KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(12. YAZI)
Kur'an'ın kitap haline getirilmesi, insanların onu anlamaları üzerinde olumlu hiçbir bir tesir meydana getirmemiştir.
Allah Resulü (a.s)dan üç asır sonra derlenen uydurma rivayetler bile inananların itikadi ve ameli hayatlarında Allah'ın mesajından daha etkili olmuşlardır.
Bugün dahi normal kitap formuna sokulan ve sıradan bir kitap haline getirilen Kur'an'ın, kütüphanelerde,
bilgisayarlarda, cep telefonlarında kısaca her yerde olmasına rağmen, sadece çok az sayıdaki muvahhidin sinesinde hakkıyla muhafaza edilmektedir.
Yani Kur'an'ın iki kapak arasına alınması onun gücünü sınırlamaktan başka bir işe yaramamıştır.
Dolayısıyla Allah tarafından tezekkür, tedebbür, taakkul, tefekkür edilmek için yani "ülül-elbâb" a (beyni olanlara) hitap eden ve zihinsel bir faaliyet ile ilgili bulunan vahiy, Allah Resul'ünden hemen sonra okuyucu için kaleme alınan yazılı bir metin haline gelmemesi gerekirdi.
Bu açıdan bakıldığında ilahi mesajlara metin- kitap denmesi geleneksel anlayışta yazıya aktarılmış olmalarından dolayı olsa da, terimlerin tam anlamıyla metin oldukları söylenemez.
Bir zamanlar kayda geçirilmiş olmaları ve elimizde yazılı bir kitap (mushaf) olarak tutuyor olmamız onları tam anlamıyla metin saymamız için kesinlikle yeterli değildir.
Yine sözlü kültürlerde bir ifadenin veya kelimenin farklı yerlerde farklı biçimlerde ifade edilmesi normal karşılanan bir durumdur ve bir çelişki değildir.
Anlatılmak istenen muhteva aynı olduğu sürece ifadeler, kelimesi kelimesine söylenmeyebilir.
O halde, Kur'an'da yer alan konuyla ilgili farklı ifade biçimleri bu minvalde değerlendirilebilir.
Mesela:
Kur'an'ı Mübin'de insanın yaratılışı ile ilgili âyetlerde, insanın hammaddesi olarak su, (Enbiya- 30) çamur, (En'am-2; Âraf-12; Secde 17; Sâd- 71, 70; İsra- 61) toprak,( Necim- 32; Tâhâ- 55) çamur, "tinin lézibin" ( Saffat- 11) değişmiş cıvık balçık= "hamain mesnun" (Hicr- 26, 28, 33) çamur süzmesi= "süleletin min tinin" (Müminün- 12 )ateşte pişmiş gibi kuru çamur= "salsalin kel fahhar"
( Rahman- 14) gibi birbirinden farklı kavramlara rastlanmaktadır.
Halbuki bunlar aynı maddenin safha safha yani çeşitli şekillerde işlenmiş halinin ifade edilmesinden başka bir şey değildir.
Sözlü kültür kişiye zengin bir konuşma alanı açar.
Yine Musa (a.s) ın âsasının yılana dönüşmesi Kur'an da farklı kelimelerle ifade edilmektedir.
Âsanın yılana dönüşmesi bir yerde "hayye" (Tâhâ- 20) bir yerde "su'ban"( Şuara- 32) başka bir yerde de "cân" (Kasas-31) olarak geçmektedir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Dolayısıyla çelişkili gibi görünen bu ifade biçimleri aynı muhtevanın farklı kelimelerle açıklanmasından başka bir şey değildir ve bu durum sözlü kültürün insanına yabancı değildir.
Nitekim, Kur'an'ın muarızları tarafından Kur'an'a gölge düşürmek veya onda çelişkili ifadeler olduğunu ispat etmek için bu ifadelerin delil olarak öne sürüldüğüne dair bir haber gelmemiştir.
Özet olarak Kur'an'ın sözlü kültür ortamında yaşayan insanlara konuşma dilinin özelliklerine göre indirilmiş bir vahiy olup, yazı dilinin konuları sistematik bir şekilde ele alan bir kitap değildir.
Bilindiği gibi, yazı, işitmenin değil, görmenin dilidir.
Bu yüzden, yazı, tüm gücüyle kelimeleri görsellik boyutuna hapseder.
Yazılı dil, seslerin resmini çizer ve uzayda çizgiseldir.
Sözlü dil ise, fonetiktir ve zamanda çizgiseldir.
Yazılı söz, sabitleşmiş-hapsedilmiş- sabitleştirilmiş sözdür.
Kulak düzeninden göz düzenine geçen dilin bir parçası olup, canlı hiç bir diyalog içermez.
Yazılı söz, sürekli olarak, tekrarlanan, değişmeyen, aynı kalmaya mahkum, hareket kabiliyeti olmayan sözdür.
Oysa işitilen söz böyle değildir.
Zira, sizinle konuşan kişiden ona söylediklerinizi tekrarlamasını isteyin çok farklı şeyler söyleyecektir.
Ancak, yazı ve yazımda sonsuza kadar tekrar süreci vardır.
Bu süreç diyaloğu imkansızlaştırır.
Zira, söz artık kendisi olmaktan çıkmış, başka bir dünyaya dönüşmüştür.
Yazılı söz, aracıdır; yazı ve kayıt dünyasının böylesine belirsiz ve çok anlamlı olmasının nedeni budur.
Söz yazıya geçirildiğinde, hak artık birisi tarafından söylenildiği zamanki etkisini kaybeder.
Söz yazıya geçirildiğinde; soyut olur ve güvenilir tartışma aracına dönüşür.
Yazı işitmeyi görmeyle değiştirir ve sözlerin esrarlı hâlesi ve yankılarıyla birlikte kişinin anlama tarzını bir metni anlamaya dönüştürür.
(Jacgues Ellul. Sözün düşüşü. Çev-Husamettin Arslan. İstanbul. 1998. S. 62-64)
Aslında doğal olarak, sesli ortamında kelime, gerçek ve var olan şimdinin parçasıdır.
Hitap ve söz, gerçek hayatta yaşayan bir insan tarafından kendisi gibi gerçek olarak yaşayan bir insan ve insan topluluğuna belli bir zamanda ve her zaman kelimelerden fazla şeyler de içeren gerçek bir ortamda aktarılır.
Hitap yani söz, her zaman sözel olmaktan öte özellikler taşıyan bir durumu değişime uğratır.
Dünyayı olumlu veya olumsuz olarak değişime hazırlayan ölü metinler değil, sözün gücüne sahip olanlardır.
Söz, hiçbir zaman tek başına, sadece kelimelerden oluşan bir bağlamda ortaya çıkmaz.
Yazı ve metinde ise kelimeler yalnızdır.
En önemlisi, metni birleştirirken, bir şeyi kaleme alırken, bunu meydana getiren katip de yalnızdır.
Yani yazı yazmak, yalnız başınalık taşıyan bir eylemdir.
Bir eserin metninde var olan bir kelime bütün ses özelliklerinden ve cazibelerinden mahrumdur.
Fakat hitap ederken kelimeler vurgulanır, hatibin sesinden, canlı, heyecanlı, sakin, kızgın ve mutlu olduğunu anlayabiliriz.
Hiç bir zaman, hiç bir kaynak sözün gücü gibi toplumları harekete geçiremez.
Yüce Allah'ın beşer Resul göndermesinin sebebi budur.
Vahiy hiçbir zaman onu dillendiren onun mücadelesini yapan, ona örneklik gösteren beşer Resul kadar insanların duyguları üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olamaz.
Mesajı ileten kişi hiçbir kelimeyi rastgele ve vurgusuz olarak dile getirmez.
Hatip ilâhi kaynağa canlılık ve dinamizm kazandıran bir özelliğe sahiptir.
Yazılı bir eserde yazım işaretleri, metin tonunu asgari ölçüde yönlendirir
Örneğin soru işareti veya virgülle ses biraz yükseltilir.
Halbuki dilden çıkan sözün müthiş bir yayılma kabiliyeti ve gücü mevcuttur.
Burada bir örnek vermek gerekirse, ilgi çekici bir filmin senaryosunu hiç kimse bir defadan fazla okuyamaz, fakat filmini onlarca kez seyredebilir.
Çünkü filmde sözün gücü hakimdir ve film, mizah, hareket, canlılık, duygusallık ve heyecan daha fazla yaşatır.
İnsanlar neden canlı diyalog olan sinema, tiyatro, konferans, seminer, miting, vaaz, toplantı gibi iletişim araçlarına ve bilgi alanlarına ihtiyaç duyarlar.
Şimdi bir kez daha belirtmek gerekir ki, yüce Allah'ın mesajı bilinen anlamda bir "kitap" değil, gerçek manada bir kelamdır.
Çünkü Kur'an, bir söz olarak islam davetinin başlangıcı ile aynı anda nazil olmaya başladı.
Ve bu iniş süreci yaklaşık 23 yıl sürdü.
Yani Kur'an'ı Mübin çeşitli bölümleri, islam davetinin çeşitli merhalelerinde ihtiyaçlara ve sorunlara göre vahyedilen ilâhi bir söz ve Rahmâni bir hitaptır.
Kur'an'ın yüzlerce yerinde var olan "Deki, oku, uyar, davet et, ey insanlar! ey iman edenler! ey kavmim! kelimelerine karşılık bir tane dahi "yaz, yazdır, yazın" kelimesine rastlanmaz.
Bu nedenle, Kur'an'ın masa başında kaleme alınmış bir eserin özelliğine sahip olarak karşılanması son derece hatalıdır.
Allah'ın mesajının tebliğ edilmesinden sorumlu tutulan son Nebi olan Muhammed ( a.s) hem akla hem inanca ve hemde duygulara hitap etmek durumundaydı.
Son Nebi risalet görevi sırasında farklı zihin yapısına sahip birçok insanla diyaloğa geçmek zorundaydı.
Böyle bir kimse, son derece önemli olan bir mesajı yaymak ve bir mücadeleye öncülük etmek için insanlara mesajın farklı yönlerini sunmak ve düşmanlarının çok katı olan inançlarına karşı koymak için duygularını da uyandırmak durumdaydı.
İşte bu yüzden vahiy sözün gücüne dayanan ve söz ile tebliğ edilmesi gereken ilâhi bir kelam ve ilâhi bir hitaptır.
Dolayısıyla yüce Allah Kur'an'ın dillerde ve gönüllerde canlı bir söz ve dinamik bir hitap olarak taşınmasını hedeflemiştir.
"Hayır, O ( Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder"
(Ankebut- 49)
Yazılı bir metin olarak Kur'an evlerde, kütüphanelerde, bilgisayarlarda yani her yerde olmasına rağmen, neden insanlar onu dillendirecek bir sese, bir sözcüye, bir hatibe, bir gönüllüye, bağlam ve bütünlüğünü bilen birisine müracaat etme ve sorma ihtiyacını duyarlar?
Aslında Arapça diline az vakıf olan biri Kur'an uslubunun bir "kitap" ve metin değil, bir söz, bir hadis, bir dâvet, bir sesleniş, bir nida, karşılıklı etkileşim, canlı bir konuşma, dinamik bir diyalog formatında olduğunu hemen anlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder