydurmayı alıp insanları yalanlara mahkum etmeseydi onun ibadetlerine karışma hakkımız olamazdı.
Fakat kendisi bütün bu hurafelere rağmen çok büyük bir değer ve önemli bir âlim olarak şöhret olmuştur.
İşte bu yüzden Kur'an'a aykırı inanç ve fikirlerini ortaya koymak zorundayız.
(110. YAZI )
SAİD NURSİ NEDEN CUMA KILMAZDI :
,,,,,,,,,Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız zahiri bazı hatalarımı bahane edip ve yanlış olarak Risale'i Nur'u benim malım zannedip Risale'i Nur'un nurlarına perde çekmek, intişarına rekabet etmek için derler: "Said Cuma cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor" gibi tenkitleri var.
EL CEVAP :
"Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim, Bu iki meselede büyük mazeretlerin var.
EVVELA : Ben Şâfiiyim, Şâfi mezhebinde Cumanın bir şartı,kırk adam İmam arkasında fatiha okumaktır.
Daha başka şartlar da var. Onun için burada bana Cuma farz değil, ben mezheb-i Âzamiyi takliden, bâzen sünnet olarak kılıyordum"
( Emirdağ Lahikası 1, 45 yirmiyedinci mektuptan - Risale'i Nur'un zaif veya yeni şakirtlerini vesveseden kurtarmak için beyan ediyorum ki,,,,,,,,,"
SANİYEN :,,,,,, herkesin arkasında mezhebimce iktida edip namaz kılamıyorum ve okumakta yetişemiyorum ve daha Fatiha'nın yarısını okumadan, İmam rüküa gidiyor.
Bizde Fatiha okumak farzdır" Emirdağ Lahikası 1,45 )Hem camiye, cumaya gitmeye beni men -eden merdümgirizlik hastalığı, ,,,,,,(Emirdağ Lahikası 1,280 )
MERDUMGİRİZLIK:
insanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp Yalnızlık isteyen.(Yeğin yeni lugat, 411 ) CEVAP:
Said Nursi'nin Fıkıh Bilgisi sınırlı olduğundan dolayı bu konuda Onu mazur görüyoruz.
Aslında Said Nursi eseri Risale'i Nur külliyatına bu kadar hurafe ve uydurmayı alıp insanları yalanlara mahkum etmeseydi onun ibadetlerine karışma hakkımız olamazdı.
Fakat kendisi bütün bu hurafelere rağmen çok büyük bir değer ve önemli bir âlim olarak şöhret olmuştur.
İşte bu yüzden Kur'an'a aykırı inanç ve fikirlerini ortaya koymak zorundayız.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (109. YAZI )
CEHENNEM İÇİNDE ÖZEL BİR CENNET (?)
Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında essah nedir? Elcevap: Ehli Teşeyyu (Şia ) imanına Kail, (Ebu Talib'in iman ettiğine inanır ) Ehli sünnetin ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen şudur ki: Ebu Talip, Resuli Ekrem (Aleyhisselam)'ın Risaletini değil, Şahsını,Zâtını gayet ciddi severdi. O'nun- o gayet ciddi- o şahsi şefkati ve muhabbet-i, Elbette zayi-e gitmeyecektir. Evet, Ciddi bir surette Cenabı hakkın habibi Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib'in, inkâra ve inada değil, belki hicap ve asabiyeti kavmiye gibi hissiyata binaen, Makul bir iman getirmemesi üzerine cehenneme gitse de, yine cehennemin içinde bir nevi hususi cenneti, onun hasenatına mükafeten halkedebilir.Kışta bazı yerde baharı halk ettiği gibi ve Zindanda- uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi Cehennemi, hususi bir cennete çevirebilir" (Mektubat 366, yirmi sekizinci mektup, sekizinci Risale olan,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,," CEVAP : Said Nursi, bu cevabında tamamen Muhyittin Arabiyi taklit etmiştir. Bu fikirler Muhyittini Arabiye aittir. Halbuki Allah'ın kitabına göz atan birinin kolay bir şekilde doğru yanıtını bulacağı yukarıdaki soru Said Nursi'nin verdiği cevapla çözüme muhtaç bir mesele haline getirilmiştir. Bu mesele için (Tevbe 113, 114- Kasas 56 ayetlerine bakılabilir)
CEHENNEM İÇİNDE ÖZEL BİR CENNET (?)
Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında essah nedir? Elcevap: Ehli Teşeyyu (Şia ) imanına Kail, (Ebu Talib'in iman ettiğine inanır ) Ehli sünnetin ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen şudur ki: Ebu Talip, Resuli Ekrem (Aleyhisselam)'ın Risaletini değil, Şahsını,Zâtını gayet ciddi severdi. O'nun- o gayet ciddi- o şahsi şefkati ve muhabbet-i, Elbette zayi-e gitmeyecektir. Evet, Ciddi bir surette Cenabı hakkın habibi Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib'in, inkâra ve inada değil, belki hicap ve asabiyeti kavmiye gibi hissiyata binaen, Makul bir iman getirmemesi üzerine cehenneme gitse de, yine cehennemin içinde bir nevi hususi cenneti, onun hasenatına mükafeten halkedebilir.Kışta bazı yerde baharı halk ettiği gibi ve Zindanda- uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi Cehennemi, hususi bir cennete çevirebilir" (Mektubat 366, yirmi sekizinci mektup, sekizinci Risale olan,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,," CEVAP : Said Nursi, bu cevabında tamamen Muhyittin Arabiyi taklit etmiştir. Bu fikirler Muhyittini Arabiye aittir. Halbuki Allah'ın kitabına göz atan birinin kolay bir şekilde doğru yanıtını bulacağı yukarıdaki soru Said Nursi'nin verdiği cevapla çözüme muhtaç bir mesele haline getirilmiştir. Bu mesele için (Tevbe 113, 114- Kasas 56 ayetlerine bakılabilir)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 108. YAZI )
SAİD NURSİ CEHENNEM'E GİRMEK İSTİYOR : DİYOR Kİ:
",,,,,, bütün kanaat ve kuvvetimle ehli imana bir hizmeti imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki - luzum olsa - ahiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevi bâki mertebelerini feda etmeği,hatta cehennemden bazı biçare ehli İmanları kurtarmaya vesile olmak için -luzum olsa- cenneti bırakıp cehenneme girmeği kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi"
( Şualar, 368 ondördüncü Şua)
"Mü'minin imanı kurtarmak için cehenneme atılmaya hazırım"
( Tarihçe-i Hayat 657- 658, Bediüzzaman ve Risale'i Nur)
" Birkaç adamın imanını kurtarmak için cehenneme girmeye hazırım"
(Sözler, 706 Teşrini sani (1950)
" Bu hizmete, yani ehli imanı dalaleti mutlakadan kurtarmağa, lüzum olsa, dünyevi hayat gibi,
uhrevi hayatımı da feda etmek bir saadet bilirim,binler dostlarım ve kardeşlerimin cennete girmeleri için, Cehennemi kabul ederim"
( Sikke-i tasdik-i gaybi 12, parlak fıkralar ve güzel mektuplar )
,",,,,,,,Kur'an'ı hakimin hakikatına, değil dünya saadetimi,belki lüzum olsa ahiret saadetimi dahi feda etmeye karar verdim"
( Rehberler, 158 Hanımlar Rehberi)
" Ben, cemiyetin imanını Kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de"
( Tarihçe-i Hayat 599 İsparta Hayatı) CEVAP :
Said Nursi'de gerçekten bir kararsızlık, bir beyin ve akıl bunalıklığı görmemek için insanın kör olması gerekir.
"Hz Ebubekir'e İsnat edilen uydurma sözü onaylayan, kendisine karşı yapılan haksızlıklara karşı muhaliflerini
cehennemle tehdit eden, daha sonra birkaç adamın imanını kurtarmak için cehenneme girmeye hazırım"
demek anlamı olmayan bir kahramanlık sergilemek değil mi? Bir kimse
"Ehl-i imana bir hizmeti imaniye yapmak, ehli imanı dalâleti mutlakadan kurtarmak, kur'an-ı hakîm'in hakikati"
için ahiret hayatını neden feda etsin? Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.
Ben bu sözlerden hiç bir şey anlamadım.
Bir insana Allah, bu hizmetlerinden dolayı ancak Cenneti ve ahiret mutluluğunu müjdelemiştir.
Ahiret hayatının feda edilmesi ne demektir? Bir kimse ancak Allah'ın emirlerine isyan ederse cehenneme girer,
daha doğrusu kimin cennete veya cehenneme gireceği kur'an-ı Mübin'de en ince detayına kadar açıklanmıştır.
Tarihte hiçbir âlim Said Nursi gibi bu şekilde anlamı olmayan sözler sarf etmemiştir. İmana ve Kuran'a hizmetten dolayı ahiret feda edilmez, aksine Cennet ve ahiret mutluluğu kazanılmış olur.
Bu hakikatı bilmeyen yoktur. Aynen şöyle söylüyor "Sonra ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim.
Gözümde ne Cennet Sevdası var, ne cehennem korkusu, cemiyetin,
yalnız 20 milyon Türk Cemiyeti'nin değil, yüzlerce milyon Bütün İslam cemiyetinin imanı namına bir
Said değil, bin Said feda olsun.
Kur'anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem cehennemin
alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, Gönlüm Gül- Gülistan olur"
(Tarihçe-i hayat 603 İsparta hayatı) Allah (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor "Rabbinizden gelecek olan mağfirete ve takva sahipleri için hazırlanan ,genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun "
(Âli İmran, 133 )
" Onların yüzünde nimetlerin sevincini görürsün. Kendilerine mühürlü Halis bir içki sunulur. Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. işte yarışanlar ancak bunun için yarışsınlar"
( Mutaffifin 24, 26)
Kur'an'ı Mübin'de Ahiret hayatının dehşetinden bütün akrabaların birbirinden kaçacağı, kişinin sadece kendisini kurtarmak için hanımını,
çocuklarını,
aşiretini ve bütün dünyadaki herkesi fidye olarak vermek isteyeceğini açık olarak gösteren onlarca ayet mevcuttur.
Yani, Kur'an'ın hakikatları karşısında, Said Nursi'nin bütün bu söylediklerinin hiç bir manası yoktur.
Said Nursi'nin iddia ettiklerini Allah'ın Elçileri bile söyleyemezler.
Allah'ın azap ve gazabı oyuncak değildir.
SAİD NURSİ CEHENNEM'E GİRMEK İSTİYOR : DİYOR Kİ:
",,,,,, bütün kanaat ve kuvvetimle ehli imana bir hizmeti imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki - luzum olsa - ahiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevi bâki mertebelerini feda etmeği,hatta cehennemden bazı biçare ehli İmanları kurtarmaya vesile olmak için -luzum olsa- cenneti bırakıp cehenneme girmeği kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi"
( Şualar, 368 ondördüncü Şua)
"Mü'minin imanı kurtarmak için cehenneme atılmaya hazırım"
( Tarihçe-i Hayat 657- 658, Bediüzzaman ve Risale'i Nur)
" Birkaç adamın imanını kurtarmak için cehenneme girmeye hazırım"
(Sözler, 706 Teşrini sani (1950)
" Bu hizmete, yani ehli imanı dalaleti mutlakadan kurtarmağa, lüzum olsa, dünyevi hayat gibi,
uhrevi hayatımı da feda etmek bir saadet bilirim,binler dostlarım ve kardeşlerimin cennete girmeleri için, Cehennemi kabul ederim"
( Sikke-i tasdik-i gaybi 12, parlak fıkralar ve güzel mektuplar )
,",,,,,,,Kur'an'ı hakimin hakikatına, değil dünya saadetimi,belki lüzum olsa ahiret saadetimi dahi feda etmeye karar verdim"
( Rehberler, 158 Hanımlar Rehberi)
" Ben, cemiyetin imanını Kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de"
( Tarihçe-i Hayat 599 İsparta Hayatı) CEVAP :
Said Nursi'de gerçekten bir kararsızlık, bir beyin ve akıl bunalıklığı görmemek için insanın kör olması gerekir.
"Hz Ebubekir'e İsnat edilen uydurma sözü onaylayan, kendisine karşı yapılan haksızlıklara karşı muhaliflerini
cehennemle tehdit eden, daha sonra birkaç adamın imanını kurtarmak için cehenneme girmeye hazırım"
demek anlamı olmayan bir kahramanlık sergilemek değil mi? Bir kimse
"Ehl-i imana bir hizmeti imaniye yapmak, ehli imanı dalâleti mutlakadan kurtarmak, kur'an-ı hakîm'in hakikati"
için ahiret hayatını neden feda etsin? Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.
Ben bu sözlerden hiç bir şey anlamadım.
Bir insana Allah, bu hizmetlerinden dolayı ancak Cenneti ve ahiret mutluluğunu müjdelemiştir.
Ahiret hayatının feda edilmesi ne demektir? Bir kimse ancak Allah'ın emirlerine isyan ederse cehenneme girer,
daha doğrusu kimin cennete veya cehenneme gireceği kur'an-ı Mübin'de en ince detayına kadar açıklanmıştır.
Tarihte hiçbir âlim Said Nursi gibi bu şekilde anlamı olmayan sözler sarf etmemiştir. İmana ve Kuran'a hizmetten dolayı ahiret feda edilmez, aksine Cennet ve ahiret mutluluğu kazanılmış olur.
Bu hakikatı bilmeyen yoktur. Aynen şöyle söylüyor "Sonra ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim.
Gözümde ne Cennet Sevdası var, ne cehennem korkusu, cemiyetin,
yalnız 20 milyon Türk Cemiyeti'nin değil, yüzlerce milyon Bütün İslam cemiyetinin imanı namına bir
Said değil, bin Said feda olsun.
Kur'anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem cehennemin
alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, Gönlüm Gül- Gülistan olur"
(Tarihçe-i hayat 603 İsparta hayatı) Allah (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor "Rabbinizden gelecek olan mağfirete ve takva sahipleri için hazırlanan ,genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun "
(Âli İmran, 133 )
" Onların yüzünde nimetlerin sevincini görürsün. Kendilerine mühürlü Halis bir içki sunulur. Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. işte yarışanlar ancak bunun için yarışsınlar"
( Mutaffifin 24, 26)
Kur'an'ı Mübin'de Ahiret hayatının dehşetinden bütün akrabaların birbirinden kaçacağı, kişinin sadece kendisini kurtarmak için hanımını,
çocuklarını,
aşiretini ve bütün dünyadaki herkesi fidye olarak vermek isteyeceğini açık olarak gösteren onlarca ayet mevcuttur.
Yani, Kur'an'ın hakikatları karşısında, Said Nursi'nin bütün bu söylediklerinin hiç bir manası yoktur.
Said Nursi'nin iddia ettiklerini Allah'ın Elçileri bile söyleyemezler.
Allah'ın azap ve gazabı oyuncak değildir.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (107. YAZI )
SAİD NURSİ DİYOR Kİ "Ve Sıddık-ı Ekber'in "Cehennemde vucudum büyüsün, tâ ki ehli imana yer bulunmasın "diye fedakarlıkta â'zami bir zerresini kazanmak fikriyle, biçare Said bütün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş. ( Rehberler, 159, 160, Hanımlar rehberi )
CEVAP Bunları söyleyen Said Nursi, kendine işkence edenler hakkında şunları söylüyor ",,,,,, fakat kur'an-ı hakîm'in feyzine ve işârâtına istinaden sizi titretmek için, size kat'i haber veriyorum ki: Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız! Kahhar bir el ile cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedi zulümata çabuk atılacaksınız! Arkamdan, pek çabuk sizin Nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzuru ilahide yakalarını tutacağım, Adaleti ilahiye, onları esfeli safiline atmakla intikamımı alacağım!,,,,Ey, din ve ahiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamınızı isterseniz, bana ilişmeyiniz!,,,,, İlişseniz İntikamım muzâaf (kat kat) bir sürette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i ilahiden Ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade Dine hizmet edecek ve Ölümüm başınıza bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! yapacağınız varsa, göreceğiniz da var!,,( Mektubat 408 yirmi dokuzuncu mektup, altıncı Risale olan altıncı kısmın zeyli ) Said Nursi, Hz.Ebubekir'e izafe ve iftira edilen uydurma sözden rahatsız olmaz, aynı zamanda onu onaylarken, değil yeryüzünü fesada veren ve binlerce masumun Yok olmasına, zulüm altında inlemesine vesile olanları, sadece kendisini tazyik eden ve Risale'i nura karşı gelenlere bütün gücüyle tehditler ediyor, kükremeye başlayıp İntikam çığlıkları atarak şunları söylüyor"Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir Hadise çıkarmak istiyordular.Bir ecnebi müdalelesi hesabına, ve müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfi bir tarzda, damarıma şiddetli dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tâzipleri, onlara dünyada tam zarar, ve ahirette, cehennem ve sakar, ve bize, dünyada mükemmel sevap ve Zafer: ve ahirette İnşallah cennet ve ab-i Kevser'i kazandırır"( Emirdağ Lahikası 1, 149 yirmiyedinci mektuptan),,,,,,,,, Yaşasın Zalimler için Cehennem" Titreyiniz! Haddiniz varsa ilişiniz"( Tarihçe-i Hayat 658 Bediüzzaman ve Risale'i Nur)
SAİD NURSİ DİYOR Kİ "Ve Sıddık-ı Ekber'in "Cehennemde vucudum büyüsün, tâ ki ehli imana yer bulunmasın "diye fedakarlıkta â'zami bir zerresini kazanmak fikriyle, biçare Said bütün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş. ( Rehberler, 159, 160, Hanımlar rehberi )
CEVAP Bunları söyleyen Said Nursi, kendine işkence edenler hakkında şunları söylüyor ",,,,,, fakat kur'an-ı hakîm'in feyzine ve işârâtına istinaden sizi titretmek için, size kat'i haber veriyorum ki: Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız! Kahhar bir el ile cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedi zulümata çabuk atılacaksınız! Arkamdan, pek çabuk sizin Nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzuru ilahide yakalarını tutacağım, Adaleti ilahiye, onları esfeli safiline atmakla intikamımı alacağım!,,,,Ey, din ve ahiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamınızı isterseniz, bana ilişmeyiniz!,,,,, İlişseniz İntikamım muzâaf (kat kat) bir sürette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i ilahiden Ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade Dine hizmet edecek ve Ölümüm başınıza bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! yapacağınız varsa, göreceğiniz da var!,,( Mektubat 408 yirmi dokuzuncu mektup, altıncı Risale olan altıncı kısmın zeyli ) Said Nursi, Hz.Ebubekir'e izafe ve iftira edilen uydurma sözden rahatsız olmaz, aynı zamanda onu onaylarken, değil yeryüzünü fesada veren ve binlerce masumun Yok olmasına, zulüm altında inlemesine vesile olanları, sadece kendisini tazyik eden ve Risale'i nura karşı gelenlere bütün gücüyle tehditler ediyor, kükremeye başlayıp İntikam çığlıkları atarak şunları söylüyor"Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir Hadise çıkarmak istiyordular.Bir ecnebi müdalelesi hesabına, ve müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfi bir tarzda, damarıma şiddetli dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tâzipleri, onlara dünyada tam zarar, ve ahirette, cehennem ve sakar, ve bize, dünyada mükemmel sevap ve Zafer: ve ahirette İnşallah cennet ve ab-i Kevser'i kazandırır"( Emirdağ Lahikası 1, 149 yirmiyedinci mektuptan),,,,,,,,, Yaşasın Zalimler için Cehennem" Titreyiniz! Haddiniz varsa ilişiniz"( Tarihçe-i Hayat 658 Bediüzzaman ve Risale'i Nur)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
(106. YAZI )
HZ.EBUBEKİR'E İSNAT EDİLEN BİR SÖZ
SAİD NURSİ DİYOR Kİ
" Sıddık-ı Ekber (radıyallahu anh ) demiştir ki : "Cehennemde vucudum o kadar büyüsün ki, Ehli imana yer kalmasın "
(Sözler 706 Teşrini sani 1950 )
Ve Sıddık-ı Ekber'in
"Cehennemde vucudum büyüsün, tâ ki ehli imana yer bulunmasın"
diye fedakarlıkta â'zami bir zerresini kazanmak fikriyle, biçare Said bütün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş "(Rehberler, 159,160, Hanımlar rehberi )
"Sıddık-ı Ekber (Radıyallahu anh ) dediği gibi "Müminler Cehenneme gitmemek için Allah'tan isterim, benim vucudum büyüsün ki, onların yerine azap çeksin "diye söylediği kudsi fedakarlığın, ,,,,,,
(Emirdağ Lahikası 11,137, yirmiyedinci mektuptan )
CEVAP :
Hz Ebubekir'e nisbet edilen bu söz vaizlerin Cami kürsülerinde, müelliflerin kitaplarında, Risale'i Nur'dakinden biraz farklı olarak şöyle nakledilmektedir.
"Resulullah'ın hicranıyle ciğerleri parça parça olacak şekilde yanan ve Allah'ına
"Yarabbi! Yarın Kıyamette benim vücudumu o derece büyüt ve sonra beni cehenneme at ki Onu yalnız ben doldurayım, başkasına yer kalmasın?" diye yalvaran,,,,,,,,,"
Bu hurafe ve Yalan söz birçok yönden Kuran'a aykırıdır.
Allah'ın kitabı olan Kuran'ı Mübin'e göre Ahirette cehennem azabının dehşetinden dolayı herkes birbirinden kaçar
"İşte o gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır"
(Abese 34, 37)
"Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir.Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" (Enam ,164 )
Daha önce dediğimiz gibi Allah'ın Elçileri Allah'tan cenneti istemişlerdi, Cehennem azabından Allah'a sığınmışlardı.
Cehennem azabından Allah'a sığınmak iyi kulların özelliklerinden sayılmıştır. " Bu nimetler,
Ey Rabbimiz!
iman ettik, bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru! diyen. Sabreden, Dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve Seher Vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir"
( Ali İmran 16, 17)
(Rahmanın Has kulları) şöyle derler. "Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden uzaklaştır.
Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır. Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir "
( Furkan 65, 66)
"Ey Rabb'imiz! iman ettik bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru"
( Ali İmran 16) (Bütün elçiler)" hayır işlerinde koşuşurlar umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar bize karşı derin saygı içindeydiler"
(Enbiya 90)
Güya Hz Ebubekir bunu insanlara olan merhametinden söylemiş.
Eğer cehenneme girene Merhamet edilecekse, Allah, merhametlilerin en merhametlisidir, Allah onlara merhamet ederdi.
Allah şöyle buyurur "Resulüm! hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı Sen mi kurtaracaksın! "
(Zümer, 19 )
Şia, Hz Ali, Hz Hasan, Hz Hüseyin, Hz Fatma, Ehli Beyt ve 12 imam hakkında hadisler uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi
Ehli sünnet'in yalancı muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için korkunç bir yalan ve uydurma rivayetlerle
Hz.Ebubekir, Hz Ömer, Osman ile alakalı onları yücelten binlerce hadis uydurmuşlardır. İşte bu uydurmada onlardan biridir.
Said Nursi büyük çelişkiler içindedir, inanç ve fikirlerinin bağlam ve bütünlüğü bulunmamakta, hiç bir sisteme sahip olmamaktadır.
Çünkü "Zalimler için yaşasın cehennem "diyen de odur.
Daha zalimlerle alakalı öyle şeyler söylüyor ki, onları yazarsam iş çok uzar.
Örnek olması açısından 107. Yazıda zalimlerle alakalı bir kaç sözünü ele alacağız.
(106. YAZI )
HZ.EBUBEKİR'E İSNAT EDİLEN BİR SÖZ
SAİD NURSİ DİYOR Kİ
" Sıddık-ı Ekber (radıyallahu anh ) demiştir ki : "Cehennemde vucudum o kadar büyüsün ki, Ehli imana yer kalmasın "
(Sözler 706 Teşrini sani 1950 )
Ve Sıddık-ı Ekber'in
"Cehennemde vucudum büyüsün, tâ ki ehli imana yer bulunmasın"
diye fedakarlıkta â'zami bir zerresini kazanmak fikriyle, biçare Said bütün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş "(Rehberler, 159,160, Hanımlar rehberi )
"Sıddık-ı Ekber (Radıyallahu anh ) dediği gibi "Müminler Cehenneme gitmemek için Allah'tan isterim, benim vucudum büyüsün ki, onların yerine azap çeksin "diye söylediği kudsi fedakarlığın, ,,,,,,
(Emirdağ Lahikası 11,137, yirmiyedinci mektuptan )
CEVAP :
Hz Ebubekir'e nisbet edilen bu söz vaizlerin Cami kürsülerinde, müelliflerin kitaplarında, Risale'i Nur'dakinden biraz farklı olarak şöyle nakledilmektedir.
"Resulullah'ın hicranıyle ciğerleri parça parça olacak şekilde yanan ve Allah'ına
"Yarabbi! Yarın Kıyamette benim vücudumu o derece büyüt ve sonra beni cehenneme at ki Onu yalnız ben doldurayım, başkasına yer kalmasın?" diye yalvaran,,,,,,,,,"
Bu hurafe ve Yalan söz birçok yönden Kuran'a aykırıdır.
Allah'ın kitabı olan Kuran'ı Mübin'e göre Ahirette cehennem azabının dehşetinden dolayı herkes birbirinden kaçar
"İşte o gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır"
(Abese 34, 37)
"Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir.Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" (Enam ,164 )
Daha önce dediğimiz gibi Allah'ın Elçileri Allah'tan cenneti istemişlerdi, Cehennem azabından Allah'a sığınmışlardı.
Cehennem azabından Allah'a sığınmak iyi kulların özelliklerinden sayılmıştır. " Bu nimetler,
Ey Rabbimiz!
iman ettik, bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru! diyen. Sabreden, Dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve Seher Vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir"
( Ali İmran 16, 17)
(Rahmanın Has kulları) şöyle derler. "Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden uzaklaştır.
Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır. Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir "
( Furkan 65, 66)
"Ey Rabb'imiz! iman ettik bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru"
( Ali İmran 16) (Bütün elçiler)" hayır işlerinde koşuşurlar umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar bize karşı derin saygı içindeydiler"
(Enbiya 90)
Güya Hz Ebubekir bunu insanlara olan merhametinden söylemiş.
Eğer cehenneme girene Merhamet edilecekse, Allah, merhametlilerin en merhametlisidir, Allah onlara merhamet ederdi.
Allah şöyle buyurur "Resulüm! hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı Sen mi kurtaracaksın! "
(Zümer, 19 )
Şia, Hz Ali, Hz Hasan, Hz Hüseyin, Hz Fatma, Ehli Beyt ve 12 imam hakkında hadisler uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi
Ehli sünnet'in yalancı muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için korkunç bir yalan ve uydurma rivayetlerle
Hz.Ebubekir, Hz Ömer, Osman ile alakalı onları yücelten binlerce hadis uydurmuşlardır. İşte bu uydurmada onlardan biridir.
Said Nursi büyük çelişkiler içindedir, inanç ve fikirlerinin bağlam ve bütünlüğü bulunmamakta, hiç bir sisteme sahip olmamaktadır.
Çünkü "Zalimler için yaşasın cehennem "diyen de odur.
Daha zalimlerle alakalı öyle şeyler söylüyor ki, onları yazarsam iş çok uzar.
Örnek olması açısından 107. Yazıda zalimlerle alakalı bir kaç sözünü ele alacağız.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (105. )
SAİD NURSİ VE EVLİYALARIN!!! GİRMEK İSTEMEDİĞİ CENNETİN KUR'AN'DA ANLATIMI :
" Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa O, gerçekten kurtuluşa ermiştir" (Ali İmran 185) (Resulüm!)Deki: Size, (dünyadaki) nefsani arzulardan, kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan, ekinlerden ve dünya hayatının geçici menfaatlerinden daha hayırlısını bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında Irmaklar akan ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır"( Ali İmran 14, 15)" İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele"( Bakara 25) Şimdi ben Rahman ve Rahim olan Allah'ın Kur'an'ı Mübin'in bine yakın ayeti kerimede anlattığı ve büyük önem verdiği Cennetle alakalı hangi ayeti yazıyım?
İşte size elçilerin en büyüklerinden olan Hz İbrahim (Aleyhisselam'ın) Allah'a olan yakarışı ve arzusu "Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum o'dur. Rabbim! bana Hikmet ver ve beni İyiler arasına kat. Bana,benden sonra gelecekler içinde iyilikle anılmak nasip eyle, beni Naim cennetinin varislerinden kıl "( Şuara 82, 85) İşte Allah Resulü'nün ve Mü'minlerin anlatıldığı bir ayet "Ey iman edenler! Samimi bir şekilde Allah'a dönün.Umulur ki rabbiniz sizin kötülüklerinizi Örter, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) Nurları aydınlatıp gider de "Ey Rabb'imiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin "derler (Tahrim, 8)
Ey Rabb'imiz! Hulul inancına sahip bâtıni müşriklerin aksine, senden cenneti talep ediyoruz. Sana yalvarıyoruz, bizi cehennem azabından muhafaza eyleyip, cennetini ihsan eyle.
SAİD NURSİ VE EVLİYALARIN!!! GİRMEK İSTEMEDİĞİ CENNETİN KUR'AN'DA ANLATIMI :
" Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa O, gerçekten kurtuluşa ermiştir" (Ali İmran 185) (Resulüm!)Deki: Size, (dünyadaki) nefsani arzulardan, kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan, ekinlerden ve dünya hayatının geçici menfaatlerinden daha hayırlısını bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında Irmaklar akan ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır"( Ali İmran 14, 15)" İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele"( Bakara 25) Şimdi ben Rahman ve Rahim olan Allah'ın Kur'an'ı Mübin'in bine yakın ayeti kerimede anlattığı ve büyük önem verdiği Cennetle alakalı hangi ayeti yazıyım?
İşte size elçilerin en büyüklerinden olan Hz İbrahim (Aleyhisselam'ın) Allah'a olan yakarışı ve arzusu "Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum o'dur. Rabbim! bana Hikmet ver ve beni İyiler arasına kat. Bana,benden sonra gelecekler içinde iyilikle anılmak nasip eyle, beni Naim cennetinin varislerinden kıl "( Şuara 82, 85) İşte Allah Resulü'nün ve Mü'minlerin anlatıldığı bir ayet "Ey iman edenler! Samimi bir şekilde Allah'a dönün.Umulur ki rabbiniz sizin kötülüklerinizi Örter, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) Nurları aydınlatıp gider de "Ey Rabb'imiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin "derler (Tahrim, 8)
Ey Rabb'imiz! Hulul inancına sahip bâtıni müşriklerin aksine, senden cenneti talep ediyoruz. Sana yalvarıyoruz, bizi cehennem azabından muhafaza eyleyip, cennetini ihsan eyle.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
( 104. YAZI )
SAİD NURSİ CENNETİ İSTEMİYOR.
DİYOR Kİ:
"Vedut "ismine mazhar bir kısım evliya : "Cennet'i istemiyoruz, Biz lem'a-ı muhabbeti ilâhiyye, ebeden bize kâfidir "demişler.
(Sözler. 584, otuz ikinci söz )
CEVAP :
Vedut anlamına gelen Mevedde, vudd mastarından gelir.
"Çok sevilen, habib" veya kendisine yönelene ve tövbe edene muhabbet eden" diye tarif edilmiştir.
VDD kökü, Kur'an'da değişik şekilleriyle 30 kadar yerde geçer. Fiil olarak kullanılışında, belli başlı iki mana ifade eder.
BİRİNCİSİ :
temenni sevgisidir. bu kısmının misalleri daha fazladır.
Mesela:
"Her biri (yahudilerden) ömrünün bin yıl olmasını sever (yani temenni eder)( Bakara, 96,Nisa, 102, Ali İmran 69)
Mücerret Sevgi anlamı ise, mesele şu ayette görülür.
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun, Allah'a ve Resûl'üne karşı çıkanlara Sevgi beslediklerini göremezsin,,,,,,"
( Mücadele 22)
Buna mukabil, mastar olarak kullanıldığı her yerde, mücerret Sevgi manasını haizdir "Umulur ki, Allah sizinle düşman olduğunuz kimseyle arasında bir sevgi (mevedde) meydana getirir. (Mümtehine 8)
"İnsanların Özellikle kadın- kocanın arasında sevgi meveddet ve şefkat yaratması da, Allah'ın ayetlerindendir"
( Rum21)
Şimdi de Allah'ın kimleri sevdiğini Kur'an'dan araştıralım. ,,,,,Allah Muhsinleri( iyilik edenleri) sever"( Bakara 195)" Allah şüphesiz muttakileri ( Takva sahiplerini) sever"
( Ali İmran 76)
"Allah sabredenleri sever"( Ali İmran 146)
"Allah şüphesiz Tevbe edenleri Sever, temizlenenleri sever"
( Bakara 222)
"Şüphesiz ki Allah, tuğlaları birbirine kenetlenmiş binalar gibi saf olarak Allah yolunda savaşanlar sever"
(Saf 2)
Allah'tan gelen bir nimeti ve mükafatı reddedip " istemiyorum" demek küstahlığın en büyüğüdür. Üstelik, bu Nimet küçümsenemeyecek Cennet olursa küstahlık daha da katmerleşir.
Hiç kuşkusuz bütün elçiler cenneti Allah'tan talep etmişlerdir.
Halbuki hiç kimse Allah'ı elçilerden daha fazla ne tanıyabilir, ne de Sevebilir.
İşte Said Nursi'nin
"Vedud" ismine mazhar bir kısım evliya" cenneti istemiyoruz, bir lem'a-ı muhabbeti ilahiye, ebeden bize kâfidir "dedikleri Cennet Kur'an'da nasıl anlatılır.
( 105. YAZI )
( 104. YAZI )
SAİD NURSİ CENNETİ İSTEMİYOR.
DİYOR Kİ:
"Vedut "ismine mazhar bir kısım evliya : "Cennet'i istemiyoruz, Biz lem'a-ı muhabbeti ilâhiyye, ebeden bize kâfidir "demişler.
(Sözler. 584, otuz ikinci söz )
CEVAP :
Vedut anlamına gelen Mevedde, vudd mastarından gelir.
"Çok sevilen, habib" veya kendisine yönelene ve tövbe edene muhabbet eden" diye tarif edilmiştir.
VDD kökü, Kur'an'da değişik şekilleriyle 30 kadar yerde geçer. Fiil olarak kullanılışında, belli başlı iki mana ifade eder.
BİRİNCİSİ :
temenni sevgisidir. bu kısmının misalleri daha fazladır.
Mesela:
"Her biri (yahudilerden) ömrünün bin yıl olmasını sever (yani temenni eder)( Bakara, 96,Nisa, 102, Ali İmran 69)
Mücerret Sevgi anlamı ise, mesele şu ayette görülür.
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun, Allah'a ve Resûl'üne karşı çıkanlara Sevgi beslediklerini göremezsin,,,,,,"
( Mücadele 22)
Buna mukabil, mastar olarak kullanıldığı her yerde, mücerret Sevgi manasını haizdir "Umulur ki, Allah sizinle düşman olduğunuz kimseyle arasında bir sevgi (mevedde) meydana getirir. (Mümtehine 8)
"İnsanların Özellikle kadın- kocanın arasında sevgi meveddet ve şefkat yaratması da, Allah'ın ayetlerindendir"
( Rum21)
Şimdi de Allah'ın kimleri sevdiğini Kur'an'dan araştıralım. ,,,,,Allah Muhsinleri( iyilik edenleri) sever"( Bakara 195)" Allah şüphesiz muttakileri ( Takva sahiplerini) sever"
( Ali İmran 76)
"Allah sabredenleri sever"( Ali İmran 146)
"Allah şüphesiz Tevbe edenleri Sever, temizlenenleri sever"
( Bakara 222)
"Şüphesiz ki Allah, tuğlaları birbirine kenetlenmiş binalar gibi saf olarak Allah yolunda savaşanlar sever"
(Saf 2)
Allah'tan gelen bir nimeti ve mükafatı reddedip " istemiyorum" demek küstahlığın en büyüğüdür. Üstelik, bu Nimet küçümsenemeyecek Cennet olursa küstahlık daha da katmerleşir.
Hiç kuşkusuz bütün elçiler cenneti Allah'tan talep etmişlerdir.
Halbuki hiç kimse Allah'ı elçilerden daha fazla ne tanıyabilir, ne de Sevebilir.
İşte Said Nursi'nin
"Vedud" ismine mazhar bir kısım evliya" cenneti istemiyoruz, bir lem'a-ı muhabbeti ilahiye, ebeden bize kâfidir "dedikleri Cennet Kur'an'da nasıl anlatılır.
( 105. YAZI )
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 103. YAZI )
ALLAH'TAN BAŞKASINDAN İSTIĞASE :
Müfrit Nurculardan Abdullah Yeğinin yeni lugatında:
GAVS : Yardım edici, Medet verici (Yeğin yeni lugat 171 )
MEDET : İnayet, yardım, imdat, eman (Yeğin yeni lugat 394 )
İMDAT : Yardım, yardıma yetişmek "yetişin, kurtarın "manasında da kullanılır.
Yardıma gönderilen kuvvet (Yeğin, yeni lugat, 271 )
İSTİMDAD : Medet ve yardım istemek (Yeğin, yeni lugat 297)
MUİN : Yardımcı (Yeni lugat 452 )Şeklinde açıklanmıştır ki, bunlar ele aldığımız konunun Risale'i Nur'da kullanılan anahtar kelimelerdir.
İSTİĞASENIN de hangi anlama geldiğini aynı eserden aktaralım.
Konu "dua "ile yakından alakalı olduğundan, önce bu kavram üzerinde durmak gerekmektedir.
"Dua" temelde "çağırmak" anlamındadır. "isim"le çağırmak da olduğundan kelimenin anlamı İçine "isimlendirmek" de girer. Müşrikler hak etmedikleri halde mabud edindiklerine " ilah"ismi verirler ve böylece şirk koşarlar, bu şekilde "İlah" olmayanlara " ilah " deme, onları "ilah" olarak çağırma "dua"dır. Müşrikler bu şekilde adlandırdıklarına yalvarırlar ve onlardan yardım dilerler, Oysa bu tür duanın onlara zarar'dan başa kazandıracağı hiçbir şey yoktur. ( Ali Ünal Kur'an'da temel kavramlar 497 498) Mu'cemul Mufehres'te "De'a" şöyle açıklanır. 1. çağırmak. 2.Zızlanarak zikretmek, temenni etmek( Ah, Yetiş, ölüm neredesin?) demek. 3. Dua etmek 4. ibadet etmek 5. yardım dilemek, Medet istemek 6. istemek,,,,,Mu'cemul müfehres 185) Konunun hemen başında, etrafındaki insanların Hizan Gavsına Medet ve yardım istemelerine karşın Said Nursi'nin, çocukluğunda, ceviz gibi önemsiz bir şey hususunda bile Gavsı Geylani'den yardım dilemesinin üzerinde durmak istiyoruz. Said Nursi, Şeyh Geylani'nin bin kez imdadına yetiştiğini yemin ederek belirtmektedir.Bu, Said Nursi'nin çocukken yaptığı şeyin doğru olduğunda yetişkinken de ısrar ettiğini göstermektedir. Said Nursi, Hizanlıların Şeyhinden değil de Geylani'den yardım dileyerek halka karşı gösterdiği muhalefetini, sanki ölülerden yardım dileyenlere mukabil diri ve ölümsüz (hayy ve lâyemut)olan Allah'tan yardım isteyen birinin muhalefeti gibi anlatmaktadır. Bunun şirk çukurundakileri gördüğü halde o çukura değil de başka bir şirk çukuruna atlamaktan bir farkı yoktur. Bu konuda birkaç ayeti kerimenin mealini vermeyi uygun görüyoruz.
"Ona kulluk et ve ona dayan"(Hud 123) "Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın"( Nisa 36)" İşte bunlar,Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilaha yalvarma, sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın" (İsra 39)" Yalnız ona tevekkül eder Ve yalnız ona yönelirim"( Hud 88) "Müminler ancak Allah'a dayansınlar " (İbrahim suresi 11) Dua ister ibadet duası, ister İhtiyaç ve yardım dileme duası olsun sadece Allah'a yapılır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır "De ki: ben Ancak Rabbime yalvarış ve hiçkimseyi ona ortak koşmam"( Cin Suresi 19, 20 )
" (Cennetlerde Nimet içinde olanlar Derler ki) Biz bundan önce yalnız ona yalvarırdık, çünkü, iyilik eden, rahim olan ancak O'dur" (Tur 28)( Rahman'ın Has kulları) Allah ile beraber başka ilah'a yalvarmazlar"( Furkan 68)" Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere yalvarma. Eğer bunu yaparsan o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun" (Yunus 106)" Allah ile beraber başka bir ilah'a yalvarma yoksa azap edilenlerden olursun"( Şuara 213)" Allah'ı bırakıp da Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sabık kim olabilir.( Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler" (Ahkaf, 5 ) Allah'ı birlemekte, ibadette ve yardım dilemekte dini ona Has kılmak, Kuran'ı Mübin'in pek çok yerinde dile getirilmiştir. Aslında bu, imanın ve Tevhid'in Odak noktasıdır. İslam'ın Evrensel mesajının Evveli ve nihayeti bu ilkelerdir.
Bu ilkeler topluca bir ayeti kerimede şöyle dile getirilir. "De ki: Benim tüm istek ve Arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve Ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah'a armağan olsun. Ulûhiyetinde onun ortağı yoktur. Ben işte bu Tevhid ile emrolundum, bu Ben varlığımı kayıtsız şartsız Allah'a teslim edenlerin öncüsü olacağım"( Enam 162. 163 )
ALLAH'TAN BAŞKASINDAN İSTIĞASE :
Müfrit Nurculardan Abdullah Yeğinin yeni lugatında:
GAVS : Yardım edici, Medet verici (Yeğin yeni lugat 171 )
MEDET : İnayet, yardım, imdat, eman (Yeğin yeni lugat 394 )
İMDAT : Yardım, yardıma yetişmek "yetişin, kurtarın "manasında da kullanılır.
Yardıma gönderilen kuvvet (Yeğin, yeni lugat, 271 )
İSTİMDAD : Medet ve yardım istemek (Yeğin, yeni lugat 297)
MUİN : Yardımcı (Yeni lugat 452 )Şeklinde açıklanmıştır ki, bunlar ele aldığımız konunun Risale'i Nur'da kullanılan anahtar kelimelerdir.
İSTİĞASENIN de hangi anlama geldiğini aynı eserden aktaralım.
Konu "dua "ile yakından alakalı olduğundan, önce bu kavram üzerinde durmak gerekmektedir.
"Dua" temelde "çağırmak" anlamındadır. "isim"le çağırmak da olduğundan kelimenin anlamı İçine "isimlendirmek" de girer. Müşrikler hak etmedikleri halde mabud edindiklerine " ilah"ismi verirler ve böylece şirk koşarlar, bu şekilde "İlah" olmayanlara " ilah " deme, onları "ilah" olarak çağırma "dua"dır. Müşrikler bu şekilde adlandırdıklarına yalvarırlar ve onlardan yardım dilerler, Oysa bu tür duanın onlara zarar'dan başa kazandıracağı hiçbir şey yoktur. ( Ali Ünal Kur'an'da temel kavramlar 497 498) Mu'cemul Mufehres'te "De'a" şöyle açıklanır. 1. çağırmak. 2.Zızlanarak zikretmek, temenni etmek( Ah, Yetiş, ölüm neredesin?) demek. 3. Dua etmek 4. ibadet etmek 5. yardım dilemek, Medet istemek 6. istemek,,,,,Mu'cemul müfehres 185) Konunun hemen başında, etrafındaki insanların Hizan Gavsına Medet ve yardım istemelerine karşın Said Nursi'nin, çocukluğunda, ceviz gibi önemsiz bir şey hususunda bile Gavsı Geylani'den yardım dilemesinin üzerinde durmak istiyoruz. Said Nursi, Şeyh Geylani'nin bin kez imdadına yetiştiğini yemin ederek belirtmektedir.Bu, Said Nursi'nin çocukken yaptığı şeyin doğru olduğunda yetişkinken de ısrar ettiğini göstermektedir. Said Nursi, Hizanlıların Şeyhinden değil de Geylani'den yardım dileyerek halka karşı gösterdiği muhalefetini, sanki ölülerden yardım dileyenlere mukabil diri ve ölümsüz (hayy ve lâyemut)olan Allah'tan yardım isteyen birinin muhalefeti gibi anlatmaktadır. Bunun şirk çukurundakileri gördüğü halde o çukura değil de başka bir şirk çukuruna atlamaktan bir farkı yoktur. Bu konuda birkaç ayeti kerimenin mealini vermeyi uygun görüyoruz.
"Ona kulluk et ve ona dayan"(Hud 123) "Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın"( Nisa 36)" İşte bunlar,Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilaha yalvarma, sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın" (İsra 39)" Yalnız ona tevekkül eder Ve yalnız ona yönelirim"( Hud 88) "Müminler ancak Allah'a dayansınlar " (İbrahim suresi 11) Dua ister ibadet duası, ister İhtiyaç ve yardım dileme duası olsun sadece Allah'a yapılır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır "De ki: ben Ancak Rabbime yalvarış ve hiçkimseyi ona ortak koşmam"( Cin Suresi 19, 20 )
" (Cennetlerde Nimet içinde olanlar Derler ki) Biz bundan önce yalnız ona yalvarırdık, çünkü, iyilik eden, rahim olan ancak O'dur" (Tur 28)( Rahman'ın Has kulları) Allah ile beraber başka ilah'a yalvarmazlar"( Furkan 68)" Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere yalvarma. Eğer bunu yaparsan o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun" (Yunus 106)" Allah ile beraber başka bir ilah'a yalvarma yoksa azap edilenlerden olursun"( Şuara 213)" Allah'ı bırakıp da Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sabık kim olabilir.( Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler" (Ahkaf, 5 ) Allah'ı birlemekte, ibadette ve yardım dilemekte dini ona Has kılmak, Kuran'ı Mübin'in pek çok yerinde dile getirilmiştir. Aslında bu, imanın ve Tevhid'in Odak noktasıdır. İslam'ın Evrensel mesajının Evveli ve nihayeti bu ilkelerdir.
Bu ilkeler topluca bir ayeti kerimede şöyle dile getirilir. "De ki: Benim tüm istek ve Arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve Ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah'a armağan olsun. Ulûhiyetinde onun ortağı yoktur. Ben işte bu Tevhid ile emrolundum, bu Ben varlığımı kayıtsız şartsız Allah'a teslim edenlerin öncüsü olacağım"( Enam 162. 163 )
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 102. YAZI )
SAİD NURSİ AYNEN ŞÖYLE DİYOR :
" Ben sekiz -dokuz yaşındayken, bütün Nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşi Tarikatında ve oraca meşhur Gavsi Hizan namıyla bir zattan istimdad ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak "Ya Gavsı Geylani" derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa "Ya şeyh! sana bir Fatiha, Sen benim şu şeyimi buldur" Aciptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hz Şeyh Himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle fatiha ve Ezkar (zikirler) ne kadar okumuş isem, Zât-ı Risaletten (Aleyhisselam) sonra şeyhi Geylaniye hediye ediliyordu"( Sikke-i TASDİKİ GAYBİ 179- sekizinci lem'a) -Allahümme Salli ve Sellim Ale-l gavsil Ekberi fi küllil usuri ve-l kutbil â'zami fi küllid -duhuri seyyidina Muhammedin, ,,,,, (Mektubat 432- yirmi dokuzuncu mektup) CEVAP : Konumuzu "Allah'tan başkasından İstiğase" olarak isimlendirmemizin nedeni, Risale'i Nur'da birden çok kişinin "Gavs" olarak nitelendirilip yardımlarının(?) zikredilmesidir ki, Gavs ve istigase aynı kökten gelir. Risale'i Nur'da aktardığımız salavatta Allah resulü (Aleyhisselam) "Gavsı Ekber" olarak vasıflandırılmış ki, Kur'an'daki salavat(Ahzab süresi 56. Ayet) "Nebiye yapılan yardım ve destek anlamında kullanılmıştır " Muhammed'e salavat çekme değil " Risale'i Nur'da Abdulkadir Geylani de "Gavsı Azam" diye nitelendirilmiş, Hz Ali ( ra) ve Âli Beyt'ten bazı kişilerin de "Gavs" oldukları iddia edilmiştir. Ayrıca Risale'i Nur'a göre Said Nursi'de "Gavsı Azam'dır"( tılsımlar mecmuası 191- Maide tül Kur'an) Bu İddia Tılsımlar mecmuasında Arabi harflerle yer alan "Metnu Maide'tul Kur'an risalesinde yer almaktadır)
DEVAM EDECEK :BU HAMUR ÇOK SU KALDIRACAK.
SAİD NURSİ AYNEN ŞÖYLE DİYOR :
" Ben sekiz -dokuz yaşındayken, bütün Nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşi Tarikatında ve oraca meşhur Gavsi Hizan namıyla bir zattan istimdad ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak "Ya Gavsı Geylani" derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa "Ya şeyh! sana bir Fatiha, Sen benim şu şeyimi buldur" Aciptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hz Şeyh Himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle fatiha ve Ezkar (zikirler) ne kadar okumuş isem, Zât-ı Risaletten (Aleyhisselam) sonra şeyhi Geylaniye hediye ediliyordu"( Sikke-i TASDİKİ GAYBİ 179- sekizinci lem'a) -Allahümme Salli ve Sellim Ale-l gavsil Ekberi fi küllil usuri ve-l kutbil â'zami fi küllid -duhuri seyyidina Muhammedin, ,,,,, (Mektubat 432- yirmi dokuzuncu mektup) CEVAP : Konumuzu "Allah'tan başkasından İstiğase" olarak isimlendirmemizin nedeni, Risale'i Nur'da birden çok kişinin "Gavs" olarak nitelendirilip yardımlarının(?) zikredilmesidir ki, Gavs ve istigase aynı kökten gelir. Risale'i Nur'da aktardığımız salavatta Allah resulü (Aleyhisselam) "Gavsı Ekber" olarak vasıflandırılmış ki, Kur'an'daki salavat(Ahzab süresi 56. Ayet) "Nebiye yapılan yardım ve destek anlamında kullanılmıştır " Muhammed'e salavat çekme değil " Risale'i Nur'da Abdulkadir Geylani de "Gavsı Azam" diye nitelendirilmiş, Hz Ali ( ra) ve Âli Beyt'ten bazı kişilerin de "Gavs" oldukları iddia edilmiştir. Ayrıca Risale'i Nur'a göre Said Nursi'de "Gavsı Azam'dır"( tılsımlar mecmuası 191- Maide tül Kur'an) Bu İddia Tılsımlar mecmuasında Arabi harflerle yer alan "Metnu Maide'tul Kur'an risalesinde yer almaktadır)
DEVAM EDECEK :BU HAMUR ÇOK SU KALDIRACAK.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (101. YAZI )
ALLAH'TAN BAŞKASINDAN İSTIĞASE(YARDIM )
,,,,,,,Peygamberimiz Hz Muhammed (aleyhisselam)dan İmdat ve risale-i Nur'un şahs-ı manevisinden Himmet dileyerek çalışıyoruz. Ziver Gündüzalp (Rehberler 140, gençlik rehberi Risale i Nur nedir?) Sevgili Peygamberimiz Resuli Ekrem (Aleyhisselam) Efendimiz, sizden üstadımıza ve Nur talebeleri kardeşlerimize iman ve Kur'an hizmetinde ebediyen muin ve yardımcısı olsun. Hayrunnisa, Seyyide, Emine, Fatma, !!(Rehberler 201, hanımlar rehberi- Hasan Feyzi, Halil İbrahim Misullu Nur'un kahramanları gibi İstanbul'da kadınlar taifesinden Nurlara harika bir alakadarlık gösteren hanımların mektubudur) Hz Esedullah ul Galip Ali İbni Ebu Talip (Radıyallahu anh ve kerremallahu vechehu ) kaside-i ercuze-i meşhüresinde der ki, "Fe imemâ nahnu ale-t- tahkiki avsun likülli kurbetin ve dikkin " yani biz Ali Beyt'ten her kuvvet ve şiddet zamanında birer Gavs çıkıp İmdat ediyor"( Sikke-i tasdiki gaybi, 168 Ondokuzuncu Lem'a)" Ene limuridi hafızan" ilmi cifir itibariyle makamı Ebced hesabıyla,bin üç yüz otuz altıyı ( 1336) gösterir. Demek Hz Gavs"Bu tarihte İstikbal'de gelecek müridini(Said Nursi ) Emri ilahi ile muhafaza edecek" diyor. müteaddit (sayısız) tehlikede Hz Gavsın gösterdiği tarihi Arabi itibariyle Hakikaten bir hıfzı ilahi İçinde bulunduğumu hissediyorum. Demek Cenabı Hak o kudsi ustadımı, bir melek siyanet gibi bana muhafız kılmış "( Sikke-i tasdiki gaybi 190 sekizinci lema) BU YALAN,HEPSİ ŞİRK VE HURAFELERE CEVABIM 1O2. YAZININ
DEVAMINDA GELECEK.
ALLAH'TAN BAŞKASINDAN İSTIĞASE(YARDIM )
,,,,,,,Peygamberimiz Hz Muhammed (aleyhisselam)dan İmdat ve risale-i Nur'un şahs-ı manevisinden Himmet dileyerek çalışıyoruz. Ziver Gündüzalp (Rehberler 140, gençlik rehberi Risale i Nur nedir?) Sevgili Peygamberimiz Resuli Ekrem (Aleyhisselam) Efendimiz, sizden üstadımıza ve Nur talebeleri kardeşlerimize iman ve Kur'an hizmetinde ebediyen muin ve yardımcısı olsun. Hayrunnisa, Seyyide, Emine, Fatma, !!(Rehberler 201, hanımlar rehberi- Hasan Feyzi, Halil İbrahim Misullu Nur'un kahramanları gibi İstanbul'da kadınlar taifesinden Nurlara harika bir alakadarlık gösteren hanımların mektubudur) Hz Esedullah ul Galip Ali İbni Ebu Talip (Radıyallahu anh ve kerremallahu vechehu ) kaside-i ercuze-i meşhüresinde der ki, "Fe imemâ nahnu ale-t- tahkiki avsun likülli kurbetin ve dikkin " yani biz Ali Beyt'ten her kuvvet ve şiddet zamanında birer Gavs çıkıp İmdat ediyor"( Sikke-i tasdiki gaybi, 168 Ondokuzuncu Lem'a)" Ene limuridi hafızan" ilmi cifir itibariyle makamı Ebced hesabıyla,bin üç yüz otuz altıyı ( 1336) gösterir. Demek Hz Gavs"Bu tarihte İstikbal'de gelecek müridini(Said Nursi ) Emri ilahi ile muhafaza edecek" diyor. müteaddit (sayısız) tehlikede Hz Gavsın gösterdiği tarihi Arabi itibariyle Hakikaten bir hıfzı ilahi İçinde bulunduğumu hissediyorum. Demek Cenabı Hak o kudsi ustadımı, bir melek siyanet gibi bana muhafız kılmış "( Sikke-i tasdiki gaybi 190 sekizinci lema) BU YALAN,HEPSİ ŞİRK VE HURAFELERE CEVABIM 1O2. YAZININ
DEVAMINDA GELECEK.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (100. YAZI )
KİŞİ AYNI ANDA BİRDEN FAZLA YERDE BULUNABİLIRMİ?
Bizim bu konuyu bu bölüm altında ele almamızın nedeni, Said Nursi'nin ölülerin tasarrufuna ve kişinin aynı anda birden fazla yerde bulunmasına ilişkin sözlerinin hem aynı noktaya varması, hem de bunu ölülerin tasarrufuna bir delil olarak ileri sürmesidir. Ayrıca, Said Nursi bu başlık altında toplamaya çalıştığımız sözlerinde akidevi yönden incelenmesi gereken birçok mesele vardır.Diyor ki ",,,,,,,,, Velilerin Abdal'ı, çok yerlede bir anda Zuhur eder, görünür"( Sözler 657 Lemaat- temessülün aksamı muhtelifedir, Lemaat 25),,,,, Hatta evliyadan, ziyade ruhaniyet kesbeden ve Abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş, aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş"( Sözler, 178 Tılsımlar mecmuası) CEVAP : Said Nursi'nin bu söylediklerinin doğru olduğuna dair hiçbir ayet ve akli delil bulunmamaktadır. Bu çeşit iddialar hurafecilerin zırvalarından başka hiçbir değer ifade etmemektedir.Ölümlerinden sonra kabirleri başında veya uzaktan Allah'ın elçilerine ve diğer kullara dua edip yakaranlar, aynen Yıldızlara yakaran ve Meleklerle elçileri rapler edinenler gibi, Allah'tan başkasına dua eden Müşriklerdendir. Allah( cc)Kuran'da şöyle buyuruyor "El açıp yalvarmaya layık olan ancak Allah'tır. Onun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şekilde karşılayamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe)su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır"( Ra'd suresi,ayet,14)
KİŞİ AYNI ANDA BİRDEN FAZLA YERDE BULUNABİLIRMİ?
Bizim bu konuyu bu bölüm altında ele almamızın nedeni, Said Nursi'nin ölülerin tasarrufuna ve kişinin aynı anda birden fazla yerde bulunmasına ilişkin sözlerinin hem aynı noktaya varması, hem de bunu ölülerin tasarrufuna bir delil olarak ileri sürmesidir. Ayrıca, Said Nursi bu başlık altında toplamaya çalıştığımız sözlerinde akidevi yönden incelenmesi gereken birçok mesele vardır.Diyor ki ",,,,,,,,, Velilerin Abdal'ı, çok yerlede bir anda Zuhur eder, görünür"( Sözler 657 Lemaat- temessülün aksamı muhtelifedir, Lemaat 25),,,,, Hatta evliyadan, ziyade ruhaniyet kesbeden ve Abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş, aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş"( Sözler, 178 Tılsımlar mecmuası) CEVAP : Said Nursi'nin bu söylediklerinin doğru olduğuna dair hiçbir ayet ve akli delil bulunmamaktadır. Bu çeşit iddialar hurafecilerin zırvalarından başka hiçbir değer ifade etmemektedir.Ölümlerinden sonra kabirleri başında veya uzaktan Allah'ın elçilerine ve diğer kullara dua edip yakaranlar, aynen Yıldızlara yakaran ve Meleklerle elçileri rapler edinenler gibi, Allah'tan başkasına dua eden Müşriklerdendir. Allah( cc)Kuran'da şöyle buyuruyor "El açıp yalvarmaya layık olan ancak Allah'tır. Onun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şekilde karşılayamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe)su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır"( Ra'd suresi,ayet,14)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (99. YAZI )
DÜNDEN DEVAM
"Müşriklerin ona koştukları İlahları mı hayırlı, yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir İlah mı var! Ne kadar da az düşünüyorsunuz. "(Neml, 62)
"Ey müşrikler! Allah ile beraber yalvardıklarınız sizler gibi kullardır. (Onların size yardımları konusunda )doğru iseniz.Onları çağırın da size cevap versinler! "(Araf, 194 )
Şah Veliyullah Dihlevi, şirki şöyle tanımlar. Şirk, Allah'a mahsus olan sıfatlardan herhangi birini,münezzeh ve yüce Allah'tan başkasına isnad etmektir.
Bu sıfatlar Kün Feye Kün ("ol " der olur)
ile tabir edilen irade ile âlemde tasarruf etmek, yahut hastaya şifa icadı, rızkını daraltacak, yahut öfke sebebiyle onu hasta yapacak, yahut bedbaht edecek derecede bir şahsa lanet etme ve gücenme, öfkelenme, yahut bir şahsa rızkını genişletecek, bedenine sağlık verecek, kendini Mesut kılacak derecede rahmet etmek gibi sıfatlardır. (Dihlevi, Feyzul Kebir, 6)
Yüce Allah şöyle buyuruyor "O,bir hükümde bulunmak istedi mi ona sadece "ol "der. (O da oluverir )oluşum sürecine girer "(Meryem, 35 )
Risale'i Nur'da sadece Allah'a ait olan bir çok sıfat ile kulları da vasıflandırılmıstır.
Bu ise Kur'an tarafından sayısız ayette şirk olarak görülmüştür.
DÜNDEN DEVAM
"Müşriklerin ona koştukları İlahları mı hayırlı, yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir İlah mı var! Ne kadar da az düşünüyorsunuz. "(Neml, 62)
"Ey müşrikler! Allah ile beraber yalvardıklarınız sizler gibi kullardır. (Onların size yardımları konusunda )doğru iseniz.Onları çağırın da size cevap versinler! "(Araf, 194 )
Şah Veliyullah Dihlevi, şirki şöyle tanımlar. Şirk, Allah'a mahsus olan sıfatlardan herhangi birini,münezzeh ve yüce Allah'tan başkasına isnad etmektir.
Bu sıfatlar Kün Feye Kün ("ol " der olur)
ile tabir edilen irade ile âlemde tasarruf etmek, yahut hastaya şifa icadı, rızkını daraltacak, yahut öfke sebebiyle onu hasta yapacak, yahut bedbaht edecek derecede bir şahsa lanet etme ve gücenme, öfkelenme, yahut bir şahsa rızkını genişletecek, bedenine sağlık verecek, kendini Mesut kılacak derecede rahmet etmek gibi sıfatlardır. (Dihlevi, Feyzul Kebir, 6)
Yüce Allah şöyle buyuruyor "O,bir hükümde bulunmak istedi mi ona sadece "ol "der. (O da oluverir )oluşum sürecine girer "(Meryem, 35 )
Risale'i Nur'da sadece Allah'a ait olan bir çok sıfat ile kulları da vasıflandırılmıstır.
Bu ise Kur'an tarafından sayısız ayette şirk olarak görülmüştür.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (98. YAZI )
RİSALE'İ NUR'DA İTİKADİ MESELELER :
SAİD NURSİ DİYOR Kİ
" Hz şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları ehli velayetçe kabul edilen(öldükten sonra da dünyada tasarruf etmeye gücü yeten) üç evliya-yı Azime'nin en azami o
Hz. Gavsı Geylani'dir"( Sikke-i tasdiki gaybi 15, 16 parlak fıkralar ve güzel mektuplar, Şamlı Hafız Tevfik)
" Hz Ali (radıyallahu anh) o mucizevâri kerametiyle ve Hz Gavsı Azam (kaddesallahu sırrahu) harika Kerameti gaybiyesiyle sizlere, bu sırrı İhlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar.
Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlas'a binaen gelir.
Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz ) onuncu Lem'adaki Şefkat tokatlarını tahattur ediniz "
( Rehberler 261, Lemalar 162, Yirminci Lem'a- İhlas hakkında)
,,,,,,,, ruhanileri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hatta ölmüş evliyaların çoklarının ruhlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakim-i Zülcelal,,,,,,,"
( Mektubat 54, on beşinci mektup, dördüncü sualinizin meali)
Hatta şehitlerin Efendisi olan Hz Hamza (Radıyallahu Anh) mükerrer vakıatla kendine iltica ( Sığınan)adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi çok vakıatla, bu tabaka-ı hayat tenvir ve ispat edilmiş"
(Mektubat, 6. Birinci mektup dördüncü tabaka-i hayat)
CEVAP :
Yukarıda geçen sözlerin hepsi hurafe, yalan, uydurma, hatta bir çok şirki içinde barındırmaktadır.
Bakın Allah (cc ) ne buyuruyor.
"Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan, onu hamd ile tesbih et, kullarının günahlarını onun bilmesi yeter"
( Furkan 58) "O,
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir.O, Hüküm ve hikmet sahibidir.
Her şeyden haberdardır."
( Enam 18)
" Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine ondan başka giderecek yoktur.
Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek yoktur.
O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve o bağışlayandır, esirgeyendir"
(Yunus 107)" Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz.
Onun tuttuğunu Ondan sonra salıverecek de yoktur.
O, üstündür, hikmet sahibidir."
(Fatır, 2)
Bu ayetler gibi Yüzlerce ayet vardır ki, Said Nursi ve Talebelerinin
Risale'i Nur külliyatında ortaya koydukları hurafe ve yalanları çöpe atar.
RİSALE'İ NUR'DA İTİKADİ MESELELER :
SAİD NURSİ DİYOR Kİ
" Hz şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları ehli velayetçe kabul edilen(öldükten sonra da dünyada tasarruf etmeye gücü yeten) üç evliya-yı Azime'nin en azami o
Hz. Gavsı Geylani'dir"( Sikke-i tasdiki gaybi 15, 16 parlak fıkralar ve güzel mektuplar, Şamlı Hafız Tevfik)
" Hz Ali (radıyallahu anh) o mucizevâri kerametiyle ve Hz Gavsı Azam (kaddesallahu sırrahu) harika Kerameti gaybiyesiyle sizlere, bu sırrı İhlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar.
Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlas'a binaen gelir.
Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz ) onuncu Lem'adaki Şefkat tokatlarını tahattur ediniz "
( Rehberler 261, Lemalar 162, Yirminci Lem'a- İhlas hakkında)
,,,,,,,, ruhanileri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hatta ölmüş evliyaların çoklarının ruhlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakim-i Zülcelal,,,,,,,"
( Mektubat 54, on beşinci mektup, dördüncü sualinizin meali)
Hatta şehitlerin Efendisi olan Hz Hamza (Radıyallahu Anh) mükerrer vakıatla kendine iltica ( Sığınan)adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi çok vakıatla, bu tabaka-ı hayat tenvir ve ispat edilmiş"
(Mektubat, 6. Birinci mektup dördüncü tabaka-i hayat)
CEVAP :
Yukarıda geçen sözlerin hepsi hurafe, yalan, uydurma, hatta bir çok şirki içinde barındırmaktadır.
Bakın Allah (cc ) ne buyuruyor.
"Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan, onu hamd ile tesbih et, kullarının günahlarını onun bilmesi yeter"
( Furkan 58) "O,
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir.O, Hüküm ve hikmet sahibidir.
Her şeyden haberdardır."
( Enam 18)
" Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine ondan başka giderecek yoktur.
Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek yoktur.
O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve o bağışlayandır, esirgeyendir"
(Yunus 107)" Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz.
Onun tuttuğunu Ondan sonra salıverecek de yoktur.
O, üstündür, hikmet sahibidir."
(Fatır, 2)
Bu ayetler gibi Yüzlerce ayet vardır ki, Said Nursi ve Talebelerinin
Risale'i Nur külliyatında ortaya koydukları hurafe ve yalanları çöpe atar.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (97. YAZI )
RİSALE'İ NUR'DA İTIKÂDİ MESELELER :
" Özellikle, Allah adamı Hz Abdulkadir, Gavsı Azam "ol" der "olur" dairesinin kutbu,,,
( Barla Lahikası 234,
Yirmiyedinci mektuptan- Galip'in Fârisi fıkrası Kerameti Gavsiye münasebetiyle yazılmıştır)" Hz Mevlana( ks)Hindistan'dan Tariki Nakşiyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi,
( herhalde bölgesi demek istiyor, veya tarikat Merkezi) Şâh-ı Geylani'nin (Ks ) ba'delmamat (Ölümünden sonra bile ) hayatta olduğu gibi tasarrufunda idi.
Hz Mevlana'nın (kaddesallahu sırrahu) tasarrufu cây-ı kabul göremedi.
Şâhı Nakşibent'le ( kaddesallahu sırrahu) imamı Rabbani'nin (kaddesallahu sırruhu) ruhaniyetleri Bağdat'a gelip Şâhı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki :
Mevlana Halit (kaddesallahu sırrahu)
0senin evladındır,onu kabul et, Şâhı Geylani (kaddesallahu sırrahu) onların İltimasını kabul ederek Mevlana Halidi kabul etmiş, ondan sonra birden
Mevlana Halid (kaddesallahu sırrahu) parlamış" (Şöhret olmuş)
CEVAP : Şimdi bu yukarıdaki cümleleri değil bir ilim adamı aklı başında bulunan birisi söyleyebilir mi ?
Yukarıdaki inanç ve fikirlerin hepsi sahibini Kur'an ve Tevhid dairesinden büsbütün çıkarıp Şirk'in bataklığında boğulmasına sebep olur.
Ne demek
"Şâhı Nakşibent'le imam-ı Rabbani'nin Ruhları Bağdad'a gelip Şâhı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki,
Mevlana Halid senin evladındır kabul et, Şâhı Geylani onların iltimasın kabul ederek Mevlana Hâlid-i kabul etmiş"
Bu, Kur'an ahlakı , ilim, hikmet, akıl ve tefekkürden uzak cehalete gülermisin, ağlarmısın.
Bir de, Said Nursi ve Talebelerine göre " Abdulkadir Geylani "ol "der hemen olur muş"
Yani Said Nursi ve Nurcuların inancına bakacak olursak Abdulkadir Geylani (Hâşâ)Allah gibi kâinatta tasarruf yetkisine sahiptir.
Halbuki Kur'ana göre ancak Allah "ol" dediği zaman her şey olur.
Çünkü kainattaki tek tasarruf sahibi Allah'tır.
Buna inanmayan kim olursa olsun müşriktir,
RİSALE'İ NUR'DA İTIKÂDİ MESELELER :
" Özellikle, Allah adamı Hz Abdulkadir, Gavsı Azam "ol" der "olur" dairesinin kutbu,,,
( Barla Lahikası 234,
Yirmiyedinci mektuptan- Galip'in Fârisi fıkrası Kerameti Gavsiye münasebetiyle yazılmıştır)" Hz Mevlana( ks)Hindistan'dan Tariki Nakşiyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi,
( herhalde bölgesi demek istiyor, veya tarikat Merkezi) Şâh-ı Geylani'nin (Ks ) ba'delmamat (Ölümünden sonra bile ) hayatta olduğu gibi tasarrufunda idi.
Hz Mevlana'nın (kaddesallahu sırrahu) tasarrufu cây-ı kabul göremedi.
Şâhı Nakşibent'le ( kaddesallahu sırrahu) imamı Rabbani'nin (kaddesallahu sırruhu) ruhaniyetleri Bağdat'a gelip Şâhı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki :
Mevlana Halit (kaddesallahu sırrahu)
0senin evladındır,onu kabul et, Şâhı Geylani (kaddesallahu sırrahu) onların İltimasını kabul ederek Mevlana Halidi kabul etmiş, ondan sonra birden
Mevlana Halid (kaddesallahu sırrahu) parlamış" (Şöhret olmuş)
CEVAP : Şimdi bu yukarıdaki cümleleri değil bir ilim adamı aklı başında bulunan birisi söyleyebilir mi ?
Yukarıdaki inanç ve fikirlerin hepsi sahibini Kur'an ve Tevhid dairesinden büsbütün çıkarıp Şirk'in bataklığında boğulmasına sebep olur.
Ne demek
"Şâhı Nakşibent'le imam-ı Rabbani'nin Ruhları Bağdad'a gelip Şâhı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki,
Mevlana Halid senin evladındır kabul et, Şâhı Geylani onların iltimasın kabul ederek Mevlana Hâlid-i kabul etmiş"
Bu, Kur'an ahlakı , ilim, hikmet, akıl ve tefekkürden uzak cehalete gülermisin, ağlarmısın.
Bir de, Said Nursi ve Talebelerine göre " Abdulkadir Geylani "ol "der hemen olur muş"
Yani Said Nursi ve Nurcuların inancına bakacak olursak Abdulkadir Geylani (Hâşâ)Allah gibi kâinatta tasarruf yetkisine sahiptir.
Halbuki Kur'ana göre ancak Allah "ol" dediği zaman her şey olur.
Çünkü kainattaki tek tasarruf sahibi Allah'tır.
Buna inanmayan kim olursa olsun müşriktir,
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR
( 96. YAZI ) Said Nursi diyor ki,
"EĞER BU ZÂT (ASM )OLMASA İDİ KAİNAT OLMAZDI"
"Eğer bu Zat (asm) olmasa idi Kainat da olmazdı" mealinde "Lev lâke levlâk" olan Hadisi Kutsi,,,,,,,,( Mesnevi Nuriye :22, reşhalar Beşinci Reşha)
"Eğer o olmasaydı, o saadeti ebediye olmazdı ve cennetine her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmiyeceklerdi, bir cihette sahipsiz virane kalacaktı"
( Mektubat 281)
"Ehli İslam'ın ve nev-i beşerin medar-ı fahri ve bütün mevcudatın sebebi hilkati ve bütün füyuzatı ilahiyenin mazharı ve Âli Peygamberin,,,,
(Tarihçe-i Hayat 585, Isparta Hayatı)
"Evet, Madem ki kainatın halkına sebep olan Nebiyyi Efham (sallallahu aleyhi ve sellem)Efendimiz Hazretleri"
( Barla Lahikası 81, yirmiyedinci mektuptan)" "Bütün eşya ve eflaki senin için yarattım habibim!" fermanına karşı"
(Zülfikar mecmuası 441, zülfikarın Hatimesi)
"Parlattı cihanı bu güzel nuru Muhammed (Aleyhisselam)
Halk olmazsa, olmaz idi bir zerre ve bir fert. (Sikke-i tasdik-i gaybi 251)
CEVAP:
Dünyanın en yalan ve uydurma eserlerden biri olan Risale'i Nur'da birçok kez tekrarlanan bu hurafe rivayetler, hurafe kitaplar ve bazı İmam arkadaşların vaazları ve hutbeleri vasıtasıyla Kur'an'a vâkıf olmayan halk arasında yaygınlaşmış ve karşı gelinmesi zor inançlardan olmuştur.
Kur'an ilim ve ahlakından uzak bu rivayetlerin tümü cehalet ve ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Bu rivayetlerin hepsi İlmi ciddiyetten ve Kur'an İslam'ından uzak, yalan, uydurma Allah ve Resulüne büyük bir iftira ve akılsızca bir hezeyandır.
( 96. YAZI ) Said Nursi diyor ki,
"EĞER BU ZÂT (ASM )OLMASA İDİ KAİNAT OLMAZDI"
"Eğer bu Zat (asm) olmasa idi Kainat da olmazdı" mealinde "Lev lâke levlâk" olan Hadisi Kutsi,,,,,,,,( Mesnevi Nuriye :22, reşhalar Beşinci Reşha)
"Eğer o olmasaydı, o saadeti ebediye olmazdı ve cennetine her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmiyeceklerdi, bir cihette sahipsiz virane kalacaktı"
( Mektubat 281)
"Ehli İslam'ın ve nev-i beşerin medar-ı fahri ve bütün mevcudatın sebebi hilkati ve bütün füyuzatı ilahiyenin mazharı ve Âli Peygamberin,,,,
(Tarihçe-i Hayat 585, Isparta Hayatı)
"Evet, Madem ki kainatın halkına sebep olan Nebiyyi Efham (sallallahu aleyhi ve sellem)Efendimiz Hazretleri"
( Barla Lahikası 81, yirmiyedinci mektuptan)" "Bütün eşya ve eflaki senin için yarattım habibim!" fermanına karşı"
(Zülfikar mecmuası 441, zülfikarın Hatimesi)
"Parlattı cihanı bu güzel nuru Muhammed (Aleyhisselam)
Halk olmazsa, olmaz idi bir zerre ve bir fert. (Sikke-i tasdik-i gaybi 251)
CEVAP:
Dünyanın en yalan ve uydurma eserlerden biri olan Risale'i Nur'da birçok kez tekrarlanan bu hurafe rivayetler, hurafe kitaplar ve bazı İmam arkadaşların vaazları ve hutbeleri vasıtasıyla Kur'an'a vâkıf olmayan halk arasında yaygınlaşmış ve karşı gelinmesi zor inançlardan olmuştur.
Kur'an ilim ve ahlakından uzak bu rivayetlerin tümü cehalet ve ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Bu rivayetlerin hepsi İlmi ciddiyetten ve Kur'an İslam'ından uzak, yalan, uydurma Allah ve Resulüne büyük bir iftira ve akılsızca bir hezeyandır.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 95. YAZI )
Tasavvufçuların inancına göre Hz Muhammed (Aleyhisselam) taayyün( belli olan, meydana çıkan, beliren)lerin ilkidir.
Ve Hz İsa'nın üstünde Baba Allah'tan başka bir şey bulunmadığı gibi, Hz Muhammed'in üstünde de zat'ı ehadiyetten başka bir şey yoktur.
Bunu ispatlamak için de, kainatın ve içindeki her şeyin Hz Muhammed'in nurundan yaratıldığını ve dolayısıyla ilk olarak da Muhammed'in nurunun yaratıldığını iddia etmişlerdir.
Aslında Kur'an'ı bilen ve zerre kadar ilmi olan Resulullah (as)dan böyle sözlerin sadır olmayacağını bilir.
Allah Resulü'nün olmadığı bir zamanda nasıl olur da bütün kainat onun nurundan yaratılmış olabilir.
Makam ve mertebesi ne olursa olsun hiç bir beşer nurdan yaratılmamıştır.
Yaratılış bakımından Allah Resulü ile diğer insanlar arasında hiçbir fark olmadığını cahil, ahmak ve müşrik olmayan herkes bilir.
Allah, kur'an-ı Mübin de şöyle buyuruyor.
"İşte sana da böylece emrimizden bir ruh vahyettik,
Sen kitap nedir, İman nedir bilmezdin"
( Şura 52)
"Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı?
seni yolunu şaşırmış (ne yapacağını bilmez) halde bulup doğru yola iletmedi mi?"
(Duha 6, 7)
" De ki: Ben, Yalnızca sizin gibi bir beşerim,( şu var ki) bana, ilahınızın, sadece bir tek ilah olduğu vahyolunuyor"
( Kehf 110)
Bütün bu âyetlere rağmen Said Nursi şunları söylemektedir.
,,,,,,,Mahiyeti nuru ve hüviyeti Nuraniye olan Hz Muhammed (Aleyhisselam) (Sözler, 178- tılsımlar mecmuası, 29)
"Ahmet yaratılmış o büyük Nuru Ehaddan, Her zerrede nurdur,o ezelden hem ebedden, Bir nur ki odur hem lâ yetanâhi, Ol Fahri Cihan Hazreti mahbubi İlâhi.
(Sikke-i tasdiki gaybi 251, parlak fıkralar ve güzel mektuplar)
CEVAP :
Yani Said Nursi,
Allah Resulü'nün mahiyetinin Nur olduğunu iddia etmekte, talebelerinden birinin yazdığı şiirde de Allah Resulü'nün Allah'ın nurundan yaratıldığını söylemektedir.
Peki kur'an-ı Mübin bu konuda ne buyuruyor "Deki: Rabbimi tenzih ederim.
Ben, Elçi olan bir beşerden başka neyim ki?"( İsra 93 )
Allah Resulü (Aleyhisselam) Her insan gibi hastalık, açlık, susuzluk,
Elem, ızdırap, lezzet, Acı, Hayat ve ölüm ibi olayları yaşamıştır.
Ölümüne yakın hastalığında tek başına ayağa kalkıp mescide gidecek takati kendisine bulamamış,
Hz Ali ile Hz Abbas'ın kolları arasında Mescide kadar götürülebilmiştir.
Allah Resulü ve diğer elçilerin kafir ve Müşrikler tarafından yalanlanmalarının en önemli sebeplerinden birisi, Melek değil İnsan olmalarıdır
"Kendilerine hidayet gelince, insanların iman etmelerine engel olan şey "Allah elçi olarak bir insanı mı gönderdi? demeleridir
"(İsra, 94)
Bu ayeti kerime gibi ayetler çoktur, kısa kesiyoruz.
Tasavvufçuların inancına göre Hz Muhammed (Aleyhisselam) taayyün( belli olan, meydana çıkan, beliren)lerin ilkidir.
Ve Hz İsa'nın üstünde Baba Allah'tan başka bir şey bulunmadığı gibi, Hz Muhammed'in üstünde de zat'ı ehadiyetten başka bir şey yoktur.
Bunu ispatlamak için de, kainatın ve içindeki her şeyin Hz Muhammed'in nurundan yaratıldığını ve dolayısıyla ilk olarak da Muhammed'in nurunun yaratıldığını iddia etmişlerdir.
Aslında Kur'an'ı bilen ve zerre kadar ilmi olan Resulullah (as)dan böyle sözlerin sadır olmayacağını bilir.
Allah Resulü'nün olmadığı bir zamanda nasıl olur da bütün kainat onun nurundan yaratılmış olabilir.
Makam ve mertebesi ne olursa olsun hiç bir beşer nurdan yaratılmamıştır.
Yaratılış bakımından Allah Resulü ile diğer insanlar arasında hiçbir fark olmadığını cahil, ahmak ve müşrik olmayan herkes bilir.
Allah, kur'an-ı Mübin de şöyle buyuruyor.
"İşte sana da böylece emrimizden bir ruh vahyettik,
Sen kitap nedir, İman nedir bilmezdin"
( Şura 52)
"Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı?
seni yolunu şaşırmış (ne yapacağını bilmez) halde bulup doğru yola iletmedi mi?"
(Duha 6, 7)
" De ki: Ben, Yalnızca sizin gibi bir beşerim,( şu var ki) bana, ilahınızın, sadece bir tek ilah olduğu vahyolunuyor"
( Kehf 110)
Bütün bu âyetlere rağmen Said Nursi şunları söylemektedir.
,,,,,,,Mahiyeti nuru ve hüviyeti Nuraniye olan Hz Muhammed (Aleyhisselam) (Sözler, 178- tılsımlar mecmuası, 29)
"Ahmet yaratılmış o büyük Nuru Ehaddan, Her zerrede nurdur,o ezelden hem ebedden, Bir nur ki odur hem lâ yetanâhi, Ol Fahri Cihan Hazreti mahbubi İlâhi.
(Sikke-i tasdiki gaybi 251, parlak fıkralar ve güzel mektuplar)
CEVAP :
Yani Said Nursi,
Allah Resulü'nün mahiyetinin Nur olduğunu iddia etmekte, talebelerinden birinin yazdığı şiirde de Allah Resulü'nün Allah'ın nurundan yaratıldığını söylemektedir.
Peki kur'an-ı Mübin bu konuda ne buyuruyor "Deki: Rabbimi tenzih ederim.
Ben, Elçi olan bir beşerden başka neyim ki?"( İsra 93 )
Allah Resulü (Aleyhisselam) Her insan gibi hastalık, açlık, susuzluk,
Elem, ızdırap, lezzet, Acı, Hayat ve ölüm ibi olayları yaşamıştır.
Ölümüne yakın hastalığında tek başına ayağa kalkıp mescide gidecek takati kendisine bulamamış,
Hz Ali ile Hz Abbas'ın kolları arasında Mescide kadar götürülebilmiştir.
Allah Resulü ve diğer elçilerin kafir ve Müşrikler tarafından yalanlanmalarının en önemli sebeplerinden birisi, Melek değil İnsan olmalarıdır
"Kendilerine hidayet gelince, insanların iman etmelerine engel olan şey "Allah elçi olarak bir insanı mı gönderdi? demeleridir
"(İsra, 94)
Bu ayeti kerime gibi ayetler çoktur, kısa kesiyoruz.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR ( 94. YAZI )
ALLAH'IN İLK YARATTIĞI ŞEY NURUMDUR RİVAYETİ :
Allah'ın ilk olarak Allah rasûlü'nün nurunu yaratmış olduğu, hulul inancına sahip batıniler tarafından uydurulduğundan asla şüphe yoktur. Said Nursi,
bu uydurma rivayeti kainatın Hz Muhammed'in nurundan yaratıldığı iddiasına bir dayanak ve basamak olması için nakletmiştir.
Said Nursi devamla ",,,,,,Nur'u Muhammedi'yeden( Aleyhisselam) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile Şems'in O nur'un mâcun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.
Bu safhayı delâletiyle te'yit eden "Allah'ın ilk yarattığı şey benim durumdur" olan hadisi şerifidir.
( Sözler 542, 543 otuz birinci söz üçüncü esas) CEVAP: Yaratılış hakkında Kur'an'da birçok ayeti kerime vardır ki, birkaçı şöyledir.
"Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir"
(Enam 101)"
Şu küfredenler bilmezler mi ki, Gökler ve yer bitişik idi de Biz onları ayırdık ve bütün canlı şeyleri sudan yarattık,,,,,,"( Enbiya 30)
" Allah her canlıyı sudan yarattı, onlardan kimi karnı üzerinde, kimi iki ayak üstünde, Kimi de dört ayak üstünde yürür.
Allah dilediğini yaratır.
Çünkü Allah herşeye kadirdir"(Nur, 45 )
Hulul inancına sahip müşrik tasavvufçulara ait bu inançları ve sözleri
Kur'an'dan destekleyen tek kelime olsun göstermek mümkün değildir.
Batınilik ve Vahdeti Vücut telakkisinden kaynaklanan bu sözler, aslında temel olarak Hristiyanlık ve kadim şirk inançlara dayanmaktadır.
(DEVAM EDECEK )
ALLAH'IN İLK YARATTIĞI ŞEY NURUMDUR RİVAYETİ :
Allah'ın ilk olarak Allah rasûlü'nün nurunu yaratmış olduğu, hulul inancına sahip batıniler tarafından uydurulduğundan asla şüphe yoktur. Said Nursi,
bu uydurma rivayeti kainatın Hz Muhammed'in nurundan yaratıldığı iddiasına bir dayanak ve basamak olması için nakletmiştir.
Said Nursi devamla ",,,,,,Nur'u Muhammedi'yeden( Aleyhisselam) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile Şems'in O nur'un mâcun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.
Bu safhayı delâletiyle te'yit eden "Allah'ın ilk yarattığı şey benim durumdur" olan hadisi şerifidir.
( Sözler 542, 543 otuz birinci söz üçüncü esas) CEVAP: Yaratılış hakkında Kur'an'da birçok ayeti kerime vardır ki, birkaçı şöyledir.
"Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir"
(Enam 101)"
Şu küfredenler bilmezler mi ki, Gökler ve yer bitişik idi de Biz onları ayırdık ve bütün canlı şeyleri sudan yarattık,,,,,,"( Enbiya 30)
" Allah her canlıyı sudan yarattı, onlardan kimi karnı üzerinde, kimi iki ayak üstünde, Kimi de dört ayak üstünde yürür.
Allah dilediğini yaratır.
Çünkü Allah herşeye kadirdir"(Nur, 45 )
Hulul inancına sahip müşrik tasavvufçulara ait bu inançları ve sözleri
Kur'an'dan destekleyen tek kelime olsun göstermek mümkün değildir.
Batınilik ve Vahdeti Vücut telakkisinden kaynaklanan bu sözler, aslında temel olarak Hristiyanlık ve kadim şirk inançlara dayanmaktadır.
(DEVAM EDECEK )
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (93. YAZI )
MERHUM FAZLURRAHMAN DER Kİ :
" İslam siyasi hayatının akışını kontrol etme teşebbüsünde başarısızlığa uğradıktan sonra Şiilik Hicri birinci, miladi yedinci yüzyılın son yarısında beklenen Mehdi (Mehdii muntazır) fikrini geliştirdi On iki İmam (isna Aşeriye) fırkasında Şii siyasi inancının zaferini etkileyecek olan Mehdi ile "gizli imam" aynı kişilikte birleştirildi. Söz konusu bu mehdilik nazariyesi ile Hazreti İsa'nın ikinci gelişi hakkındaki nazariyenin iç içe girmesi,tabii olan bir gelişmeydi. İslami idealin standartlarının toplum hayatında gerçekleşmediğini iyiden iyiye farkeden Sünni İslam dünyasında bile bu çeşit fikirler ve inançlar, cahil vaizlerin de yardımıyla hayal kırıklığına uğramış halkın kalplerinde hazır bir yer buldu. Mehdi fikri, Sünni kelam sistemine resmen sokulmakla beraber Sünni halk arasında önemini daima korudu.Daha sonra İslam'a geniş ölçüde giren Yahudi ve Hristiyan kaynaklı uydurma fikirler de bu faaliyet alanın içine girmektedir. Kur'an tefsirine bile tesir eden fikirleri, tenkitçi İslam kelamcıları ve alimleri İsrailiyat olarak kabul edip onların karşısına çıktılar" Fazlurrahman, İslam, 186) Mehdi, Deccal, Süfyan, İsa (Aleyhisselam'ın) nüzulü ile ilgili hadislere bakan basiret sahipleri, Resulullahı bu çeşit sözlerden tenzih için kalplerinde bir zorluk hissetmezler. Bu sözlerde mübalağa, tarihi tahrif çabası, ifrada dalma gayreti, koyu cehalet, dünyadan habersizlik, Kuran'ı bilmeme, Allah'ın sünnetine aykırılık vardır. Okuyan herkes ilk nazarda bu hadislerin bazı sapıklar tarafından uydurulduğunu, Şöhret ve halifeliğe hevesli bazı grupların marifetiyle çıkarıldığını anlar.( Muhammet Ferit vecdi, Dairatul Maarif karnir Rabia aşar,10- 48 Muhsin Abdülhamit, İslam'a yönelen yakıcı hareketler 54- 55)Muhsin Abdülhamit devamla mehdilik iddia edenlerden bahseder, Velhasıl, gizli, mufrit, mistik akımların hepsi belirli merhalelerden sonra mensuplarına liderlerinin "Beklenen Mehdi "olduğunu telkin eder (Age 59-71) İşte Said Nursi de bu çerçevede, şakirtleri tarafından hem aktab,hem Zülkarneyn, hem ahir zamanda gelecek İsa (Aleyhisselam'ın) vekili olan birisi olarak gösterilir,onlara göre Said Nursi mehdidir! Risale'i Nuru bir program olarak neşir ve tatbik edecektir. Nurcular ise, onun Cemiyeti Nuranisidir. ,,,,,,Tasavvufun Ruhani ideali,kitlelere hayatın nahoş gerçeklerinden, ekonomik sıkıntılardan, sosyal dengesizlikten ve siyasi kararsızklıklardan kaçma imkanı verdi. Fakat o, Hem İslam'ın sosyal düzene dair idealinin zararına olacak şekilde yaptı. Batıl inançların, hurafelerin topyekün tesiri, Keramet tellallığı, mezar ibadeti ve Pek tabii şarlatanlık,,,,,İslam dünyasında İbni Teymiye,Mehmet Birgivi, Mehmet Ustuvâni, Mehmet Vâni ve az sayıdaki muvahhid hariç hiçbir dini lider ve otorite sufiliğin bu Tevhide meydan okuyuşuna karşı gelme ve bu şirke karşı durma cesaretini gösteremedi.
MERHUM FAZLURRAHMAN DER Kİ :
" İslam siyasi hayatının akışını kontrol etme teşebbüsünde başarısızlığa uğradıktan sonra Şiilik Hicri birinci, miladi yedinci yüzyılın son yarısında beklenen Mehdi (Mehdii muntazır) fikrini geliştirdi On iki İmam (isna Aşeriye) fırkasında Şii siyasi inancının zaferini etkileyecek olan Mehdi ile "gizli imam" aynı kişilikte birleştirildi. Söz konusu bu mehdilik nazariyesi ile Hazreti İsa'nın ikinci gelişi hakkındaki nazariyenin iç içe girmesi,tabii olan bir gelişmeydi. İslami idealin standartlarının toplum hayatında gerçekleşmediğini iyiden iyiye farkeden Sünni İslam dünyasında bile bu çeşit fikirler ve inançlar, cahil vaizlerin de yardımıyla hayal kırıklığına uğramış halkın kalplerinde hazır bir yer buldu. Mehdi fikri, Sünni kelam sistemine resmen sokulmakla beraber Sünni halk arasında önemini daima korudu.Daha sonra İslam'a geniş ölçüde giren Yahudi ve Hristiyan kaynaklı uydurma fikirler de bu faaliyet alanın içine girmektedir. Kur'an tefsirine bile tesir eden fikirleri, tenkitçi İslam kelamcıları ve alimleri İsrailiyat olarak kabul edip onların karşısına çıktılar" Fazlurrahman, İslam, 186) Mehdi, Deccal, Süfyan, İsa (Aleyhisselam'ın) nüzulü ile ilgili hadislere bakan basiret sahipleri, Resulullahı bu çeşit sözlerden tenzih için kalplerinde bir zorluk hissetmezler. Bu sözlerde mübalağa, tarihi tahrif çabası, ifrada dalma gayreti, koyu cehalet, dünyadan habersizlik, Kuran'ı bilmeme, Allah'ın sünnetine aykırılık vardır. Okuyan herkes ilk nazarda bu hadislerin bazı sapıklar tarafından uydurulduğunu, Şöhret ve halifeliğe hevesli bazı grupların marifetiyle çıkarıldığını anlar.( Muhammet Ferit vecdi, Dairatul Maarif karnir Rabia aşar,10- 48 Muhsin Abdülhamit, İslam'a yönelen yakıcı hareketler 54- 55)Muhsin Abdülhamit devamla mehdilik iddia edenlerden bahseder, Velhasıl, gizli, mufrit, mistik akımların hepsi belirli merhalelerden sonra mensuplarına liderlerinin "Beklenen Mehdi "olduğunu telkin eder (Age 59-71) İşte Said Nursi de bu çerçevede, şakirtleri tarafından hem aktab,hem Zülkarneyn, hem ahir zamanda gelecek İsa (Aleyhisselam'ın) vekili olan birisi olarak gösterilir,onlara göre Said Nursi mehdidir! Risale'i Nuru bir program olarak neşir ve tatbik edecektir. Nurcular ise, onun Cemiyeti Nuranisidir. ,,,,,,Tasavvufun Ruhani ideali,kitlelere hayatın nahoş gerçeklerinden, ekonomik sıkıntılardan, sosyal dengesizlikten ve siyasi kararsızklıklardan kaçma imkanı verdi. Fakat o, Hem İslam'ın sosyal düzene dair idealinin zararına olacak şekilde yaptı. Batıl inançların, hurafelerin topyekün tesiri, Keramet tellallığı, mezar ibadeti ve Pek tabii şarlatanlık,,,,,İslam dünyasında İbni Teymiye,Mehmet Birgivi, Mehmet Ustuvâni, Mehmet Vâni ve az sayıdaki muvahhid hariç hiçbir dini lider ve otorite sufiliğin bu Tevhide meydan okuyuşuna karşı gelme ve bu şirke karşı durma cesaretini gösteremedi.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN UYDURMA, HURAFE VE YALANLAR (92. YAZI )
SAİD NURSİ'NİN MEHDİLİK İDDİASI :SAİD NURSİ DİYOR Kİ :
",,,,,,,,,,,Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsnün zanlarını
(Talebelerinde bulunan Sait Nursi'nin Mehdi olduğu inancı)
bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin Kemal'i itikatlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim.
Hatta eski evliyanın bir kısmı, Kerameti gaybiyelerinde
Risale'i Nur'u aynı o ahir zamanın Hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikati ile te'vili anlaşılır"
( Emirdağ Lahikası 1, 262 yirmiyedinci mektuptan)
Said Nursi talebelerince kendisine verilen Mehdi payesini hiç de reddetmez ve tevazu perdesinin arkasındaki kimliğiyle der ki "Ahir zaman o büyük şahsı
Ehli Beyt'ten olacak.
Gerçi manen ben Hazreti Ali'nin (Radıyallahu Anh) bir veledi manevi hükmündeyim.
Ondan hakikat dersi aldım.
Âl-i Muhammed (Aleyhisselam) bir manada hakikî Nur şakirdlerine Şamil olmasından, Ben de Âl-i Beyt'ten sayılabildim.
Fakat bu zaman şahsi mânevi zamanı olmasından ve Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsi makamları Arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz.
Nur'da ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi verilse bırakmağa Kendimi mecbur bilirim"( Emirdağ Lahikası 1, 262 yirmiyedinci mektuptan)
CEVAP :
Mehdilik konusu Risale'i Nur'da geniş bir şekilde ele alınmıştır.
Özet olarak kurgu şöyledir. Âhir zamanda Hristiyanlık ve Müslümanlık birleşecektir.
Büyük Deccal bir şahıs, bir fert, bir insan değil, fakat bir şahs-ı mânevidir.
Bu şahsı maneviyi pozitivizm, Materyalizm, komünizm,
Ateizm ve dolayısıyla dinsizlik oluşturmaktadır. Bu büyük Deccalı Hz İsa'nın şahsı manevisinde birleşen Hristiyanlar ve Müslümanlar alt edecektir.
Deccalı ve âhir zamanda inecek olan Hz İsa'yı bir şahs-ı manevi olarak gören Said Nursi, her nedense İslam Deccal'ı Süfyanı ve onu alt edecek Mehdi'yi bu kez şahsi manevi olarak görmemektedir.
içinde teşevvuş olsa da Risale i Nur'daki ifadelerden,
İslam Deccal'ı Süfyanı,Mehdi'nin yeneceği, bu Süfyan'ın Mustafa Kemal olduğu, Mehdi'nin ise kendisi olduğu anlaşılmaktadır.
Fakat Said Nursi'nin bu kurgusu da boş çıkmıştır.
Çünkü dünya çapında komünizm yıkılmış, bugün Rusya İslam ülkelerine ve Müslümanlara en yakın ülkelerden biri olmuşken,
en büyük ve gelişmiş silah sanayisi ile Hiristiyan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa İslam ülkelerine ve
Müslümanlara karşı en ölümcül saldırıları yaparak günde onlarca,
binlerce, birkaç yıl boyunca milyonlarca Müslümanın ölmesine ve perişan olmasına sebep olmuşlardır.
SAİD NURSİ'NİN MEHDİLİK İDDİASI :SAİD NURSİ DİYOR Kİ :
",,,,,,,,,,,Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsnün zanlarını
(Talebelerinde bulunan Sait Nursi'nin Mehdi olduğu inancı)
bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin Kemal'i itikatlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim.
Hatta eski evliyanın bir kısmı, Kerameti gaybiyelerinde
Risale'i Nur'u aynı o ahir zamanın Hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikati ile te'vili anlaşılır"
( Emirdağ Lahikası 1, 262 yirmiyedinci mektuptan)
Said Nursi talebelerince kendisine verilen Mehdi payesini hiç de reddetmez ve tevazu perdesinin arkasındaki kimliğiyle der ki "Ahir zaman o büyük şahsı
Ehli Beyt'ten olacak.
Gerçi manen ben Hazreti Ali'nin (Radıyallahu Anh) bir veledi manevi hükmündeyim.
Ondan hakikat dersi aldım.
Âl-i Muhammed (Aleyhisselam) bir manada hakikî Nur şakirdlerine Şamil olmasından, Ben de Âl-i Beyt'ten sayılabildim.
Fakat bu zaman şahsi mânevi zamanı olmasından ve Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsi makamları Arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz.
Nur'da ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi verilse bırakmağa Kendimi mecbur bilirim"( Emirdağ Lahikası 1, 262 yirmiyedinci mektuptan)
CEVAP :
Mehdilik konusu Risale'i Nur'da geniş bir şekilde ele alınmıştır.
Özet olarak kurgu şöyledir. Âhir zamanda Hristiyanlık ve Müslümanlık birleşecektir.
Büyük Deccal bir şahıs, bir fert, bir insan değil, fakat bir şahs-ı mânevidir.
Bu şahsı maneviyi pozitivizm, Materyalizm, komünizm,
Ateizm ve dolayısıyla dinsizlik oluşturmaktadır. Bu büyük Deccalı Hz İsa'nın şahsı manevisinde birleşen Hristiyanlar ve Müslümanlar alt edecektir.
Deccalı ve âhir zamanda inecek olan Hz İsa'yı bir şahs-ı manevi olarak gören Said Nursi, her nedense İslam Deccal'ı Süfyanı ve onu alt edecek Mehdi'yi bu kez şahsi manevi olarak görmemektedir.
içinde teşevvuş olsa da Risale i Nur'daki ifadelerden,
İslam Deccal'ı Süfyanı,Mehdi'nin yeneceği, bu Süfyan'ın Mustafa Kemal olduğu, Mehdi'nin ise kendisi olduğu anlaşılmaktadır.
Fakat Said Nursi'nin bu kurgusu da boş çıkmıştır.
Çünkü dünya çapında komünizm yıkılmış, bugün Rusya İslam ülkelerine ve Müslümanlara en yakın ülkelerden biri olmuşken,
en büyük ve gelişmiş silah sanayisi ile Hiristiyan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa İslam ülkelerine ve
Müslümanlara karşı en ölümcül saldırıları yaparak günde onlarca,
binlerce, birkaç yıl boyunca milyonlarca Müslümanın ölmesine ve perişan olmasına sebep olmuşlardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)