İNSANLIĞIN ORTAK AKLI ( 4.YAZI)
"Suçun da üstünlükler gibi dereceleri vardır"
(Racine)
"En büyük suçlar, zaruri olanı değilde, fazla olanı elde etmek için işlenir"
(Aristo)
"Hiçbir suçlu kendi öz mahkemesinden beraat edemez"
(Juvenalis)
"Kendinden utanmayı bilseydi insanoğlu, gizli kalmış değil, herkesin içinde, açıkça işlenmemiş nice suç işlenmemiş olurdu"
(La Bruyere)
"Bir mahkeme huzurunda beraat eden bir suçlu ile kendi vicdanında beraat eden bir suçlu arasında çok büyük bir fark vardır"
(Henry Fielding)
"Suçlunun beraat ettirildiği yerde, hakim hüküm giyer"
(P. Syrus)
"İşlediğimiz suçu başkasına söyledikten sonra, biz unuturuz, ama o unutmaz"
(Nietzche)
"Arsız güçlü olunca, haklıyı suçlu çıkarır"
(Konfüçyüs)
"Suçu bağışlayan soyludur, ancak özür dileyen daha soyludur"
(A.Daudet)
"Her nefis, kazandığına karşılık bir rehinedir"
(Kur'an'ıMübin, Müddessir, 38)
Yani ahiret gününde insanı kendi yaptıklarından başka hiç bir şey kurtaramaz.
Yukarıdaki ayet muhteşem bir manaya sahiptir.
Sadece bu bir satırlık ayet tek başına şefaat ile alakalı bütün uydurmaları yok ediyor.
"Ne mutlu adalet (tevhid) uğrunda eza çekmiş olanlara, çünkü gökler ülkesi (cennet) onlarındır"
(İncil-i şerif)
"Şirk bütün izdırapların köküdür"
(Mehmet Vâni)
"Lokman, oğluna öğüt vererek: Ey oğlum! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür " demişti.
(Kur'an'ıMübin, Lokman süresi, 13. Ayet)
"Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar.
Allah'a şirk koşan kimse büyük bir cürüm ile iftira etmiş olur"
(Kur'an'ı Mübin, Nisa süresi, 48.116)
"Kendisine şirk koşmadan Allah'ın hanifleri (saf müslüman olun)
Kim ALLAH'A şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış,
yahut rüzgar onu uzak (ıssız) bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir"
(Kur'an'ı Mübin, Hac süresi, 31. Ayet)
Yukarıdaki ayette şirk ve tefrikanın müslüman ülkeleri nasıl yabancı
güçlere yem yaptığını, nasıl bir dağınılmışlık ve perişanlık meydana getirdiğini apaçık olarak gösteriyor.
(Not: Ayetlerin dışında kalan öz deyişler, M. Halit Yalçın'ın, "İnsanlığın ortak aklı" adlı kitabından alınmadır.)
27 Nisan 2017 Perşembe
BU ÜMMETİN VİCDANI SÖZDE ALİMLERİN İLMİNDEN ÜSTÜNDÜR.
Bu milletin vicdanı temizdir, saftır.
Sözde İlim
adamlarının sahip oldukları bilgi hurafedir, yalandır, uydurmadır.
Bu ümmetin sözde alimlerinin ilmi KUR'AN'SIZ, akılsız,vicdansız, tefekkürsüz ve ahlaksız bir ilimdir.
Bu ümmetin sözde alimlerinin ilmi kirlidir,iftiradır.
Bu sözde ilim adamlarının ilmi menfaat ve rant, aldatma ve yalan üzerine bina edilmiştir.
Dini ve imani
konularda olmasa da, ahlaki ve vicdani konularda ümmi insanlar sözde âlimlerden daha sağduyulu, daha dürüst ve daha güzel bir ahlaka sahiptirler.
Ümmi insanların dini konularda cahil olmalarıda sözde âlimlerden kaynaklanmaktadır.
Çünkü öğrendiklerini bu cahil ve vicdansız âlimlerden tahsil etmişlerdir.
Siyasi ve sosyal alanlarda ümmi halk akademik ve kariyer sahibi
olan çevrelerden daha dürüst ve daha sağlam bir duruşa sahiptir.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Cuma, 5)
Aslında ben önüme gelen her konuda yazmak istemiyorum.
Fakat bazen akılsız kişilerden cereyan eden mantıksız olaylar insanı bazı şeyleri yazmaya mecbur ediyor.
MESELA, ALPARSLAN KUYTUL:
Arkadaş!
Senin amacın ne? Sen ne yapıyorsun?
Emeviyyeci Alparslan Kuytul!
Sen, Fetö liderinden daha değerli, daha kaliteli, daha faziletli bir inanca ve bir anlayışa mı sahipsin ?
Ey Alparslan Kuytul!
Senin, EMEVİ-ABBASİ-OSMANLİ-SUUD Ehli sünnet dininden başka bir alternatifin var mı?
Ey Alparslan Kuytul!
Sen Devlete bağlı olan Diyanet işleri başkanlığı camilerinde, halkı uyutularak anlatılan Emevi Abbasi dininden sanki farklı bir din mi anlatıyorsun?
Alparslan Kuytul!
Senin, Daiş, boka haram, el kaide, taliban gibi kendini Ehli sünnette nisbet eden terör örgütlerinden farkın nedir?
Alpaslan Kuytul!
Allah Elçilerinin vahyi tebliğ etmekten başka bir görevleri varmı?
Suud kafalı Alparslan Kuytul!
Tayyip Erdoğan'ın dininden daha mükemmel olduğunu iddia ettiğin inancını ortaya koymak zorunda değil misin?
Ey Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin kölesi Alpaslan Kuytul!
Senin dinin, inancın, fikrin, şeriatın nedir?
Sen neyin peşindesin?
Kimden güç alarak milleti kana ve şiddete davet ediyorsun?
Sana bu meydan okuma cesaretini kim veriyor?
Senin dininin ilkeleri nelerdir?
DOLAYISIYLA bu ümmetin vicdanı, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini tek kaynak ve rehber edinen
Cübbeli Ahmet, Adıyamanlı uydurma Gavs, Nihat Hatipoğlu,
Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Ömer Döngeloğlu,
Yusuf Kavaklı, Haydar baş, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı, Diyanet işleri başkanlığı,Esad Coşan, F Gülen,
Vehbi Güler,
Haydar baş gibi tefekkürsüz sözde âlimlerden daha sağduyulu ve daha üstündür.
Bu milletin vicdanı temizdir, saftır.
Sözde İlim
adamlarının sahip oldukları bilgi hurafedir, yalandır, uydurmadır.
Bu ümmetin sözde alimlerinin ilmi KUR'AN'SIZ, akılsız,vicdansız, tefekkürsüz ve ahlaksız bir ilimdir.
Bu ümmetin sözde alimlerinin ilmi kirlidir,iftiradır.
Bu sözde ilim adamlarının ilmi menfaat ve rant, aldatma ve yalan üzerine bina edilmiştir.
Dini ve imani
konularda olmasa da, ahlaki ve vicdani konularda ümmi insanlar sözde âlimlerden daha sağduyulu, daha dürüst ve daha güzel bir ahlaka sahiptirler.
Ümmi insanların dini konularda cahil olmalarıda sözde âlimlerden kaynaklanmaktadır.
Çünkü öğrendiklerini bu cahil ve vicdansız âlimlerden tahsil etmişlerdir.
Siyasi ve sosyal alanlarda ümmi halk akademik ve kariyer sahibi
olan çevrelerden daha dürüst ve daha sağlam bir duruşa sahiptir.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Cuma, 5)
Aslında ben önüme gelen her konuda yazmak istemiyorum.
Fakat bazen akılsız kişilerden cereyan eden mantıksız olaylar insanı bazı şeyleri yazmaya mecbur ediyor.
MESELA, ALPARSLAN KUYTUL:
Arkadaş!
Senin amacın ne? Sen ne yapıyorsun?
Emeviyyeci Alparslan Kuytul!
Sen, Fetö liderinden daha değerli, daha kaliteli, daha faziletli bir inanca ve bir anlayışa mı sahipsin ?
Ey Alparslan Kuytul!
Senin, EMEVİ-ABBASİ-OSMANLİ-SUUD Ehli sünnet dininden başka bir alternatifin var mı?
Ey Alparslan Kuytul!
Sen Devlete bağlı olan Diyanet işleri başkanlığı camilerinde, halkı uyutularak anlatılan Emevi Abbasi dininden sanki farklı bir din mi anlatıyorsun?
Alparslan Kuytul!
Senin, Daiş, boka haram, el kaide, taliban gibi kendini Ehli sünnette nisbet eden terör örgütlerinden farkın nedir?
Alpaslan Kuytul!
Allah Elçilerinin vahyi tebliğ etmekten başka bir görevleri varmı?
Suud kafalı Alparslan Kuytul!
Tayyip Erdoğan'ın dininden daha mükemmel olduğunu iddia ettiğin inancını ortaya koymak zorunda değil misin?
Ey Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin kölesi Alpaslan Kuytul!
Senin dinin, inancın, fikrin, şeriatın nedir?
Sen neyin peşindesin?
Kimden güç alarak milleti kana ve şiddete davet ediyorsun?
Sana bu meydan okuma cesaretini kim veriyor?
Senin dininin ilkeleri nelerdir?
DOLAYISIYLA bu ümmetin vicdanı, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini tek kaynak ve rehber edinen
Cübbeli Ahmet, Adıyamanlı uydurma Gavs, Nihat Hatipoğlu,
Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Ömer Döngeloğlu,
Yusuf Kavaklı, Haydar baş, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı, Diyanet işleri başkanlığı,Esad Coşan, F Gülen,
Vehbi Güler,
Haydar baş gibi tefekkürsüz sözde âlimlerden daha sağduyulu ve daha üstündür.
İNSANLIĞIN ORTAK AKLI (3.YAZI)
"Haklıların mahkum edildiği bir ülkede, doğruların yeri cezaevidir"
(Thoreau)
"En büyük cezaevi taş duvarların, demir parmaklıkların arkası değil, insanın kafasının içidir"
(Love Lace)
"İşkencenin en kötüsü kanunla yapılan işkencedir"
(Bacon)
(Kanunların bittiği yerde zulüm başlar"
(William Pitt)
"Silahların gürültüsü kanunların sesini boğar"
(Montaigne)
"İnsan yasaya bağlı olduğunun öğrenince özgür olmuştur"
(Will Durant)
(İnsanların çıkardıkları kanunlarla Tanrının kanunları birbirine ne kadar yakın olsalar yaşamak da o kadar zevkli olur"
(Voltaire)
(Kendilerine boyun eğilmedikçe iyi kanunlar iyi bir hükümet kuramaz"
(Aristoteles)
"İyi kanunlar vicdanın yazılmış şeklinden ibarettir"(Chateaubriand)
"Ahlak kanunları çiğnenmeye gelmez, hemen öcünü alır"
(Tolstoy)
"Kanunların çokluğu ahlak bozukluklarına özür teşkil eder, halbuki sayısı az, fakat sıkı uygulanan kanunlara sahip bir devletin teşkilatı daha muntazamdır"
(Descartes)
"Halk ancak kanunlara tabi olmak ister, büyükler ise kanunlara hakim olmak isterler"
(Makyavel)
"Dünyadaki bir değişme bir mücize sonucu değil,bir kanun (hikmet) gereği meydana gelmiştir"
(Lamarck)
"Millet kaleleri uğrunda dövüştüğü gibi, kanunları uğrunda da dövüşmelidir"
(Herakleitos)
"İyi bir kanun yapıcısı suçluları cezalandırmaktan ziyade onları önlemek yoluna gider"
(Montesguieu)
"İnsanlar arasında kanunsuz mücadeleden daha korkunç bir şey yoktur"
(Aristo)
"Bazı kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar"(Montaigne)
"Savaşta yasalar susar"
(Çiçero)
(İNSANLIĞIN ORTAK AKLI, M. HALİT YALÇIN. KENT YAYINLARI)
"Haklıların mahkum edildiği bir ülkede, doğruların yeri cezaevidir"
(Thoreau)
"En büyük cezaevi taş duvarların, demir parmaklıkların arkası değil, insanın kafasının içidir"
(Love Lace)
"İşkencenin en kötüsü kanunla yapılan işkencedir"
(Bacon)
(Kanunların bittiği yerde zulüm başlar"
(William Pitt)
"Silahların gürültüsü kanunların sesini boğar"
(Montaigne)
"İnsan yasaya bağlı olduğunun öğrenince özgür olmuştur"
(Will Durant)
(İnsanların çıkardıkları kanunlarla Tanrının kanunları birbirine ne kadar yakın olsalar yaşamak da o kadar zevkli olur"
(Voltaire)
(Kendilerine boyun eğilmedikçe iyi kanunlar iyi bir hükümet kuramaz"
(Aristoteles)
"İyi kanunlar vicdanın yazılmış şeklinden ibarettir"(Chateaubriand)
"Ahlak kanunları çiğnenmeye gelmez, hemen öcünü alır"
(Tolstoy)
"Kanunların çokluğu ahlak bozukluklarına özür teşkil eder, halbuki sayısı az, fakat sıkı uygulanan kanunlara sahip bir devletin teşkilatı daha muntazamdır"
(Descartes)
"Halk ancak kanunlara tabi olmak ister, büyükler ise kanunlara hakim olmak isterler"
(Makyavel)
"Dünyadaki bir değişme bir mücize sonucu değil,bir kanun (hikmet) gereği meydana gelmiştir"
(Lamarck)
"Millet kaleleri uğrunda dövüştüğü gibi, kanunları uğrunda da dövüşmelidir"
(Herakleitos)
"İyi bir kanun yapıcısı suçluları cezalandırmaktan ziyade onları önlemek yoluna gider"
(Montesguieu)
"İnsanlar arasında kanunsuz mücadeleden daha korkunç bir şey yoktur"
(Aristo)
"Bazı kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar"(Montaigne)
"Savaşta yasalar susar"
(Çiçero)
(İNSANLIĞIN ORTAK AKLI, M. HALİT YALÇIN. KENT YAYINLARI)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN VE SALİH KULLARIN DUALARI:
(3.YAZI)
HZ.ADEM ( ALEYHİSSELAM) VE EŞİNİN DUASI:
"Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik.
Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz"
(Â'raf, 23)
HZ. YUSUF (ALEYHİSSELAM) IN DUASI:
",,,,Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman ( Muvahhid) olarak vefat ettir ve beni salih kullar arasına kat"
(Yusuf, 101)
İBRAHİM (ALEYHİSSELAM) IN DUASI:
"Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları salatı ikame edenlerden eyle, ey Rabbimiz! Duamı kabul et"
(İbrahim, 40)
"Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana babamı ve Mü'minler bağışla!"
(İbrahim, 41)
ANA BABAYA NASIL DUA EDİLECEK?
"Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde hükmetti.
Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of" bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle"
(İsra, 23)
"Onları koruma altına alarak alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve
"Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl terbiye edip yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et"
(İsra, 24)
HZ. ZEKERİYA (ALEYHİSSELAM) IN DUASI:
"Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın, (her şey her zaman senindir)"
(Enbiya, 89)
Yukarıdaki ayette Zekeriya ( Aleyhisselam) Allah'tan bir evlat istediği için bu şekilde dua ediyor.
"Biz onunda duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı verdik, eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık.
Onlar (bütün bu Elçiler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı, onlar, bize karşı derin bir saygı içindeydiler"
(Enbiya, 90)
HZ YUNUS (ALEYHİSSELAM) DUASI:
",,,,,Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!"
(Enbiya, 87)
(3.YAZI)
HZ.ADEM ( ALEYHİSSELAM) VE EŞİNİN DUASI:
"Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik.
Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz"
(Â'raf, 23)
HZ. YUSUF (ALEYHİSSELAM) IN DUASI:
",,,,Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman ( Muvahhid) olarak vefat ettir ve beni salih kullar arasına kat"
(Yusuf, 101)
İBRAHİM (ALEYHİSSELAM) IN DUASI:
"Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları salatı ikame edenlerden eyle, ey Rabbimiz! Duamı kabul et"
(İbrahim, 40)
"Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana babamı ve Mü'minler bağışla!"
(İbrahim, 41)
ANA BABAYA NASIL DUA EDİLECEK?
"Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde hükmetti.
Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of" bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle"
(İsra, 23)
"Onları koruma altına alarak alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve
"Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl terbiye edip yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et"
(İsra, 24)
HZ. ZEKERİYA (ALEYHİSSELAM) IN DUASI:
"Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın, (her şey her zaman senindir)"
(Enbiya, 89)
Yukarıdaki ayette Zekeriya ( Aleyhisselam) Allah'tan bir evlat istediği için bu şekilde dua ediyor.
"Biz onunda duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı verdik, eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık.
Onlar (bütün bu Elçiler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı, onlar, bize karşı derin bir saygı içindeydiler"
(Enbiya, 90)
HZ YUNUS (ALEYHİSSELAM) DUASI:
",,,,,Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!"
(Enbiya, 87)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN VE SALİH KULLARIN DUALARI: (2.YAZI)
(Havariler) Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resüle( Elçiye) uyduk.
Bundan dolayı bizi şahitlerden (Muvahhidlerden) yaz, dediler"
(Âli İmran, 53)
Yukarıdaki ayette bulunan "indirdiğine iman ettik ve Resüle ( Elçiye) uyduk" cümlesi çok önemlidir.
Çünkü Resül ( Elçi) sadece vahyi tebliğ eder ve yaşayarak örnek olur.
Elçinin ümmeti yani ona tâbi olanlar sadece Allah'tan indirilen vahye tâbi olurlar.
Mesela Kur'an'da "Nebi'ye tâbi olmak" diye bir şey yoktur.
Ama maalesef Şia ve Ehli sünnetin muhaddisleri ve alimleri!!! Kur'an'da kelimeler arasında bulunan sistemi uydurdukları rivayetlerle dağıtmışlardır.
Sisteme yabancı olan, sistemin içinden olmayan kelimeler ekleyerek sağlıklı olarak çalışmasını engellemişlerdir.
Bir saatin çarkları gibi dizilen Kur'an'ın sistemini yani bağlam ve bütünlüğünü tarumar ederek anlaşılmasını imkansız bir kitap haline sokmuşlardır.
Dolayısıyla ben Kur'an ehli muvahhidlerden rica ediyorum.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne darbe mahiyetinde olan "Peygamber" kelimesini kullanmayalım.
Peygamber kelimesi kur'anda bulunan Resul ve Nebi ibarelerini tahrif eden çok tehlikeli bir ibaredir.
Peygamber kelimesini kullananlar Nebi ve Resulün arasında kurulan sistemi kavrayamazlar.
Kur'an'a yabancı olan, Kur'an'ın bünyesinden bulunmayan bir parçayı ona eklemek Kur'an'ın orijinal yapısını bozmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
"Peygamber" kelimesi orijinal ve organik yapıya enjekte edilen öldürücü bir zehir gibidir.
",,,,,,Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle"
(Âli İmran,147)
"Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize iman edin!" diye imana davet eden bir davetçiyi (Resulü-Kur'anı) işittik, hemen iman ettik. Bundan ötürü günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber vefat ettir, ey Rabbimiz!"
(ÂLİ İmran, 193)
"Rabbimiz! Bize, Elçilerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil rüsvay etme, şüphesiz sen vâdinden dönmezsin"
(Âli İmran, 194)
(Havariler) Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resüle( Elçiye) uyduk.
Bundan dolayı bizi şahitlerden (Muvahhidlerden) yaz, dediler"
(Âli İmran, 53)
Yukarıdaki ayette bulunan "indirdiğine iman ettik ve Resüle ( Elçiye) uyduk" cümlesi çok önemlidir.
Çünkü Resül ( Elçi) sadece vahyi tebliğ eder ve yaşayarak örnek olur.
Elçinin ümmeti yani ona tâbi olanlar sadece Allah'tan indirilen vahye tâbi olurlar.
Mesela Kur'an'da "Nebi'ye tâbi olmak" diye bir şey yoktur.
Ama maalesef Şia ve Ehli sünnetin muhaddisleri ve alimleri!!! Kur'an'da kelimeler arasında bulunan sistemi uydurdukları rivayetlerle dağıtmışlardır.
Sisteme yabancı olan, sistemin içinden olmayan kelimeler ekleyerek sağlıklı olarak çalışmasını engellemişlerdir.
Bir saatin çarkları gibi dizilen Kur'an'ın sistemini yani bağlam ve bütünlüğünü tarumar ederek anlaşılmasını imkansız bir kitap haline sokmuşlardır.
Dolayısıyla ben Kur'an ehli muvahhidlerden rica ediyorum.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne darbe mahiyetinde olan "Peygamber" kelimesini kullanmayalım.
Peygamber kelimesi kur'anda bulunan Resul ve Nebi ibarelerini tahrif eden çok tehlikeli bir ibaredir.
Peygamber kelimesini kullananlar Nebi ve Resulün arasında kurulan sistemi kavrayamazlar.
Kur'an'a yabancı olan, Kur'an'ın bünyesinden bulunmayan bir parçayı ona eklemek Kur'an'ın orijinal yapısını bozmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
"Peygamber" kelimesi orijinal ve organik yapıya enjekte edilen öldürücü bir zehir gibidir.
",,,,,,Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle"
(Âli İmran,147)
"Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize iman edin!" diye imana davet eden bir davetçiyi (Resulü-Kur'anı) işittik, hemen iman ettik. Bundan ötürü günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber vefat ettir, ey Rabbimiz!"
(ÂLİ İmran, 193)
"Rabbimiz! Bize, Elçilerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil rüsvay etme, şüphesiz sen vâdinden dönmezsin"
(Âli İmran, 194)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN VE SALİH KULLARIN DUALARI: (1.YAZI)
(Rabbimiz! ) Bizi sırat-ı müstakim'e hidayet eylesin"
(Fâtiha, 6)
Yukarıdaki ayette bulunan "Sırat-ı Müstakim" kavramı Allah'ın tevhid yolu olan hanif İslam dinidir"
MÜMİNLERİN DUASI:
",,,,,,Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem ateşinden koru! (Bakara, 210)
MÜSLÜMAN İSRAİL OĞULLARI VE TÂLUT'UN DUASI:
",,,,,,Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur,(üzerimize sabır yağdır) bize dayanma gücü ver, inkârcılara karşı bize yardım et"
(Bakara, 250)
ALLAH RESULÜ MUHAMMED ( ALEYHİSSELAM) VE ONA İMAN EDENLERİN DUASI:
",,,,,,Rabbimiz! Unutursak veya hata edersek bizi sorumlu tutma.
Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme.
Ey Rabbimiz!
Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet!
Bizi bağışla! Bize acı!
Sen bizim dostumuzsun. İnkârcılara karşı bize yardım et"(Bakara, 286)
"Rabbimiz!
Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.
Bize kendi indinden rahmet bağışla. Lütfu bol olan ancak sensin"
(Âli İmran, 8)
"Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla vâdinden dönmez"
(Âli İmran, 9)
AHİRETİ DÜNYA HAYATINA TERCİH EDEN, SABIRLI, DÜRÜST, ALLAH YOLUNDA İNFAK EDEN VE ALLAH'IN HUZURUNDA BOYUN EĞENLERİN DUASI:
"Ey Rabbimiz! İman ettik, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!
(Âli İmran, 16)k
(Rabbimiz! ) Bizi sırat-ı müstakim'e hidayet eylesin"
(Fâtiha, 6)
Yukarıdaki ayette bulunan "Sırat-ı Müstakim" kavramı Allah'ın tevhid yolu olan hanif İslam dinidir"
MÜMİNLERİN DUASI:
",,,,,,Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem ateşinden koru! (Bakara, 210)
MÜSLÜMAN İSRAİL OĞULLARI VE TÂLUT'UN DUASI:
",,,,,,Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur,(üzerimize sabır yağdır) bize dayanma gücü ver, inkârcılara karşı bize yardım et"
(Bakara, 250)
ALLAH RESULÜ MUHAMMED ( ALEYHİSSELAM) VE ONA İMAN EDENLERİN DUASI:
",,,,,,Rabbimiz! Unutursak veya hata edersek bizi sorumlu tutma.
Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme.
Ey Rabbimiz!
Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet!
Bizi bağışla! Bize acı!
Sen bizim dostumuzsun. İnkârcılara karşı bize yardım et"(Bakara, 286)
"Rabbimiz!
Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.
Bize kendi indinden rahmet bağışla. Lütfu bol olan ancak sensin"
(Âli İmran, 8)
"Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla vâdinden dönmez"
(Âli İmran, 9)
AHİRETİ DÜNYA HAYATINA TERCİH EDEN, SABIRLI, DÜRÜST, ALLAH YOLUNDA İNFAK EDEN VE ALLAH'IN HUZURUNDA BOYUN EĞENLERİN DUASI:
"Ey Rabbimiz! İman ettik, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!
(Âli İmran, 16)k
22 Nisan 2017 Cumartesi
TAKİYYE (3.YAZI)
Takiyye ile ilgili Kur'an'dan çıkarılan deliller:
Aslında Kur'an, güç durumlarda ve can emniyeti gibi hallerde muvahhidlerin nasıl hareket edeceklerini örneklerle haber vermiştir.
Fakat Şia, Kur'an'ın verdiği bu ruhsatı, inançlarının bir parçası ve siyasetlerinin bir malzemesi haline sokmuştur.
Şia mezhebi takiyye ile ilgili en çok şu ayetleri delil olarak gösterir.
"Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin.
Kim bunu yaparsa, artık onun Allah indinde hiç bir değeri yoktur.
Ancak kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah kendisine karşı gelmekten sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır"
(Âli İmran, 28)
"Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse-kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkara) zorlanan başka-fakat kim kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır, onlar için büyük bir azap vardır"
(Nahl, 106)
"Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz,,,,"
(Mümin, 28)
",,,Şimdi siz, içinizden birini şu paranızla şehre gönderin de, baksın (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin, ayrıca dikkatli davransın vesakın sizi kimseye sezdirmesin"
(Kehf, 19)
İşin ilginç tarafı,
İslam dinini gerçek anlamda yaşadığını iddia eden Şia mezhebi
bu takiyyeyi yine kendisini İslam dininde tek kurtuluşa ermiş fırka (Fırka-i Naciye) olarak gören Ehli sünnet mezhebinin devlet adamlarına ve âlimlerine karşı yapmış olmasıdır.
Yirmi birinci asra girerken en sinsi ve korkunç takiyyeyi Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin müridi F Gülen ve kavmi yapmıştır.
Halbuki Kur'an'ı Mübin'e baktığımda Allah'ın Elçileri ile muvahhid müminler tebliğ görevlerini takiyyeye başvurmadan yaptıklarını görüyoruz.
Bununla ilgili ayetler çoktur.
Mesela,
"Onlara Nuh'un haberini oku:
Hani o kavmine demişti ki
"Ey kavmim! Eğer benim aranızda durmam ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın.
Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra vereceğiniz hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin"
(Yunus, 71)
"Onlar ki Allah'ın gönderdiği emirleri tebliğ ederler. Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter"
(Ahzab, 39)
",,,,Şu halde (Ey âlimler) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir değer karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kafirlerin ta kendileridir"
(Mâide, 44)
KUR'AN'I MÜBİN'DE hiç bir elçinin takiyye yaptığını görmüyoruz.
Tam aksine Allah Elçilerinin en zayıf oldukları zamanlarda Allah'tan yardım ve destek isteyerek kavimlerine meydan okuduklarına şahit olmaktayız.
Dolayısıyla istisnai durumlar dışında müslüman davet ve tebliğinde her zaman net ve açık olacaktır.
Takiyye ile ilgili Kur'an'dan çıkarılan deliller:
Aslında Kur'an, güç durumlarda ve can emniyeti gibi hallerde muvahhidlerin nasıl hareket edeceklerini örneklerle haber vermiştir.
Fakat Şia, Kur'an'ın verdiği bu ruhsatı, inançlarının bir parçası ve siyasetlerinin bir malzemesi haline sokmuştur.
Şia mezhebi takiyye ile ilgili en çok şu ayetleri delil olarak gösterir.
"Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin.
Kim bunu yaparsa, artık onun Allah indinde hiç bir değeri yoktur.
Ancak kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah kendisine karşı gelmekten sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır"
(Âli İmran, 28)
"Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse-kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkara) zorlanan başka-fakat kim kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır, onlar için büyük bir azap vardır"
(Nahl, 106)
"Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz,,,,"
(Mümin, 28)
",,,Şimdi siz, içinizden birini şu paranızla şehre gönderin de, baksın (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin, ayrıca dikkatli davransın vesakın sizi kimseye sezdirmesin"
(Kehf, 19)
İşin ilginç tarafı,
İslam dinini gerçek anlamda yaşadığını iddia eden Şia mezhebi
bu takiyyeyi yine kendisini İslam dininde tek kurtuluşa ermiş fırka (Fırka-i Naciye) olarak gören Ehli sünnet mezhebinin devlet adamlarına ve âlimlerine karşı yapmış olmasıdır.
Yirmi birinci asra girerken en sinsi ve korkunç takiyyeyi Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin müridi F Gülen ve kavmi yapmıştır.
Halbuki Kur'an'ı Mübin'e baktığımda Allah'ın Elçileri ile muvahhid müminler tebliğ görevlerini takiyyeye başvurmadan yaptıklarını görüyoruz.
Bununla ilgili ayetler çoktur.
Mesela,
"Onlara Nuh'un haberini oku:
Hani o kavmine demişti ki
"Ey kavmim! Eğer benim aranızda durmam ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın.
Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra vereceğiniz hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin"
(Yunus, 71)
"Onlar ki Allah'ın gönderdiği emirleri tebliğ ederler. Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter"
(Ahzab, 39)
",,,,Şu halde (Ey âlimler) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir değer karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kafirlerin ta kendileridir"
(Mâide, 44)
KUR'AN'I MÜBİN'DE hiç bir elçinin takiyye yaptığını görmüyoruz.
Tam aksine Allah Elçilerinin en zayıf oldukları zamanlarda Allah'tan yardım ve destek isteyerek kavimlerine meydan okuduklarına şahit olmaktayız.
Dolayısıyla istisnai durumlar dışında müslüman davet ve tebliğinde her zaman net ve açık olacaktır.
İNSANLIĞIN ORTAK AKLI (2.YAZI)
"Allah adil olanları sever"
(Kur'an'ı Mübin)
"Hayatımın en mühim prensibi kimseye hiçbir şekilde adaletsiz davranmamaktır"
(Sokrates)
"Kötülüğü adaletle, iyiliği de iyilikle karşıla"(Lao lze)
"Adalet dünyadan kalkarsa, insan hayatına değer verecek bir şey kalmaz"
(T. Kant)
"Adaletsiz bir ülke mezbahadan başka bir şey değildir"
(Georges Clemencau)
"Ahlaki nizam adalet sayesinde kurulabilir ve hiç bir şey onsuz devam edemez"
(Lakordaire)
"Allah, gökleri ve yeri bir amaç uğruna yönelik yaratmıştır.
Böylece herkes kazancına göre karşılık görsün.Onlara haksızlık edilmez"
(Câsiye, 22)
"Mühendislik hesaplarına uyulmadan yapılan bir bina nasıl yıkılırsa, ebedi bir kanun olan adaletten mahrum bulunan bir devlet de öylece çöker"
(Lakordaire)
"Ne kadar yüksekte olursan ol, yasalar senden yüksektir"
(Thomas Fuller)
"Yazılı yasalar, örümcek ağları gibidir, yoksulları, zayıfları yakalar, zenginleri, güçlüleri salıverirler"
(Anarchasis)
"Suçu toplum hazırlar, suçlu işler"
(Buckle)
"Adaletin kılıcı ile vuran kol, ne kadar zayıf olursa olsun yine de kuvvetlidir"
(John Webster)
(İNSANLIĞIN ORTAK AKLI, M. Halit Yalçın, Kent yayınları )
"Allah adil olanları sever"
(Kur'an'ı Mübin)
"Hayatımın en mühim prensibi kimseye hiçbir şekilde adaletsiz davranmamaktır"
(Sokrates)
"Kötülüğü adaletle, iyiliği de iyilikle karşıla"(Lao lze)
"Adalet dünyadan kalkarsa, insan hayatına değer verecek bir şey kalmaz"
(T. Kant)
"Adaletsiz bir ülke mezbahadan başka bir şey değildir"
(Georges Clemencau)
"Ahlaki nizam adalet sayesinde kurulabilir ve hiç bir şey onsuz devam edemez"
(Lakordaire)
"Allah, gökleri ve yeri bir amaç uğruna yönelik yaratmıştır.
Böylece herkes kazancına göre karşılık görsün.Onlara haksızlık edilmez"
(Câsiye, 22)
"Mühendislik hesaplarına uyulmadan yapılan bir bina nasıl yıkılırsa, ebedi bir kanun olan adaletten mahrum bulunan bir devlet de öylece çöker"
(Lakordaire)
"Ne kadar yüksekte olursan ol, yasalar senden yüksektir"
(Thomas Fuller)
"Yazılı yasalar, örümcek ağları gibidir, yoksulları, zayıfları yakalar, zenginleri, güçlüleri salıverirler"
(Anarchasis)
"Suçu toplum hazırlar, suçlu işler"
(Buckle)
"Adaletin kılıcı ile vuran kol, ne kadar zayıf olursa olsun yine de kuvvetlidir"
(John Webster)
(İNSANLIĞIN ORTAK AKLI, M. Halit Yalçın, Kent yayınları )
İNSANLIĞIN ORTAK AKLI: (1.YAZI)
"Aç olan düşmanın da olsa ona ekmek ver"
(İncil-i şerif)
"Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz"
(Şeyh Sa'di)
"Şöhret, uzaktan güneş gibi parlak ve ısıtıcı, yaklaştınız mı bir dağ tepesi gibi soğuktur"
(Balzac)
"Şöhret pazara benzer, ortada çok kalırsanız fiyatlar düşer"
(F.Bacon)
""Adalet olmadan devlet olmaz"
(A.Camus)
"Allah'ın değirmeni ağır ama iyi öğütür"
(George Herbert)
"Adil olmayan ulus hürriyet aşığı olamaz"(E. J. Sieyes)
"Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adalette hareket edip tek başına kal, daha iyi"
(Gandhi)
"Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yönelmiş bir tehdittir"
(Montesguieu)
"Yasalar, bal arısını mahkum eder, eşek arısını beraat ettirir"
(İskoç atasözü)
"Kuvvete dayanmayan adalet âciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir"
(B. Pascal)
"Kılıç zaferleri, zeka siyasi üstünlüğü, adalet de ahlaki zaferi temsil eder"
(Simeon Luce)
"Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adil olmaları şarttır"
(B. Pascal)
"Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur"
(j. Amyot)
"Adalet merhametten ziyade her cemiyetin temelini teşkil eder"
(V. Cousin)
"Devletlerin sarsılmayan temelini adalet teşkil eder"
(J.W Pindare)
"İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır"
(Victor Hugo)
"Adaleti, yüksek bir değer olarak kabul etmekten vazgeçen bir millet, bu felaketini hiç bir başarı ile telafi edemez"
(W. E. Channing)
"Ülkeler kılıçla alınır, ancak adaletle korunur"
(Timurlenk)
"Adalet halkın gıdasıdır, insanlar daima ona muhtaçtır"
(Chateaubriand)
(İnsanlığın ortak aklı, M. Halit Yalçın, kent yayınları, 2. Baskı, 2008, Nisan)
"Aç olan düşmanın da olsa ona ekmek ver"
(İncil-i şerif)
"Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz"
(Şeyh Sa'di)
"Şöhret, uzaktan güneş gibi parlak ve ısıtıcı, yaklaştınız mı bir dağ tepesi gibi soğuktur"
(Balzac)
"Şöhret pazara benzer, ortada çok kalırsanız fiyatlar düşer"
(F.Bacon)
""Adalet olmadan devlet olmaz"
(A.Camus)
"Allah'ın değirmeni ağır ama iyi öğütür"
(George Herbert)
"Adil olmayan ulus hürriyet aşığı olamaz"(E. J. Sieyes)
"Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adalette hareket edip tek başına kal, daha iyi"
(Gandhi)
"Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yönelmiş bir tehdittir"
(Montesguieu)
"Yasalar, bal arısını mahkum eder, eşek arısını beraat ettirir"
(İskoç atasözü)
"Kuvvete dayanmayan adalet âciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir"
(B. Pascal)
"Kılıç zaferleri, zeka siyasi üstünlüğü, adalet de ahlaki zaferi temsil eder"
(Simeon Luce)
"Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adil olmaları şarttır"
(B. Pascal)
"Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur"
(j. Amyot)
"Adalet merhametten ziyade her cemiyetin temelini teşkil eder"
(V. Cousin)
"Devletlerin sarsılmayan temelini adalet teşkil eder"
(J.W Pindare)
"İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır"
(Victor Hugo)
"Adaleti, yüksek bir değer olarak kabul etmekten vazgeçen bir millet, bu felaketini hiç bir başarı ile telafi edemez"
(W. E. Channing)
"Ülkeler kılıçla alınır, ancak adaletle korunur"
(Timurlenk)
"Adalet halkın gıdasıdır, insanlar daima ona muhtaçtır"
(Chateaubriand)
(İnsanlığın ortak aklı, M. Halit Yalçın, kent yayınları, 2. Baskı, 2008, Nisan)
BAŞ BELASI, KAHROLASI MÜZMİN BİR HASTALIK (TAKLİTÇİLİK) (4.YAZI)
ALLAH TARAFINDAN İNDİRİLEN ORİJİNAL DİN YERİNE BEŞERİ DİNE VE ÖNDERLERİNE UYANLARIN DURUMLARI:
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler"
" iman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi "
" İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"
( Kötülere) uyanlar şöyle derler:
Ah keşke, bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerine pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"
(Bakara, 165, 166, 167)
" Şu Muhakkak ki Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş( onlara lanet etmiş) ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır"
" Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün:Eyvah bize keşke Allah'a itaat etseydik, Elçiye(Kur'an) itaat etseydik! derler"
" Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab, 64,,,,,68)
" Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah ile beraber taptıklarınız hani nerede?
Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir"
" Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları toptan oraya tepetaklak cehenneme atılırlar.
Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz"
" Çünkü biz sizi alemlerin rabbi ile eşit tutuyorduk"
" Bizi ancak o günahkarlar saptırdı"
" Şimdi artık bizim ne bir şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostunuz"
" Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, müminlerden (Muvahhidlerden) olsak"
" Bunda elbet alınacak büyük bir ders vardır, ama çokları iman etmezler"
" Şüphesiz Rabbin, İşte O, mutlak galip ve Engin Merhamet sahibidir"
(Şuara, 91,,,,,104)
ALLAH TARAFINDAN İNDİRİLEN ORİJİNAL DİN YERİNE BEŞERİ DİNE VE ÖNDERLERİNE UYANLARIN DURUMLARI:
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler"
" iman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi "
" İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"
( Kötülere) uyanlar şöyle derler:
Ah keşke, bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerine pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"
(Bakara, 165, 166, 167)
" Şu Muhakkak ki Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş( onlara lanet etmiş) ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır"
" Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün:Eyvah bize keşke Allah'a itaat etseydik, Elçiye(Kur'an) itaat etseydik! derler"
" Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab, 64,,,,,68)
" Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah ile beraber taptıklarınız hani nerede?
Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir"
" Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları toptan oraya tepetaklak cehenneme atılırlar.
Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz"
" Çünkü biz sizi alemlerin rabbi ile eşit tutuyorduk"
" Bizi ancak o günahkarlar saptırdı"
" Şimdi artık bizim ne bir şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostunuz"
" Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, müminlerden (Muvahhidlerden) olsak"
" Bunda elbet alınacak büyük bir ders vardır, ama çokları iman etmezler"
" Şüphesiz Rabbin, İşte O, mutlak galip ve Engin Merhamet sahibidir"
(Şuara, 91,,,,,104)
BAŞ BELASI, KAHROLASI MÜZMİN BİR HASTALIK (TAKLİTÇİLİK) (3.YAZI)
ATALARIN TAKLİT DİNİNİ REDDEDEN ÂYETLER:
"Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar," Hayır!
Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız"derler.
"Ya ataları bir şey anlamamış hidayet yolunu da bulamamış idiyseler?
"( Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer"
" Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir.
Bu sebeple düşünmezler"
(Bakara, 170, 171)
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"
(Enfal, 22)
" Onlara (Allah'ın indirdiğine Uyun) dendiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler.
" Ya Şeytan onları,(Babalarını ve kendilerini) alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!
(Lokman, 21)
" Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
"(Elçileri) Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( Yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
" Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu?
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım "
" Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir"
" Bu sözü, ardından gelecek(Muvahhidlere) devamlı olarak kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun Tevhid dinine) dönsünler"
( Zuhruf, 23,,,28)
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" denildiği vakit," Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.
Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?(Mâide, 104)
ATALARIN TAKLİT DİNİNİ REDDEDEN ÂYETLER:
"Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar," Hayır!
Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız"derler.
"Ya ataları bir şey anlamamış hidayet yolunu da bulamamış idiyseler?
"( Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer"
" Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir.
Bu sebeple düşünmezler"
(Bakara, 170, 171)
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"
(Enfal, 22)
" Onlara (Allah'ın indirdiğine Uyun) dendiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler.
" Ya Şeytan onları,(Babalarını ve kendilerini) alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!
(Lokman, 21)
" Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
"(Elçileri) Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( Yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
" Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu?
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım "
" Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir"
" Bu sözü, ardından gelecek(Muvahhidlere) devamlı olarak kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun Tevhid dinine) dönsünler"
( Zuhruf, 23,,,28)
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" denildiği vakit," Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.
Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?(Mâide, 104)
TAKİYYE (2.YAZI)
Zulüm, katliam, baskı ve işkence nedeniyle hakikî inancını toplumla paylaşmayan insanlar, gerçek kimliğini gizler ve kendisinden istenilen ölçülerde hareket ederler.
Kendini takipten ve ölümden korumaya yönelik olan bu meşru savunma zamanla din adamlarının ve muhaddislerin rivayetleri ve içtihatlarıyla son derece abartılmış Hicri dördüncü asırdan sonra aynen Fetö'nun yaptığı gibi artık hiçbir din, ahlak, ahit ve kural tanımayan sinsi bir tehlikeye inkılap etmiştir.
İşte bu yüzden Allah ( Celle Celalühü) İslam dininde zorlamanın bulunmadığını kesin hükme bağlamıştır.
Çünkü toplumda güven ortamının ve hürriyetlerin sağlanması dinde ve inançta zorlamanın olmamasına bağlıdır.
Bundan dolayı dinde zorlama kadar çirkin ve ahlaksız bir uygulama yoktur. Dinde zorlama tarih boyunca bir çok vahşet ve katliamın yaşanmasına sebep olmuştur.
Kur'an'da bir çok ayette Allah Elçilerinin görevlerinin sadece tebliğ olduğu vurgulanmaktadır.
Kadim tarihte takiyye İsa (Aleyhisselam) ın Tevhid akidesini tahrif eden Pavlus'ta da var olan bir ahlaktır.
"Yahudiler'le Yahudi gibi oldum.
Amacım Yahudileri İsa Mesih'e kazandırmaktır. Bağlılığı sağlıksız olanlarla ben de sağlıksız biri oldum.
Amacım bağlılıkta sağlıksızları İsa Mesih'e kazandırmaktır. Herkesle her şey oldum"
(İncil, "Pavlus'un korintoslulara Mektubu, 9" Bab:20-23)
Her ne kadar Hıristiyanlığın kurucusu Pavlus böyle bir uygulama başlatmışsa da bir çok Hıristiyan bu ahlakı kabul etmemiştir.
Fakat Yahudiler, aynen Şia gibi aynı inanç ve amacı benimsemektedir.
Mesela, Türkiye'de Sebatay Sevi döneminden beri gerçek kimliğini gizlemek suretiyle Yahudiliğini yaşayan ve ona hizmet eden, bir buçuk milyon kripto Yahudisi olduğu her zaman iddia edilir.
Zulüm, katliam, baskı ve işkence nedeniyle hakikî inancını toplumla paylaşmayan insanlar, gerçek kimliğini gizler ve kendisinden istenilen ölçülerde hareket ederler.
Kendini takipten ve ölümden korumaya yönelik olan bu meşru savunma zamanla din adamlarının ve muhaddislerin rivayetleri ve içtihatlarıyla son derece abartılmış Hicri dördüncü asırdan sonra aynen Fetö'nun yaptığı gibi artık hiçbir din, ahlak, ahit ve kural tanımayan sinsi bir tehlikeye inkılap etmiştir.
İşte bu yüzden Allah ( Celle Celalühü) İslam dininde zorlamanın bulunmadığını kesin hükme bağlamıştır.
Çünkü toplumda güven ortamının ve hürriyetlerin sağlanması dinde ve inançta zorlamanın olmamasına bağlıdır.
Bundan dolayı dinde zorlama kadar çirkin ve ahlaksız bir uygulama yoktur. Dinde zorlama tarih boyunca bir çok vahşet ve katliamın yaşanmasına sebep olmuştur.
Kur'an'da bir çok ayette Allah Elçilerinin görevlerinin sadece tebliğ olduğu vurgulanmaktadır.
Kadim tarihte takiyye İsa (Aleyhisselam) ın Tevhid akidesini tahrif eden Pavlus'ta da var olan bir ahlaktır.
"Yahudiler'le Yahudi gibi oldum.
Amacım Yahudileri İsa Mesih'e kazandırmaktır. Bağlılığı sağlıksız olanlarla ben de sağlıksız biri oldum.
Amacım bağlılıkta sağlıksızları İsa Mesih'e kazandırmaktır. Herkesle her şey oldum"
(İncil, "Pavlus'un korintoslulara Mektubu, 9" Bab:20-23)
Her ne kadar Hıristiyanlığın kurucusu Pavlus böyle bir uygulama başlatmışsa da bir çok Hıristiyan bu ahlakı kabul etmemiştir.
Fakat Yahudiler, aynen Şia gibi aynı inanç ve amacı benimsemektedir.
Mesela, Türkiye'de Sebatay Sevi döneminden beri gerçek kimliğini gizlemek suretiyle Yahudiliğini yaşayan ve ona hizmet eden, bir buçuk milyon kripto Yahudisi olduğu her zaman iddia edilir.
TAKİYYE: (1.YAZI)
Takiyye = "Korunmak, çekinmek, kendini muhafaza etmek, ve sakınmak" anlamlarına gelmektedir.
Allah'tan sakınarak ve utanarak takva şuuruyla dikkatli hareket edip,
haramlara bulaşmaktan kendini muhafaza eden ve Tevhid akidesine bağlı olarak yaşayan, güzel ahlak ve hayırlı amel sergileyen kimseye "takiyy" "takva sahibi,ve muttaki" denilmektedir.
Takiyye kelimesi lafız olarak Kur'an'ı Mübin'de geçmez.
Ancak aynı kökten gelen "tukah" sözü Âli İmran süresinin 28. ayetinde bulunmaktadır.
Takiyyenin ıstılahi manası
"Bir tehlike karşısında kendini kurtarmak için inanç ve fikirlerinden taviz vermesi ve gerçek inancını saklaması"
olarak tarif edilmiştir.
Aslında Kur'an'ı Mübin'de can tehlikesi karşısında inancını gizleme, yani takiyye yapmak vardır.
Ayet şöyledir.
"Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse-kalbi iman ile dolu
olduğu halde (inkara) zorlanan başka-fakat kim kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır, onlar için büyük bir azap vardır"
(Nahl, 106)
Dolayısıyla can korkusu ve baskı karşısında insanın inancını gizlemesi kınanacak bir şey değildir.
Fakat Şia mezhebi, bu zor zamanlarda yapılması gereken bir ruhsatın çerçevesini son derece geniş olarak çizmiştir.
Yani Şia mezhebi takiyyeyi bir ruhsat olmaktan daha ziyade yapılması gereken bir azimet olarak kabul etmiştir.
Hatta takiyye Şia mezhebinin hadis kaynaklarında farz seviyesinde bir emir olarak rivayet edilmiştir.
Şia, takiyyeyi sadece zor zamanlarda değil, genel olarak düşmanca tutumun görüldüğü her yerde uygulamıştır.
Şia'da takiyye sanki Kur'an'ı Mübin'de emir olarak geçen "takva sahibi olun" gibi hayata hakim kılmıştır.
Şia'da takiyye, on iki imam da dahil herkesin yerine getirmesi gereken bir farz ve önemli bir görev olarak benimsenmiştir.
Kur'an ehli bir muvahhidin Kur'an'ı Mübin'de takva olarak gördüğünü, Şia, takiyye olarak almıştır.
Bunun en büyük sebeplerinden biri, Emevi ve Abbasiler döneminde Şia mensuplarının çok ağır bir baskı altında olmalarından kaynaklanmıştır.
Gerçekten de Emevi ve Abbasiler döneminde İmamet inancına sahip olan Şia büyük baskı ve zulüm görmüştür.
İşte bu korkunç işkence ve katliamlar neticesinde,
Şia'nın imamları halkın can emniyetini sağlamak için Kur'an'da ruhsat olan takiyyeyi bir farz ve önemli bir görev konumuna yükseltmişlerdir.
Takiyye = "Korunmak, çekinmek, kendini muhafaza etmek, ve sakınmak" anlamlarına gelmektedir.
Allah'tan sakınarak ve utanarak takva şuuruyla dikkatli hareket edip,
haramlara bulaşmaktan kendini muhafaza eden ve Tevhid akidesine bağlı olarak yaşayan, güzel ahlak ve hayırlı amel sergileyen kimseye "takiyy" "takva sahibi,ve muttaki" denilmektedir.
Takiyye kelimesi lafız olarak Kur'an'ı Mübin'de geçmez.
Ancak aynı kökten gelen "tukah" sözü Âli İmran süresinin 28. ayetinde bulunmaktadır.
Takiyyenin ıstılahi manası
"Bir tehlike karşısında kendini kurtarmak için inanç ve fikirlerinden taviz vermesi ve gerçek inancını saklaması"
olarak tarif edilmiştir.
Aslında Kur'an'ı Mübin'de can tehlikesi karşısında inancını gizleme, yani takiyye yapmak vardır.
Ayet şöyledir.
"Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse-kalbi iman ile dolu
olduğu halde (inkara) zorlanan başka-fakat kim kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır, onlar için büyük bir azap vardır"
(Nahl, 106)
Dolayısıyla can korkusu ve baskı karşısında insanın inancını gizlemesi kınanacak bir şey değildir.
Fakat Şia mezhebi, bu zor zamanlarda yapılması gereken bir ruhsatın çerçevesini son derece geniş olarak çizmiştir.
Yani Şia mezhebi takiyyeyi bir ruhsat olmaktan daha ziyade yapılması gereken bir azimet olarak kabul etmiştir.
Hatta takiyye Şia mezhebinin hadis kaynaklarında farz seviyesinde bir emir olarak rivayet edilmiştir.
Şia, takiyyeyi sadece zor zamanlarda değil, genel olarak düşmanca tutumun görüldüğü her yerde uygulamıştır.
Şia'da takiyye sanki Kur'an'ı Mübin'de emir olarak geçen "takva sahibi olun" gibi hayata hakim kılmıştır.
Şia'da takiyye, on iki imam da dahil herkesin yerine getirmesi gereken bir farz ve önemli bir görev olarak benimsenmiştir.
Kur'an ehli bir muvahhidin Kur'an'ı Mübin'de takva olarak gördüğünü, Şia, takiyye olarak almıştır.
Bunun en büyük sebeplerinden biri, Emevi ve Abbasiler döneminde Şia mensuplarının çok ağır bir baskı altında olmalarından kaynaklanmıştır.
Gerçekten de Emevi ve Abbasiler döneminde İmamet inancına sahip olan Şia büyük baskı ve zulüm görmüştür.
İşte bu korkunç işkence ve katliamlar neticesinde,
Şia'nın imamları halkın can emniyetini sağlamak için Kur'an'da ruhsat olan takiyyeyi bir farz ve önemli bir görev konumuna yükseltmişlerdir.
19 Nisan 2017 Çarşamba
BAŞ BELASI, KAHROLASI MÜZMİN BİR HASTALIK "TAKLİTÇİLİK" (2.YAZI)
Şuurlu bir Müslüman Kur'anda bir hükmü bulamıyorsa o hükümden sorumlu olmadığını bilmelidir.
Kur'an'ı bilmeyen bir müslüman, hükmünü bilmek ve anlamak istediği meseleyi, Kur'an ehli olan muvahhid ALİMLERDEN sorar ve delillerine bakarak aldığı cevaba göre amel eder.
Devamlı olarak bir mezhebe ve belirli bir âlime bağlı olarak yaşamak islamın çirkin gördüğü bir ahlaktır.
İşte bu baş belası ahlak taklit hastalığını ve kahrolası statik düşünceyi meydana getirecektir.
Belirli bir mezhebi taklit etmek ve o mezhebe bağlı kalarak yaşamak, manevi ve ruhi ölümün en beter olanıdır.
Halbuki Müslümanlar hiç bir mezhebe bağlı olmadan her zaman ve zeminde tefekkür ve sorgulama ekseninde,
Kur'an, ilim ve hikmet rehberliğinde hakikat avcılığı yapacak olsalardı, katliam ve ihtilaf, kaos ve anarşi,
zulüm ve vahşet iklimleri yerine,
hidayet ve rahmet, aydınlık ve saadet cennetleri oluşturabilirlerdi.
Bence İslam dünyası için en büyük bela ve korkunç tehlike mezhep taklitçiliği ve geleneksel din anlayışıdır.
Kur'an'ın öngördüğü dini düşünce şu şekilde hayat bulması gerekirdi.
Müslümanlar dini problemlerini ölü olanlara değil,
her zaman ve zeminde , hayatta olan akıl ve vicdan sahibi
Kur'an âlimlerine sorarlar ve aldıkları cevaba göre amel etmeleri gerekirdi.
ÖLÜMSÜZ DAVET ŞUDUR:
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü'ne uyun,,"
(Enfal, 24)
Müslümanlar belli bir mezhebe ve belli bir âlime bağlanmaları tefrika ve bölünmüşlüğü, kıskançlık ve hasedi, ilimsizlik ve cehaleti, fikirsizlik ve taklitçiliği doğuracaktır.
Mezhep taklitçiliği, İnsanları dinlerini öğrenmekten ve ve araştırma yapmaktan alıkoyan en önemli etkendir.
Gerçek âlimler de, mezhep hükümlerine, imamların içtihatlarına göre değil,
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü araştırarak, Allah'ın apaçık kitabına sadık kalarak cevap vermeleri gerekir.
Kur'andan kopuk olan mezhepler, maddi ve manevi,
dini dünyevi ve tabiatımızı bozan öldürücü bir hastalık ve yıkım yolu olmuşlardır.
ARKADAŞLAR! Nesillerimize hayat boyunca yol gösterecek tek kaynak, içinde hiç bir çürüğü ve bozuğu olmayan
Allah'ın kitabı olmalıdır.
Küçüklüğünden itibaren bir çocuğa takip edeceği doğru yolu gösterirseniz, bu yolu takip etmekten vazgeçmeyecektir.
Dolayısıyla mezhepleri gözünüzde büyütmeyin, mezhepler, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetinden uzak kalmış karanlık kurumlardır
Şuurlu bir Müslüman Kur'anda bir hükmü bulamıyorsa o hükümden sorumlu olmadığını bilmelidir.
Kur'an'ı bilmeyen bir müslüman, hükmünü bilmek ve anlamak istediği meseleyi, Kur'an ehli olan muvahhid ALİMLERDEN sorar ve delillerine bakarak aldığı cevaba göre amel eder.
Devamlı olarak bir mezhebe ve belirli bir âlime bağlı olarak yaşamak islamın çirkin gördüğü bir ahlaktır.
İşte bu baş belası ahlak taklit hastalığını ve kahrolası statik düşünceyi meydana getirecektir.
Belirli bir mezhebi taklit etmek ve o mezhebe bağlı kalarak yaşamak, manevi ve ruhi ölümün en beter olanıdır.
Halbuki Müslümanlar hiç bir mezhebe bağlı olmadan her zaman ve zeminde tefekkür ve sorgulama ekseninde,
Kur'an, ilim ve hikmet rehberliğinde hakikat avcılığı yapacak olsalardı, katliam ve ihtilaf, kaos ve anarşi,
zulüm ve vahşet iklimleri yerine,
hidayet ve rahmet, aydınlık ve saadet cennetleri oluşturabilirlerdi.
Bence İslam dünyası için en büyük bela ve korkunç tehlike mezhep taklitçiliği ve geleneksel din anlayışıdır.
Kur'an'ın öngördüğü dini düşünce şu şekilde hayat bulması gerekirdi.
Müslümanlar dini problemlerini ölü olanlara değil,
her zaman ve zeminde , hayatta olan akıl ve vicdan sahibi
Kur'an âlimlerine sorarlar ve aldıkları cevaba göre amel etmeleri gerekirdi.
ÖLÜMSÜZ DAVET ŞUDUR:
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü'ne uyun,,"
(Enfal, 24)
Müslümanlar belli bir mezhebe ve belli bir âlime bağlanmaları tefrika ve bölünmüşlüğü, kıskançlık ve hasedi, ilimsizlik ve cehaleti, fikirsizlik ve taklitçiliği doğuracaktır.
Mezhep taklitçiliği, İnsanları dinlerini öğrenmekten ve ve araştırma yapmaktan alıkoyan en önemli etkendir.
Gerçek âlimler de, mezhep hükümlerine, imamların içtihatlarına göre değil,
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü araştırarak, Allah'ın apaçık kitabına sadık kalarak cevap vermeleri gerekir.
Kur'andan kopuk olan mezhepler, maddi ve manevi,
dini dünyevi ve tabiatımızı bozan öldürücü bir hastalık ve yıkım yolu olmuşlardır.
ARKADAŞLAR! Nesillerimize hayat boyunca yol gösterecek tek kaynak, içinde hiç bir çürüğü ve bozuğu olmayan
Allah'ın kitabı olmalıdır.
Küçüklüğünden itibaren bir çocuğa takip edeceği doğru yolu gösterirseniz, bu yolu takip etmekten vazgeçmeyecektir.
Dolayısıyla mezhepleri gözünüzde büyütmeyin, mezhepler, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetinden uzak kalmış karanlık kurumlardır
18 Nisan 2017 Salı
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR (5.YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Andolsun onların ( geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
Bu Kuran uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır.
İman eden toplum için bir rahmet ve mutlak hidayettir"
(Yusuf, 111)
",,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEYİ AÇIKLAMA, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlarlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Bunlar, apaçık Kitabın âyetleridir"
(Kasas, 2)
"Apaçık olan Kitaba andolsun,,,"
(Duhan, 2)
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
(Nisa, 174)
"De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi"
(En'am, 149)
Kur'an'ı Mübin kendi bağlam ve bütünlüğü içinde kavram bağlantıları ile birlikte daha önce nazil olan vahiy ve kitapları tasdik eder.
Yine Kur'an kendi bağlam ve bütünlüğü içinde yaratılmış kainat kitabının içinde bulunan âyetleri en mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır.
MESELA:
"Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız"(Zâriyat,48)
"İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığimızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görüp düşünmüyorlar mı? Yine de iman etmeyecekler mi?"
(Enbiya, 30)
"Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık, ta ki maksatlarına ulaşsınlar"
(Enbiya, 31)
"Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, gökyüzünün âyetlerinden yüz çeviriyorlar"(Enbiya, 32)
"Göğü kendi kudret ellerimizle biz kurduk ve biz onu elbette genişletmekteyiz"
(Zâriyat, 47)
"Güneş, kendisi için belirlenen yörüngede akar gider. İşte bu, aziz ve alim olan Allah'ın takdir ve kudretidir"
(Yasin, 38)
"O, geceyi,gündüzü, güneşi, ayı...yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedir"
(Enbiya, 33)
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinde gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde,
Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında,
rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir millet için bir çok deliller vardır"
(Bakara, 164)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Andolsun onların ( geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
Bu Kuran uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır.
İman eden toplum için bir rahmet ve mutlak hidayettir"
(Yusuf, 111)
",,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEYİ AÇIKLAMA, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlarlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Bunlar, apaçık Kitabın âyetleridir"
(Kasas, 2)
"Apaçık olan Kitaba andolsun,,,"
(Duhan, 2)
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
(Nisa, 174)
"De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi"
(En'am, 149)
Kur'an'ı Mübin kendi bağlam ve bütünlüğü içinde kavram bağlantıları ile birlikte daha önce nazil olan vahiy ve kitapları tasdik eder.
Yine Kur'an kendi bağlam ve bütünlüğü içinde yaratılmış kainat kitabının içinde bulunan âyetleri en mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır.
MESELA:
"Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız"(Zâriyat,48)
"İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığimızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görüp düşünmüyorlar mı? Yine de iman etmeyecekler mi?"
(Enbiya, 30)
"Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık, ta ki maksatlarına ulaşsınlar"
(Enbiya, 31)
"Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, gökyüzünün âyetlerinden yüz çeviriyorlar"(Enbiya, 32)
"Göğü kendi kudret ellerimizle biz kurduk ve biz onu elbette genişletmekteyiz"
(Zâriyat, 47)
"Güneş, kendisi için belirlenen yörüngede akar gider. İşte bu, aziz ve alim olan Allah'ın takdir ve kudretidir"
(Yasin, 38)
"O, geceyi,gündüzü, güneşi, ayı...yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedir"
(Enbiya, 33)
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinde gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde,
Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında,
rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir millet için bir çok deliller vardır"
(Bakara, 164)
BAŞ BELASI, KAHROLASI MÜZMİN BİR HASTALIK: "TAKLİTÇİLİK" (1.YAZI)
Şirkten sonra Kur'an İslam'ının en büyük düşmanı taklitçiliktir.
Taklitçilik, medeniyet ve hürriyet, gelişme ve icat, aklı kullanma ve sorgulamanın önündeki en büyük engeldir.
Taklitçilik, İslam ümmeti için gerçekten kahredici bir yozlaşma, çürüme, bozulma, kokuşma ve korkunç bir ölümdür.
TAKLİTÇİLİK:
Bir şeyi boyna geçirmektir.
Mesela, kılıcı omuza asmak anlamına gelen taklit, din geleneğinde
"Vahiy'den bağımsız, hüccetsiz ve delilsiz, hikmetsiz ve ilimsiz, tefekkürsüz ve sorgulamasız olarak körü körüne başkasının yolunu ve sözünü kabul etmek anlamına gelmektedir.
Körü körüne başkasını taklit eden kişiye mukallid denir.
Buna göre, Allah'ın apaçık kitabına dayanmadan, bir müçtehit!
veya başka bir mukallidin sözünü, sünnetini ve yolunu rehber edinip onunla amel etmekle taklit meydana gelir.
Taklitçilik vahiy'den başka rehber edinmek olduğu için bir nevi Allah'a şirk koşmak, kula kulluk demektir.
Mukallid, Allah tarafından indirilen vahye, kesin delile ve sorgulamaya değil, hükmü çikaran kişiye itikad eder,
Mukallid, Allah ve Resulü yerine insanlara itimad ve itibar eder.
Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah'ın kitabına baktığımızda bir çok ayette taklit belasının yerildiğini görmekteyiz.
Vahiy'den bağımsız hareket ederek hiç düşünmeden başkasını taklit etmek insan onuruna yakışmayan çok çirkin bir davranıştır.
Yüce Rabbimizin biz kullarından istediği sadece ve sadece Allah'a ve Resüle (Elçiye) tâbi olmak ve ona itaat etmektir.
Bir konuyla alakalı Allah'ın kitabında müracaat edilip de orada açık bir hüküm bulunduğunda onunla amel edilir.
Böyle bir hüküm yoksa, o hüküm dinde yok demektir.
Çünkü din vahiy ile tamamlanmıştır ve biz Allah'ın Elçileri gibi sadece vahiy'den sorumluyuz.
Allah ( cc) vahiy ile Elçisine göndermediği bir şeyden dolayı
asla insanları sorumlu tutmaz, indirmediği bir şeyden dolayı hesaba çekmez,
vahyetmediği bir hükümden dolayı kulunu cezalandırmaz.
Falanın filanin Allah'a ve Resulüne iftira ederek dinde uydurduğu bir hükümden dolayı Allah insanı nasıl hesaba çeker?
Dolayısıyla Allah'tan indirilmeyen, Elçiye vahyedilmeyen, Kur'an'da apaçık olmayan bir hükümden ötürü bu ümmet asla sorumlu tutulamaz.
Bundan dolayı Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sadece Kur'an'ı Mübin ile Elçilik görevini yerine getirmiştir.
Bu konuyla alakalı bir hayli ayet mevcuttur.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
( En'am, 51)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"
( Kaf, 45)
Şirkten sonra Kur'an İslam'ının en büyük düşmanı taklitçiliktir.
Taklitçilik, medeniyet ve hürriyet, gelişme ve icat, aklı kullanma ve sorgulamanın önündeki en büyük engeldir.
Taklitçilik, İslam ümmeti için gerçekten kahredici bir yozlaşma, çürüme, bozulma, kokuşma ve korkunç bir ölümdür.
TAKLİTÇİLİK:
Bir şeyi boyna geçirmektir.
Mesela, kılıcı omuza asmak anlamına gelen taklit, din geleneğinde
"Vahiy'den bağımsız, hüccetsiz ve delilsiz, hikmetsiz ve ilimsiz, tefekkürsüz ve sorgulamasız olarak körü körüne başkasının yolunu ve sözünü kabul etmek anlamına gelmektedir.
Körü körüne başkasını taklit eden kişiye mukallid denir.
Buna göre, Allah'ın apaçık kitabına dayanmadan, bir müçtehit!
veya başka bir mukallidin sözünü, sünnetini ve yolunu rehber edinip onunla amel etmekle taklit meydana gelir.
Taklitçilik vahiy'den başka rehber edinmek olduğu için bir nevi Allah'a şirk koşmak, kula kulluk demektir.
Mukallid, Allah tarafından indirilen vahye, kesin delile ve sorgulamaya değil, hükmü çikaran kişiye itikad eder,
Mukallid, Allah ve Resulü yerine insanlara itimad ve itibar eder.
Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah'ın kitabına baktığımızda bir çok ayette taklit belasının yerildiğini görmekteyiz.
Vahiy'den bağımsız hareket ederek hiç düşünmeden başkasını taklit etmek insan onuruna yakışmayan çok çirkin bir davranıştır.
Yüce Rabbimizin biz kullarından istediği sadece ve sadece Allah'a ve Resüle (Elçiye) tâbi olmak ve ona itaat etmektir.
Bir konuyla alakalı Allah'ın kitabında müracaat edilip de orada açık bir hüküm bulunduğunda onunla amel edilir.
Böyle bir hüküm yoksa, o hüküm dinde yok demektir.
Çünkü din vahiy ile tamamlanmıştır ve biz Allah'ın Elçileri gibi sadece vahiy'den sorumluyuz.
Allah ( cc) vahiy ile Elçisine göndermediği bir şeyden dolayı
asla insanları sorumlu tutmaz, indirmediği bir şeyden dolayı hesaba çekmez,
vahyetmediği bir hükümden dolayı kulunu cezalandırmaz.
Falanın filanin Allah'a ve Resulüne iftira ederek dinde uydurduğu bir hükümden dolayı Allah insanı nasıl hesaba çeker?
Dolayısıyla Allah'tan indirilmeyen, Elçiye vahyedilmeyen, Kur'an'da apaçık olmayan bir hükümden ötürü bu ümmet asla sorumlu tutulamaz.
Bundan dolayı Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sadece Kur'an'ı Mübin ile Elçilik görevini yerine getirmiştir.
Bu konuyla alakalı bir hayli ayet mevcuttur.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
( En'am, 51)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"
( Kaf, 45)
17 Nisan 2017 Pazartesi
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR (3.YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik.
(Ey RESUL! ) Onları ancak fasıklar(Hidayet yolundan çıkanlar) inkâr eder"
(Bakara, 99)
"Kendilerine âyetlerimiz ayan beyan okunduğu zaman inkâr edenler, iman edenlere: iki topluluktan hangisinin mevki ve makamı daha iyi, konumu ve dostları daha kalitelidir? dediler"
(Meryem, 73)
"İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki ki Allah dileyeni doğru yola iletir"
(Hac, 16)
"Ayetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin. Onlar,
kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.
De ki: Size bundan (bu öfke ve kudurmanızdan) daha kötüsünü bildireyim mi?
Cehennem! Allah, onu kafirlere azap olarak bildirdi. O, ne kötü sondur"
(Hac, 72) Yukarıdaki ayette bulunan ",,,kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar,,,," bölümü çok önemlidir.
Bu cümlede Allah tarafından Kur'an ehli muvahhidlere büyük bir şeref ve onurlandırma mevcuttur.
Bu ayette Kur'an ehli muvahhidler Allah tarafından Elçilerin temsilcisi makamına konulmuşlardır.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir"
(Hadid, 9)
"Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirdik. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır"
(Mücadele, 5)
Elçiler tamamen ALLAH'I temsil ettikleri için onlara itaat ALLAH'A itaat, onlara isyan ALLAH'A isyan etmek gibi kabul edilmiştir.
