ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI (4.YAZI)
Ehli sünnet ve Şia Kur'an'ı Mübin'i bilmedikleri için tevhid sisteminin nasıl bir değere sahip olduğunu bilmezler.
Aslında gerçeği söylemek gerekirse Şia ve Ehli sünnet alimleri!
uydurma kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere verdikleri önemin binde birini Allah'ın kitabı Kur'an'ı Mübin'e vermezler.
Dolayısıyla hangi sapık ne söylerse söylesin, hangi hayvan İslam'a nasıl bir çifte savurursa savursun hiç bir zaman umurlarında olmamıştır.
MESELA,
hululiyyeci Zünnun-u Mısri şöyle der.
"Üstad'ına, şeyhine, efendisine, Allah'tan daha fazla teslimiyet göstermeyen hakikî anlamda mürit olamaz"
(Feriduddin Attar, Tezkiratul Evliya, Tercüme Süleyman Uludağ s, 219)
Nakşibendi tarikatının Şeyhleri Allah'ın halifesini şöyle tarif ederler.
"Müridin biri doğuda, biri batıda olursa, kendisi de ikisinin ortası bir yerde bulunsa, ikisine birden ölüm vaki olsa, ölüm hallerinde onlara şeytan musallat olacak olursa, her ikisine de aynı anda yetişir ve onları şeytanın şerrinden halas edebilir"
"Velhasıl, Şeyh hazretlerine, gizli hiç bir şey yoktur, ister yakın, ister uzak, ister gece, ister gündüz"
"Bunların hepsi de şeyh efendiye göre aynıdır. Herkesin hâline vakıftır, herkesin halini, müritlerinden daha iyi bilir"
Şimdi insaf ve vicdan ile hüküm verelim.
Eğer Ehli sünnet âlimleri Kur'an'ın hikmet, ilim, akıl ve Tevhid akidesinden zerre kadar bir hisseleri olsaydı bu bozuk itikad ümmetin içinde dal budak her yeri ve köşeyi işgal edebilir miydi?
MESELA,
Binlerce insanın her gün ayağına kadar gittiği Adıyamanlı uydurma Gavsının "Kibrit kutusu" adı altında YouTube düşen ses kaydı kısaca şöyledir.
"Büyüklerden biri rüyasında kendini mahşerde bir bataklığın içinde görür,
bütün Enbiya, evliya, Ashab-ı kiram yanından geçerler ama bir tanesi bile el verip onu o bataklıktan kurtarmaz"
"Tam ümidini kaybetmişken oradan geçen bir sofi ona"seni kurtarayım mi? der.
Bataklığın içinde bulunan adam der ki, "Beni bu bataklıktan kurtarırsan ben daha ne isteyebilirim ki"
"Sofi adamı bataklıktan kurtarır, sofi der ki, "Kurban, bu kadar Enbiya, evliya geçti kimse bana el uzatmadı, sen kimsin?
"Sofi derki, "Ben Şah'ı Nakşibendiyim"
"Bu sefer Sofi sorar, "Şah-ı Nakşibendinin o kadar müritleri, halifeleri, salikleri vardı, sen tek başına nereye gidiyorsun?
O anda Şâhı Nakşibend koltuğunun altından kibrit kutusu içinde ufak sinekleri göstererek" "İşte bunlar bizim müritlerimizdir, onları Allah'a göstermeden, hesap kitap görmeden, Allah'ın huzurunda mahcup etmeden cennete götürüp koyacağım"
Bunu anlatan kişi ayağına milyonlarca insanın gittiği meşhur menzil Şeyhi olmasaydı, gülüp geçerdik,
Allah'tan haya etmek lazım, bu hikayenin anlatıldığı bir ülkede Diyanet İşleri başkanlığına ayrılan bütçe zehir zıkkım olmaz mı?
Bu ahmaklıkların anlatıldığı bir coğrafyada huzur ve mutluluk, saadet ve ilim, akıl ve hikmet barınır mı?
Bu hurafelerin içinde bulunduğu toplumun İlahiyatçılarına ve âlimlerine Allah lânet etmez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder