30 Temmuz 2017 Pazar

ARKADAŞLAR!
 Şu gerçeği kesin olarak bilmek zorundayız.  İnsanlık tarihinde hiç bir
 Nebi ve Allah Resulü dinsizlikle ve dinsizlerle mücadele etmemiştir.
Kur'an'a bakın  açık olarak gönderilen tüm vahiy'lerin  ve
Allah Elçilerinin mücadele alanının şirk dini olduğunu müşahade edeceksiniz.
Bütün mücadele gelenekçi  müşriklere karşı yapılmıştır.
Yani Allah  Elçilerinin kavimleri inançlarına  son derece bağlı,
 muhafazakar ve dindar insanlardı.
Dinlerine  son derece bağlı olmakla birlikte  Allah'a kendilerini yaklaştırsınlar
(Zümer, 3)
ve Allah ile kendi  aralarında şefaatçi olsunlar (Yunus, 18)
 diye ilahlar ve evliyalar ediniyorlardı.
Bu yazıyı yazmamın sebebi,
Prof Dr Caner Taslaman'ın  Habertürk tv'de  Ebubekir sifil ile tartışma programında  "uydurma rivayetler yüzünden insanlar deist ve ateist oluyorlar" demesidir.
Ben şahsen,
Allah'ın kitabından aldığım ders gereği iddialı bir şekilde  söylüyorum.
İnsanlar,  Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan
 Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere iman edeceklerine deist ve ateist olsunlar hem bizim için hemde kendileri için  daha iyidir.
Çünkü deist ve ateistler aynen Kur'an ehli muvahhidler gibi  özgürlükçü bir anlayışa sahiptirler,
Yobaz ve gerici değillerdir.
Çünkü bir ilim ve sistem üzerine bina edilen Allah'ın kitabına iman etmek deist ve ateistlere daha kolaydır.
Allah'a yemin olsun ki, bir dinsizin imana gelmesi,
 hakkı kabul etmesi, bir mezhepçi hurafecinin hakikî imana gelmesi ve hakkı kabul etmesinden milyon kere milyon daha fazladır.
ARKADAŞLAR!
Deist ve ateist insanlardan korkmayın ve onlardan sakın nefret etmeyin,
onlarla konuşun, sorunlarına ortak olun, çünkü onlarda Kur'an ehli muvahhidler gibi azınlıkta kalmışlardır.
Bizim ortak hedefimiz, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı olan mezhepçi müşriklerdir.
Ateistlerle bizim aramızda ince bir çizgi vardır. Her an hak ve hakikatın karşısında teslim olabilirler.
Dinsizler akıllarını kullandıkları için bize çok yakın duruyorlar.
Fakat hurafeci rivayetçiler hiç bir zaman Kur'an'ı hak ve hakikatı kabul etmeyeceklerdir.
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun?
 Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
Yani şimdi her  kim,    deist ve ateistlerin,  Nihat Hatipoğlu, Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı, Murat Çıtlak, Vehbi Güler ve cübbeli Ahmet ve benzeri hurafecilerden daha tehlikeli olduklarını söylüyorsa ve öyle inanıyorsa  Kur'an'dan ve  Elçiler misyonundan hiç bir şey anlamamış demektir.
Bu gelenekçi hurafecilere karşı deist ve ateistlere yani dinsizlere saygı duyun, onları hoş karşılayın, sakın onlara ters bakmayın.
Bizim mücadelemiz dinsizlikle ve dinsizlerle değildir.
Bizler,  Allah'ın izniyle ve rahmetiyle Kur'an'ın ve Allah Elçilerinin yolundayız, dolayısıyla bizim mücadelemiz İlahların ve evliyaların şirk dini iledir.
Mücadelemiz şirk ve müşriklerle alakalıdır.
Kur'an ehli muvahhidlerin mücadelesi Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan hurafeci rivayetçiler olacaktır.
Kur'an'a bakın Allah Elçilerinin ve vahiy ehli muvahhidlerin kiminle ve hangi din ile mücadele ettiklerini göreceksiniz.
İşte size dinlerine bağlı olan Mekke müşriklerinin bir bedduası.
"Hani (o müşrikler) bir zaman da:
 Ey Allah'ım! Eğer bu hak (kitap veya elçi) senin indinden gelmiş gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi"
Yani müşrikler Allah'ın taş yağdıracağına iman ediyorlar, ama Kur'an'ı kabul etmiyorlardı.
(Enfal, 32)
Bütün Kur'an ehli muvahhidlere selam olsun.
İNSANLIK TARİHİNİN EN ÇETİN MÜCADELESİNİ KİM KAZANACAK?
(3.YAZI)
Sadece Allah tarafından indirilen vahiy diyenler mi?
Ataların dini rivayetler ve mezhepler diyenler mi?
"Elif. Lam. Mim
O kitap (Kur'an) :
Onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler (her türlü şirk ve küfürden arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
 Onlar gayba iman ederler, salatı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda infak ederler.
Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, ahirete de  kesin inanırlar.
İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzerindedirler ve kurtuluşa erenlerde ancak onlardır"
(Bakara, 1,,,5)
Yukarıdaki âyetlerde ümmeti bağlayan ve insanların sorumlu olduğu tek şeyin indirilen din ve Allah tarafından gelen  vahiy olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Allah ( cc) bu yüzden yüzlerce ayette,  her zaman
 "vahyedilene sımsıkı sarıl, vahyedilene tabi olun, Allah tarafından indirilen, Allah tarafından gelen, hak Rabbinden gelendir, Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum, inen hak, Allah'tan indirilen hidayet ve rahmet kaynağı" buyrulmuştur.
Çünkü bir şey Allah'tan gelmemişse ve Allah tarafından  indirilmemişse o şey asla hakikî rehber  ve hidayete ulaştıran  din olamaz.
"De ki: Hidayet, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
(Bakara, 120)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi "sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır" buyruluyor.
Yani Allah tarafından elçilere  gelmişse ilim ve hidayet,
Buhari ve Ahmet bin Hanbel tarafından uydurulmuşsa cehalet ve sapıklık olacaktır.
(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler.
De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.
"Biz, Allah'a ve bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak,
Yakub ve Esbata indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer Nebilere verilenlerle Rableri tarafından diğer Nebilere verilenlere,
onlardan hiç biri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin"
Yukarıdaki âyetlerde kaç yerde "Allah'tan indirilene" ve "Nebilere Allah tarafından gelen vahye"dikkat çekiliyor.
"Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar, yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir"
"Bakara, 135, 136, 137)
"Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphecilerden olmayasın"
(Bakara, 147)
"Nitekim kendi içinizden size AYETLERİMİZİ OKUYAN, sizi kötülüklerden arındıran, size kitap ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir RESUL gönderdik"
( Bakara, 151)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi "her türlü şirk ve küfürden arınmanın yolu ancak  Allah Elçilerinin tebliğ ettikleri vahiy ile mümkün olduğu" bildirilmiştir.
"Onlara ( müşriklere) Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler(o zaman ne olacak)"
(Bakara, 170)
"Allah'tan indirilen hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu yüzden düşünmezler"
( Bakara, 171)
Bakara suresi 170. ayette geçen  "Allah'ın indirdiği" hak ve hakikatı  "Kur'an temsil etmektedir.
"Ataların dinini" de Kur'an'dan kopuk  Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, Şafii, mâlik, Ahmet bin Hanbel ve tarihte izlerinde yürüyen aynı yolun yolcuları ve  mukallitler temsil etmektedir.
"Ey iman edenler! Hep birde silm'e (tevhid'e) girin. Sakın şeytanın adımlarından gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır"
(Bakara, 208)
Yukarıdaki ayette bulunan "silm" kavramı  "barış" anlamında  değil
"tevhid akidesi" anlamında kullanılmıştır.
Yani kalbin her türlü yalan, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, cehalet, sapıklık, şirk ve küfürden arınması, huzur ve selamette bulunmasını ifade eder.
"Şeytanın adımlarından" maksat ise,  rivayetler,mezhepler,  içtihatlar, firkalar, Cemaatlar, Tarikatlar ve Kur'an'dan uzak olan her türlü şirk kurumlarıdır.
"Ey Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resüle itaat ettik. Bu yüzden bizi (birliğini ve elçilerini tasdik eden ) şahitlerden yaz"
(Âli İmran, 53)
Önemli olduğu için her zaman dile getireceğim.
Vahiy ile Elçiler arasında bir fark yoktur.
Elçi konuşan Kur'andır.
Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir, ancak Resul olmadan da vahiy, ilim, hikmet ve din olmaz.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(35. YAZI)
EY ÜMMET! AYDINLIKTA KAYBETTİĞİNİ KARANLIKTA ARAMA
"Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de (Elçiler) göndermişizdir.
 Fakat şeytan onlara amellerini süslü gösterdi de iman etmediler. İşte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır"
(Nahl, 63)
"Biz bu kitabı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik"
( Nahl, 64)
Yukarıdaki ayet  34. Yazımızda ortaya koyduğumuz gibi ehl-i sünnet ve Şia'nın âlimleri ve müfessirlerinin iddia ettikleri
 "Nahl süresi 44. âyette bulunan "tebyin" kavramı hadisleri"  değil,
Kur'an'ı kastettiğini ortaya koymaktadır.
Çünkü Kur'an'ın en önemli özelliklerinden biri her şeyi açıklayan bir kitap olmasıdır.
"Andolsun onların ( geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
 ( Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi detaylı  şekilde  açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir"
( Yusuf, 111)
Aynı zamanda yukarıdaki ayet Allah'ın kitabından başka sözlerin din adına uydurma ve iftira olduklarını ortaya koyuyor.
(Ey Resul! ) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir"
(Nahl, 82)
ARKADAŞLAR!
 Dikkatinizi çekmek istiyorum.
Şu ana kadar "Kur'an'da Allah Elçilerinin önemi" ile alakalı 34 YAZI kaleme aldığımız bu serimizde daha Nahl süresindeyiz.
Dolayısıyla Kur'an bize çok önemli bir ders ve büyük bir mesaj veriyor.
O ÖNEMLİ  DERS VE BÜYÜK  MESAJ ŞUDUR:
"Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) dahil olmak üzere sakın hiç bir Allah'ın Elçisini vahiy'den koparıp beşeri  uydurma ve hurafe dinde aramamayın,
Allah'ın Elçilerini sadece  Kur'an'da aramak zorundasınız"
Çünkü Allah  bütün  Elçilerin  en önemli ahlak ve hayat mücadelesini Kur'an'da  kayıt ve koruma   altına almıştır.
Yani vahyin  aydınlığında  kaybettiğinizi sakın  rivayetlerin  karanlığında  aramayın.
Allah tarafından indirilen vahiy dininin en önemli unsuru elçidir, elçi misyonudur.
Rahman ve Rahim olan Allah  bu kadar önemli bir makamı başka  kaynaklarda arama ihtiyacında ümmeti   bırakır mı?
"De ki: Onu, ( Kur'an'ı) Mukaddes Ruh, iman edenlere sebat vermek. Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin tarafından hak(bir amaca yönelik)  olarak indirdi"
(Nahl, 102 )
"Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır"
(Nahl, 104)
"Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir"
(Nahl, 105)
Yukarıdaki ayet Allah'ın  kitabını bırakıp da, Buhari'nin uydurma ve yalan  rivayetleri peşinde koşan hurafecilere iyi bir ders veriyor.
(YALANLARINIZ İÇİNDE DEBELENİP DURUN)

28 Temmuz 2017 Cuma

ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDEİLMEZ.
 Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.
 Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilmeyeceği  gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, dua bile yapılmaz. Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur.
 Cünkü Kur'an'ı Mübin'de şanı yüce Allah (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor.
" Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"
 Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"
 (Necm- 39, 40, 41)
 "Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir, 38)
  Her kişi sadece  kazandığına karşılık bir rehindir"
(Tur 21)
"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"
(Nahl, 111)
 Bu konuda onlarca ayet vardır.
 Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur.
" Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!
Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
 Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin"
 (Haşr, 10)
 Yanlış meal verilen bu ayetin doğrusu  şöyle olacaktır.
"Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler.
" Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla,,,,, yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir.
 " Âyet, bizden önce ölmüş kardeşlerimizi" değildir.
 Zaten ayetin içindeki cümle buna açık bir delildir.
" kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"
 Peki neden ölüler  adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez.
 Aslında kabir hayatı ve ölüm  diye bir şey olmadığı içindir.
Onun için Allah ( cc) "Her nefis ölümü tadacaktır"
(Ankebut, 57) buyuruyor.
Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.
 Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.
Hz Adem döneminde ölen ile  kıyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.
Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır.
 Bir insan kabirde yüz bin sene  kalsa bir saat kalmış  gibi geçecektir. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir.
 Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çooooook uzundur.
 Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır. "Nihayet sur'a üfürülecek.
Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden  kalkıp koşarak Rablerine  giderler.( İşte o zaman) Eyvah, eyvah!
Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?
Bu, Rahman'ın vadettiği gündür.
 Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler.  Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurunuzda hazır bulunurlar.
O gün hiçbir kimseye en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın  karşılığını alırsınız"
( Yasin- 51, 52, 53, 54 )
"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)
Yukarıdaki iki  ayette "ölümün hemen ardından kıyametin  kopacağını" haber vermektedir.
Vefat etmiş olan anne babamıza ve akrabalarımıza söyle dua edeceğiz.
"Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana babamı ve müminleri bağışla"
( İbrahim 41)
 Yani dua ederken aklımızda ölmüşlerimiz varsa ölü kelimesini kullanmadan "dünya ve ahiret" kelimelerini kullanarak dua edeceğiz.
 Çünkü Kur'an'ı Mübin " ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!derler"
 (Bakara, 201)
Zaman bu  dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur.
 Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez.
  Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur.
 Birçok Allah Elçisinin  oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.
Gerçekten çok ilginç,
Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?
Bu Şia ve Ehli sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir alakası yoktur.
TARİHİN EN BÜYÜK MÜCADELESİNİ KİM KAZANACAK?
(2.YAZI)
Yalnız Kur'an diyenler mi?
Gelenekçi mukallitler mi?
İşte size insanlık tarihine tanıklık eden Allah'ın mesajı Kur'an'dan kesin deliller.
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke (müşrik) zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi"
(Bakara, 165)
"İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler (şeyhler, efendiler,sözde  âlimler, Gavslar, evliyalar, ilahlar, müçtehitler)
uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"
(Bakara, 166)
"(Kötü önderlere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"
 (Bakara, 167)
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim"
(Bakara, 160)
(Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerindedir"
(Bakara, 161)
"Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır"
(Bakara, 162)
"İlahınız bir tek Allah'tır. Ondan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır, Rahimdir"
(Bakara, 163)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
(Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 175)
(O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yollarla) kitapta  ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
(Bakara, 176)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum,,,,,"
(Mâide, 3)
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
( En'am, 51)
"Ben hanif (saf müslüman) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim"
(En'am, 79)
"De ki: Ortak koştuklarınızdan hidayete iletecek olan varmı? De ki: "Hakka Allah hidayet eder" Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa (Allah tarafından) hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl böyle yanlış hükmediyorsunuz"
(Yunus, 35)
"Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir"
(Yunus, 36)
"Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
( Zuhruf, 23)
"(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yinemibana uymazsınız)? deyince, dedilerki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi ( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
( Zuhruf, 24)
"Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu"
( Zuhruf, 25)
Bu konuda yüzlerce ayet mevcuttur.
Ben daha bir ayet yazmadan öteki ayet beynime hücum edip beni de yaz diyor.
Allah bizi Kur'andan ayırmasın, Allah bizi Kur'a hidayetinin üzerinde daim eylesin.

27 Temmuz 2017 Perşembe

ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDEİLMEZ.
 Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.
 Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilmeyeceği  gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, dua bile yapılmaz. Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur.
 Cünkü Kur'an'ı Mübin'de şanı yüce Allah (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor.
" Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"
 Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"
 (Necm- 39, 40, 41)
 "Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir, 38)
  Her kişi sadece  kazandığına karşılık bir rehindir"
(Tur 21)
"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"
(Nahl, 111)
 Bu konuda onlarca ayet vardır.
 Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur.
" Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!
Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
 Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin"
 (Haşr, 10)
 Yanlış meal verilen bu ayetin doğrusu  şöyle olacaktır.
"Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler.
" Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla,,,,, yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir.
 " Âyet, bizden önce ölmüş kardeşlerimizi" değildir.
 Zaten ayetin içindeki cümle buna açık bir delildir.
" kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"
 Peki neden ölüler  adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez.
 Aslında kabir hayatı ve ölüm  diye bir şey olmadığı içindir.
Onun için Allah ( cc) "Her nefis ölümü tadacaktır"
(Ankebut, 57) buyuruyor.
Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.
 Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.
Hz Adem döneminde ölen ile  kıyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.
Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır.
 Bir insan kabirde yüz bin sene  kalsa bir saat kalmış  gibi geçecektir. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir.
 Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çooooook uzundur.
 Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır. "Nihayet sur'a üfürülecek.
Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden  kalkıp koşarak Rablerine  giderler.( İşte o zaman) Eyvah, eyvah!
Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?
Bu, Rahman'ın vadettiği gündür.
 Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler.  Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurunuzda hazır bulunurlar.
O gün hiçbir kimseye en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın  karşılığını alırsınız"
( Yasin- 51, 52, 53, 54 )
"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)
Yukarıdaki iki  ayette "ölümün hemen ardından kıyametin  kopacağını" haber vermektedir.
Vefat etmiş olan anne babamıza ve akrabalarımıza söyle dua edeceğiz.
"Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana babamı ve müminleri bağışla"
( İbrahim 41)
 Yani dua ederken aklımızda ölmüşlerimiz varsa ölü kelimesini kullanmadan "dünya ve ahiret" kelimelerini kullanarak dua edeceğiz.
 Çünkü Kur'an'ı Mübin " ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!derler"
 (Bakara, 201)
Zaman bu  dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur.
 Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez.
  Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur.
 Birçok Allah Elçisinin  oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.
Gerçekten çok ilginç,
Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?
Bu Şia ve Ehli sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir alakası yoktur.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

ASLINDA TARTIŞILACAK BİR ŞEY YOKTUR.
Kur'an'ı Mübin'den,
vahyin tek kaynak olduğu, dinin Kur'an ile tamamlandığı,
Allah Resulü'nün bile vahye tâbi olduğu, Kur'an'ın Allah tarafından tafsil, tasrif,
tebyin ve tefsir edildiği ile alakalı yirmi otuz ayetin meali  verilecekti.
Uydurma ve hurafe dinin ağa babaları sayılan Kur'an düşmanı  Buhari ve Müslim'in Allah Resulü'ne karşı iftira olan hadislerinden yirmi otuz hadis verilecekti.
Bunlar zaten Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum Kur'an  cahili bir gürühtür.
Kur'an'ı anlamaktan ve ona iman etmekten uzak tutulmuşlardır. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
 "İşte o ülkeler,,,,onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi.
Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler"
(Araf, 101)
 "Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
( Zuhruf, 23)
 ( Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince, dedilerki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi ( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
 ( Zuhruf, 24)
İnsanlık tarihinde hangi kavim Allah tarafından indirilen  vahyi ve Allah'ın Elçilerini kabul etmiş ki bugünkü müşrikler kabul edecek.
Kur'an'a göre bunlar
"Kitap yüklü eşeklerdir" (Cuma, 5)
 Sefil adam, Buhari'nin Allah Resulü'nden iki yüz otuz sene sonra uydurduğu ve topladığı ahmakça rivayetleri Kur'an'ın yerine tercih ediyor.
Rezil adam, dünyanın en saçma sapan hikayeleri  Allah'ın kitabına değişiyor.
Adam hidayet ve rahmet kaynağı olan Allah'ın  vahyini  batıl anlayış ve şirk  karşılığında reddediyor.
Alçak hurafeci, şirki ve  dalaleti hidayet ve mağfirete bedel olarak satın alıyor.
Bu nasıl bir akıl,bir  fikir, bir iz'an, bir vicdan ve ilimdir.
Milletin başına açtığınız  bu hadis belasının  hesabını Allah'a  nasıl verileceksiniz?
Bu dini böyle hurafe ve yalanların içinde inletmeye ne hakkınız vardı?
Bu ümmi ve saf, ilimsiz ve masum ümmetten ne istediniz?
Bu alçaklığınızın yanınıza kar kalacağını mı sanıyorsunuz?
"İşte onun için sen (Kur'an ve Tevhid'e) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki:
Ben Allah'ın indirdiği kitaba iman ederim ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum.
 Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de sizedir. Aramızda tartışabilecek bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır"
(Şura, 15)
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI MEHMET GÖRMEZ'DEN FETHULLAH GÜLEN'E MEKTUP.
  Aslında insanların kusur ve  zaaflarından faydalanmak doğru değildir.
 Makam ve mevki sahibi olanlar  güçlü gördükleri  kişilerden bir  beklenti içine girebilirler.
Kariyer sahibi olan zayıf insanlar,  çirkef ve ahlaksız zorbalardan korku ve endişe duyabilirler.
 Bundan dolayı Mehmet GÖRMEZ'IN F Gülen'e  bu mektubu göndermesi normal bir olay olarak görülmesi gerekir.
 Aslında bu mesele  beni o kadar da  alakadar etmiyor.
 Esas olarak beni alakadar eden ve üzen tek  gerçek,  kurum olarak Diyanet İşleri başkanlığının  ne kadar Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum, uydurma rivayetlere ve hurafelere ne  kadar yakın olduğudur.
İnsanın üzüldüğü hakikat,  Kurum olarak doksan bin camiye ve yüz elli bin personele sahip olan  Diyanet işleri başkanlığı bu akıl ve inancıyla hiçbir zaman Kur'an'ı bulamayacağıdır.
 Eğer Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmezde  zerre kadar Kur'an bilgisi ve Tevhid ahlakı olsaydı F Gülen'e böyle bir mektup göndermezdi.
 İŞTE MEKTUP.
" Ehli hadisin naçiz bir talebesi olarak bir grup genç âlimle  birlikte,  Resul-i Ekrem'in Nübüvvet mişkatından  iktibas  ile cem-i tebvib ile  tasnif ederek şerhettiğimiz "Hadislerle İslam- Hadislerin Hadislerle Yorumu" eserini, şahsımda  dahil çağımız İslam nesillerinde büyük emekleri olan zât-ı âlilerinin (yüksek şahsiyetlerinin) yüksek ittilaına (yüce mezarlarına) ve tenkidatına ( tenkitlerine- kontrol etmelerine) arzetmekten şerefyâb olduğumu ifade eder, sıhhat, afiyet, uzun ömürler niyazıyla,
Selam, hürmet ve muhabbetlerimi takdim ederim.
Mehmet Görmez,
İmza
Arkadaşlar!
Bu mektup bir çok internet sitesinde ve bazı tv kanallarında haber konusu oldu.
Fakat bu mektubu haber konusu yapanlar Kur'an cahili cübbeli Ahmet ve TGRT  olunca Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ'IN aleyhinde onlara destek vermemek için bu mektubu görmezlikten geldim.
Şimdi bile bu yazıyı  kaleme alırken işkence ve ızdirap duyuyorum.
Fakat ısrarla Kur'an'a dönmek istemeyen kurum ve kuruluşlarıda deşifre etmek zorundayız.
Bundan dolayı hakkın hatırı her şeyden yücedir diyerek bu utanç verici  mektubu paylaşmayı uygun buldum.
Acı olan şey mektubun terör örgütü liderine  gönderilmesi değildir.
Esas acı olan Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan bir cahile gönderilmesidir.
Özellikle şu cümle bir utanç vesikasıdır.
"Şahsımda dahil çağımız İslam nesillerinde büyük emekleri olan zât-ı âlilerinin yüksek ittilaına ve tenkidatına arzetmekten şerefyâb olduğumu ifade eder"
Özellikle Mehmet GÖRMEZ'IN, F Gülen'in hoşuna gidecek bir dil kullanması çok ilginç bir manzaraya sebep olmuştur.
İşte Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olmanın kahredici  sonucu.
Allah'a yemin ediyorum bu yazıyı  kaleme almak hoşuma gitmedi.
Eğer mehmed Görmez'de zerre kadar  Kur'an'a dönüş sinyali görmüş olsaydım, bu mektubu asla paylaşmazdım.
KUR'AN'I ANLAMAK İÇİN  ARAPÇA BİLMEK  GEREKLİ MİDİR?
Ben dikkat ediyorum, dünyada en iyi Arapça bilenler Kur'an'ı hiç anlamayanlardır.
Allah'ın bir rahmeti, bereketi, mağfireti, hidayet ve inayeti olarak Allah ( cc) Kur'an'ın anlaşılmasını  Arapça bilmeye değil, aklı kullanmaya, üzerinde tezekkür, tedebbür, tefekkuh ve tefekkür etmeye bağlamıştır.
 Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı anlamayı Arapça bilmeye değil, onu  bağlam ve bütünlüğü içinde çözmeye   bağlamıştır.
Dünyaya bakın Kur'an'ın en büyük cahili ve düşmanı olanlar, Kur'an'a karşı mesafeli olanlar, ona itibar etmeyenler  en iyi Arapça bilen  kesimdir
MESELA,
Ben görev gereği bir kaç defa Suudi Arabistan'da bulundum,
oranın ilim adamlarıyla günlerce yapmış olduğumuz sohbetlerde
 "Kabir azabının olmadığını, İsa ( Aleyhisselam) vefat ettiğini ve nüzul etmeyeceğini, Mehdi'nin zuhur etmeyeceğini, Mehdi diye bir şeyin olmadığını,  Allah Resulü'nün mucize göstermesinin mümkün olmadığını ahirette Allah'ın şefaatinden başka hiçbir merhamet ve şefaatının olmayacağını, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılır olduğunu " onlara bir türlü  kabul ettiremedim.
Hatta Suriyeli bir vatandaşa, "bırak kabir azabını kabir hayatı diye bir şey yoktur" dediğimde, hayretler içerisinde kalarak "ben elli yaşındayım daha senin gibi kabir azabı yoktur diyen birine ilk defa rastlıyorum"dedi.
Halbuki yukarıda  saydığım meseleler Kur'an'da en az iki bin ayetle apaçık bir şekilde ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla Kur'an'ı anlamanın Arapçayla bir alakası yoktur.
Kur'an'ın Arapça indiği ile ilgili âyetler bulunmasına rağmen, Kur'an'ı Arapçaya vakıf olanlar anlar diye bir âyet bulunmaz.
Dolayısıyla Rahman ve Rahim olan  Allah( cc) adaleti, rahmeti,hidayeti  ve bereketi gereği Kur'an'ı Arapça bilmeye değil,
 onlarca ayette ortaya koyduğu gibi onu anlamayı   bağlam ve bütünlüğüne,
 içinde kurulu olan  sistemine sahip olmaya, üzerinde derin derin düşünmeye, aklı kullanmaya,
iyi niyete, güzel ahlaka,  Kur'an'a güvenmeye, infak yapmaya  ve ona iman etmeye bağlamıştır.
Önemine binaen tekrar ediyorum, dünyada en iyi Arapça bilenler,
Kur'an'a karşı  en açık ve en büyük mücadeleyi veren cahillerdir.
Eğer Kur'an'ı anlamak için Arapça bilmek şart olsaydı, Arapçaya gerçekten  vakıf olan  Mekke müşrikleri muhteşem bir edebiyat ve belağat harikası olan bu kelamı itiraz etmeden  hemen  kabul ederlerdi.
Bu Kur'an'ı anlamak için Arapça bilmek değil, akıl, iz'an, vicdan, tefekkür, tezekkür, tedebbür ve infak etmek  gereklidir.
Kur'an'ı anlamak için ön yargı olmayacak, yani Allah'ın kitabının yanında din ve hüküm olarak  başka kaynak olmayacak.
Kur'an'ı anlamak için ona Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik gibileri  şerik olmayacak.
 Kur'an'ı anlamak için Said Nursi'nin Risale'i Nur'u, Celaleddin-i Rumi'nin mesnevisi, Erzurumlu İbrahim Hakkının marifetnamesi, Hüseyin Hilmi Tunahanın saadeti ebediyesi, Muhyiddin-i Arabi'nın fususul hikemi   olmayacak.
Yani onu anlamak için  Allah'ın kitabına şirk koşulmayacak.
Kur'an'ı anlamak için Arapça bilmek değil, ona hakikaten iman etmek gerekir.
Allah( cc) Kur'an'ı anlamayı Arapça bilmeye değil, sağlam anlayışa, salim akla, temiz vicdana ve üzerinde  tefekkür etmeye bağlamıştır.
Tarikat ve cemaatlerin en iyi bildikleri şey Arapça olmasına rağmen Kur'an'ın zerresinden haberleri yoktur.
Medreselerde çok yönlü Arapça dersleri bulunmasına rağmen, saçma sapan,  beşeri ve uydurma  rivayetlere Kur'an'dan daha çok değer verilir.
Kur'an'a iman ve onu merak etme bakımından onu anlamaya çalışanların  Arapça bilmeyenlerden oluştuğunu hayretler içinde  görüyoruz.

Ali Aydın
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (33.YAZI)
"Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik. Onlara bir Elçi gelmeyedursun,hemen onunla alay ederlerdi"
(Hicr, 10, 11)
Ayetlerin bir çoğunda geçtiği gibi deli,sihirbaz, sapık denmeyen bir Elçi gelmemiştir.
Dolayısıyla Kur'an ehli muvahhidler gelenekçi hurafeciler tarafından  kendilerine hakaret edildiğinde Allah Elçilerinin yolunda olduklarını ve bu hakaretlerin olağan olduğunu bilmeleri gerekiyor.
İkincisi,
Allah tarafından bu hakaretlerin karşılığında kendilerine  verilecek şeref ve mukafatin ne kadar büyük olduğunu bilecekler.
Üçüncüsü,
kendilerinin de eskiden yanlış yolda olduklarını hatırlayarak karşılarındaki kişiye empati yapacaklar.
Dördüncüsü,
 Allah Elçilerinin bile bu kutsal yol ve büyük DÂVÂ  uğrunda hayatlarını seve seve verdiklerini bilecekler.
",,,,,Elçilerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl, 35)
Allah Elçilerinin görevi Allah'tan indirilen vahyi olduğu gibi  tebliğ etmektir. Elçilerin başka bir görevleri yoktur.
Allah'ın Elçileri  Allah tarafından indirilen vahyi tefsir edemezler, çünkü vahiy her zaman açık ve seçik olmak zorundadır.
Vahiy anlaşılmaz olursa kaos ve kargaşa meydana gelecektir.
Allah tarafından elçilere indirilen vahiy, olduğu gibi  orijinal,  saf ve temiz olarak sunulması gerekir ki, başka bir inanç ve uydurma  dine zemin  oluşmasın.
Elçilerin ve vahiy'lerin geliş amacı tevhid akidesini yerleştirmektir.
"Andolsun ki biz
"Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye her ümmete elçi gönderdik.
Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur"
(Nahl, 36)
(Tağut: Hak ve hakikatı  kabul etmeyip şirk ve küfür üzerinde olan kişi, kurum  ve güce verilen bir isimdir)
Allah'ın dinine karşı söz ve içtihatlarıyla  alternatif bir din ve hüküm  icat edenler de tağut olarak kabul edilmeleri gerekir.
İNSANLIK TARİHİNİN EN ÇETİN MÜCADELESİNİ KİM KAZANACAK?
 (1.YAZI)
Allah'a dayanan Kur'an ehli muvahhidler mi?
Rant'a, güc ve kuvvete dayanan hulul ehli müşrikler mi?
Kur'an ve Tevhid akidesini savunan Müslümanlar mı?
Yoksa rivayetleri ve ictihatları din edinen hurafeciler mi?
Din, Allah tarafından indirilenden başka bir şey değildir,  diyenler mi?
Yoksa  hadisler ve ictihatlar da indirilen din gibi bizi bağlar diyenler mi?
Evet şimdiye kadar kim kazandı  ve bundan sonra kim kazanacak?
Bu çetin mücadeleyi sadece  Kur'an diyenler mi kazanacak, yoksa ataların dini diyenler mi?
Bu mücadeleyi sürekli değişim ve gelişmeye açık, yeni fikirler
peşinde koşan yenilikçiler mi,
 yoksa 1350 sene önce uydurulan Emevi Abbasi imalatı hurafelerine saplanan  statükocu gelenekçiler mi?
Bu mücadele tarihin en büyük mücadelesi olduğu için insanlık
tarihine tanık olan Allah'ın kitabından bakacağız, ve kimin mahvolup hüsrandan hüsrana sürüklendiğini açık olarak göreceğiz.
Belki de Kur'an'da tevhid akidesinden sonra en açık anlatılan konu budur.
Müşrikler mi?     Muvahhid mü'minler mi?
Allah'ın Elçileri Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed ( Aleyhimusselam) mı?
Allah'ın düşmanları Firavun, Karun, Haman, Ebu Cehil, Ebu leheb, Velid bin Muğire, As bin Vail, Ukbe bin Ebi Muayt mı?
Evet hangileri mahvolma yolunda, hangisi sırat-ı müstakim üzerindedir.
Hangilerinin yolu Allah'ın rızası ve cennet olacaktır?
Hangileri Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetini hak edecek  ve ebedi  cehennem azabına müstehak  olacaktır.
Allah'tan indirilen vahye tâbi olanlar mı?
İnsanlar tarafından uydurulan ilahların ve evliyaların şirk dinine uyanlar mı?
Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an diyenler mi?
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik, Şafii, Ahmet bin Hanbel  diyenler mi?
"Bizi bir arada tutan, birleştiren, parçalanma ve dağılmadan koruyan  Allah'ın sağlam ipi Kur'an'dır" diyenler mi?
"Mezhepler, içtihatlar  ümmet için bir  rahmettir" diyenler mi kazanacak?
"Ben Müslümanım, ben Müslümanlardanım diyen mi?
Ben ehl-i sünnet mezhebindenim, ben Şiiyim, ben, Hanefiyim, ben Şâfiiyim, Hanbeliyim, malikiyim, Nurcuyum, Süleymancıyım, ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım diyenler mi?
Allah'ın bize verdiği "İslam ve Müslüman" isimleri  mi?
Uydurma dinden devşirilen  isimler mi?
Allah Elçilerinin apaçık  yolları ve vahyin hidayet ve rahmet kaynağı  mı?
Tağut'ların zor, karmaşık, sarp ve karanlık yolu mu?
Firavun'un müslüman hanımının cennet yolu mu?
Nuh ve Lut (Aleyhisselam) ın kafir hanımlarının azap yolu mu?
Her zaman azınlıkta kalan  hak ve hakikatın temsilcilerinin aydınlık yolu mu?
Her zaman çoğunluğu sağlayan müşriklerin karanlık yolları mı?
İslam bütün Allah Elçilerine gelen vahiy'den ibarettir diyenler mi?
İslam, rivayetler ve mezhep içtihatlardan oluşuyor diyenler mi?
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (34.YAZI )
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden  başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, Kur'an ehline sorun"
 (Nahl,43)
(Allah'ın Elçileri) "Apaçık kitaplarla ve mucizelerle  gönderildiler, insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
( Nahl, 44)
Hiç abartma yapmadan söylüyorum.
Ehli sünnet ve Şia'nın âlimleri ve müfessirleri uydurma  rivayetlere olan bağlılıkları yüzünden Allah'ın kitabında bozmadıkları, tahrif etmedikleri ve  manasını değiştirmedikleri ayet bırakmamışlardır.
İşte manasını  bozdukları ve istismar ettikleri âyetlerden  en önemlisi yukarıda geçen Nahl süresinin  44. âyetidir.
 ",,,insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
cümlesinde bulunan "litubeyyine" "açıklaman" kelimesini "tefsir etmen" "iyice açıklaman" olarak almışlardır.
Halbuki daha âyetin başında yüce Allah (Celle Celalühü)
  "Apaçık kitaplarla ve ve mucizelerle (bütün elçiler) gönderildiler" buyurduğu halde âyetin manasını tahrif ettiler.
Şia ve Ehli sünnet alimleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Kur'an'ın sistemini  dağıtarak böyle bir manaya gittiler.
Peki Şia ve Ehli sünnet alimleri!! yukarıdaki âyete  neden böyle bir meal verip bu ağır cinayeti işlemişlerdir.
Bunun çok önemli bir sebebi vardır.
Eğer yukarıda geçen "litubeyyine"  "açıklaman" kelimesi
 "tefsir etme ve iyice açıklama" olarak verilirse ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan bütün  hurafe ve uydurma  hadisler  meşru bir zemine çekilmiş olacaktır.
İşte bu yüzden Şia ve Ehli sünnet alimleri ve müfessirleri âyetin manasını değiştirerek Allah Resulü'nden bir iki asır sonra uydurulan hadislerle bir din icat ederek Allah'ın Elçisine iftira etmişlerdir.
Halbuki onlarca ayette Allah ( cc) Kur'an'ı apaçık bir şekilde detaylı olarak ortaya koyduğunu açıklamıştır.
 "Elif. Lam. RA. Bunlar, apaçık olarak (detaylandırılmış)  Kitabın âyetleridir. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik"
(Hud, 1, 2)
Dahası "tebyin" kavramının  "tefsir etme ve iyice açıklama" değil,
"Onu  duyurma, tebliğ etme, onu  ilan etme, onu okuma" anlamında bir çok ayette  bildirildiği halde bunu görmemişlerdir.
Zaten Kur'an'ın kendisi her şeyi açıklamıştır.
,,,,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA "HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA" bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
Hatta bırakın uydurma rivayetlerin Kur'an'ı açıklamasını,
Allah ( cc)Kur'an'ın bir isminin  "beyan" olduğunu, yani kendisinin "her şeyi açıklayan" bir kitap hüviyetine sahip bulunduğunu haber vermektedir.
"Bu Kur'an, "bütün insanlara bir açıklamadır" "beyanun linnési" takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
Din Allah tarafından gönderildiği gibi saf, temiz, hâlis, arı duru, aydınlık ve hanif olarak yaşanması gerektiği için Allah Kur'an'ı Nebi olan Muhammed ( Aleyhisselam) dan bile koruma altına almıştır.
Yoksa din Allah'ın dini değil, Muhammed'in, Buhari'nin, Müslim'in, Şafii'nin, Hanbeli'nin, Tirmizi'nin,şunun - bunun dini olurdu.
Din sadece  Allaha özel kılınması gerekir, Allah'a has kılınmayan din, İslam dini değil, şirk dini  olur.
"De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.
 Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkuyorum.
 De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim"
(Zümer, 11, 12, 13, 14)
Dolayısıyla her zaman şu temel gerçeği söylemeye devam edeceğiz.
Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin en büyük günahları Allah'ın Resulünü Kur'andan koparmaları olmuştur.
Allah'ın Resulü hadisler yoluyla  Kur'an'dan koparılınca ortaya bir çok uydurma din ve mezhep icat edilmiş oldu.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yok edilerek  Allah'ın tevhid dini  en karanlık bir şirk dinine çevrilmiş oldu.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

ARKADAŞLAR!
 Şu gerçeği kesin olarak bilmek zorundayız.  İnsanlık tarihinde hiç bir
 Nebi ve Allah Resulü dinsizlikle ve dinsizlerle mücadele etmemiştir.
Kur'an'a bakın  açık olarak gönderilen tüm vahiy'lerin  ve
Allah Elçilerinin mücadele alanının şirk dini olduğunu müşahade edeceksiniz.
Bütün mücadele gelenekçi  müşriklere karşı yapılmıştır.
Yani Allah  Elçilerinin kavimleri inançlarına  son derece bağlı,
 muhafazakar ve dindar insanlardı.
Dinlerine  son derece bağlı olmakla birlikte  Allah'a kendilerini yaklaştırsınlar
(Zümer, 3)
ve Allah ile kendi  aralarında şefaatçi olsunlar (Yunus, 18)
 diye ilahlar ve evliyalar ediniyorlardı.
Bu yazıyı yazmamın sebebi,
Prof Dr Caner Taslaman'ın  Habertürk tv'de  Ebubekir sifil ile tartışma programında  "uydurma rivayetler yüzünden insanlar deist ve ateist oluyorlar" demesidir.
Ben şahsen,
Allah'ın kitabından aldığım ders gereği iddialı bir şekilde  söylüyorum.
İnsanlar,  Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan
 Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere iman edeceklerine deist ve ateist olsunlar hem bizim için hemde kendileri için  daha iyidir.
Çünkü deist ve ateistler aynen Kur'an ehli muvahhidler gibi  özgürlükçü bir anlayışa sahiptirler,
Yobaz ve gerici değillerdir.
Çünkü bir ilim ve sistem üzerine bina edilen Allah'ın kitabına iman etmek deist ve ateistlere daha kolaydır.
Allah'a yemin olsun ki, bir dinsizin imana gelmesi,
 hakkı kabul etmesi, bir mezhepçi hurafecinin hakikî imana gelmesi ve hakkı kabul etmesinden milyon kere milyon daha fazladır.
ARKADAŞLAR!
Deist ve ateist insanlardan korkmayın ve onlardan sakın nefret etmeyin,
onlarla konuşun, sorunlarına ortak olun, çünkü onlarda Kur'an ehli muvahhidler gibi azınlıkta kalmışlardır.
Bizim ortak hedefimiz, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı olan mezhepçi müşriklerdir.
Ateistlerle bizim aramızda ince bir çizgi vardır. Her an hak ve hakikatın karşısında teslim olabilirler.
Dinsizler akıllarını kullandıkları için bize çok yakın duruyorlar.
Fakat hurafeci rivayetçiler hiç bir zaman Kur'an'ı hak ve hakikatı kabul etmeyeceklerdir.
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun?
 Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
Yani şimdi her  kim,    deist ve ateistlerin,  Nihat Hatipoğlu, Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı, Murat Çıtlak, Vehbi Güler ve cübbeli Ahmet ve benzeri hurafecilerden daha tehlikeli olduklarını söylüyorsa ve öyle inanıyorsa  Kur'an'dan ve  Elçiler misyonundan hiç bir şey anlamamış demektir.
Bu gelenekçi hurafecilere karşı deist ve ateistlere yani dinsizlere saygı duyun, onları hoş karşılayın, sakın onlara ters bakmayın.
Bizim mücadelemiz dinsizlikle ve dinsizlerle değildir.
Bizler,  Allah'ın izniyle ve rahmetiyle Kur'an'ın ve Allah Elçilerinin yolundayız, dolayısıyla bizim mücadelemiz İlahların ve evliyaların şirk dini iledir.
Mücadelemiz şirk ve müşriklerle alakalıdır.
Kur'an ehli muvahhidlerin mücadelesi Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan hurafeci rivayetçiler olacaktır.
Kur'an'a bakın Allah Elçilerinin ve vahiy ehli muvahhidlerin kiminle ve hangi din ile mücadele ettiklerini göreceksiniz.
İşte size dinlerine bağlı olan Mekke müşriklerinin bir bedduası.
"Hani (o müşrikler) bir zaman da:
 Ey Allah'ım! Eğer bu hak (kitap veya elçi) senin indinden gelmiş gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi"
Yani müşrikler Allah'ın taş yağdıracağına iman ediyorlar, ama Kur'an'ı kabul etmiyorlardı.
(Enfal, 32)
Bütün Kur'an ehli muvahhidlere selam olsun.

20 Temmuz 2017 Perşembe

CÜBBELİ AHMET'E GÖRE EVLİYALAR! ALLAH'IN YARDIMCILARIDIR.
 "Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, âciz olmadığı için dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve onu yücelterek şanını büyük tanı"(İsra, 111)
"O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir.O, Hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır"
( En'am,18)
19. 07. 2017 tarihinde saat 11 civarında lalegül tv'de cübbeli'ye takıldım, aynen Mekke müşrikleri gibi, Naziat süresinin ilk âyetlerinin tefsiri olarak   şu inanç ve  fikirleri ileri sürüyordu.
Bir çok ayet şahittir ki, Mekke müşrikleri hiç bir zaman Allah'ın yaratma sıfatını inkâr etmiyorlardı.
"Biz Allah'ın yaratma sıfatını inkâr etmiyoruz ki, biz evliyaların bir şeyi yarattığını ne zaman söyledik, her şeyin yaratıcısı Allah'tır"
"Allah yaratıcıdır ama nasıl ki Allah meleklere bu alemde iş yaptırıyorsa, meleklerden daha üstün olan Evliyalara niye iş yaptırmasın, dolayısıyla evliyalar da kainatta tasarruf sahibidirler"
"Hatta ölmüş olan evliyaların tasarrufu bile devam ediyor, işte bu yüzden Anadolu'da evliyalar  türbeleri bulunan yerlerde yol yapımına müsaade etmez dozerin çarklarını bozar şoförleri çarparlar"
Aslında ben yalancı  cübbeli Ahmet'e, hurafeci F Gülen'e, cahil Adıyaman uydurma Gavs'ına, dini  rant yapan Nihat Hatipoğlu ve benzerlerinden daha çok onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlara kızıyorum.
Bir insanın zaafı, günahı olabilir.
Nihayet bu tek başına  bir akıldır. Aklını kaybedebilir, şizofren olabilir.
Bu akıl müşrik de olabilir, en alçak günahları da irtikap edebilir.
Fakat bu müşrik ve alçak aklın önderliğine  nasıl milyonlarca insan hiç düşünmeden ve sorgulamadan iman eder?
Yani Allah tarafından indirilen hidayete rağmen bu çirkin ve alçak inançlar ve fikirler nasıl kabul görebilir?
Saçma sapan absürt olan bir inancın peşinde  milyonlarca insan nasıl tâbi olur?
Halbuki Kur'an'a göre özel anlamda evliya hem yoktur hem yasaktır.
Yani birinin adını anarak, adını söyleyerek onu Allah'ın dostu ilan etmek şirktir.
"Allah'tan başka dost "evliya" edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin" (Şura, 6)
"Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar (Evliya) mı edindiler. Halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kâdirdir"(Şura, 9)
Genel anlamda evliya vardır ve çoktur.
Yani her kim tevhid akidesine ve güzel ahlaka  sahip olur Allah'ın emirlerini yerine getirirse o kişi Allah'ın veli bir kuludur.
"Allah, inananların dostudur,,,,"
(Bakara, 257)
"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına (Evliya) korku yoktur, onlar üzulmeyecekler de, Onlar, iman edip de takva sahibi olanlardır"
(Yunus, 62, 63)
Dolayısıyla cübbeli Ahmet ve bütün müritleri, ona inanarak dinleyen, söylediklerine iman edenler Allah'ın kitabına bilerek veya bilmeyerek iman etmiyorlar demektir.
Bilerek veya bilmeyerek bütün tarikat mensupları şirki bataklığına mahkum olmuşlardır.
Bütün Nebilerin ve  Elçilerin gönderiliş amaçları tevhid akidesini yer yüzüne egemen kılmak içindir.
BENİM İNANCIM:
Kuran'ı Mübin'den aldığım ders gereği insanların fikir ve inanç yönünden sakatlıklarını  dile getirmeye çalışıyorum.
 insanların zaafları, kusurları vardır.
İnsanlar günah işleyebilirler.
 insanların aile mahremiyetleri,inanç dışındaki  özel halleri, amelleri beni hiç bir zaman  alakadar etmiyor.
 Bir müslüman nefsine hakim olmayarak  İçki içebilir, şeytana uymak suretiyle  kumar oynayabilir, yine beşeri arzular gereği  kendine hakim olmayarak  zina edebilir, ameli bakımdan günahkar olur.
 Bu yüzden ben insanların amel bakımından beşeri zaafları gereği  işledikleri günahların üzerinde asla durmuyorum.
Allah'ın tüm Elçilerinin gönderiliş amaçları tevhid akidesidir.
 "Senden önce hiçbir Resul ( Elçi) göndermedik ki ona "Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin"diye vahyetmiş olmayalım"
(Enbiya, 25)
Dolayısıyla insanlık  tarihinin bütün müşrikleri ibadet ederlerdi.
Tek sorun Allah'ın ötesinde, berisinde aracı ve şefaatçi ilahlar ve evliyalar edinmeleri idi.
 "İlahları tek bir ilah yaptı. Bu çok acayip bir şeydir" (Sâd, 5)  diyorlardı.
  Kur'an'ı Mübin'e göre  fikir ve inanç dışında hangi günah  olursa olsun insanın  ondan kurtulup Allah'ın huzuruna tertemiz ve  affedilmiş olarak  çıkma imkanı vardır.
 Fikir ve inanç haricinde herkes günah işlediğini kabul edip itiraf eder.
 İnsanlar tek fikir ve inançlarının doğru olduğunda ısrar ederler.
 insanlar fikir ve inançlarının batıl olduğunu asla kabul etmezler.
"De ki:
Rabbim adaleti (Tevhid'i) emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a özel kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz"
(Âraf, 29)
"O, bir grubu doğru yola iletti. Bir gruba da sapıklık müstehak oldu.
Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler.
Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"
(Âraf, 30)
 Dolayısıyla fikir ve inanç suçları  hariç bir insan için  Allah'ın huzuruna tertemiz çıkma imkanı   her zaman vardır.
 İnsanlar dünya hayatında isteyerek veya istemeyerek ameli günahlardan bir zaman gelir   uzaklaşmak zorunda kalırlar.
 Tekbir günahtan  kendilerini uzak tutamazlar, o  da inanç ve itikad ile alakalı olan şirk günahıdır.
Hiç kimse müşrik olduğunu ve şirk suçu işlediğini  kabul etmez.
 Hiç kimseye inancının ve fikrinin bozuk olduğunu ona kabul ettiremezsiniz.
 Bundan dolayı benim inancımda hayatını sürekli içki içerek geçiren biri,
"Abdulkadir Geylani müritlerini kibrit kutusu içinde Allah'a göstermeden, onları utandırmadan,  hesap kitap göstermeden cennete götürecek" diyen cahil  Adıyaman uydurma Gavs'ı  kadar günahkar olamaz.
MESELA,
Ömrünün tümünü  kumar oynayarak geçiren bir kişi "Yarın ahirette melekler birini alıp cehenneme götürürlerken " Ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım derse onu derhal  serbest bırakırlar" diyen müfteri  Cübbeli'nin şirkinin milyonda bir kadar  günah işlemiş olmaz.
 MESELA,
Hayatını zina ederek geçiren bir kişi "Buhari Allah'tan gelmiş gibidir, Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı" diyen Kur'an düşmanı  F Gülen kadar asla günahkar olamaz.
MESELA,
 Bir kişi hayatı boyunca hiç oruç tutmasa "Size beş yüz ayette getirseler sakın atalarınızın ve  selefin yolunu bırakmayın" diyen yobaz  Ebubekir sifil kadar büyük  bir cinayet işlemiş olamaz.
 Ahirette Allah'ın  affetmeyeceği tek günah şirk  olacaktır.
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur"
(Nisa, 48)
İslam dininde en önemli şey tevhid, sonra güzel ahlak daha sonra salih  ameller gelir.
  Kur'ansız mezhepçilerin Hadis ve fıkıh kitaplarına bakın tevhid ve güzel ahlak ile alakalı bir şey bulamazsınız.
Ameli konuların ise, teferruatlarında boğulup gidersiniz.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (32.YAZI)
 Bu yazıları kaleme alma  sebeplerinden bir kaçını şu şekilde özetleyebiliriz.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü elimizden geldiğince göstermek,
Kur'an'ın sistemini  ortaya koymak, Kur'an'ın her şey için  yeterli bir kaynak  olduğunu delillendirmek,
 Allah Elçilerinin tevhid mücadelelerini KUR'AN haricinde başka bir yerde aramamak, Nebi ile Resulün arasında
 bulunan farkı çözmek, Kur'an haricinde hiçbir eserin ümmeti bağlamadığını ayetlerle müşahade etmek,
Allah Elçilerinin değerlerini öğrenmeye çalışmaktır.
Allah şahittir ki, bundan başka hiçbir amacımız yoktur.
Dinimizi Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerden değil, Allah'ın apaçık kitabı Kur'andan öğrenmeye çalışmalıyız.
Âyetleri okumaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
"Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin:
"Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin dâvetine uyalım ve Elçilere tâbi olalım" "Ve nettibiirrusul" diyecekleri gün hakkında insanları uyar,,,,,"
(İbrahim, 44)
Kur'an'ın hiçbir ayetinde "Nebilere tâbi olmak" diye bir şey yoktur.
Ittiba ve itaat sadece Allah'a ve Resulüne karşı sorumlu olduğumuz emirlerdir.
Dolayısıyla ayette geçen
 "dâvetine uyalım ve Elçilere tâbi olalım" cümlesi çok önemlidir.
Çünkü elçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için "ELÇİ'YE (Resule) tâbi olmak" aynı zamanda  "Allah'ın dâvetine icabet etmek" anlamına geliyor.
Allah'ın Elçileri gelen vahiy'den başka hiçbir şeyi tebliğ edemezler, Allah adına başka söz söyleyemezler, Kur'an'dan başka hiçbir şey okuyamazlar.
Fakat İrşad ve tebliğ metodunda  beşer ve Nebi olarak bir takım konuşmaları olmuştur.
Kur'an özellikle
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam)
döneminde Nebi makam ve mertebesinde konuşulan şeyleri vahiy olarak bünyesine  almamıştır.
Ben bunun üzerinde çok düşündüm, neden Allah  ( cc) Kur'anda  İbrahim,  Musa, İsa ( Aleyhimusselam) gibi Nebi ve  Elçilerin  kavimleri ile olan  diyaloglarını yüzlerce ayette  bize anlattığı halde  Muhammed ( Aleyhisselam) ın kavmi ile gerçekleşen  diyalog ve konuşmalarına yer vermiyor?
İnen vahiy haricinde Nebi (Aleyhisselam) mutlaka onlara kendi durumunu, Allah ile olan ilişkisini dile getirmiştir, onlarla bir takım tartışmaları olmuştur.
Kur'an neden bu konuşmalara ve tartışmalara  yer vermemiştir.
Bunun sebebi, Allah Resulü'ne getirilen bütün eleştiri ve  soruların  hepsine  Allah'ın bizzat Kur'an'ı Mübin ile  cevap vermesi ve Kur'an'ın önemli bütün sorunlara çözüm getirdiğinden dolayıdır.
 Allah ( cc) Elçisi Muhammed (Aleyhisselam) ı  zaten Allah'a iman eden ve Allah'ı Rab olarak kabul eden bir millet ile karşı karşıya gelecek şekilde bırakmamıştır.
Aslında Kur'an ehli muvahhidlerde hurafeci mezhepçilere karşı  sadece vahyi tebliğ etmekle  en büyük mücadeleyi yapabilirler.
Yani insanların hidayet ve selameti için Allah ( cc) Nebi (Aleyhisselam) söyleyecek bir söz bırakmamışır.
"Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, ( onunkarşılığında) sana daha doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim"
(Furkan, 33)
Dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ister itikadi ister ameli olsun bütün sorunlara çözüm getirmiştir.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

ŞİA VE EHLİ SÜNNET'İN  EN BÜYÜK GÜNAHLARI:
 Çok ilginç, daha  bugün Allah'ın yardımıyla üç ayetin hangi anlama geldiğini öğrendim.
Eskiden bu ayetleri okur okur fakat tam olarak ne demek istediklerini, neyi kasdettiklerini anlayamazdım.
Demek ki her şeyin bir zamanı vardır.
 Bu gibi durumlarda bir çok defa hayretler içerisinde kalıyorum.
 Daha Kur'anda Allah bize  neler gösterecek.  
Daha Kur'an'da nelerle karşılaşacağız, bizden sonra gelecek olan muvahhidler Kur'an'dan nelerle  karşılaşacaklar.
 Sözü fazla uzatmadan ayetlere geleceğim.
 Bu ayetler ile alakalı hiçbir meal ve tefsir tam  olarak hangi anlama gelebileceğini ortaya koymamıştır.
 Fakat Allah'a binlerce şükür olsun ki Resül ve Nebi kavramları üzerinde İnceden İnceye  tefekkür ettiğinizde  çok ilginç manzaralar önünüze çıkmıyor da değil.
İşte ayetler
 "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi)  inkâr edenler Allah  ile elçilerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir  kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar(iman ile küfür)  arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
 "Allah'a ve Elçilerine " Ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir.  Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"
( Nisa,  150- 151- 152)
 Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman,13 )
 "Şirk ahirette affedilmeyecek tek  günah ve büyük bir iftiradır"
( Nisa, 48- 116)
Mel'un bir günah da "Allah'ın ayetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak  ve onu insanlara ulaştırmamaktır"
(Bakara, 159- 160- 161- 162- 174- 175- 176)
 İşte bu iki kahredici ve   lanetlik günahtan  sonra en büyük bir  günah  ve gerçek kafirlik de "Allah ve Elçilerini birbirinden ayırmak" olarak önümüze konmuştur.
 Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Elçilerini birbirine ayırırsınız artık onlarla alakalı her türlü  yalan ve iftirayı  yapabilirsiniz.
 Tabii burada Allah'ı,  indirilen  vahyin  temsil ettiğini unutmayalım.
 Yani Allah'ın elçilerini vahiden ayrı  bir yerde değerlendirme altına alamazsınız.
 Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, vahiy'den alarak başka bir kaynak ile onların  hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.
Onların hayatları ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız.
 Çünkü Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını,  inançlarını, mücadelelerini kayıt altına almıştır.
Allah'ın Elçilerini Kur'an'dan öğrenmek ve anlatmak zorundasınız.
 Çünkü Allah  onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma  altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.
Elçiler  Allah'ın  Vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inanclarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız  Allah'ın elçilerine  Allah'ın indirdiği Vahiy ile gitmek zorundasınız.
 Dolayısıyla Allah'ın elçilerine hadis ve rivayetler yoluyla  ulaşmak,  onları hadislerle anlatmak cinayetlerin ve küfrün  en büyüklerindendir.  Hadisleri reddetmeyen  kim olursa olsun büyük bir cinayet işliyor demektir.
 Siz eğer  Allah elçilerini vahiy'den,  yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi  Süleyman (Aleyhisselam)'ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz  Meryem (Aleyhesselam)'ı  zina eden bir fahişe,  İsa (Aleyhisselam) 'ı gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.
Siz  eğer Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam)ı  Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad edersiniz ve bu dinde namaz kılmayan, zina eden, ve dinden döneni bile öldürebilirsiniz.
Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre  eğlenecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.
Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua edip onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.
Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın kargayı fasık yapar kertenkeleyi  öldürmeyi sevap sayarsınız.
Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu  Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.
İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik, Şafii ve Hanbeli tamda bu operasyonu yaptılar.
Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.
Çünkü hayatı kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm  uyduramazdınız.
Siz şirkin en katmerlisini işlediniz.

16 Temmuz 2017 Pazar

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (31.YAZI)
"Andolsun ki Musa'yı da: kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş atalarının başına getirdiği felaket) günlerini hatırlat, diye âyetlerimizle gönderdik,,,"
(İbrahim,5)
Kur'an'ın âyetlerinde elçi ile vahiy arasında bir fark olmadığı için bazen "Resulün ( Elçin'in) insanları karanlıklardan aydınlığa çıkardığı" bazen de "vahyin insanları karanlıklardan aydınlığa çıkardığı" ifade edilir.
"Elif. Lam. RA ( Bu Kur'an) , Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"
(İbrahim, 1)
",,,Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir RESUL( ELÇİ) göndermiştir"
(Talak, 10, 11)
Âyetlerde görüldüğü üzere "Resul" ile "vahiy" kavramları birbirinin içine girmiş vaziyette gösterilir.
Yani "Resul" ile "Vahiy" arasında bir fark gözetilmiyor.
Hatta bazı ayetlerde "Resul" kavramı vahiy içinde kullanılmıştır.
Birde bütün âyetlerde her zaman âyetleri okuyan kişinin "Nebi" değil, "Resul" olduğu ortaya konuluyor.
",,,,,,Elçileri kendilerine apaçık belgeler getirdi de onlar, ellerini Elçilerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine davet ettiğiniz şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz"
(İbrahim, 9)
"Elçileri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?,,,,,"
(İbrahim, 10)
Kur'anda genellikle Resüllerin kavimleri ile diyalogları anlatılır, birde Resüllere apaçık deliller verildiği ifade edilir.
Yani anlayacağınız Kur'an dininde "Resul" ile "vahiy" arasında bir fark gözetilmemeştir.
Dolayısıyla Elçiyi değerli kılan şey vahiy'dir, Allah'ın bütün Elçileri ancak Kur'an'dan öğrenilmesi gerekir.
Çünkü elimizde Allah tarafından indirilmiş olarak Kur'an'dan başka açık ve kesin doğru bir belge yoktur.
"Elçileri onlara dediler ki: "(Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz,,,,,"
(İbrahim, 11)
"Kafirler Elçilerine dediler ki: "Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara:
"Zalimleri mutlaka yok edeceğiz!" diye vahyetti"
(İbrahim, 13)
"İşte bu (Kur'an),kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak  bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir"
(İbrahim, 52)
NEDEN F GÜLEN'İ ÇÖZEMEDİLER :
 Yıllardan beri F Gülen ile alakalı eleştirilerimizde neden haklı çıktık da hükümet taraftarları hayal kırıklığına uğradılar.? Aldandık,bilmiyorduk  diyorlar.
Neden F Gülen'in  bozuk olduğunu çözemediler ?
Neden ülkeye ihanet edebileceğini anlayamadılar?
Neden hurafelerini, yalanlarını, ahmaklıklarını, din adına iftiralarını görmediler?
Ona destek oldular, beslediler, korudular,saygı gösterdiler, yücelttiler,  büyüttüler,semirttiler. Ne istedi de vermedik? dediler.
Allah'ın izni ve inayetiyle  neden biz F Gülen konusunda  isabet ettik, onlar aldandılar, halbuki hükümetin   emrinde bir sürü istihbarat örgütleri de vardı.
Bunun sebebi şudur.
Biz F Gülen'i Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür, akıl ve tevhid açısıyla değerlendiriyorduk.
Yani itikadi olarak inanç ve fikirlerini eleştiriye
tâbi tutuyorduk.
Siyasi veya maddi  bir menfaat beklemiyorduk.
Gelecek tehlikeye sadece Allah'ın rızasını gözeterek dikkat çekiyorduk.
Ama diğerleri Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde  bilmediklerinden, onun gerçeklerini önemsemiyor, FGülen'i Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür ekseninde değil,
tamamen siyasi rant elde etme ekseninde değerlendiriyorlardı.
Halbuki itikadı doğru olmayan, istikamet üzerinde bulunmayan, tevhid akidesine bağlı olmayan  kim olursa olsun gelecek için potansiyel bir tehlike ve hiyanetin tam merkezinde olacaktır.
Muvahhid olmayanlar  kullanılmaya müsait bir ahlak ve karaktere sahiptirler.
Her şey rant ve menfaat değildir.
Ne olur Allah rızası için artık, Kur'an,tevhid, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür
odaklı olarak insanları değerlendirelim.
İsterse bu insanlar ibadetlerinde eksik ve kusur sahibi olsunlar.
Lütfen, Allah rızası için ibadetlerin teferruatlarından daha fazla  Kur'an, tevhid, ilim, adalet, güzel ahlak ve liyakata değer verelim.
Allah rızası için  yalvarıyorum,   taraftarı ve müritleri fazla, daha çok oyu var diye yalancı hurafecilere değer vermeyelim.
Ümmeti uydurma rivayetlerle aldatanlara prim vermeyelim.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulamaya göturmeyenlere itibar etmeyelim.
Mesela :
Başbakanlığı döneminde  Ahmet Davutoğlunun hurafeci Cübbeli'yi ziyaret etme
 ve aynı fotoğraf karesi içinde bulunma hakkı ve mantığı var mıydı?
Yemin ederim, Cübbeli Ahmet, Adıyamanlı, Şevket Eygi, Osman ünlü, Ramazan ayvalı, Vehbi Güler  Mustafa Karataş, Cevat akşit, Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı,  Haydar baş, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan,
 Nurettin Yıldız, Nihat Hatipoğlu gibi ehli sünnet  hurafecileri inanç ve fikir bakımından
 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan daha fazla
 F Gülen'e yakındırlar.
Ancak şu da bir gerçektir,  Ak Parti başlangıçta bir takım engelleri aşmak için cemaatin gücünü kullanmıştır.
Tayyip Erdoğan baştan beri F Gülen'i sevdiğini zannetmiyorum.
Burdaki temel sorun şudur :
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Diyanet işleri başkanlığına bir  emirle, Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür çizgisine çekmediği sürece samimiyet testini aşmayacaktır.
Yalnız burda da önemli iki  sorun ortaya çıkacaktır.
1) Diyanet işleri başkanlığı hurafe ve uydurma Ehli sünnet dinini nasıl bırakıp Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre dönüş yapacaktır.
2)Hurafelere boğazına kadar batmış muhafazakar bir toplum ataların dininden ve geleneklerinden nasıl kurtulacaktır.
ALLAH'IN İZNİYLE KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER YANILMAZLAR.
Diyanet İşleri başkanlığına bağlı aşağı yukarı doksan bin camide yüz elli bine yakın görevli ile beraber yüzlerce  kur'an kursunda binlerce öğretmen, yüzlerce  müftü, vaiz ve  vaizeler  mevcuttur.
Diyanet İşleri başkanlığına belki de iki üç bakanlık bütçesi kadar pay  ayrılmaktadır.
Onlarca ilahiyat fakültesinde yüzlerce ilahiyat Profesörü bulunmasına rağmen,
Devletin istihbarat teşkilatları, Cumhurbaşkanı,    başbakanlık ve   bakanlık  müsteşarları, müşavirleri, danışmanları, baş danışmanları olmasına rağmen, fetö'nün lideri olan
F Gülen ile alakalı çok az kişi haricinde  neredeyse "Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi"   demeyen bir siyasetçi kalmamış gibi görünüyor.
Bunun sebepleri çok olmakla beraber bence en önemlisi şudur.
"Buhari Allah'tan gelmiş gibidir"
"Birde Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı"
hezeyanını duyan Kur'an ehli bir muvahhid bu küfür ve Kur'an'a hakaret olan sözleri söyleyen kişinin üzerine çizgiyi çizer.
Artık bu sözleri söyleyen kişi ne kadar önemli biri  olursa olsun Kur'an ehli muvahhidin yanında ebediyyen bir  itibarı olmaz.
Çünkü Kur'an ehli muvahhidler Allah'a, Allah Elçilerine, Kur'an'a, bilimsel gerçeklere, aklı kullanmaya ve  tevhid ahlakına  çok değer verir ve bu değerler için yaşarlar.
Fakat diyanet İşleri başkanlığı ( Ankara) ilahiyatçı Prof'ların ve siyasetçilerin yanında bu saydığım değerlerin bir önemi yoktur.
Onların yanında  kariyer, koltuk, itibar, çokluk ve iktidarlarının kesintiye uğramaması çok önemlidir.
Eğer bu saymış olduğum iktidar ve makam sahipleri Kur'an'a,
ilme, akla, tevhid akidesine ve sorgulamaya değer vermiş olsalardı medeniyete  ve gelişmeye, icad ve insan haklarına,sanat ve estetiğe,  ilme  ve akla, tefekkür ve sorgulama nimetlerine  fetö'nün bin katı kadar düşman olan başka kurum ve kuruluşlara ses çıkarırlardı.
 Bu İslam ve Kur'an, medeniyet ve hürriyet  düşmanı yobazlara karşı ilmi ve fikri olarak  ihtiyati tedbir alırlardı.
Biz Kur'an ehli muvahhidler şahit oluyoruz ki, bazı tarikat şeyhlerinin İslam dini ve  Allah Resulü ile alakalı söyledikleri şeyleri İslam düşmanları bile söylemekten utanır.
Buna rağmen ne diyanet İşleri başkanlığından ve ne de iktidar sahiplerinden açık bir eleştiri  ve adrese teslim edilecek  bir kınama gelmemektedir.
 Hükümete bağlı olan Diyanet işleri başkanlığının din anlayışı ile fetö'nün din anlayışı arasında hiçbir fark yoktur.
 Bundan dolayı ilmi ve fikri olarak Fetö ile  mücadele edemezler.
Dolayısıyla Kur'an ve Tevhid, ilim ve akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan ümmetin cahilleri aldanmaya  devam edeceklerdir.
Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olan siyasal İslamcılar ve diyanet İşleri başkanlığı ( Ankara) ile beraber ilahiyatçı Prof'lar yobaz ve ahmak, hurafeci ve iftiracı, kumpasçı ve hain, şerefsiz ve cahil  fetö ile mücadele etmede  tam bir çöküş  yaşıyorlar.
Tek kişinin üzerine kurulu sistemin  çok yönlü ve yoğun bir çalışma yürüten fetö'nün hakkından gelmesi çok zor görünüyor.
Şimdiye kadar  devlet fetö'nün karşısına sağlam bir fikir ve  söylem ileri süremedi.
Çünkü devletin fetö'nün karşısına ciddi ve sağlam bir inanç ve fikir ile çıkması diyanet İşleri başkanlığının kökten bir değişim geçirmesine bağlı bir şeydir.
 Yani diyanet İşleri başkanlığı Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerinden acilen Kur'an ilmine ve hikmetine  geçmesi gerekiyor.
Hâlâ bugün fetö'nün bütün gücünü koruduğunu CHP'NİN tavrından ortaya çıkmaktadır.
Hiç çekinmeden ve korkmadan kemal Kılıçdaroğlu FETÖ'ye hizmet vermeye devam etmektedir  ve Kemal Kılıçdaroğlu hâlâ fetö'nün  darbe yapabileceğine  iman etmektedir.
YALNIZ YAŞAYANLARDAN DEĞİL ÖLÜLERDEN DE ÇEKECEĞİMİZ VAR.
 İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın gönderdiği Elçilerin önünde engel oldukları gibi,
Kur'an ehli muvahhidlerin önünde de en büyük engel ölülerdir.
Kur'an hakikatının önünde en büyük bataklık
 ve aşılmaz akabe ölü olan sözde âlimler ve müçtehitlerdir.
Tevhid akidesinin insanlara ulaştırılmasına mâni  olan yine  bu sözde âlim ve büyük müçtehit  olarak görülen ölülerdir.
Hakikat avcılarına karşı cesetleri toz olmuş  hurafecilerden  daha çetin bir mücadele  hiç kimse ortaya koyamaz.
Ölüp gittiler, toprak olup, toz oldular ama kör olası hurafelerini başımıza musallat ederek, inanç,  fikir ve hürriyetimizi  geçmişin karanlıklarına  mahkum ettiler.
Kendileri ölüp gittiler ama bıraktıkları dini paramparça etme mirasları  sayesinde onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlar birbirlerini durmadan  katlettiler.
Kur'an'ın ilmine ve hikmetine ölülerden daha yaman bir muhalif asla bulunamaz.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür dostları ölü âlimlerden çektiklerinin binde birini yaşayan cahillerden çekmediler.
Muvahhidler hayatta olan cahil hurafecileri aşsa da ölüleri asla aşamazlar.
Ölüler asla aşılamazlar.
Çünkü ölüleri aşmaya çalışmak, onların çürümüş fikirlerine karşı gelmek en tehlikeli bir ihanet  olarak kabul edilmektedir.
Şimdiye kadar ölülerin nasıl açılacağı ile alakalı hiç kimse bir fikir ortaya koyamamıştır.
Ölüleri aşıp Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine,
Allah'ın kitabının hikmetine, Vahyin aydınlığına nasıl  kavuşacağız .
 Yaşayanları aşmak o kadar zor değil,asıl zor ve müşkül olan  kemikleri  çürümüş olanları aşmanın yolunu bulmaktır.
Aslında en büyük icatlardan ve buluşlardan bir tanesi, belki de en önemlisi ölülerin uydurma rivayet ve  dinlerini aşarak Kur'an'a ulaşmak olacaktır.
Kur'an ehli muvahhidler ne zaman ölüleri aşmayı başarırlarsa Kur'an ikliminin aydınlığına çıkmış olacaklar.
Ölüleri aşmadan Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak faydanamayız.
Aslında ölüleri aşmanın yolu Allah'ın kitabı Kur'andır, çünkü o her türlü hastalığa karşı mükemmel bir kalkandır.
DOLAYISIYLA ÖLÜLERİN UYDURMA VE HURAFE  DİNLERİNİ  ALLAH'IN İZİN  VE İNAYETİYLE, RAHMET VE HİDAYETİ OLAN KUR'AN İLE AŞARIZ.
Zorla yaşatılmaya çalışılan ölüler olmasaydı bu ümmet  böyle izdırapların, karanlıkların,
 zulüm ve vahşetin,
cehalet ve yobazlığın, ahmaklık ve kaos girdapının tam merkezinde  olur muydu?
HURAFELERİN GÜCÜ ADINA, GÜÇ VE SÖZ  ÖLÜLERİNDİR ARTIK.
( Ey Muhammed! ) Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları:
 Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
(Zuhruf, 23 )
(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yinemi bana uymazsınız)? deyince , dedilerki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi ( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
(Zuhruf, 24)
Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, tefekkür etme,  sorgulama ve eleştiri yapma gibi ne kadar önemli bir şey varsa onu öldürdüler.
Ölmüş insanların fikirlerini ve içtihatlarını zorla yaşatmaya devam ediyorlar.
Dinlerini Kur'an ehli muvahhidlerden ve hayat veren  Kur'an'dan öğreneceklerine hâlâ toz ve toprak  olanlardan öğrenmeye çaba gösteriyorlar.
CHP'NİN ADALETİ:
Elli  yıldır CHP'NİN bu ülkede onlarca yüzlerce adaletsizliği mevcuttur.
Aslında hiç bir zaman adalet CHP'NİN umurunda bile olmamıştır.
Okullarda bir başörtüsüne bile tahammül edememiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde halka yapılan hiçbir adaletsizliğe CHP ses çıkarmamıştır.
CHP her zaman askeri darbelere destek vermiştir.
CHP, her halükarda militarist bir zihniyete sahip olduğunu gizlememiştir.
İster inanın ister inanmayın  CHP iktidar olduğu dönemlerde de ana muhalefet partisi olarak da  kendisine  en fazla destek veren Alevilerin  sorunlarıyla  alakalı bile hiç bir zaman  çalışması ve hizmeti olmamıştır.
Buna rağmen aleviler neden CHP'YE oy veriyorlar.
Bunun nedeni,
Aleviler, Emevi- Abbasi- Osmanlı Ehli sünnet dininin rivayetlerini kendine din edinenlere güvenmediklerinden  dolayı muhafazakar sağ partilere oy vermek istemiyorlar.
Çok ilginç Anadolu'nun gariban, fakir ve ezilmiş Alevileri dine mesafeli istanbul aristokrat tabakasını,
 neredeyse kendisi gibi bir  hayat standartına sahip, kendisine yakın, içinde yaşadığı  muhafazakar kesime tercih ediyor.
Bunun en büyük sebebi can güvenliği ve güven bunalımıdır.
Eğer inananlar,  Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleriyle değil de,  Kur'an, ilim, hikmet,
akıl,merhamet, saygı, tefekkür ve sorgulama ile alevilere yaklaşmış olsalardı bu güvensizlik ortamı doğmayacaktı.
Tabi bu arada tarihte cereyan etmiş hadiseleri unutmamak gerekir.
Dolayısıyla Müslümanlar tevhid inancından çok ayrı olan alevi inanç ve ibadetlerine saygı göstermek  zorundadırlar.
Cemevleri mutlaka ibadethane statüsüne kavuşturulması gerekmektedir.
Aslında ne Aleviliğin ve nede ehli sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir  alakası yoktur.
Hatta Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan
Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan dinin
Kur'an'ın tevhid akidesine verdiği zararı aleviler hiç bir zaman  veremezler.
Çünkü böyle bir niyetleri, amaçları ve bilgi birikimleri bulunmuyor.
Alevilik  bundan binlerce  sene öncesine dayanan hulul ve Vahdeti vücut ile  alakalı bir inançtır.
Alevileri zorla islamın içinde bir mezheb olarak görmek tam anlamıyla bir cehalet ve Alevi inancına saygısızlıktır.
Dinde zorlama yoktur, tefekkür etme, aklı kullanma, sorgulama, evrensel ahlak, merhamet ve şefkat vardır.
MESELA,
Kur'an'a bakın Allah Elçilerinin görevlerinin sadece vahyi tebliğ etmek ve Allah'a davet olduğunu yüzlerce ayette  çok açık olarak göreceksiniz.
 Kur'an İslam'ının amacı İslam  dinini hikmet ve güzel bir öğütle  anlatarak,ilim ile ikna ederek, delillerle tevhid ahlakını ve  akidesini yerleştirmektir.
Bundan dolayı ben diyorum ki,  mezhep hurafeleri ve rivayet kaynaklarıyla değil, Kur'an'ın ilmiyle  ve tevhid ahlakıyla en güzel ve makul bir yolla Alevi vatandaşlarımıza  ulaşmak zorundayız.
Aleviler bizim gibi Allah'ın kullarıdir.
Aleviler, Allah, Muhammed ve Kur'an düşmanı değillerdir.
Aleviler tarih boyunca inançlarına saygı duymayan ve kendilerini insan yerine koymayan mezhep bağnazlığına düşmandırlar. Dininize saygı bekliyorsanız, başkasının dinine saygılı olacaksınız.
Aleviler Allah'ı inkâr etmezler, Aleviler sizin yarı ilah ve Rab konumuna soktuğunuz Muhyiddini Arabi ve Celaleddin-i Rumi'nin inandığı gibi Allah'a iman ederler.
 Cübbeli Ahmet'in Allah Resulü ve İslam dini  ile alakalı anlattığı saçma sapan hurafe ve iftiraları bir Alevi dedesi anlatsaydı linç edilirdi.
Allah Resulüne karşı yapılan bu iftira ve hakaretlere karşı  İktidar sahipleri ve Diyanetten en ufak bir karşı gelme ve onları   reddetme var mı?
Şimdi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşüne bir göz atalım.
Aslında adalet için en son yürümesi gereken kişi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğludur.
Bu yürüyüşün gerçek sebebi,Türkiye Cumhuriyeti Devletine,
özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a  darbe yapmak isteyen iç ve dış güçlere CHP'nin'de büyük bir güçle  destek vereceğini göstermek içindir
 Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere kurumsal olarak  CHP'lilerin büyük çoğunluğu  Tayyip Erdoğan'ın yerine kim olursa olsun destek vermeye hazırdırlar.
Yani parti olarak CHP,  hangi yolla ve kim  olursa olsun hiç farketmez  Tayyip Erdoğan'ın yerine bir başkasını tercih eder.
"Buhari Allah'tan gelmiş gibidir" diyen,
Kur'an'ı tek kaynak kabul eden muvahhidler için "Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı" hezeyanını sergileyen F Gülen'e karşı kim mücadele ederse onun yanında yer alırım.
ALLAH RESULÜ'NÜ BUHARİ'NİN YALAN VE İFTİRALARINDAN KURTARMAK ZORUNDAYIZ:    Allah Resulü'ne karşı en büyük ihanet ve hakaret rivayetçilerin  onu  Kur'an'dan ayırıp uydurma beşeri eserlere taşımaları olmuştur.
 Hurafeci cahiller
 Resülüllah (Aleyhisselam) ı  Kur'an'dan koparıp beşeri hezeyan ve akılsız hurafelerle değerlendirmeye alınca insanlara rahmet olarak gönderilen "Resul" değil,
Elinde kılıç kafa kesen, katil, barbar, önüne gelene lânet okuyan,
 kaba, son derece sert ve acımasız bir Resul algısı ortaya çıktı.
ŞİMDİ EHLİ SÜNNET DİNİNİN KUTSAL KİTABI BUHARİ'DE ANLATILAN ALLAH RESULÜ İLE KUR'AN'DA ANLATILAN ALLAH RESULÜ ARASINDA BİR KIYAS YAPALIM.
"İbni Ömer'den, Resülüllah (sav) Allah'tan başka ilah olmadığına,
Muhammed'in Allah'ın Elçisi olduğuna şahitlik etmeleri, namaz kılmaları ve zekat vermelerine kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.
 Eğer bunları yaparlarsa benim elimden mallarını ve canlarını korumuş olurlar. İslam'ın koyduğu haklar bunun dışındadır.
Diğer konularda hesapları ise Allah'a aittir" buyurmuştur.
(Sahihi Buhari-Muhtasarı Tecridi Sarih, hüner yayınları, 24. Hadis, iman Bölümü)
BUYRUN SİZE ALLAH ELÇİSİNE BİR İFTİRA DAHA:
"Ebu Hüreyre (r, a) den, Resülüllah (s, a, v) :
"Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki odun toplamalarını emredeyim, böylece odun yığılsın,
sonra da namaz kılmalarını emredeyim, namaz için ezan okunsun sonra da bir kimseye emredeyim cemaate imam olsun, sonra geriye çekilip namaza gelmeyen adamlara giderek üzerlerine evlerini yakayım, diye içimden geçirdim.
 Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onlardan birisi eğer yağlı bir kemik ya da güzelinden iki koyun paçası bulacağını bilse yatsıya gelip hazır bulunurdu"
buyurmuştur.
(BUHARİ, ezan bölümü, hadis no, 389)
PEKİ ALLAH'IN KİTABINA GÖRE ALLAH ELÇİLERİNİN GÖREVİ NEDİR?
Vaya Allah Resulü nasıl bir ahlaka sahipti."O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi,,,,"(Âli İmran, 159)
Dinde asla bir zorlama yoktur. Hiç kimse ibadet etmeye zorlanamaz.
"O halde ( Resulüm),öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin.Onların üzerinde bir zorlayıcı zorba değilsin"(Gaşiye,  21, 22)
( Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi.  O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?"( Yunus, 99)
" Biz onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürecek de sana  ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer.  Hesap yalnız bize aittir"(Ra'd, 40)
" Resüle düşen vazife, ancak tebliğdir.
  Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir"( Mâide, 99)
"Size Rabbimin vahiyettiklerini  duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım"
( Araf, 68)
"Elçilerin üzerine açık seçik tebliğden  başka bir şey düşer mi? " (Nahl, 35)
" Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum,  size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"
( Araf, 62)
 Bu ayetler gibi yüzlerce ayet mevcuttur.
Dolayısıyla Allah Resulü'nü Buhari'nin yalan ve iftiralarından kurtarmalı,
 Allah Resulü'ne asıl değerini veren vahiy'den öğrenmeliyiz.
Ben iddia ediyorum, Allah'ın bütün Elçileri ve son Elçi Muhammed ( Aleyhisselam) ile alakalı öğrenmek istediğimiz her şeyi Kur'an'da bulabiliriz.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Kur'an hiç bir kaynağa ihtiyaç bırakmıyor.
Rivayetlerin ve rivayetçilerin  bu dine ve Allah'ın Elçisine yaptığı zararları Hıristiyanlar ve Yahudiler yapamazlar.
Dolayısıyla uydurma  rivayetlerde anlatılan masal ve hayal mahsulü  Allah Resulün'den,  Vahyin aydınlığında anlatılan  insanlara  rahmet ve  aydınlık  olan  Allah'ın Elçisine hicret etmek  zorundayız.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (30.YAZI)
(Allah'tan indirilen vahyi) onlara açıklasın diye her Elçiyi (Resulin) yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir"
(İbrahim, 4)
Ayette "Resul" ( Elçi) kavramının kullanılmış olması çok önemlidir. Çünkü elçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak ve  onu duyurmaktır.
Abartma yapmıyorum,
 Şia ve Ehli sünnetin sözde  âlimleri ve muhaddisleri uydurdukları rivayetlerle Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ayet bırakmamışlardır.
Kur'an'ın bir çok kavramını bozarak, Kur'an'ın  bağlam ve bütünlüğünü dağıtarak âyetleri  anlaşılması  imkansız  bir hüviyete  sokmuşlardır.
İşte manasını bozdukları kavramlardan en önemlisi "tebyin" kavramı olmuştur.
Çünkü "tebyin" kavramı bozulduğunda uydurma hadis dinine yol açılmış olacaktır.
Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde "tebyin"in ne olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Fakat uydurma ve hurafe  rivayetlerine meşru bir alan kazandırmak için
 "tebyin" kavramına  "iyice açıklama, tefsir etme" anlamı yüklemışleredir.
Mesela 6 Prof'un hazırlamış olduğu Türkiye Diyanet Vakfı mealinde bu âyete şöyle bir mana verilmiştir
"(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir"
Diyanet'in bu âyete verdiği mealde 3 tane hata vardır.
Bir: "iyice açıklasın" değil, "açıklasın" olmalıdır.
İki: "Peygamber" kelimesi kur'andaki Resul ve Nebi ibarelerini tahrif ediyor.
Üç: Allah "dilediğini" değil, "dileyen kişiyi" saptırır.
Şimdi Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde "tebyin" kelimesinin "iyice açıklama ve tefsir etme" anlamına mı geldiğini?
Yoksa "âyetleri  duyurma,vahyi  tebliğ etme,Allah'tan indirileni  ilan etme ve Kur'an'ı  okuma" anlamına mı geliyor?
 Bir bakalım.
Aslında  vahyin Allah tarafından "tefsir, tafsil, tasrif ve tebyin" edildiğine dair onlarca ayet mevcuttur.
Fakat biz bu yazımızda âyetlerde  "tebyin" kavramının hangi anlama geldiğini ortaya koymaya  çalışacağız.
İşte o âyetlerden bir kaçı şöyledir.
",,,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
( Bakara, 159)
Yukarıdaki ayette bulunan "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra,,,," bölümü çok önemlidir.
Allah ( cc) indirmiş olduğu vahyi kendisi "iyice açıklamış"  "apaçık" ortaya koymuş ki, Allah Resulü döneminde tamamen tebliğ sorumluluğu  elçiye yüklenmesin, Allah Resulü'nden sonra da kavga ve kargaşa meydana gelmesin.
"Andolsun onların ( geçmişelçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için bir öğüt vardır.
(Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve mutlak hidayettir"
(Yusuf, 111)
Dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "tebyin" kavramı, hurafeci mezhepçilerin iddia ettikleri gibi "iyice açıklama" ve "vahyi tefsir etme" asla değildir.
Çünkü Allah'ın kendisi Kur'an'ı tefsir etmiştir.
"Onların  sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana daha doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim" (tefsiran)
(Furkan, 33)
"Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklamadır,  (beyanun) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
Kur'an din ve hüküm olarak kendisinden başka hiçbir kaynağı referans olarak vermez ve kabul etmez.
Allah ( cc) Nebi ( Aleyhisselam) Kur'andan sonra veya Kur'an ile beraber açıklayacak hiç bir alan bırakmamıştır.
Yüzlerce ayette Kur'an'ın ve âyetlerinin kolay, açık ve anlaşılır olduğu vurgulanır.
SEÇİLMİŞLIK İNANCI (7. YAZI)
 Fethullah Gülen'in hurafe ve uydurma rivayetlerden  oluşturduğu psikolojik baskıya maruz kalan Kur'an ve  tefekkür fukaraları onun büyük bir ilim ve fikir adamı olduğu inancına  sarıldılar.
 istikameti ve nihai menzili izah edilmemiş  bir "Altın Nesil"  propagandası ile beraber düşünüldüğünde  Kur'andan haberi olmayan cahillerin aldanması sanki mecburiyet haline geliyor.
 Altın Nesil... madeni özelliği bir tarafa, neyin nesli,  hangi istikametin nesli?
 Karşısındaki hem beden (biyolojik) yaşı çocuk olanlar ve hem de akıl yaşı  çocuk olanlara, "siz altın nesilsiniz"
 demesi, onları bu şekilde motive etmesi aldanmaları için kafi geliyor.
 Aldanmaları için kâfi geliyor, zira hiç kimse hangi menzilin nesli?"
diye sormuyor.
 "Altın Nesil" propagandası ve aldatmacası akılsız cahillere kâfi geliyor.
 Oysa "neyin nesli" sormayı bile akledemeyen cahiller  bilmiyorlar ki, altından tuvalet taşı da yapılabilir.
Madenin ne olduğu yalnız başına bir kıymet ifade etmiyor,  hangi maksat için kullanıldığı da mühim.
 Muhatapları, kendilerine "altın" denmesini kâfi  görüyor,  bununla iktifa  ediyor, hedefi sorgulamak bir tarafa, sormuyor bile.
 Oysa bilmiyorlar ki, sormayan ve sorgulamayan akıl, altın veya elmas madeninden değil, tenekeden ve kömürden   yapılmadır.
 Kömüre "elmas" diyen Fethullah Gülen ise Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum oldukları için  onları rahatça  aldatıyor.
 Hoş bir aldanış, "kömüre" "elmas" muamelesi yapıyor uyanık adam, ilim ve akıl yoksa  böyle bir yalana aldanacaksınız tabi,ama aldanmak aldanmaktır, belli bir sınırı aşan aldanma ise ahmaklıktır.
Belki de dünyada ilacı olmayan tek şey ahmaklıktır.
 Elmas ve altın nesil yalanıyla, muhabbet fedaileri aldatmacasıyla  kendini emperyalistlerin çıkarları için namluya sürecek mermiye  çeviren "adanmış ruhlar"  Kur'an'a göre  "aldanmışlar" (Sebe, 31, 32, 33, Saffat, 23,,,,30,,,Bakara, 165, 166, 167) gerçek  bir inanca sahip olamazlar.
 Fetö lideri Fethullah Gülen de meseleyi bildiği için, kömüre "elmas" muamelesi yapmış olmaktan başka bir çaba  içine girmiyor.
 Çünkü Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak mahrum olan cahillere  bu kadarı kâfi geliyor.
 "Altın Nesil" propagandasının  işe yaramadığı kişiler,  gerçekten madeni altın olanlardır.
 Bu Kur'an ehli muvahhidler  zaten altın madeninden yapılmış kıymetli şahıslar oldukları  için,  hem "Altın Nesil" iltifatına itibar etmiyorlar hem de ahlak ve karakterleri gereği soruyor ve sorguluyorlar.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (31.YAZI)
"Andolsun ki Musa'yı da: kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş atalarının başına getirdiği felaket) günlerini hatırlat, diye âyetlerimizle gönderdik,,,"
(İbrahim,5)
Kur'an'ın âyetlerinde elçi ile vahiy arasında bir fark olmadığı için bazen "Resulün ( Elçin'in) insanları karanlıklardan aydınlığa çıkardığı" bazen de "vahyin insanları karanlıklardan aydınlığa çıkardığı" ifade edilir.
"Elif. Lam. RA ( Bu Kur'an) , Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"
(İbrahim, 1)
",,,Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir RESUL( ELÇİ) göndermiştir"
(Talak, 10, 11)
Âyetlerde görüldüğü üzere "Resul" ile "vahiy" kavramları birbirinin içine girmiş vaziyette gösterilir.
Yani "Resul" ile "Vahiy" arasında bir fark gözetilmiyor.
Hatta bazı ayetlerde "Resul" kavramı vahiy içinde kullanılmıştır.
Birde bütün âyetlerde her zaman âyetleri okuyan kişinin "Nebi" değil, "Resul" olduğu ortaya konuluyor.
",,,,,,Elçileri kendilerine apaçık belgeler getirdi de onlar, ellerini Elçilerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine davet ettiğiniz şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz"
(İbrahim, 9)
"Elçileri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?,,,,,"
(İbrahim, 10)
Kur'anda genellikle Resüllerin kavimleri ile diyalogları anlatılır, birde Resüllere apaçık deliller verildiği ifade edilir.
Yani anlayacağınız Kur'an dininde "Resul" ile "vahiy" arasında bir fark gözetilmemeştir.
Dolayısıyla Elçiyi değerli kılan şey vahiy'dir, Allah'ın bütün Elçileri ancak Kur'an'dan öğrenilmesi gerekir.
Çünkü elimizde Allah tarafından indirilmiş olarak Kur'an'dan başka açık ve kesin doğru bir belge yoktur.
"Elçileri onlara dediler ki: "(Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz,,,,,"
(İbrahim, 11)
"Kafirler Elçilerine dediler ki: "Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara:
"Zalimleri mutlaka yok edeceğiz!" diye vahyetti"
(İbrahim, 13)
"İşte bu (Kur'an),kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak  bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir"
(İbrahim, 52)

13 Temmuz 2017 Perşembe

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (28.YAZI)
"Sonra onun (Nuh'un) arkasından bir çok Elçiyi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz"
(Yunus, 74)
"Sonra onların ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun'u delillerimizle gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkar bir toplum oldular"
(Yunus, 75)
"De ki: Ey insanlar! Size rabbinizden Hak (KUR'AN) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum)"
(Yunus, 108)
Yukarıdaki ayet hidayet ve dalaletin ancak vahiy geldikten sonra gerçekleşeceğini ortaya koyuyor.
Yani Allah ( cc) Elçilerle beraber vahiy göndermeden ne bu dünyada ve ne de ahirette azap etmeyecektir.
Dolayısıyla insanların hidayet ve dalaletini meydana çıkaran tek şey vahiy'dir.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulduğunda yani elçi onu tebliğ ettiğinde ona iman edenler kurtuluşa erer, kabul etmeyenler ise Allah'ın azabını hak etmişlerdir.
 Hidayet ve dalalette Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.
 İnsanların sorumlu oldukları tek şey Allah'ın kitabı Kur'an'dır.
Zaten aşağıdaki âyet bunu açıkça ortaya koymaktadır.
(Resulüm! ) Sen, sana vahyedilene tabi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret! O hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus, 109)
ALLAH RESULÜ İSTESE DE  MÜCİZE GÖSTEREMEZ:
"Belki de sen (müşriklerin)
 "Ona (Rabbinden)bir hazine indirilseydi veya onunla birlikte bir melek gelseydi! " demelerinden ötürü sana vahyedilen âyetlerin bir kısmını (insanlara duyurmayı) terk edecektin ve bu yüzden ruhun daralıyor.
( İyi bilki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir"
(Hud, 12)