31 Aralık 2017 Pazar

MEZHEPLERİN DİNİ BAŞTAN SONA KADAR YALANDIR 
(1.YAZI)
Aslında bütün hadisler yalandır ve Allah Resulüne karşı açık bir iftiradır.
 Fakat  Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve  müctehit âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını ortaya koymak için bazı rivayet ve ictihatlarını dikkatinize sunmak istiyorum.
MESELA
 Bir anne beş  yaşındaki  çocuğuna "yıkan gel derse" o çocuk bunu hemen  anlayıp gider yıkanır gelir.
Oysa koskoca adamlara "yıkan" denildiğinde, Onlar
"Nasıl yıkanacağım?
 Toplu iğne başı kadar kuru yer kalırsa ne olur? Önce hangi uzvuma su  sökeceğim? 
gibi saçma sapan sorular sorup, Kur'an'ın anlaşılmaz olduğunu iddia etmek mezheplerin ümmeti getirdiği akıl seviyesinin durumunu çok güzel gösteriyor.
 Buradan hareketle  Kur'an'ı Mübin'de kaynağı olmayan kabir azabı, ile alakalı hadisler, özellikle Buhari- Müslim ve diğer hadis kaynaklarında bulunan  "Resim bulunan eve meleklerin girmeyeceği, Cebrail (aleyhisselam)ın resim bulunan örtü yüzünden Allah Resulü'nün evine  girmediği,  resim yapanların cehennemde en şiddetli azaba mahkum olacakları ile alakalı bütün hadisler, namazda baştan sona doğru Kur'an'ın sürelerini  sırasına göre okuma,  imamdan önce secdeye gitmeme ile alakalı hadisler,
( Rivayetlerde Allah Resulü'ne  iftira edilerek bunu yapanların başları ahirette eşek başı olacağı yer alır)
"Namazı cemaatle kılmanın fazileti ile alakalı bütün hadisler,
( Emeviler döneminde halifeler  Hazreti Ali'ye cami  minberlerinde doksan yıl  lanet okutturduklarından dolayı camilerden uzaklaşan ümmeti camilere çekmek için cami ve cemaatle namaz kılmanın faziletine dair Emevi-Abbasi uşakları tarafından yüzlerce hadis  uydurulmuştur)
 "Mescid-i  Haram'da namaz kılmanın fazileti ile alakalı hadisler, özellikle Mescid-i  Haram'da namaz kılmanın diğer mescitlerden yüz bin  derece daha sevap olacağı, Mescid-i  Nebevi'de kılınan namazın diğer mescitlerden bin kat, Mescidi Aksa'da kılınan namazın diğer mescitlerden  beş yüz kat daha fazla sevap olduğu ile alakalı bütün hadisler uydurmadır.
( Ameller iyi niyet ve güzel ahlaka göre değer kazanırlar,
 yapıldıkları mekanlarla alakalı değil)
"Ravza-i Mutahhara olarak adlandırılan yerde namaz kılmanın daha sahip olduğu ve Ravza'nın cennet bahçelerinden bir bahçe olduğu, Nekir ve  Münker rivayetleri,  kabir azabı sorgusu, Hz İsa'nın nuzulü,
 Mehdi'nin zuhuru, Deccal ile alakalı bütün hadisler, kaza namazı, namaz haricinde abdestli olmanın fazileti,
cünüp hayız ve nifas halinde bulunan kişilerin camiye girememeleri, cünüp abdestsiz hayız ve nifas halinde bulunan kişilerin Kur'an'a dokunmamaları gerektiği  ile alakalı rivayetlerin hepsi yalandır.
 Oruç keffareti, kandil gecelerinin fazileti ile ilgili hadisler uydurmadır.
Üç cuma namazını kılmayanın Allah tarafından kalbinin  mühürleneceği, nikahının  düşeceği,  dinden çıkacağı ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
 Dinden dönen kişinin öldürülmesi gerektiği, Cebrail'in sahabi Dihye  sûretinde Allah Resulü'ne  temessül ettiği rivayetlerinin hepsi yalandır.
 Allah Resulü'nün zehirlendiği ve bir kadın tarafından sihirlendiği  ile alakalı bütün  rivayetler yalandır.
 Hulafe'i Raşidin(Dört Halife)  ile alakalı bütün rivayetlerin hepsi yalandır.
 Sahabelerin fazileti ile ilgili bütün hadisler uydurmadır.
 Kur'an'ın bazı sürelerini ve muhtelif bölümlerini bazı zaman dilimlerinde okumanın sevap olacağı ile alakalı bütün rivayetler iftiradır.
 Allah Resulü'nün mucize gösterdiği ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
 Ölülere Yasin ve Fatiha okunabileceği ile ilgili rivayetler, ahiret hayatı,  cennet ahvali,  cehennem azabı, kıyamet alametleri ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
 Gelecek ile alakalı gayp haberleri, şemail(Allah Resulü'nün yüzünün, sakalının, vücudunun, boyunun  nasıl olduğu)  ile ilgili rivayetlerin yekünü yalandır.
 "Kim şunu bunu yaparsa denizlerin köpüğü kadar sevap alır, kim şunu böyle  yaparsa annesinden doğduğu gün gibi günahlardan tertemiz olur"
hadislerinin  hepsi  yalandır. 
"Kim şu ameli yaparsa gelmiş ve gelecek günahları bağışlanır" türü bütün hadisler  iftiradır.
 Az amele çok sevap,  ufak hata ve günahlar için büyük azaplara ve lanetlere müstehak olma ile ilgili bütün hadisler yalandır.
 Bazı yiyeceklerin şifalı olduğu, bazı bitkilerin ilaç olduğu, sineğin bir kanadında zehir diğerinde panzehir olduğu iddia edilen hadisleri hepsi Allah Resulü'ne iftiradır.

30 Aralık 2017 Cumartesi

KUR'AN'DA SALAT'I İKAME ETME
 Kur'an'daki salat'ı ikame etme meselesinin  anlaşılması Kur'an temelli bir din  açısından büyük  bir bir öneme sahiptir.
Din ve hüküm olarak  Kur'an'ı yegâne kaynak  alan dini anlayışın yüzlerce konuda daha tutarlı ve detaycı anlatımı, vahiy dinini  daha mantıklı ve daha yaşanır olduğunu gördüğü halde  mezhepçi anlayışından kurtulamayan birçok kişi kurtuluşunun namaz konusuyla ilgili bir çıkışta aramaktadır.
Hurafeciler  Salat'ı ikame etme konusunu istismar ederek Kur'an'i anlayışı bertaraf etmek istemektedirler.
 (Sanki bu konu batıl  mezheplerinde bulunan en koyu şirki ve binlerce hurafeyi  hasıraltı edebilirmiş gibi)
Kur'an'ı dinin tek  kaynağı olarak yetersiz gören bu mezhepçi yaklaşımı benimseyenler "sırf Kur'an'dan dini anlamaya çalışsak salat'ı ikame   etmeyi nasıl yapacağız?
 Namazı sırf  Kuran'a  bakarak yerine getiremeyiz.
Demek ki Kur'an dışı kaynaklar lazımdır,,,,," diyerek, Allah Resulü adına İftira edilmiş  mezheplerini ve rivayetlerini kurtarmaya çalışmaktadırlar.
 Mezhepiler'in bu yaklaşım tarzı bile dini hiçbir zaman  anlayamadıklarının  bir delilidir.
 Halbuki olay zannedildiği gibi  karmaşık degil, çok basittir.
Yapılması gereken tek  şey  dinin kaynağını belirleyerek,  dini ona göre anlamak ve  uygulamaktır.
 Dinin gerçek kaynağı ortaya konduktan sonra dinin kaynağını önümüze alıp ondaki salat'ı, savm'ı,  ahlakı ve din adına her şeyi bu kaynaktan anlamamız gerekmektedir.
 Yani salat'ı ikamede dinin kaynağından anlaşılacaktır.
 Dinin kaynağı, akılda daha önceden ezberlenmiş hurafe ve  uydurmalara göre olmamalıdır.
 Yanlış anlamalara sebep olmamak için bazı hususları ortaya koymakta büyük fayda görüyoruz.
 Mevcut uygulamalarda salat'ın ikame etmenin ufak bir parçası olan "namaz kılma" ibadetinin   yerine getirilmesinde birlik ve beraberliği tertip ve  düzeni sağlayan ümmetin toplu ibadetlerine kolaylık getiren yaklaşımlar varsa veya belli bir vakitte yerine getirilmesi bir mecburiyet olmamasına rağmen ümmetin daha çok Allah'ı anması gibi  Kur'an'i bir şuur ve anlayışa hizmet eden uygulamalar varsa  "Ümmetin bu uygulamalarını" muhafaza etmede  elbette fayda vardır.
 Salat'ı ikame etmenin bir parçası olan  namaz kılma  şekli vücut diliyle nesilden nesile aktarılarak gelen gözün ve sözün gücüne dayanan bir ibadettir.
 Aslında Allah Resulü'nün  döneminde Mekke ve Medine'de  uygulanan salat'ı  ikame ibadeti ile günümüzde kılınan namaz birbirinden çok farklıdır.
 Allah Resulü'nün  Mekke ve Medine'sinde uygulanan salat'ı  ikame, insanların bir araya gelerek oluşan sorunları çözme, birlik ve beraberliği sağlama, hem Allah'a kulluk, hem de fakir ve kimsesizlere, yetim ve yoksullara  karşı yapılacak maddi- manevi yardım ve desteğin ne şekilde sağlanacağı, zor durumda olanların nasıl  destekleyeceklerinin plan ve programının ortaya konması anlamına geliyordu.
 Aynı zamanda Kur'an'a baktığımızda salat'ı  ikame etmenin birer cüzü  için gerekli olan secde,  rüku, kıyam, kıraat, kıble, Mescidi Harama yönelme gibi  bütün vecibeler  mevcuttur. 
Yani yardım ve desteğinden ibadeti ile birlikte  salat'ı  ikame etmek için en ince ayrıntısına kadar Kur'an'da açıklamalar vardır.
 Ancak Şia ve Ehli Sünnet ilim adamları  salat'ı ikame ibadetinde bulunan sosyal yardım ve destek unsurunu yok etmiş, aynen Mekke müşrikleri gibi salat'ı kuru hareketlerden oluşan bir ibadete dönüştürmüşlerdir.
 Dolayısıyla  ümmetin nesilden nesile uygulayarak getirmiş olduğu "ümmetin sünnetlerini" Kur'an'ı Mübin'in  eksik olduğu iddiası için delil olarak kullanmaya çalışmak büyük bir hata ve Allah'ın kitabına karşı  büyük  bir ihanettir.
 ibadetler için kutsal kitaba gerek yoktur.
 İşte bu yüzden Kur'an'ı Mübin'de  ibadetlerle alakalı bir sorun ve tartışma veya karşı gelme bulunmamaktadır.
 Salat'ı ikame etme ibadeti Allah Resulü  ile başlayan bir nüsük  değildir.
 Salat'ı ikame bütün elçilere ve  kavimlerine emredilen bir ibadettir.
 Salat'ı ikame aynen savm,  kurban, zekat gibi bütün elçiler döneminde bulunan ibadetler olduğunu Kur'an'ı Mübin'den öğreniyoruz.
( Hud 88, Yunus 87, Enfal 35, İbrahim 40) Dolayısıyla Kur'anı iyi niyetle elimize aldığımızda salatı ikame adına gerekli olan tüm bilgileri içerdiğini görüyoruz.
 Gerçek olarak salat ibadetini karıştıran, zorlaştıran, başkalaştıran, hükümlerini paramparça yapan rivayetler ve mezhep içtihatları olmuştur.
Ataları Luvi'lerden beri kutsal bir kitapları olmadığı halde binlerce  yıldan beri  Aleviler nasıl ibadet edeceklerini bilirler.
 Sadece salat'ı ikame etme  ile alakalı mezhepler arası yüzlerce ihtilaf meydana gelmiştir.
Afrikanın ucra bir  köyünde bile çocuklar kitabını   okumadıkları halde nasıl futbol  oynayacaklarını bilirler.

28 Aralık 2017 Perşembe

YILBAŞI VE NOEL KUTLAMALARI:
 Günlerden beri bakıyorum muhafazakar kesim ile  laik kesim arasında bir Noel kutlamaları tartışması devam edip gidiyor.
Efendim "Noel Hristiyanların bayramıdır, kurtlanmaması gerekir, noel'i kutlayanlar hıristiyanlara benzemiş  olacaklarından dolayı çok büyük günah işlemiş olacaklardır "
 "Yılbaşını kutlamak asla caiz değildir" diyerek kampanyalar,  konferanslar, televizyon programları düzenleniyor.
 Yani gerçekten bu yılbaşı kutlamaları ile alakalı keskin  bir karşı gelme ve ciddi bir  tepki mevcuttur.
 Ben ise bu yılbaşı kutlamalarını ciddiye almıyor  ve hiç ilgilenmiyorum.
 Neden mi?
 Allah Resulü (Aleyhisselam) vefat ettikten kısa bir süre sonra onun arkadaşları birbiriyle savaşmış,  bu savaşlarda binlerce mümin  hayatını kaybetmiştir.
 Muaviye, Yezid, Mervan ve Haccac ile başlayan süreçte Emevi yönetimindeki coğrafyada korkunç katliamlar ve acımasızca cinayetler işlenmiştir.
 Yezid'in barbar ordusu Bizans ordusu ile birlikte Allah Resulü'nün hicret şehri Medine kuşatılmış  binlerce sahabi hunharca  öldürülmüş, Allah Resulü'nün arkadaşlarının kızlarına,  hanımlarına ve gelinlerine üç gün boyunca  tecavüz edilmiştir. 
(Harre Olayı)
 Emevilerin  köpeği Haccac bin Yusuf tarafından Mekke basılmış taş üstünde taş baş üstünde taş bırakılmamıştır. 
Muaviye, Yezid ve Emevi saltanatına leke geleceğinden dolayı bugün Kudüs harem bölgesidir diyen Ehli sünnet dininin âlimleri  hiçbir zaman bu katliamları eleştirmemiş ve sorgulama dahi yapmamışlardır.
 Daha sonraki tarihlerde Kur'an tamamen devre dışı bırakılarak iki kollu yepyeni bir din uydurulmuştur.
 Allah Resulü'nün  adına iftira edilen bu uydurma din  doğduğu günden bugüne kadar,  ümmeti  her türlü   işkence  ve  ızdıraplara  mahkum etmiştir.
Kur'an'a en yabancı hatta Kur'an İslam'ına en büyük düşman olan bu iki kollu şirk dini günümüz teknoloji ve bilim çağında  bile Kur'an'a en ufak bir geçit vermemektedir.
 Bu dünyanın en korkunç ve vahşi batıl  dini ümmetin üzerinde karanlık hakimiyetini en kötü bir şekilde sürdürürken, yılbaşı kutlansa ne olur, kutlanmasa ne olur?
 Bundan dolayı ben bu yılbaşı ve Noel kutlamaları ile alakalı bir şey söylemeyi abes görüyorum.
 Bir yanda dünyanın en karanlık ve apaçık şirk olan bir dini yaşayacaksınız, öbür taraftan Noel kutlamalarına karşı çıkacaksınız.
  Buhari'nin  hurafe ve yalanlarını Allah'ın kitabına tercih edenlerin başka bir günahtan söz etmelerinin bir manası var mı?
 Rahmet ve hidayet  kaynağı olan Kur'an'a sırt çevirenlerin din ve iman adına milleti aldatmalarının  haklı bir gerekçeleri bulunur mu?
 Bırakın yılbaşı ve Noel kutlamalarını sorgulamayı, dünya milletleri karşısında sizi en rezil ve sefil  hale getiren hurafe  dininizi sorgulayın.
 İslam toplumunda Noel ve yılbaşı kutlamalarını eleştirmek kadar abes bir iş yoktur.
 Hani din Kur'an ve Tevhid dini  olsaydı,  İslam toplumu mükemmel bir ahlaka ve gelişmiş bir medeniyete sahip bulunsaydı, Hristiyan ve Yahudilerle alakalı bir söz söyleme hakkını kendimizde bulabilirdik.
 Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda gayri müslimleri eleştirmekten daha fazla kendini Müslüman görenlere şiddetli bir özeleştiri mevcuttur.
 Şu İslam aleminde yılbaşı ve Noel kutlamalarına getirilecek eleştirilerden önce bizim uydurma dinimizde ve kötü alakamızda o kadar eleştirilecek olumsuzluklar var ki, belki yılbaşı ve Noel kutlamaları en sonradan gelecek bir konudur.
 Neden İslam ülkeleri bir araya gelip Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan, Yemen,Filistin,  Arakan ve  Libya'da sebil gibi  akan Müslüman kanını durduracak en ufak bir çaba göstermiyorlar.
 Siz yılbaşı kutlamaları ile alakalı konuşurken, mukaddes bölgelerin hadimi!!
Amerika ve İngiltere kölesi  Suudi Arabistan Kralı çoktan Hristiyanlığın  kucağına oturmuş bulunmaktadır.
 Aslında önemli konuları terkedip önemsiz konularla uğraşmak bir Yahudi ve Müşrik ahlakıdır.
 Uydurma kandilleri kutlama ile  Noel'i kutlama arasında ne fark vardır.
 Uydurma ve yalan mevlüt, zikir ve salavatlarla ibadetlerinizin makbul, sa'yinizin meşkür, günahlarınızın mağfur olacağını mı zannediyorsunuz.
 Bizim durumumuz batan gemisini boyamaya ve süsleme çalışan kaptanın durumu gibidir. Dolayısıyla uydurma ve şık dini terk edip Kur'an'a dönmeden bizim dini bir konuda söz söyleme hakkımız olamaz.

27 Aralık 2017 Çarşamba

KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(5.YAZI)
 "Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır.
 Kim Allah'a ve elçisine (Resulehu) itaat ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur"
( Nisa, 13)
"Kim Allah'a ve Elçisine(Resülehü) karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"
( Nisa, 14)
 Yukarıdaki  iki âyette geçen "Resul" kavramı "Kitab  Resul" anlamında kullanılmıştır.
 Çünkü kıyamet gününe kadar Allah'ın sınırlarını gösterecek tek kaynak  Allah'ın kitabı olan Kur'an'dır.
 Dolayısıyla kim "Kitap" olan  "Resul'e" itaat ederse, son Nebi ve Elçi Muhammed (as)a dolayısıyla  Allah'a itaat etmiş ve Allah'ın sınırlarını korumuş olur.
 "Küfür yoluna sapıp  Elçi"ye (Resül) İsyan edenler  o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve  Allah'tan  hiçbir haberi  gizleyemezler.
 (Nisa, 42)
 Yukarıdaki âyette geçen "Resul" "Kitap" olan  "Resul"anlamında kullanılmıştır.
 Çünkü âyet kıyamet gününe kadar gelecek olan kafir ve müşrikleri hedefe koymaktadır.
 Oysa "Beşer" olan  "Resul"  yaşadığı hayat  ile kayıtlıdır.
 "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Elçiye(Resül) itaat edin. Ve sizden olan emir sahiplerine(Kur'an Ehli muvahhidlere) de.
  Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resul'üne götürün,  bu hem hayırlı, hem de netice bakımdan daha güzeldir"
( Nisa, 59)
"Beşer- Resul) ile  "Kitabı Resul" Allah'ı temsil ederler.
 Yani bu iki kavram misyonları gereği  Allah'ın emirlerini ortaya koyarlar.
 Resul'ün  tamamen Allah'ı temsil ettiğini ileride gelecek ayetlerde çok açık olarak görülecektir. Yani bir sorunu Resul'e götürmek.
 Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne müracaat etmek,
Kur'an'ın sistemini göz önünde bulundurmak, hikmetinden yaralanmak, Kur'an'dan bağımsız hareket etmemek  demektir.
 Yoksa kıyamet gününe  kadar gelecek olan milyarlarca  insan beşer olan  Allah'ın Resul'ünü nerede bulacaklar?
Şia, aynen  Ehli sünnet âlimleri gibi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan haberleri olmadığı için bu âyetteki
"Resül" kavramına "Mehdi'nin zuhuru" olarak yorum yapmışlardır.
 Bütün bu hakikatleri dile getirmemizin ana sebebi
Nebi ile Resul'ün  arasında bulunan farkları ortaya koymak, din ve hüküm  olarak Allah tarafından indirilen
vahyin  dışında insanları bağlayan ve sorumlu oldukları bir kaynağın olmadığını göstermek içindir.
 Yani Allah'ın Resul'ünü  gerçek olarak öğrenmek isteyenler için Kur'an'ın dışında başka bir rehber bulunmamaktadır.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(4.YAZI)
 Aslında "Beşer" olan "Resul" insanlara sadece Allah'ın âyetlerini okuduğu, sadece âyetleri tebliğ ettiği ve indirilen kitabı duyurduğu için "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında bir fark yoktur.
 Ancak "Beşer" olan "Resul'"ün hareketleri, diksiyonu, etkileyici hitabeti,güzel ahlakı ve mükemmel  örnekliği kendi döneminde yaşayan insanlar için bir avantaj olarak görülebilir.
Ancak  Allah(cc) kıyamet gününe kadar gelecek insanlar için bu avantajı
"Kitap Resul'"ün belağat ve edebiyatı ile ileriye dönük mucizeleriyle ve muvahhidlerin  güzel ahlakı ile kapatmıştır. 
Dolayısıyla Kur'an ehli muvahhidler hayatlarında Kur'an'ın örnekliğini  en güzel şekilde ortaya koymak zorundadırlar.
 "Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan,( şirk'ten)  kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Elçi (Resulen) göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.
 Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler"
 (Âli İmran, 164 )
Yukarıda buyrulan  kesin delilde  "Resül" ve "Kitab"ın, "âyet" ve "hikmet'"in hakim olmadığı  toplumların sapacaklarını açık olarak ortaya konuluyor.
"Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Resul'ün çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük  bir mükafat vardır"
( Âli  İmran, 172)
 Mademki Allah'ın son mesajı olan Ku'ran evrenseldir ve kıyamet gününe kadar gelecek  bütün insanları ilgilendiriyor.
 O halde Kur'an'da bulunan "Resül" kavramı iki anlama gelmek zorundadır.
1-) "Beşer Resul" aynı zamanda "Kitap Resul"ü duyuran, onu ilan eden ve vahyi tebliğ eden kişidir.
 2-) "Beşer Resul" olan  Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettikten sonra onun yerine, onun misyonuna sahip olan "Kitap Resul" devreye giriyor.
"Rabbimiz! Bize, elçilerin (Rusülike) vasıtasıyla vâd ettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil rüsvay etme, şüphesiz sen vâdinden dönmezsin"
(Âli  İmran, 194)
 Yukarıdaki âyette geçen  "Elçiler" Allah tarafından indirilen "Vahiy'ler" anlamında kullanılmıştır.
 Çünkü Allah vâd ettiklerini indirdiği kitapta haber vermiştir ve bütün vahiy'leri içinde toplayan son Resul  olan Kur'an bu gerçeğe  şahittir.
 "Beşer" olan "Resul'e" ulaşan insanların sayısı sınırlıdır.
 Fakat "Kitap" olan "Resul'e" ulaşan insanlar büyük  çoğunluğu teşkil eder.
Kıyamet gününe kadar milyonlarca belki milyarlarca insan "Kitap" olan "Resul'e" ulaşma  imkanları mevcuttur.
 Aslında "Kitap" olan "Resul'e" ulaşan bütün insanlar, indirilen tüm vahiy'lere ve bütün elçilere ulaşmış sayılırlar.
 Kur'an gönderilen tüm elçilerin ve indirilen tüm vahiy'lerin  geniş bir özeti gibidir.
"NAMAZI MİLLETİN BAŞINA BELA ETTİLER" SÖZÜNÜN  ANLAMI:
 Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerine indirilen vahiy'lerde ve İslam dininde en önemli emirler  tevhid, güzel ahlak, adalet, emri bil'maruf- nehyi anil' münker, İnfak,
merhamet,  Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi, elçilerin hayatlarının ve mücadelelerinin önemi, akraba, ana-baba ve insan hakları,
Allah yolunda cihad, vahyin başka sözlerle bozulmaması, helal ve haramların Allah tarafından belirlendiği,  Kur'an'a sımsıkı sarılma ve sadece ona tabi olmakla alakalı vb. yüzlerce ayet bulunmasına  rağmen,
 Allah Resulü'nden  sonra uydurulan rivayetlerle, rivayetlerden yapılan içtihatlarla, daha sonra ictihatlardan oluşan
mezhepler yoluyla vahyin ağırlık verdiği değerlerden daha çok uydurulan hadislerden ve ictihatlardan meydana getirilen  ibadetler ağırlık kazanmıştır.
  Tabi namaz dinin direği ve namaz eşittir din olunca, bu sefer İslam ümmetinin fakirlik ve sefaletinin karşısında büyük ve gösterişli mabetler inşa edilmiştir.
 Yani ümmeti mâbetlere ve namaza  esir edilerek vahiyin değer verdiği diğer önemli emirler ve hayati meseleler  zamanla unutularak yok edilmiştir.
 MESELA
 Ehli Sünnet mezheplerinin hadis kaynaklarında tevhid, güzel ahlak, adalet, insan hakları ile alakalı fazla bir şey yer almazken, namaz kılmak, hacca gitmek, oruç tutmak, zekat vermek ile alakalı yüzlerce kaynak meydana getirilmiştir.
 Özellikle dinin tevhid değil de, namazın üzerine oturtulması, namaz kılmak, temizlik,  suların durumu, kuyuların suyu, durgun ve akan su, suların hükmü, suyun  tadı, kokusu, rengi, miktarı, cemaatle namaz, sarık ve misvakla namazın fazileti, safların düzenli olması ile alakalı binlerce madde ortaya sererek  korkunç derecede zor ve yaşanmaz  bir din meydana getirmişlerdir.
Kur'an'dan bağımsız olarak  fındık kabuğunu doldurmayacak şeylerle yüzlerce "kutsal kaynaklar" yazmışlardır.
Namaz kılmak için temizlik, sular meselesi ve namazın üzerinde o derece durmuşlar ki, artık namaz kılmak eşittir din olmuştur.
 Temizlik,  suların hükmü,  namazın farzları, vacipleri, sünnetleri,  müstehapları, mekruhları abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehaplar, mekruhları  ve diğer teferruatlarından  İslam'ın ana konularına sıra gelmemiştir.
 MESELA
Ehli Sünnet'in "kutsal kaynakları" olan "kütübü sitte" de Allah Resulü adına İftira edilmiş  öyle hadisler vardır ki,  güya Allah Resulü  (Aleyhisselam)
 "Namaz kılmayan kafirdir, cemaate gitmeyenin evini yakmak içimden geliyor" buyurmuştur. 
Tabi uydurulan rivayetlerle üzerine oturtulan hurafe  din sanki  Allah Resulü'nden gelen Elçin'in sözleri olarak bir hüküm  kabul edilmiştir.
 İşte bütün bu hurafelerin yoğunluğundan dolayı  Hüseyin Atay haklı olarak "Namazı milletin başına bela ettiler" sözünü sarfetme ihtiyacı  hissetmiştir.
 Aslında Mekke müşriklerinin namazı ile Ehli Sünnet mezheplerinin namazı arasında bir fark yoktur.
 Mekke müşrikleri Allah'a şirk koşarlar, kibirden cimriliğe  kadar her türlü kötü ahlaka sahip olmalarına rağmen,  namaz kılar, Hac ve Umre yapar, tavaf eder, kurban keser ve Kâbe'ye çok değer verirlerdi.
 İşte Allah böyle namaz kılan, Hac ve Umre yapan kötü ahlak sahibi mekke müşriklerine "sizin gibi kötü  ahlak ile namaz kılan müşriklere  yuh olsun" buyurmuştur.

26 Aralık 2017 Salı

KUR'AN'DA BİR KONUYU ANLAMADA PRENSİPLER
Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri uydurma hadis ve yalan ictihatlarla  Kur'an'ın anlamını tahrif ettiklerinden ötürü aslında apaçık olan  bir çok konu anlaşılmaz hale gelmiştir.
İşte bu yüzden Kur'an ehli muvahhidlerin  bazı gerçekleri açıklamaları  bir zaruret halini almıştır.
 Kur'an'ı Mübin'in  dinin tek kaynağı olduğu yani "Din= Kur'an" olduğu hiç bir zaman  unutulmamalıdır.
 Kur'an'ın Allah kelamı olduğu ve bizim tevhid dinini  anlamamız için indirildiğini de devamlı aklımızda tutmak zorundayız.
 Konular, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde düşünülmeli ve çözümlenmelidir.
 Bir kere Kur'an'ın anlaşılması için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmesi hayati bir öneme sahiptir.
 Bir  konuyla ilgili Kur'an'da geçen ne kadar âyet mevcut ise, o âyetler siyak ve sibaklarıyla ele alınmalıdırlar.
 Kur'an'ın her türlü ihtilaftan  koruma altında bulunduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.
 Kur'an'ın  bir yerinde geçen bir konunun, bir fikrin  Kur'an'ın  başka bir yerinde geçen bir konuyla  çelişmeyeceğini  kesin olarak  bilmeliyiz.
Çünkü Kur'an âyetleri aynen galaksilerin,  yıldızların ve gezegenlerin konumları gibi  Allah tarafından bir sistem  (hikmet) üzerine indirilmişlerdir.
"Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem)  üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf, 52)
Kur'an'da yer almayan bir konunun, dinde de yer almayacağı kesin olarak anlaşılmalıdır.
 MESELA,
Kur'an'da "zihar keffareti, yemin keffareti, hata olarak adam öldürme keffareti  bulunduğu halde, "oruç kefaretinin" olmaması bunun dinde yerinin  olmamasını gerekli kılar.
 Bu prensibi uygulayınca dine ilave edilenlerin %90 dan fazlasından kurtuluruz.
 Zor ve karışık bir konu ile karşılaştığımızda, samimi olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden, aklını kullanan ve üzerinde tefekkür edenlerle çözmeliyiz.
 Bu kişilerin samimiyetine en önemli gösterge, önyargılardan uzak, dinin Kur'an ile tamamlandığını  kabul etmeleri olacaktır.

24 Aralık 2017 Pazar

TEVHİD AKİDESİNDEN SONRA DİNİN TEMELİ TEFEKKÜR ETMEK VE AKLI KULLANMAKTIR.    Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
 "Onlara açıklasın (duyursun, tebliğ etsin, ilan etsin) diye her elçiyi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dileyen  kimseyi saptırır,  dileyeni de doğru yola iletir.  Çünkü O,  güç ve hikmet sahibidir"
( İbrahim, 4)
 Allah'ın emirleri eğer kendi dilinizde yazılmamışsa, bunları anlayabilmek için kendi dilinize çevirmek zorundasınız.
 Allah'ın emirleri yalnızca günde beş vakit salat'ı  ikame etmek, yılda bir ay oruç tutmak, ömürde bir kez hacca gitmek değildir.
 Kur'an'da en az yedi yüz yerde Allah (cc) düşünün, aklınızı kullanın, araştırın, inceleyin, icad dedin diye ısrarla emretmektedir.
Bu emirler de en az diğer emirler kadar uygulanmak zorundadır.
Çünkü bunlar da Allah'ın emirleridir. 
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"
( Enfal, 22)
Din bir bütün olduğundan birini uygulayıp diğerini  terketmek dini parçalama ve dağıtma anlamına gelecektir.
 İşte Ehl'i Sünnet ve Şia'nın âlimleri  tam olarak bunu yapmışlardır.
  MESELA
 Onların uydurma kutsal  kaynaklarına bakınız, tefekkür etme  ve aklı kullanma ile alakalı bir "Bâb" açılmamış ve bir "Bölüm" konmamıştır.
 MESELA
 Ankebut Suresi'nin 20. Ayetinde Allah (cc) şöyle buyuruyor.
 "De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilk baştan nasıl yaratılışı başlatmış bir bakın.
 İşte Allah bundan sonra aynı şekilde ahiret hayatını da inşa edecektir. Gerçekten Allah herşeye kadirdir"
 Bu emir, insanların belde belde dolaşarak, gördükleri bütün varlıkları Allah'ın yarattığını onaylayıp "Bunu Allah yarattı, bunu da Allah yarattı, şunu da Allah yarattı" diye yürüyüp geçmesini mi öğütlemektedir?
 Eğer böyle olsaydı, Kur'an'da "Bütün nesnelere bakın, bunları Allah'ın yarattığını tasdik edin" buyururdu.
"Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar bu delillerden gözlerini çevirir  geçerler"
( Yusuf, 105)
 Halbuki bunun gibi birçok ayette somut duyularla, gözle görülmesi buyrulan, nesnelerin  yalnız kendileri değil, bu nesnelerin "yoktan nasıl yaratıldığını,  kimyasal ve biyolojik özelliklerini inceleme ve araştırmaya teşvik etmektedir.
Allah (cc) tüm maddelerin yaratılışlarının nasıl olduğunu inceleme, araştırma, bulma ve icad etme konusuna ağırlık verilmesini istemektedir.
"Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar"
(Âraf, 185)
 Yani şimdi Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin ihmal ettiği bu konu diğer emirlerden önemsiz veya yapılmasa da olur bir nitelik mi taşıyor?
 Aslında bu yapılmadığı zaman diğer emirlerden biri yerine getirilmemiş olur.
 Belki de bu konu İslam toplumunun geri kalmasına ve gayri müslimlerin karşısında sürekli mağlubiyeti getiren en önemli  bir unsur olmuştur.
Dolayısıyla Allah'ın emirlerini Arapça olarak hiç anlamadan ve üzerinde düşünmeden koyunun kaval dinlediği  gibi dinlemek verilen önemli emirleri anlayamamanın bir sonucu olarak Rabbimiz tarafından mükafatla ödüllendirilecek bir davranış asla değildir.
 Kur'an'ı  sadece metninden okuyanlar ve anlamadan dinleyenler ve bundan sevap  umanlar ahirette nasıl bir sürprizle karşılaşacaklarını görecekler.
 Halbuki Allah (cc) insanlara, kendisinin "yaratmaya nasıl başladığını, bilimsel amaçlı deneysel çalışmalarla görmeleri" ile alakalı  emirler verdiği gibi "kendi içinde birbirleriyle çelişen, tutarsız düşünceler, kaynaklar ve inançlar üretmeyin" emrini de vermiştir.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
( Bakara, 42)

22 Aralık 2017 Cuma

MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(24.YAZI)
 Ehli Sünnet'in hadis kaynakları olan Buhari'nin el- Câmiu's Sahih'i,
Müslim'in el Câmiu's Sahih'i, Ebu Davud'un es- sünen-i, İbni Mace'nin es- Sünen'i, Tirmizi'nin es- Sünen'i,
Nesai'nin es- Sünen'i, Ebu Davud et-Tayâlisi'nin  Müsned'i, Ahmed bin Hanbel'in Müsned'i, Esved b.Musa'nın Müsned'i,
Ubeydullah b. Musa el-Absi'nin  Müsned'i, Abdullah b. Zübeyr el- Humeydi, Yahya b.Abdulhamid el-Himmani, Musedded b. Müserhed'in Müsnedleri.
 Bunlara ek olarak bir de Musanneflerde  mevcuttur.
 MESELA
Abdurrezzak b.Hemmam, Ebubekir b.  Ebu Şeybe'nin  musannefleri.
MUSANNEF, 
Hüküm ihtiva eden merfu, mevkuf ve maktu rivayetlerin konulara göre sınıflandırılarak yazılan  kitaplara denmektedir.
 MÜSNEDLER,
 Hadislerin râvi adlarına göre tasnif  edildiği kitap türüne  denilmektedir.
 Bu uydurma rivayet kaynaklarına ek olarak meydana getirilen şerher, açıklamalar, tefsirlerde unutulmamalıdır.
 Hadis ilmine ve hadis üsülüne takılan biri için Kur'an diye bir kitabın hatırlanması artık mümkün değildir.
 Bütün bu kirliliğe ve karmaşaya Said Nursi'nin Risale-i  Nur külliyat'ını, Celaleddin Rumi'nin Mesnevi'sini, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetname'sini, Muhittin Arabi'nin Fususu'l Hikem'ini Hüseyin Hilmi Işık'ın Saadeti Ebediye'sini, Gazali'nin İhya'ı Ulum-Din hurafesini  de unutmayalım.
 Bütün bu eserlerin ve tarikatların gerekli kıldığı kuralları yapmak nasıl çekilmez bir hayat ve zor bir din meydana getirdiğini bir düşünün.
 Kur'an ve Tevhid özgürlüğünün ne kadar önemli bir nimet, hidayet ve rahmet olduğunun farkında olun.
 İşte İslam toplumunda bulunan yoğun cinnet getirmeler, korkunç cinayetler, intiharlar, bunalımlar,  psikolojik hastalıklar hep bu yasakçı zihniyet ve kuralcı yaşam tarzından kaynaklanmaktadır.
 Ele aldığımız bir örnekler ilahların ve evliyanın  uydurma dindeki genel kuralları ve ibadetlerin binde bir bile değildir.
 Bu örnekler Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu hayat dolu dine kıyasla mezheplerin dininin ne kadar zor ve yaşanmaz bir sistem olduğunu göstermektedir.
 Bütün bu eser ve kaynakların daha  yüz katını Ehli Sünnet ve Şia'nın mezheplerinde bulmak mümkündür. 
Yani  burada size  hayali bir  bilgi sunuyor değiliz.
22. ve 23. yazılarımızda ele aldığımız  izahların ve uydurma  ibadetlerin eksiği bir hayli çoktur fazlası ve abartısı asla yoktur.
 Dolayısıyla mezheplerin, cemaatlerin ve tarikatların sunduğu bir inanç ve ibadet hayatı insanları bunalıma, intiharlara, psikolojik hastalıklara ve kula kulluk yapmaya insanı mahkum eder.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(3.YAZI)
 "İman etmelerinden, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
 (Âli İmran, 86)
Allah(cc) dua etme  ile kimseye hidayet vermez, hidayet Allah tarafından indirilen vahiy ile beraberdir. (Bakara, 159)
 Yani Hidayet vahiy'den bağımsız bir olgu değildir.
 Yukarıdaki âyeti güncelleyecek olursak "Resûl" kavramının "Kur'an" hakkında olduğunu görebiliriz.
 Çünkü söz konusu âyette Allah'ın hitabı kıyamet gününe  kadar gelecek  insanları hedef olarak alır. 
Hatta bugün ve İlerideki çağlarda "Kur'an'ın" Allah tarafından gelmiş bir "hak" olduğu daha açık olarak görülecektir.
 "Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de  içinizdeyken nasıl inkâra (hakikatı  görmezlikten)  saparsınız?
 Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir" (Âli İmran, 101)
Yukarıdaki âyette kurulan sistem şu şekilde işliyor
"Allah'ın âyetleri, Allah'ın Resulü, Allah'a bağlanma, hidayetin yolu"
 Demek oluyor ki, "Allah'ın âyetleriyle"  "Resul" "Allah'a ulaşma" ve "hidayeti" beraberinde getiriyor.
Din ve hüküm olarak bunlardan başka bir yerde hidayet arayan sadece sapıklığı ve şaşkınlığı bulacaktır.
 Yukarıdaki âyette de "Resul" kavramına "Kur'an" manasını vermemizin hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü "Beşer" olan "Resul" Muhammed (as) 23 yıllık dünya hayatında insanların içinde bulunuyor, ahlak ve hareketleriyle, okuduğu vahiy ve  edebiyle  onlara yol gösteriyor ve örnek oluyordu.
 "Beşer" olan "Resul" Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettikten sonra Allah insanlık âlemini "Resul"den mahrum eder mi?
  Asla etmez.
İşte bundan dolayı fâni  olan  "Resul" vefat ettikten sonra Allah onun örnekliğini, ahlak ve edebini en güzel bir şekilde ortaya koyan ve onun dilinde hayat bulan  ebedi bir "Resul" olan Kur'an'ı   miras olarak bıraktı.
 Dolayısıyla âyetlerin kalıp ve karakterlerine baktığımızda "Resûl" kavramının iki anlama geldiğini, Allah'ın ebedi bir mucizesi olarak görüyoruz.
 MESELA
 Şu âyete bir bakalım.
 "Allah'a ve Resul'üne  itaat edin ki rahmete kavuşturalasınız"
 (Âli İmran, 132)
 Bugün birisi haklı olarak "Resul" 1400 sene önce vefat etti, biz kime itaat edeceğiz derse, nasıl bir cevap vereceğiz.
 Bu âyette açık olarak "Kur'an'ın" "Resul" olduğunu görüyoruz.
 Çünkü Allah'ın  bu hitabı kıyamet gününe kadar gelecek insanlara yönelik bir emirdir.
 "Beşer" olan  "Resul" ölümlü olduğuna göre ebedi ve ölümsüz olan Allah'ın kelamı "Resul'"ün  (Elçi'nin) hidayeti devam ediyor.

21 Aralık 2017 Perşembe

KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜ.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle  şefaat sisteminin kesin ve mutlak çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır.
1-) AHİRETTE SADECE ALLAH'IN ŞEFAATİ VARDIR.
Ahiret gününde Allah'ın merhamet  ve şefaatinden başka hiçbir merhamet ve şefaat yoktur.
Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen,buna alternatif ortaklar ileri sürenler mutlak olarak kafir olurlar, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise küfür daha da katmerleşir, ahlaksızlık ve ahmaklık seviyesini bile geride bırakır.
Ahiret gününde Allah'ın merhamet ve şefaatinden, insanın kendi amelinden  başka hiçbir şefaatin olmadığı ile alakalı ayetler.
"Şüphesiz(hakkı batıldan ayıran) hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür. O gün, dostun dosta hiç bir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.
"Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir.  Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir"
 (Duhan, 40, 41, 42)
"Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir Allah'a kalmıştır"
(İnfitar, 17, 18, 19)
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)
"Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için  herhangi bir ödemede bulunamaz, hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz, onlara asla yardım da yapılmaz"(Bakara, 48)
"Ey iman edenler! Kendisinde artık ticaret, dostluk ve şefaat bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Nankörlük yapanlar zalimlerin kendileridir"(Bakara, 254)
2-) DÜNYADA ALLAH VE ALLAH'IN İZNİYLE  MELEKLERİN ŞEFAATİ VARDIR.
Bu konuyla alakalı ayetler şunlardır.
"Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.
Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,,,,,,"(Bakara, 255)
"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus, 3)
"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "
(Yunus, 18)
  Şefaat ile alakalı ayetlerin iniş sebebi şudur.
Müşrikler İlahlarının ve Evliyalarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı  ayetler nazil olmuştur.
 Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve  ahiret hayatına   iman etmiyorlardı.
Yukarıdaki ayette geçen " Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.
  Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve  efendilerinin   kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.
İşte yukarıda geçen ayetler  dünya hayatında  manevi olarak sadece Allah ve izin verdiği meleklerin yardım edeceğini açıklamaktadır.
  ALLAH'IN RAHMETİNDEN SONRA AHİRETTE   İNSANIN KENDİ AMELİ KURTARICIDIR.
"Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir, 38)
"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm, 39)
",,,,,,,,Onlara: İşte  size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf, 43)
"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin, 53, 54)
AHİRETTE İNSANLAR TEVHİD, GÜZEL AHLAK VE  İYİ AMELLERE GÖRE HESAP VERECEKLERDİR.
Aslında Kur'an'ı Mübin'de ahiret hayatında Allah'ın rahmetinden ve şefaatinden başka şefaatçilerin  var olacağını zerre  kadar gösteren,  ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir.
 Fakat Ehli sünnet ve Şia'nın  uydurma dininin  rivayetleri ile tarikatlardaki hulul  inancının tesiri  ve baskısı  sayesinde böyle bir inanç doğmuş ve gelişmiştir.
 MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer, 44)
ayetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra  yönlendirmesi, mutluluk ve huzur bahşetmesi anlamlarına gelmektedir.
Diğer  bir ayette "Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri,  dilediği ve hoşnut olduğu  kimse için Allah'ın izin vermesi dışında  hiçbir işe yaramaz"( Necmi, 26)
 Bu ayette Allah göklerden bahsetmekte ve şunu  buyurmaktadır.
" Benim iznim ve rızam  dışında dünya hayatında melekler dahi  hiç kimseye yardım ve destek olamaz.
 Yani birçok ayette geçen şefaat kavramı dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir.
 Çünkü Mekke müşrikleri dirilişe inanmazlardı.
Bununla ilgili ayetler çoktur.
  YANLIŞ MEAL VERİLEN ŞEFAAT AYETLERİ.
Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen ayetlerin bir kaçı şöyledir.
YANLIŞ: " Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez "(Sebe, 23)
DOĞRUSU ŞÖYLEDİR " ALLAH'IN HUZURUNDA ,KENDİSİNİN İZİN VERDİĞİ KİMSELERDEN BAŞKASINA ŞEFAAT (YARDIM) ULAŞMAZ, FAYDA VERMEZ "
Yani Allah'ın  şefaatine liyakat kazanamaz.
Veya, ey müşrikler dünyahayatında kendilerine kulluk yaptığınız İlahlarınızın ve evliyalarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.
İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,
 doğrusunda ise Allah'ın şefaatinden yararlanabilen muttaki, Muvahhit müminler olduğu  açıkça anlaşılmaktadır, sefaat eden değil, Allah'ın  şefaatine nail olanlar vardır.
YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)
DOĞRUSU:
"O gün Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate sahip olamazlar "
 Eğer gelenekçilerin  şefaat anlayışına iman edecek olursak  kurtuluşun Tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te   olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.
YANLIŞ MEAL:
"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez "(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)
DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:
"O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (Allah'ın şefaati)fayda vermez "
 Kur'an'dan edindiğimiz Kesin bilgi ile anlıyoruz  ki Allah'tan başka bağışlayıcı ve merhamet edici yoktur.
" Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki" Âli İmran,  135)
 O taptıkları  ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan  mı?  Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"( Neml,  62)
SONUÇ OLARAK:  ALLAH İŞİNE KİMSEYİ KARIŞTIRMAZ.
3-)DÜNYADA İNSANLARIN BİRBİRİNE ŞEFAAT ETMELERİ:
Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.
Fakat kıyamet günü hiç  kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.
Bu hakikatı şu ayet apaçık olarak ortaya koymaktadır.
"Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir, 48)
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(22.YAZI)
 Uydurma kutsallarını tek rehber, Kur'an'ı da bir müzik ziyafeti ve ölülere okunan bir metin haline getirenler, ümmetin içine düştüğü rezalet ve sefaletin baş müsebbibidirler.
 Cehalet, şirk, ilkellik, taklitçilik, yalan, iftira atma ve  aklı devre dışı bırakma hep bu çürümüş zihniyetin özelliğidir.
 Bu Ehli sünnet âlimleri tarih boyunca kendileri dışında kalan bütün din mensuplarını kafir ve cehennemlik olarak  kabul etmişlerdir.
 Halbuki Muaviye, Yezid ve Haccac bin Yusuf ile başlayan süreçte  Ehli Sünnetin tarihinde fazilet, Kur'an'ı anlama,  güzel ahlak, adalet, merhamet, hürriyet,  takva ve İhlas'ın zerresi görülmüş değildir.
Hep kan,işgal,  vahşet, zulüm,şirk,  tasavvuf, kula kulluk, isyan, cehalet  ve adaletsizlik hakim olmuştur.
 Ehli sünnet âlimleri uzun zaman birbirlerini tekfir etmiş, birbirlerine en ağır hakaretleri yapmışlardır.
 Elbette Allah tarafından indirilen vahiy dini çok  kolaydır.
Hakiki  dinde zorluk yoktur.
 Kur'an'da çok kolay anlaşılır, apaçık ve Allah tarafından kolaylaştırılmış bir kitaptır.
Uydurulmuş ilahların ve evliyanın şirk dini ise zorluk ve kurallarla, yalan ve hurafelerle doludur.
 Çünkü bu hurafe ve  karmaşık dinde her uydurma ilahın ve evliyanın kattığı bir kural,her cemaat ve tarikat  şeyhinin iliştirdirdiği bir ahmaklık, her mezhep aliminin eklediği bir ibadet vardır.
MESELA:
 Mezheplerin tarif ettiği uydurma dinde, bir kadın ile kocasının  nasıl bir hayat yaşamalarının ideal olduğunu kısaltarak anlatmaya çalışalım.
Bu karı- kocanın sabahtan akşama kadar bazı işlerinde gözetmeleri gereken sünnet, müstehap, mübah, sevap, helal- haram, mekruhların, farz ve vaciplerin  mezhepçi  zihniyete göre neler olduğuna örnekler vererek geleneklere göre İdeal yaşam tarzını sunmaya çalışalım.
 Böylece Kur'an'ı Mübin'in  son derece kolay ve rahmet  dini ile ilahların ve evliyanın uydurulan şirk,  detaycı, zor dininin farkını kavramaya çalışalım.
 Mezhepçi bey ile mezhepçi hanım uyandıklarında  sağ ayak ile yataklarından kalkmalıdırlar.
Çünkü  hayırlı işler sağ, hayırlı işler sol ayakla yapılır.
 Tuvalete sol ayakla girilir.
 Tuvalete başı kapalı girmek sevaptır. Tuvaletteyken konuşulmaz, eğer biri tuvaletin dışından soru sorarsa bu münasabetsize cevap vermemek daha sevaptır.
Tuvalete giriş ve çıkış dualarını okuma unutulmamalıdır.
 Eğer eşlerden biri gusül abdesti alacaksa, en azından belinde peştemalla yıkanması gerekmektedir.
Çünkü kişi, tek başına tuvalette  iken bile avret yerini kapalı tutmaya çalışmalıdır.
Kıbleye, güneşe ve aya karşı def'i hâcetin yapılması haramdır.
Her ne kadar insanlar onu görmüyorsada, melekler görüyor, meleklerden haya etmek gerekir.
Kadın evinde bile başını açmamalıdır.
Yıkanırken önce sağ omuza, sonra sol omuza su dökmek gibi sıralara uyulmalı ve kitaplarda yıkanma ile alakalı yazıların Arapça duaları okunmalıdır.
Hanefi mezhebinde olanlar zinhar  diş dolgusu yapmamalıdır.
Çünkü gusül abdesti sahih olmaz, cenabet olarak gezmiş sayılır..
 Bu yüzden dişin çürümesi, komple diş çektirip dişsiz kalmayı veya çıkmalı takma dişler taktırmayı gerektirecektir.
 Çıkmalı dişler boy abdesti alırken çıkarılıp altları  yıkanmalıdır, yoksa kişi cenabet olarak gezmeye devam eder.
(Devam Edecek)
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(23.YAZI)
UYDURMA ŞİRK  DİN'İNİN ZORLUĞU
Bunlara göre cenabet olarak gezmek, yemek- içmek haramdır.
 Namaz kılınacaksa sarık takıp yetmiş kat   sevaptan mahrum olmamak gerekir.
 Sarığın yedi metre olması çok  daha uygun bir harekettir.
 Giyilecek elbiseler yeşil, siyah veya beyaz olmalıdır, sarı veya kırmızı elbise giymek bazı mezheplere göre haram bazılarına göre  mekruhtur.
Eşler yemeği yer sofrasında yemelidir, yer sofrasında sağ ayak dikilir, sol ayak alta alınıp oturulur.
 En sevap  yemek şekli üç parmakla olandır.  Yemek yerken konuşmak harama yakın mekruhtur, baş, işaret ve orta parmak ile yemek yenmelidir.
 Yemeğe tuz ile başlamak sevaptır.
 Yemek kesinlikle sağ el ile  yenmelidir, yoksa şeytan yemeye ortak olur,yemekte  bereket kalmaz.
 Yani sol elle yemek yiyenler şeytanları doğurmuş olurlar, yemek bitince üç parmak, baş parmaktan ortancaya doğru yalanır, bu da sünnettir.
Eşler yatağa çıplak olarak girmemeliler.
 Aynaya bakmak sünnettir.
 Erkek aynaya bakıp sakalının bir tutamı geçip geçmediğini kontrol etmeli, sakallı bir tutamı geçerse kesmelidir.
 Erkeğin gözüne sürme çekmesi, saçlarını yağlayıp ortadan ayırması çok sevap  olan sünnetlerindendir.
 Kadın saçını uzatmalı, kesinlikle kesilmemelidir. Kadınların kaşlarını aldırması çok büyük bir günahtır.
 Kadın mahremi olmadan dışarı çıkamaz.
 Kadın için en iyisi dışarı çıkmadan evde oturacaktır.
Radyo dinlemek çok tehlikelidir.
 Müzik, telli sazlar, hele hele  kadın sesi çok haramdır.
 Bu saymış olduklarımız dışında yapılacak olan zikirler, tesbihatlar,
salavatı şerifeler, cevşenler, mevlüt törenleri, kırklık ayinler,
türbe ziyaretleri, tarikat ve cemaat kuralları ve daha bir sürü aklımıza gelmeyen uygulamalar, sünnetler, vacipler,
müstehaplar var ki bu ilahların ve evliyanın şirk  dinini yaşamak gerçekten çok müşkül bir hadisedir.
 Halbuki Allah (Celle Celalühü)  bu gibi zorlukları kaldırmak ve insanları özgür kılmak için Elçilerini göndermiştir.
( Araf, 157)
 Tarikatların, cemaatlerin ve mezheplerin din adına ortaya koydukları saçma sapan  kural ve uygulamaları içine alan yüzlerce kitap yazılmıştır ve bu kitaplar peynir ekmek gibi alıcı bulmaktadır.
Bu uydurmacı hurafecilere, hiçbir zaman iman etmedikleri Kur'an'ı Mübin'den bir ayetle cevap vereceğiz.
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak
"Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz.
 Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler"
(Nahl, 116)

18 Aralık 2017 Pazartesi

MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(20.YAZI)
 Kur'an'ın ortaya koyduğu İslam'ı anlattığımızda ümmi  halk,  mezheplerin İslam'ı ile Kur'an'ın anlattığı İslam arasındaki büyük farkı görünce "Sen dini çok kolaylaştırıyorsun, yani din bu kadar kolay mı? diyerek hayretlerini dile getirmekte ve birçoğu memnuniyetlerini açıklamaktadır.
 Fakat bazıları da Kur'an ehli muvahhidleri  nefsanlikle ve dini kendi rahatımıza uydurmakla suçlamaktadırlar.
  Bu tepki son derece normal olarak karşılanması gerekir.
 Çünkü insan ilk önce doğruyu öğrenmesi gerekir, İnsan ilk önce doğruyu bilirse gelecek olan yanlışı bilir.
 Fakat hayatı boyunca hep yalan ve hurafelerle  büyümüşse doğruya çok zor ulaşır.
 Ömür boyu öğrendiği yanlış ve uydurma  bilgiler artık  onun üzerinde çelikten bir gömlek olmuştur.
Bu konuda  çok güzel bir atasözü vardır.
"Avam nazarında galat'ı meşhur, lugat'ı fasihten evladır"
 Yani "ümmilerin yanında meşhur olmuş hurafeler gerçeklerden daha üstün ve daha makbuldür.
 Bilinçli veya bilinçsiz olarak bu ümmet Kur'an ilminden ve  tevhid  ahlakından uzak bırakılmıştır.
 Allah Resulü'nden  1400 küsür sene geçmiş olmasına rağmen ümmet hala Kur'an'dan habersiz bir hayat yaşamaktadır.
 Bu yüzden apaçık olarak insanlara okuduğumuz ayetleri bile kabul etmekte zorlandıklarını  görüyoruz.
Halbuki  Kur'an'ın belli başlı şahsiyetlere değil bütün insanlara hitap etmektedir.
 Kur'an'ı Ebu Bekir ve Ömer kadar Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Velid bin Muğire'de anlıyordu.
"Bu Kur'an'ını sakın ha dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki galip gelirsiniz"
( Fussilet ,26) diyorlardı.
 Yani İslam düşmanı müşrikler, müminlere karşı üstün gelmenin en önemli yolunun Kur'an medeniyetinin yayılmasını engellemek olduğunu çok iyi biliyorlardı.
 Geçmişten müşriklerin, günümüzde cahil mezhepçilerin İnanç ve  anlayışları aşağı yukarı aynı merkezde birleşmektedir.
 Kur'an anlaşılmaz olunca kitleler, mezhepçilerin imamlarına, şeyhlerine, efendilerine, uydurma  gavs ve kutuplarına  mahkum olacaktır.  Mezhepler tarafından Kur'an anlaşılmaz ve zor olarak kabul edilince, Emevi Abbasi uydurmaları dinin bir bölümü olup olmadığı sorgulanmayacaktır.
 Çünkü tüm bu hurafe ve  yalanlar ancak Kur'an'ın anlaşılması ile karanlık dünyadaki  layık oldukları yeri boylayabilirler.
 Dolayısıyla Kur'an'ın anlaşılması zor olduğunun ilan edilmesiyle, Kur'an'ın  hakemliği elinden alınıp mezheplere verilince, mezheplerin bizzat kendileri olan
Emevi- Abbasi patenti çelişkiler, yalanlar, hurafeler, zorluklar, baskılar, zulümler ve halk üzerindeki hakimiyeti devam edecektir.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(21.YAZI)
 Kur'an'ın çok kolay olduğu ve rahat anlaşılabileceği ile alakalı birçok ayet vardır. "Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?
( Kamer- 17, 22, 32, 40)
( Resulüm!)"Biz Kur'an'ı, onunla Allah'tan sakınanları  müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkanları uyarasın diye senin dilinle indirilip okutarak kolaylaştırdık"
 (Tâhâ- 97)
 "Biz Kur'an'ı öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık"
( Duhan- 58)
Kur'an, cahil bedevilere de alimlere de hitap etmektedir.
 Kur'an tüm insanların mutlak hidayet ve rahmet rehberidir.
 Yukarıdaki ayetlerden anlaşılacağı üzere Kur'an insanların öğüt almaları için  kolaylaştırılmış bir kitaptır.
 İnsanlar anlamadıkları kitaptan nasıl öğüt  alacaklardır?
 Anlaşılmayan bir eser nasıl rehber olur?
Aslında aklını kullanan ümmi insanlar, Kur'an'ı, aklını kullanmayan ilim! sahibi ahmaklardan daha iyi anlayabilirler.
 Çünkü  Kuran'ı anlamak için ön yargı olmayacak, akıl kullanılacak ve Kur'an tek kaynak kabul edilecektir.
 Aksi takdirde Kur'an kendini insanlara zorla kabul ettirmiyecektir.
 Bağlam ve bütünlüğü içinde, ona yoğunlaşarak anlamaya çalışan normal biri Kur'an'ı bir mufessirden daha iyi anlayabilir.
 Kuran'ı anlamanın en önemli iki yolu, aklı kullanmak bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışmaktır.
 Emevi- Abbasi- Osmanlı Ehli sünnet dininin fanatik taraftarları Prof. Ramazan Ayvalı ve Osman Ünlü'nün ilâhları olan "Saadeti Ebediyye" yazarı Hüseyin Hilmi Işık, söz konusu kitabında Kur'an ehli muvahhidlere şu müşrikçe  uyarıları yapmaktadır.
 "Seyyid Abdulhakim Efendi (ks)  buyurdular ki: İbadet, emirleri yapmak demektir.
 Kur'an'ı Kerim'i, hutbeyi okumak ibadettir. Bunların manasını anlamak emir olunmadı. Bunları anlamak ibadet değildir.
 Kur'an'ı  Kerim'i anlamak için yetmiş iki  yardımcı ilmi ve sekiz  temel ilmi öğrenmek lazımdır.
 Ancak bundan sonra Kur'an'ı Kerim'i anlamayı istidat hasıl olup, Cenab-ı Hak nasip ederse anlayabilir.
 Herkes Kur'an'ı Kerim'i anlamalıdır demek, dine müdahale etmek demek olur.
 Kur'an'ı Kerim'i anlamak için istidadı çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lazımdır. Bizim gibi olanlar ise yüz sene de çalışsak Kur'an'ı  anlayamayız.
 Şeriatta ilim diye  faideli bilgilere denir.
 Faideli bilgiler Saadet-i Ebediye'yi elde etmeye yani Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olan ilimdir ki bunlara İslam bilgileri denir"

12 Aralık 2017 Salı

MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(18.YAZI
 Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğunu  anlayacak olan akıl sahipleridir.
 Allah (Celle Celalühü) aklın işletilmesini emrediyor.
Konu ile ilgili bütün âyetlerde Kur'an statik ve durağan  akıldan değil işletilen akıldan söz etmektedir.
MESELA:
"Bu,âyetlerini iyice düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bir kitaptır"
(Sad, 29)
 "İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"
( İbrahim, 52)
 Allah (Celle Celalühü) doğru yola ulaşmada aklın kullanılmasını önemli bir faaliyet olarak ısrarla takdim eder.
 Evet hidayete ulaşmada vahiy yol, akıl bir ışık gibidir.
 Yine  Kur'an'ı Mübin'e göre bilinmeyen bir  şeyin ardına düşülmemelidir.
"Bilmediğim bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi bu işlerden sorumludur"
( İsra, 36)
 Atalardan bize intikal eden bir yapıyı,  sırf atalarımız iletti, atalarımızdan bize geldi diye körü körüne onu İncelemeden kabul etmek ve müdafaa etmek Kur'an'ın birçok ayetiyle çelişmektedir.
 "Onlara ( müşriklere) Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler.
 Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler.
( Hidayet davetine kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler, ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler"
( Bakara, 170- 171)
 Kur'an'a göre her insan aklını kullanmalı, özgür düşünmeli ve  sorgulayıcı bir ahlaka sahip olmalıdır.
 İnsan eğer aklını kullanmadan hareket ederse Kur'an'ın çok sert kanamalarına muhatap olacaktır.
 "Yoksa sen, onların çoğunun hakikaten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar gidişçe daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
 Şüphesiz Allah indinde canlıların en kötüsü aklını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir"
( Enfal, 22)
 Dolayısıyla Rahman ve Rahim  olan Allah'ın kitabını tek kaynak ve  tek rehber kabul etmek akletmenin bir neticesi olacaktır.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(19.YAZI)
 Allah'ın hidayet kelam'ı olan Kur'an'ı Mübin, atalarımızın uydurma inanç ve  kabulleri yüzünden körleşmiş sürüler olmamamız istemektedir.
",,,, Onu yalanladılar, biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları  da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir toplum idiler"
( Araf, 64)
 "Semud'a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı"
( Fussilet, 17)
 Buna karşın, mezhepçi dini yapıyı savunanlar, "aklın gereksizliği, aklın imanla çalışabileceği" gibi  Kur'an'a uymayan  fikirler ileri sürmektedirler.
Aslında  bana fazla şaşırmamak gerekir.
 Çünkü Kur'an'sız Emevi- Abbasi Ehli sünnet dininin  kaynaklarındaki akılla bağdaşmayan binlerce rivayet kabul görmeyecektir.
 Bundan  dolayı bu zihniyete sahip olanların aklı reddetmeleri normal bir olaydır.
 Ümmet öyle bir hale getirilmiş ki ya akıl  reddedilip uydurma rivayetler din kabul edilecek, ya da ümmet aklına sahip çıkıp din konusunda sadece Allah'ın kitabı tek menba ve  rehber kabul edilecek.
İnsanlık tarihi ve Kur'an'ı Mübin bize doğru yolun çoğunluğu sağlamak ile alakalı olmadığını açık olarak göstermiştir.
Tarihin birçok zaman diliminde azınlıklar fikirlerinde haklı olmuş fakat inançları baskı altına alınarak hakkın ortaya çıkması engellenmiştir.
 Şimdi F Gülen, Cübbeli Ahmet veya herhangi  bir Tarikat şeyhinin  ülkeyi ele geçirdiğini bir düşünün,  hakikat ve özgürlük adına bir değer üretilebilir mi?
 Kur'an'a göre iman edenler, inandıkları gerçekler  uğruna toplumun gelenekleriyle zıt düşmekten veya toplumdan dışlanmaktan çekinmemelidirler.
 Çünkü bu Allah'ın bir kanun ve elçilerin kutsal  yoludur.
"İşte böylece, onlardan öncekilere  bir Elçi geldiğinde hemen, o, bir büyücüdür veya delidir, dediler"
( Zariyat, 52)
"Biz herhangi bir ülkeye uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık (idarecileri) Biz, size gönderilmiş olan şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz, demişlerdir"
( Sebe, 34)
 "Andolsun ki senden önceki bütün elçiler de yalanlanmıştı.
Onlar, yalanlanmallarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana geldi"
(En'am, 34)
MUSTAFA İSLAMOĞLU:
11.12. 2017 Pazartesi günü saat 11. 50 civarında hilal tv'de Mustafa İslamoğlu'nu seyrediyorum.
Esma-ul Hüsna (Allah'ın güzel isimleri)nde "hakem" ismini işliyor.
Aşağıdaki âyeti anlattıktan sonra birden hadis ilimleri hakkında geniş bir malumat vermeye başladı.
(De ki): Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabb'in tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma"
(En'am, 114)
 "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir"
(En'am, 115)
 Mustafa islamoğlu'nu dinlerken büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı belirtmek isterim.
 Herhalde bu gidişle Kur'an yolunda bir kaç muvahhidle tek  başımıza kalacağız.
 Çok geniş bir çerçevede hadisleri anlatmaya çalışan Mustafa İslamoğlu hadisleri toptan reddeden ile hadisleri toptan kabul edenleri  aynı kefeye koyarak, toptan reddedenleri Pavlus'a, hadisleri kabul etmeyenleri de
 "Hz. Peygamber (Aleyhisselam)ın hiç konuşmadığını nasıl söylersiniz" diyerek azarladı. 
Şunu iyice  anladım ki, Mustafa İslamoğlu Kur'an'ı tam olarak anlayamamış bir arkadaştır.
Eğer anlasaydı Kur'an onu  habis urlardan temizleyecekti.
 Halbuki Elazığ'a geldiği zaman kalabalık bir ortamda onunla  sohbetimiz olmuştu. Kur'an'dan hayata derneğinde kendisine aynen şöyle bir soru sormuştum.
Hocam hangi hadis olursa olsun şu hadis  Nebi (Aleyhisselam)ın dilinden çıktığını söyleyebilir misiniz?
 "Hayır" dedi.
 Mustafa İslamoğlu din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olmayacağını, dinin indirilen  vahiy'le Kemal'e erdiğini,  Allah Elçilerini vahiy'den ayırmanın küfür olduğunu, (Nisa, 150)
 Allah elçilerinin değerlerini vahiy'den aldıklarını nasıl bilmez?
 Kur'an ile bu kadar haşır neşir olan birisi hadislerin tümünün Nebi (Aleyhisselam)a iftira olduklarını nasıl anlamaz?
Mustafa İslamoğlu insanların  sadece Kur'an'dan sorumlu olduklarını ve hadislerin gereksiz bir bilgi  hatta Kur'an önünde bir bataklık ve Kur'an'dan insanları engelleyen bölücü ve ayrıştırıcı  bir propaganda malzemesi olduklarını nasıl idrak edemez?
 Mustafa İslamoğlu Kur'an da onlarca ayette Allah elçilerinin görevlerinin sadece vahyi tebliğ etmek olduğunu nasıl görmez? 
Mustafa İslamoğlu'na göre  Nebi (as)dan beş bin (5000)hadis nakledilme  ihtimali vardır.
Bu yüzden  hadisleri toptan kabul etmek ile hadisleri toptan  reddetmek  doğru bir şey değildir.
 Ona göre hadisleri ayıklama gerekir.
 İster inanın ister inanmayın ikide bir "Hz. Peygamber, Hz. peygamber" diyen Mustafa İslamoğlu "Nebi" ile "Resul" kavramlarının  arasında bulunan  farklardan da haberi olmamıştır.
 Dolayısıyla sakın Mustafa İslamoğlu'nu kimseye referans olarak vermeyin.
 Hadislerin Kur'an'a  arz edilmesi gerektiğini  savunan Mustafa İslamoğlu'nu  Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde  anlamamış kabul ediyorum.
 Gerçekten Mustafa İslamoğlu'na bu çelişkilerinden dolayı  hem kızdım hem de çok üzüldüm.
 Mustafa İslamoğlu'na  şu soruyu da sormuşum.
 Kur'an kendisinden başka bir eseri veya bir  kişiyi referans olarak verir mi?
 "Hayır" demişti.
 Bugün kalkmış "hadisleri yalanlardan  ayıklamak gerekir" diyor.
 Ben şahsen Mustafa İslamoğlu'nu  gündemimden çıkarmış bulunuyorum.
 Mustafa İslamoğlu tamamen  uydurma,  saçma sapan hadisler hakkında daha  öyle bilgiler veriyor ki hayretler içerisinde kaldım ve televizyonu kapattım.

11 Aralık 2017 Pazartesi

KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(1.YAZI)
 Kur'an'ı Mübin Hz.Adem (Aleyhisselam)dan Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam)a kadar gönderilen bir çok Elçinin hayatını anlatır.
 Aynı zamanda Kur'an evrensel bir mesaj olduğu için kıyamet gününe kadar gelecek insanları muhatap alır.
"De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür.
De ki:
(Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir.
 Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu"
 (Enam, 19)
 O halde Kur'an'daki bütün âyetler Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam) döneminde yaşayan insanları ilgilendirdiği gibi kıyamet gününe kadar gelecek insanları da ilgilendirir ve onları da muhatap alır.
 Bundan doya Kur'an'da "Resul" kavramı  geçen ayetleri yeniden bir değerlendirme altına almak gerekir.
 Bence âyetlerin bir çoğunda bulunan "Resul" kavramı "Kur'an" hakkında kullanılmıştır.
Veya Kur'an'da geçen "Resül" kavramlarının bir çoğunu "Kur'an" hakkında kullanmamızın hiçbir sakıncası yoktur.
 İşte bu yazılarımızda söz konusu âyetleri ele almaya çalışacağız.
 MESELA:
 "Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici  bir "Resül" (Elçi) gelince ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler"
 (Bakara, 101)
 Yukarıdaki âyette bulunan "Resül" kavramı Kur'an  hakkında kullanılmıştır.
  Çünkü Bakara 89. âyette "Resûl" kavramının yerine "kitap" kavramı kullanılmıştır.
 Birde "Resül" kavramı için kullanılan "Allah'ın ininden kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik  edici bir "Resul" gelince bölümü de çok önemlidir.
"Beşer- Resûl" Allah indinden değil, İnsanlar arasından seçilir.
 Aslında "Beşer -Resul" ile "Kitab Resul" arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
 "Kitap- Resul" "Beşer- Resul" sayesinde hayat bulur.
"Beşer- Resul" olmazsa "Kitap- Resul" diye bir şeyden söz edilemez.
BİR MUVAHHİD İÇİN EN ZOR ŞEY
(2.YAZI)
 Allah'ın elçileri bile  insanların çoğunluğunun şirk ve küfürde ısrar etmelerine akıl erdirememişlerdir.
Fakat aklını kullanmayan için  gerçekten yapılacak bir şey yoktur.
  Tarih boyunca İnsanların  büyük çoğunluğu vahiy'den haberi olmayan, cahil, bid'at ehli, din tüccarı, sahtekar ve  yalancı ahmakların peşinde gitmişlerdir.
Aslında gözden kaçırdığımız çok önemli bir gerçek vardır.
 Allah (Celle Celalühü) bu ahmak ve alçaklara karşı sürekli elçilerini ve Kur'an ehli muvahhidleri  uyarıyor.
 MESELA
 (Ey elçi!) Kur'an'ı sana biz, evet biz indirdik.
 Artık Rabb'inin hükmüne boyun eğip sabret, onlardan hiçbir günahkara, yahut hiçbir  nankör kafire boyun eğme"
(İnsan- 23, 24)
 "Sabret, senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme, kurmakta oldukları tuzaktan dolayı kaygı durma. Çünkü Allah (şirk'ten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir"
(Nahl- 127, 128)
 "Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu andolsun  biliyoruz.  Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( En'am, 33)
 Bu Kur'ansız  bid'atçı ahmaklar Kur'an'a İnanmaz, atalarının dinine tapar, Allah'a ve elçisine itibar etmezler.
"Onlar kitap yüklü eşekler gibidirler"
( Cuma,5)
 "Onlar aslandan kaçan yaban eşekleri gibidirler"
(Müddessir- 49,50,51)
 "Onlar akıllarını kullanmayan,  hayvanlardan daha aşağı bir yoldadırlar"
( Furkan, 44)
" Onlar dünya hayatına saplanmış, maddi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen köpeklerdir"
( Araf- 175, 176)
 "Onlar, insanlara uydurma din satarak  mallarını  batıl yollardan yiyen,  altın ve gümüşü yığan cehennem yakıtı din tüccarlarıdır"
(Tevbe, 34)
 Bu gerçeklerden dolayı üzülmeye, sıkılmaya, daralmaya, kendimizi  mahvetmeye  gerek yoktur.
",,,,,,, Rabbinden  sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"
( Maide, 68)
Dolayısıyla son derece sabırlı olmalı ve Allah'ın  hükmüne razı olmalıyız.
 Çünkü Allah'ın elçileri gibi bizim görevimizde sadece vahyi tebliğ etmektir.
 Kendimizi yıpratmak, kahrolmak, mahvolmak  değildir.
 Evet gerçekten bir muvahhid için en acıklı ve zor hayat din satan alçakların dünyasında yaşamaktır.
 Fakat Allah'ın elçileri sabahtan akşama kadar, gece gündüz, her zaman bu ahmaklarla karşı karşıya gerçek bir dünyada yaşıyorlardı.
 Bizim  gibi sanal bir alemde değil,
 Ancak  bu alçakların dünyasında yaşamak Allah katında  elçilerin değerini zirveye çıkardığı gibi, Kur'an ehli muvahhidlerde çektikleri üzüntü,  ızdırap ve işkencenin ödülünü kat kat alacaklardır.
 Alçaklarla temiz ahlak sahiplerinin ortaya çıkması için mutlaka bir ahiret hayatı ve bir mahkeme-i Kübra olması gerekir.
 Yoksa Allah Elçileri ile Firavun gibi zalimler aynı dereceye sahip kalacaklardır.
 Zalim zulmünün karşılığını, âdil adaletinin karşılığını alması gerekir.
"Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve salaklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar.
Allah gökleri ve yeri yerli yerince adaletle yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez"
( Casiye- 21, 22)
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(2.YAZI)
 Muhammed (Aleyhisselam) vefat edinceye kadar "Beşer- Resul" olarak görevinin başında bulunuyordu.
 Vefat ettikten sonra artık tek müracaat edilecek  kaynak  "Kitap- Resul" kalmıştır.
 Bir de onu dile getiren Kur'an ehli muvahhidler. "De ki: Allah'a ve Resul'üne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez"
( Âli İmran, 32)
 Hem "Beşer- Resul" ve hem de "Kitap- Resul" Allah'ı temsil ederler.
 "Beşer" olan  "Resul" olmayınca "Kitap" olan "Resul" din ve hüküm olarak devreye girer.
Yani İnsanlara şu gerçek anlatılmak istenir.
"Din ve hüküm olarak sizin Allah tarafından indirilen vahye uymanızdan başka hiçbir yol yoktur.
Dolayısıyla  İnsanlar tarafından uydurulan  rivayetler hiçbir zaman Resul'ü  temsil edemezler.
Bundan dolayı  hidayete vesile de olamazlar.  "Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resul'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler"
 (Âli İmran, 53)
 Yukarıdaki âyet indirilen vahye  iman etmenin aynı zamanda "Beşer- Resu'e"  tabi olma anlamına geleceğini  veciz bir şekilde ortaya koyuyor.
Demek oluyor ki, Allah Resulü'ne  tâbi olmanın tek şarkı indirilen vahyi tek kaynak kabul etmek, din ve hüküm olarak sadece ona inanmaktır. "Hani Allah, Nebi'lerden "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakileri tasdik  eden bir "Resul" (Elçi) geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde "kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu"
 (Âli İmran, 81)
 Kur'an'da bir çok âyette geçen "kitap" kavramından "vahyi" anlamak gerekir. Kur'an'daki "kitap" kavramı ile bizim bildiğimiz kitap birbirinden farklı şeylerdir.
 Kur'an'ın   kullandığı "kitap" kavramı "ilim üzerine nazil olan ve bir sistemi bulunan vahiy" anlamında kullanılmıştır.
 Yani  "Allah tarafından indirilen, bir hikmeti, sistemi olan ve her türlü ihtilaftan uzak bulunan  vahiy" demektir.
Allah en doğrusunu bilir.
 Bu ayetteki "Resül" kavramı da "Kitab- Resul" anlamına gelmektedir.
 Aslında "Kitab Resul" ile "Beşer Resul" arasında bir fark yoktur.
 "Beşer Resul" ile "Kitab Resul" birbirlerini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır.
 "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece "Kitab Resul"ü anlatır, onu okur, tebliğ eder.
 "Beşer" olan  "Resul" vefat ettikten sonra  bu sefer "Kitab" olan  "Resul" "Beşer" olan  "Resul"ü anlatır, yani  insanlara muvahhidlerin diliyle önderlik eder.

8 Aralık 2017 Cuma

BİR MUVAHHİD İÇİN EN ZOR ŞEY:
        (1.YAZI)
 Dünya hayatında vahiy ehli için en zor şey fikirlerinden dolayı baskı görmek değildir.
 Kur'an ehli  bir muvahhid için dünya hayatındaki  maddi ve manevi  sıkıntılar önemli bir yer işgal etmez.
Dünya hayatında insan hakları ihlalleri, zulüm ve katliamlar, çifte standartlar ve merhametsizlikler halis imana sahip olan muvahhidleri yıpratır, hasta eder.
 Cinayetler, ahlaksızlıklar, cinnet geçirmeler, adaletsizlikler Kur'an ehli muvahhidleri  yorar,  sarsar, çöküntüye uğratır.
 Zengin ve fakir arasında oluşan uçurumlar, zenginlerin cimri olması, devlet adamlarının Kuran'a kayıtsız kalması, makam ve mevkiye karşı  hırsları  Kur'an ehli muvahhidlerin psikolojisini  alt üst eder, ümitsizliğe  sevk edebilir.
Din ve hüküm olaraç Kur'an'ı ümmete  kabul ettirememek insanı en çok  kahreden şeylerden birisidir.
 Kur'an ehli muvahhidleri  en fazla etkileyen,  onları kahreden,
 nefes almalarını zorlaştıran, dünyayı onlar için  cehennemin mutfağı haline getiren en öneml şey cahil ahmaklarla aynı coğrafyada  yaşamaya mecbur olmalarıdır.
 Aklını kullanan bir muvahhid için en zor şey gözlerinin önünde insanların din ile aldatılmalarına  şahit olmasıdır.
Tefekkür ve sorgulama ehli olan bir muvahhid için insanların Allah Resulü ve Kur'an ile aldatılmaları kadar etkileyecek dünyada başka hiç bir olay yoktur.
 Dünyada en büyük alçaklık insanları Allah ile aldatmaktır, dünya menfaati  karşılığında din ve iman satmaktır.
( Bakara, 170- 176)
 Dolayısıyla dünyada en büyük alçaklık ve kahpelik  dinin sırtından para kazanmak, dini bir ticaret meta-ı haline getirmek ve bu ticarete ses çıkarmadan göz yuman vurdumduymaz  ilim adamlarıdır.
Allah elçileri ile  muvahhidler için milyonlarca insanın hiç düşünmeden ahmak bir cahilin arkasında giden sürü kadar hiçbir şey etkileyemez.
" Bu kitab'a (Kur'an'a) iman etmediklerinden dolayı üzüntüden kendini harab edeceksin"
( Kehf, 6)
(Ey Elçi! )Onlar Kur'an'a iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın"
(Şuara, 3)
Bize yuh olsun ki, Allah ile aldatmak, Allah'ın Resulünü süfli emellerine  alet etmek ve uydurma  din ile insanları aldatmak, Amerika'nın  Büyükelçilğini Kudüs'e taşımasının yüzde biri kadar tepki toplamıyor.
 Oysaki tevhid'in merkezi İbrahim (as)ın makamı Mescid-i  Haram dünyanın en rezil adamlarının elinde esir olarak duruyor.
 Bugün Amerika ve İsrail'in en büyük müttefiki Suudi Arabistan kralı ve mescid-i Haram'ın imamları değil mi?
 1400 yıldır bu ümmetin üzerine karanlık bir karabasan gibi çöken, onları perişan eden  uydurma  dinin  eleştirilecek hiçbir tarafı yok mu?
 Veya Allah elçisine gönderilen ve bütün elçilerin tevhid mücadelelerini anlatan Kur'an'ın, Kudüs kadar bir  değeri bulunmuyor  mu?
 Milyonlarca insanın Kur'an'sız bir cahilin izinde  gitmesi Ümmet için Kudüs'ten daha büyük bir yıkım ve kayıp olarak görülmesi gerekmez mi?
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA "HADİS" YOKTUR
(3.YAZI)
Yani  Ehli Sünnet âlimleri  ve Mezhep imamlarının çoğunluğuna göre Allah Resulü  (aleyhisselam)dan asırlar  sonra uydurulmuş "hadis"lerle  Allah'ın "Hadis" adını verdiği Kur'an'ın bazı ayetlerini geçersiz kılmışlardır.  MESELA,
"Allah'ın hadis"i demek olan Kur'an'da zina eden kadın ve erkeğin cezası "zina edenlerin derilerine kendilerini öldürmeyecek yüzer değnek olarak belirlenmişken,,,,"( Nur, 2)
 Ehli sünnet  muhaddisleri  ve âlimleri Allah'ın kitabını "Hadis"ini boş vererek bu konuda yalancıların uydurdukları "hadis"leri uygulamaya koymuş yüz sopa olan cezayı yeterli görmeyip taşlayarak  öldürme ile ödetmeye kalkışmışlardır.
 "Kur'an'da her şeyin açıklaması yok" diyerek iftiracı cahillerin uydurdukları "hadis"leri Allah'ın "Hadis"inin açıklaması olarak ele almış, Allah'ın "Hadis"inden sonra başka "hadis"ler aramış, uydurmuş, bunlara inanmış ve zamanla bu iftiraları dinlerinin tek kaynağı olarak benimsemişlerdir.
 "Bizim rivayet ettiğimiz "hadis"ler Allah'ın buyurduğu "Hadis"i açıklayıcıdır" diyerek  işlemiş oldukları cinayeti ve batıl dini ümmi Müslümanlara güzel göstermeyi de başarmışlardır.
 Halbuki Allah (Celle Celalühü) Kur'an'ı müminler  ders alabilsinler ve anlasınlar diye kolaylaştırdığını çok açık olarak bildirmiştir.
Kitabını pek çok örnekler vererek açıkladığını, kendi "Hadis"inin anlaşılmaz olmadığını, kapalı değil apaçık olduğunu yüzlerce ayette bildirmiştir.
 Ehli sünnet müfessirleri ve mealcileri Allah Resulü'nden iki yüzyıl sonra
 "Allah Resulü  demişti ki,,,,," diye uydurulan "hadis"lere inanınca, Allah'ın "Kur'an'dan sonra  başka  uydurulan "hadis"lere uyulmamasını buyuran âyetlerini çok ilginç bir taktikle anlaşılmaz kılmışlardır.
 MESELA,
 "sabır, Rab, âlem, iman, küfür, hamd"  kelimeleri gibi birçok kelimeyi aynı ile meâl verdikleri halde Allah'ın, kitabında Kur'an için bir çok âyette kullandığı "Hadis" kavramını "Hadis" olarak değil "söz" olarak meâl vermişlerdir.
 Eğer Kur'an'da kullanılan "Hadis" kavramını aynı ile almış olsalardı, uydurulan "hadis"lerin bir  hükmünün olmadığı anlaşılacak  ve yaptıkları sahtekarlık ortaya çıkacaktı.
 Gelenekçi mezhepçiler Kur'an'da geçen "Allah'ın "Hadis"i deyiminin  "söz"ü diye çevirmiş, fakat uydurma "söz"leri "Muhammed( Aleyhisselam)ın "hadis"leri diye bırakmışlardır ve birini Türkçeleştirip öbürünü Arapça bırakarak iki olgu arasında bağlantı kurulabilmesini imkansız  Kur'an'ın en önemli yasağını anlaşılmaz kılmışlardır.
 Kur'an'da geçen "Kur'an'dan sonra başka "hadis"lere uymayın, başka "hadis"lere inanmayın" uyarısını salt Kur'an'dan sonra uydurulan "Nebi( Aleyhisselam)ın "hadis"lerine inanılmasını sağlayabilmek için "söz" diye çevirmişlerdir.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(17.YAZI)
Son Nebi ve Resul olan Muhammed  (aleyhisselam)dan sonra gelecek olan muvahhidler Allah tarafından   Kur'an'ı  anlatmaya ve onu tebliğ etmeye yetkili kılınmışlardır.
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler, gerek Allah'ın yanında, gerekse iman edenler yanında (bu durumları) büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin, 35)
 Yukarıdaki ayette bulunan
 ",,,,gerek Allah'ın yanında, gerek iman edenler yanında bu durumları büyük bir nefretle karşılanır,,,,"
 bölümü, iman eden muvahhidler  için büyük bir müjdedir.
Çünkü bu cümlede iman edenler müşriklere karşı kin ve nefret duymada Allah'ın ahlakına sahip kılınmışlardır.
 Başka bir örnek :
"Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin. Onlar kendilerine ayetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.
 De ki: Size (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha kötüsünü bildireyim mi?
Cehennem!
 Allah, onu kafirlere (ceza olarak) bildirdi.
 O, ne kötü sondur"
( Hac, 72)
 Yukarıdaki ayette geçen ",,,,Onlar kendilerine ayetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar,,,,," cümlesi çok önemlidir.
 Allah( Celle Celalühü) Kur'an ehli muvahhidleri  Allah elçisinin temsilcisi olduklarını bildirmektedir.
Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda atalarının dinine tapan tarihin bütün müşriklerinin Allah tarafından kesin bir yıkım ve yok olma ile karşı karşıya kaldıklarını görüyoruz.
 "Onlara bir zulmetmedik,  fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabb'inin cezalandırma emri geldiği an, Allah ile beraber taptıkları ilanları onlara hiçbir yarar sağlayamadı.( İlahlara ve evliyaya kulluk yapmaları) ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı"
(Hud, 101)
" Nitekim, onlardan her birini günahı(şirk) sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor,  asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı"
( Ankebut, 40)
"Şüphesiz  ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez,  fakat İnsanlar kendilerine zulmederler"
(Yunus, 44)

7 Aralık 2017 Perşembe

İLGİNÇ BİR ALDATMACA (1.YAZI)
 Arap olmayanların Müslüman olabilmeleri için veya Kur'an'ı öğrenmeleri için öncelikle Arap yazısını kullanmaları gerektiği kandırmacasının bin yıl önce olduğu gibi, maalesef  bugünde fanatik ve  cahil savunucuları vardır.
 Koskocaman tarihçiler bile şunu söyleme cehaletini sergilemektedirler.
 "1928 yazı devrimi ile kullanılmakta olan Kur'an alfabesi bir gece içinde değiştirilerek bu toplum cehaletin karanlığına itildi"
"Müslümanları alfabesi değiştirildi, böylece Müslümanlar İslamdan şiddetle uzaklaştırıldı, İslam alfabesi yasak olduğu halde, Müslüman Türk halkı İslam'dan ayrılmadı"
 Halbuki 1928 yazı devrimi'yle toplumsal iletişim aracı olmaktan çıkartılan yazı, bu cahillerin iddia ettiği gibi "Kur'an alfabesi, Müslüman alfabesi, İslam yazısı" değil, "Osmanlı yazısıdır"
 Dolayısıyla 1928 yazı devrimi ile kullanımdan kaldırılan "Osmanlı yazısı"nı ümmi halka "Kur'an yazısı, Müslüman yazısı, İslam yazısı" gibi yaldızlı nitemelerle  sunmak yalan ve aldatmacadan başka bir şey değildir.
 "Kur'an Arapça olarak indirilmiştir"
( Yusuf, 2)
 Kur'an, Mekke, Medine ve çevresinde konuşulan Arapların dili ile indirilmiştir.
 Yani kur'an Müşrik Arapların Allah'ın elçisi Muhammed (aleyhisselam) ın risaletinden  önce kullandıkları bir yazıyla nazil olmuştur.
 Bu yazıyla Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an yazılabildiği gibi, Kur'an'ın anlamını yok eden, onu kaybeden, delillerini karartan uydurma ve iftira rivayetlerde Arapça olarak yazılmıştır.
 Kur'an'a, Allah Resulü'ne  ve tevhid  dinine en büyük hakaret olan hadisler de Arapça olarak yazılmışlardır.
 Kur'an'ın ortaya koyduğu din ile hadislerin uydurma  dini arasında doğu ile batı kadar fark vardır.
Yani Arapça ile Kur'an yazılabildiği gibi nice yüz kızartıcı sövgüler de yazılabilir.
 Biraz akıllı ve mantıklı olun.
 Yazının dini yoktur, yazı bir gelenek, bir kültür, bir medeniyet ve bir mirastır.
 MESELA,
 Arapça olarak "Allah'tan başka ilah yoktur" tevhid cümlesi yazılabileceği gibi, "Allah Üçtür, Meryem oğlu Mesih Allah'tır" cümlesi de yazılabilir.
 Allah Resulü  döneminde şirk koşan Mekke'liler ve Necran  Hristiyanları Araptı.
 Ve bunlar Arapça olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne  reddiyeler yazarak, Kur'an'ın indiği Arapça'yla ona  karşı gelerek  her türlü hakareti yaptılar.
 Öyleyse sanki Arapça yazısı Kur'an'a ve  Müslümanlara özgü bir dilmiş gibi, "Kur'an, İslam, Müslüman alfabesi" adlarını takmak, çok cahilce bir harekettir.
 Arapça dilinin üzerinde bu kadar durmak, onu  kullanmak, Arapça yazısının kutsallığı  meselesi  Emevi ırkçılığından başka bir değer taşımaz.
İLGİNÇ BİR ALDATMACA  (2.YAZI)
Bugün  yeryüzünde Kur'an'dan en uzak olan millet Arapça yazan ve Arapça okuyan Arap milletidir.
 Dünyada bulunan  tüm milletlerden sonra ancak Arap milleti Kur'an'ı Mübin'i anlamaya başlayacaklardır. 
Kur'an'ı anlama dil ile alakalı bir şey değil, aklı kullanma ve tefekkür  ile alakalı bir olaydır.
MESELA,
 Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaat ve tarikatların kutsal kitabı Kur'an değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Malik Bin Enes'in Muvatta'sı, Ahmet Bin Hanbel'in sünen'i gibi uydurma ve iftira  hadis kitapları hayata hakimdir.
 Mekke'de gençler arasında meydana gelen  bir kavgaya şahit oldum birbirlerine öyle  küfür ediyorlardı ki, yaptıkları sövgüler kullandıkları ağır cümleler dünyada  başka hiçbir dilde bulunmaz.
Dolayısıyla Emevi ırkçılığını ev Ehli sünnet dinini bırakın da Kur'an'a, evrensel alaka ve Tevhid akidesine gelin, doğru yol buradadır.
 Emevi ırkçılığında ve  uydurma Ehli Sünnet dininde  hiç bir hayır yoktur.
 Madem Osmanlı "Kur'an alfabesini, İslam yazısını" kullanıyor idiyse neden Kur'an'dan hiçbir şey anlamamış, hiçbir ders çıkarmamış,  hiçbir ibret almamıştır.
 Neden Arapça eğitim veren medrese mollaları ve tarikat şeyhleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamıyorlar.
 Kur'an Arapça inmiş olmasına rağmen ona en sert tepkiyi Arapça konuşan Mekke müşrikleri vermiştir.
 Allah Resulü'nün  vefatından kısa süre sonra Kur'an'ı en iyi anlaması gereken Araplar binlerce hurafe hadis  uydurarak Kur'an'dan yüz çevirmişlerdir. 
Edebi ve belağat olarak bazı diller diğerlerinden üstün olabilir, fakat dini açıdan hiç bir dilin başka bir dile üstünlüğü yoktur.
 Hiçbir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü olmadığı gibi.
 "O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"
(Rum, 22)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA "HADİS" YOKTUR
(3.YAZI)
Yani  Ehli Sünnet âlimleri  ve Mezhep imamlarının çoğunluğuna göre Allah Resulü  (aleyhisselam)dan asırlar  sonra uydurulmuş "hadis"lerle  Allah'ın "Hadis" adını verdiği Kur'an'ın bazı ayetlerini geçersiz kılmışlardır.  MESELA,
"Allah'ın hadis"i demek olan Kur'an'da zina eden kadın ve erkeğin cezası "zina edenlerin derilerine kendilerini öldürmeyecek yüzer değnek olarak belirlenmişken,,,,"( Nur, 2)
 Ehli sünnet  muhaddisleri  ve âlimleri Allah'ın kitabını "Hadis"ini boş vererek bu konuda yalancıların uydurdukları "hadis"leri uygulamaya koymuş yüz sopa olan cezayı yeterli görmeyip taşlayarak  öldürme ile ödetmeye kalkışmışlardır.
 "Kur'an'da her şeyin açıklaması yok" diyerek iftiracı cahillerin uydurdukları "hadis"leri Allah'ın "Hadis"inin açıklaması olarak ele almış, Allah'ın "Hadis"inden sonra başka "hadis"ler aramış, uydurmuş, bunlara inanmış ve zamanla bu iftiraları dinlerinin tek kaynağı olarak benimsemişlerdir.
 "Bizim rivayet ettiğimiz "hadis"ler Allah'ın buyurduğu "Hadis"i açıklayıcıdır" diyerek  işlemiş oldukları cinayeti ve batıl dini ümmi Müslümanlara güzel göstermeyi de başarmışlardır.
 Halbuki Allah (Celle Celalühü) Kur'an'ı müminler  ders alabilsinler ve anlasınlar diye kolaylaştırdığını çok açık olarak bildirmiştir.
Kitabını pek çok örnekler vererek açıkladığını, kendi "Hadis"inin anlaşılmaz olmadığını, kapalı değil apaçık olduğunu yüzlerce ayette bildirmiştir.
 Ehli sünnet müfessirleri ve mealcileri Allah Resulü'nden iki yüzyıl sonra
 "Allah Resulü  demişti ki,,,,," diye uydurulan "hadis"lere inanınca, Allah'ın "Kur'an'dan sonra  başka  uydurulan "hadis"lere uyulmamasını buyuran âyetlerini çok ilginç bir taktikle anlaşılmaz kılmışlardır.
 MESELA,
 "sabır, Rab, âlem, iman, küfür, hamd"  kelimeleri gibi birçok kelimeyi aynı ile meâl verdikleri halde Allah'ın, kitabında Kur'an için bir çok âyette kullandığı "Hadis" kavramını "Hadis" olarak değil "söz" olarak meâl vermişlerdir.
 Eğer Kur'an'da kullanılan "Hadis" kavramını aynı ile almış olsalardı, uydurulan "hadis"lerin bir  hükmünün olmadığı anlaşılacak  ve yaptıkları sahtekarlık ortaya çıkacaktı.
 Gelenekçi mezhepçiler Kur'an'da geçen "Allah'ın "Hadis"i deyiminin  "söz"ü diye çevirmiş, fakat uydurma "söz"leri "Muhammed( Aleyhisselam)ın "hadis"leri diye bırakmışlardır ve birini Türkçeleştirip öbürünü Arapça bırakarak iki olgu arasında bağlantı kurulabilmesini imkansız  Kur'an'ın en önemli yasağını anlaşılmaz kılmışlardır.
 Kur'an'da geçen "Kur'an'dan sonra başka "hadis"lere uymayın, başka "hadis"lere inanmayın" uyarısını salt Kur'an'dan sonra uydurulan "Nebi( Aleyhisselam)ın "hadis"lerine inanılmasını sağlayabilmek için "söz" diye çevirmişlerdir.

6 Aralık 2017 Çarşamba

FETÖ NEDİR? 
Fetö şirktir, hurafedir, uydurma dindir, dini maddi çıkarlara alet etmektir, cehalettir, ihanettir ahmaklıktır.
 Fetö "Haçlılar sizin kızınıza karınıza ilişmezler" diyecek kadar alçak bir cahildir.
 Fetö uydurma dinin ve Risale-i Nur'un bir aynasıdır.
 Fetö, Kur'an'da ne kadar yasaklanan bir şey varsa mutlaka onu işleyen bir haramidir.
 Fetö'nün  Hristiyan ve Yahudi sevgisi,onlarla işbirliği ve dostluğu onun cehenneme girmesine delil olarak yeter.
 Rahmân ve rahîm olan Allah Kuran'ı Mübin de şöyle buyuruyor.
" Ey iman edenler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin bunu yaparak Allah'a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?" (Nisa,144)
 Fetö, Kur'an'sız  ve imansız uydurma dinin en fanatik bir taraftarıdır.
 Fetö, Şia ve Ehli Sünnetin  bütün hurafelerini eserinde toplayan uydurmacı Sait Nursi'nin nursuz bir talebesidir.
 Fetö,  tarihin karanlıklarını kendisinde toplayan kapkaranlık bir zihniyettir.
 Fetö'nun Kur'an'daki tarifi şöyledir.
"Bunlar iman ile küfür arasında zikzakçı,  mütereddit= kararsız, mütehayyir= şaşkın bir haldedir, ne onlara ne de bunlara yani  ne müminlere  yarayışlı olurlar nede kâfirlere,  ikisi arasında bocalar dururlar. Çünkü bunları Allah şaşırtmıştır. Kim Allah'tan sapıklığının devamını isterse artık onun için bir yol bulamazsın"
( Nisa, 143)
 Fetö, yukarıdaki ayette anlatılan münafıklardan daha alçak çıkmıştır.
 Çünkü münafıklar müminlere  yaramadıkları gibi kafirlere de yaramazlar.
 Fakat Feto İslam dininin  en büyük düşmanlarına köpeklik etmekten kaçınmamıştır. Fetö'de Kur'an ahlakı  olmadığı için,  daha doğrusu fetö  Kur'an, ilim,  akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı bir mukallid olduğu için Allah'ın hidayet, rahmet ve mağfiretinden uzak kalmıştır.
 Feto Kur'an'sızlığın nasıl dehşetli bir hastalık olduğunu gösteren apaçık bir delildir.
 Fetö'de iman, güven, merhamet, kanaat, ahde vefa, eman ve emniyet, sevgi ve adalet, kardeşlik ve istikamet yoktur.
 Fetö, 1400 yıllık bir sorundur.
 Fetö, hâlâ  Allah'ın elçisini  istismar ederek Resülüllahın hapiste olan teröristlerle beraber yemek yediğini anlatıyor.
Fetö'de hainlik, casusluk, mal toplama ve yığma  düşmanlara uşaklık,  Müslümana ve Tevhide kin ve düşmanlık vardır.
 Fetö, hoşgörü, dostluk ve muhabbeti İslam düşmanlarına karşı gösterirken, ümmete karşı kalleşlik, casusluk ve ihanet  göstermiştir.
 Fetö musibeti Diyanet'in ve  ilahiyatçıların cehalet ve  rezilliğini gösteren en güzel bir delildir.
 Fetö'de iman edenlere karşı ihanet, Kur'an düşmanlarına karşı köpek gibi bir sadakat mevcuttur. 
Fetö'de hiçbir ahlaki ilke mevcut değildir.  Allah'ın belası Fetö örgütünün üzerine lanet üzerine lanet yağmıştır.
 Hangi şartla olursa olsun fetö'nün başarılı olmasını isteyen  alçaktır,  fetö'ye karşı sessiz kalan de alçaktır.
 Fetö'nün kitabında mertlik ve  cömertlik diye bir şey yazmaz.
 Eğer fetö'de zerre kadar Kur'an bilgisi, az tefekkür, biraz aklı kullanma, asgari bir sorgulama ve  minimum bir özgürlük sevgisi olsaydı kısaca Kur'an'a iman olsaydı Allah bunların üzerine bela üstüne bela lanet üzerine lanet yağdırmazdı.
 Devlet  adamları Kur'ansız  ve akılsız fetö'den ibret almazlarsa aynı akıbetin kendilerini de yakalayacağından hiç şüpheleri olmasın.
 Ya Kur'an başa ya kuzgun leşe,

5 Aralık 2017 Salı

DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA "HADİS" YOKTUR
(2.YAZI)
"O halde Kur'an'dan sonra hangi söze (hadis) inanacaklar"
( Araf,185)
(Ey Elçi! ) Sen bu sözü (hadis) yalan sayanı bana bırak (kendini yorma) Biz onları bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz"
 (Kalem, 44)
",,,,,Söz (hadis) bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır"
( Nisa, 87)
 Kur'an'da bu ayetler gibi birçok ayet vardır ki, açık olarak bütün insanların Allah tarafından indirilen ve  adlarından biri de "hadis" olan "Kur'an'"dan sonra artık başka "hadis"lere din ve hüküm olarak gerek olmadığını çok açık olarak ortaya koymaktadır.
 Peki Ehli Sünnet ve Şia'nın muhaddisleri ve müctehitleri Allah'ın "Kur'an'dan başka "hadis"lere uymayın" emrine uyumuşlar mı?
 Ne gezer?
 Allah Resulü (Aleyhisselam) ın vefatından sonra kendileri onbinlerce "hadis"uydurarak dinlerini kendi uydurdukları bu hadislerle şekillendirmeye girişmişlerdir.
 Halbuki Kur'an'da, ellerinde Allah'ın "hadis"i varken başka "hadis"lere yönelenler, çok kesin bir dille kınanmakta ve suçlanmaktadırlar.  MESELA:
"insanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş sözü (hadis) satın alır.
 İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır.
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver"
( Lokman, 67)
 Ümmet "Allah'ın hadis"i olan Kur'an'dan sonra yalancı ve basit adamların uydurduğu "hadis"leri önemli saymış, öyle ki,  sahtekar alçakların  uydurdukları bu "hadis"lerin kimilerinin "Allah'ın hadis"i olan Kur'an'daki bazı ayetleri geçersiz kıldığını bile savunmuşlardır.
BATIL EHLİ SÜNNET DİNİNİN FANATİK TARAFTARI :
TÜRKİYE GAZETESİ
(6.YAZI)
Gelenekçi mezhep tapıcılarının fikirlerini aktarmaya devam ediyoruz.
"Kur'an'ı Kerim'de bir ayetin hükmünü öğrenmek için Kur'an tercümelerine (Kur'an meali) denilen kitaplara bakmak çok yanlış olur"
( Türkiye Gazetesi, 27.11.1990)
 Yani bu cahillere  göre,,
 "Dinimizin bir hükmünü öğrenmek için Kur'an tercümelerine bakmak çok yanlıştır"
(agy)
"Hiç kimseye Kur'an tercümelerini tavsiye etmiyorum" (agy)
 "Kur'an tercümelerinden, günümüzde tefsir (yorum) diye  yazılan kitaplardan ve hadis kitaplarından dinimizi öğrenmemiz asla mümkün olmaz, üstelik sapıtırız"
 (Türkiye Gazetesi, 8 Kasım 1990- 13 Aralık 1990- 25 Aralık 1990)
"Doğru bile olsa, kur'an-ı Kerim'e kendi aklına ve bilgisine göre mana vermek caiz değildir"
(agy)
"Kur'an tercümesi okumak, fayda yerine zarar verir" (agy)
 "Kur'an'ı Kerimi kendi görüşüyle  açıklayan,  doğru olsa da, hata etmiştir" (agy)
 Bütün bu fikirler, okuyucularını din yönünden aydınlatmayı amaç edindiğini söyleyen Türkiye gazetesinin, "din bilgileri"  vermeye ayrılmış  sayfasında "Bir Bilen" başlığı altında okuyucularından gelen sorulara verilen cevaplardır"
 İşte Emevilerden beri günümüze kadar bu  uydurma rivayetlerle ümmetin aklı ve zihni ifsad edildi.
 Bu hastalıklı  anlayışlardan dolayı İnsanları sadece Kur'an'a yönlendiren Kur'an ehli muvahhidleri yalan dinlerinin en büyük düşmanı olarak görürler.
 Bunların hakimiyetinde Kur'an ve Tevhid özgürlüğünden söz etmek imkânsızdır. Dolayısıyla demokrasi ve laiklik bunların karanlık dünyalarından bir kurtuluş ve ehveni şer  olarak görülmelidir.
BATIL EHLİ SÜNNET DİNİNİN FANATİK TARAFTARI:
TÜRKİYE GAZETESİ
(5.YAZI)
Kur'an'sızlık bataklığına mahkum olan gelenekçi mezhepçiler şöyle derler.
 "Kur'an'ı Kerim'i tercüme etmek imkânsızdır"
(agy)
"Kur'an'dan  ve hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Din dört mezhep imamının bize bıraktığı fıkıh kitaplarından öğrenilir"
(agy)
 "Kur'an tercümesi denilen kitaplardan kur'an-ı Kerim'in manası anlaşılmaz. Kur'an tercümesi okuyan kimse, murad'ı İlahi'yi( Allah'ın ne istediğini) öğrenemez"
( Türkiye Gazetesi 31.10.1990)
" Kur'an'ı Kerim tercümesini okuyan, amele ve ibadete ait bilgileri öğrenemediği gibi, itikada ait  bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz"
(agy)
 Bu ahmaklara göre itikat başta olmak üzere amele ve ibadetlere dair bütün bilgiler ilmihal kitaplarından öğrenilmelidir.
 Aslında bundan daha büyük bir  ahmaklık ve cehalet yoktur.
 Çünkü tevhid dendiğinde yani itikadi meseleler tamamen Kur'an ile alakalı bir şeydir.
 İtikat, iman, din, islam, tevhid gibi kavramların öğrenileceği yegane kaynak Allah'ın kitabı Kur'an'dır ve bu konularla alakalı yüzlerce ayet mevcuttur.
 İtikadi konularda Kur'an hiçbir esere ihtiyaç  bırakmamıştır.
 Din: iman ve itikad, İslam ve tevhit olarak Allah(cc) tarafından son indirilen vahiy'le kemale ermiştir. (Maide, 3)
 Bu Kur'ansız cahillere  göre
 "Bir kimse, Kur'an'ı Kerim'den anladığına uyarsa, İslam'a uymuş olmaz. Kur'an'ı Kerim'de her hüküm  var ise de, bunları ancak "Peygamber Efendimiz" doğru olarak anlamıştır"
(Türkiye Gazetesi, 25 Mayıs 1990)