12 Şubat 2021 Cuma

 

KUR'AN'DA MUHAMMED'E SALAVÂT GETİRMEK YOKTUR. 

Şia ve Ehl-i Sünnet'in hanif İslam dini ile hiç bir bağlantıları bulunmamaktadır.
Yani dinlerinin Allah ile hiç bir ilgisi yoktur.
Dinlerini,  uydurdukları sanal ve masal bir Muhammed'in üzerine inşa etmişlerdir.

Dolayısıyla Kur'an açısından baktığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet dininde bulunan her şeyin yalan olduğunu görebiliriz.

İşte bu binlerce yalanın içinde  "Muhammed'e salavat çekmek" en yalan olanıdır.

Kur'an'a göre Muhammed'e salavat getirme ve salavat çekme diye bir şey yoktur.

Muhammed'e salavat çekmenin kaynağı olarak gösterilen Ahzab süresi 56. âyette yüce Allah şöyle buyuruyor.

"Allah ve melekleri Nebi'ye salât (yardım ve destek) ederler. Ey iman edenler! Sizde Nebi'ye salât (yardım edin ve destek) olun.

Teslimiyetinizi Allah'a gösterin"
Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri yani âlimleri  o kadar cahil adamlar ki, âyette

"Muhammed" ismi geçmemesine rağmen âyette bulunan salât kavramını "Muhammed" bağlamında kullanıyorlar.
Bunun sebebi, dinlerinde "Nebi" ve Resulü'n" yeri olmamasından kaynaklanmaktadır.

Halbuki ilgili âyette geçen "salât" "Muhammed" bağlamında değil,  "Nebi" bağlamında kullanılmıştır.

Yani "Nübüvvet makam ve mertebesi" ile ilgilidir.
Muhammed"in  ismiyle hiç bir alakası yoktur.

Bu âyetin içerisinde yer aldığı yedi  âyetten oluşan pasaj, içerik ve biçim olarak birbirinden ayrılmayacak şekilde bir bütünlük arzeder.

Pasajın konusu "Nübuvvet" makamına sahip olan Muhammed( a.s) ı üzüp incitecek tavır ve davranışlardan kaçınmakla   ilgilidir.

Âyetin Muhammed'e salavat getirmek, salavât okumakla hiçbir alakası yoktur.
Nübüvvet'in makam ve itibarını,  nubuvvet hukukunu korumakla ilgilidir.

(Muhammed'in değil)
Çünkü Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda şu ilginç gerçeği görüyoruz.

Kendisine vahiy indirilinceye  kadar Muhammed'in diğer insanlardan bir farkı yoktur.

Kendisini Allah tarafından vahiy indirilince kadar Muhammed ( a.s) Ebubekir, Ömer, Ali ve Ammar gibi bir Mekke vatandaşıdır.
(Kehf- 111; Fussilet 6; Şura-52) Kendisine vahiy indirdikten sonra Muhammed'in Mekke vatandaşlığı sona erer. 

Bunun yerine yani "Muhammed" kimliği  yerine "Nübüvvet" makam ve mertebesi ile "Risalet" misyonu verilir.

Dolayısıyla Allah tarafından kendisine vahiy  indirildikten sonra o artık Muhammed değil,  Nebi ve  Resul'dür. 

Bundan dolayı kendisine vahiy indirildikten sonra Kur'an onun Muhammed kimliği  üzerinde durmaz. 

Çünkü artık o kendisine vahiy indirilen Nebi, vahyi insanlara tebliğ etmesi gereken Resul'dür.
İşte bundan dolayı "Muhammed'e salavat getirme" olayında birçok cehalet bulunmaktadır.

Şimdi bunları açıklamaya çalışalım.
Söz konusu âyette geçen "yusallune" fiilinden dolayı kendi dönemindeki müminlerin  yapabilecekleri bir eylem, iş, faaliyet ve oluş ifade etmesi gerekir.

Yoksa yüce Allah, melekler ve iman edenlerin oturup Muhammed'e salavat getirmeleri "Allahümme salli alâ Muhammed'in" demeleri  düşünülemez.

Âyette "salat" fiilinin,  Allah, melekler ve iman edenler olmak üzere üç öznesi (fâili) mevcuttur.
Öyleyse bu üç öznenin dinen ve aklen  yapabileceği ortak bir eylem olması gerekir.

Yani "yusallune" fiiline öyle bir mana vermeliyiz ki, hem Allah'ın, hem meleklerin, hem de iman edenlerin Nebiye (Muhammed'e değil) yapabilecekleri ortak bir eylem olsun.

Buda ancak "salât" kelimesinin en önemli anlamlarından biri olan "yardım etmek" ve "destek olmak" anlamını tercih etmekte olacaktır.

Dolayısıyla "Muhammed'e salavat getirme" Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin uydurdukları ahmakça  bir duadır.

İster inan ister inanmayın, 6 Prof'un  hazırlamış olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vakıf mealinde Ahzab süresi 56.âyette şöyle bir meal verilmiştir.

"Allah ve  melekleri Peygambere çok salavat getirirler. Ey iman edenler! Sizde ona salavat getirin"

Her konuda olduğu gibi Şia ve Ehl-i  alimleri "salât" kavramında da Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü anlamaktan uzak kalmışlardır. 

Eğer âyetin ikinci kısmındaki "sallu" nun  anlamı "salavat getirin, salavat okuyun" ise aynı cümlenin başındaki aynı fiil "yusallune" deki "sallâ" fiili  de aynı anlama gelmek zorundadır. O  zaman da  anlam "Hâşâ" diyanet'in anlam verdiği gibi, Yüce Allah ve  melekleri Muhammed'e salavat getirir, ona dua eder, ona salavat okurlar" olur.

Halbuki "sallu"  fiili başka bir ayette "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için "yusalli aleyküm"  "üzerinize yardım ve desteğini  gönderen odur" Melekleri de size  destek olur yardım ederler. Allah müminlere karşı  çok merhametlidir"

(Ahzab-43) buyurarak yardımının sadece Nebi ( a.s) ın üzerinde değil, müminlerin üzerinde de olduğunu ortaya koymuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder