9 Şubat 2021 Salı

 

KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(11. YAZI)
Allah kelâmının iki kapak arasına getirilmesinin gerekli olduğunu  savunanların dayandıkları en  önemli argüman onun kaybolma ihtimaldir.

Yani Kur'an'ın metni muhafaza altına alınarak  korunmuştur. 

Fakat Hicri üçüncü asırdan itibaren yazılıp toplanmaya çalışılan rivayetlerin kaybolma, değişme, uydurulma, Nebi (as) adına iftira edilme ihtimalini de hiç kabul etmezler.

Halbuki vahyin Allah'ın koruması altında olduğunu da bilirler.

Bilindiği gibi Kur'an, vahyin sözcüsü olan Allah Resulü'nün kalbine  Arapça bir söz olarak vahyedilmiştir.

Allah Resulü (a.s) da bu sözü yine bir söz olarak muhataplarına dil ile beyan etmiştir.

Yani vahiy ile ilgili kullanılan bütün kavramlar dil ile duyurma anlamına gelmektedir.

MESELA:
"Kur'an (İsra-9; Rahman-2), vahiy (Enbiya-45; Nisa-163),  zikir (Râd-28; Hicr-9; Zuhruf-44), beyan (Âli İmran-138 ), belağ (İbrahim-52), kelam (Tevbe-6; Fetih-15), kavl (Hakka-40; Tekvir-19) dâvet (Yusuf 108; Şura-52; Rad-14), müjde (Nahl-102), inzar (uyarı) (Ahkaf-12), tilâvet (Ankebut-45), tertil (Furkan-32; Muzzemmil-4) kıraat (Âraf-204; İsra-45), hadis (Casiye-6; Mürselat-50) gibi kavramların hepsi dil ile ilan etme yani okuma anlamındadır. 

Kur'an'da geçen "ebsâr, ebsârihim" yani görme ile ilgili kelimeler, bildiğimiz anlamda, fiziksel olarak "iki göz ile görme" değil, kalp ile görme, görebilme yani  basiret anlamına gelmektedir.

Yoksa âyetlerde geçen "Kur'an" kavramının, iki  gözle görülmesi ve ona iki elle  dokunulması mümkün değildir.
"Sen (Ey Nebi!) bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı. Hayır, o (Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yüreklerinde) yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar eder"
(Ankebut-48,49)

"Aslında o (yalanladıkları) levh-i mahfuzda bulunan mecid bir Kur'an'dır"
(Buruc-21,22)

Zaten âyetlerde hiç bir zaman "iki göz" olarak değil, "kulaklarının ve gözlerinin ona karşı kör olduğu" ortaya konmaktadır.

Mesela şu âyetlere bir bakalım.

(Müşrikler) hiç yeryüzünde  dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu.
Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüslerin içindeki kalpler kör olur"
( Hac- 46)

"Doğrusu size Rabbiniz tarafından basiretler  ( Allah'ın âyetleri-Kur'an) gelmiştir. 
Artık kim görebilirse faydası kendisine, kim de (ona karşı)  kör olursa zararı kendisinedir. Ben üzerinize bekçi değilim"
(En'am-104)

"Onları hidayete çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler"
(Âraf-198)

"Onlardan sana bakan da vardır. Fakat gerçeği göremiyorlarsa  körleri sen mi doğru yola ileteceksin "(Yunus-43)

Mesela şu âyetlere bir dikkat edelim.
"Hani cinlerden bir grubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca birbirlerine "Susun" demişler.
Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.

Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir "kitap işittik  dinledik"
(semi'né kitében-kitap işittik )

Ey kavmimiz!  Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki  Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı biraz azaptan korusun.

Allah'ın davetçisine (Resül-vahiy) uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz.şte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler"
(Ahkaf-29,30,31,32)

Âyette kitabı okuduk değil,  kitabı işittik, dinledik deniliyor.

Özellikle âyetlerde geçen "Kur'an'ı dinlemeleri, Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca, "Susun" Kur'an'ın okunması bitince, Allah'ın davetçisine uyun" kelimeleri, Kur'an'ın tamamen sözün gücüne dayandığını gösteriyor.

Vahyin bildiğimiz anlamda kitap olduğunu gösteren hiç bir delil yoktur.

Âyetlerde Kur'an'a "kitap" denilmesinin sebebi, bağlam ve bütünlüğü, hikmeti yani bir sisteme bağlı olduğu, koruma altında bulunduğu ve ihtilafa maruz kalmadığı içindir.

Yoksa "kitap" vahiy anlamına gelmektedir.
Zira bütün Nebilere vahiy verilmiştir, (Bakara-213) fakat hiçbir Nebi'nin kitabı yoktur.

Kur'an'ın sözün gücüne dayandığını kalp kulağı, gönül gözü ile işitilebicek ve görülebilecek bir kitap olduğunu gösteren yüzlerce  âyet vardır.
Mesela:
( Bakara- 7, 20,75, 93, 104, 171,181, 285;  Âli İmran- 181, 193; Nisa- 46, 140; Mâide- 7, 83, 108; En'am- 36, 46; Âraf- 100, 179, 195, 198, 204; Enfal- 20, 21, 23, 31; Tevbe- 6; Yunus- 31, 42, 67; Hud- 20; Hicr- 18,Nahl- 65, 78, 108;  İsra- 36;  Kehf-26, 101;  Meryem- 38; Enbiya- 2,45, 73; Hac- 46, 73; Müminun- 24, 78;  Nur- 51; Furkan- 44, Neml- 80, 81; Kasas- 36; Rum- 23, 52,53; Lokman- 7; Secde- 9; Fatır- 22; Sâd- 7; Fussilet- 4,26; Zuhruf-40; Casiye- 8,26; Ahkaf- 30; Teğabün-16; Mülk- 10; Kalem- 51;  Cin- 1,13 )

Eğer insanlar Kur'an'ın bir kitap olmadığını,  bir söz olduğunu ve sözün gücüne sahip bulunduğunu  bilmiş olsalardı belki de onun yazısını ve kabını kutsallaştırmayacak ve onu bir put yapmayacaklardı.

Ayrıca "cunüp ve abdestsiz, hayız ve nifas halinde olan kadınlar ona dokunamaz" gibi, ahmakça fetva ve ictihadlar vermeyeceklerdi.

Allah Resulü'nden sonraki İslam tarihi ile ilgili kaynaklardaki bilgiler, vahyin ilk muhatapları olan Arapların, sözlü geleneğin hakim olduğu bir kültür dünyasında yaşayan insanlar olduklarını belgelemektedir.

Kur'an'da dönemin Arap toplumunu nitelemek için kullanılan "ümmiler" kelimesi de bir yönüyle aynı hakikatı ortaya  koymaktadır. 

Zira "ümmilik" kavramı, İlâhi vahye muhatap olmayan bir toplumu ifade ettiği kadar semantik açıdan okuma- yazmanın gerekli kıldığı alışkanlıklara sahip olmamayı da ihtiva eder.

Kısaca "yazıya karşı ilgisizlik" şeklinde tarif edebileceğimiz bu sosyal gerçeği domine eden başlıca faktör, vahyin nüzul dönemi Arap toplumunda sözlü kültürün hayata hakim olmasıdır.

Bu kültürün en temel karakteristiği, yazma eylemine ancak zorunlu olduğu durumlarda ve gerektiği ölçüde başvurma şeklinde tezahür eder.
Yani yazı karşıtı tutumdur.
( İbni Abdilberre  (ö. 463- 1071)
göre, bu yazı karşıtı tutum Arap toplumunun doğasında yer edip Araplar, doğuştan şiir ve edebiyata yani sözün gücüne ve ezber yapmaya yatkın insanlardır.

( Ebu Yusuf İbni Abdilberr. Câmi-u beyanil-ilm ve fadlihi. Beyrut 2000. s. 97- 98 )

"Arapların çoğu yazı yazmayı hoş karşılamazlardı"
( Ebubekir Celaleddin Abdurrahman es- Suyuti Tedribu'r Râvi, Beyrut-1979.1-88)

Bu noktada, yazıya güvenmenin hafızayı zayıf düşüreceğine  ve bilginin ehliyetsiz insanların eline geçeceğine ilişkin endişelerin de İslam'ın ilk dönemlerindeki yazı karşıtı  tutumu besleyen faktörler arasında yer aldığını  zikretmek gerekir.
el- Hatib el-Bağdadi nin (ö. 463- 1070) ifadesiyle, geçmiş dönem alimlerinden herhangi biri, vefat edeceği zaman kitaplarını ya kendisi imha eder  veya imha edilmesi için vasiyette bulunurdu.

Muhtemelen bunu, kitaplarının, bilgisel açıdan ehliyetsiz insanların eline  geçmesi ve bu insanların söz konusu kitaplardaki tüm bilgileri zahirine  hamletmeleri veya ilave ve  çıkarmada bulunmaları ve bu türden tasarrufların sonuçta eserin gerçek müellifine nisbet  edilmesi endişesiyle yaparlardı.

Kur'an'ın  bir söz olarak vahyedilip Allah Resulü tarafından yazısız  bir topluma dil ile  bir hitap olarak iletilmesi, ister istemez yazılı metin ile sözlü metin  arasında ne tür bir farklılık olduğu meselesini gündeme getirmektedir.

Zira bu farkın ortaya çıkarılması bir bakıma  Kur'an'ın otantik formunun sağlıklı olarak kavranması,  dolayısıyla onun daha doğru anlaşılması demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder