KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(10. YAZI)
En doğrusunu Allah bilir.
Yüce Allah'ın iradesi ve Resulullah (a.s) ın onu yazıya aktarmaması, Kur'an'ı canlı bir hitap, hayat veren bir organizma gibi beyinlerde, gönüllerde, akıllarda, dillerde, zihinlerde, uygulamada gürül gürül akan bir nehir misali hayatın içinde akması ve toplumu diriltmesi için söz ile taşınması amacına yönelik bir olaydır.
Çünkü Kur'an'ın yapısı, edebiyatı, özelliği, dili, kimliği ve formatı bunu gerektiriyordu.
Bu yüzden Allah Resulü (a.s) vahyi yazdırmamış, kitap haline getirilmesi için en ufak bir çalışma içine girmemiş ve bir metin haline getirilmesi içinde hiçbir vasiyette dahi bulunmamıştır.
Dolayısıyla ilk dönem muhatapları açısından "konuşan- muhatap" merkezli gerçekleşen iletişimin yönü, dolaylı muhataplar açısından "yazar- okuyucu" merkezli bir iletişim şekline dönüşmüş ve bu durum Allah'ın kitabının anlaşılmasında birçok problemi beraberinde getirmiştir.
Dolayısıyls Kur'an, yazı dilinden daha çok konuşma dili ile alakalı olduğunu anlamak gerçekten çok önemlidir.
Kur'an'ın başlangıçta bir risale şeklinde yayınlanmadığı herkesin kabul ettiği bir durumdur.
Kur'an, İslam dâvetinin gelişim süreci içerisinde muhtelif zamanlarda, Allah Resulü (a.s) a hitap şeklinde tedricen nazil olmuş, Allah Resulü (a.s) da kalbine indirilen vahyi muhataplarına sözlü olarak beyan etmiştir.
İnen vahyin yazıldığına dair Kur'an'da hiçbir ize rastlanmaz ve bu konudaki rivayetler de gerçeği yansıtmamaktadır.
İnen vahyin yazıldığını ortaya koyan rivayetlerin uydurulma sebepleri Müslüman olmayanların Kur'an aleyhindeki dedikodularını savma, vahye gelebilecek sorgulama ve eleştirileri baştan bertaraf etmeye yönelik gerçeği yansıtmayan çabalardır.
Buna bağlı olarak da hiç bir zaman vahiy katipliği diye bir şey söz konusu olmamıştır.
Yazı dili (metin) ile konuşma dili (söz) arasında çok önemli bir fark daha vardır.
Mesala, bir meseleyi yazarak izah edeceksek ilk önce sorunu ortaya koyar, daha sonra onu izah etmeye geçeriz.
Oysa hitabette zaten söz konusu meseleyi ortaya atanlar hazır bulunduğundan, muhaliflerin her dediğini beyan etmeye her zaman gerek duyulmaz.
Ancak hatip, sözün gelişi içerisinde bir cümleyle onların dediklerine değinir.
Yazarken başka bir hususa değinilmek istenildiğinde sözün akışının bozulmaması için bu husus bir ara cümleyle ele alınır.
Fakat hatip ses tonunu kullanarak birçok ara cümleler kullanabilir ve buna rağmen sözün akışında bir kopukluk meydana gelmez.
Yine bir konu yazılarak ifade edilecekse, konunun geçtiği ortamın hiç değilse bir iki cümleyle ayrıca aktarmaya gerek duyulur.
Oysa konuşma esnasında, ortam ile konuşma doğal olarak bağlantılıdır ve konuşmacı çevreye işaret etmeye gerek duymaksızın konuşsa dahi konuşmada bir kopukluk ortaya çıkmaz.
Konuşmacı (hatip) muhatap kalıplarını sürekli değiştirerek kullanabilir.
Konuşma yeteneğine göre hatip yer ve zaman unsurlarını dikkate alarak karşısında hazır bulunan topluluğa bazen üçüncü şahıs, bazen ikinci şahıs, bazen tekil, bazen çoğul, bazen kendi adına, bazen ilahi bir kuvvet adına, bazen ilahi kuvvetin kendisinden naklen konuşabilir ve tüm bunlar bir konuşmanın en güzel yönleri olarak takdir toplar.
Fakat aynı uslup yazı yazılırken kullanılırsa bir irtibatsızlık, bir kopukluk meydana gelir.
Bu nedenle bir konuşma yazıya döküldüğünde okuyucunun, konuşmanın yapıldığı yerden ve konuşmanın zamanından uzak olduğu ölçüde bu kopukluğu daha çok hissedeceği muhakkaktır.
Bu yüzden Arapça bildiği halde birçok kimse, sırf Kur'an'ın üslubunu kavramadığı için Kur'an uslubuundaki irtibatsızlık ve kopukluktan şikayet etmektedir.
Bu nedenle, Kur'an ifadelerine konuşma dilinin özellikleri açısından bakıldığında, kopukluk ve irtibatsızlık gibi görünen hususların doğal olduğu görülür.
Allah Resulü'nün arkadaşları arasında tam bir icma oluşmadan, Kur'an'ı iki kapak arasına getirmeleriyle belki vücudunu koruma altına almış, fakat duygusunu ve ruhunu yani etkisini yok etmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder