30 Nisan 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(23.YAZI)"Bursa da Ehlibeyt!Kur'ân yetmez demenin.Allâh yolundan saptırmanın yolunu iyi bulmuşsunuz!!!"Hariciler böyle diyordu"Sizin dediğinizi de F Gülen diyor, nasıl olacak?Şimdi siz Fetöcü müsünüz?"(Unal Akman-- "Şianın İtikadi Durumu" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------Selâmün aleyküm! Nebi ve Resul kavramları bilinmeden Kur'an-ı anlamayı bırakın, bu kavramların önemini bilmediklerinden dolayı şirke giren bir sürü din adamı var. Rabb'im inanan, anlayan, idrak eden ve yaşayanlardan eylesin inşallah"(Berkay Aydoğdu-- "Nebi ile Resulün arasında bulunan farkların bilinmesinin önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Öğrensinler hocam!"Ayrıntılarıyla açıklanmış, hakkında şüphe olmayan" Allâh kelamı var.Rivayetleri Türkçe okuyup, Kur'an'ı anlamadan seslendirmesinler.Vitrindeki maldan, kasadaki paradan hayır gelmeyeceğine kafaları iyi basıyor İki kapak arasındaki arapça yazıdan medet umacak kadar da kolaycıdırlar"(Ünal Akman)----------------------------------------------------------Bu yazınız, koca bir islam âleminin nasıl bir şirke bulaşmış olduğunu âyetlerin ışığında net olarak ortaya koyuyor..Allah cümle islam âlemini ıslah etsin ve halis kullarına selam olsun"(Sefa Sahin-- "ihlas" adlı makaleye yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Eşref Hasan Danışmaz!Önce nezaket.Sonra zerafet.Sonra letafet.Etik, ahlak ve samimiyet. En başta İNSANLIK.Haaaa bilgi mi?O ibliste de var, hemde dik alasından.Fakat bilgisi onu kibre uçurdu, bilesiniz.Sizler kadar bilmeyebiliriz, elhamdülillâh. Bilmediklerimizin kölesi, bildiklerimizin de kölesiyiz elhamdülillâh. Bilgiyle olmuyor iman ve salih amel vede teslimiyetle oluyor bilesiniz.Allah'ın dinini savunanlarında kölesiyim.Lâkin Allah'ın davasının şerefli savunucusu Muhammede (a.s) insanlara sizin gibi cevap vermezdi onuda bilesiniz.Kaldı ki, Allah'ın davası ISLAMDIR.(Âl-i İmran-19)Kalanı ise uydurmadır.Allah'ın Resulü ne Ehl-i Sünnet nede başka bir mezhebe bağlıydı.İbrahim (a.s) gibi, hanif bir Müslüman idi.Böyle tanımlamalara sizin ihtiyacınız olabilir ama bizim böyle tanımlamalara ve isimlere ihtiyacımız yoktur.Madem Alalh'ın davasınınsavunuculuğunu yaptığınızı iddia ediyorsunuz, sizi kutlarım.O vakit Allah 'ın davasının kitab-ı Hac süresi son âyette (78) Rabbimiz bizi adlandırıp isimlendirmiş.Siz ve sizden öncekiler Müslümandır.Polemik değil derdim, fikrimi arz etmek istedim"Vesselâmü aleyküm"(Ismail Kilic)------------------------------------------------------------"Eşref Hasan Danışmaz kardeşim!Her âyet herkesi ilgilendirmez mi?O devrin putları helvaydı.Şimdiki putlar dolar, euro,yastık altı ve dirseklere kadar süslü altınlar.Lüks arabalar, yatlar ve katlar.Bu putlar ile o putlar arasında isim dışında içerik olarak fark var mı?Malumunuz kafir örten kapatan demektir.Neyi?-HerşeyiO devirdeki kafirlerle bu devirdeki kafirler arasında inanç ve ahlak olarak ne fark var?Canım hocam özür dilerim şahsım ile alakalı olmayan lakin dâvam kabul ettiğim sırat ile ilgili topa girdiğim için.Ricamdır.Birde meseleye bu zaviyeden baksak acaba. Ben bunun neresindeyim diye.Aksi takdirde Kur'an, puta tapanlara kâfirlere ve müşriklere gereken cevabı zaten vermiş.Dolayısıyla ben bu âyetlerin muhatabı değilim demek, ataların dinine tapmak değilse nedir?Ayrıca Kur'an o devirdeki insanlara indiyse sözünü de söylediyse işlevini yitirmiş olmuyormu haşa.Öyleye nasılsa beni ilgilendirmeyen âyetler var.Konu kapanmıştır diye.Ah hocam ah.Kur'an'ın her âyeti Muhammed (a.s) ile ilgili değildir zannımca.Muhammed (a.s) aracılığı ile bana, sana hepimize inmiştir.Kanımca Kur'an'daki isimler sıfattır.Kur'an'daki isimlerin üstünü çizip yerine kendi isminizi yazınca konu dahada iyi anlaşılır diye düşünüyorum. En iyisini en iyi ve mükemmel olan Rabbim bilir.Selâm ve dua ile"(Sefa Sahin)---------------------------------------------------------Değerli hocam elinize ve yüreğinize sağlık. . Bu hadisleri dikkatle incelediğimizde, genelde uyduruldukları dönem İslam toplumunda yaygın bir gelenek olan "kussas" yani hikaye anlatanların tarzına benzediğini görebiliriz. Bu hikayeciler o dönemde halkı cami, meydan ve mescitlerde toplayıp gerçek üstü, masalsı, esrarengiz, ütopik bir anlatımla uydurma, menkıbe ve efsanelerle halkın dini duygularını istismar ederek, hüzünlü bir sunumla ağlatmaları ile meşhurlardı. İşte aynı anlatım tarzı birçok hadiste birebir mevcuttur. Bu bile hadislerin kimler tarafından ve hangi amaçlarla uydurulduğunu, hadislerin kişisel menfaat ve şöhret uğruna nasıl hayal mahsülü menkıbe, hayal ve hikayelere dönüştürülerek halkın adeta eğlencesi haline getirildiğini ve bunların bu sayede sayılarının milyonlara ulaştığını göstermektedir" . Selam ve hürmetler...(Faruk Fidan-- "Ehli Sünnet dininde mecüsi manzaraları" (Miraç) adlı yazıya yaptığı yorum)
"NAMAZI MİLLETİN BAŞINA BELA ETTİLER" SÖZÜNÜN ANLAMI: Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerine indirilen vahiy'lerde ve İslam dininde en önemli emirlerin tevhid, güzel ahlak, adalet, emri bil'maruf- nehyi anil' münker,infak, merhamet, Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi, elçilerin hayatlarının ve mücadelelerinin önemi, komşulara, akrabaya ana-baba'ya ihsan, insan hakları koruma,Allah yolunda cihad, vahyin başka sözlerle bozulmaması, helal ve haramların Allah tarafından belirlendiği, Kur'an'ın himayesine sığınma ve sadece ona tabi olmakla ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Allah Resulü'nün vefatından asırlar sonra uydurulan rivayetlerle, rivayetlerden yapılan içtihatlarla, ictihadların kurumsallaşması neticesindedin anlamı olmayan ibadetlere indirgendi. Tâbi "namaz dinin direği" ve "namaz eşittir din" yapılınca, bu sefer İslam ümmetinin fakirlik ve sefaletinin gizlenmesi ve perdelenmesi gayesiyle büyük ve gösterişli mabetler inşa edildi. Yani ümmet, mâbetlere ve namaza esir edilerek vahyin değer verdiği diğer önemli emirler ve hayati ilkeler zamanla unutularak ortadan yok oldular. Mesela: Ehli Sünnet mezheplerinin hadis kaynaklarında tevhid, güzel ahlak, adalet, insan hakları ile alakalı fazla bir şey yer almazken, namaz kılmak, hacca gitmek, tahâret, oruç tutmak, zekat vermek gibi konularla alakalı yüzlerce kaynak meydana getirilmiştir. Sadece "namaza hazırlık, namazdan önceki temizlik" ile ilgili on dört ciltlik eser yazanlar bile olmuştur.Özellikle dinin tevhid ve güzel ahlak üzerine değil de, kavram olarak Kur'an'da geçmeyen "namaz"ın üzerine oturtulması, namaz kılmak, abdest almak, suların temizliği, kuyuların suyu, durgun ve akan su, suların hükmü, suyun tadı, kokusu, rengi, miktarı, cemaatle namaz, sarık ve misvakla namazın fazileti, safların düzenli olması ile ilgili binlerce kavram ile korkunç derecede zor, karmaşık ve yaşanmaz bir din ortaya çıktı.Dinin tek kaynağı Kur'an ile hiç bir ilgisi olmayan, fındık kabuğunu doldurmayacak zırvalarla yüzlerce "kutsal kaynaklar" telif edildi.Namaz kılmak için temizlik, sular meselesi ve namazın üzerinde o derece durdular ki, artık "namaz kılanın diğer günahları kendine zarar vermez" inancı zihinlere hâkim olmaya başladı. Temizlik, suların hükmü, namazın farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları, cemaatle namaz kılmanın fazileti, safları sık tutmanın sevabı ve diğer namazın yüzlerce teferruatından, İslam'ın ana konularına sıra gelmedi. Mesela: Ehli Sünnet'in "kutsal kaynakları" olan "kütüb-ü sitte" de Allah Resulü adına İftira edilmiş öyle hadisler vardır ki, güya Allah Resulü (a.s) "men terakes sâlete fekad kefera--Namazı terk eden kafirdir" "men lem yusalli fehuve kéfirun-- kim namaz kılmazsa kafir olmuştur" "cemaate gitmeyenin evini yakmak içimden geliyor" "..men bené mesciden lilléhi benallâhu lehu beyten fil cenneti-- kim Alla rızası için bir mescid bina ederse, Allah'da ona cennete bir ev- köşk bina eder' buyurmuştur. Tâbi uydurulan rivayetler üzerine oturtulan batıl din, sanki Allah Resulü'nün sözleri imiş gibi, hüküm olarak kabul edildi. İşte bütün bu hurafelerin yoğunluğundan dolayı Hüseyin Atay haklı olarak "Namazı milletin başına bela ettiler" cümlesini, söylemek zorunda kalmıştır. Aslında Mekke müşriklerinin namazı ile Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin namazı arasında bir fark yoktur. Mekke müşrikleri Allah'a şirk koşarlar, kibirden cimriliğe kadar her türlü kötü ahlaka sahip olmalarına rağmen, ibadet eder, Hac ve Umre yapar, tavaf eder, kurban keser ve Kâbe'ye çok değer verirlerdi. İşte Allah böyle bir ahlâk ile ibadet eden, Hac ve Umre yapan kötü ahlak sahibi mekke müşriklerine "sizin gibi kötü ahlak ile ibadet eden müşriklere yuh olsun" buyurmuştur.İslam'da esas olan, vahyi bağlam ve bütünlüğü içinde bilmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmemek, dinî Allah'a özel kılarak sadece O'na teslim olmak (ihlas), tevhid, güzel ahlak, Allah'ı hakkıyla takdir etmek, insan hakları, infak, adalet ve doğal dengeyi koruyarak yaratılmışlara merhamet etmek, Kur'an'da anlatılan Resüllerin inanç ve mücadelelerini örnek almaktır.Yani Allah'ın elçilerini hakkıyla tanımak, onları anlamak ve değerlerini bilmektir.Sonuç olarak: Uydurma mezhebler dininin Allah ve Resulünün dinîyle hiçbir ilgisi yoktur.Bu batıl din evliya ve ilahların şirk dinidir.Namazının da, abdestinin de, haccının da, mâbedlerinin de Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.
29 Nisan 2021 Perşembe
TEKFİR MESELESİ: Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, kendi içinde bulunan çözümüne baktığımızda anlaşılmayacak bir konu kalmayacaktır. Fakat bunu yaparken sağduyu sahibi, ortak bir akıl, sadece Kur'an'ın sistemine ve kainatta bulunan Allah'ın âyetlerinden yaralanmak en akılcı bir yol olacaktır. Kur'an'da, kimin kafir, zalim, fasık, müşrik, mümin, hanif müslüman, muhlis olduğu açık olarak ortaya konmuştur. Âyetlere dikkatlice baktığımızda Kur'an'ın, saf, aldatılmış ümmi insanları, din adamlarından ayırdığını görüyoruz. Yani uydurma ve iftira din anlatan, Allah ile aldatan, dini rant ve menfaat aracı yapan dinciler ile Allah yolundan şu veya bu şekilde engellenenler bir olmazlar. Çünkü tarihin bütün zamanlarında Allah'ın muhlis elçilerinden sonra insanları uydurma din ile aldatan din adamlarının var olduğu Kur'ani bir gerçektir. Özellikle "uydurma ve iftira din" dememin sebebi şudur.Hanif İslam dinini anlatan gerçek ilim sahiplerini yüce Allah, böyle ağır bir günaha mahkum etmez. Yani Allah tarafından indirilen hak dini anlatan muvahhidler, dünyevi çıkar ve menfaatlere tenezzül etmezler. Çünkü din o kadar yüce bir değer ki, dünyada bulunan hiçbir maddi menfaat ve yaşantı onun manevi ve ulvi değerine ulaşamaz. Fakat uydurma din anlatanların suç dosyaları çok kabarıktır, onursuz bir ahlaka sahiptirler. Mesela:Allah'ın mesajından saparak rivayet dini anlatanlar için Kur'an, "kitap yüklü eşekler" ifadesini kullanmıştır.(Cuma- 5)Mesela: "Dini değerleri dünya menfaati için satan, dinin sırtından dünyalık devşiren dolayısıyla âyetlerden sıyrılıp çıkanlar için, "köpek" kelimesini kullanmıştır.( Araf- 175, 176) Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.Mesela: Kur'an, "Uydurma din adamlarının, Allah yerine âlimlerini ilah ve Rab" edindiklerini" haber verir.(Tevbe-31) "Allah'ın indirdiğini gizlediler..."( Bakara-- 159, 160, 161, 162, 174, 175, 176; Ali İmran- 187) "Allah'ın âyetlerini etkisiz ve hükümsüz bırakmak için birbirleriyle yarış ettiler, büyük bir çaba içine girdiler" (Sebe- 5, 38)"Rivayet ve içtihatlarıyla ilâhi vahyin manasını tahrif ettiler" (Bakara- 42)"Boş sözleri satın alarak, insanları Allah'ın hidayet yolundan engellediler. Allah'a karşı yalan uydurup Kur'an'ı yalanladılar"( Lokman- 6; Zümer,-32) Dolayısıyla uydurma din anlatanlar Allah tarafından indirilen İlahi vahye yapmadıkları kötülük ve ihanet bırakmadılar.İnsanları "Allah'ın dininden uzaklaştırdıkları, Allah'ın dinini yamuk gösterdikleri, hakkın üstünü örttükleri" için din anlatanlarının "kafir" olduklarından asla şüphe yoktur. Fakat Allah yolundan uzaklaştırılan ümmi halkı "kafir" ve "müşrik" olarak görmek doğru değildir. Çünkü "Allah Elçi göndermeden azap etmez"(Şuara- 208, 209; İsra- 15; Nisa- 165; Kasas-59)Ümmi saf insanları kendilerine Resul gelmemiş kabul etmek gerekir.Ümmi insanlar "güzel ahlak, adalet, merhamet, infak ve insanlık adına ortaya koydukları salih amellerle" hesaba çekileceklerdir.Dolayısıyla taklidi imana sahip olanlar hangi dinden ve milletten olurlarsa olsunlar amel bakımından aralarında bir fark yoktur.Yeter ki, körü körüne "bir şeyh'e, bir cemaat liderine, bir tarikata fanatik bir şekilde bağlı" olmasınlar. Çünkü Kur'an'daki âyetlere baktığımızda "küfür, şirk, yalanlama, fısk, zulüm, Allah yolundan engelleme,Allah'a iftira, helal olan bir şeyi haram kılma, Allah'ın yolundan alıkoyma, doğru yolu yamuk gösterme" gibi fiiller, "şuur, uydurma da olsa ilim, bilinç ve din adına önderlik yapma" ile ilgili şeylerdir.Kitap ve ilimden haberi olmayanlar bu gibi şeyleri yapamazlar. Yani insanları Allah ile aldatanlar uydurma de olsa "din, iman, kitap ve inanç" anlatma kabiliyetine sahip olanlardır.Bütün bu gerçeklerden sonra şunu demek mümkündür.Yüce Allah tarafından indirilen vahyi anlatmaları gerekirken, uydurma rivayetlere dayanarak, içtihadları ile ümmi halkı Allah'ın yolundan engelleyen mezhep âlimleri, muhaddis ve müctehidler, ilahiyatçılar, din adamları, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanlar hakkı örtme ve âyetleri gizleme anlamında kafirdirler. Kur'an'dan başka kaynakları din ve hüküm olarak kabul ettikleri, Kur'an yerine bu yalan ve iftiraları anlattıkları için müşriktirler, dolayısıyla zulüm işlemiş ve fasık olmuşlardır. DELİL :"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. (Kötülere) uyanlar şöyle derler. Ah keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları ki bizde onlardan uzaklaşsaydık. Böylece Allah onlara işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara- 165,166, 167)"Cehennem de azgınlara gösterilir. Onlara Allah'tan başka taptıklarınız hani nerede?Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu?denilir.Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan oraya tepetaklak atılırlar.Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler. Vallahi biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar saptırdı. Çimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz"(Şuara- 91, 101)Yukarıda geçen "İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler..." (Bakara, 165) ile "Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk" (Şuara, 98) âyetleri çok önemlidir.Uydurma dine, herhangi bir cemaate ve tarikata fanatik bir şekilde bağlı olmayan ümmi insanlar için "kafirdir, müşriktir, veya cehenneme gireceklerdir" sözü, doğru değildir.Çünkü 1400 yıldan beri büyük bir kavram kargaşası ve bilgi kirliliği ile insanların akıl, fikir ve inanç dünyaları alt üst edilmiştir.Bu kargaşa ve bilgi kirliliği içinde Allah'ın yolundan engellenen halkın büyük çoğunluğunun doğru yolu bulması ve doğruya ulaşması son derece zordur.Olayı somut bir şekilde ortaya koyalım."Azap melekleri birini alıp cehenneme götürürken benNakşibendi tarikatının Hâlid-i kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar..." "... biz müritlerimizi Allah'a göstermeden, hesap kitap görmeden cennete götürüp bırakacağız..." "...bir konuda bize 500 âyet getirilse bile selefin içtihadlarından onay almaması hâlinde ona bid'at hükmü vermekte tereddüt etmeyiz..." "...Buhari çökerse İslam çöker, Müslim çökerse İslam çöker..." "...Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı, hadisler olmazsa Kur'an anlaşılmaz...""...Kur'an sünnete ihtiyacı, sünnetin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazladır..." "... essünnetü kâdiyetün alel kitéb" yani "sünnet Kur'an'a egemendir"diyenlerin ve onlara iman edenlerin hepsi kafirdir, müşriktir, zalimdir.
28 Nisan 2021 Çarşamba
"SİZE VE KULLUK ETTİKLERİNİZE YUH OLSUN, AKLINIZI KULLANMAZ MISINIZ?(Enbiya-67)Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. (Ey Nebi!) "De ki: Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"(Sâd-67,68)"Resul dedi ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı mehcur bıraktı"(Furkan-30)"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu- kitapta onu insanlara apaçık olarak göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"(Bakara- 159)"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır.Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayete bedel olarak sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"(Bakara- 174, 175)"Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran- 187)Fetö'nün 17/25 Aralık emniyet darbesi, 7 Şubat MİT krizi, 15 Temmuz 2016 hain askeri darbesi ve en son Adnan Oktar'a yapılan operasyon ile birlikte TV kanallarında her gün sürekli olarak tarikat ve cemaatlerin yapılanması konuşuluyor.Bir çok ilahiyatçı, akademisyen, araştırmacı yazar bu meseleleri konuşuyor. Bir çok yorum yapılıyor, tarikat ve cemaatlerle ilgili her şey dile getiriliyor.Dış istihbarat örgütleriyle olan bağlantıları, mali ve ekonomik olarak onları denetim altına alma gerekliliği gibi, onlarca madde konuşuluyor ve tartışılıyor. Konunun uzmanları fikir ileri sürüyor, kafa yoruyorlar. Hatta daha önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Habertürk TV'de bu konu ile ilgili sorulan sorulara üç saatten fazla cevap veriyor. Onlarca kanalda tarikat ve cemaatlerin insanların dini duygularını nasıl istismar ettikleri, dini nasıl kullandıkları, Allah ile nasıl aldattıkları ile ilgili aylardan beri her şey konuşuluyor. Sadece bir tek şeyden söz edilmiyor, tek bir şey dile getirilmiyor.O da Allah'ın indirdiği hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an'ın akıl ve mantığı, kitab'ın ilim ve hikmeti, âyetlerin mesajı. Ben bazen bu programlara denk geldiğimde hayretler içinde kalıyorum. Bir millet kutsal kitabından ve hidayet kaynağından nasıl bu kadar uzak bir mesafeye savrulabilir? Bir millet nasıl bu kadar istismar edilir, kitapsız olur? Bir ümmet nasıl bu kadar kitabına karşı kör ve sağır olur? Bir nesil nasıl bu kadar kitabına karşı ihanet edebilir?Bir toplum nasıl kitabını bu kadar açık olarak inkar eder? Tarikat ve cemaatlerin kirliliğine, pisliklerine, akılsızlıklarına, ahlaksızlıklarına ve istismarlarına engel olacak tek bir gerçekten neden hiç kimse söz etmiyor. Böyle Allah'sızlık, böyle kitap'sızlık, böyle imansızlık, böyle vicdansızlık olacak bir şey midir?Akılsız ahmaklar her şeyi konuşuyorlar, akıllarına tek Kur'an gelmiyor.İnsan bu mürekkep yalamış ahmakları dinlediği zaman Kur'an adında bir kitabın inmediğini, böyle bir kitabın olmadığını zanneder. Bu ahlaksızlıkların yanında Kur'an'ın hiçbir öneminin olmadığı ortaya çıkıyor. Yani insanları Allah ile aldatan Fetö tipi yapılanmalara karşı Kur'an'ın söyleyecek bir sözü, yapacak hiçbir şeyi yok mu? Her türlü şirk, tefrika, bölünme, ahlaksızlık, adaletsizlik, akılsızlık ve tefekkürsüzlüğün tek ilacı, yegane kurtuluş yolunun Kur'an olduğunu hiç duymadınız mı? İnsanları ahmaklıktan, akılsızlıktan, din istismarından kurtaracak tek şeyin Kur'an olduğuna inanmayanlar kahrolsun! Ahmaklığın, merhametsizliğin, medeniyetsizliğin, ahlaksızlığın ve din istismarının Kur'an'sızlıktan kaynaklandığını idrak edemeyenlere yuh olsun!Ey Kur'an'ın hidayet ve rahmetini görmek istemeyen din ve iman istismarcıları! Sizin vicdanınıza, irfanınıza, ilminize, ahlakınıza, kanınıza, ruhunuza, hayatınıza yuh olsun!"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"(Enfal-22)Bu kadar Kur'an kursu, imam hatip okulları, bu kadar câmi, Diyanet'in bu kadar personeli, bu kadar ilâhiyat Fakültesi, Prof'u, öğretim üyeleri ve Kur'an'ın anlaşılmayan metni için yapılan bunca menfaat ve savurganlık, sadece ölülere okunmak, sadece uydurma kutsal gecelerde milleti aldatmak ve Allah'ın hidayet yolundan uzaklaştırmak için yapılan bunca merasim, Kuran'ı güzel okuma yarışmaları, bunca masraf ve israf haram olsun, zehir-zakkum ve cehennem ateşi olsun. Efendilerinizin mezar ve türbeleri, düğün merasimleriniz, eğlence törenleriniz olduğu zaman aklınıza Kur'an geliyor. Dünya, şirk, hurafe, yalan, istismar, hayat, hidayet, kurtuluş dendiği zaman neden sessiz şeytan kesiliyorsunuz?"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"(Zümer- 54, 55) "Hep birlikte Allah'ın güç ve himayesine (Kur'an'a) sığının, fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirilmişti ve onun (tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O (Allah- Kur'an) kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulü'ne tâbi olun.Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"(Enfal-24)
26 Nisan 2021 Pazartesi
SUUDİ ARABİSTAN--EHL-İ SÜNNET-- AMERİKA.Allah tarafından indirilen vahiy dinî, insanlara merhametli bir vicdan, özgür bir irade ve onurlu bir karakter kazandırır.Kur'an, tevhid ve güzel ahlaka, adalet ve eşitliğe ağırlık verdiği için insana üstün bir fazilet ve sarsılmaz bir şuur bağışlar. Fakat bu kadar yüksek ahlaki meziyetlere ve hidayete sahip olan Kur'an, terk edilip ihanete uğradığı andan itibaren üstün bir ahlaka sahip tevhid dinine paralel olarak bir çürüme, yozlaşma, dağılma, parçalanma ve alçalma meydana gelecektir. Lütfen şu âyete dikkat edin! Dikkat edin ki, Emevi Abbasi Ehl-i Sünnet ve Şia âlimlerinin tâbi olduğu dinin ne kadar tehlikeli ve ölümcül bir din olduğunu görün. "Kendisine şirk koşmaksizin Allah'ın hanifleri (saf kulları olun) her kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir yere sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac- 31) Yani düşüş ne kadar yüksek bir yerden (Kur'an-İslam) olursa parçalanma ve dağılma o derece korkunç bir vaziyet alır. İşte Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin içinde bulunduğu durum bundan pek farklı değildir. Mesela: Bir madde ne kadar saf ve temiz olursa, bozulduğu andan itibaren en tehlikeli ve ölümcül bir özelliğe sahip olur. Bundan yüce Allah, tevhid dininin indiği gibi orijinal kalması ve saf olarak yaşanması üzerinde ısrarla durmuştur. "Sakın hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Kur'an'da bulunan tevhid dini son derece açık, kolay, saf ve berrak bir yapıya sahiptir. Hanif İslam dini, ananın göğsünden yavrunun ağzına akan halis bir süt gibi "lebenen hâlisen" (Nahl-66) insanlara ulaştırılması gerekir. Din Allah'tan indirildiği gibi saf yani katışıksız beşer eli değmeden yaşanması gerekir.İşte o zaman toplum, aklını ve ahlakını maddi ve manevi tüm sorunlardan muhafaza ve müdafaa edebilecektir.Bundan dolayı dinin sadece ve sadece Allah'a özgü kılanması çok önemlidir. "O daima diridir, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı(dinî Allah'a özel kılarak sadece) O'na kulluk edin. Her türlü hamd alemlerin (insanların) Rabbi olan Allah'a mahsustur"(Mümin- 65) "Halbuki onlara (insanlık tarihindeki bütün insanlara) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri emrolundu"( Beyyine- 5) (Ey Elçi!) Şüphesiz kitab-ı sana bir amaca yönelik olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak İhlas ile kulluk et"( Zümer- 2) Fakat maalesef Allah Resulü'nden sonra uydurulan Şiilik ve Sünnilik Kur'an'ı Mübin'in dininde büyük bir tahrif ve yozlaşmaya neden olmuştur. Yani tamamen şirk ve hurafe olan Şiilik ve Sünniliğin Kur'an'ın saf ve tertemiz dini ile hiçbir alakaları bulunmamaktadır. Hatta Şiilik ve Sünnilik Kur'an'dan en uzak bir mesafeye savrulmuş dünyanın en batıl olan İslam düşmanı iki dindir. Dünyada Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerinden Kur'an'a karşı inatçı bir düşman bulamazsınız.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tamamen şirk olan kaynakları yüzünden her dine uyum sağlasalarda, hiçbir zaman İslam dinine ısınamaz hanif dine ayak uyduramazlar.Şia ve Ehli Sünnet dininin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde zulüm, katliam, kargaşa, terör, vahşet, anarşi ve tefrika eksik olmayacaktır. Şia ve Ehli Sünnet anlayışın hakim olduğu ülkelerde özgürlük, güven, adalet, ilim, aklı kullanma, özgür irade, insan hakları ve eşitlik, merhamet ve icad, insan hakları ve güzel ahlak barınamaz. Bu konuda en güzel örnek Suudi Arabistan'dır. Vahyin nazil olduğu, Allah Resulü'nün doğduğu ve yirmi üç yıl insanlara Kur'an ve tevhid ahlakını anlattığı bu coğrafya, bugün dünyanın en ilkel ve şirk dininin pençesinde kıvranmaktadır. Türkiye'deki Sünni âlimlerin! Suudi Arabistan'da bulunan inancı kötülemelerine sakın aldanmayın.Suudi Arabistan'da Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin Hanbeli-Selefi versiyonu hakimdir. Yani Türkiye'de bulunan mürekkep yalamış Sünni cahillerle Suudi Arabistan âlimleri ve fetva makamları arasında inanç bakımından hiçbir farkı yoktur.Suudi Arabistan'ın selefi-sünni anlayışında sadece türbe yapılmaz ve ölülere Kur'an okunmaz. Yoksa kaynak bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı, fetö ve cemaatlerin dini ile Suudi Arabistan'ın dinî arasında hiçbir fark yoktur.Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin kaynaklarındaki rivayetlerin fıkhına göre bir din yaşayan Suudi Arabistan'da fikir hürriyeti, özgür irade, adalet ve Kur'an ahlakının zerresini bulamazsınız. Suudi Arabistan Kralı iktidarda iki gün fazla kalabilmek için Allah'ı, Allah Resulü'nü, dini, imanı, Kur'an'ı, Kabe'yi ve bütün müslümanları satmaya dünden hazırdır. Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin hakim olduğu bütün İslam ülkelerinde maddi manevi büyük bir perişanlık ve umutsuzluk hakimdir.Ben "İslam ülkelerinde" kavramını ümmi halk için kullanıyorum. Yoksa âlimleri Müslüman değildir, öncülerinden bugüne kadar bu Kur'an'sız dinin müctehidlerinin küllisi müşriktir. Elli küsür Emevi- Abbasi ülkesinde yüzlerce cemaat ve tarikat, inanç ve ahlakta tam bir kaos ve kargaşa içindedir.Bu ülkelerde din tamamen bir rant, menfaat ve ümmi halkı aldatma aracıdır. Hiçbir cemaat diğer bir cemaati hiçbir tarikat diğer bir tarikatı sevmez, hatta birbirinden nefret ederler, coğrafyada tam bir güvensizlik hakimdir, anarşi ve terör kol gezmektedir. Hiçbir "İslam ülkesi" özgürlük içinde yaşanacak bir inanç ve ahlak yapısına sahip değildir. En güvendiğiniz ülke iki dakika içinde sizi Amerika ve İsrail'e satmaya hazır bir vaziyette beklemektedir.Çünkü bu ülkelerde Kur'an ahlakının ve tevhid medeniyetinin özgür iradesi hakim değildir.Suudi Arabistan'ın en büyük müttefiki İslam ve Müslüman düşmanı Amerika ve İngiltere'dir. Yani anlayacağınız Kur'an düşmanı bu uydurma dinden ve imandan Müslümanlara asla bir hayır gelmeyecektir.Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayıp Suudi Arabistan'ın Ehli Sünnet şeriatına hayran duymanın sebebi Kur'an'a karşı olan cehaletten kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı Allah'ın tüm elçileri gibi, Kur'an ehli muvahhidlerinde en büyük mücadele alanları dinsizlik değil, uydurma birer şirk dini olan Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik olacaktır.Bizim mücadele alanımız, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davut, Küleyni, İbni Mace, Nesai, Malik bin Enes,Muhammed bin İdris ve Ahmed bin Hanbel'in eserlerinden oluşturulmuş Şiilik ve Sünniliğe karşı Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama silahı ile mücadele etmektir. Allah Resulü'nden sonra Müslüman kanının akmasına en çok sebep olan bu uydurma şirk dinidir.Bu din bizi cehennemin mutfağında yaşamaya mahkum etmiştir.
UYDURMA DİN VE MEZHEPLER BELASIRahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (O'nun birliğini tanıyan saf ve ihlaslı kullar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu ıssız bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac- 31) Uydurma dinlerin ve şirk mezheplerin insanlığa yaptığı kötülüğü düşünerek Allah tarafından indirilen rahmet ve hidayet dini olan İslam'la büyük bir onur duyuyoruz.Günümüze kadar şirk dinler insanlığa ne yaptı, ve ne yapmaktadır? Bir din öbür dinle, bir mezhep diğer mezheple, bir cemaat öteki cemaatle, bir tarikat başka bir tarikatla hiçbir zaman anlaşamaz ve bir araya gelemezler. Hatta aynı kaynaktan beslenen, aynı kitabı okuyan, aynı inanç ve felsefeye bağlı olanlar bile birçok kola ayrılmışlardır. İnsanlık tarihinde de, bugün de "şirk dinler" hep kan, gözyaşı, katliam, dağılma, kargaşa, şiddet, esaret, terör, taklit, sömürü, cehalet ve karanlık üretmişlerdir. Kur'an'da birçok âyette gördüğümüz gibi, belli bir inanç ve görüşe sahip olanlar başka inançta olanların eliyle ölümlerin en beterine mahkum edilmişlerdir.(Bürüc-1- 10 ) Diri diri yakılanlar, işkencenin en acısına çarptırılanlar, ezilenler, vahşice katledilenler arasında kadınlar, masum çocuklar ve ihtiyarlar da vardı. Yahudilerin ilk Hristiyanlara, güçlü hale gelen Hristiyanların Yahudilere, kendini ilâh olarak ilan eden Firavun'un İsrailoğullarına, Emevilerin Abbasilere, Abbasilerin Emevilere, Ehl-i Sünnet'in Şia'ya, Şia'nın Ehli Sünnet'e, Yezid'in Hüseyin'e, İsrail Devleti'nin Filistin halkına,Budistlerin Arakanlılara ve doğu Türkistan'lılara, ya da biraz özgür düşünceden yana olanlara, dahası kendi dindaşlarına yaptıklarını, gösterdikleri acımasızlıkları, şirk din adına olan türlü işkenceleri, yüzyıllar boyunca süren engizisyon mahkemelerini ve kilise katliamlarını bir düşünün. İşte Emeviler, bir değil binlerce cinayet.... Nice özgür düşünen bilge insanlar, ilim adamları, muvahhidler her türlü işkenceyle öldürmüşlerdir. Bu gerçekler ışığında mezhep ve tarikat şirkinden arınmışlığı önemli bir insanlık değeri ve büyük bir onur sayıyorum. Onun için Allah'tan başka tüm ilahları ve evliyayı reddediyor, vahye dayanan tevhid inancını açık olarak ilan etmeyi en önemli bir görev olarak kabul ediyoruz. Ve onun için diyoruz ki, "Vahye dayanan tevhid inancını müşriklerin iddia ettikleri gibi bir sapıklık değil, İnsanlığın en gelişmiş, medeniyetin en gelişmiş, merhametin en ileri boyutudur.Vahiy, Allah tarafından indirilen hidayetle, hiçbir gücün ve inancın zihinleri, akılları, duyguları ve fikirleri prangalamayacağı bir dünya inşa ediyor. Şirk karanlığında her çeşit sapkınlık, tefrika, cehalet, akılsızlık ve ahmaklık, taklit ve bağnazlık, sanat düşmanlığı ve yobazlık hakimdir.Bu karanlık ve şirk bataklığında yüzlerce yıllık ahmaklıkları ve ilkellikleri Kur'an cahili ümmi halka "asrı saadet devri" diye yutturmalar vardır. Bu öyle belalı ve kahredici bir din ki, aklın, mantığın, bilimin, sanatın, estetiğin, "hak mezheplerin emri" adı altında ezilmesi ve sindirilmesi mevcuttur. Bu din öyle kalitesiz ve ilkesiz bir din ki, dünya egemenlerinin önünde köpek gibi kuyruk sallarken, onların en aşağılık liderleriyle telefonla konuşmayı büyük bir lütuf sayarken, kendi halkına karşı çalım sattırır, kibir yaptırır. Vahiy, geçmişten bize, bu günden yarına İbrahim'in muhteşem inanç ve iradesini miras bırakabilirdi. Bunun olmamasında mezheplerden kaynaklı şirk karanlığının çok ama çok büyük bir payı vardır. Bu mezhep karanlığı olmasaydı, insanlık bugün başka türlü bir noktada olacaktı. Yüzyıllarca türlü iftira ve entrikalarla örülen şirk karanlığı yüzünden tevhid'in medeniyeti ve vahiy ahlakı maalesef yaşayacak uygun zemin bulamadı. Mezhepler, Şialar, fırkalar, insanların geçmişi boyunca ayrılıklar, ihtilaflar, bölünmeler, parçalanmalar, acılar ve ölümlerin kaynağı olmuştur. Çıkar ve menfaatleri şirk karanlığı üzerine kurulu olanlar, bu karanlıklardan türlü biçimde yaralananlar, tüm karanlık böceklerin korktuğu tek bir şey vardır. KUR'AN'IN AYDINLIK VE HİDAYET YOLU Dolayısıyla mezhepler insanlığa çok şey kaybettirmişlerdir. Mezhepler, insanlara sadece esaret, taklit, bağnazlık, düşmanlık, yobazlık, tefrika, gözyaşı ve cehalet getirmişlerdir.Mezhepler, akıl ve bilimin, sanat ve estetiğin yolunda olmaya çalışan birçok bilim adamının öldürülmesine sebep olmuşlardır. Mezhepler, sürekli ölüm ve kula kulluk getirdikleri için birçok değerimizi yitirtmiştir. Mezhepler, insanların akıllarını ve duygularını prangaladığı ve hapsettiği için uydurma dinin kendisi baştan terör ve şiddet mekanizmasıdır. "Allah" ile "insanlar" arasında aracılık yaptığını ileri sürerek ortaya çıkan cahil ahmaklar, ilkel karanlık zamanların inançlarını pazarlayagelmişlerdir.Yalanlarla örülü karanlıklar nedeniyle de milyarlarca insanı bugün dâhi çevrelerinde toplamayı başarmışlardır.Çıkarları aynı karanlık ve cehalete bağlı olan egemen güçler de bu geleneğin sürmesinde etkili olmuşlardır. İnsanların özgürlükleri, insanca yaşamaları, büyük oranda mezhep ve fırkaların dininden arınmalarına bağlıdır. "Şirk'"in inanç dünyasının alanı başkadır. "Vahy"in ve "tevhid'in alanı başkadır.Şirk hep karanlık kesimdedir. Vahiy, tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ise aydınlık kesimde yerini almıştır.
25 Nisan 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(22.YAZI)"İşte 1400 yıldan beri ne güzel birlik beraberlik içinde gidiyordu yalanı ile uyutulduğumuz mazinin en kısa geçmişi!..Nebi (a.s) sonrası islam dünyasında birbirine düşman, kemikleşmiş iki ana cephe oluşmuştur!. Bunlar zeminlerini sağlamlaştırmak için dini tahrip etmekten asla çekinmeden Allah'ı ve Nebi'yi her türlü yalanlarına bulaştırmaktan çekinmemişlerdir!. Onuncu ve onbirinci asırda coğrafyanın belli yerlerinde açılan medreselerde eğitim dünyevi ve uhrevi olarak ikiye ayrılmış! İlim ve tabiatla ilgili kevni âyetler dinin dışına itilmiştir.Gerçek ilim adamları tekfir edilmiş, düşünme ve akletmeye dayalı eserleri yok edilmiştir! İslam'ın sosyal bağı nerdeyse yok sayılmış, ibadet ağırlıklı bir din oluşturulmuştur. Din eşittir namaz ile gelen uydurma rivayetlerin dinin aslından sayılması eğitimin temel direği olmuştur!.Din önderleri kendilerinden öncekilerin şartlarına, ve o günkü anlayışlara göre yaptıkları içtihadları insani yorum olmaktan çıkartarak, "onlar Nebiye daha yakın zamanda yaşamışlar! Görüşlerinde mutlak bizim anlamadığımız hikmetler vardır! yanlışlığı eksikliği düşünülemez" inancı ile nerdeyse geleneği test etmeden Allah'ın hükmü seviyesine taşımışlardır!. *Şii cenahta ise, kurdukları medreseleri batıniliği dini amaç edinen eğitim yuvalarına dönüştürenlerle, geçmiş âlimlerin içtihadlarına sadık kalma olduğu gibi büyük çoğunlukta sonraki alimlerin öncekilerin içtihadlarına uyma zorunluluğu reddedilmiş kendi içlerinde içtihadları sürekli yenileyebilmişlerdir!. Bununla birlikte İslam'da tevhid'i, birlikteliği değil, mezhepçiliği, tefrikayı ve ayrılıkçılığı ayakta tutmuşlardır!.(Hüseyin Koç)-----------------------------------------------------------"Eyvallah saygı değer hocam!Bunlar Allah'ın kitabını anlamakla değil, batıl bir din uydurmakla Allah ve Resulüne iftira atmakla meşgul olmuşlar. Hâlâ aklını işletmeyenler Allah'ın kitabına dönemiyorlar.(Koç Mehmet Demir)----------------------------------------------------------"Allah Resulü vahyi tebliğ ederken, Mekke'nin müşrik ve kâfirleri, vahyin tebliğini engellemeleri, üstünü örtmeleri, gürültüleriyle sesini boğmaya çalışmaları ile günümüzdekilerin yaptıkları arasında ne farkı vardır?Hiçbir bilgiye dayanmayan bu malumat yığınlarının. Çocuklarımızı bu sapkınlıklardan korumak gerekir. Bu görev, ebeveynlerin ve ilim sahiplerinin boyunlarının borcudur. Çocuklara Kur'an'ı öğretmek, onları doyurmak ve barındırmaktan sonra gelen en önemli görevdir.Gerçeği bildiği halde susandan daha zalim kim olabilir"(Zihni Dönmez)---------------------------------------------------------"Bursada Ehli Beyt! Sünnilikten Şiiliğe geçen Kur'an cahili bir arkadaşım vardı.Şiilikle ilgili bana bir sürü kitap vermişti.Onları biraz okudum, baktım saçmalıklarla doludur. Sonra fırıncıya verdim gittiler. Yani uydurulmuş Şiilik dini neyse, uydurulmuş Emevi'nin Sünnî dini de odur. Al birini vur ötekine. İkiside Kur'an'a ters. Allah bu iki din mensuplarını ıslah etsin"(Mert Cömert-- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Allah sizlerden razı olsun! Doğruları öğrendikçe sizlere daha çok ihtiyaç duyuyorum.Bize, sizin biat dediginiz bütün şirkleri ve hurafeleri yaptırdılar.Birde ben bunları diyanetin bastığı kitaplardan okuyarak öğrendim. Allah beni af etsin. Ne diyeyim, kendime göre en doğrusunu öğrenmiştim!(Taşkın Yilmaz-- "Kur'an'sız Din" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Çok düşündürücü!Bu bombardıman edilen kavramların hemen hiç birini bilmiyorum.Birkaç tanesi hariç.Şükür Allahıma!Biraz olsun Kur'an bilincim var.Yoksa "Alimlerimiz daha iyi bilir, ben alimlere uyarım" gibi düşünebilirdim.Düşünebilirdim ve bu şirk bataklığında yaşadığımdan habersiz "kıyamet günü" geldiğinde dizlerimi dövecektim"(Fazıl Uğur-- "Kur'an'sız Din" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Biz hurafelerin denizinde yüzen bir toplum olmuşuz, hikayeleri seviyor ve din ediniyoruz.Keşke şirk ve hurafelerin bedelinin ne kadar ağır olduğunu önceden bilseydik. Bizleri aydınlattığınız için Allah sizden razı olsun Ali hocam!(Sadet Çapraz-- Hurafelerin Zararları) adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam saygılar!Dediklerinize tamamen katılıyorum. Şunu belirtmek isterim ki, bir ateist bir Hristiyan alkol almak için bile sırasını beklerken, bizim din kardeşlerimizin Hacer-ul Esved'i öpmek sünnettir diye birbirlerini ezmesi, izdiham oluşturması, orada güçlü olanın güçsüzün hakkına girmesi, Kur'an'la ne kadar alakası var" (Mehmet Onay-- "Hacerul Esved" yazısına yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Bu yazıyı bugün "Kur'an ve dirilişte" öğleden önce okudum.Aklımda çok soru işaretleri oldu.Biz sakatlanma pahasına Hacer-ul Esved'i öpmeye çalıştık. Tam elimizi değdirmeye bir karış kaldı ki, İranlı bir gurup bizi önlerine katıp ileriye doğru sürdü.(Hayati Öcal-- "Hacerul Esved" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam! Tevhide dayalı, hanif İslâm dinini ve indirilmiş vahyin insanlara aklı, bilimi, ilerlemeyi, sorgulamayı, araştırıp doğruya ulaşmayı ilke edinmeyi yaşam biçimi haline getiren, Kur'an dışında hiçbir kaynağı din olarak kabul etmediği gerçek İslam yerine,akılsızlığı, sorgu ve sualsiz kabulü, sapkınlığı, cehaleti, kula kulluk etmeyi, gericiliği, statükoyu, şirki, ayrımcılığı, kendinde olanla böbürlenmeyi yani mezhepçiliği seçenleri kimse doğru yola iletemez.Şimdi sen, sağıra işittirebilir misin? Veya köre, yani büsbütün yoldan sapmış bir kimseyi doğru yolu gösterebilir misin? (Zuhruf-40)Selam ve saygılar"(Faruk Fidan)-------------------------------------------------------"Teşekkür ederim kardeşim!İşte Resulün ölümünden sonra şeytanlar insanları Kur'an'dan uzaklaştırmak için ne tuzaklar kurmuşlar.Hadisler uydurarak, işte böyle icma, içtihad, kıyas, nesih, mensuh, mezhep ve tarikatlar kurup yetiştirdikleri talebeler vasıtasıyla birbirleriyle savaşmışlar ve birbirlerini vahşice katletmişler. İşte bugüne kadar insanları Kuran'dan uzaklaştırarak, Yahudilerin ve Hıristiyanların kulu kölesi haline getirip, hem dünyalarını cehennem, hemde ahiretlerini cehenneme çevirdiler. (Nurettin Özkul-- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)
MÜ'MİNİN KUR'AN TASAVVURU:(3.YAZI)Muvahhid, Kur'an'ın evrensel hikmetinin ahlaki anlamda insanlığa yol göstericilik yaptığına kesin olarak iman ve ilan eder.Nitekim muvahhid, Kur'an'ın metafizik bir kitap olmadığını aksine hem bu dünya hayatından hemde ana vatan olan âhiretten haber veren bir kitap olduğuna inanır.Bu manada Kuran'ın amacı insanlığın sosyal hayatını tedrici ama kökten bir ıslah hareketiyle değiştirmek, ulusal ve ırki teamüller yerine insan hak ve bilincini tamamlamak ve geliştirmeyi hedef almaktadır.Dünyadaki mevcut anlayışları inceleyen birisinin Kur'an'a yöneldiğinde O'nun bütün hususlardaki ilkelerinin ve görüşlerinin emsalsiz olduğunu görecektir. O halde yapılacak tek şey akıl ve tefekkür ehline, Kur'an'ın hikmetiyle beraber mükemmel bir kitap olduğunu göstermektir. Bunun için de müminlerin Kur'an ile her daim hemhal olmaları çok önemlidir. Bu hal olmaksızın Kur'an'ın hayat bahşeden ruhunun kavranamayacağı açıktır. Muvahhid Mü'mine göre Kur'an müminler için sadece bir uyarıcı ve dinamizm mesajı değil, aynı zamanda adalet ve insan haklarının da kaynağıdır. Gerçekten islahatçı karakteri ışığında Kur'anın muhtevası varoluşun ya da insan hayatının tüm yönlerinin kapsayacak şekilde ezeli geçerliliğe sahip ilkeler ve yol göstericilikle doludur.Bu husus, Kur'anda kendisini sık sık tavsif ettiği üzere, rahmet ve yol göstericilik (Hidayet) niteliğine işaret eder. Zaman içerisinde imkan alanları değiştikçe ve geliştikçe Kur'an'ın gerçekleri de değişikliğe uğramakta ve yaşanılan yeni varoluş tarzı olmaktadır.İşte Kur'an'ın insan önünde açtığı bu canlı, dinamik, diyalektik varlık imkanları, sabit değil, Kur'an'ın oluşturduğu sembolik yapıya uygun zaman, zemin ve fertlerin durumuna göre değişiklik arz edebilecek farklı varlık tarzları, yeni imkanlar sunmaktadır. Bu durum, yaratılışın sürekli oluşuna, hayatın dinamik akışının Kur'an'ın tekrar tekrar yorumlanacağına işaret eder. Bu süreçte cihad ve tefekkür Kur'an'ın dinamik ve uyarıcı görünümlerini ortaya çıkartır. Kur'an, hikmetini bulma güç ve kuvvetini aklını kullanan mümine bahsetmiştir. Mümin, Kur'an'ın maddi- manevi hayatın gerçek sorunlarını çözmek için geldiğini sürekli olarak ortaya koymaya çalışır. Kur'an'ın ilahi bir gönül sedası, dini bir kalp terbiyesi olarak kabul eden muvahhid'in tüm hedefi, statik Kur'an anlayışını benimseyen mezhepçilere ve Kur'an'ı sadece yüzünden okuyanları, Kur'an'ı yürekten okumaya davet etmektedir.Mü'min hayatı boyunca tüm hedefi İslam dünyasının yeniden uyanışına katkıda bulunmak olmuştur. Muvahhid bu yolda pek çok orijinal fikir ortaya koymuştur. Çünkü orijinallik yeniden doğuşun şartlarından birisidir. Muvahhidlere göre orijinal olan Kur'an'ın gösterdiği, onun çizdiği ve ortaya koyduğu hidâyet ve hayat şeklidir.Zaten o her fırsatta başkalarını taklit etmek yerine yeniden Kur'an'a, İslam'ın temel ilkelerine dönmenin, tevhid akidesini anlamanın ve yaşamanın gerekliliğini vurgular. Mü'mine göre insanlar, Kur'an'ın güzel ahlak ve tevhid akidesinden uzaklaştıklarından dolayı sorunlar çoğalmıştır. Din adamlarının akıl ve kalbinde Kur'an ve tevhid ateşi yanmıyor, hayatlarında Resülün örnekligi yaşanmıyordur. Nitekim İslam aleminde görülen durgunluk, tembellik, anarşi ve kaos kendi suçlarıdır. Onlar Kuran'ın gerçek manasını, yani nimetlerinin önemini anlamaktan uzak kalmışlardır. Eğer Müslümanlar dünyanın nizamını yeniden kurmak istiyorlarsa, ruhu her daim yeni olan kitapların anasına yönelmelidirler. SONUÇ: Bu ümmetin ve bütün insanlığın kurtuluşu ancak Kur'an'ın anlaşılması ile mümkündür.Bununla beraber Muvahhid, Kur'an'ın ve İslam'ın temel ilkelerinin anlaşılması için modern düşünceden yararlanmanın, bilimi bu esasların hizmetinde kullanmanın gereğini idrak eder. Muvahhidlere göre Kuran tasavvurunun ana noktasında yazılı bir metin yoktur. Muvahhid, hayattan fışkıran, kalplerde ve hafızalarda taşınan (mahmul fil kulub) ve insanın hayatında ve fiillerinde tezahür eden bir Kur'an anlayışının sahibidir. Buna göre Kuran varlığın özünden gelen bir sesleniş, vicdan ve merhameti harekete geçiren bir hitap, mükemmel bir ahlak, bağlam ve bütünlüğü ile tek bir söz gibidir.Casiye-6; Mürselât-50)
24 Nisan 2021 Cumartesi
MÜ'MİNİN KUR'AN TASAVVURU:(2.YAZI)Hayatın şekil kazanması muvahhid müminin, yerine getirmek ve uğrunda çaba sarf etmekle görevlendirildiği ulvi gayeler, iman ve seciyelere bağlıdır.Bu unsurlara sahip olan muvahhid mümin ışık saçan güneş ve ölümsüz bir gaye için yaşamaktadır. Muvahhid mümin, hayatı boyunca Kur'an ikliminden dışarı çıkmamış, hep onun aydınlığında kalmış ve onun ufuklarında gezinmiştir. Araştırmaları geliştikçe, düşünce ufku derinleştikçe Kur'an'ın ölümsüz bir kitap, ebedi bir irfan kaynağı, mutlulukların temeli, açılmaz kilitlerin anahtarı, çözülmez meselelerin cevabı, hayatın kanunu, karanlıkları aydınlatan meşale olduğuna imanı artmıştır. O, müminleri ve diğer bütün insanları Kur'an üzerine düşünmeye, onu gerçekten anlamaya, araştırmaya, asrın problemlerini onunla halletmeye, medeniyetin buhranlarını onunla çözmeye bu hayatın hikmetleriyle düzenlemeye davet eder. Merhamet ve adalet bahşetmek üzere indirilmiş bu kitab-a gereken ilgiyi göstermeyenleri yüce Rabbimiz bir çok âyette kınar. Hayatı doğrudan doğruya Kur'an'ın hikmetiyle düzenlemeyen milletlerin hep zelil olduğunu haber verir.Muvahhid Mü'mine göre Kur'an, hakkı arayanların ve hak peşinde koşanların en büyük sermayesidir.Muvahhid'in her şeye can ve kemal veren hayat kitabını okuyuşu mukallid insanların okuyuşundan farklı olmuştur.Muvahhid müminin Kur'an okuyuşunun ilâhi sözün işitilmesi ya da vahyin kalbe inişi şeklinde kalbî ve tecrübi bir anlayışa dayandığı gayet açıktır.Muvahhid, lafızlarıyla yetinen insanların Kur'an'ın ahenk ve musikisiyle meşgul olacağını, halbuki Allah'ın kelamının âdeta Rahman ve Rahim olan Yüce yaratandan işitiliyormuş gibi bizatihi tecrübe edilmesini arzu eder.Muvahhid, Kur'an'a hikmet, akıl ve tefekkür ile yoğunlaşmadıkça ne Râzi ne de Keşşaf yazarının hatta hiç kimsenin Kur'anın kilidini açamayacağını bilir.Muvahhid mü'min, Kur'an'ın sadece Müslümanların değil, insanlığın tek rehberi olduğuna iman eder.Kur'an ilâhi kelamdan ibaret olduğu için, potansiyel olarak bütün evrensel hikmetleri ihtiva eder.Muvahhid Müslüman, Kur'an'ın Allah'ın ilmiyle nazil olduğunu bildiği için muhteşem bir örgü ve şaşmaz bir sisteme sahip bulunduğunu yakinen kavramıştır.
HAMD" İLE "ŞÜKÜR" KAVRAMLARIİnsanın etrafında olan ve onu çevreleyen maddi nimetler için Yüce Allah kullarından şükretmelerini istemektedir. "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, siz gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin" (Bakara- 172 )"Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz"(Âraf- 10 )"İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs eşyası çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde suları yara yara gittiklerinide görüyorsun. Bütün bunlar onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir"(Nahl- 14)"Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredeseniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi" (Nahl-78 )İnsanın elinin ulaşmadığı yani gücünün dışında kalan nimetler için hamd kavramı kullanılmaktadır."Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar hala (ilahları) Rableri (olan Allah) ile denk tutuyorlar"(En'am-1)"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O'nu hamd ile tesbih eder. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir bağışlayandır"(İsra-44)Aynı zamanda Kur'an, cennete giriş, cehennem azabından kurtuluş ve birer manevi nimet olan İslâm, tevhid, iman, hidâyet gibi kavramlar içinde şükür değil, hamd kavramını kullanmıştır."İman edip salih ameller yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan saraylara erdirir. Onların oradaki duaları"Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir) Orada birbirleri ile karşılaştıkça söyledikleri ise "selam"dır.Onların dualarının sonu da şudur. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"(Yunus-9,10)"Onların mükâfatı, içine girecekleri adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir. (Cennette şöyle) derler: Bizden her türlü tasayı gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan şükrün karşılığını verendir" (Fatır-33,34)"Cennette onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar şöyle derler: "Hidayetiyle bizi bu cennet nimetlerine kavuşturan Allah'a hamd olsun! Allah bizi (vahiy'le) hidayete iletmeseydi kendiliğimizden hidayeti bulacak değildik. Gerçekten Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler" Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf-43) Kur'an'da göklerin ve yerin yaratılmasında "hamd" kavramı kullanılırken,(Fatır-1; Sebe-1; Rum-17,18; Lokman-25)İnsana verilen kalp, göz, kulak gibi nimetler için "şükür" kavramı kullanılmaktadır.(Nahl-78; Müminün-78; Secde-9; Mülk-23)"Hamd" kavramı, yüce Allah'ın sonsuz güç ve kudretini temsil ederken, "şükür" ise, Allah'ın nihayetsiz rahmet ve merhametini temsil ediyor."Hamd" dil ile ve sadece Allah'a yapılması gereken bir emir iken, (Neml- 59, 93; Ankebut- 63) "şükür" ise fiil ve amellerle hem Allah'a hemde ana- babaya yani insanlara da yapılan bir görevdir.(Lokman-14)Kur'an da şükür tevhid anlamında da kullanılır."De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (o zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra yine ona şirk koşarsınız"(En'am-63,64)Yukarıdaki âyette tehlikeden kurtarıldıktan sonra şükredileceğine şirk koşuluyor."Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşi ile birleşince eşi hafif bir yük yüklendi. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah'a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler.Fakat Allah onlara kusursuz bir verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında Allah'a şirk koştular. Allah ise onların şirk koştuğu şeyden yücedir"(Âraf-189,190) Âyetlerde genellikle inanç ve fiilden yani salih amellerden sonra şükür kavramı geçmektedir.Yani şükür dil ile yapılan bir şey değil, inanç ve fiille ilgili bir durumdur.Mesala: "... Ey Davut ailesi salih amellerle şükredin. Çünkü kullarımdan şükreden azdır"(Sebe-13)Mesala: Zengin olan kimselerin infak yapmaları şükür sayılır.Şükür, her insanın yüklendiği görev ve sorumluluk bilinciyle ilgili bir durumdur.Babanın şükrü, evlatları arasında adaletsizlik yapmamak, çocuklarına hanif İslam'ı ve güzel ahlâkı kazandırmak olacaktır.Çocukların şükrü, ana-babaya saygılı olmaları, onları üzecek söz ve davranışlardan kaçınmaları, onlara karşı tevazu ve merhamet kanatlarını germeleridir.İş insanlarının şükrü, işçilerin ücretlerini eksiksiz vermeleri, çalışanların sosyal ve güvenlik haklarını tam olarak yerine getirmeleridir.İşçi ve memurların şükrü, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeleri ve işlerinde ihanet etmemeleridir. Mesala: Hakimler adil oldukları zaman hakkıyla şükretmiş sayılırlar. Mesala: Devlet adamları emin oldukları zaman Allah'a şükretmiş olacaklar.Mesala:. Rivayet ve mezhebleri reddedip sadece Allah'a yani vahye dâvet edenler ilimlerinin şükrünü yerine getirmiş olurlar.Nebi ve Resüllerin şükrü, Allah tarafından indirilen vahyi içine bir şey eklemeden ve bir şey çıkarmadan tebliğ etmeleridir.Mesela: "De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?( Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun ( bilfarz) Allah'a şirk koşarsan amellerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun! Hayır yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"(Zümer-64,65,66)Mesela:"Ey Musa! Ben mesajlarımla ve sözlerimle seni insanlara seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol"(Âraf-144)"Lut'un kavmi de uyarıcıları yalanladı. Bizde üstlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Ancak Lut ailesi müstesna, katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız"(Kamer--33,34,35)Kur'an'da yüce Allah'ın "hamid" sıfatı "ğani" yani zengin sıfatıyla birlikte geçerken, "şekür' sıfatı "gafur" yani "bağışlayan, mağfiret eden" ile birlikte geçmektedir.Dolayısıyla hamd, dış dünya ile ilgili bir kuvvet ve kudret olurken, şükür, insanın iç dünyasıyla yani yaşadığı hayat ve çevre şartlarıyla ilgili bir durumdur. Hamd canlı nansız bütün varlıklar ile ilgili bir tesbih iken, (İsra-44) şükür, sadece insanlarla ilgili bir amel ve önemli bir ibadettir.
23 Nisan 2021 Cuma
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI: (3.YAZI)Tevhid'i miras olarak bırakmak o kadar önemli ve hayati bir mesele ki, tevhid akidesi olmayınca bütün dinler eşit olur.Yani dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, dinleri birbirine eşit hâle getiren şey ise şirktir. Adı ne olursa olsun bir dinde tevhid yoksa yani yüzde yüz Kur'an'a dayanmıyorsa o din kesinlikle şirk olacaktır.Dolayısıyla, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Kâfi, Şafi, Mâliki, Hanbeli ve Ebu Hanife ve diğerlerinden bize miras olarak intikal eden din Allah'ın hâlis dinî olan İslam olamaz.Dinin İslâm olabilmesi için tümünün Kur'an'a dayanması yani Allah'a özel kılınması gerekir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan din, baştan sona kadar yalan ve iftira olan uydurma evliya ve ilahların şirk dinidir.Eğer Ehli Sünnet ve Şia âlimleri sadece Kur'an'dan beslenmiş olsalardı, ümmeti dünya hayatında cehennemin mutfağında yaşamaya mahkum etmeyeceklerdi.Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, Allah'ın çağlar üstü, evrensel mesajını ve Elçilerin tebliğ görevini anlayamadılar.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, Resüllerin bıraktığı mirasa bedel olarak dünyevi ve beşeri, Allah indinde hiç bir önemi olmayan, boş ve batıl bir dâvâyı kendilerine rehber edindiler.Halbuki Allah'ın sonsuz ilminden, bir sistem ve hidayete bağlı olarak inen Kur'an kavramlarını kıyamete kadar tüketecek değillerdi.Yüce Allah, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın yerine Kur'an idealini kalbinde ve benliğinde yaşatacak nesilleri yaratmaya kâdirdir.İbrahim dedi ki:"Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim""Kavmi onunla tartışmaya girişti" Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam" "Ancak, Rabb'imin bir şey dilemesi hariç" "Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hala ibret almıyor musunuz?"Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım!"Şimdi biliyorsanız söyleyin, iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır?(İki gruptan maksat Allah'ı bir kabul eden muvahhidler ile ona ortak koşan Müşriklerdir. Ahirette Allah'ın azabından Emin olmaya hangisi daha layıktır?) Bir sonraki âyet buna cevap vermektedir."İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlara doğru yolu bulanlardır."İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz dillerimizdir""Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz""Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir""Biz O'na İshak ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u'da armağan ettik: Hepsini de doğru yola ilettik. Daha öncede Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz İyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız. Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola iletmiştik. Hepsi de iyilerdendi. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut'u da hidayete erdirdik. Hepsini alemlere(insanlara) üstün kıldık. Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına da (Üstün meziyetler verdik)Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik. İşte bu, Allah'ın hidayetidir. Kullarından dileyeni ona ona iletir Eğer onlar da Allah'a şirk koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi."İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve Nübüvvet verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar bunları(Allah'ın ayetlerini) inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz. İşte o Nebiler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. Deki: Ben buna (elçilik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu Kur'an'ın âlemler(İnsanlar) için ancak bir öğüttür"(En'am- 79/90)Tevhid'i miras olarak bırakmak neden çok önemlidir?Çünkü günahlar içinde ahirette Allah'ın affetmeyeceği tek günah şirktir. Rahman ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah ile Allah'a iftira etmiş olur"(Nisa- 48,116)"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ona yaraşır bir şekilde sorumluluk bilincine sahip olun ve ancak Müslümanlar(Muvahhidler) olarak can verin"(Âli İmran-102)Şimdi yukarıda bulunan iki âyeti bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışalım. Yüce Allah'ın "benim huzuruma şirk ile gelmeyin" (Âli İmran-102) sözünün ne kadar doğru ve yerinde olduğunu göreceğiz.Yusuf (a.s) ı dinleyelim."...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman (muvahhid) olarak vefat ettir ve beni sâlih kullar arasına kat" (Yusuf-101)Kur'an'ı Mübin'de geçen "İslam "kelimesi ve türevlerinin hepsi "tevhid" yani sadece Allah'a teslim olma yani sadece Kur'an'a iman etme anlamında kullanılmıştır.Kur'an'a tevhid eksenli yaklaşmayan ondan bir şey anlamaz.Dolayısıyla Kur'an'da geçen "İslam, ihlas, ihsan, ibadet, ilim, hidayet, sırat-ı müstakim gibi kavramlara "tevhid "anlamı yüklemeyenler, Kur'an'ı gerçek olarak anlayamazlar.
MÜ'MİNİN KUR'AN TASAVVURU:(1.YAZI)Kuran'ı Mübin, muvahhid mü'minin hayatına hiç bir kitabın ve şahsiyetin yapamadığı tesiri yapmıştır. Muvahhid, İlâhi hitaba yeni Müslüman olmuş birinin yönelişi ile yönelmiş, Kur'an'ı atalarından mal mülk şeklinde devralan bir mirasyedi tavrında hiç olmamış, dünyada pek çok kimsede bulunmayan bir araştırıcılık ve sevgiyle Kur'an'ı okumuş ve anlamıştır.(Râd-36)Muvahhit mü'min, Kur'an âleminde yaşayıp yeni şeyler göremeyen ve keşfedemeyen Müslümanlara hayret ediyor, Kur'an'ın manalarının her an keşfedileceğini hatırlatıyordu.Muvahhid mü'minin Kur'an âlemindeki keşif ve buluşu, kaybolmuş insanlığın keşfedilişi ve zâyi olmuş insani değerlerin buluşudur. Zira ister dün olsun isterse bugün olsun insanlığı kaybolmuş ve insanlığın değeri yok olmuş dünyada hayır oktur. Oysa dünyanın Kur'an insanına olan ihtiyacı yeni kıtalar ve meçhul topraklara olan ihtiyacından çok daha elzemdir. Muvahhidlere göre aranan ve özlenen nesil Kur'an müslümanlarıdır. Akif'in deyimiyle"Doğrudan Kur'an'dan alarak ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı" idealini özlüyor ve bunu kendisine tam olarak dert ediniyordu. Zira Kur'an gerçeği, Müslüman aleminin değişmeyen sabit hidayet, rahmet ve gerçeğidir. Onun imanı hak dairenin sabit noktasıdır. Onun dışındaki her şey, kaybolan, solan, köpük, hayal, aldatan, serap gibidir. Başka bir ifadeyle maddi âlemde onun dışında her şey bir vehim, bir tılsım bir mecazdır.Doğrusu Kur'an âleminde Müslüman, hakkın sırlarından bir sır, dünyanın direklerinden bir direk ve insanlığın muhtaç olduğu hayati bir ihtiyaçtır.Muvahhid mümin yaşamaya, zafere ve yücelmeye müstahaktır, hatta onun yaşaması ve büyümesi bu alem durdukça en önemli şarttır, farzdır.Bu yüzden muvahhid müminin dünyadan kopması ve helak olması Allah'ın izniyle asla mümkün olmayacaktır. "... Allah kâfirler için müminler aleyhine yol vermez"Nisa-141)"Hiç şüphesiz Resullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"(Mümin- 51)
22 Nisan 2021 Perşembe
ALLAH DİLEDİĞİNE Mİ HİDÂYET EDER DİLEYENE Mİ? Yüce Allah, vahiy indirmekle insanların iradelerini zor ve baskı ile etkilemenin önüne geçmiştir. Yani vahiy'den bağımsız olarak, yani indirmiş olduğu âyetlerden ayrı olarak insanın iradesine doğrudan müdahale ederek onu hidayete ulaştırmaz.Dolayısıyla yüce Allah, hidayet ve dalaletle yani sıratı müstakim veya sapkınlık için insanların iradelerini Kur'an haricinde etkilemekten münezzehtir. Kitap ve Resul göndermesinin sebebi budur "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak Resüller gönderdik ki insanların Resüllerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165)"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır"(Hadid- 22)Yukarıdaki âyette bulunan "kitapta yazılı olma" vahiy'le insanların iradelerine sunma yani imtihana tâbi tutma anlamına gelmektedir."Size isabet eden her hangi bir musibet, kendi yaptığınız şeyler yüzündendir. O, bir çoğunu da affediyor"(Şura- 30)Onlar, başlarına bir musibet gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aitiz, biz O’nun huzuruna çıkacağız”(Bakara- 156)Yukarıdaki âyet, "insanın dayanma gücünü sınama ve kalitesini artırma" anlamına geliyor."Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana yöneldik” (Allah) Dedi ki: “(Azap edilmesi) gerektiğine karar verdiğim kişiyi azabıma çarptırırım, rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu sorumluluk bilincine sahip olanlara, arınanlara ve âyetlerime güvenenlere yazacağım"(Âraf-156)Şâe = شاء= fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. (Rağıb el-İsfahani- Müfredât)Yüce Allah her şeyi, bir ölçüye göre yaratır. "Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık"(Kamer-49)"...O'nun indinde her şey bir ölçü iledir"(Ra’d-8) Kur'an, sınama ilgili konuları hayır ve şer diye ikiye ayırmıştır. "Her nefis ölümü tadıcıdır.Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de sınarız ve siz ancak bize döndürüleceksiniz"(Enbiyâ-35)Yüce Allah "insanların küfrüne razı olmaz...(Zümer- 7) Mutlak rahmet ve mağfirete sahip olan Allah, "insanların hidayet üzerinde olmalarını ister..." (Nisa-26,27,28) Fakat adalet ve imtihan gereği, sadece gerekeni yapıp vahye iman eden yani emirlerine uyan kişiyi hidâyete ulaştırır. Kur'an'ın şu evrensel ilkesi çok önemlidir.Allah vahiy'den bağımsız olarak yani indirmiş olduğu âyetlerden ayrı olarak, direkt insanların iradesine müdahale ederek hidayete ulaştırmaz.Hidayete ulaşmanın tek çaresi ve yegane yolu Allah tarafından indirilen ve Resulün dilinde hayat bulan Kur'an'dır."İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dileyen kimseyi hidayete ulaştırır"(Hac-16)"Allah bir toplumu hidayete ilettikten sonra sakınacakları şeyleri (vahiy'le) kendilerine açıklayınca kadar onları (vahiy'den bağımsız olarak) saptıracak değildir. Allah her şey çok iyi bilendir)Tevbe- 115)"... Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasına tâbi olanı Allah onunla hidayet yollarına iletir ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir-(Mâide-14)Yüce Allah'ın bir şeyi bilmesi, kulunun fiilleri üzerinde bir etkiye sahip olduğunu göstermez.Çünkü kul tamamen inanç ve amellerinden sorumludur."... Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf-43)"Öyle ya, mümin olan yoldan çıkmış fasık kimse gibi olur mu? Bunlar elbette bir olamazlar. İman edip de, salih ameller işleyenlere gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır. Yoldan çıkan fasıklar ise, onların varacakları yer ateştir. Orada her çıkmak istediklerinde geri çevirirler ve kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın denir"(Secde-18,19,20) Yüce Allah kulunun her kararını takip eder ve onu kayda geçirir. Uygulayabilmesi için gereken şartları yaratır" (Hadid-22)Yüce ve büyük olan Allah kulların yaptıkları amellerin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu, vahiy'le ilham eder yani Resül vasıtasıyla bildirir. (Şems-7-10) Hidayette olmak isteyenin gönlünü İslam’a açar. Yoldan çıkmak isteyen inatçı zorbaların gönlüne de öyle bir daralma gelir ki, semâya tırmanıyormuş gibi olur"(En’âm-125)Bu konuda şu iki âyet önemlidir."De ki: Rabb'im adaleti (tevhid'i) emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi sadece ona çevirin ve dini Allah'a özel kılarak yalnız ona yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz. O bir grubu (vahiy'le) doğru yola iletti. Bir grub da (vahiy'den yüz çevirmekle) sapıklığa müstahak oldular. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp (yanında, ötesinde, berisinde) şeytanları kendilerine evliya edindiler. Böyleyken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"(Âraf-29,30) Demek oluyor ki, bütün bu âyetlere göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “koyduğu ölçüye göre yarattı, gerekli kılsaydı, iradelerine ipotek koysaydı, zorla yaptırsaydı” insan olursa “Allah’ın koyduğu iki ölçüden birinin gereğini yaptı” anlamlarına gelir.Mesala: "velev şee rabbüke leémene men filardi küllühüm cemian..."Meali: "Rabbin (iradelerine ipotek koyarak- zorla yapsaydı) yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi..." Fakat böyle bir şey istemedi.Böyle bir manaya geldiğini âyetin ikinci cümlesinden anlıyoruz."Efeente tükrihunnése hatté yekünü mü'minine""O halde sen, (Ey Nebi!) iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın"(Yunus-99)Yani Allah, insanların iradeleri üzerinde bir zorlama yapmaz iken, onları zorla imana yönlendirmezken, Ey Nebi! senin böyle bir şeye tevessül etmen asla olacak bir şey değildir. Böyle bir şey yapmaya hakkın da yok, yetkin de yoktur.Senin görevin sadece vahyi tebliğ etmektir.Bu durumda şâe = شاء= fiili için en uygun anlam, “ bir şeyi var etmek, gerekeni yapmak-zorla irade etmek-etmemek, dilemek” gibi, anlamlara gelmektedir.Mesala: "Allah gerekli kılsaydı, zorla irade etseydi hepinizi tek bir tek ümmet yapardı. Ama Allah, (vahiy sayesinde) dileyeni sapkınlıkta dileyeni de hidayete ulaştırır. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl-93)Âyette geçen "vele tüselünne ammé küntüm te'melune" "amellerinizden mutlaka sorumlu tutulacaksınız" cümlesi çok önemlidir.Dolayısıyla Ehli Sünnet âlimleri İslam dinine yanlış kader inancını yerleştirmek maksadıyla şée = شاء= fiiline yanlış bir anlam yükleyerek insanın iradesini tamamen devre dışı bırakmışlardır.Bu mana ile onlarca âyetin mealini tahrif ederek Kur'an'ın sistemini bozmuşlardır. Bu yanlış sistemde yukarıdaki âyetin meali şöyle olmuştur:“Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Ama O, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola eriştirir. Bütün yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.Anahtar cümleyi tekrar etmekte fayda görüyorum."Allah vahiy'den bağımsız olarak yani Kur'an haricinde direkt olarak hiç kimseyi hidâyete ve sapıklığa zorlamaz.Hidâyete ulaşmanın veya sapıklığı hak etmenin tek ölçüsü Allah tarafından indirilen vahiy'dir.İşte âyetler."De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an gelmiştir. Artık kim doğru ile gelirse ancak kendisi için gelecektir. Kimde saparsa o da ancak kendi aleyhine satacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.(sadece vahyi tebliğ etmekle memurum) ( Ey Nebi!) Sen sana vahyedilene tabi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"(Yunus-108,109)"Kim bir iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün her türlü korkudan emin olurlar.(Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir. De ki: Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine- ki o burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey zaten O'na aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim hidâyete gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kimde saparsa ona de ki ben sadece uyarıcılardanım""Neml-89,90,91,92)(Ey Nebi!) De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir. Şüphesiz o işitendir yakın olandır"(Sebe-50)
21 Nisan 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(21.YAZI)"Sevgili arkadaşlar!Ali aydın gayet güzel açıklama yapmış. Yorumlarda hala şöyle dendiğini okuyorum."Nikahıma müslüman gibi Allah'ın şahit olmasını istiyorum"Bu trajikomik bir düşünce yapısı, inanın çok üzülüyorum. Yazıda açıklanmış zaten, misal olarak Firavun nikah kıyarken Allah adına mı nikah kıydı? Firavun Allah mı dedi? Ebu Leheb Allah mi dedi?Yoksa nikahını o inanmadığı Nebi (a.s) a mı kıydırdı? Lütfen kendinize güldürmeyin biraz mantıklı, biraz tutarlı olun ve Kur'an-ı okuyun.Bilip bilmeden her yazının peşine düşüp karşı gelmeyin"(Tevfik Güler-"Dinî nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz! Kur'an'ın sahibi olan yüce Allah bir çok âyette ''Kur'an size yeter'' buyuruyor.Mürşit edindiğin müşrik profların da, ehli sünnetin de, tasavvufun da, muhaddislerin de, ravilerin de senin olsunlar, hayırlarını gör.Deve sidiğinin şifa olduğunu söyleyen de ehli sünnetci bir akademisyen!.(Ali Gülşen- "dinî nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine sağlık.Problem, diyanetin, din adamlarının ve vatandaşın bire bir muhatabı olan bazı cahil cami imamlarının “dini nikah olmadan yapılan evlilik zinadır“ şeklindeki söylemleri ve hatta doğacak çocuğun “piç” olur yaygarası yüzünden dinî nikah saf insanların olmazsa olmazı haline gelmiş ve dini menfaatleri doğrultusunda kullanmışlardır! Sevgiler" (Hüseyin Bostan- Dini nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz!Tüccar Cübbeli'nin adamısın.Sizinle muhatap olunmaz.Sizin dininiz size, bizim dinimizde bize.Bakalım mahkeme'i kübra'da hangimiz yanılmışızdır. Yüce Allah, Ali Aydın hocamızdan razı olsun"(Antoine Dogan Akansu- "Cübbeli Ahmed" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Yüreğinize sağlık hocam! Kimi uyarmaya kalksam hurafelere daha sıkı sarılıyor.Yüz yıllarca yıkanan beyinleri birden açmak mümkün mü?Selamlar"(Cüneyt Vural- "Yalnız yaşayanlardan değil ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Erdogan Hancı kardesim!Varsa bu fikirleri çürütecek bir yazın paylaşın.İnsanlar ona uysun.Bu yazıları okuyan her kesin düşünme kabiliyeti vardir elbet.Ama biz ne yapiyoruz bir yanda Allah'ın kelamını tebliğ eden biri.Öbür yanda camur atan mı desen, küfür eden mi desen."Arkadaslar! Bu insanlar hoca degil, uymayın" sloganı atan mı desen.Bu nasil bir insanlıktır ki, Allah'ın kelamını bizlere takdim eden zatlara böyle hakaretlerde bulunuyoruz.Bu insanlığın en dip noktasi olması gerek.Selametle"(Orhan Memisoglu- "Kur'an'sız din" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Neşet Yüksel kardeşim! Bizim çevrede dini nikahı olmayana zina yapıyor ve helali değil derler ve bunu da din adamlarından başkası dememiştir.İnsanlar sana-bana inanmaz, hocalara inanır! Size daha çok örnek verebilirim ki, Kur'an'da geçen "defteri sağdan verilecekleri" sağcılar zannediyor ve solcuların kitabı soldan verileceğini" inanmak gibi bir şey! Kardeşim! Ümmette uygulanan ve sadece namaz ve oruca indirgenen din, Allah’ın dinî, düzeni, kuralı olabilir mi? Allah aklını kullan diyor.Sevgiler"(Hüseyin Bostan- "dinî nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Dinin, Allah Resulü'nden hemen sonra başlayan uydurma rivayetlere dayalı tahrifatı sonucu ortaya çıkan iki sapkın fırka olan Ehl-i Sünnet ve Şia'nın aslında İslam dini ile hiçbir alakası yoktur. Bunlar, tevhid esaslı ve sadece Kur'an'a dayalı hak dinden temel ilkeleri ve inanç sistemleri bakımından tamamen ayrı, şirk esaslı müstakil birer batıl din haline gelmişlerdir. Şiilikteki imamet inancı neyse, Ehl-i Sünnette de Nebi dışında, Nebi'nin varisi sayılan alim, imam, şeyh, gavs, hoca gibi ifadeler de aynı konumdadır. Her iki din de temelde Kur'an'dan kopuk, tevhid esasından uzaklaşmış, uydurma rivayetler üzerinden kurgulanmış, şirke dayalı sapkın inançlar üzerinden temellendirilmişlerdir..Çok değerli bu bilgileri paylaşmanız, hak din adına çok önemlidir.Hocam! Elinize, emeğinize sağlık, Allah razı olsun. Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Rivayet ve rüya aynı manada iki varsayim. Kişininse gerçekçiliği veya yabancılığı aynı şeye dayanır. Tamamen hayal ürünü olan iki konu. Yorumlar iki manadada aynı kapıya çıkar. Falanca böyle dedi, filanca böyle yorumladı. Suyu gidip, asıl kaynağından içmiyoruz veya çok uzaklarda görüyoruz. Hazıra konuyoruz.Tabiatıyla bu da bizi yanlışa ve şirke götürüyor. Asil kaynak, Allah'ın kitab'ı dururken, uydurulmuş hadislere ve aslı astarı olmayan rivayetlere baş vurmak ve ona dayalı bir din yaşamak büyük bir yanlış. Rivayet deyip konuyu taca atıp işin içinden çıkıyor. Sende körü körüne buna inanıp amel ediyorsun.Rivayet, yalancılıktır, işgüzarlıktır. Rüyanın bir kısmıdır. Dini saptırmaktır. Rivayet: Söylenti demektir. Her söylentide yalandır. Al sana rivayet. Yalan yamalak bir konu"(Osman Bulut)------------------------------------------------------------Şia, mitolojiyle beslenen ağıt kültürünün, islam kisvesine büründürülmüş halidir.. Diğer yandan, Ehl-i Sünnet de cehalet ve korkuyla yoğrulmuştur.İstismar ve şirkin birçok türevini içinde barındırır..Aralarındaki en büyük fark ise, "dünya hayatını" -Şia'nın ağıt (ağlama-azap)-Sünni'nin ise mal ve makam yarışı olarak görmesidir"(Arif Kılıç- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)
MEHDİ ZUHUR ETMEYECEK, İSA ( A.S) İNMEYECEKTİR. İslam dininden başka neredeyse bütün dinlerde ve inançlarda bir kurtarıcı (mehdi) beklentisi mevcuttur. Fakat Kur'an dini olan İslam, aklın ve ilmin kabul etmediği bu gibi hurafe ve efsaneleri kabul etmez. Bu konuyu âyetlerin ışığı altında aydınlığa çıkarmak mümkündür. Allah Resulü'nden sonra hangi şartla olursa olsun asla Nebi ve Nübüvvet'e bağlı Resul gelmeyecektir. Bu aynı zamanda itikadi bir konudur. Yani İsa (a.s) ın ineceğini söylemek ve buna inanmak Kur'an'ın hidayetine olan imansızlığı ortaya çıkarır. Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre ümmetin kurtuluşu, tevhid, infak, güzel ahlak ve salih amellere bağlanmıştır. Nebi ve Resul dahi olsa kurtuluş şahsiyetlere bağlanmamıştır. (Âli İmran-144)İslam dininin bu konudaki yasası şudur. "...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onların durumunu değiştirmez"(Ra'd-11)"Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir..."(Enfal-53)Kur'an'a göre İsa (a.s) vefat etmiştir. (Âli İmran-55; Mâide-116,117)Mehdi inancı ise Mecüsi'likten Şia'ya, Şia'dan Ehl-i Sünnet'e intikal eden dünyanın en garip uydurmalardan biridir. İsa (a.s) ın ineceğine, Mehdi'nin!!! zuhur edeceğine inanan biri Kur'an'ın ilminden, aklından ve hikmetinden hiçbir şey anlamamıştır. Bir insan bu derece Kur'an'ın ahlakından uzak olamaz. Müslüman, ilim, akıl, tefekkür, feraset ve basiret sahibidir. İsa (a.s) ın nüzülüne yani âhiretin sonunda geleceğine delil olarak gösterilen iki âyetin çözümü şu şekildedir. Birinci âyet "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir. Kiyamet günü de, onlara şahit olacaktır"(Nisa-159)İkinci âyet "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin kopacağının bilgisidir. Veya diğer bir kıraate göre "alametidir" Ondan (kıyametin kopacağından - öldükten sonra dirilmeden) şüphe etmeyin ve bana uyun. Çünkü bu dosdoğru yoldur"(Zuhruf-61)Birinci âyet yanlış anlaşılmaya müsait olan bir âyettir. Bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde alınmadığı zaman büyük bir sorun teşkil edecektir. Fakat diğer halkalarla birleştirildiği zaman problem çözüme kavuşacaktır. Âyeti anlaşılmaz hale getiren ve son derece zorlarsan en büyük sebep, hadis kaynaklarında bulunan Kur'an aklından ve hikmetinden uzak uydurma rivayetlerdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an, rivayetlere iman edenlere ilminden ve ahlakından hiçbir şey nasip etmez. Ön yargılı olanlar Kur'an'ı asla anlayamazlar. Din ve hüküm olarak başka kaynağa iman edenlere Kur'an, hikmet hazinesinden hiçbir bağışta bulunmaz. Çünkü rivayetler, Kur'an'a karşı gönülleri ve basiretleri köreltir, hadis batağına saplanan Kur'an'a ulaşamaz. Birinci âyette söylenmek istenen şey şudur. İsa (a.s) a "Allah" diyen( Maide- 17, 72) "Allah üçtür" (Baba, oğul ve ruhu'l-kudüstür ) diyen ve onu "rab edinen" ( Tevbe- 31) her Hristiyan din adamı ile İsa'yı Allah'ın bir Resulü olarak kabul etmeyen her Yahudi din adamı ölmeden önce İsa (a.s) ın gerçek kimliğini görecektir. Yahudi ve Hristiyan din adamları İsa (a.s) ın gerçek kimliğini yani Allah'ın Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler. Yani Hristiyan din adamları, İsa(a.s) ın ilâh ve rab olmadığını, Yahudi din adamları da (Hâşâ) onun zina eseri olmadığını, Allah'ın kulu ve Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır. Yoksa Yüce Allah insanların imanları üzerinde asla zorlayıcı değildir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah hiçbir Resul için "insanlar muhakkak ona iman edecektir" dememiştir. Kur'an'da buna aykırı çok âyet vardır.İnsanlar elçileri daima yalanlamışlardır. "İşte böylece, onlardan öncekilere her ne zaman bir Resul geldiğinde hemen; o, bir sihirbazdır veya delidir, dediler"(Tur- 55)"Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: Biz size gönderilmiş olan şeyi (dini) inkar ediyoruz, demişlerdir"(Sebe-34 )Allah tarafından gönderilen bütün elçiler yalanlanmışlardır. İnsanlar canlarını teslim etmeden bazı gerçekleri göreckleri ile alakalı âyetler mevcuttur. Mesela: Firavun, İsrailoğulları'nı yakalamak için onları takip ederken denizde boğulma ile karşı karşıya kalınca iman etmişti. (Yunus- 90) Fakat öleceğini anladığı için imanı kendisine fayda vermemişti. İşte âyette "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce (İsa'ya ) muhakkak iman edecektir" pasajı, Firavun'un imanına benzemektedir.Yani âyette geçen "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamiri, İsa'ya değil, her Yahudi ve Hristiyan din adamına gitmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bu manayı şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde göstermektedir. Firavun ölüm anında bütün gerçekleri müşahede etti ve sonunun nereye varacağını gördü. Halbuki daha önce Mısır'da iken "Ben sizin en yüce rabbinizim"(Nazihat- 24) diyordu.Bu konuda diğer bir âyet şöyledir. "Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder tâ ki boşa geçirdim dünyada iyi iş yapayım" Hayır! bu onun ağzından çıkan boş (bir laftan) ibarettir..."( Müminun- 99, 100)Gelelim İsa (a.s) ın nüzülüne delil olarak gösterilen ikinci âyete. "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin (kopacağının) bilgisidir"( Zuhruf- 61) Bu âyet manası en açık ve kolay olan âyetlerindendir. Fakat hakkın ta kendisi olan bir mesajın manası buharlaştırılıp, manasına uydurma rivayetler bulaşınca anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Kur'an'ın meali kadar tahrif olmuş bir kitab yoktur.İkinci âyetin anlamı ve vermek istediği mesaj şudur. "Ey İsrailoğulları ve insanlık âlemi! Şunu kesin olarak bilin ki, Allah gibi sonsuz kudrete ve ilme sahip bir zatın İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesi, kıyametin hak ve öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna bir işaret, bir delil, bir ilim ve bir alamettir, sakın bundan şüphe etmeyin" demek istenmiştir. İsa ( a.s) babasız doğması, ahiretin var olacağını yani öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir nevruz çiçeği gibidir. İsa Mesih'in babasız olarak dünyayı şereflendirmesi ilkbaharı gösteren bir nevruz çiçeği gibi, öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir kudret, bir işaret, bir alamet, bir delil ve bir çiçektir. Bu âyeti başka türlü anlamak birçok soruna yol açacaktır. Kadim tarihlerde elçilerin kavimlerine öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna inandırmak için Allah tarafından bu çeşit mucizeler gösterilirdi.Ashab-ı Kehf bunlara güzel bir örnektir. Allah Resulü (a.s) geldikten sonra kıyametin kopması ve diriliş ile alakalı örnekler artık aklı ve ilmi delillerle ortaya konmaktadır. Bununla alakalı onlarca âyet vardır. "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir"(Rum-50)"İnsan der ki "Öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım? İnsan düşünmezmi ki, daha önce o hiçbir şey değilken biz kendisini yarattık"( Meryem- 66, 67) Mehdilik inancı ve hurafesi İslam tarihinde birçok fitnelere ve kanlı çatışmalara sebep olmuş daha çok siyasi mahiyet taşıyan büyük bir yalan ve Allah Resulü adına yapılmış ahmakça bir iftiradır. Mehdi inancı ile alakalı hadis kaynaklarında geçen rivayetlerin istisnasız hepsi yalan ve uydurmadır. Bu rivayetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, İslam'ın evrensel özgürlük anlayışına, dinin ruhuna, Allah Resulü'nün hikmet, ahlak ve aklına aykırı bir inanç ve ilimsiz bir mahiyet taşımaktadır. Mehdi'nin insanların hidayetini sağlayacak olması, olağanüstü bir güce sahip olması, elçilerin bile tâbi olduğu ilahi yasaları ortadan kaldıran bir inançtır. İşte o yasayı açık olarak ortaya koyan bir ayeti kerime"Andolsun ki senden önce elçiler yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmallarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"( Enam- 34) Mutlak olarak Allah'tan başka hidayete erdirici kimse yoktur.Resulleri bile hidayete erdiren onlara gelen vahiy'dir.(Sebe-50; Şuara-78; Zuhruf-27)
20 Nisan 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(20.YAZI)''İbn Abbas şöyle demiştir: Allah Resulü Medine’deki (veya Mekke’deki) bahçelerden birine uğradı. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “ikisi azap görüyorlar. (kendilerince) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa ki bu büyük bir günahtır. Birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf getirip götürürdü (koğuculuk yapardı)” Sonra bir dal istedi. Dalı ikiye ayırarak her birinin kabrinin başına bir parçasını koydu. Ona: “Ey Allah’ın Resulü! Bunu niçin yaptınız? ” diye soruldu. Şöyle buyurdu: “Umulur ki bu dallar kurumadıkça onların azabı hafifletilir” (Buhârî-Vudû:55; İbnü Mâce- Tahâret:26 ) . Halbuki Kur’an, en büyük günah olarak şirki tanımlar. O zaman niçin kabir azabını en çok çekecek olanlar şirk işleyenler olmuyor? Kabir azabı rivayetlerinin tamamı uydurmadır. Yukarıdaki idrar sıçratana kabir azabı vâdetmek din ve akılla asla uyuşmayacak bir hurafe ve cahil zihniyetin ürünüdür.Böyle bir şeyi Nebi (a.s) söylemiş olabilir mi? Bu durum ancak kendi sapkın düşüncelerine dinde yer açmak isteyenlerin Nebi'mizi alet edip iftira atmalarından başka bir şey olamaz. Bunu ancak idrar ile ilgili obsessif düşüncelere sahip takıntılı ve hastalıklı yani ''Arızalı'' bir zihniyete sahip birileri uydurmuş olabilir. . Kur’anın pek çok konuyu, ilk muhataplarının anlam dünyası çerçevesinde ele alıp simgesel ve mecazi anlatımlarla açıklamasını çoğu ulema ve müfessir hakiki anlatım tarzı sanmış, bu yanlış yaklaşım da dinin evrensel ve çağlar üstü anlam iklimine darbeler vurmuştur. Bir rasyonalite dini olan İslam, akıl ve bilim dışı bir yığın hurafeyle doldurulmuştur. Bu da hayatın kendisi olan dini, hayatın karşısına dikmiştir. Böylece din neredeyse tabii olanla yani doğal olanla mücadele ve onu engellemeye çalışma sistemi haline düşürülmüştür.İşte bu vaziyetin bir parçası olarak kabir hayatı ve kabir azabı indirilmiş dinin yani Kur'an'a dayalı dinin dışına taşınmış, uydurma ve hurafeye dayalı bir sürü rivayetler din adına doğru kabul edilip bunun üzerinden, Kur'an a rağmen, olmayan bir olgu din adına bir realite gibi kabul edilmiştir"(Faruk Fidan, "kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Süleyman Altıner! Sabah ve akşam ezaba ducar olmaq kabir ezabı ile elaqası yox.Firavun Musa'yı öldürmek imkanı tapmadığına göre sabah axşam daxilen ezab cekirdi ve bu ezabı Allah ona vermişdi.İkinci ezab, qiyametden sonra olacaq cehenemle.Onun tövbesi kurana göre qabul olunmadı cünki tövbe ölüm anında olmuşdu. Ayetden evelki ve sonrakı ayeti oxudukda malum olur ki Firavun'a Musa'yı öldürmek isteyib"(Məsim Haydari Qalagahlı-"Kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Aysel Yeten! İyiki günümüzde recm uygulanmıyor.Çakıl taşı bulamazlardı, nüfusunuzun yarısı giderdi. Keçinin heykelini dikmek lazım, bu günleri nasılda tahmin etmiş mübarek hayvan" (Mehmet- "Recm cezası" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Asla bir kesinti olmuyacak, ölüm ile başlayan ve şuur kaybı olmadan süreç hemen başlıyacak, sanki uykudan uyanmış gibi, aradan geçen zaman belki milyarlarca yıl olacak ama, nasıl ki biz dünyaya gelmeden once milyarlarca sene once varoluş başladıysa buna benzer bir durum. Her insan bir enerjidir, ölümle başlayan süreç enerjinin boyut değiştirmesidir ve arada kabir hayatı denilen hayat Kur'an'a uymadığı gibi fiziksel bedenden enerji bedene geçişede uymamaktadır.Bunlar benim nacizene düşüncelerim"(Mustafa Karakaş, "kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum"---------------------------------------------------------"Uydurulmuş din tüccarları ile cihad etmek tevhid ehlinin en büyük görevidir. Özellikle hemen her paylaşıma dalan cemaat trollerine göz açtırmamak, cevaplarını yanıtlamaktan geri durmamak gerekiyor"(Cahit Gören)-----------------------------------------------------------"Ali Aydın! Değerli hocam! O olağanüstü mesajı olağanüstü bir şekilde bizlere sunan, siz değerli hocamızdan da Rabbim razı ve memnun olsun. Konuşana değil konuşturana bak!Selam ve saygılarımı sunarım"(Davut Yazici)"Hocam! Allah senden razı olsun.Ama cahillere bu kadar açık ve net delil olasına rağmen, yine de inatla kabir azabı var diyorlar.(Süleyman Yaşar Erol- "kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Ali Hocam!Yine yürekli ve bir okadar da bilgi yüklü bir paylaşım olmuş. Bu ve benzeri paylaşımları yapabilen az sayıda din bilgini güzel insanlardan en mütevazi ve en alçak gönüllüsü olarak sizi saygıyla selamlıyorum. Allah razı olsun"(Hayri Sipahi- "Kur'an'sız din" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam!Diyecek söz yok, bu yazdıklarınızın çok azını bile akledemeyenler, maalesef ülkede dini otorite olmuş ve halkın kazancından, vergisinden nemalanip, bizlere din anlatıyorlar! (Selamlar Ali Aydın hocam👋Eyüp Acıktepe "Kur'an'siz din" adlı yazıya yaptığı yorum)
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI? (2.YAZI) Tevhid'i miras olarak bırakmak neden çok önemlidir?Çünkü yüce Allah'ın insanlara en önemli vasiyeti ve en büyük emri tevhid akidesine bağlı olarak yaşamaları ve tevhid akidesini miras olarak bırakmalarıdır."De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola dosdoğru dine,( tevhide) Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti""O müşriklerden değildi""De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin rabbi Allah içindir"(O'na feda olsun)"O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim"(En'am- 161, 162, 163)(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah'ın insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir""Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur""Fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz O'na yönelerek ona karşı gelmekten sakının, namazı kılın, müşriklerden olmayın" Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayan""Bunlardan her fırka kendilerinde olan (inanç) ile böbürlenmektedir"(Rum- 30, 31, 32)"De ki: Bana dini Allah'a özel kılarak sadece O'na kulluk etmekle emrolundum""Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu" "Deki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım""De ki: Ben dinimde ihlas ile (dinî Allah'a özel kılarak) ancak Allah'a ibadet ederim" (Ey Müşrikler! ) Siz de ondan başka dilediğinize tapın! "Deki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır""Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır" (Zümer- 11, 12, 13, 14,15)Daha önceki yazımızda tevhidi miras olarak bırakmanın Rahman ve Rahim olan Allah'ın ve Elçilerinin en önemli vasiyeti olduğunu âyetlerle ortaya koymuştuk.Gerçekten tevhid o kadar önemli ve hayati bir öneme sahiptir ki, Nebi ve Resüllerin en çok uyarıldığı konu tevhidin zıddı şirktir(Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: "Andolsun( bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Bilakis! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"(Zümer- 65, 66)"İşte bunlar, Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir"(Ey Nebi! ) Allah ile birlikte başka ilah edinme: sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın"(İsra- 39)(Ey Nebi!) Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun" Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak gelmiştir""O halde sakın kafirlere arka çıkma""Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar""Sadece Rabbine davet et. asla müşriklerden olma" Allah ile birlikte başka bir ilaha tapıp yalvarma! Ondan başka ilah yoktur" Onun zatından başka her şey yok olacaktır. hüküm o'nundur de siz ancak O'na döndürüleceksiniz"(Kasas- 86, 87, 88)
19 Nisan 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(19.YAZI)"Yüksel Dikgöz! Fetö ehli sünnetçi, hadisçi ve rivayetçiydi, tıpkı senin gibi, ve "Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı" diyordu. Adına ne derseniz deyin, Kur'an dışı dinler şeytanın dinleridir. Muhammed (a.s) nebi olarak sadece Kur'an'a tâbi olmuş ve resul olarak da insanlara sadece Kur'an'ı tebliğ etmiştir.Şeytanın uydurulmuş dinini Allah Resulü'ne mal etmeye çalışmayın. Kur'an'dan bihaber bazı cahillere yuttursanız da, herkese yutturamazsınız. Muhammed (a.s) bütün inanlara gönderilmiş bir Resuldür, sadece Araplara gönderilmemiştir"(Ali Gülşen)------------------------------------------------------------"Sorgulamayan, akletmeyen, itaatkar insan tipi üretmek için az uğraşılmadı. Halifeler, sultanlar, padişahlar, nice sözde âlimleri besleyip ürettiler. Önyargı duvarları içinde, sahte dine mahkum edilen bu ümmeti uyandırmak çok zor. Asıl cihad bu. Tevhid ehline selam olsun"(Cahit Gören)---------------------------------------------------------"Refik Baysal bey!Fikriniz olmadan önce yazılanları okuyun, araştırın bilginiz olsun. Kertenkeleyi bir vuruşta öldürene yüz sevap, ikinci vuruşta öldürüne elli sevap verileceği, namaz kılmayanı tekfir eden rivayetleri ve öldürme ictihadlarının hepsi ve daha yüzlercesi hadis ve mezhep kitaplarında var. Kuran ise bunların hepsini reddeder"(Tayfun Çavdar)-------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz!Tüccar Cübbeli'nin adamısın.Sizinle muhatap olunmaz, sizin dininiz size, bizim dinimizde bize. Bakalım mahkemeyi kübra'da hangimiz yanılmışızdır. Yüce Allah, Ali Aydın hocamızdan razı olsun"Antoine Dogan Akansu---------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz! Kur'an'ın sahibi olan yüce Allah, bir çok âyette ''Kur'an size yeter'' buyuruyor. Mürşit edindiğin müşrik profların da, ehli sünnetin de, tasavvufun da, muhaddislerin de, ravilerin de senin olsunlar, hayırlarını gör. Deve sidiğinin şifa olduğunu söyleyen de ehli sünnetci akademisyendi. (Ali Gülşen)--------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz! Allah Resulünün tek sahih hadisleri, Allah'ın ona vahyettikleri ve onun da hiç bir harfini değiştirmeden insanlara tebliğ ettikleridir. Kendinden bir kelime dahi ekleme yapmamıştır. Zira yüce Allah apaçık âyetle onu uyarıyor: ''Eğer vahye kendinden bir şeyler eklersen, seni yakalar, şah damarını keseriz....'' diyor! (Hakka-44) Siz ne hikaye anlatıyorsunuz?Veda hutbesi Kur'an âyeti mi? Hem veda hutbesinin değişik versiyonları var; birinde "ben size Allah'ın kitabını ve ehli beytimi bırakıyorum" birinde "size Allah'ın kitabını ve sünnetimi bırakıyorum" diyor. Şimdi biz hangisine inanalım? Din gününün tek sahibi Allah'tır. Yargılamayı da Allah yapacak, cezayı da Allah verecek. Zikir ehli de, Kur'an'la haşır-neşir olan, yani Kur'an'ı anlayarak okuyan herkestir. Allah'a, kitaplarına ve Resullerine, dolayısıyla da Muhammed nebi&resule iman edenler Kur'an'da Müslüman olarak adlandırılıyor. Hiç kimseden ehli sünnet diye bahsedilmiyor. Örnek verdiğin âyetlerde ne söylendiğini bilsen, ne kendini yorarsın boş yere, nede bizi"(Ali Gülşen)--------------------------------------------------------Ali Hocam!İşte onlar inandıkları safsata ve yalanlar yüzünden bugün yasarken azap çekiyorlar ve diğer tarafta da şıhları, şahları, gavsları başlarında azabın katmerlisini çekecekler.En önemli suçları da akıllarını kullanmayıp, Allah'ın âyetlerini okuyup, dinleyip anlamamaları olacaktır"(Engin Teke)--------------------------------------------------------"Sevgili hocam!Yorumunuzu canı gönülden okuyorum.Yüreğinize sağlık.Dün Kocatepe camiinde kabir azabı yetmiyormuş gibi, vaiz birde sırat köprüsü kurdu.Diğer hesabı verdik ya, köprüden düşersek halimiz ne olur?Saygı ve selamlarımla Allaha emanet olunuz"(Sadık Ayar)
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI? ( 1.YAZI)Bir Mü'minin en büyük dâvâsı, şu fâni dünya hayatından ana vatan olan âhirete geçiş yapmadan önce miras olarak tevhid akidesini bırakması gerekirBizim için tevhid akidesini miras bırakmak "...Nefsani arzulardan, kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten,salma atlardan (konforlu araçlardan) sağmal hayvanlardan ve her türlü dünyevi zevklerden..."( Nisa- 41) daha üstün ve daha güvenilir bir olacaktır.Tevhid'i miras bırakmak "...Atalarımızdan, oğullarimizdan, kardeşlerimizden, eşlerimizden, akrabalarımızdan, kazandığımız mallardan, kesada uğramasından korktuğumuz ticaretten,hoşlandığımız evlerden"( Tevbe- 24) daha şerefli bir karşılıktır.Bu miras o kadar değerli ve şerefli bir mirastır ki, bu miras Allah Elçilerinin bıraktığı mirastır. Tevhid akidesi evrensel ahlakı ortaya çıkarır.Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."İbrahim'in (tevhid) dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona Müslüman(Muvahhid)ol, demiş, o da:Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da, " Oğullarım! Allah sizin için bu dini (tevhid'i) seçti. O halde sadece Müslümanlar(sadece Allah'a teslim olmuş muvahhidler) olarak ölünüz " dedi. Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kup) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve Ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuz, dediler. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, Hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi." Biz, Allah'a ve bize indirilene: İbrahim, İsmail, İshak,Ya'kub ve esbata (Torunlarına) indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer elçilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin İnandık ve biz sadece Allah'a teslim oluk" deyin. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar,(Şirke ve İnkara) dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. Allah'ın verdiği (Tevhid) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi(İnancı) kim verebilir?Biz ancak ona kulluk ederiz. ( deyin) De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de rabbiniz olduğu halde, onun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, de sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz ona gönülden bağlananlarız. Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbatın Yahudi,yahut Hristiyan olduklarını mi söylüyorsunuz? Deki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şâhitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir"(Bakara, 130, 131, 132,133,134,135, 136,137,138,139,140)Şuurlu bir mümin olarak bizlerde arkamızdan Şiiliği, Sunniliği, Tarikat şirkini ve batıl mezhebleri değil, sadece tevhid akidesini yani yalnız Kur'an'a iman etmeyi miras bırakmak boynumuzun borcu olsun.Tevhid'i miras olarak bırakmak neden çok önemlidir?Çünkü Allah katında bizim yüz akımız tevhid olacaktır da onun için.Bize karşı son derece merhametli olan Yüce Rabbimiz Kur'an'da şöyle buyuruyor."O gün, ne mal fayda verir nede evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış olan tertemiz bir kalp) ile gelenler o gün de fayda bulur "(Şuara- 88, 89)Kur'an'a bağlam ve bütünlüğü içerisinde bakıldığında "kalbî selim" iradesinin "her türlü şirkten arınmış tertemiz kalp" anlamında kullanıldığı rahatlıkla görülecektir.Şu ayet de görüşümüzü desteklemektedir."Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh'un) milletinden(dininden)idi"(Saffat- 83)Aralarında uzun zaman geçmesine rağmen, tevhid akidesinde İbrahim (a.s) ın Nuh (Aleyhisselam) a bağlı olarak yaşadı . Aslında bütün Allah Elçilerinin dini, yolu, dâvâsı birdir."Çünkü o Rabbine kalbi selim ile geldi""Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime kulluk ediyorsunuz? demişti" (Saffat-84, 85)Diğer bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor." Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir""İbrahim'de ve onunla beraber olanlar da sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır""Onlar kavimlerine demişlerdir ki:"Biz sizden Ve "Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz" "Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir" "Şu kadar var ki, İbrahim babasına "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim" "Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. (O Müminler şöyle dediler:) "Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik" Dönüş de ancak sanadır. "Rabbimiz!"Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabb'imiz! Yegane galip ve hikmet sahibi ancak sensin"(Mumtehine- 3, 4, 5)Dolayısıyla akıllı ve şuurlu bir mümin çocuklarına mal ve mülkten önce tevhid akidesini ve güzel ahlakı miras olarak bırakan kişidir.
18 Nisan 2021 Pazar
KUR'AN'DA "BEŞER" VE "İNSAN" KAVRAMLARI (2.YAZI ) KUR'AN'DA İNSAN KELİMESİ NASIL KULLANILIR? "Gerçek şu ki, İnsan kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş rabbinedir" (Alak- 6,8)"...Muhakkak ki insanların çoğu fasıktır"( Maide- 49)"...İnsanların çoğu inkarcılıktan vazgeçmedi"( İsra- 89)"İşte insanların birçoğu, hakkaten âyetlerimizden gâfildirler "( Yunus- 92)"...İnsanların çoğu ile nankörlük edip diretmiştir"( Furkan- 50)"...Fakat insanların çoğu şükretmezler"(Bakara- 243) "...Fakat insanların çoğu bilmiyor" (Sebe- 36) Bu örnek âyetlerde de görüldüğü gibi Kur'an'da insan kelimesi olumsuz bağlamlarda kullanılır. Burada dikkat çekici bir nokta da şudur. İnsan kelimesi ile anlatılan insanın azması, inkârcılığı, gafilliği, nankörlüğü, şükretmeyişi gibi hareketler aslında insanın fıtratına aykırıdır. Yani insan bunları iradesiyle yapıyordur.Buna kanıt olarak aşağıdaki ayetler çok dikkat çekicidir."Allah sizin yükünüzü hafifletmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır"( Nisa- 28) "insan aceleci yaratılmıştır"( Enbiya- 37)Ayrıca Kur'an insanın bazı özelliklerini tanımlarken yaratmışızdır yerine yaratılmıştır şeklinde edilgen ifadeler kullanır. Burada "yaratılmıştır" şeklinde kullanmasının nedeni insanın kendi temiz fıtratını günahlarla değiştirmesidir. Yani aslında öyle yaratmadık ama insan öyle yapabilecek özgür bir iradeye sahip yarattık şeklinde anlaşılabilir.Yani beşer'in fıtratında acelecilik, zayıflık ve sabırsız yokken beşer'in gelişmiş hali olan insanda bu özellikler vardır.İşte Kur'an boyunca araştırdığimızda insan kelimesi fıtrata uymayan davranışlar sergileyen yaratık olarak geçmektedir.Yani olumsuz bağlamlarda kullanılır. Kuran'ı Mübin'de yüce Allah şöyle buyuruyor. "Andolsun ki sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! Diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler, O secde edenlerden olmadı"(Âraf- 11 )En doğrusunu Allah bilir, daha insan makam ve mertebesine yükseltilmeden yani kendisine akıl, anlayış, fikir, kabiliyet, icat yeteneği, duygu ve araştırma verilmeden yeryüzünde beşer olarak uzun zaman geçirdi.İnsan yaratılış ve kabiliyetine geçirilmeden uzun bir zaman bu fiziki yapısı ile aynen hayvanlar gibi avlanıyor, cinsel arzu ve istekleri mevcut, günahı olmayan ve sorumluluğu bulunmayan, kendisini koruyabilen fakat duygu ve düşünceden mahrum "beşer" olarak uzun bir zaman yaşadı.Sonra yüce Allah, ona akıl, fikir, icat yapma kabiliyeti, olumlu her türlü duygu ile insan formatını yükleyerek beşer makamından insan mertebesine yükseltilenlerin içinden Nebi sıfatıyla Âdem (a.s) gönderdi. İnsan olmadan önce beşer, avcılık yapıp kan döktüğünden dolayı Melekler onun kan dökücü özelliğini biliyorlardı.Şimdi şu âyete bir bakalım. "İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmedi mi? "İnsan süresi- 1)Yani akıl, iz'an, vicdan, ilim, vahiy, sorgulama, duygu ve düşünce, yetenek ve kabiliyeti yoktu, sonra Allah bütün bu yetenek ve kabiliyetleri ona bahşederek onu insan yaptı.Bu insana özgür bir irade vererek fucur ve fusuk yani hayır ve şerrin ne olduğunu vahiy'le bildirdi.Yani onu kendi yaptıklarından sorumlu bir varlık yaparak onun içinden Nebi ve Reseller gönderdi.Aslında Allah insanın fıtratına fucur yani kötülük yapma isteğini yerleştirmedi.Neyin takva ve fucur olduğunu vahiy'le bildirdi.KUR'AN'DA ELÇİLER NEDEN İNSAN DEĞİL DE BEŞER OLARAK NİTELENDİRİLİR?"...Onlar dediler ki: Sizde bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz..."(İbrahim-10)"Resulleri onlara dediler ki: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başka değiliz..."(İbrahim-11)"Resullere dediler ki: Sizde anca bizim gibi birer beşersiniz..."(Yasin-15)"...Allah, Resul olarak bir beşer mi gönderdi?..."(İsra-94) Onlarca ayette Resuller "insan" kavramı ile değil "beşer" kavramı bağlamında ele alınmışlardır. Çünkü Kur'an insanın zulüm, küfür, şirk ve nifak hareketlerini anlatıyor.İşte Kur'an Resuller için "insan" kelimesini kullansa bu özelliklerin Resuller için de geçerli olduğu iddia edilebilecekti. Halbuki Kur'an kullandığı muhteşem dille buna izin vermemektedir Allah'ın elçileri beşerdir. Beşer kelimesinden türeyen beşir-müjdeci demektir. Kur'an " Elçiniz bir insandır" deyip de bu nankör hareketleri ona bağdaştırmamış,"Elçiniz bir beşerdir"demiştir. Buraya kadar anlattıklarımızdan yola çıkarak diyebiliriz ki: "Beşer kelimesi insanın fizyolojik özelliklerini temiz ve masum fıtratını temsil eder. İnsan kelimesi ise, beşer'in iyi veya kötü, sorumlu, günah işleyebilen, gelişmiş halini temsil eder."Allah'ın Elçileri beşerdi ve iyi gelişmiş insanlardı. Yani Kur'an'da kınanan birçok insan gibi değillerdi. Anadan doğmuş gibi tertemiz yani fıtratlarını beşeriyetlerini korumuş insanlardı. Bu yüzden hepsi bize güzel bir örnektir. Kur'an'ın bu konudaki muhteşem kelime kombinasyonu bitmiyor. Allah Resulü (a.s) tebliğ görevini yerine getirirken inkârcılar ona nasıl karşı çıkmıştı?"Sen de bizim gibi bir beşersin" demişlerdi. Bizim gibi insansın değil, bizim gibi beşersin. Peki, burada insan yerine neden beşer kullanılmış olabilir. "Hiçbir beşere yakışmaz ki, Allah ona kitap, Hikmet ve Nebilik versin de, sonra o, insanlara "Allah'ın yanı sıra bana da kul olun" desin! Bilakis insanlara öğrettiğiniz ve okuyup okuttuğunuz kitaba uyun da yalnız Allah'a içtenlikle kulluk eden kimseler olun" der.(Âli İmran-79)Âyette de görüldüğü üzere Kur'an'da beşer kelimesi şirk koşmayan, temiz, saf bağlamı içerisinde bu âyette kullanılmıştır.Yani beşeriyetini, temiz fıtratını korumuş olarak kullanılmıştır.Fıtrata uygun bağlamında kullanılmıştır. Bildiğimiz gibi "kalu bela" olayında olduğu gibi insanın fıtratında Allah'a inanmak vardır.Sonuç olarak : Kur'an'da beşer kelimesi fıtrata uygun davranışlar ve fizyolojik özellikler için, İnsan kelimesi ise olumsuz bağlamlarda iyi veya kötü gelişmiş beşer profili için kullanmaktadır.Bu kelimelerin kökeni bile bu görüşümüzü destekler niteliktedir.Konu uzayacağından dolayı kısa kesiyoruz.Anasından doğduktan sonra akıl ve buluğ çağına kadar çocuklar beşerdir. Akıl ve buluğ çağından sonra sorumlu bir birey olarak insan kimliğini kazanırlar. Deliler insan değil, beşerdir.
ÖNEMLİ BİR MESELE:Allah Resulü (a.s) vefat eder etmez arkadaşları arasında taht savaşları baş göstermiş, meydana gelen bu savaşlarda şehirler harap olmuş, binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir.Mesela: Ebubekir'in hilafeti döneminde ridde (dinden dönenler) olarak adlandırılan savaşlardabinlerce insan, Ali ile Muaviye arasında Siffinde yapılan savaşta yetmiş bin müslüman,Ali ile Aişe arasında Basra'da (Cemel Vakası) yapılan savaşta on beş bin müslüman,Ali ile Hariciler arasında Nehrevan'da yapılan savaşta yine binlerce insan ölmüştür.Yani Allah Resulü'nün vefatından hemen sonra savaşlar, katliamlar, kaos, anarşi, zulüm ortalığı kaplamıştır.Emevi ve Abbasiler döneminde o derece zulüm ve katliamlar yapıldı ki, Firavun'un zulümlerini kat kat geride bırakmıştır.Mesela: Bir Kerbela faciası meydana gelmiş ki, çok az bir millet Allah Resulü'nün ailesine böyle bir zulmü reva görmüştür.İşte bu facia ve zulmü saklayan, görmezlikten gelen, hatta bir ictihad olarak gören ehli sünnet dini bu vahşi zeminde doğmuştur.Mesela:Yezid'in hilafetini kabul etmeyen Medine halkı üzerine sürülen Emevi ve Rum ordusu ile Allah Resulü'nün şehri talan edilmiş, üç gün her türlü yağma serbest kılınmış,Allah Resulü'nün arkadaşlarının hanımları, kızları ve gelinlerine tecavüz edilmiştir. (HARRE OLAYI)Mesela:Hicri ikinci asırda Karmatiler Mekke'yi basarak bütün hacıları katletmiş,Zemzem kuyusunu cesetlerle doldurmuşlardır. Mesela: Yezid'in hilafetini kabul etmeyen Abdullah bin Zübeyrin üzerine gönderilen ünlü zalim Haccac bin Yusuf Mekke'de taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamıştır. Kadim İran'ın inançlarının etkisinden kurtulamayan ve eski İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şiilik de aşağı yukarı aynı zaman ve zeminde kök salmaya başlamıştır.Bu öyle bir karanlık zaman ve zemin ki, Kur'an hikmetinin, tefekkür ve aklı kullanma gibi erdemlerin bulunmadığı bir zamandır.ŞUNU DEMEK İSTİYORUM.Böyle vahşi ve gaddar bir zeminde doğan, Allah Resulü adına uydurulan rivayetlerle beslenen, beşeri ictihadlarla sağlamlaştırılan ve mezheplerle kurumsallaştırılan hurafe bir dinden bu ümmet nasıl yakasını kurtarıp Kur'an'a ulaşacak.Bu ümmet: Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Muvatta, İbni Mace,Kâfi (Şiilerin hadis kaynağı) gibi hadis kaynaklarının bataklığından kurtulup Kur'an ile nasıl özgürlüğünü kazanacak.Hanefi, Hanbeli, Caferi, Maliki, Şafii gibi uydurulmuş zehirli iklimden nasıl kurtulup İslam ve Kur'an cennetiyle buluşacak.BU MİLLET:Yüzlerce cemaat ve tarikatın cehaletini aşarak nasıl Kur'ana ulaşacak? BU MİLLET:Diyanet işleri başkanlığının binlerce mescit ve ve vaizini aşarak nasıl Kur'an'a kavuşacak?SORU ŞU: Bu ümmeti kendisine KUR'AN ve ELÇİ gelmemiş, Kur'an ve Elçi ile muhatap olmamış kabul edebilir miyiz?Çünkü önünde onu Kur'an'dan uzak tutacak, Kur'andan uzaklaştıracak yüzlerce hatta binlerce engel çıkarılmıştır.Ve bu şeytâni engeller dokunulmaz, kutsal ve mübarek olarak dikta ettirilmiştir.
17 Nisan 2021 Cumartesi
DEPREMLER CEZALANDIRMA MIDIR? Yüce Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı denge açısından depremlerin olmasında sayısız yararlar, nimetler, hikmetler yani insanoğlunun bilemeyeceği nice hayır ve zenginlikler saklanmıştır. Kadim kavimler, şirk, küfür zulüm ve isyanlarına karşılık, açıklanması mümkün olmayan olağanüstü felaketlerle yok edilmişlerdir. Bu konudaki âyetler çoktur."Nitekim, onlardan her birini günahları sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zumetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı"( Ankebut- 40) Fakat son vahiy olan Kur'an indikten sonra cezalandırma toplu ve olağanüstü olmaktan çıkarak, ferdi, ictima'i ve sosyal değişikliğe uğramıştır. "Ey ümmetler! Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..." âyet pasajı bu gerçeği ortaya koyar.(Mâide-48) Yani bizim şeriatımızda cezalandırma, olağanüstü ve toplu olarak değil, katliamlar, anarşi, terör, yolsuzluğun ve hırsızlığın çoğalması, hastalıklar ve düşman istilaları gibi ferdi ve sosyal olarak gerçekleşecektir. (Bakara-155)Depremlerde meydana gelen can ve mal kaybı bizi gerçekleri düşünmekten alıkoymaması çok önemlidir. Dolayısıyla canlılar için yağmur ne kadar hayati bir öneme sahipse, depremler de hem dünyanın sağlığı hem de canlıların yaşaması için son derece yararlı Allah'ın ona yüklediği bir kanunudur. Akıl ve mantık dairesinde düşündüğümüz zaman depremlerde hiçbir zararın olmadığını anlarız.Depremlerin ağır zayiat yapması, bilgisizliğimizin, ahlaksızlığımızın, cehaletimizin, medeniyetsizliğimizin bir sonucudur. Depremlerin insanların inanç ve amelleriyle hiç bir alakası yoktur.Depremler yeryüzünde sürekli var olacak Allah'ın bir kanunudur. Depremler yer kabuğu hareketliliğin doğal bir sonucudur. Ve kabuğundaki fay adı verilen kırıklarda meydana gelir. Dünya, dış kısmında büyük ve küçük plakalara ayrılmış vaziyettedir. Bu plakalar sürekli hareket halindeler, bunlar içteki magma tabakası tarafından tetiklenerek birbirlerinden ayrılırlar.Magma sürekli stres üretiyor. Çünkü magma ters istikamette dönüyor ve balansa girmiyor.Üretilen stresin arzın içinde mutlaka atılması gerekir.Şiiddetli depremler tektonik plakaların birbirlerine çarpıştığı yerlerde oluyor.Gerilim geriye doğru olursa tsunami oluşuyor, Japonya'daki büyük tsunami felaketi bundan dolayı olmuştur. Deprem dile gelse der ki: Ey Ademoğlu! Sen ne tuhaf bir yaratıksın? Ben tabii bir vakıayım ve devamlı varım. Benim var olduğumu ve geleceğimi de aşağı yukarı biliyorsun. Ben olmazsam şu dünya patlardı. Ben tencerenin düdüğüyüm. Sen yaratılmadan önce de böyleydi.Dolayısıyla dünyanın canlılar için yaşanır bir yer olmasında depremlerin faydaları yadsınamaz bir gerçektir. Denizlerin, kıtaların, nehir ve göllerin, sıcak suların, akarsuların, kimyasal özelliklere sahip birçok maddenin ve madenlerin oluşması volkan ve depremler sayesindedir. Depremlerde büyük rahmetler ve nimetler gizlidir.Aslında konunun uzmanları depremlerde olan faydaları kitap, dergi ve sosyal medya üzerinden geniş bir yelpazede anlatmaları gerekiyor. Çünkü depremlerin özelliklerini konunun uzmanları daha iyi bilir. Balıkların beslenmelerinin ana kaynaklarından birisi yeryüzü sarsıntılarıdır. Tabiatın canlanması ve yararlı bir çok gaz ve enerjinin meydana çıkması hep depremler sayesindedir. Depremler adam öldürmez, yanlış yapılanma adam öldürür sözü yerinde söylenmiş bir sözdür. Bilimsel ve mimari kurallara bağlı olduktan sonra depremlerden korkmanın hiçbir mantığı yoktur. Kendi ahlaksızlığımızı, vurdumduymazlığımızı, ilimde ve teknolojide geri kalmışlığımızı Allah'a fatura etmek büyük bir ahlaksızlık ve edepsizliktir. Depremlere geleneksel Müslüman gözüyle değil, güneşe tapan Japonların gözüyle bakmak zorundayız. Çünkü biz Kur'an ve ilimde geri kalmış bir ümmetiz."Çin'de Mançurya da din bir görenek, başka değil, Müslüman unsuru gayet geri gayet cahil. (Mehmet Akif Ersoy) Yıkıp şeriati, bambaşka bir bina kurduk. Nebi'ye atf ile binlerce herze (hadis) uydurduk. O hali buldu ki cür'et "yecüzü fitterğib"( insanları günahtan alıkoymak için hadis uydurmak sevaptır) Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına?Kolay mı ümmeti idlal edip sefil etmek? Kolay mı dini hurufat (hurafeler) içinde inletmek? Niçin kitabı ilahi'yi payimal ettin?Niçin şeriatı murdar elinle kirlettin? Herif! şu milleti masumeden ne isterdin? Ki doğru yol diye tuttun, dalalı ( sapıklığı) gösterdin.( Mehmet Akif Ersoy) İnsanlar daha yeryüzünde yokken, şiddetli depremler ve volkanlarla yaşayabilecekleri bir mekan haline getirildi. Eğer fay hattı olmayan bir yerde deprem olsaydı, işte o zaman cezalandırma olurdu. Bulut olmadan yağmur yağmaz, fay hattı olmadan da deprem olmaz. Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.
KUR'AN'DA "BEŞER" VE "İNSAN" KAVRAMLARI (1.YAZI )Allah'ın Elçileri beşeriyetlerini korumuş insanlardır. Beşer ve insan kelimeleri eş anlamlı kelimeler gibi bilinseler de Kur'an'da kullanıldıkları bağlam çok farklılık gösterir. Kur'an'da, "beşer" kavramı, "masum, günahsız, saf, temiz, sorumsuz" olarak geçerken, "insan" kavramı ise, zalim, günahkar, asi, sorumlu, akıllı ve icat etme potansiyeli var olan bir varlık" olarak anılır.Kur'an, mümin, müslim, muttaki, zalim, cahil, fasık, mühsin, şeytan, tağut gibi kavramları insan için kullanır. Bu kavramların hiç biri beşer için kullanılmaz. Daha doğrusu beşer kavramı Kur'an'da tek başına bir kavram olarak geçer. Yani beşer her yerde olumlu bağlamlarda kullanılırken, insan hem olumlu hemde olumsuz bağlamlarda kullanılır. Kur'an'da tüm elçilerin "insan" ile değil de "beşer" ile kıyaslanmaları çok önemlidir. Konuyu Kur'an boyunca araştırdığimızda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Kur'an'da insan ve beşer kelimeleri yaklaşık üç yüz kere zikredilmektedir. Piyasada bulunan meallerde beşer kelimesine hiç yer verilmemiş, bazılarında ise insan kelimesi beşer olarak çevrilmiştir. Buda Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne zarar vermekte ve bir çok konunun anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Bu yazıda kullandığımız âyet meallerindeki beşer ve insan kelimeleri Arapça metnin orijinalinde kullandığı gibidir.( yani beşeri beşer, insanı da insan olarak çevirdik) MELEKLERLE İNSANLAR KARŞILAŞTIRILDIĞINDA KUR'AN İNSANLAR İÇİN "BEŞER "KELİMESİ KULLANIR: Bildiğimiz gibi müşriklerin Elçi anlayışı "Elçilerin Melek olması gerektiği" şeklindedir. Kur'an bu müşriklere karşı tüm elçilerin kendileri gibi beşer olduklarını ifade eder. Yusuf (a.s) kıssasında: Kadın onların oyunlarını işitince, onlara haber gönderdi. Kendilerine, yaslanarak yiyebilecekleri bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi. Yusuf'a: "karşılarına çık " dedi. Nihayet Yusuf'u görünce onu öylesine yücelttiler ki, kendilerinin ellerini kestiler.Ve şöyle dediler "Allah'ı tenzih ederiz! Bu bir beşer değil, şerefli bir melektir ! ( Yusuf- 31)Kur'an'ı Mübin'de beşer üstü özelliklerde Melek benzetmesi yapılıyor. Aşağıdaki ayetlerde Meleklerle benzetme yapıldığında neden beşer kelimesinin kullanıldığı net bir şekilde açığa çıkıyor. "Sizi topraktan yaratması da onun ayetlerindendir. Sonra siz birer beşer olarak yeryüzüne yayılırsınız"(Rum- 20)"Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben biçimlenmiş kupkuru balçıktan bir beşer yaratacağım"( Hicr- 28) "Sudan bir beşer yaratıp ona nesep ve akrabalık veren O'dur. Zira Rabbinin kudreti herşeye yeter"( Furkan -54) "Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben çamurdan bir beşer yaratacağım" (Sâd -71) Beşer topraktan yaratılmıştır ama melekler topraktan yaratılmamıştır."Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, Sanki onlar ebedi mi kalacaklar"( Enbiya- 34) Beşer'in bir özelliği bu âyette de görüldüğü üzere "ölümlü" olmasıdır. "Meryem, Ey Rabbim! bana beşer eli değmemişken benim Nasıl çocuğum olabilir? dedi. Melek öyledir, ( zira )Rabbin buyurdu ki :Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız..."(Meryem- 20, 21)Görüldüğü üzere âyette Meryem (aleyhesselâm) e insan eli değil, "beşer eli" diyor. Burada cinsellik kasdedildiğini anlıyoruz.,Cinsellik için de cinsiyetin olması gerekir.Demek ki beşerin bir cinsiyeti varken meleklerin cinsiyeti yoktur.Gördüğümüz üzere beşer kelimesinin kullanıldığı âyetlerde anlaşılan beşerin özellikleri meleklere ait olmayan özelliklerdir.Dolayısıyla yüce Allah melekle insan değil, melekle -beşer kombinasyonu kullanmıştır.Yani beşer kelimesinin kullanıldığı âyetlerde insanın fizyolojik yapısından bahsediliyor.Bunun hangi anlama geldiğini Allah'ın izniyle öğreneceğiz.
16 Nisan 2021 Cuma
KUR'AN'SIZ DİN Diyanet'in binlerce Kur'an kursundan, Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilen ve sadece Kur'an'dan konuşan bir tane âlim yetişmemiştir.Diyanet'in "Kur'an'daki İslam" adlı bir eseri yoktur.Zaten böyle bir şeye de inanmaz.Buna karşılık çok lüks basılmış, her cildi 660 sayfadan oluşan tam yedi ciltlik bir "Hadislerle İslam" eseri mevcuttur.Bu eserin birinci cildinde "En sevgiliye iltica" bölümünde şu ibareler yer verilmiştir."Ümmetin âlimleri mübarek siretini, sünnetini ve hadislerini sonraki nesillere aktarmak için hayatlarını vakfetti, müsnedler, sünenler, câmiler, mücemler ve musannefler senin hadislerini bir araya getirdi""Siyerler ve megaziler, senin örnek hayatını bize tarif etti""Delail, şemail ve hilyeler, senin vasıflarını bize anlattı""Naatlar, kasideler, mevlitler sana olan aşkımızı ve sevgimizi dile getirdi""Nice telif ve tasnifler hep seni anlatmak için imla edildi""Sana gül terennümünde besteler yapıldı" ilahiler söylendi, divanlar dolduruldu" "Mesnevilere senin adınla başlandı, hattatlar en güzel tablolarına senin adını nakşetti" Ne yana baksak senden bir iz bulduk Ey Nebi! Ne yana dönersek seni gördük Ey Nebi!"(Sayfa- 24)Bunun gibi daha birçok hurafe ve uydurma, iftira ve cehalet sıralanmış gidiyor.Bu eserin bilim kurulu başta Prof. Mehmet Görmez olmak üzere 5 Prof, Editörler 6 Prof, 8 Prof son okuma heyeti, Din İşleri Yüksek Kurulu'ndan onay almış, 5. Baskı. Ankara, 2013 Yani anlayacağınız Kur'an adına Diyanetten hayırlı bir oluşum ve çalışma beklemeyin. Peki bütün Bu Prof'lar, Kur'an'ın Allah Resulü'nü en güzel şekilde anlattığını bilmiyorlar mı ki, Kur'an'ı bir kenara iterek bütün uydurma eserleri kaynak olarak kabul etmiş, sadece Kur'an akıllarına gelmemiştir. Bu Prof'lar Allah Resulü'nün diğer Elçilerden üstün olduğuna dair Kur'an'dan bir delil getirebilirler mi? Bu Kuran cahilliğinin bir özrü bulunabilir mi?
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ KUR'AN'IN MANASINI TAHRİF ETMİŞLERDİR. Kur'ân'da "sünnet" kavramı "sünnetullah" "Allah'ın sünneti" olarak geçer. Konu ile ilgili âyetlere baktığımızda "sünnet" kavramının, "Allah'ın elçi gönderdiği milletlere uyguladığı, şeriat, yol, yöntem, kanun ve yaptırımlar" olduğu açıkça görülür. "İnkar edenlere (şirkten) vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.Yok geri dönerlerse kendilerinden öncekilerin durumu(sünnetül-evvelin) gözlerinin önündedir"(Enfal- 38)"Öncekilerin başına gelenlerden(sünnetül-evvelin) ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) iman etmiyorlar"(Hicr-13) "Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan şey, sadece öncekilerin başına(sünnetül-evvelin) gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir" (Kehf- 55)Buna bağlı olarak Emevi-Abbasi ehli sünnet dininin âlimleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kitabın sistemi,vahyin çözümü olan "Hikmet" kavramına, Nebi(a.s)ın adına uydurulan hadisler ve bu hadislerin pratik yaşantısının (sünnet) olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda yüzlerce âyette itaat edilmesi ve uyulması gereken tek şeyin "Resul" olan Muhammed (a.s)ın "okuduğu, tebliğ ettiği ve duyurduğu vahiy" olduğu çok kolay anlaşılır. Her şey bu kadar açık olarak ortadayken, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan onlarca farkı görmeyerek, Nebi adına iftira edilen binlerce rivayeti ve uygulamayı "sünnet" adı altında, "Resul" sıfatıyla tebliğ ettiği vahiy seviyesine çıkarıp Kur'an'ı tamamen devre dışı bırakmışlardır.Şia ve Ehli sünnet âlimleri hadis ve ictihadlarıyla toplumun dini hayatını bozarak hayatlarını alt üst etmişlerdir. Ehli sünnet dininin en önemli âlimlerinden olan Ebu Amr Abdurrahman bin Amr bin Yuhmid el-Evzai (ö. H. 157/774)"Essünnetü kâdiyetün alel kitab" "sünnet Kur'an'a egemendir, sünnet (hadisler) son sözü söyler" demiştir. Bu Kur'an cahiline göre "Sünnet(hadisler) Kur'an'ın genel olarak bıraktığı şeyi sınırlar ya da onda olmayan hükümler koyar"Nitekim Allah şöyle buyurmuştur. "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an)ehline sorun" (Nahl-43) "Apaçık deliller ve kitaplarla(gönderildiler) insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik" (Nahl-44) Evzai Nahl 44. âyette bulunan "litubeyyine" "açıklayasın" kelimesinin hangi anlama geldiğini bilmeyen bir Kur'an cahilidir.Bu Kur'an cahili, âyette geçen "tebyin'in" "vahyi duyurmak, onu anlatmak, içine bir şey ekleyip bir şey çıkarmadan onu tebliğ etmek" olduğunu anlayamadı. Onun arkasından gelen binlerce âlim onlarca âyette geçen Kur'an'ın Allah tarafından "Tefsir, tebyin, tafsil, tasrif" edildiğini nasıl anlayamadılar? (Nahl,89-- Yusuf, 111--Furkan, 33-- Tâhâ,113) Yine bu âlimler onlarca âyette Kur'an'ın çok kolay ve Allah tarafından detaylandırıldığını hiç duymadılar mı?(Hud-1,2)Daha Allah Resulü hayatta iken, dinin Allah tarafından indirilen vahiy'le tamamlandığını nasıl anlamazlar?(Mâide-3)Evzai'den sonra gelen Muhammed bin İdris(Şafii) de "Hikmet" kavramına "sünnet" (hadisler) anlamını vermekle Evzai'nin Kur'an'sız yolunda hareket etmiş ve dinde büyük bir tahribat yapmıştır.
15 Nisan 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(18.YAZI) 1-) Hicri üçüncü yüzyılda "Rahmetullâhi Aleyh" terimini kullanan ilk kişi, Şemseddin Selvidir.2-) Hicri dokuzuncu yüzyılda Hindistan'ın gavliye köyünden olan Muhammed Şettari "gavs" olarak ün yapmıştır.3-) Miladi on ikinci yüzyılda "hazret, hazarât, şeyh" terimlerini tasavvuf kitaplarına yazmaya başlayan ilk kişi Muhiddin İbn-ul Arabidir.4-) Milâdî dokuzuncu yüzyılda yani Abbasiler döneminde tarikat ve mezhep kurucuları insanları "avam" ve "havas" tabakası olarak iki bölüme ayırmışlar."Aavam tabakası" "Kur'an, fıkıh, kelam gibi zahirî ilimlerle uğraşan kişiler olarak tanımlanmıştır. "Havas tabakası" "âlimler, görünmeyen varlıklar, yüce Allah'ın seçkin kulları, yeryüzünün halifeleri, kainatın idaresini ellerinden bulunduran, seçkin, görünmeyen kullar, vahiy alan Nebi ve Resüller, yüce Allah'ın tecelli ettigi kullar, olağanüstü keramet verilenler" olarak tanımlanmıştır.Tarikata giren kişinin tek bildigi tarikatın şeceresidir. Hurafe dolu menkibe kitabını okuyan murit asimile olmuş oluyor. 1-) Resulullah'a (a.s) a uzanan şecere yazmışlar. Nakşi tarikatı sessiz zikir yapar.2-) Resulullah'a uzanan ikinci bir şecere yazıp onu da Ali'ye nisbet ederek Kadiri tarikatı kurmuşlar. Buna sesli zikir denilmiştir.3-) Resulullah'ın yanında üç yıla yakın kalan Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadisi delil olarak gösterirler.Tarikata giren müritlere sadece zikir tarikatin şeceresi ve uydurulmuş menkibe kitapları verilir.(Önce Edep)--------------------------------------------------------"Yüce Allah sonsuz kere sizden razı olsun hocam!Sizi tam olarak takip edemiyorum. Arada da olsa bizleri mutmain eden yazılarınızla eksik bilgilerimizi tamamlıyoruz.İnancımız daha da güçleniyor. Selam ve saygılar. Hakkınızı helal ediniz"(Hamdi Bal)------------------------------------------------------"Muhterem hocam!Bu ne irfan maşallah?Siz nasıl yorumlarsanız yorumlayınız.Ama yatıp kalkıp size dua ediyorum. Rabbım size hayırlı ömürler versin. Amin.Sizde hizmete devam ediniz.Vesselamü aleyküm. Dualarımız sizinle"(Ismail Kilic)--------------------------------------------------------"Eline, ilmine ve yüreğine sağlık üstadım!Allah razı olsun.Allah hiç bir şeyi boşuna söylemiyor.Allah’ın himayesine (Kur’an'a)sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın diye (Âli İmran-103)Biliyor, çünkü böyle münafık ve kafirlerin olduğunu.Selamlar, hürmetler"(Mustafa Emir)------------------------------------------------------------"Kur'an birbirinizle itişmeyin, çatışmayın, bölünüp parcalanmayın, sonra gücünüz gider" (Enfal-46) derken, cemaat ve tarikat ehli "bölünmede, ayrışmada rahmet vardır" diyor. Bu açıkça Kur'an'a mualif bir sözdür"(Orhan Kose)------------------------------------------------------ "Hocam! Allah razı olsun.Emeğine ve yüreğine sağlık.Bu akıllarını kiraya verenlere fazla takılmadan Kur'an'ın talebesi olmaya devam edelim.İnşaAllah Kur'an talebelerine selam olsun!"(Mustafa Şeker)------------------------------------------------------"Allah razı olsun! Şu Facebook'ta duruyorsam sizin gibi birkaç kişinin sayesinde duruyorum"(İsmail Küçük)-------------------------------------------------------"Sevgili Ali Aydın hocam!Elinize, zihninize ve emeklerinize sağlık. Rabbimin size verdiği bu güzel hasleti bilgilenmeyi ve araştırmayı en güzel şekilde hakka uygun yazmanız ve bizleri bilgilendirmenize çok teşekkür ediyoruz. Yüce Rabbim bu salihatınızı katında kabul etsin ve sizi salihler arasına katsın. Selâmlar.Sevgiyle ve dostça tevhit ile kalınız"(Dogan Avşaroğlu)-------------------------------------------------------"Necdet Kivanç!Allah ve Resulü ne demek olduğunu öğrenin. Gerçekten bu konu çok önemli ama sizde haklısınız. Her Nebi ve Resul kavramına "peygamber" dedikleri için öyle sanılıyor.Lütfen bu farkı görmek için Ahzab süresi 36 ve 37 âyetlerini okuyup görmenizi tavsiye ederim......"Kim Allah ve Resulune karşı isyan ederse apaçık bir şekilde sapıtmıştır"diyor 36 ayet. 37. âyette ise, eşi Zeyneb'i boşamak isteyen Zeyd'e, Nebi (a.s) "Eşini boşama, yanında tut, Allah'tan kork..." dediği halde, Zeyd, Nebi'yi dinlemeyerek eşini boşuyor. Ve Zeyd, Nebi'ye karşı geldiğinden yani ona itaat etmediğinden dolayı günaha bile girmiyor.Sadece bu iki âyet yeterli."Peygamber" kelimesi Kur'an'ın anlamını bozmak için özel olarak seçilmiş bir kelimedir ve buna devam edenler bu görevi yapmaya devam ediyorlar"(Abdurrahman Dalyan)------------------------------------------------------"Ali AydınSayın üstadım. Bu tip cevapları lutfen muhatapalmayıniz.Hak ifade edilince birileri elbette işlerine gelmediği için nefret söylemlerinde bulunacak.Savundugu müctehidlerin! dini ne hale getirdiği ayan beyan ortada.Biz Kur'an'a aykırı bir söylem ve tutum içinde olmadığımız sürece, bırakın kınasınlar, iftira atsınlar,sadece sevap kazanırız"(Sefa Sahin)--------------------------------------------------------"Ne güzel bir paylaşım! Allah razı olsun sizden hocam. Vicdanı temiz olan bir insan hidayete giden yolu bir şekilde mutlaka bulacaktır. Din ile geçimini sağlayan biri bunları asla kabul etmeyecektir.Bu onların sonu demektir.Selamlar, saygılar hocam"(Cüneyt Vural)
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de Allah şöyle buyuruyor. "(İnsanları) Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve "ben sadece Allah'a teslim olanlardanım" diyenden daha doğru sözlü kim vardır?"(Fussilet-33)"...0 (Allah), gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi..."(Hac-78)"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (saf kulları olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu ıssız bir yere sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac-31)"Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının, parçalanmayın. Allah'ın size olan (İslam) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun (vahiy) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi, O kurtarmıştı. işte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)Şiilik ve Sünnilik "Kur'an anlaşılmaz, din Allah tarafından tamamlanmamış, Allah yetersiz bir din göndermiştir" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dinlememek, duyulmasını engellemek için propaganda" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an Müslümanlığını sapıklık ve büyük bir fitne olarak" görmektir. Şiilik ve Sünnilik "Dini Allah'a özel kılan muvahhid ve muhlisleri çeşitli iftiralarla karalama" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Aklı kullanmaya, sanat ve estetiğe, tefekkür ve sorgulamaya düşmanlık" demektir.Sünnilik "Muaviye, Yezid, Haccac bin Yusuf ve Mervan demektir. Şiilik "Eski İran inançlarının taşeronluğunu yapmak" demektir. Sünnilik "Kerbela ve Harre katliamının üzerini örtmek" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Asırlardan beri karanlık ve zulüm, katliam ve kaos, anarşi ve terör, cehalet ve taklit, yalan ve iftira, şirk ve kula kulluk" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Uydurma dinle insanları uyutmak, onları maddi- manevi sömürmek, Allah'ın âyetlerini oyun ve eğlence yapmak, indirilen apaçık mesajı gizlemek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Hakkı batıla karıştırıp, bile bile hakkı gizlemek" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Dinde ihtilaf ve kargaşa, tefrika ve dağılma" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Dini dünya menfaatine satmak" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozmak, vahyin sistemini tahrip etmek, anlamını buharlaştırmak, hidayete bedel sapıklığı satın almak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Yahudilik ve Hıristiyanlık" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Dini siyasallaştırmak, koltuk ve devlet, şan ve şöhret yüzünden Kur'an'a kör olmak" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Hangi gayri meşru yolla olursa olsun iktidarı ele geçirmek benim hakkım" demektir. Şiilik ve Sünnilik "fetö" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Allah'a din öğretmek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Benim yolumun dışında kalanların hepsi cehennemlik kafirdir" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Allah ile aldatma ve din istismarı" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dirilerden esirgemek onu ölülerin ruhlarına armağan etmek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Para ve pul, iktidar ve dünya hayatı" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın indirdiği vahiy yerine Buhari ve Müslim'i, Tirmiz'i ve Nesai'yi, Malik bin Enes ve Ahmet Bin Hanbel'i, Muhammed bin İdris ile Küleyni'nin el-Kâfisini din yapmak" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Emperyalist işgale önayak, oyun ve eğlence olmak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "İnsanı yaşatma, adalet ve merhamet yerine, devlete tapma ve ırkçılığı yaşatmak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Devlet insan için değil, insan devlet için vardır" demektir. Şiilik ve Sünnilik "İslamsız ve Kur'an'sız umre ve hac, halı ve mermer, gösterişli mâbetlerle insanların gözlerini boyama" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Mevlit ve türbe, insanları ölülerin çürümüş fikir ve ictihadlarına mahkum etmek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Hanif İslam dinine paralel din" dinlemektir. Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın kitabını arkaya atma, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme ve onu yamuk gösterme" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Daiş, Boko Haram, el Kaide, Haşdi Şabi, eş Şebab ve canlı bomba" demektir. Şiilik ve Sünnilik "İlimde ve fikirde kadını yok saymak, cemaat ve tarikatlarla insan kaynaklarını israf" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kavram kargaşası, zihin bulanıklığı ve inanç karmaşası, esaret zinciri" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Sünnete ittiba yalanıyla şirkin her çeşidine insanları mahkum etme" demektir. Sünnilik, "Resmi bir iş için evine gelen misafiri akıl almaz yöntemlerle parçalama ve kimyasal maddelerle onu eriten vahşi inanç ve çirkin ahlak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'a karşı ebedi düşmanlık" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Dünya ve ahirette hüsran" demektir."Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, (Ey Resul! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)(Ey Resul! ) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz sadece Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan (inanç) ile böbürlenip kibirlenmektedir"(Rum-30,31,32)Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar.Giordano Bruno
14 Nisan 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(17.YAZI)"Sayım hocam!Önce Rabbime şükürler olsun, elhamdülillah . Övgüye hakkıyla layık, şanı yüce olan Allah'tır.Sizler de âcizane olarak görüşlerinizi bizlere aktarıyorsunuz. Allah razı olsun. Her yazınızı okuduktan sonra ufkumuz açıldı. Yorumlarınıza kadar sizi takip ediyorum . Ama Kur'an'a da baş vuruyorum. Gördüğüm kadarıyla tamamen Kur'an'ı referans alıyorsunuz.Buda isabetli oluyor. Ama sonuçta beşersiniz. İnşallah sizi takip edenlerin yapmış oldukları beğeni ve övgüler sizi farklı bir haleti ruhiyeye sokmaz. İnsan oğlunun fıtratında var.Siz kabul etmezseniz veya beşerim desenizde, zamanla sizi çeşitli kerametleri olan ve sizi hayatının merkezine alarak, tamamen size bağlı olan ve siz rahmete gittikten sonra sizin bu yazılarınızı alıp bunlarla birlikte kendince ilaveler yaparak "bu da Ali hocadandı" deyip inşallah yeni bir mezhep kurmazlar. Gelelim bu yazınıza ilaveten şunu demek istiyorum. Ben çok kez abdestsiz Kur'an'a dokundum. Ama "Allah temiz olmayanlar dokunamaz" diyor. Ama ben dokundum. Demek ki Allah'ın kasdettigi temizlik veya anlam bu değil. Peki temizlikten kasıt ne ?Örnek: Ben çevremdeki bir çok arkadaşımı Kur'an'a davet ettim. İçlerinde (yine kalplerde olanı Allah bilir) çoğunluğu bana hiç kulak asmadılar. Kendim söyledim kendim dinledim. Fakat bir kaçı beni dinledi ve meal okumaya başladı.Dikkatimi çeken, beni muhatap alan ve almayan arasında yaşantı, davranış, vicdan, ahlak ve edep yönünden farklılık olması idi. Kararmış, paslanmış, temiz olmayan bir kalp ile Kur'an'ın yolu kesişmez, böyle birinin ne gücü, ne sabrı, ne aklı, ne ahlakı, ne fikri, ne zamanı.Hiç bir şeyi Kur'an'a dokunmaya yetmez . Kurana temiz kalpliler dokunur. Selametle kalın"(Muammer Aydın)--------------------------------------------------------"Ömrünuzü, zamanınızı, Kur'an'ı tebliğ çalışmasına harcayarak bütün insanların tevhid dini ve sırat-ı müstekim yoluna girmesi için çalışan Ali hocam! Rabbim sizi ödüllerin en güzeliyle odüllendirsin inşallah.Çokok güzel emek verilmış.Allah sizden razı olsun"(Sadet Çapraz)--------------------------------------------------------"Adamın kişiliğine değil de söylediklerine yani parmağa değil de, parmağın gösterdiği yere bakabilsek keşke. Doğu toplumu olarak şu en basit mantık hatasına düşmesek artık. Ha adamın yanlış yanlarını da söyleriz varsa, ama önce şu konuşmasını alkışlasak.Belki o zaman kaçıp gitmek istediğimiz batı medeniyetine bir nebze yaklaşırız"(Tayfun Çavdar, Mehmet Çelik Hoca'nın, "Siz İslam'ın yüz karasısınız" ile ilgili konuşmasına yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Cübbeli ulusal bir TV kanalında resmen "sümükü şerif diye bir şey çıkarttı" diye Mustafa İslamoğlu'nun ismini vererek iftira attı.Halbuki takip eden etmeyen herkes biliyor ki, Mustafa İslamoğlu böyle bir şey asla söylemez, söylemedi de zaten.Düşünün bu Cübbeli sahtekarını milyonlarca insan çok ciddi olarak takip ediyor.Yalakası çok, avukatı çok, çomarları çok, millet dini böyle pisliklerden öğreniyor"(Yalçın Özkara)
CÜBBELİ AHMETRahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan engellerler.Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azap vardır.( Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp da bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki:"İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yapmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın"(Tevbe-34,35)"Allah, kendilerine kitap verilenlerden, " Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir değer ile değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran-187) Cübbeli Ahmet merdiven altında gayri resmi çalışan kurnaz bir pazarcı. Piyasanın ihtiyacına göre anında cevap veren bir din tüccarı.Ancak onun elinde diğer tüccarlarda bulunmayan önemli bir malzeme var : "Din! Onu ve benzerlerini köşeye sıkıştırmak, mahcup etmek, özür diletmek zorunda bırakmak mümkün değil.Uydurma din her sıkıştırmadan kurtulmanın yolu ve ilkesizliğin en sağlam kılıfı.Rivayet dini, istisnasız her rezilliğin izahını yapabilecekleri, islam dışı eylemlerini bir anda sevaba dönüştürecek sihirli bir değnek.Yani her ahlaksızlığı yapabilmek için beşer üretimi olan ve patent hakkını ellerinde tuttukları bir dine ihtiyaç vardı. Öyle de oldu.Emevilerle başlayan süreçte mezhep ruhbanlığının ortaya çıkmasıyla dinin ticarileşmesi arasında bir birini doğuran bir ilişki bulunuyor. Kur'an'ın metnini değiştiremiyorlar ama onda olmayan ticari metaya dönüştürdükleri bir çok malzeme ortaya çıkardılar. Cübbeli'nin akademik versiyonları Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş, Ramazan Ayvalı, Cevat Akşit bunu Ehli Sünnet için yapıyor.Amaç farklı araç aynı.Tüccar ve Cübbeli kelimeleri yan yana durduğunda herkesin aklına onun pazarladığı din geliyor.Cübbeli Ahmet kelimenin tam anlamıyla din alıp satan bir dinci, kurduğu şirket Cübbeli Ahmet ürünleri (CAH) satıyor. Kabir azabından koruyan kefen, yangında yanmama başta olmak üzere her türlü hastalığı, kaza- belayı uzaklaştıran "peygamber" nalını, "peygamber" sakalı yıkanmış içme suyu gibi liste uzayıp gidiyor. Su için paketleme tesisi bile açtığını kayıtlara geçirip kefen ve nalını pazarlama taktiklerinden bahsedelim.Kefene Allah'ın isimlerini yazıyor ama pahalı hammadde kullanıyor, anlayacağınız malzemeden çalmıyor.Pazarlama esnasında diyor ki:"Diğer kefenler imamların elinde kalıyor yani dayanma gücü çok zayıf, kumaş çürük"Ama Cübbeli'nin kefen dokuması çok sağlam, ceylan derisi ya da Kâbe örtüsüne yazılması lazım. Benim var ama herkese Kâbe örtüsü bulmak mümkün değil. Ceylan derisine yazdık, hakiki misk ve safranla yazılması gerekiyor. Onlar da ne kadar pahalı biliyor musunuz? Cübbeli Ahmet, stok maliyetine satılmayan ürüne de katlanmak istemiyor."Peygamber" nalınları için ön ödeme ve sipariş şartı koşuyor.Eee gemin batmasın, evin yanmasın! istiyorsan maliyetine katlanacaksın. Din ve iman tüccarı Cübbeli, en büyük vurgununu Fadıl Akgündüz (Jet Fadıl) la ortaklığından vuracaktı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.Beklendiği gibi Fadıl yine battı.Kendisini savunurken söylediklerinden anladığımıza göre iki daire karşılığında Jet Fadıl'ın vurgununa eyvallah demiş.Diyor ki : "Fadıl Bey'in otelinden yer alın demedim. Sadece fetva soranlara caizdir dedim. Sen enayilik ettiysen bende enayilik ettim, benim de birkaç dairem gitti" demesi sizi yanıltmasın, temel atma töreninin şeref konuğu ve kutsayıcısı olarak başrolde bulunuyordu.Bu arada Fadıl Akgündüz'ün tutuksuz yargılandığı dolandırıcılık davasında mağdur avukatları başka bir iddiayı ortaya attı. Avukat, Jet Fadıl'ın Marmaris'teki oteli'nde tatil yaptırdığı Cübbeliyi gizlice kaydettiği ve görüntülerle şantaj yaptığını öne sürdü.Mahkeme yargılamanın konusu olmadığı için CD yi işleme koymadı. Fuhuş iddiaları Cübbeli Ahmet'in başını sıklıkla ağrıtıyor. Bu yüzden tutuklandı ve yargılandı. Bir zamanlar internete düşen görüntülerin komplo olduğunu öne sürse de mahkemede Özbek bir kadınla nikahlandığını ve kamera görüntülerinin internete düşürüdüğünü itiraf etti. Görüntülerin kendisine ait olduğunu ve bunu inkar etmediğini belirten Cübbeli, cemaatine madde madde ben değilim diye açıkladı. Ancak mahkemede "ben ilk günden beri inkar etmedim" dedi. Görüntülerdeki kadını nikahlayıp sonra boşadığını yazan Emine Şenlikoğlu da doğruluyor ve ekliyordu: Savcıya dedim ki, ne olur, Allah aşkına serbest bırakın o alışkındır böyle sık sık nikah yapmaya ama kesinlikle kadın satışına bulaşmaz"Acarkent'teki yüzme havuzlu villasını savunurken "yüzmem lazım ama harama bakmamak için denize umumi havuzlara gidemiyorum. Erkek havuzları bile haram" diyor. Malta'da bikinili kadınlarla birlikte yüzerken yakalanınca "Avret yerleri açık olarak denize girmek yasaktır. Ben haşemalıyım. Bunda ne mahzur var" diyerek çark ediyor.Konfor yaşantısını "Allah nimetini kulunun üzerinde görmek ister" uydurma hadisiyle savunuyor.Aslında Cübbeli Ahmet isterse lüks ve konfor içinde yaşayabilir.Ameli günahları onunla Allah arasında, karışma hakkımız yoktur.Esas sorun, din ticareti yapmasında, Allah ile insanları aldatmasında, Allah Resulü'ne uydurma rivayetler yoluyla hakaret etmesinde, Allah'ın dinini, her türlü günahı, suçu örtbas edebileceği bir örtü olarak kullanmasında
KUR'AN NASIL OKUNMALI? (2. YAZI ) Hatim indirmenin, cenaze merasimlerinde Yasin ve Fatiha okumanın Allah Resulü ile hiçbir alakası yoktur. Allah Resulü (a.s) hayatı boyunca hiçbir zaman ölülere Kur'an okumamıştır. Bu konuyla ilgili rivayetlerin hepsi iftiradır, uydurma ve hurafeden ibarettir.İslam milleti eğer Kur'an'ı makamla okuma yerine, mesajına ve mânâsına göre okumuş olsaydı, Müslümanlar olarak daha onurlu ve mantıklı bir konumda olurduk . Manasını bilmeden ve üzerinde düşünmeden okuduğumuz Kur'an ile Hristiyanların okumuş olduğu incil arasında hiçbir fark yoktur. Manası bilinmeden Kâbe'nin yanında okunan Kur'an ile ağlama duvarının yanında okunan Tevrat arasında hiçbir fark yoktur.Bugün Türkiye, Mısır, İran, Fas başta olmak üzere Şia ve Ehl-i Sünnet ülkelerinde icra edilen Kur'an okumaları müzik konserlerini aratmamaktadır. Kur'an, tamamen güzel okunmaya, ihlas ve takva'dan uzak bağırıp çağırma ve gösteriş yapma aracına indirgenmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet ülkelerinde okunan Kur'an değil, ses sanatkarlığıdır. Bugün artık tecvidli, makam üzere Kur'an'ı okumak tek amaç haline gelmiştir. Üzülerek söylemek gerekirse, herkesin bilmesi gereken kısa sürelerin manası bile, bir çok din görevlisi tarafından bilinmezken, Kur'an okuyan birinin yapacağı bir tecvit hatası çok büyük bir ayıpla karşılanmaktadır.Aslında cahil birisi tarafından manası önemsenmeden, gösterişli bir şekilde okunan Kur'an'ı dinlemektense müzik dinlemek daha iyidir.Çünkü müzik dinlemenin bir sorumluluğu yoktur. Bir ilaç küpürünün üzerindeki yazıları okumak ne kadar sevap ise, Kur'an'ı anlama dışında okumak da o kadar sevaptır. Kur'an sanki yeni iniyormuş gibi okumak, Resulullah (a.s) onu mekkelilere okuyormuş gibi, onun Allah kelamı olduğuna odaklanarak okumak gerekmektedir. Maalesef tecvidli okuma, Kur'an'ın anlaşılmasını imkansız kılmaktadır. Manasından habersiz olan ümmi insanlar Kur'an'ın bu şekilde okunması gerektiğini zannediyorlar. Tecvid kaidelerini öğrenmeyi farz olarak aktaranlar yüzünden birçok insan zamanın yokluğu ve tecvidin zorluğu yüzünden Kur'an'ı öğrenememektedir. Tecvid ilmi Kur'an'ın anlaşılması önünde gerçekten büyük bir engel teşkil etmektedir. Sonuç olarak: Kur'an'ı, Allah'a şirk koşmamak, ana babaya isyandan sakınmak. Ğulul (yolsuzluk )yapmamak, hırsızlıktan uzak durmak, içki içmemek, sadece Kur'an'ın dediklerini hüküm olarak kabul etmek, kumar oynamamak, Allah'a ve Resulüne itaat etmek, Yahudileşmemek ve Hiristiyanlaşmamak, fakir, miskin, kimsesizlerin kimsesi olmak, cömert olmak, infak ve sadaka ehli olmak, akraba, dost ve yakın arkadaşa iyilik yapmak, sadece Allah'a teslim olmak, her zaman ve her yerde Allah Resüllerinin şeref ve onurunu korumak, onları birbirinden ayırmamak, onları üzecek hareketlerden kaçınmak, onların elçilik makam ve mertebesini muhafaza etmek, müşrik ve münafıklara karşı yumuşak olmamak, Müslüman ve Kur'an ehli olanlara karşı sevgi göstermek için Kur'an okumak.Dedikodu, fitne, gıybet, iftira etmemek, Allah'a din öğretme edepsizligini göstermemek, Allah ile kendisi arasında aracı edinmemek, Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu bilmek, geçmiş ümmetlerden ders almak, Allah'ın yarattığı her şeyden ibret almak, göklerde ve yerde bulunan ince ayar ve hassas dengeyi tefekkür etmek, akıl ve ilme değer vermek, insan ve cin şeytanlarından Allah'a sığınmak, her türlü gurur ve kibir belasından Allah'a iltica etmek, kafir ve münafıklardan yüz çevirmek, dünyaya ve içindeki hiç bir maddi menfaate takılı kalmamak. Öfkeyi kontrol altına almak, insanları affetmek, adam öldürmekten kaçınmak, her türlü şiddet ve teröre bulaşmadan, fitne ve fesattan kaçınarak Kur'an okumak. Doğal dengeyi bozmadan, insan, hayvan ve tabiatın hakkını koruyarak Kur'an okumak. Hasıl-ı kelam :Kur'an'ın ve Allah Resulü'nün güzel ahlakına sahip olmak için Kur'an'ı okumak gerekir.
13 Nisan 2021 Salı
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN EN BÜYÜK GÜNAHLARI: Yüce Allah'a sonsuz şükür olsun ki, "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları anlamaya başladığımızdan beri önümüze çok ilginç manalar çıkıyor. Mesala: "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini (ve rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır" "Allah'a ve Elçilerine "ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"( Nisa- 150,151,152) Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) "Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 ) İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra Kur'an, üçüncü büyük günah ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ve Resülleri birbirinden ayırmak" olarak ortaya koymuştur. Bu günah öyle alçak bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz. Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım. Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız. Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt ve koruma altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız. Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad eder, bu dinde namaz kılmayanı, zina edeni, uydurma dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua ettiğini ve onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar, kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tamda bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.
KUR'AN NASIL OKUNMALI? ( 1. YAZI ) Her muvahhid bilir ki, Kur'an'ın esas hedefi insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır. Yüce Allah şöyle buyuruyor."Bu Kuran Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın Yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim- 1) Bir aşka bir âyette, "Şüphesiz ki bu Kuran tek olan doğru yola iletir. Ve salih amellerde bulunan müminlere kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler" (İsra- 9) Diğer bir âyette "O Elçin'in söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye"( Yasin- 69, 70" buyrulmaktadır. Başka bir âyet" İşte bu Allah'ın size buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını arttırır"( Talak- 5 )Başka bir âyet "(Ey Nebi! Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl, Şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve ümmetine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız" (Zuhruf- 43 44) Başka bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor. "Biz onların söylediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"(Kaf- 45 )"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak. Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete düçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçi..."(En'am-70) "Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı kitap indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resül göndermiştir" (Talak- 10, 11) Dolayısıyla Kur'an, insanların hem dünya hem de ahiret hayatlarını imar etmek üzere diri olan insanlara gönderilmiştir. Adalet: Eşyayı yerli yerinde kullanmaktır.Amacının haricinde eşyayı kullanmak zulümdür.Kur'an'ın konusu tamamen diri olan, aklı başında ve tefekkür eden insanlardır. Kur'an, ancak aklını kullananların kendisinden istifade edebileceklerini haber verir. "İşte bu Kuran kendisiyle uyarılsınlar. Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler.Ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"( İbrahim- 52)Kur'an'ın ölmüş kimselerle hiçbir ilişkisi yoktur. "Cebrail Allah Resulü ile Kur'an'ı mukabele etmiştir" türündeki rivayetler Kur'an'a aykırıdır. Çünkü Kur'an, Allah tarafından Resulullah'ın kalbine onu unutmayacağı bir şekilde yerleştirilmiştir.Allah Resulü'nün Kur'an'ı unutmamak için tekrarlaması üzerine şu ayetler nazil olmuştur. "Ey Nebi! Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma, Şüphesiz onu toplamak. (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et, sonra şüphen olmasın ki onu açıklamak da bize aittir"(Kıyamet- 16/ 19) Rahmân ve rahîm olan Allah, Kur'an-ı çok okuyup okumadığımızdan veya güzel okuyup okumadığımızdan dolayı değil, onu yaşayıp hayata aktararak dinamik hale getirmediğimizdan ötürü hesaba çekecektir. Kur'an'da bulunan kıraat, tilâvet ve tertil ile ilgili bütün âyetler onu anlamak ve üzerinde tefekkür etmek ile ilgilidir. "Düşünesiniz diye gerçekten size âyetleri açıkladık" (Hadid- 17)"Deki: Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse yalnız kendisi için gelmiş olur. Kimde saparsa ona de ki, ben sadece uyarıcılardanım" (Neml- 91, 92) Âyette görüldüğü üzere okunan Kur'an'ı muhatap anlayabilmeli ki hidayetine vesile olabilsin."Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün, bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz"(Haşr- 21) Kur'an'ı, manasını bilmeden, onun üzerinde tefekkür etmeden, ona yoğunlaşmadan sadece düz bir okumadan dolayı kişi sevaba değil, azaba nail olur. Yani Kur'an'ı düşünmeden, manasını merak etmeden okumak ibadet değil, tam bir cehalettir.Kendisini zorlayarak, boğazı patlatırcasına bağırarak, kan-ter içinde kalarak kişinin Kur'an okumaya çalışması okuyana ve dinleyene haramdır.Kur'an, Allah'ın bize verdiği en büyük bir emanet, en önemli bir sorumluluk ve ağır bir sözdür. "Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz"(Müzzemmil- 5) Takdir edersiniz ki, Kur'an'ın üzerinde düşünüp, hayata aktarmak yani onun sorumluluğu ile hareket etmek, onun emir ve yasaklarına riayet etmek çok önemli bir görevdir Çıplak ses haline getirip onu bir müzik eseri gibi okumak ve güfteye malzeme yapmak azapların en büyüğüdür. Kur'an huşu içinde, manası düşünülerek, zorlanmadan, sakin yani konuşma uslubuyla, ihlas ve takva ile okunması gerekir. Kur'an'ın manası, sese, makama, gösterişe boğularak, kurban edilmemesi çok önemlidir. Kur'an okunduğu zaman, onu dinleyen hemen manasını merak edip acaba benim Rabbim burada ne buyuruyor? demeli, bu düşünce ve merak kendisinde uyanmalıdır. Kur'an, bu şekilde sade bir dille tilavet edilmesi Allah'ın rızasına daha uygundur. Allah'ın kitabını okumak ayrı şey, ses sanatçılığı ve gösteriş yapmak ayrı şeylerdir. Bundan dolayı Kur'an'ı güzel okuma ve hafızlık yarışmaları düzenlemek son derece mahzurlu ve sorumluluk gerektiren bir uygulamadır. Yüce Allah, her işimizde takva ve ihlas nasip eylesin. Bizlere şuur versin. Kur'anı riyasız, hakkıyla okuyup manasını bilen ve yaşayan kullarından eylesin.Her mümin, Kur'an'ın tümünü kendi bütünlüğü içinde âyet âyet tertil üzerine okumalı ve doğru anlaması gerekmektedir. Göklerde ve yerde bulunan hassas dengeler gibi Kur'an'ın ayetleri arasında da hassas bir denge mevcuttur. Mesela: Her canlının varlığı başka bir canlıya bağımlı olduğu gibi, her âyetin doğru olarak anlaşılması başka bir âyete bağlıdır. Bu Allah'ın bir yasası, değişmeyen bir kanunudur. Sadece böcek çeşitlerinin bir cinsi yok olacak olursa ekolojik denge bozulur. Her canlı komşusunun sayesinde hayatta kalır. Kur'an'ın bir âyeti bile yanlış yerde kullanılırsa, hassas denge bozulacak, zincirleme olarak, Kur'an'ın hepsi zamanla dinamik hayatın dışına itilmiş olacaktır. Bundan dolayı Kur'an'ı ölülere okumak, Kur'an âyetleri arasında bulunan hassas denge açısından bir zulümdür. Bunları şunun için söylüyorum. Maalesef bugün, Kur'an'ın mesajına inanmaktan daha çok onu güzel okumaya iman etmişiz. Halbuki Kur'anı güzel okumanın Allah katında zerre kadar bir değeri yoktur. "Resulüm! Sana bu mübarek kitabı ayetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik" (Sâd 29)
12 Nisan 2021 Pazartesi
KUR'AN'IN MÜBİN OLMA ÖZELLİĞİ Kur'an'ın açıklanması ile ilgili dört tane kavram vardır. "Tasrif, tafsil, tefsir ve tebyin" kavramları. "Tasrif, tafsil ve tefsir" kavramları detaylandırma, "tebyin" kavramı ise, beyan etme, onu duyurma, tebliğ etme yani gizlemeden aktarma, bildirme ve okuma" anlamına gelmektedir. Tebyin kavramının gizlemeden beyan etme anlamına geldiğini en güzel gösteren âyet Âli İmran 187. âyetidir. "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı.Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyada değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur!"Yukarıdaki âyette bulunan "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" cümlesi, vahyi tebyin etmenin , onu detaylandırma değil, gizlemeden açıklama anlamına geldiğini şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koyuyor. İşte bu yüzden "Tasrif, tafsil ve tefsir" kavramları sadece Allah bağlamında geçerken, Kur'an'ı tilavet etme, tebliğ etme ve duyurma anlamına gelen "tebyin" (beyan etme) ise hem Allah hemde Resül bağlamında kullanılmıştır. Allah Resulü'nün görevlerinden birisi de Kur'an'ın tebyin yani tebliğ edilmesidir. Kur'an'ın âyetleri Resulullah'ın kalbine (Şuara-195) ve hafızasına kaybolmayacak ve unutulmayacak bir şekilde yerleştirilmiştir (Âla- 6,8)Resulullah(a.s)yüce Allah tarafından Kur'an'ın hafızıdır. Kendisine gelen konuları, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini en iyi bilen biri olarak (Nisa-113) yalnız Kur'an'dan açıklamış ve sadece Kur'an'a tâbi olmuş (Yunus-15, 109; Ahzab-1,2) toplumu sadece vahiy'le uyarıp (Enbiya-45; Kaf-45) sadece Allah'a (Kur'an'a) dâvet etmiştir. (Yusuf-108; Nahl-125)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, Allah Resulünün "tebyin" görevini, "âyetleri detaylandırmak" şeklinde kabul ederler. Bu anlayış hem âyetlerdeki sözcüklerin anlamına aykırıdır hem de Allah'a acziyet izâfe etmek anlamına gelmektedir. Yani Allah'ın açıklayamadığı, açıklamakta aciz kaldığı âyetler, Nebi (a.s) tarafından daha iyi ve daha güzel açıklandığını kabul etme anlamına gelecektir. Nebi (a.s) din, iman, hukuk, felsefe, edebiyat konularında hiçbir uzmanlığı yoktu. Kur'an ise Mübin'dir; Allah tarafından en güzel biçimde "tebyin" açıklanmış, "tefsir" (Furkan-33) "tafsil" (En'am-97,98,126; Âraf-52; İsra-12; Yusuf 111) "tasrif" (İsra-41,89; Kehf-54; Tâhâ-113; Furkan-50; Ahkaf-27) edilmiş, kimsenin açıklamasına yani detaylandırmasına bırakılmamış bir kitaptır.Kur'an'ın Allah tarafından "tebyin" (açıklandığını) gösteren âyetler.(Bakara- 99, 118, 109,185, 187, 209, 219,221,242,266, Âli İmran-86, 103, 118, 138 Yunus-15; Nisa-26, 174, 176; Mâide-15,19,89; Tevbe-115; İbrahim-4; Nahl-89; Meryem-73; Nur- 1,34, 46,18,58,59,61; Hac-16,72; Ankebut-49; Sebe-43; Mümin-66; Casiye-25; Ahkaf-7; Hadid-9,17; Mücadele-5; Talak-11; Kiyame-19) Yüce Allah'ın eşyayı hak ile (bi'l-hak) yaratmasının bir anlamı ve önemli bir amacı vardır. "Hak"kın zıttı "batıl"dır. Nasıl ki hak, ilâhi bir amaç ve anlama yönelikse, batıl da heva ve hevese yani anlamsızlığa ve hiçliğe delalet eder. "O, öyle bir ilahtır ki, gökleri ve yeri bir amaca yönelik olarak hak ile yaratmıştır..."(En'am-73) "Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri anlamsız ve amaçsız olarak "bâtilen" yaratmadık..."(Sâd- 27)Yüce Allah, Kur'an'da göklerin, yerin ve aralarında bulunan her şeyin anlamlı ve amaçlı yaratılışından daha fazla vurguyu, vahyin bir anlama ve önemli bir amaca yönelik olarak "bi'l-hak" indirilişine yapmaktadır. "İşte bunlar Allah'ın âyetleridir. Biz bunları sana bir anlam ve amaca yönelik olarak hak ile okuyoruz..."(Bakara-252)"İşte bütün bunlar, Allah'ın, sana bir anlam ve amaca yönelik olarak okuduğumuz âyetleridir..."(Âli İmran-108)"İşte bütün bu âyetler, bir amaca yönelik hak olarak, sana okuduğumuz Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'ın hadisinden ve O'nun âyetlerinden başka hangi söze iman edecekler"(Casiye-6)Dolayısıyla yüce Allah, gökleri, yeri ve aralarında olan her şeyi bir anlam ve amaca yönelik, hak ile yaratmışsa, vahyi indirmesi de bir anlam ve amaca yönelik hak ile göndermiştir. Fakat göklerde ve yerde olan âyetler ile vahyin âyetleri arasında önemli bir fark vardır. Göklerde ve yerde olan âyetlerin "mübin" olma özellikleri bulunmamaktadır. Çünkü göklerde ve yerde var olan âyetleri inceden inceye okuyacak araştırmacılara, ancak çeşitli ve dolaylı yollardan ulaşma imkanı verilmiştir. Fakat Kur'an bir çok âyette, sadece belli bir zümre, cemaat ve şahıslar için değil, bütün insanlar için kendisinin "mübin" olduğunu haber vermektedir. Yani Kur'an, ön yargılardan uzak, samimi bir şekilde kendine müracaat edenleri başka hiçbir kaynağa muhtaç etmeyeceğini garantilemiştir. "Mübin" Kur'an'ın en önemli sıfatlarından biridir. "Mübin" kelimesi, hem "açık ve anlaşılır" hemde "açıklayan ve anlaşılır kılan" anlamına gelmektedir. "Ey ehli kitap! Resülümüz (Kur'an) size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzı) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, mübin bir kitap geldi"(Mâide-15)"Elif. Lam. Ra. Bunlar, mübin kitabın âyetleridir"(Yusuf-1)"Elif. Lam. Ra. Bunlar kitabın ve mübin Kur'an'ın âyetleridir"(Hicr-1)Kur'an'ın "mübin" bir kitap olduğu ile ilgili yüzlerce âyet vardır. Kur'an'da bu kadar sık vurgulanan "mübin" sıfatı, indirildiği coğrafyadaki insanlardan daha çok ileriye dönük mucizevi bir haber niteliğindedir. Sanki gelecekte, "Biz Kur'an'ı anlayamayız, Kur'an'ı anlamak zordur, Kur'an açık bir kitap değildir, onu ancak Nebi (a.s) ın sözleri ve âlimlerimizin ictihadları açıklar" diyerek mezhep ve fırkaların çıkacağını haber vermektedir.Çünkü kesin olarak biliyoruz ki, Kur'an'ın indiği coğrafyanın insanlarının onu anlamama sorunları olmamıştır. Müşrik ve kafirler tarafından bile böyle bir iddianın var olduğunu Kur'an haber vermiyor. Aslında Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamları olmasaydı, hiç kimse Kur'an'ı anlama sorumluluğundan muaf olmayacaktı. Fakat Kur'an, din adamlarının Allah'ın hidayet yolu olan vahiy'den insanları engellediklerini haber vermektedir. Yoksa Kur'an'ın hitap bağlamı tüm insanlık âlemidir. "Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükerek yamuk göstermek isteyen zalimlerdir. (Dolayısıyla) Onlar âhireti de inkar edenlerdir"(Âraf-45)"Ey iman edenler! (Biliniz ki) haramlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah yolundan engellerler..."( Tevbe- 34)Yukarıdaki âyetin "Ey iman edenler! diye başlaması manidardır. Yani insanları sırat-ı müstakim olan hidayet yolundan engelleme ve onu yamuk gösterme din adamlarının en eski mesleğidir. Onlara güvenmemek gerekiyor. "Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır? Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de işte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.Onlar insanları Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (İşte gerçek olarak) ahireti de inkâr edenler de bunlardır" (Hud- 18, 19)Birde din adamlarında, batıl olanı hakka karıştırma ve Allah'ın âyetlerini tamamen gizleme gibi lanetlik bir ahlakları da mevcuttur. "Sakın hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara-42)"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yoluna kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"(Bakara-159)"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına durdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Onlara onlar için can yakıcı bir azap vardır.Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın kitabı bir amaca yönelik olarak hak olarak indirmiş olmasıdır.(Buna rağmen bağlam ve bütünlüğüne aldırmayarak farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174,175,176)Kur'an bütün insanlara gönderilmiş bir mesajdır. Ve muhatap aldığı kitleden kendisini anlamasını ister.Bu hem mesajı gönderen yüce Allah'ın hakkı hem de gönderilen mesajın hakkıdır.Ancak beşeri yani yedek kaynaklarla Kur'an'ı anlayabileceklerini iddia eden Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri yüce Allah'ın ve Mübin Kur'an'ın hakkına tecavüz ettiklerinin farkına varamıyorlar. Halbuki hakkıyla yapılacak bir okuma Kur'an'ın anlaşılmasını sağlayacaktır."Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onun hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, (sadece) ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse işte gerçekten ziyana uğrayanlar bunlardır"(Bakara-121)Yani Kur'an'ı hakkıyla okumama, onun örtülmesine, gizlenmesine ve dolayısıyla inkar edilmesine kadar gidecektir. Demek oluyor ki, Kur'an'ı anlamak için okuyanlar yüce Allah'ın ve Mübin Kur'an'ın hakkına sahip çıkmış oluyorlar. Kur'an, hem Resül (a.s) a hemde iman edenlere kendisini anlamayı ve tebliğ etmeyi yani onu duyurmayı bir farz olarak yüklemektedir. (Ey Resül! ) Kur'an'ı (okumayı, tebliğ etmeyi sana farz kılan Allah elbette seni yine dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir"(Kasas-85)(Ey Resul!) Sana bu mübarek (bereketli) kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"(Sâd-29)"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. Onu bırakıp da (yöresinde, berisinde) başka evliyanın peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"(Âraf-3)"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna tabi olun, onun ( yöresinde, berisinde) başka yollara uymayan. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. işte sakınmanız için Allah size bunları emretti"(En'am-153) "İşte bu (Kur'an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna ıyun ve sorumluluk bilinciyle Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin" (En'am-155) Yüce Allah, insanlara ısrarla şu gerçeği hatırlatır. "Kur'an açık ve anlaşılır bir mesajdır"Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin,"Kur'an, geçmiş müctehidlerin ve mezhep imamlarımızın yani âlimlerimiz tarafında anlaşılmış, çözülmüş ve din onların eliyle tamamlanmıştır, onların dini ve yolları bize yeter" Diyen biri, Kur'an'ı anlamanın sadece müminler içinden seçkin kişi ve özel cemaatlerle ilgili bir durum olduğunu iddia etmiş olur ki, bu Kur'an'a karşı yapılmış açık bir küfür ve büyük zulümdür. Çünkü vahyin dini olan İslam'da Yahudilikteki, (ahbar), Hristiyanlıktaki (-papa-aziz-kardinal ), Sünnilikteki, (muhaddis-müctehid-müfessir), Şiilikteki, (masum imamlar-âyetullahlar) gibi "din adamları sınıfı" yoktur. İnsanları önce avam (cahil), sonra havas (âlim) daha sonra hâssü'l has (daha âlim) müctehid, fıkıhta müctehid, mezhepte müctehid, genel müctehid, ulema efendilerimiz, din atalarımız, büyüklerimiz, masum imamlarımız" diye sınıflar uydurup, ümmete tepeden bakıcı bir sınıflandırma üzerinden kendisini seçkinleştirme ve kendini ayrıcalıklı bir konuma sokma kibri Allah'ın gazap ettiği lânetlik bir ahlaktır. "Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler (onları kabul etmede zorlananlar) hem Allah indinde hem de müminlerin indinde (bu durumları) büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorba'nın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35) "Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da (yöresinde, yanında, ötesinde) kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım batıl isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında (hidayet üzerinde olduklarına dair) herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Yusuf- 39, 40)"Bunlar (kulluk yaptığınız ilahlar) sizin ve atalarınızın taktığı batıl isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında (onlara kulluk yapılacağına dair) hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol göstereceği ( Kur'an) gelmiştir"( Necim- 23)
11 Nisan 2021 Pazar
NURCULUK Bu yazımızda amacımız Said Nursi ve Risâlelerinin iç yüzünü en açık bir şekilde ortaya koymak olacaktır. Said Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı talebelerince kutsal olarak kabul edilmiş, Kur'an cahili ümmi halka da bu şekilde anlatılmıştır.Kur'an cahili Nurcular için Said Nursi'nin kutsallaştırılması pek de zor olmamıştır. Çünkü insanların çoğu okumayı ve araştırmayı sevmez. İşte bu nedenle Said Nursi ne diyor? Bu dedikleri Allah'ın kitabına uygun mu ? Ya da sünnetullahla uyumlu mu? diye bir araştırma yapmadan Said Nursi "Bediuzzaman" "zamanın eşsiz âlimi" ilan edilmiştir.Ümmi insanlar tarafından âlim olarak bilinen bir kişinin reklamı yapıldığında, artık o kişiye taraftarlarınca bir tür dokunulmazlık zırhı giydirilir ve o kişiyi eleştirenler cehaletle, sapıklıkla ve iftiracılıkla suçlanır. Kur'an buna "ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın yanında, berisinde rabler edindiler" der. (Tevbe-31)Yani din atalarının kendilerine yalan söylediğine ve kendilerini aldattıklarını hiçbir zaman kabul etmezler. Hatta Said Nursi ve benzerlerine söz söyletmeyenler arasında kendini tevhid'e nispet eden kişiler de mevcuttur. Aslında bu açık bir cehalet ve büyük bir hastalıktır.Sadece çok reklamı yapıldığından dolayı Said Nursi ve benzerleri insanların bilinçaltlarında dokunulmaz bir mâsum olarak yer etmiştir. Halbuki İslam dışı inanç ve fikirler kimden gelirse gelsin onlara karşı İbrahim (a.s) gibi şiddetle karşı konulmalıdır. Bunlara bile bile karşı koymayanlar hanif dinin darbe almasına sebep olurlar. Sonuçta İslam dininin kutsalları bellidir. Bir adam düşünün ki, son Nebi'den ve Nübüvvet'e bağlı son Resul'den yani İslam dininin tamamlanmasından sonra (Mâide-3; En'am-115 ) ortaya çıksın ve aşağıdaki âyete rağmen bana Allah tarafından bir kitap yazdırıldı deyip hem kendini hem de kitabını kutsallaştırmaya kalksın."Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onlara veyl olsun! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun! (Bakara- 79)Şimdi böyle bir adam hakkında düşünceniz ne olurdu ? İşte Said Nursi eliyle yazdığı kitab-ı Allah'a nisbet edip bunu kendi iradesiyle değil de, Allah tarafından kendisine yazdırıldığını, Risâlelerinden ve kendisinden Kur'an'da övgüyle söz edildiğini, Allah Resulü'nün amcasının oğlu Ali başta olmak üzere asırlar önce yaşayıp geçmiş olan Abdulkadir Geylani gibi şahsiyetlerin Risâle-i Nur'u övdüğünü ve ondan haber verdiğinin iddiasındadır. Bu Kur'an'a aykırı ve akıldışı iddialar Said Nursi'nin Risâlelerinin bir çok yerinde mevcuttur.Allah'ın izniyle bu yazımızda bunları işleyeceğiz.Aslında her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor.Kur'an bilinirse şirk ve iftira, yalan ve uydurmalar bilinir. Fakat Kur'an'ın ilim ve hikmetinden uzak kalınırsa Kur'an'ın ifadesiyle kişi kitap yüklü eşek olur. (Cuma-5) İşte Nurcular Kur'an cahili oldukları için ilme ve bilimsel verilere yani sünnetullaha aykırı olan ayrıca itikadi bakımdan insanın inancını zedeleyen ve onu cehenneme atan bir kitab'ı sorgulamadan kayıtsız şartsız kabul ederler. Evet her şeyi Kur'an'ın bilmesine dayanıyor. Kur'an bilinirse her şey kolaylaşır, Kur'an bilinmezse her türlü akılsızlık ve ahmaklığın yolu açılmış olur. Said Nursi ve şakirtlerinin iman ve fikirleri şöyle şekillenmiştir.Nurcular Said Nursi ile ilgili diyorlar ki:"...yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamıştır. "Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İst. 1991, s. 34) (Takdim yazısında bu kitabın 1958' de hazırlandığı, Bediuzzaman Said Nursi'nin onu kontrol ettiği ifade edilmektedir. Buna gerekçe olarak deniliyor ki, "rüyasında Allah Resulün'den ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla Kur'an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın en büyük âlimi olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Haşiye, Tarihçe-i Hayat, s. 33)Aslında "bir kimsenin Allah'ın elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması inancı" Şiilere ait bir inançtır. Şii uleması bunu Ali'nin soyundan gelen imamlar için söylerler. Onlara göre "...imamlardan herbiri hiçbir öğretmene gitmemiş, bir eğitimden geçmemiş ve bir şey öğrenmemiştir" "Hiçbiri bir hocadan ders almamış, hiçbiri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir""Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca derhal en doğru cevabı verirler""Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi, cevap vermek için düşünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir..."(Muhammed Rıza'l-Muzaffer, Akâid'ül-İmamiyye, Şia inançları (Türkçeye çeviren Abdulbaki Gölpınarlı) İstanbul 1978, s. 52-53)Şiilere göre, "imamın ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, Resul yahut kendisinden önceki imamın vasıtasıyladır"Halbuki Allah Resulü'nün böyle bir yetki ve görevi yoktur.Resulün görevi sadece indirilen vahyi insanlara duyurmak yani tebliğ etmektir.Said Nursi diyor ki: "Kur'an'ın gizli gerçekleri Risâle-i Nur ile birlikte bize iniyor!"Bu sözün açık anlamı; Allah Resulü'ne Kur'an'ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda o Kur'an'ın arştaki yerinden ve manevi mü'cizesi'nden feyz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor"Yani "Risâle-i Nur Külliyatı, Kur'an'ın indiği yerden vahiy suretiyle inmesi gibi inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini getiriyor" Said Nursi bu sözü ile kendini Nebi seviyesine çıkarıyor. Nebi olduğunu söylemese de yukarıdaki sözlerin o manaya geldiği açıktır. Ayrıca Kur'an'da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Allah'ın kitabından daha önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz. Farkında olmasalar da nurcular Said Nursi'yi son Nebi, Risâle-i Nur'u da Allah'ın son kitabı saymış oluyorlar. Said Nursi diyor ki: "Risâle-i Nur denilen otuz üç adet Söz, otuz üç adet Mektup, otuz bir adet Lem'alar, bu zamanda, Kur'an'daki âyetlerin âyetlerdir" "Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir""Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir" "Kur'an âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir" Yani Said Nursi'ye göre "Kur'an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risâle-i Nur'un âyetleri, Kur'an âyetlerinin delili" olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir.Said Nursi bu iddiayı da yapmaktan kaçınmıyor. Diyor ki: "Sözler" şüphesiz Kur'an'ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir" Nurcuların Kur'an okumayıp gece gündüz sadece Risâle-i Nur Külliyâtını okumalarının gerçek sebebi işte bu batıl ve şirk dolu imandan kaynaklanmaktadır.Said Nursi, insanları kendi kitaplarına çekmek için hiçbir şeyi eksik bırakmamış.Aynen şöyle diyor. "Risâle-i Nur, bu asırda, bu tarihte bir "urvetül- vuska"dır."Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve "hablullah" yani Allah'ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur"Halbuki "Urvetül-vüska" (sağlam bağ) (Bakara- 256) ve "hablullah" (Allah'ın himayesi- Allah'ın koruması ) (Âli İmran-103) Kur'an'a ait özelliklerdir. Said Nursi, "Risale Nur Külliyatının, Kur'an'ın alındığı yerden alındığını iddia ediyor.Diyor ki:"Risâle-i Nurlar, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden, ne de batının felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur""O, gökten inmiş Kur'an'ın, doğunun ve batının da üstünde olan Arştaki yerinden iktibas edilmiştir" Risâlelerinden, "Âyetü'l Kübra"yı örnek verip oradaki iddialara bir göz atalım. 1-) Said Nursi'ye yazdırıldığı iddiası: "Bu Risâlenin mukaddimesinin bu derece uzun olması istemeden olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı"2-) Adını İmam Ali'nin verdiği iddiası:"Bu Risâlenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam Ali (radıyallahu an) gaipten gösterdiği kerametlerde (kerameti gaybiyesinde) bu risâleye "Âyet-i Kübra" ve "Asâ-yı Musa" adlarını vermiştir" 3-) İmam Ali'nin şefaat dilediği iddası:"İmam Ali (r.a), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada "Âyet-ül Kübra" hakkı için beni ani ölümden koru" deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçi yaparak..." 4-) Risâle'nin lâ ilahe illallah sözünün olağanüstü delili olduğu iddiası:"Lâ ilâhe illallâh'ın hücceti ise metbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (radıyallahu anh), onu şefaatçi yapmıştır" 5-) Risâle'nin kurtarıcılık yaptığı iddiası:"...o risâlenin hem Ankara hem Denizli mahkemelerinde galebesi ile ve perde altında tesirli intişarı ile talebelerine beraat kazandırmağa sebep olduğu gibi..." 6-) Bir mağazayı yangından koruduğu iddiası:"... hükümet dairelerinden birisi..." gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risâle'i Nur'un bir talebesi yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk" Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Ayet-ül Kübra'nın bir kısım basılı nüshalarını yanıma getirmesini söylemiştim, fakat getirmemişti. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risle-i Nur'u Ayet-ül Kübra'yı şefaatçi yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim."Üç saat o dehşetli yangın, bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkanları bütün yaktı, yıktırdı" "Risâle-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın korumasında olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkanı da sağlam kaldı"Nurcular, Said Nursi'ye olağanüstü değer verdikleri için söylediği hiçbir şeye karşı gelmiyorlar.Nurcuların kim oldukları ile ilgili Arif Kılıç hocamın enfes değerlendirmesini dikkatinize sunuyorum. NURCULAR KİMDİR? 20. Asırda ortaya çıkan, Kur'an-ı Kerim'i okumayıp,kendi liderlerine vahyedileni okumayı ibadet sayan ve Avesta'da geçen Zerdüşti bilgileriislam ismini kullanarak topluma şırınga etmeye çalışan, ezik ve sinsi cemaat! Liderlerine "Bediüzzaman" dualarına "Cevşen" kurtarıcılarına "Mehdi" otlattıkları davarlara "Nurcu" adını veren, batını ve ilkel bir akım!Bu akımın, İslam'la tek bağı mürit edindiği insanların müslüman çocuğu olmasıdır.. Bunlar, devşirdikleri çocukları ailelerinden ve köklerinden koparmayı ilke edinmişlerdir.1-) Said Nursi, Risâle-i Nur'un Kur'an'ın tefsiri yani açıklaması olduğunu iddia ediyor.Halbuki insanlar Kur'an'ı tefsir edemezler. Çünkü Kur'an'ın tefsiri yoktur. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve hikmeti yani sistemi olur. Âyetlerin açıklanması ile ilgili Kur'an'da beş kavram bulunmaktadır. "Tefsir, te'vil, tasrif, tafsil ve tebyin" kavramları. Bu kavramların içinde bulunan "tebyin" kavramı hariç diğer kavramların hepsinin bağlamı Allah'tır. Çünkü diğer kavramlar yani "tafsil, tasrif, tefsir ve te'vil" âyetleri Kur'an'ı detaylandırma anlamına geliyor. Dolayısıyla sadece Allah Kur'an'ı tefsir edip detaylandırdığı için bu kavramlar Resül bağlamında bile kullanılmamıştır. "Tebyin" kavramı "okuma, duyurma, gizleme yapmadan açığa çıkarma, ilan ve tebliğ etme" anlamına geldiği için hem Allah (Nahl-89 ; Nisa-176) hemde Resul(Nahl-44) bağlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Said Nursi'nin şakirtlerine yazdırdığı Risaleler Kur'an'ın tefsiri olamazlar. Çünkü Kur'an'ın tefsirini bizzat Allah yapmıştır (Furkan-33)Said Nursi heva ve hevesine göre sadece 250 küsür âyetin yorumunu yapmıştır. 2-) Said Nursi, sık sık kendini ve eserini övmüş ve "bunlar kalbime ihtar edildi, gıyaben bize yazdırıldı" demiştir.3-) Said Nursi, Kur'an'a, sünnetullâha ve islam aklına aykırı olan "ebced" hesapları ile "otuz üç Kur'an âyetinin" kendisinden ve eserinden haber verdiğini iddia etmiştir.Hatta, bu uydurma "ebced!" hesabına uyması için, kendi ismini Said-i Nursî , Said-ün-Nursî, Molla Said, Said- Kürdi gibi, Külliyâtını da Risâle-i Nur, Resâil-in-Nur, Risâlet-ün-Nur, Risâle-in-Nur,Risâlet-ün-Nuriyye gibi farklı şekillerde kullanmıştır.Ebced hesabına uyması için, âyette geçen şedde ve tenvinleri; "küçük sırlı bir fark" gerekçesiyle bazen saymış, bazen de saymamıştır.Üstelik ebced hesabına uyması için yılları; bazen hicrî, bazen rumî , bazen de miladî takvime göre belirlemiştir.Yani anlayacağınız uydurma bir hesapta bile dürüst hareket etmemiştir. Halbuki Kur'an'ın ilim ve ahlakına sahip olanlar böyle adi ve basit şeylere tenezzül etmezler. 4-)Dinde kaynak olması mümkün olmayan uydurma Ebced hesabıyla âyetlerin mealini değiştirerek hoşuna giden anlamı âyetlere onaylatmaya uğraşmıştır. Mesela: Âyette geçen ve (yeryüzünün temiz bir parçası ) anlamına gelen saîd (صعيد ) kelimesindeki (sad) harfini ebced hesabına uymadığı için kendi ismi olan (mutlu- sevinçli-mesud ) anlamına gelen Saîd (سعيد ) kelimesindeki (sin) harfi ile değiştirerek kendine işaret edildiğini iddia etmiştir.İbrahim süresi "Elif. Lam. Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" Birinci âyetinde geçen "sirâtil Azizi'l-Hamid" cümlesi ile ilgili olarak, Osmanlı padişahları olan Abdulaziz ve Abdulhamid'in sırat-ı mustakim üzerinde olduklarını iddia etmiştir. 5-) Allah Resulü'nün yanında otururken Ali'nin kucağına Cebrail'in "sekine" adında bir sayfayı düşürdüğünü, bu esnada Ali'nin Cebrail'i gökkuşağı (alâimu's-sema) şeklinde gördüğünü ve bu düşürülen "sekine" sayfasında gelmiş geçmiş önemli sır ve ilimlerin olduğunu iddia etmiştir.(Lemalar-18. Lem'a) Halbuki vahyin son muhatabı olan Muhammed (a.s) a metin olarak yazılı bir şey asla indirilmemiştir.Allah Resulü'nün huzurunda Cebraili'n yazılı bir sayfayı Alinin kucağına bıraktığını iddia etmek bozuk bir aklın ürünüdür. Said Nursi, bu "sekine" meselesinde "Gulat-ı Şia" ya mensub olan Gurabiyye fırkasının tuzağına düşmüştür. Onlar "Karganın kargaya, sineğin sineğe benzediği gibi, Muhammed ve Ali birbirine benzediğinden dolayı, Cebrail, vahyi Ali'ye getireceğine, yanlışlıkla Muhammed'e getirdi" diyorlardı. 6-) Said Nursi yazdırdıği eserlerde hiçbir yanlışlık olmadığını iddia ederek diyor ki : "Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Onun için bir harfine dokunmayı azim (büyük) bir günah işliyor telakki ediyorum..."(Barla Lahikası-62)Halbuki Allah'ın elçileri bile Nübüvvet makam ve mertebesinde Allah'a karşı hata yapmış ve yanlış sözler söylemişlerdir. (Tevbe-113; Tahrim-1; Hud-45,46)Said Nursi o kadar büyük bir egoya sahip idi ki: Tek amacı, insanların kendi eserine kayıtsız şartsız boyun eğmeleri ve sadece onun eserine itaat etmeleri ve sorgulama yapmadan ona teslim olmaları idi. Kur'an'a göre din ve hüküm olarak Allah'tan yani O'nun kitabından başka bir kaynağa teslim olmak şirktir.İşte bu yüzden Said Nursi'nin inanç ve öğretisine göre ihlas, "dini Allah'a özel kılmak" değil, tefekkür ve sorgulama yapmadan Said Nursi'nin eserlerine kayıtsız şartsız iman etmektir. Said Nursi'ye itiraz edenler "ihlası" kaybederler. "Diyor ki: Ey göklerin ve yerlerin yaratıcısı..." Kur'an'a ve imana hizmet için, insanların kalplerini Risâle-i Nur'a itaat ettir, boyun eğdir! Hz.Musa (a.s) a denizi ve Hz. İbrahim (a.s) a ateşi ve Hz. Davut (a.s) a dağı-- demiri ve Hz. Süleyman (a.s) a cinni ve insi ve Hz. Muhammed (a.s) a Güneş'i ve Ay'ı boyun eğdirdiğin gibi, Risâle-i Nur'a kalpleri ve akılları boyun eğdir!.."(Asa-yı Musa- 211)Halbuki Kur'an'a baktığımızda Allah ve Resulün'den başka hiç kimseye mutlak anlamda itaat emredilmemiştir. Yani itaat kavramı kayıtsız şartsız olarak Nebi (a.s) hakkında bile kullanılmamıştır.Dinde itaat sadece Allah'a ve vahyi ilan eden yani tebliğ eden Resüle özel kılınmıştır. Yine Said Nursi diyor ki : "Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: Pek harika ve mağlup olmaz bir deha bu işi çeviriyor veya diyeceksiniz: "Gayet inayetkerane bir hıfz-ı ilâhidir (Risâleler Allah'ın yardımı ve koruması altındadır) Elbette böyle bir deha ile mübareze (karşı gelme - itiraz- mücadele -tartışma-atışma) etmek hatadır, millete ve vatana büyük zarardır""Ve böyle bir hıfz-ı ilâhi ve inayet-i rabbaniyye (Allah'ın koruması altında ve Allahın yardımına mazhar olmuş) bir esere karşı gelmek, Firavunâne (Firavun'un ahlakına benzer) bir temerrüttür (kafa tutma-inatla direnme-karşı gelmedir)"(Emirdağ Lahikası-1 11)7-) Said Nursi ve şakirtlerine göre Risâle-i Nur, Allah Resûlünün vâdettiği, Ali'nin müjdelediği, Abdulkadir Geylani'nin yardımı, İmam-ı Gazali'nin tavsiyesi ve İmam-ı Rabbani'nin gaybdan haber vermesidir"(Emirdağ Lahikası- 1,98) Sonuç olarak: Şia versiyonu Bahailiğin lideri olan Mirza Hüseyin Ali Bahaullah da (ö. Hicri- 1309; Miladi-1892) böyle harf numaralarıyla "cifr" ve "ebcet" hesapları ile başlamış, sonra da Kur'an cahili ve akılsız müritlerine kendisini Allah'ın yeryüzündeki nuru diye inandırmıştı.Saîd Nursi, kendisine "Bediüzzaman" dedirterek yirminci asırda Anadolu'yu hurafe ve yalanlara boğmuş bir bahaidir. Nerde sapkın bir inanç ve fikir görürseniz Saîd Nursi mutlaka ondan bir şey çalmıştır.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (12. YAZI) "RESÜLUHU"Daha önce ele aldığımız zamirli "Resul" kavramları "lam"ın esreli olarak okunuşuydu. Şimdi "Resul" kavramında "lam"'ın ötreli olarak okunuşunu göreceğiz.Yani yüzlerce âyette "Resul" zamirle Allah'a bağlanırken, bir âyette bile "Nebi" tekil olarak Allah ile beraber yer almaz. "Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de (Resulühu) aranızda iken nasıl inkara saparsınız"(Âli İmran- 101)"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulü'dür (ve Resüluhu)..."( Maide- 55)"... Allah ve Resulü (Resulühu) müşriklerden uzaktır..."( Tevbe-3)" Allah ve Resul'ünün (Resüluhu) haram kıldığını haram saymayan..."(Tevbe- 29) "Eğer onlar Allah ve Resul'ünün (Resulühu) kendilerine verdiğine razı olup da..."(Tevbe- 59)"... ve sırf Allah ve Resulü (Resüluhu) kendi lütfundan onları zenginleştirdiği için intikam almaya kalkıştılar..."(Tevbe-74)"Amelinizi Allah da görecektir Resulü de (Resulühu)..."(Tevbe- 94)"Deki (yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da görecektir Resulü de (Resulühu) müminler de görecektir..."(Tevbe- 105)"... Yoksa Allah ve Resul'ünün (Resulühu) kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar?..."(Nur- 50 )"Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: Meğer Allah ve Resulü (Resulühu) bize sadece boş vaatlerde bulunmuşlar! diyorlardı"(Ahzab- 12)"Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde! İşte Allah ve Resul'ünün (Resulühu) bize vâdettiği! Allah ve Resulü (Resulühu) doğru söylemişler, dediler..." (Ahzab-22)"Allah ve Resulü (Resüluhu) bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur..." (Ahzab- 36)"...Allah bilir ki sen elbette O'nun Resulüsun (Resüluhu)..."( Münafikun-1)Şimdi "lam''ın fethası yani üstünlü olarak "Resul" kavramının zamirle Allah ile bağlantısına bir göz atalım. "RESULEHU""... kim Allah'a ve Resulüne (Rasulehu) itaat ederse..."( Nisa- 13)"... kim Allah'a ve Resûl'üne (Resulehu) karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa..."( Nisa-14)"Allah ve Resulü'ne (Resulehu) savaşanların..." (Mâide-33)"Kim Allah'ı, Resulünü (Resulehu) ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafında olanlardır" (Mâide- 56)"... Allah ve Resulüne (Resulehu) itaat edin..." (Enfal- 1) "Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne (Resulehu) karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûl'üne (Resulehu) karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır"( Enfal- 13)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat edin..."( Enfal- 20)"Allah ve Resulü'ne (Resulehu) itaat edin..." (Enfal- 46)"... Resul'ünü (Resulehu) hidayet ve hak din ile gönderendir..."( Tevbe-33)"Kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) karşı gelirse elbette onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır"(Tevbe- 63)"... Allah ve Resulü'ne (Resulehu)itaat ederler..." (Tevbe- 71)"... Allah ve Resulü'ne (Resulehu) yalan söyleyenler..."( Tevbe-90)"... Allah ve Resulü'ne(Resulehu) karşı savaşmış olan kişiyi beklemek için bir mescit kuranlar..."(Tevbe-107) "Her kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat eder..."( Nur- 52)"Eğer Allah'ı, Resulünü ( Resulehu) ve ahiret yurdunu diliyorsanız..."(Ahzab- 29 )"Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat edin..."(Ahzab-33)"Allah ve Resul'ünü (Resulehu) incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"( Ahzab- 57)"... Kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur"( Ahzab-71)"...Kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat ederse..."( Fetih-17)"And olsun ki Allah, Resulü'nün (Resulehu) rüyasını doğru çıkardı..."( Fetih- 27)"Resulünü hidayet ve hak din ile gönderendir..." (Fetih-28) "...Eğer Allah'a ve Resulü'ne (Resulehu) itaat ederseniz..."(Hücurat- 14)"... Allah'a ve Resulü'ne (Resulehu) itaat edin..." (Mücadele- 13) "Allah'a ve Resûl'üne (Resulehu) düşman olanlar aşağıların en aşağısındadırlar" (Mücadele- 20)"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah ve Resulü'ne ( Resulehu) düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin ..."(Mücadele- 22)"Bu onların Allah'a ve Resulüne ( Resulehu) karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması çetindir" (Haşr- 4)"... Allah'a ve Resulüne ( Resulehu) yardım eden fakir Muhacirlerindir..."(Haşr-8 Kur'an'ın Resul misyonuna ne kadar geniş bir yer verdiğini ne kadar değerli kıldığını gördünüz mü? Dolayısıyla Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Resul'üne derin bir sevgi ve saygı duyarlar.Bundan dolayı uydurma dinin âlimleri yalan konuşuyorlar, Allah Resulü'ne utanmadan iftira ediyorlar. Allah ve Resulü ile ümmi insanları aldatıp sömürüyorlar.
10 Nisan 2021 Cumartesi
HULUL İNANCI : (3. YAZI ) Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. Kur'an, yüzlerce âyetinde doğrudan ve açık olarak bu din adamlarından yakınmaktadır. Kuran bilmektedir ki, elçiler mirası evliya ve ilâhlar hegemonyasıyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytan ve zulme hizmet eden bir yıkım kurumuna inkılap etmiştir. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Elçilerden sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmaz. Müslüman dünya gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu fasit bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir hakikat dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yok ediliyor, onun ardından hak ilah olan alemlerin rabbi öne çıkarılıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gereken" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem İman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda bir çok ayette zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalır. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına yani kula kulluğa karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının sirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Sirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla okunursa( Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en yaman zorlu ve inatçı dinidir.
İMSAK VAKTİ Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah, kitabında imsak vaktine öyle bir açıklama ve tanımlama getirmesi gerekirdi ki, bu açıklamayı ihtiyar olan, çocuk, genç, dul, ümmi olan, tek başına yaşayan, çölde, dağda, bayırda, yaylada olan, takvim ve saati bulunmayan, yaz-kış değişmeyen, yağmurlu, karlı, kapalı, bulutlu havada bulunan, sadece gözle görülür bir kolaylıkla anlaşılabilen bir açıklama getirmesi gerekirdi ki herkes, bütün insanlar, hiç kimsenin kimseye sorma ihtiyacında olmayacağı bir beyanda bulunması gerekirdi ki, işte yüce Allah, Kur'anda Bakara 187. âyetinde aynen bunu yapmıştır. Hiçbir bilimsel açıklamaya ihtiyaç duyulmayan bu ayet "gecenin karanlığı gidip, gündüzün aydınlığı gelmesi olarak" sadece pencerenin açılıp bakılması ile görülebilen bir gerçeği hâlâ Diyanet anlamıyorsa, bu açık âyeti kabul etmiyorsa, bu İlâhi vahyi inkâr ediyorsa, bile bile hakkı red ediyorsa, insanlara yetmiş dakika erken imsak ettirip vaktinden önce salât-ı ikâme ettiriyorsa, Kur'an âyetine aykırı hareket ettiğinden dolayı büyük bir sorumluluk ve vebal altına girer.
9 Nisan 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(16.YAZI) "Selam hanif müminlere olsunüstadım!Yazılarınızın tamamı direk yada dolaylı olarak beni anlatıyor.Çünkü emekli bir imam olarak tekraren itiraf ediyorum, ben bunları bi şekilde yaptım ve yandım.Lütfen olayın vahameti açısından diyorum ki, kurbansa evet ben bir kurbanım.Ama başkaları bu güzel bilgilerle tanışsın da benim gibi yanmasınlar.Hocam! Bu ne güzel bir tespittir ki beşer olan ve aklını kullanan kimse yazılarınıza söz edemez.Peki ama neden?Çünkü sadece vahiy kaynaklı da ondan.Hep dedim ya vahyin sahibi, risalet makamına, Resul'e(Kur'an'a)Nübüvvet makamına, Nebi'ye yaptığınız vizyon yüklü, ufuk açıcı tespitlerinizden dolayı sizden Allah razı olsun inşallah.Çok ama çok teşekkür ediyorum.Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic, "Kur'an'da Muhammed (a.s) a salavat çekmek yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Allah sizden razı olsun Ali hocam! Bir yanlışımız daha ortadan kalktı.Yıllardir meal okurum, hatta uzun dönem yattığım cezaevinde tek uğraşım bu olduğu halde.Bunu hep öyle anlayıp devamlı salavat getirirdim.sağolun"(Sefa Şahin, Kur'an'da Muhammed (a.s) a salavat çekmek yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Allah senden razı olsun değerli kardeşim!Diline, yüreğine sağlık.Duvara asılacak bir yazı, ancak maalesef ülkemizde %95 "atalar dinini" yaşamaktadır.Sizin gibi değerli dostlar sayesinde çoğalırız inşallah.Allah yar ve yardımcımız olsun.Allah'a emanet olun.Saygılar...(Kasım ışık, yalnız yaşayanlardan değil ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Yüreğinize sağlık hocam! Kimi uyarmaya kalksam hurafelere daha sıkı sarılıyor.Yüz yıllarca yıkanan beyinleri birden açmak mümkün mü?Selamlar"(Cüneyt Vural, yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------ "Ali Aydın! Kitabınız gerçekten çok faydalı.Bence sözcü kitabevinde satılması çok yerinde olmuş.Akleden bir insanın Rabbimin izniyle hidayetine vesile olur inşallah.Şu an müslümanların en büyük sorunu "Peygamber" sözcüğünü kullanmalarıdır. Kur'an'ın ilmine ve hikmetine darbe olan bu farsça kökenli "peygamber" kelimesini kullanmak gerçekten çok sakıncalıdır.Akleden birisi sadece buradan bile "Acaba Rabbim Kur'anda neden ve nerelerde Resul ve Nebi tanımlarını kullanıyor" diyerek doğruyu bulabilir. Ancak gözleri, kulakları ve kalplerinde sanki bir örtü var"(Aydın Kismet)------------------------------------------"Hocam! Allah sizlerden razı olsun.Bu mekale benim ruhumun ve kalbimin derinliklerine kadar işledi. muhteşem"(Aydın Güleç, yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Ali Aydın. Yüce Allah Kur'an'ı koruduğunu söylüyor. Evet doğru (Hicr-9) ama bunlara sorsan, recm (taşlayarak öldürme) âyetini keçi yedi der."Allah’tan başka ilah yok der" Öbür tarafta şeyhi’min kapısında köpek 🐕🐶 olurum der."Kur’an'a inanırım" der, Buhari’ye Müslim'e iman eder."Kur'an'dan delilin varmı? derim.Bana ataların uydurduğu dinden örnek verir."Sen kalben ölmüşlere duyuramazsın.Arkalarını dönüp kaçanlara işittiremessin"(Neml-80)Hürmetler değerli hocam! Daha ağır yazılarınızı bekliyorum Uydurulmuş atalar dinini kur’an ile yıkacağız"(Mustafa Emir)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(7.YAZI)Doğumundan günümüze intikal eden, doğru ve hak olarak bilinen Şia ve Ehli Sünnet'in bütün hadisleri, içtihatları ve mezhepleri yalan ve iftiradır.Kaynaklarının insanlığa vahşet ve zulümden başka verebileceği hiçbir şey olmadığı âşikar olarak ortaya çıkmıştır.Halbuki Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı Kur'an bütün mazlum milletlerin gözündeki yaşları silecek, ahuvahları yok edip yeryüzünü cennete çevirecek bütün güzellikleri içinde barındırmaktadır. "Allah, sizlerden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kalacağını, onlar için razı olduğu (İslam) dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar yalnız bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana şirk tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr edip gerçekleri örterse, işte bunlar yoldan çıkmışların kendileridir"(Nur- 55)Bütün bu gerçeklere rağmen, maalesef şuda bir gerçektir. İslam toplumunda en çok okunan ve en az anlaşılan kitap hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderilen Kur'an'dır.Ne zaman Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet ve içtihatları Allah'ın âyetlerinin önünden kaldırılırsa, kör olmuş gözler açılacak, duygusuz gönüller şenlenecek, pas tutan kulaklar öğütleri dinleyecek ve gerçek İslam medeniyetinin önü açılmış olacaktır. Yüce Allah insanı kendine muhatap olarak aldığı için, insan da buna karşılık dini yalnız ona özel kılmakla yükümlüdür. Dolayısıyla en kısa zamanda Allah tarafından fıtratımıza vurulan tevhid'e yani saf, hanif, orijinal, organik İslam dinine yani vahye dönüş yapmak zorundayız.Allah'ın güç ve himayesine sığınmalı, İslam boyasıyla boyanmalı, asırlardan beri Allah'a din öğretme edepsizliğini terkedip, dini sadece Allah'ın kitabından öğrenmeliyiz. Aksi takdirde güç ve kuvvetimiz zayıflamaya devam edecek, emperyalistlerin oyuncağı olmaya devam edeceğiz."Allah ve Resulüne (Kur'an'a) itaat edin (Allah ile) çekişmeye kalkışmayın. Sonra korkuya mahkum olur da kuvvetiniz gider. Bir de (vahiy) üzerinde sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"( Enfal- 46)(Son)
HULUL İNANCI : ( 2.YAZI ) Kur'an, hulul dinini ve itikadını reddetmektedir. Allah'ın en üstün kulları olan elçilerin bedenlerinde bile Hululiyyetin gerçekleşemeyeceğini haber vermektedir."Hiçbir insanın Allah'ın Kendisine kitap, hikmet ve nebilik vermesinden sonra kalkıp insanlara Allah'ın emri altında bana kul olun demesi mümkün değildir, bilakis ancak şunu söyler: Bildiğiniz ve okutmakta olduğunuz kitap uyarınca Rabbinize halis kullar olunuz. Ve size Melekleri ve Nebileri ilahlar edinin diye de emretmez. Siz Müslüman ( Muvahhid) olduktan sonra hiç size kâfirliği (şirki )emreder mi?(Âli İmran- 79 80 )Hulul inancının, müntesiplerine hiçbir menfaat sağlamadığı, onlara sadece yıkım ve yok oluş getirdiği Kur'an'i bir gerçektir. "Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'ın ötesinde berisinde taptıkları ilahları onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı"( Hud- 101) Hulul inancı o kadar etkileyici, yoğun, kapsamlı ve hayata hakimdir ki, onun batıl bir inanç olduğundan asla şüphe edilmemesi gerekir."O halde onların yapmakta oldukları şeylerden( bu şeylerin batıl olduğundan) asla şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi körü körüne akıl etmeden tapıyorlar. Biz onların azaptan nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz"(Hud -109) Hulul çok ilahlı bir inanç sistemine sahiptir. Elçilerin getirmiş olduğu Tevhid dini onlara çok garip gelmektedir. "Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kafirler : Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları, tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler. Onlardan ileri gelenler: yürüyün ilahlarınıza bağlıkta direnin, sizden istenen Şüphesiz budur"( Sad-4, 5 6)"...Allah ile beraber başka bir ilah mı var doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir guruhtur. "...Allah ile beraber bir ilah mı var doğrusu onların çoğu bilmiyorlar. "...Allah ile beraber bir ilah mı var. ne kadar da az düşünüyorsunuz" Neml- 60, 61, 62, 63 )"Her kim Allah ile birlikte diğer bir ilaha taparsa ki, bu hususla ilgili hiçbir delil yoktur. O kimsenin hesabı ancak Rabb'inin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kafir (müşrikler ) iflah olmazlar"( Muminun -118)Hulul inancına sahip olan milletler İslam egemenliğine girmek zorunda kalınca İslam dininin tevhid akidesine vermiş olduğu önemden dolayı inançlarını kamufle etme geregi duydular. Hiç şüphesiz ki hulul inancıyla Müslümanların içinde rahat ve huzur içerisinde yaşama imkan ve hürriyetini bulamazlardı. Bundan ötürü hulul inancına en uygun kavramları bulmada zorlanmadılar.Hulul inancı, yapısı gereği her türlü inancın içinde yaşama ve hayatiyetini devam ettirme özelliğine sahiptir.Hululiyyeciler, "Evliya, Kutup, Gavs, insanı Kamil, hakikatı Muhammediyye, Mevlana gibi onlarca kavram uydurarak ümmi halkın nazarında "dindar" ve "takva sahibi" olarak geçinmeye çalışmışlardır.Hululiyyecilerin ilahlarına izafe ettikleri Rab sıfatı da mevcuttur. Kur'an bunu şiddetle reddetmektedir. "Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu mesih'i Rabler edindiler. Halbuki onlara ancak bir tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. Ondan başka ilah yoktur.O, Bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır."( Tevbe 31)"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rapler mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?( Yusuf- 39 )Dolayısıyla insanın ruhsal bağımsızlık sürecinin önündeki en büyük engel şirktir, şirk tüm insani vasıfları ve manevi yücelme gayretlerini boşa çıkarır. Zira şirk, müşrik insanı şirk koştuğu varlık karşısında nesneleştirir. Bu da insanın kendisine yapacağı en büyük bu zulümdür. İnsan için imandan sonra en büyük lütuf ve nimet hürriyettir. Öte yandan şirk Allah'ın sevgisine, Merhametine ve güvenliğine ihanet demektir. Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıran sadece şirk nesnesine kötülük etmekle kalmaz, eşyayı kendi yerinden etmek suretiyle haddini aşarak kendisine de kötülük etmiş olur. (Mustafa İslamoğlu, gerekçeli meal-tefsir Nisa- 48 Dipnot) İşte bu ve diğer birçok nedenden dolayı yüce Allah, Kur'an'da şirki En büyük zulüm olarak ortaya koymaktadır. (Lokman- 13 )yine bundan ötürü yüce Allah Kur'an'ı Mübin de özel anlamda evliya inancını yasak kapsamına almıştır. Yani İslam dini özel anlamda şahısları veli edinerek onlara mutlak şekilde itaat etmeyi haram kılmıştır. "Rabbinizden size indirilene( Kur'an'a) uyun onu bırakıp da başka dostların( evliyaların) peşinde gitmeyin ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"(Araf 3) "Yoksa onlar Allah'tan başka Dostlar mı (evliyalar )edindiler. Halbuki dost yalnız Allah'tır"( Şura- 9 )Kur'an'da evliya genel anlamda meşru kabul edilmiştir. Yani her kim tevhid akidesine bağlı yaşar, infak yapar, güzel ahlak sahibi olur ve salih amellerde bulunursa hiç şüphesiz bu kişi Allah'ın veli bir kuludur.Yüce Allah şöyle buyuruyor. "Onun dostları takva sahiplerinden başkası değildir"( Enfal- 34)"Bu din Rabb'inin dosdoğru yoludur. Biz öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık. Rableri katında onlara esenlik yurdu vardır ve yapmakta oldukları güzel ameller sebebiyle Allah onların dostudur"( En'am- 126, 127) Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur onlar üzülmeyecekler de, onlar iman edip de takvaya ermiş olanlardır."(Yunus- 62, 63 )
8 Nisan 2021 Perşembe
HULUL İNANCI (1.YAZI ) insanlık tarihinde hulul inancından etkilenmeyen hiç bir topluluk ve millet mevcut değildir. Doğudan batıya kadar her kavim mutlaka hulul inancına bulaşmış durumdadır. Belki bu yüzden şirk dini ve hulul inancıyla ilgili yaklaşık olarak iki bin âyet vardır. İnsanlık tarihi boyunca ümmetlerin hayatına egemen olan inancın hulul olduğunu açıklayan iki âyet."Onların çoğu ancak şirk koşarak Allah'a iman edenler"( Yusuf- 106)"Ey Resul! De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu görün. Onların çoğu müşrik idi"(Rum- 42) Kur'an'ın evliya ve ilahlarla ilgili yüzlerce âyetine bakarak bu inanca "Evliya ve ilahların şirk dini" adını vermek mümkündür. Hulul inancı ve hulul dini anlaşılmadan Kur'an'ın yüzlerce âyette üzerinde önemle durduğu şirk tam olarak anlaşılamaz. Hulul ne demektir? İlahi zatın (Allah'ın) veya sıfatlarının yaratıklardan birine, (genellikle insana) intikal edip onlarla birleşmesi anlamına gelir. Sözlükte bir şeyi çözmek, bir yere intikal etmek, konup yerleşmek anlamına geliyor.Terim olarak" gül suyunun güle sirayet etmesi gibi iki cismin birleşmesi, varlıkla onun mahalli veya arazla cevheri arasındaki münasebet, bir şeyin mevcudiyetiyle aynı olması, onda birleşmesi, ona geçmesi" gibi değişik biçimlerde tanımlanmıştır.( et Tarifat "hll" madd. Tahanevi 1 706 709 )İslam düşünce tarihinde itikadi tartışmalara konu teşkil eden hulul, "Allah'ın insan veya başka bir maddi varlık görünümünde ortaya çıkması diye tanımlanabilir."Geleneksel dinlerden Hristiyanlığa kadar geniş bir inanç kuşağında ortaya çıkan hulul ( internation) kavramı, insan üstü ilahi bir kudretin belli bir amaç doğrultusunda çoğunlukla insan suretinde tamamen veya kısmen yeryüzünde görünmesini ( bedenlenmeyi) ifade eder. Bu tanımıyla hulul, basit bir şekil değiştirmenin ötesinde ilahi iradenin (Allah'ın) bilinçli olarak kendini göstermek üzere (şeyh, veli, efendi, kutup, gavs, insanı kamil, mürşidi kamil, hakikatı Muhammediye )bir varlığın bedenini seçip ona geçmesiyle ilgilidir. (TDV- İslam Ans, c.18- s.340) İlk şekli animistik dinlerde ortaya çıkmış olmakla birlikte, Hulul inancı gerçek önemine özellikle, Hinduizm, Budizm ve Hıristiyanlıkla kavuşmuştur. Bununla birlikte eski Mısır'dan Greklere kadar pek çok dinde görünmektedir. Kur'anın yüzlerce âyetinde bu inancın şirk adı altında anlatılması bu tarihi gerçeği en güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Kur'an'ın üzerinde durduğu ve insanların bu inançtan uzak durmalarının istendiği en büyük günah hulul, insanın merkezde olduğu yani kula kulluk olan şirk inancıdır.(Bakara-165,166,167)Onlarca süre, yüzlerce âyet, tevhidin önemini anlatmakta, hulul inancını ve müntesiplerini çok şiddetli bir üslupla kınamakta, cehennem azabı ile tehdit etmektedir. Son vahiy olan Kur'an, bütün elçilere gönderilen vahyin en önemli maddesi olarak tevhidi emretmekte ve şöyle buyurmaktadır."Ey Nebi! Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor Rahman( olan Allah'tan) başka tapılacak ilahlar edinin diye emretmiş miyiz"(Zuhruf- 45)"Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki, ona "benden başka ilah yoktur. Şu halde sadece bana kulluk edin diye emretmiş olmayalım"( Enbiya- 25)"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emerediyorsunuz? (Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekileri de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan amellerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun"( Zümer- 65 66)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(6.YAZI)İnsanlık tarihi boyunca bütün din ve inanç sahibi gruplar, mezhepler, cemaatler sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını, kendileri gibi inanmayanları dinsizlik ve sapıklıkla suçlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda karşımıza çıkan en açık gerçek bütün Nebi ve Resullerin sadece Allah tarafından indirilen vahye uymak zorunda olduklarıdır. Aslında insanların yaratılış ve elçilerin gönderiliş sebebi ihlastır.Yani dini sadece ve sadece Allah'a özel kılmaktır. "Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım"(Zariyat- 56)Bu âyette geçen "li ya'buduni" "sadece bana kulluk etsinler" "beni birlesinler, iman ve ibadeti bana özel kılsınlar" demektir."Halbuki onlara(tarihin bütün milletlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. (İnsanları ayağa kaldıracak) sağlam din işte budur"( Beyyine-5)Yaratılan her canlının yaratılış amacının dışına çıkması onun felaketine sebep olacağı gibi, insanın da yaratılış gayesinin dışına çıkıp Allah'tan başkasına kulluk yapması yani şirk evlıyasının hükmüne göre hareket etmesi tam bir yıkım olacaktır."De ki: Bana, dini Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu.Bana Müslümanların(Muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben dini sadece Allah'a özel kılarak kulluk ederim. (Ey müşrikler! ): Siz de O'ndan başka dilediğinize kulluk edin. De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kiyamet günü hem kendilerini, hemde ailelerini husrana sokanlardır. Bilesiniz ki bu apaçık hüsrandır"(Zümer-11,12,13,14 15)Bu konuda yüce Allah kullarını bir çok âyette uyarmaktadır.Mesela:"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (saf Müslüman) kulları olun. Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini vahşi kuşlar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibi olur"(Hac- 31)Dolayısıyla hiç kimse atalarından intikal eden yani taklidi imana, cemaatine, liderine, mezhep imamına, muhaddis ve müctehidine güvenmemelidir. Herkes kendi yaptıklarından, kendi inancından ve söyleminden, hal ve hareketinden sorguya çekilecektir.Doğruları yapmak ve sırat-ı müstakim üzerinde bulunmak ancak Allah'ın indirdiği, Resülün tebliğ ettiği ve Nebinin tabi olduğu âyetler ile mümkündür. Allah'tan indirilen hakkın üzerini örterek şeytan evliyasını dost edinenler kıyamet günü yaşayacakları kötü akıbetin manzaraları yüzlerce âyette haber verilmektedir."O gün zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ( Kur'an-vahiy) ile beraber bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana keşke falancayı (evliya-şeyh-gavs) dost edinmeseydim.Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, beni ondan saptırdı. Şeytan insanı insanı (şirk uçurumuna sürükleyip) sonra yüzüstü bırakıp perişan eder" (Furkan- 27, 28, 29)
7 Nisan 2021 Çarşamba
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(5.YAZI)Benim bu konuyu ele almamın en büyük sebebi şudur. Aslında tüm uydurma dinlerin çıkış noktası, var olmayan sünnet anlayışıdır.Bu, Allah'a ve Resulü'ne iftira olan dinlerin temelleri de Allah tarafından indirilen vahyin devre dışı bırakılması ile başlar.Çünkü vahyi devre dışı bırakmadan yeni bir din inşa etmek mümkün değildir.Fakat batıl ehli vahye bu ihaneti yaparken elbette ki vahyi açıktan hedef alarak yapmaz. Çünkü ümmi halkı ikna edemezler. O halde bunu yapmanın çeşitli yollarını aramak gerekir. Bunun en ideal ve kestirme yolu Allah Resulü'nü kendisine indirilen vahiy'den ayırmak suretiyle âyetlerden bağımsız bir "sanal bir Resul" ortaya çıkarmaktır. Bu sanal din için aslında var olmayan sahte "Resul'ün" karizmasını kullanarak onun otoritesini devreye sokmak şarttır.MESELA:"Bir de Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı, sünnet (hadisler) Kur'an'a egemendir, "essünnetü kâdiyetün alel kitéb" "hadisler olmadan Kur'an anlaşılmaz, usul-ü din uleması hadisin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazla Kur'an'ın hadislere ihtiyacı vardır" iddiasını her ne kadar fetö gibi dinciler dillendiriyor olsa da, bu görüş ve inanç Ehli Sünnet âlimlerine aittir. Yani bu konuda icma etmişlerdir.İşte Allah'a ve Resul'e iman ettiğini iddia edenlerin pratikte İslam inancı ve anlayışı bu merkezdedir. Bu "sünnet!" ihaneti "hadisler de vahiy ürünüdür" iddiasıyla savunulur.Bu iddaa sahiplerine göre hadisler Kur'an'a eşittir, Kur'an vahyi metlüv, hadisler vahyi gayri metlüvdür.Yani her ne kadar hadisler vahiy de olsalar Kur'an ile aralarında bulunan tek fark sadece namazda okunmazlar.İşte "vahyi gayrı metlüv" dedikleri katmerli küfür budur.Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri içinde hadislerin de vahiy ürünü olduğunu hiç kimse reddetmez.Dolayısıyla onlara göre hadisler olmadan Kur'an anlaşılmaz.Bu durumda hadisler Kur'an'ı tahsis hatta nesh bile edebilir.Yani Kur'an'ı pratikte devre dışı ettikleri yetmezmiş gibi, uydurma hadislerle onu yok saydılar.İşte bu şeytani yollarla Allah'ın âyetlerinin hükümlerini iptal ederek, mezhep ve fırkalarına uygun ama Allah'ın kitabına tamamen aykırı hükümler çıkardılar.Ve bunu da ümmi insanlara din diye takdim ettiler.Bu ihanete karşı gelen vahiy ehli muvahhidlere de "Kur'an sapığı, mezhepsiz, peygamber düşmanı" demeyi de ihmal etmediler.İşte Şia, Ehl-i Sünnet (diyanet- cemaat- tarikat) tüm paralel dinlerin sünnet anlayışı temel olarak bu uydurma kaynaklara ve bu paradigmaya dayanır.Bu uydurma din dünyanın en vahşi ve katliamcı dinidir.Bu sahte dinden dürüst insan yetişmez.Kur'an'a düşman olan bu iman bütün silahlardan daha ölümcül ve daha tehlikeli bir silahtır.Bu öyle bir iman ki, "müntesiplerine gözünü kırpmadan adam öldürtüp, daha sonra sünnettir diye oturtarak üç yudumda suyu içtiği için şehit olacağına inandıran" bir imandır.İşte bu iman "müslüman" olduğunu zanneden tüm cemaat ve tarikatlarda olan vahşi bir imandır. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bilerek veya bilmeyerek Allah Resulü'nün şahsiyetini ve manevi kişiliğini istismar ederek önce onu Kur'an'dan kopartıp sonra da Kur'an'ı devre dışı bırakmış, ardından da Kur'an'dan tamamen uzaklaştırıp, fıtrat ve evrensel ahlaka uygun olmayan, son derece yabancı ve ilkel bir din sunmuşlardır."Onlar, hem insanları (Kur'an'a- Allah'ın yoluna) yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini mahvederler"( Enam- 26) "Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.( Ey Resul!) De ki: Allah'ın dışında kulluk ettiklerinize tapmak bana yasak edildi.(Ey Resul!) De ki: Ben sizin arzularınıza uyumam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam.De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O sadece hakkı söyler ve O doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır"( Enam- 55, 56, 57)
6 Nisan 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(15.YAZI) "Doğduğum günden bu güne kadar diyanet işleri başkanlığı ve ve ona uyanlar Kur'an'ı papağan gibi okudular ve okuttular. Kur'an'ı güzel okuma yarışmaları düzenlediler.Emekli olduktan sonra sosyal medyada bu konulara kısaca değindiğim zamanlar oldu.Tâbi bu konuda sizin kadar ilim ve irfanım yok. Kur'an'ın meallerini okuyarak yaşantımı sürdürmeye çalışıyorum. Anlamadığım bir başka konu, Kur'an'ı müzikli okumak. Bir cami imamına sordum.- Kur'an Allah'ın sözüdür. Neden Allah'ın sözünü makamlı, müzikli okuyorsunuz? dedim.- GÜZELLİK KATMAK için dedi. Beyinsiz ! Sanki Allah'ın kitabı güzel değil! Cahiller ona güzellik katıyor.!!Yaşadığım semtte yakın cami yoktu. YÖK'ün alt katında bir yeri düzenlemişler.Cuma namazına oraya gidiyordum. Kış günlerinde salonun girişine ayakkabılar yığılıyor, herkes o çamurlu ayakkabıların üzerine basıp içeriye giriyordu.Vaizin kürsüsünün yanına gidip bağırarak bu pisliği kınadığımı söyleyip orayı terkettim. Aynı hareketi Ayvalık'ta da yaptım. Vatandaş çıplak ayakla yere basıp içeriye giriyordu.Namaz bittikten sonra imam'a bu durum çok çirkin asla sağlıklı değil dedim. Cevap :- Efendi sen ne diyorsun biz bu cemaatı zaten zor topluyoruz onlara söylesek bir daha gelmezler...- Haklısın imam efendi. Namaz bittikten sonra CAMIYE YARDIM için para miktarı azalır değil mi dedim. Bir daha CUMA'ya gitmedim.Yıllarca dinlediğim kafa ütülemeleri aynı.Çağın çok gerisindeler.Selam ve sevgilerimle"(Ali Kurtar, diyanetin hutbesi ve Kuranın gerçekleri" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Değerli hocam!İlim ve emeğinize sağlık. Allah sizden razı olsun. Allah bizleri affedip bağışlasın.''Sadece kim olduklarını Allah'ın bildiği ve kıyamette ortaya konacak amellere göre kim oldukları belli olacak, gizli kalmak zorunda olan, vahyin bağlam ve bütünlüğünü ve kendi içinde bulunan sistemini yani hikmetini bilen, güzel bir ahlak ve sağlam karektere sahip olan, insanlara hoşlanmadığı şeyleri söylediği yani sadece vahye (Kur'an'a) uyun dediği için tekfir, hakaret ve küfre maruz kalan, yalnız Kur'an'dan konuşan, bu yolda hiçbir maddi beklenti içinde olmayan ve amacı yalnız Allah'ın rızasını kazanmak olan gizli kahramanlara; Kitab'ın Resullerine selam olsun'(Faruk Fidan)-----------------------------------------------------"Ali Aydın Hocam! Bu hikayeyi yıllar önce defalarca izlemiştim.Ancak sizin gibi bilgi hazinesi, dürüst birinden okumak şahsen beni çok mutlu etti. Yüreğinize sağlık Allah razı olsun"(Hayri Sipahi, "Cübbeli Ahmet" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Ellerinize saglik hocam!Nefes almadan okudum.Her paragrafı değişik öğüt veriyor.Ve yaşadığımız topluma bakınca ne kadar gerilerde olduğumuzu farkediyorum.Tekrardan ellerinize sağlık ve ömrünüze bereketler diliyorum" (Elvan Ceylan)--------------------------------------------------- "Eyvallah kardaş!İlmine ve yüreğine sağlık.İnsanları bir nebze olsun düşünmeye ve araştırmaya sevk ediyorsunuz.Hic olmazsa aklımızı kullanıp da üzerimize boşaltılan pisliklerden kurtulalım. Allah ilmini artırsın aklına yüreğine saglik"(Kadir Kalay)------------------------------------------------------Bu kadar güzel bir yazıyı ilk defa okudum diyebilirim. Uydurma dinin çerçevesi çizilmiş.Bu yazıyı okuyup da kedini dönüştüremeyen insan gercekte kendisini ölüye mahkum eden köle bir insandır. Rabbim ömrünü sağlık ve sıhhatle bereketlendirsin.Daha böyle güzel yazılarla uyandırmayı nasip etsin İnşallah(Sadet Çapraz, "yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(4.YAZI)"De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın Resul'üyum(Araf- 158) Aslında Firavun ile ilgili inen âyetler sadece onunla ilgili olarak değil, gelecek Firavun'larla ilgilidir."Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi"97. âyette bulunan "...ve mé emru Firavun'e biraşid" "...Oysa Firavun'un emri doğru değildi"cümlesini Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde şu şekilde anlamak mümkündür."Firavun'ların emri doğru değildir"Kadim tarihteki Resullerin kavimlerini anlatan âyetler onlarla ilgili olmadığı gibi, Mekke müşrikleriyle ilgili nazil olan ayetler de sadece onlarla ilgili değildir.Yahudi ve Hristiyan din adamlarıyla alakalı inen âyetlerin büyük çoğunluğu Şia ve Ehl-i Sünnet dininin âlimleriyle alakalıdır."Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" örneğinde olduğu gibi.Tevrat ve İncil ile ilgili indirilen âyetlerin ekseriyeti kayıtsız şartsız Kur'an ile ilgili nâzil olmuşlardır. İşte bundan dolayı âyetlerde geçen "nasârâ" "Hristiyanlar" "yehûde" "Yahudiler" kelimeleri yerine"Ehli Sünnet" ve "Şia" "İncil" ve "Tevrat" kelimeleri yerine de "Kur'an" kelimesi konulmaması halinde Kur'an güncellenmemiş dolayısıyla âyetler anlaşılmamış olacaktır.Kur'an'da İslam, ihlas ve ibadet tevhid anlamında kullanılmıştır. MESELA:"Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler" (Bakara- 133) Yukarıdaki âyetin sonunda "ve nehnu lehu müslimün" "biz sadece ona teslim olmuşuzdur" yine Bakara 136. âyetin sonunda "ve nehnu lehu müslimün" "biz sadece ona teslim olmuşuzdur" Bakara 138. âyetin sonunda "ve nehnu lehu âbidun" "biz sadece ona kulluk ederiz" Bakara 139.âyetin sonunda "ve nehnu lehu muhlisun" "biz dini sadece ona özel kılarız" Âli İmran 84. âyetin sonunda "ve nehnu lehu müslimün" "biz sadece ona teslim olmuşuzdur" denildikten sonra, "Kim tevhid dini olan" İslam'dan başka bir din ararsa bilsin ki bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve ahirette ziyan edenlerden olacaktır"( Âli İmran- 85 )buyuruluyor. Yani "İslam" denildiği zaman sadece ve sadece vahyin ortaya koyduğu "hanif din" akla gelmesi gerekir. "İslam" denildiği zaman kayıtsız şartsız yani tam bir "ihlas" ile kesin bir "teslimiyet" anlaşılmalıdır.Fakat iman böyle değildir. işte bundan dolayı "Müslüman olanlar ve ameli salih işleyenler..." cümlesi Kur'an'ın hiçbir âyetinde yer almaz.İlgili bütün âyetlerde şöyle buyrulmuştur."İman edip ve ameli salih işleyenler..." Çünkü iman bir iddiadır. İmanın ispatlanması halinde insanı Allah katında "gerçek mümin" yapıyor.Onun için âyetlerde Müslüman olmanın şartları aranmamış iman etmenin şartları aranmıştır.Kur'an'da "gerçek müminler" ifadesi geçerken, (Enfal-4) "gerçek Müslümanlar" ifadesi geçmemektedir. MESELA:Şu ayetlerde Allah'ın bazı emir ve tavsiyelerinden sonra şöyle buyrulmuştur. "...İn küntüm mü'minin" "...Eğer gerçekten iman etmişseniz" (Bakara- 91, 93, 248, 278; Âli İmran- 49, 139, 175; Maide- 23, 57, 112; En'am-118; Araf- 85; Enfal- 1, 41; Tevbe-13; Hud-86; Nur- 2, 17; Hadid- 8 Bütün bu âyetlerde geçen cümle "in küntüm mü'minin" "Eğer gerçekten iman ediyorsanız" iken, sadece Yunus süresi 84. âyette Musa (aleyhisselam ) ın İsrailoğullarına söylediği bir cümle yer alır. "Musa dedi ki:Ey kavmim! Eğer Allah'a iman etmişseniz O'na dayanıp tevekkül edin. Eğer teslim olmuşsanız" "in küntüm müslimin"
5 Nisan 2021 Pazartesi
İNSANLAR NEYLE CENNETE GİRERLER? Şu dünya hayatında itikadına ve imanına şirk bulaştırmayanlar, ahiret hayatında emniyette olurlar."İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlardır"(En'am- 82)Yukarıdaki âyette bulunan "zulmün" "şirk" anlamında kullanıldığını Lokman süresi 13. âyetinde görüyoruz."Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"Yoksa herkes kendine, ailesine, çocuklarına ve çevresinde bulunan canlı cansız varlıklara bazen zulmeder.Tevhid akidesinden sonra âhirette infak yapmaktan daha büyük bir ŞEFAATÇİ ve yardımcı yoktur."Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve ŞEFAAT bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (ALLAH'IN YOLUNDA) İNFAK EDİN. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerin ta kendileridir"(Bakara- 254) İnsanı âhirette kendi amelinden başka hiçbir şey kurtaramaz."...Her kişi kazandığına karşılık bir rehinedir"(Tur- 21)"Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir-38)Yani âhirette insanı sadece amelleri kurtaracaktır"O gün (âhirette) hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin-54) "...Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf- 43)"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka hiçbir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm-- 39, 40, 41Fakat bazı âyetler âhirette kurtuluş ve saadetin Allah'ın merhamet ve mağfiretine bağlı olduğunu söylüyor."O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir"(Duhan--40, 41, 42)Ben uzun zaman önce bu konuda çok düşündüm.İnsanlar kendi amelleriyle mi, yoksa Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle mi cennete girerler? En doğrusunu Allah bilir. "Hava ne kadar güzel olursa olsun, yağmur ne kadar bereketli yağarsa yağsın, güneş ne kadar güzel açarsa açsın, rüzgar ne kadar olumlu olursa olsun, toprakta tohum olmayınca orada bir şey bitmeyecek, o topraktan asla ürün alınmayacaktır. Yani ameller tohum ve çekirdek gibidirler.İnsanların amelleri ve emekleri Allah'ın rahmet ve mağfiretini celbeder.Âmel ve emek olmayınca rahmet ve mağfiret tecelli etmez.Allah'ın rahmet ve mağfireti amellere bağlı bir durumdur.Amel çekirdekleri içinde en bereketli olanı da infak çekirdeğidir. Bire yedi yüz, durumuna göre sonsuz bir sevabı vardır.(Bakara-261)Bu örneği şu âyet açık olarak ortaya koyar."...rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu, takva sahiplerine, arınanlara ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım"(Âraf, 156)Tohum ve çekirdekler ameli,yağmur, güneş, hava ve rüzgar Allah'ın rahmet ve mağfiretini temsil ederler.Dolayısıyla hiç çalışma ve emek olmadan sadece dua ederek Allah'ın yardımını beklemek cehalettir.İnsan ilk önce üzerine düşen görevi yapmalı sonra Allah'ın rahmet ve mağfiretine güvenmelidir.Yüce Allah'da üzerine düşen görevi mutlaka yerine getirecektir."...Müminlere yardım etmek bize düşen bir görevdir"(Rum- 47)"...Allah kâfirlere müminler aleyhine yol vermez"(Nisa- 141)Vahiy'den bağımsız olarak asla hidayet olmaz. Yani Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır. (Sebe, 50; Bakara, 159; Fussilet, 44)Tevhid ve infak olmayınca da rahmet ve mağfiret olmaz."Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.Bu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak olarak verilmiş bir sözdür. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır. O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu gerçekten bir kurtuluştur"(Tevbe- 111)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(3.YAZI)Peki, "Allah'a iman ettik" demelerine rağmen, insanları müşrik yapan şey nedir?Bu soruya Kur'an'ın cevabı şöyledir."Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde bilginlerini) hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek bir Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştuklarından uzaktır"(Tevbe-31)"Onlar Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde) kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve: Bunlar, Allah'ın indinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? (Hâşâ) O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir"(Yunus-18)"...O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar(evliya) edinenlere: Onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve alabildiğine hakkın üzerini örten kimseyi hidayete erdirmez"(Zümer- 3)Zaten batıl ve şirk dine, yani beşerî ictihad ve hükümlere, yani mezheplerin uydurma dinine fanatik bir şekilde bağlı olmayan müşrik olamaz.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet'in sözde âlimleri gibi, tarihin bütün müşriklerinin yaptığı tek şey, dinde ve hükümde Allah ile aralarına din büyüklerini ve müctehidlerini aracılar koymak suretiyle, Allah'ın hükümleri yerine onların hüküm ve içtihatlarına bağlı olarak yaşamaları idi. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimlerine dinle ilgili bir şey sorulduğunda, hiç bir zaman Allah'ın kitabına bakma ihtiyacı hissetmezler.Dinî konularda Kur'an'a müracaat etmeyi gerekli görmezler.Allah'ın kitabı sadece cenaze merasimlerinde ve Kur'an'ı güzel okuma yarışmalarında akıllarına geliyor. Kur'an bunların yanında bilinecek ve yaşanacak bir hayat sistemi değil, kağıt ve cildine tapılacak bir nesne gibidir. Dinî bir sorun olduğunda din adamlarının o konudaki inanç, fikir ve ictihadlarına bakarlar.Halbuki Resullere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen şey "dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah özel kılmaları" idi. "Ey Resul! Şüphesiz ki, kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"( Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de "ihlas" kavramıdır. Onlara göre "ihlas" "samimi olmak" ve "ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "dini yalnız Allah'a özel kılmak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak etmemek" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler otomatikman Allah için yapılmış olacaktı. Onun için "ihlas" kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu açıkça ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün ümmetlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak sağlam din budur"( Beyyine-5)"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."( Şura- 13)Dinde İhlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz" ( Araf-3) "Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"( Yunus- 109) "Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"( En'am-106)"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen ( Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Dolayısıyla bize şah damarımızdan daha yakın olan Rahmân ve Rahim olan Rabbimizle aramıza hiç kimseyi aracı olarak koymaya hakkımız yoktur. Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur. Benzer şekilde Kur'an, Musa (aleyhisselam)a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, Muhammed (aleyhisselam)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69) uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiil yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır. O gün müşrikleri uyaran yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman edenleri uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Aslında böyle diyenler Kur'an cahilidirler.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: ( Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)"Ey Resul! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçi gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe-28)
2 Nisan 2021 Cuma
ŞİA'DA "ALİ'NİN İMAMETİ" MESELESİ:10.09. 2017 pazar günü saat 16 00 da, cem tv'de istanbul Halkalı'da büyük bir spor salonunda düzenlenen, "İmamet ve kardeşlik Bayramı Gadir'i Hum Kutlama Töreni" ni seyrediyorum.Âyetuullah Gazvâni adında İran vatandaşı bir mollanın söylediklerini dinliyorum. Dedi ki: "Maide süresi 67.âyet, Ali'nin velayet ve imameti hakkında nazil olmuştur""Allah Resulü'nün en önemli görevi Ali Bin Ebi Talib'i yerine İmam ve Vâsi tayin etmesidir""Ali Bin Ebi Talib'in imameti bütün farzlardan daha önemlidir" Bu konuda Ehli Sünnet ve Şia'dan bir çok rivayet aktaran Ayetullah Gazvâni, "Ali Bin Ebi Talib'in imameti secdenin namazdaki mesabesinde olduğunu, Ali'nin imametine iman olmadan hiçbir ibadetin makbul olmayacağını" iddia etti. Tabii bütün bunları söylerken Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarından birçok hadis aktardı. Yani Âyetullah Gazvâni kendi görüşünü değil mezheplerin bu konudaki yaklaşımlarını dile getirdi. Gazvâni "Ali'nin imameti olmadan Allah Resulü'nün elçilik görevininde tam olarak tahakkuk etmeyeceğini" de söyledi. Yani Allah Resulü'nün elçiliğinin sahih ve geçerli olması için Allah'ın emri olarak Ali'yi mutlaka yerine imam olarak tayin etmesi gerekiyordu. (Maide, 67) Gazvâni konuşmasına"İslam'ın şartı beştir en önemlisi Ali'nin velayeti'dir" diye de ekledi. Bazen Irak'tan yayın yapan Şia'nın televizyonlarını seyrediyorum.Âyetullah'lar tarafından yapılan konuşmaların büyük çoğunluğu "Ğadir Hum" ve "Ali'nin imameti" hakkında oluyor. Yani bu inanç imamiyye Şia'asının genel görüşüdür.İsna Aşeriyye Şia'sında en önemli esas "Ali'nin imameti" olduğu için bundan feragat etmeleri mümkün değildir. Daha birçok şey söyleyen Gazvâni, "Allah Resulü'nden sonra Ali Bin Ebi Talib'in İmametini kabul etmeyenin kafir olacağını" söylemeyi de ihmal etmedi. "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.Doğrusu Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"Mâide 67.âyetinin tamamen Ali'nin velayeti hakkında" geldiğini de söyledi. Şia'ya göre Ali'nin imameti Allah'ın varlığı ve birliği ile elçilik misyonunun mesabesinde olan imani ve itikadi bir meseledir. Yani Ali'nin imameti namaz, umre, oruç, hac gibi ameli bir konu değildir. Onlara göre veda haccı dönüşünde Maide 67. âyeti nazil olduğu zaman Allah Resulü bir hutbe irad ederek,Ali'yi yerine İmam ve vâsi tayin etmiş, yüz yirmi dört bin sahabi üç gün boyunca gelerek Ali'ye biat etmişlerdir.Yine onlara göre Allah Resulünün vefatından sonra Sakife'de Ebu Bekir'in halife seçilmesi en büyük fitne, en acı bir darbe ve korkunç bir ihtilaldir.Onlara göre Ebu Bekir'in halife seçildiği gün kadar Şeytan hiç bir zaman sevinmemiştir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (20. YAZI) Sonuç olarak: Bütün bu gerçeklerden sonra biz Allah'ın kelâmı Kur'an için sözün gücünün merkezde olduğunu düşünmekteyiz.Fakat sözün gücüne sahip olmayanlarında Kur'an'ı anlayamacaklarını da asla iddia etmiyoruz. Aslında Kur'an'ı anlama, Arapça dil kurallarını bilme ile ilgili değil, aklı kullanma ve tefekkür, araştırma ve inceleme, merak ve sorgulama ile ilgili bir durumdur. Zaten günümüz insanı için söz, gücünü, sihrini ve etkisini yitirmiş durumdadır. Dolayısıyla sözün gücünü günümüz insanına kabul ettirmek, kaybolmuş bir hayatın öyküsünü anlatmak gibi bir şeydir. Ancak şunu da anlıyoruz ki söz, gücünü yeniden kazandığında biz de yeniden yaşama kavuşmuş olacağız. Öyleyse önce söz'e can verilmeli. Sonrasında, bizde Allah'ın kelâmı sayesinde ilâhi bir ruh ve can bulacağız. Goethe'nin dediği gibi "İlk başta eylem vardı. Çünkü başlangıçta söz vardı"Kur'an'ı gerçek olarak yaşamanın ve korumanın aslı onu yürekte, hafızada, akılda, hayatta, mucadelede ve zihinde taşımaktır.Yeri gelmişken burada Sokrates'in meşhur Phaidros diyaloğunda o küçük, ama oldukça önemli pasajına atıfta bulunmanın yararlı olacağını düşünmekteyiz.Sözlü gelenek içinde yetişmiş olan Mısırlılara, mitolojide yazı tanrısı olarak anılan Theuth, insanların geçmişlerini daha iyi hatırlamalarını sağlayacak ve aynı zamanda "belleğin devası(Pharmakon)" olacak olan yazıyı önerir. Bu öneriye Mısır kralının cevabı oldukça meşhurdur. Kral cevap verdi: Ey Theuth, sanatların eşi benzeri bulunmaz efendisi!"Bir sanatın kuruluşuna gün yüzünü göstermeye muktedir adam başkadır, bu sanatın onu kullanacaklara fayda mı, yoksa zarar mı getireceğini takdir edilecek olan başka" "Şu saatte, işte harflerin babası olan sen, kendilerine duyduğun sevgi dolayısıyla, onlardan yapacakları gerçek etkinin tam aksini bekliyorsun! "İşte bu bilgiyi elde etmenin sonucu: Harfleri öğrenenler artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır. Yazıya güvendikleri için etrafındaki şeyleri dışarıdan, yabancı izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar, içeriden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde, o halde sen bellek için değil, hatırlama için bir deva buldun.Öğrenime gelince, sen öğrencilerine ancak hakikatte benzer şeyleri öğretirsin, hakikatın kendisini değil, bunlar senin harflerin sayesinde, öğretimsiz kalmalarına rağmen gırtlaklarına kadar bilgiye gömülüdürler mi, çoğu zaman hiçbir şeyi doğru düşünmedikleri halde kendilerini binlerce şey hakkında hüküm vermeye yetkin sanacaklardır"(Jacgues Derrida'nın "Plato'nun Eczanesi" adlı makalesinden alınmıştır) Yukarıdaki paragrafta Kral, şifa gibi görünen yazının gerçekte bir zehir olduğunu ifade etmektedir.(Son)
İNFAK, SADAKA VE ZEKAT Allah'ın izniyle bu yazımızda, "infak, sadaka ve zekâtın" hangi anlama geldiği ile ilgili bir fikir verme, manası buharlaştırılan bu üç kavram ile ilgili hiç olmazsa ileriki zamanlar için bir kapı aralama olarak açıklamaya çalışacağız.Yüce Allah'ın rahmet ve inâyetiyle vahiy ehli muvahhidler, bu fikir ve araştırmamızı daha ileri bir safhaya taşıyacaklardır. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "infak" ve "sadaka"nın maldan verilen bir hayır, "zekât" ise, (arınma-temizlenme) anlamına geldiğini görüyoruz."Onların mallarından sadaka al; bu sadaka ile onları nifaktan temizlersin, onları aratıp yüceltirsin. Ve onlar için salât et çünkü senin salât'ın onlar için sünnettir. Allah işitendir, bilendir)(Tevbe-103) Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir."Kad efleha men zekkéhé" "nefsini arındıran kurtulmuştur"(Şems- 9)Aşağıdaki âyetler vahyin arındırma özelliğine dikkat çekiyor.(Ey Nebi!) "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Mukaddes tuva vâdisinde Rabbi (olan Allah) ona şöyle seslenmişti. Firavun'a git! Çünkü o çok azdı."Fekul hel leke ilé en tezekké"Deki: "Arınmayı ve seni Rabbinin yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18) Tevbe, güzel ahlak ve istiğfardan sonra sadaka ve infak olarak her ne verilirse maddi ve manevi zekata ulaşılmış, yani kişi arınmış ve temizlenmiş olur.İnfak ve sadaka, maddi güç, akıl ve ilmi birikimi olan bir kişinin, bu maddi güç ve ilmiyle Kur'an'ın ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda dinde sadakatini ve imanda samimiyetini gösterme açısından bir arınma bedeli ve kötülüklerden temizlenme karşılığı olarak yerine getirilmesi gereken önemli bir farziyettir."Veseyücen-nebuhel etkâ ellezi yü' tî mélehû YETEZEKKÉ" "Arınmak için malını hayra veren takva sahibi 🔥 ateşten uzak tutulur) (Leyl-17,18) Şimdi sadaka ve zekâtın, Kur'an'da hangi anlama geldiğini çok açık olarak gösteren,Tevbe süresinin 103. âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım.Bu âyetlerde, nifak ile iman arası bir çizgide gelgit yaşayanlar için yüce Allah şöyle buyuruyor. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz.Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir"(Tevbe-101)"Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. Allah onların tevbelini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan pek merhamet edendir"(Tevbe-102)"Onların mallarından sadaka (arınma bedeli) al; bununla onları (nifak günahlarından) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve olanlara yardım et, destek ol. Çünkü (bir Nebi ve Resul olarak) senin desteğin onlar için bir sükunettir. (onlara imanda güç verir, yatıştırırsın ) Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Yani ey Nebi! Nifak belasından tam olarak temizlemek için, tevbe ile pişman olduktan sonra, kalplerinin rahat etmesi ve huzur bulmaları açısından, samimi olduklarını ortaya koymak adına onlardan sadaka alarak arındırırsın" İşte Kur'an, "zekat, tezkiye, tezekké, yetezekké" yani arınmak olarak adlandırmıştır. Kur'an'da geçen bütün"zekat" kavramları, "arınma" anlamına gelmektedir.Zekât kelimelerinden önce bulunan "ve étü" fiili'nin "é" si, uzatılmayacak olursa, yani, "ve etû" veya "ve'tû" olmuş olsaydı, mana " zekâta gelin, arının" anlamına gelecektir.Ama yine de" ve étü" fiili, "verin" anlamına gelebildiği gibi, "zekâta gelin, arının" anlamına da geldiğini söyleyebilirim. Mesala, bu konuda örnek bir âyete bakalım."insanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında atmaz. Allah'ın rızasını isteyerek arınmak üzere verdiğiniz (hayra) gelince işte (hayır yapan) o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"(Rum-39)Kur'an'a baktığımızda Nübüvvet makamına sahip olan Nebiler'den bütün insanlara kadar herkesin arınma ve temizlenme ihtiyacının var olduğunu görüyoruz. Nebi ve Resüller için, şirk, küfür, nifak ve cimrilik söz konusu olmadığı için, onların zekata (arınmaya) ulaşmaları vahyi tebliğ, dua ve istiğfar ile olmaktadır. Zekat, Nebi ve Resüller için arınma, mukemmel bir ahlaka ve olgunluğa ulaşma olurken, müminler için şirk, kötü ahlak, hurafe ve ve her türlü batıl inançlardan kurtulma olmaktadır. Nebi ve Resüller, infak etmede zorlanmazlar, çünkü Allah'a olan bağlılıkları çok güçlüdür. Nebi ve Resüller, Allah indinde temizlenmiş bir ahlaka ve inanca sahiptirler. (Meryem-12)Nebi ve Resüller, her zaman Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek infak etmede güçlük çekmez, gönül hoşnutluğu içinde büyük bir sadakatle Allah yolunda infak eder, sorumluluk bilincine sahiptirler" (Enbiya-90)Vahiy, Nebi ve Resülleri, başta küfür, şirk, nifak olmak üzere, kibir, cimrilik, haset gibi hastalıklardan korumuş ve onları zekata ulaştırmıştır. Yani onların imanlarını ve kalplerini şek ve şüphelerden arındırıp temizlemiş ve sadece Allah'a teslim olanlardan etmiştir. (Bakara-131, 132, 133)Kur'an'a göre, dünya hayatında sağlık ve âfiyete "birr" ancak infak ile ulaşılabilir. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe "birre" eremezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilir"(Âli İmran-92)Yani manevi temizlik ve arınma, tevbe ve pişmanlıktan sonra maddi fedakarlık olan infak ve sadaka ile elde edilecektir. Kur'an'a baktığımızda manevi olarak yani şirk ve küfür gibi günahlardan kurtulma yolları, 1-) "İhlas, (dini Allah'a özel kılma) (Hicr-40; Sâd-83) 2-) "Takva, (sorumluluk bilincine sahip olma yani sadece Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme) (Kasas-83; Bakara-197; Âraf-26; 156; Muddessir-56; Â) 3-) İslam, (Allah'ın emirlerine kayıtsız şartsız teslim olma, dinde onun kitabına ortak koşmama) (Âli İmran-19, 85, 102)4-) "İhsan, (İslam ahlakına sahip olma)(Bakara-195; Âli İmran-134; Mâide-85; Âraf-56; Tevbe-120) 5-) "Sabır, (Kur'an düşmanı kafir ve müşriklerin sözlerine ve eziyetlerine karşı dayanma) din ve hüküm olarak Kur'an'ın tek kaynak olduğundan taviz vermeme.(Bakara-153, 249; Enfal-46) 6- "İnfak, salih amellerin içinde ise, en büyük kurtuluş aracı infak olarak karşımıza çıkmaktadır. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün kiyamet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin. Gerçekleri inkar edenler zalimlerin ta kendileridir"(Bakara-254)İNFAK İLE SADAKANIN ARASINDAKİ FARKİnfak, "gece gündüz, yani "her zaman" (Bakara-274) "küçük büyük" (Tevbe-121) her türlü hayrı kapsarken, sadaka ise, özel durumlarda (Tevbe-103; Mücadele-12) verilmesi gereken bir bedeldir. Dolayısıyla infak etmenin yeri ve zamanı yok iken, sadakaların yeri ve zamanı geldiğinde yapılan mâli bir hayırdır. İnfak, hem mü'minlerin Allah rızası için yaptıkları bir hayır, hem kafirlerin kendi din ve davaları için yaptıkları bir harcama iken, (Enfal-36) sadaka sadece müminlerin yaptığı bir hayırdır. İnfak ibadetinde bire karşı, yedi yüz kat ile karşılık sevap varken, (Bakara-261) sadakalarda ise kat kat (Bakara-276) sevap vardır. İnfak gizli yapılması gereken bir hayır iken, (Bakara-270) sadakalar durum ve ortama uygun gizli olarak da, açık bir şekilde de verilebilir.(Bakara-271)Dolayısıyla infak, az veye çok herkesin kendi gücüne göre yapması gereken bir hayır iken, (Tevbe-121) sadaka ise, yeri ve zamanı belli olan hayır anlamına gelmektedir. İnfak, beş sınıf insana verilmesi gerekirken, (Bakara-215) sadakalar ise, sekiz sınıfa verilmesi emredilmiştir.(Tevbe-60)Dolayısıyla anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verilmez diye bir şey yoktur.PEKİ İNFAK VE SADAKA KİMLERE VERİLECEKTİR? Kur'an, zekâtı anlatırken, "ne kadar verileceği, neyden verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili hiç bir detaydan söz etmemesi ve hiç bir ayrıntı vermemesi gerçekten çok önemlidir. Kur'an'da neden zekat kavramlarının önünde bulunan "ve étü" fiili "verin" anlamında değil de, "gelin" anlamına gelmektedir? Mesala: "ve étuz zekéte" ifadesine "zekatı verin" değil de, "arının, arınmaya gelin" gibi bir mana verilmesi gerekir. Çünkü âyetlerin büyük çoğunluğunda "ve étü" denildiği hâlde, hiç bir âyette ne verileceği? Neyden verileceği? Kimlere verileceği? ile ilgili hiçbir hüküm bulunmamaktadır.Fakat "infak" ve"sadakalar" için, ne verileceği, ne kadar verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili her şey mevcuttur.Kur'an'da "ve'tü" fiiline, "gelin, getirin, girin" anlamı verilen âyetler de mevcuttur.(Bakara-189; Yusuf-93; )Zekât, "...Müşrikler için şirk ve küfürden arınmak ve âhirete iman etmektir..."(Fussilet- 6,7 )Zekat "...İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve nefretten, dine karşı savaş ve mücadeleden uzaklaşmak tevbe etmektir..."(Tevbe-5)"Zekat, bütün toplum ve bireyler için din ve hüküm olarak sadece Allah'ın âyetlerine iman etme, takva ve rahmete ulaşmaktır" Zekat, iman edenlere karşı düşmanlıktan vazgeçerek, kin ve saldırılardan arınmaktır"(Bakara- 10-11) Zekat, "dünya malından ve zinetinden, cahiliye âdetlerinden kurtulmak suretiyle Allah ve Resulü'ne itaat ederek, Kur'an'ın hikmeti üzerinde tefekkürle arınmaktır"(Ahzab-33)Bazı insanları cömertlik ve sadaka arındırır.Bazılarını güzel ahlak ve edep arındırır. Bazı insanları tevhid ve ihlas arındırır.Fakat insanları batıl dinlerden, şirk ve hurafelerden arındıran en önemli şey Kur'an'dır.Bakara-151; Âli İmran- 164; Cuma-2) İnsanları şirk ve küfür pisliğinden Allah'ın âyetleri gibi, hiç bir şey temizleyip arındıramaz.Sünniler ve Şiiler, hadis kaynaklarından ve batıl mezheplerden arınacak.Cemaat mensupları, liderlerinden ve öğretilerinden arınarak Allah'ın kitabına dönecekler.Tarikat ve tasavvuf ehli, evliya ve ilanlara kulluk etmekten İslam'la arınacaklar.Nurcular, Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatından arınacak.Dolayısıyla Kur'an ilim ve hikmetinin, ahlak ve edebinin hâkim olmadığı toplum gerçek anlamda hiçbir zaman temiz olamaz, maddi ve manevi kirlerden arınamaz.İNFAK "Sana (Allah yolunda) ne (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Maldan infak ettiğiniz şey, ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yol çocukları için olmalıdır. Şüphesiz Allah yaptığınız her şeyi bilir"(Bakara-215)SADAKALAR "Sdakalar, Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara, özgürlükleri için mücadele edenlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yol çocuklarına mahsustur. Allah herşeyi bilen, hikmet sahibi olandır"(Tevbe-60)Sonuç olarak: İnfak : "...Gece gündüz..." (Bakara-274) "... küçük büyük..." (Tevbe-121) "..kazanılan mallardan..." (Bakara-267 ) "...topraktan çıkartılan rızıklardan ..." (Bakara-267) bir hayır olduğu için mal, ilim, güzel ahlak, akıl, zeka, güç gibi, maddi ve manevi her şeyden yapılan bir yükümlülüktür.Sadaka: Belirli zamanlarda ve özel durumlarda, insanın samimiyet ve sadakatini ortaya koyan mâli bir ibadettir. (Tevbe-103; Mücadele-12)Zekat; Başta tevbe ve pişmanlık olmak üzere, güzel ahlak ve sağlam bir iman ve Allah'a teslimiyetle her türlü şirk, küfür, nifak, cimrilik, kibir gibi, maddi ve manevi kirlerden arınmak demektir. Zekat: Mal, inanç, ahlak ve düşünce yani insanın nefsiyle ilgili bir temizlenme ve arınmadır.(Tevbe-103; Tâhâ-76; Fâtır-18; Necm-32; Âlâ-14; Leyl-18; Naziat-18)Zekâtın verilen bir şey değil, arındıran bir şey olduğunu şu iki âyet ortaya koyuyor."Ve seyücennebuhel etkâ- ellezi yü'ti méléhû yetezekké" "Arınmak için malını hayra veren takva sahipleri ondan (ateşten 🔥) kurtulur"En doğrusunu Allah bilir
1 Nisan 2021 Perşembe
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (11.YAZI) Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebi" kavramı tekil olarak Allah lafzı (lefzatullâh) ile beraber yer almamıştır. Sadece bir yerde İsrailoğullarına özel gönderilen Nebiler için çoğul olarak "enbiyé Allâh'i" "Allah'ın Nebileri- veya başka bir kıraate göre "enbié Allâh'i" "Allah'ın habercileri- Allah'tan haber verenler" şeklinde kullanılmaktadır. (Bakara- 91)Ancak bir çok âyette "Resul" (Elçi) kavramı lefzatullâh ile beraber kullanılmıştır. Bir kaç örnek şöyledir. "... Meryem oğlu Mesih, ancak "Allah'ın Resulü"dür (Resülullâhi)..." (Nisa- 171)"De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin, hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan "Allah'ın Resul'ü"yum(Resülullâhi)..." (Araf- 158)"Muhammed "Allah'ın Resulü"dür (Resülullahi)..." (Fetih-29)"Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Size gönderilen "Allah'ın Resul"ü (Resülullâhi) olduğumu bildiğiniz halde neden bana eziyet ediyorsunuz?..."(Saf- 5) "Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size "Allah'ın Resulü"yum (Resülullâhi) demişti..." (Saf-6)"Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen "Allah'ın Resulü"sun, (Resülullâhi) derler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun Resulüsun. Fakat Allah şahittir ki münafıklar yalan söylüyorlar"(Münafikun-1)"Onlara: Gelin, "Allah'ın Resul"ü (Resülullâhi) sizin için bağışlanma dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taşlayarak senden (vahiy'den) uzaklaştıklarını görürsün" (Münafıkın- 5) "...Allah'ın Resulü'ne (Resülallâhi) eziyet edenler için elem verici bir azap vardır"( Tevbe-61)"Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinizin babası değildir. Fakat o "Allah'ın Resul"ü (Resülallâhi) ve Nebilerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkıyla bilendir"(Ahzab-40)"... Sizin "Allah'ın Resul"ünü (Resülallâhi) üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını almanız olacak bir şey değildir..." (Ahzab- 53)"Bilin ki İçinizde Allah'ın Resul'ü (Resülallâhi) vardır..."( Hücurat- 7)Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de "Nebi" kavramının "hu" zamiri ile Allah'a bağlı bulunmamasıdır.Bu ilginç ilâhi sistem gerçekten çok önemlidir. Yani Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebiyallâhi" "Allah'ın Nebisi" bulunmadığı gibi "Nebiyyihi" "O'nun Nebisi" de bulunmamaktadır. Fakat "Resülihi, Resüluhu" "O'nun Resulü" "Rüsülihi, Rüsülehu" "O'nun Resulleri" ifadeleri yüzlerce âyette yer almaktadır. RESÜLİHİ:"...Allah ve Resulü (Resülihi) tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun..."( Bakara- 279)"...Kim Allah ve Resulü (Resülihi) uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm gelirse artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır..."( Nisa-100)"Ey iman edenler! Allah'a, Resulü'ne (Resülihi) Resul'üne (Resülihi) indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin..."( Nisa- 136)"Allah ve Resulü'nden (Resulihi) kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar (bir ültimatomdur)(Tevbe- 1)"Hacc-ı ekber gününde Allah ve Resulü'nden (Resülihi) bir bildiridir. Allah ve Resulü (Resulihi) müşriklerden uzaktır..."(Tevbe-3)"Mescidi Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü (Resulihi) yanında nasıl muteber bir ahdi olur"(Tevbe- 7) "Yoksa Allah, sizden cihad edip Allah, Resul (Resulihi) ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız. Allah yaptıklarınızdan haberdardır"(Tevbe-16)"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığımız evler size Allah'tan Resul'ünden (Resulihi) ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgilisi ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar toplumunu hidayete erdirmez"(Tevbe- 24 )"...Sonra Allah, Resulü (Resülihi) ile müminler üzerine sükünetini indirdi..."(Tevbe- 26) "Onların infaklarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resulünü (Resülihi) inkar etmeleri..."( Tevbe-54)"... De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun Resulü (Resülihi) ile alay mı ediyorsunuz?"(Tevbe-65)(Ey Nebi! ) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu onların Allah ve Resulü'nü (Resülihi) inkâr etmelerinden ötürüdür..."(Tevbe- 80) "...Allah ve Resulü'nü (Resulihi) inkar ettiler..." (Tevbe-84 )"Allah ve Resulü (Resülihi) için insanlara öğüt verdikleri takdirde..."( Tevbe-91)"... hem de Allah'ın Resulüne (Resülihi) indirdiği kanunları..."( Tevbe- 97) "Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne(Resülihi) davet edildiklerinde..."(Nur-48)"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne (Resulihi) davet edildiklerinde..."(Nur- 51 )"Müminler ancak Allah'a ve Resulüne (Resülihi) inanmış kimselerdir..."( Nur-62)"Sizden kim Allah'a ve Resulüne (Resülihi) itaat eder..."(Ahzab- 31)"Ta ki Allah Allah'a ve Resulüne (Resülihi) iman edeceksiniz..."(Fetih-9 )"...Allah ve Resulü'ne (Resulihi) ve müminlere sükünetini indirdi..."( Fetih-26)"Ey iman edenler! Allah ve Resul'ünün (Resulihi) önüne geçmeyin..."(Hucurat-1)"Müminler ancak Allah'a ve Resulüne (Resulihi) iman eden..."(Hucurat- 15)"Allah'a ve Resul'üne (Resülihi) iman eden..." (Hadid- 7)"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Resulüne (Resulihi) iman edin..."( Hadid- 28)"Allah'a ve Resulüne (Resülihi) karşı gelenler..." (Mücadele- 4) "Allah'ın (fethedilen) yerlerden Resulüne (Resulihi) verdiği ganimetler..."(Haşr-7)"... Allah'ın dinine ve Resul'üne (Resulihi) yardım eden fakir muhacirlerindir..."(Haşr- 8 "Allah'ın onlardan Resulü'ne ( Resülihi) verdiği ganimetler..."( Haşr- 6)" Allah'a ve Resul'üne (Resülihi) inanır..."(Saf- 11)"Allah'ın, Resul'ünün (Resulihi) ve müminlerindir..." (Münafikun- 8 "Onun için Allah'a, Resulüne (Resülihi) ve indirdiğimiz o nur'a iman edin...(Teğabun- 8)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(14.YAZI) "Tıpkı bir cihazın kullanım kılavuzunu her okuyan bununla cihazı çalıştırmaya muvaffak olamayacağı gibi, hayat ve hidayet rehberi olan Kur'an'ı da her okuyan, âyetlerinin arasındaki bağlam ve bütünlüğü içinden çıkarılması gereken sonuçları ve çözümleri bulamayabilir.Bunun için ancak Kur'an'ı anlayarak okumak, üzerinde emek ve araştırma, sorgulama ve tefekkür aşamalardan sonra, insan Allah'ın rahmet ve inâyetiyle hikmete ulaşır.(Bakara-269) Yani ancak kendini bu aydınlık yola adamış, dinde sadece vahyi tek kaynak kabul eden, din, hüküm, ibadet, güzel ahlâk olarak Kur'an'ın yeterli bir kaynak olduğuna iman eden akıl sahipleri hikmete ulaşabilir.Kendini bu yola adamış o isimsiz kahramanlar, yani kitab'ın Resûlleri, kıyamete kadar her toplumda ve her zaman diliminde varolacak, "Ul'ûl Emr" olarak toplumlarına Kur'an ın ışığıyla yol göstereceklerdir."Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resûle de itaat edin ve sizden olan Ul'ül Emr'e de. Eğer (dinî) bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzel ve kesin olandır"(Nisa- 59 )Kaleminize ve yüreğinize sağlık değerli hocam.İsimsiz kahramanlara, kitab'ın Resûllerine selam olsun"(Faruk Fidan, "Nübüvvete bağlı risalet ile kitaba bağlı risalet" yazısına yaptığı yorum)-------------------------------------------------------Diyanet'e göre, "Kur'an ve Sünnet arasına mesafe koymak, "Kur'an bize yeter" diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak, Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgi hakkında şüphe uyandırmak iyi niyetten uzak büyük bir vebaldir"Diyanet aynen fetö gibi, "Kuran bize yeter" diyenleri sapık yapmış.Allah'a şükürler olsun ki sapmışız. Yoksa bu âyetin muhatabı olanlardan olacaktık."Hepsi birbiri ardından orada toplanınca sonrakiler, öncekiler için dediler ki: "Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara ateşten bir kat daha azab ver!" (Allah): "Hepsi için bir kat fazla (azab) vardır, ama siz bilmezsiniz. dedi"Âraf-38)(Abdurrahman Dalyan "Diyanetin hutbesi ve Kur'an'ın gerçekleri" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------- Hocam! Çoğunluk cahil olunca , malasef semer vuran çok olur.Hamdolsun din günün sahibine ki, artık sizin gibi mü’min müslümanlar sayesinde işin özü anlaşılmaya başlandı"(Ceyhun Can)----------------------------------------------------Rabbim sizlere sağlık, sıhhat ve uzun ömür versin sayın hocam!Bizleri, müşrik zihniyete karşı Kur'anla aydınlatıyor ve İslam'ı sevdiriyorsun.Allah zihin açıklığı versin. Size ve Kur'an dostlarınızdan Allah razı olsun"(Ali Aşar)-----------------------------------------------Dine en büyük zararı veren yine âlimler!! olmuş.Ya yanlış anlamişlar, yada işlerine gelmemiş, ama bizleri hep yanliş yönlendirmişler. Ama artik Kur'an okuyoruz. Rabbimize şükürler olsun. Emeğinize sağlik, bizlerin yüzünü Kur'ân'a çeviren alimlere selâm olsun. Allah sizden razı olsun. Yazılarınızdan cok istifade ediyorum Ali hocam"(Sadet Çapraz)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (19.YAZI) Sözlü vahiy, hedefi ve muhatabı belli olan bir çağrıdır.Islah etmeyi hedef aldığı bir toplum için indirilmiştir. Oysa kitap kendi başına âdeta ölü bir metin gibidir. Bir kitabın nasıl rehberlik edeceği her zaman tartışmaya açık bir konudur. Onu nasıl kim tatbik edecek, belli değildir. Buna karşın vahiy, bir rehber(Resul) eşliğinde bir olay bağlamı içinde nazil olmuştur. (Ricoeur'un teknik terimiyle söylersek) "Söz aslında olaydır" Bunun da anlatmaya çalıştığımız yönlerden önemi çok büyüktür.İkinci olarak bir sonraki kuşaklara, vahiy ancak bir olay bağlamı içinde anlaşılması gerektiğine ilişkin bir uyarıdır.Şu ana kadar görmüş olduk ki, metnin okuyucuya ulaştırılma biçimi onu anlama açısından son derece önemlidir.Günümüzdeki birçok kuramcının da ifade ettiği üzere bu yön, anlama hadisesini âdete belirleyen bir yöndür. Buradan özeldeki konumuza gelirsek şunu söylemek mümkündür. Kur'an, sözlü kültür içinden indirilmiş bir metindir.Bu, aynı zamanda "Kur'an hangi okuma topluluğuna aittir? sorusunun da bir cevabıdır. Eğer bir metni anlama hadisesinin önemli ölçüde onun muhataplarına ulaşma ve muhataplarının okuma biçimiyle ilintili olduğu görüşü haklıysa, Kur'an'la sağlıklı bir iletişime geçmek isteyen günümüz okurunun, onun bu özelliğini mutlaka dikkate alması gerekmektedir. Bunu söylerken günümüz insanından, okuma alışkanlıklarından bir gerilemeyi istiyor değiliz. Ancak bir okur, metnin mesajını hakkıyla okumak ve anlamak istiyorsa, çaba göstermek zorunda olduğunu söylüyoruz. Bu Kur'an'ı Mübin'in kolayca anlaşılır bir metin olduğuyla tezat teşkil eden bir ifade değildir. Şayet Kur'an'dan bir çizgi roman kolaylığı beklenmiyorsa..."Kaldı ki, günümüz okuru açısından, zahmetsizce kendini ele veren hangi metinden söz edilebilir. Diğer taraftan, Kur'an'ı ait olduğu okuma topluluğunun, günümüz okurunca dikkate alınması gereken hayatı bir özelliği bulunmaktadır.Eylem için okunmak.Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, her metin sadece okunmak için değildir. Mesala F. Dupont, okunamayan metinlerden söz eder.Ona göre Yunan'ın şölen şiiri, anlam değil, eylemdir.Eğer günümüz okuru, bu şiiri yapaylığa kaçmadan estetik bir biçimde algılamak istiyorsa onun bu yönünü dikkate almalıdır" Bu duruma benzer bir biçimde, Allah'ın sözü olan Kur'an metninin de aynı önemli özelliği anlaşılmadan, yani onun sevap kazanma amaçlı değil, eyleme dökülmek için okunması gerektiğidir. Dolayısıyla Kur'an aslında okunmak için gelmiş bir kitap değil, yaşanmak ve eylem için indirilen bir hitaptır. Eğer günümüz Müslümanı, onu gerçekten anlamak istiyorsa, onu mutlaka eylem için okumalıdır.Bu yönüyle Kur'an, daha çok teatral bir metin özelliği taşımaktadır. Mesela, bir tiyatro eseri, gerçek anlamını sahneye konulduğunda, yani icra edildiğinide tam olarak anlam kazanır.Aynı şekilde Kur'an'da öncelikli amacı icra edilmektir. Yani canlı hayatta yaşama geçirilmesidir, kendisiyle bir arkadaş, bir dost gibi yaşanılmalıdır. Buradan halen şu soruyu yanıtlamadığımız düşünebilir."Eğer Kur'an günümüz okurunun okuma alışkanlıklarıyla uyum içinde değilse, Kur'an'ın bizler için önemi nedir? Niçin arkaik bir metni okumak durumunda olalım?" Bu son soru bütünüyle, Kur'an'ı ait olduğu okuma topluluğu içinde anlayamamaktan kaynaklanan bir sorudur. "Kur'an bugünkü anlamıyla aslında okunmak için indirilen bir metin değildir" demiştikEğer onun yazıya dökülmüş hali mutlaka okuncaksa, bu okuma eylemi harfler içinde potansiyel halde duran anlamı fiiliyata çıkarmak, yazıda olan sözü, yeniden canlı enerjiye dönüştürmek için okunmalıdır.
ARKADAŞLAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(13.YAZI) "Hocam!İlkokul çocuğuna anlatır gibi anlatmışsınız maşallah. Lâkin öyle arızalı imanımız var ki malesef! Görevdeyken hastası için gelip yardım isteyen kardeşlerimize Felak ve Nas sürelerini okumalarını tavsiye ediyordum."Hocam! Biz onları zaten biliyoruz. Daha etkili, daha gizemli, daha tesirlisi yokmu acaba! diyen onlarca insanla karşılaştım ben.O yüzden Allah'ın hadisi Kur'an maalesef ümmeti kesmiyor.Alışmışız karma inanca. Rabbimize müstekim olan yoldan gidemiyoruz malesef"(Ismail Kilic)---------------------------------------------------------"Ali Hocam!Emeğinize sağlık.Allah ve din düşmanları, güzel dinimizi sadece namaza, oruca, hacca indirgemişler maalesef.Oysa dinimizin en önemli mesajları toplumsal barışın, huzurun, adaletin, hakça paylaşımın kısaca insanca bir yaşamın tüm dünya da sağlanmasına yöneliktir.İşte bu yüzden "namaza ve duaya" çevirdikleri ama asıl anlamını sizin de açıkladığınız "salat-ı ikâme"dinin direğidir.Sadece fetva vererek ya da "mülk Allah'ındır" deyip malını, parasını, mülkünü, ihtiyaç sahiplerine "destek"olmak için Allah yolunda harcamamak insanı müslüman da yapmaz, hele cennetin kapısının önünden bile geçirmez.Sizin yukarıda infak ile ilgili belirttiğiniz âyetlerin anlamını bilmeden okumak, ölünün arkasından okumak yani yüce Allah, bize bunları "okuyup, anlayıp, hayata geçirmemiz" için göndermiş olmasına rağmen, elimizi açıp dua ediyormuş gibi, yine Allah'a geri göndermek birşey ifade etmez, İnşallah müslümanlar ve tüm insanlar vakit geçmeden bunu anlarda doğru yola döner, tabi bu sizler gibi Kur'an'ı doğru olarak Allah'ın dediği gibi anlatan insanlar sayesinde olacak"(Engin Teke)--------------------------------------------------------"Hocam!İlminizle varolun sağolun.Bunları anlaşılır bir dille yazıp bizim gönüllerimizi yeşertiyorsunuz. Biz razıyız Rabbim de razı olsun"(Fahriye Cihan)-------------------------------------------------"Hocam!Yazılarınızı kaçırmadan okumaya çalışıyorum.Bende Kur'an'ı okuyup da anlamayanlardanim.Bu bana çok ağır geliyor.Sizin yazılarınızla karşılaşınca Kur'an'ın sadece okumakla değil anlayıp hayata geçirmekle Allah'a kulluk vazifesini ifa etmiş olacağımı daha iyi anladım. Hocam!Ben şehit babasıyım.Oğlum asker iken terhisine dört gün kala bir pusuda şehit düştü.Beşeri sistemde yüce Allah'ın şehitler hakkındaki hükmü nedir?Yani beşeri sistemin şehit dediklerine Kur'an ne diyor? Anlamak istiyorum.Allah razı olsun, selam ve dua ile"(Şevket Volkan)-------------------------------------------------------"Allah sonsuza dek sizden razı olsun sayın hocam!Üzerinde her zaman durduğum ve uyguladığım bir konuyu yazdığınız için candan teşekkür ediyorum. Allah razı olsun hocam. Allah’a emanet olun.Saygılar, esenlikler .!!!(Saim Tohumoglu, "İnfakın önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (18 . YAZI) Peki, Kur'an'ın formatı ve ifade biçimi yeterince dikkate alınmazsa ne türden sorunlar ortaya çıkar? Şimdi bu soruyu ve bununla ilgili olan bazı noktaları ele alabiliriz. Aslında sözlü kültüre ait olan vahiy, durağan yani hareketsiz bir metin olarak yazıya mahkum edilince etrafında onu anlamaya engel faktörler zamanla her tarafını sarmış, insanın aktif olan akıl ve zihin dünyasından uzaklaştırılmış, aynen Tevrat ve İncil gibi ölülere okunan, maddi menfaat ve çıkar amaçlı ölü bir metin hüviyetine sokulmuştur. Şimdi bir vaizle bir yazarın güçlerini, etkilerini ve amaçlarını dile getiriş tarzlarını karşılaştıralım.Vaizin en önemli avantajı bir bağlam ve referans sistemi içinde canlı olarak konuşuyor oluşudur. Dahası o, amacının gerçekleşip gerçekleşmediğini görme olanağına sahiptir. Dolayısıyla konuşmayı bu açıdan farklı biçimlerde dinamik olarak yönlendirir.Bütün bunlara karşı yazar, imla işaretleri veya geniş tasvirlerle yetinmek zorundadır.Bu her iki iletişim biçimi arasındaki farkı anlamanın bir başka yolu da yazılı bir metni dinleyicilere okumak ya da konuşma metnini deşifre edip, yazıya aktarmaktır. Her iki durumda başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kur'an'a baktığımızda onun her bir pasajının bir soruya ya da bir konuya cevap niteliğinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu sebeple Kur'an metninin anlamına, ancak metnin yanıtladığı soru ufkunu kavradığımız zaman ulaşabiliriz.Soru-cevap diyalektiği aynı zamanda iletişim hadisesinin bir sohbet, etki etme ve etkilenme ortamı içinde gerçekleşmesi demektir. Sohbet ortamı konuşmada, âdete söz dışı metin (soru) demektir. Anlam denilen hadise bu söz dışı metin içinde gelişir. Diğer bir taraftan bir kişi, demek istediği bir şeyi, sohbet ortamında dil dışı bazı faktörlerle güçlendirebilir. Bu dil dışında kalan faktörlerin başında kişinin jest ve mimik hareketleri gelir.Sergilediği ahlak ve salih amellerde artı bir avantaj olarak dinleyici kitlesini etkisi altına almaya yetecektir.Batıl din ve inanç anlatsalar bile sözün gücünü elinde bulunduranlar toplumu istedikleri yönde sürükleme kabiliyetine sahip olurlar. Başka bir değişle anlam, el- kol hareketleri, ses tonunun değişmesi, yüz ifadeleri gibi gerçek sözün söylendiği anı saran bütün insani varoluşsal ortamla belirlenir.Bu yazı ve metne nazaran müthiş bir avantaj sağlar.Son Nebi'ye indirilen vahiy, tarihte gerçekleşmiş birçok olay ve kıssayı aksiyon bir sinema filmi ve canlı bir tiyatro sahnesinde oynanmış gibi aktarması bundan ileri gelmektedir.İnsan Kur'an'daki olayları okuduğu zaman canlı bir sahneyi izliyor gibi olur. Şunu da bilmekteyiz ki, bir sözün anlamı, o sözün hangi durumlarda ne türden bir davranışlar bağlamında kullanıldığıyla ilgilidir.Sözlü iletişimde vazgeçilmez olan yukarıdaki bu unsurlar; yazılı iletişimde ortadan kaybolurlar. Ancak buradaki asıl sorun şudur: Bu unsurları kullanarak var olmuş olan bir metnin yazıya dökülmesi ne anlama gelir? Açıkçası bu sözün bağımsızlaşmasıdır. Bir anda ait oldukları ortamda anlam yüklü olan sözcüklerin içi boş, ölü kapsüllere dönüşmesidir. Eğer söz konusu olan kutsal bir metin (Tevrat-incil-Kur'an) ise durum daha da vahim demektir. Zira yazıya dökülen sözler, özel iletişim durumlarında (bağlamlarından) koptukları, canlı ve dinamik konuşmada söz konusu olan açık düzeltme imkanı da ortadan kalktığı için, yanlış kullanıma ve yanlış anlama riskine açık hale gelirler. Özetle sözün muhatapları için avantaj olan birçok şey sonraki muhataplar için bir dezavantaja dönüşür. Şu gerçek iyi bilinmelidir.Son vahyin sözlü kültür içinden indirilmesi bir tesadüf sonucu değildir. Bu bilinçli bir seçimdir. Çünkü her işinde hikmet sahibi olan Allah'ın sıradan bir seçim yaptığını söylemek abesle iştigal olur. Kaldı ki bunun aksi bir örneği de yoktur. Yani vahiy tarihinde, Allah tarafından elçisiz olarak, bugünkü anlamıyla nazil olmuş bir kitap yoktur. Aslında bu durum Allah'ın kudreti açısından muhal değildir."İnkâr edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbini iyice yerleştirmek için böyle yaptık( parça parça) indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk"( Furkan- 32)Şimdi bir düşünelim, Mekke müşriklerinin kutsal bir kitapları olmadığı halde, onları atalar dinine mahkum eden ne idi?Beden batıl olan atalarının inancından taviz vermiyorlardı?Kürsülerde anlatılan ve sözün gücüne sahip olan hurafe beşeri bir din, kitapta duran ilâhi bir metinden daha etkilidir.İnsanlar neden sohbet etme ihtiyacı duyarlarİşte Resul'ün önemli burada ortaya çıkıyor.Vahyi dile getiren ve onu anlatan mükemmel ahlaka sahip olan Resul olmazsa kitap ölü bir metinden başka bir şey değildirKitapta yani metinde olan gerçeklerden daha çok kürsulerde anlatılan yalan ve hurafeler daha etkili ve daha kalıcı oluyor.Alevileler inançlarını sözün gücü ile devam ettirdikleri için hem daha duygusal, hem daha kalıcı hem de daha etkilidir.Tarikatlar da inançlarını sözün gücü ile yaşar ve devam ettirirler.Kur'an'ın yüzlerce âyetine aykırı olmasına rağmen, nurcular, inançlarında neden son derece bağlıdırlar.Çünkü inançlarını sözün gücü ile her gün sürekli olarak tekrar ederler.Bu inanç hücrelerine ve iliklerine kadar işlemiştir.Bütün bu gerçeklere rağmen vahyi tek kaynak kabul ettiklerini iddia eden bazı aklı evveller, "kitabın Allah Resulü döneminde iki kapak arasına getirildiğini" bazı cahiller de "Kur'an'ın vahiy değil de, gerçekten bir kitap olarak indirildiğini" iddia etmektedirler. Halbuki Kur'an'da geçen "kitap" kelimesi, vahiy anlamında kullanılmıştır.Vahye"kitap" denmesinin sebebi, koruma altında olması, bir hikmete sahip bulunması, baglam ve bütünlüğe sahip olmasından dolayıdır.Bütün Nebilere vahiy anlamında kitap nazil olmuştur.Bakara-Ama kitaplarının adı yoktur.Sözü yerinde ve ölçülü kullananlar ve sözün gücüne sahip olanlar her zaman yazının gücüne sahip olanlara egemen konumdadır.
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(2.YAZI)Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni ilim adamlarının imanlarının Kur'an'a uygun olmadığını şu âyetler ortaya koyar."(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara:) "Yahudi ya da Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız. dediler.De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.Biz, Allah'a bize indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk (ve nehnu lehu müslimün) deyin. Eğer onlar da, sizin inandığınız gibi iman ederlerse hidayeti bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, her şeyi bilendir"( Bakara- 135, 136, 137) Yukarıdaki âyetlerde vahiy'den bağımsız imanın Allah katında bir değerinin olmadığı ve hidayete asla vesile olmayacağı açık olarak görülüyor.İman, ancak Allah'ın indirdiği kitab-a özel kılındığı zaman "teslim" yani İslam mertebesine ulaşıyor.Yani vahyin öngördüğü iman tahakkuk etmeyince Allah'a tam teslim anlamında olan İslam gerçekleşmiyor."Kim de iyi amellerde bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler bunlar içindir"( Tâhâ-75)"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.( Enam- 82)İman ettim demenin hiçbir zaman yeterli olmadığını gösteren en büyük delillerden biri de, "Ey iman edenler!...." diye başlayan onlarca âyettir.Bu âyetlerde "Ey iman edenler!..." denildikten sonra iman iddiasına sahip olan Allah Resulünün arkadaşlarına yani ehl-i sünnet âlimlerinin "gökteki yıldızlar gibidir" dedikleri sahabilere çok sert eleştiriler getirilmektedir. Hatta âyetlerin "Ey iman edenler! diye başlamasının sebebi, Nebi (a.s) in arkadaşlarının imanlarında bir sorun olduğundandır. İmanda bir sorun olmadığı yani saf iman anlamında İslam'ınolduğu Mekke'da inen sürelerde "Ey iman edenler! diye başlayan âyet bulunmaz. MESELA "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir"( Hücurat- 1)"Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Nebi'ye yüksek sesle bağırmayın; Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurat-2) "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, engin merhamet sahibidir"(Hucurat-12)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e ihanet etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"(Enfal-27) Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy ahlakına göre aracısız, şirkten uzak iman olmadan hiçbir zaman İslam gerçekleşmiş olmayacaktır.Yani Şii ve Sünni ilim adamlarının "Biz Müslümanız, Allah'a teslim olduk, dinimiz islamdır" demelerinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Çünkü elçiler tarihinde yani Allah Resullerinin muhatap kılındığı tüm zamanların müşriklerinin zihin dünyalarında yaratıcı olarak daima Allah vardır. Onların Allah'ın varlığı ve büyüklüğü konusunda hiçbir sıkıntıları olmamıştır.Zaten Kur'an tarafından "müşrikin" yani "şirk koşanlar, müşrikler" olarak tanımlanmaları da bu yüzdendir.Onlar din büyüklerini, âlimlerini, iman önderlerini, evliya ve İlâhlarını Allah'a şirk koştukları için müşrik sayılmışlardı.Yoksa Allah'a inanmadıkları veya O'nu inkar ettikleri için değildir. Şu dua Mekke müşriklerinindir."Ey Allah'ım! Eğer bu hak (Kur'an- Resul) senin kadından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir"(Enfal- 32) Başka bir âyette şöyle buyrulmuştur."De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik ve hakim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor?Her türlü işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyleyse (O'na şirk koşmaktan) sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıtan başka ne kalır? O halde nasıl şirke dönderiliyorsunuz"(Yunus- 31,32) Dolayısıyla mezhep, cemaat ve tarikat müşrikleri gibi kadim müşrikler de gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı hareket ettirenin, yağmur yağdıranın, rızkı verenin, hayatı ve ölümü takdir eden gücün Yüce Allah olduğunun farkında oldukları ve Allah'a kendilerince iman ettikleri onlarca âyette çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)