Elçiler değerlerini sadece ve sadece Kur'an'dan alırlar.
Elçilere mutlak itaat emredilmiştir. Onlara karşı gelmek, Allah'a karşı gelmek, onları yalanlamak âyetleri ve dolayısıyla Allah'ı yalanlamak gibi bir sistem kurulmuştur.
Bu konuda en dikkat çeken ayet şudur.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.
Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
Yani Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Allah'a karşı gelmek olarak kabul edilmiştir.
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) Kur'anda şöyle buyuruyor.
"Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik.
(Ey RESUL! ) Onları ancak fasıklar(Hidayet yolundan çıkanlar) inkâr eder"
(Bakara, 99)
"Kendilerine âyetlerimiz ayan beyan okunduğu zaman inkâr edenler, iman edenlere: iki topluluktan hangisinin mevki ve makamı daha iyi, konumu ve dostları daha kalitelidir? dediler"
(Meryem, 73)
"İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki ki Allah dileyeni doğru yola iletir"
(Hac, 16)
"Ayetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin. Onlar,
kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.
De ki: Size bundan (bu öfke ve kudurmanızdan) daha kötüsünü bildireyim mi?
Cehennem! Allah, onu kafirlere azap olarak bildirdi. O, ne kötü sondur"
(Hac, 72) Yukarıdaki ayette bulunan ",,,kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar,,,," bölümü çok önemlidir.
Bu cümlede Allah tarafından Kur'an ehli muvahhidlere büyük bir şeref ve onurlandırma mevcuttur.
Bu ayette Kur'an ehli muvahhidler Allah tarafından Elçilerin temsilcisi makamına konulmuşlardır.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir"
(Hadid, 9)
"Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirdik. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır"
(Mücadele, 5)
Elçiler tamamen ALLAH'I temsil ettikleri için onlara itaat ALLAH'A itaat, onlara isyan ALLAH'A isyan etmek gibi kabul edilmiştir.
Elçiler değerlerini sadece ve sadece Kur'an'dan alırlar.
Elçilere mutlak itaat emredilmiştir. Onlara karşı gelmek, Allah'a karşı gelmek, onları yalanlamak âyetleri ve dolayısıyla Allah'ı yalanlamak gibi bir sistem kurulmuştur.
Bu konuda en dikkat çeken ayet şudur.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.
Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
Yani Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onu yalanlamak Allah'a karşı gelmek olarak kabul edilmiştir.
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR (2.YAZI)
"Onlara birbirini açıklayan âyetlerimiz okununca tek delilleri şu sözleri olmuştur: "Haklıysanız atalarımızı (kabirden) alın getirin"
(Casiye, 25)
"Onlara birbirini açıklayan âyetlerimiz okununca kendilerine gelen gerçekleri görmek istemeyenler şöyle derler: "Bu apaçık bir sihirdir"
(Ahkaf, 7)
Kur'an'ın hiçbir yerinde günümüzde bulunan mezhepçi müşriklerin iddia ettikleri gibi, Kur'an'ı anlama konusunda, Mekke müşriklerinin bir sorun yaşadıkları ve şikayet ettiklerine dair bir ayet yoktur.
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) Kur'anın biri diğerini açıklayan âyetler bütünü olduğunu buyurarak onu
anlamak ve içinden hüküm çıkarmak için gerekli metodun (hikmetin)
açıklamasını da yapmıştır.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Resüller de vahyi tefsir eden değil, Kitab-ın içindeki birbirini açıklayan âyetleri doğru anlayarak,
hikmetlerini idrak ederek hüküm çıkaran ve Resul olarak aldığı âyetleri hiç bir yerine ekleme ve çıkarma yapmadan olduğu gibi aktaran seçilmiş
kullar olarak karşımıza çıkarlar.
Yani Allah Elçilerinin tek görevi vahyi muhataplara iletmek,
vahyi tebliğ etmek, onu okumak, ahlak,edep ve yaşayışında, hareket ve tavırlarında örnek olurlar.
Bu konuda o kadar ayet mevcuttur ki,
Mesela,
"Kavminden ileri gelenler dediler ki: Doğrusu biz seni gerçekten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz"(Âraf, 60)
(Nuh) Dedi ki:
"Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur, fakat ben, ÂLEMLERİN RABBİ TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞ BİR ELÇİYİM"
(Âraf, 61)
"SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ DUYUYORUM, SİZE ONUNLA ÖĞÜT VERİYORUM ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"(Âraf, 62)
Yukarıdaki ayette bulunan ",,,,fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş olan bir elçiyim, SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ duyuruyorum,,,,," bölümü çok önemlidir.
Çünkü bütün elçiler aynı şeyi söylüyor.
Mesela, Hud (Aleyhisselam)
"SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ DUYURUYORUM ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım"(Âraf, 68)
MESELA, Salih (Aleyhisselam)
",,,,,SİZE RABBİNİZDEN APAÇIK BİR DELİL GELMİŞTİR,,,"(Âraf, 73)
"Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi:
Ey kavmim!
ANDOLSUN Kİ BEN SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ TEBLİĞ ETTİM ve size öğüt verdim, fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz"
(Âraf, 79)
Görüldüğü gibi Resüller sadece Allah'tan kendilerine gelen vahyi asla yanlış yapmadan insanlara tebliğ ederler.
"Onlara birbirini açıklayan âyetlerimiz okununca tek delilleri şu sözleri olmuştur: "Haklıysanız atalarımızı (kabirden) alın getirin"
(Casiye, 25)
"Onlara birbirini açıklayan âyetlerimiz okununca kendilerine gelen gerçekleri görmek istemeyenler şöyle derler: "Bu apaçık bir sihirdir"
(Ahkaf, 7)
Kur'an'ın hiçbir yerinde günümüzde bulunan mezhepçi müşriklerin iddia ettikleri gibi, Kur'an'ı anlama konusunda, Mekke müşriklerinin bir sorun yaşadıkları ve şikayet ettiklerine dair bir ayet yoktur.
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) Kur'anın biri diğerini açıklayan âyetler bütünü olduğunu buyurarak onu
anlamak ve içinden hüküm çıkarmak için gerekli metodun (hikmetin)
açıklamasını da yapmıştır.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Resüller de vahyi tefsir eden değil, Kitab-ın içindeki birbirini açıklayan âyetleri doğru anlayarak,
hikmetlerini idrak ederek hüküm çıkaran ve Resul olarak aldığı âyetleri hiç bir yerine ekleme ve çıkarma yapmadan olduğu gibi aktaran seçilmiş
kullar olarak karşımıza çıkarlar.
Yani Allah Elçilerinin tek görevi vahyi muhataplara iletmek,
vahyi tebliğ etmek, onu okumak, ahlak,edep ve yaşayışında, hareket ve tavırlarında örnek olurlar.
Bu konuda o kadar ayet mevcuttur ki,
Mesela,
"Kavminden ileri gelenler dediler ki: Doğrusu biz seni gerçekten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz"(Âraf, 60)
(Nuh) Dedi ki:
"Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur, fakat ben, ÂLEMLERİN RABBİ TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞ BİR ELÇİYİM"
(Âraf, 61)
"SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ DUYUYORUM, SİZE ONUNLA ÖĞÜT VERİYORUM ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"(Âraf, 62)
Yukarıdaki ayette bulunan ",,,,fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş olan bir elçiyim, SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ duyuruyorum,,,,," bölümü çok önemlidir.
Çünkü bütün elçiler aynı şeyi söylüyor.
Mesela, Hud (Aleyhisselam)
"SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ DUYURUYORUM ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım"(Âraf, 68)
MESELA, Salih (Aleyhisselam)
",,,,,SİZE RABBİNİZDEN APAÇIK BİR DELİL GELMİŞTİR,,,"(Âraf, 73)
"Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi:
Ey kavmim!
ANDOLSUN Kİ BEN SİZE RABBİMİN VAHİYETTİKLERİNİ TEBLİĞ ETTİM ve size öğüt verdim, fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz"
(Âraf, 79)
Görüldüğü gibi Resüller sadece Allah'tan kendilerine gelen vahyi asla yanlış yapmadan insanlara tebliğ ederler.
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR (1.YAZI)
Yüzlerce ayette Allah ( cc) Kur'anın açıklanmış bir kitap olduğunu haber vermektedir.
Mesela,
"Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim(sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf, 52)
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın anlaşılıp anlaşılamayacağı konusu dün olduğu gibi bugün de ümmetin meselesi olmaya devam etmektedir.
Bundan dolayı "açık olma, açıklanmış olma, açıklama metodu"
mevzularına vahyin içinden bir nazar önemli ve hayati bir meseledir.
Aslında Kur'an'ı anlamada en büyük sorun, onu herkesin anlayamayacağı inancıdır.
Bu inanç üzerine bir de "müteşabihler" (anlaşılamaz olan âyetler) fikri ve kanaati de bindirilince, anlamları mahkum edilmiş gizemli,
manasız, sırlı, saklı, dokunulmaz, zihinlerden son derece uzak bir kitap ile karşı karşıya kalıyoruz.
Bu inancı doğuran en önemli etken cahil ve ahmak, hurafeci ve iftiracı, yobaz ve gerici zihniyete sahip din adamlarıdır.
Alçak ve rezil amaç ise bu din adamlarının, dinin ve din müntesiplerinin üzerine kurmak istedikleri otorite ve tahakkümün devam etmesidir.
Bu sebeple uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dini eliyle bir kısım insanlara kutsallık ve
dokunulmazlık payeleri verilmiş, onların takipçileri de Allah'ın ayetlerine karşı mezhepler, meşrepler, Cemaatlar, Tarikatlar, usul ve kaideler geliştirmişlerdir.
Hatta o derece zıvanadan çıkıldı ki,günümüzde dahi
Diyanet işleri başkanlığı, İlahiyatçılar ve bir kısım cahil din adamları tarafından:
Allah Elçilerinin yaptığı gibi her sorunu Kur'an'da arayalım, tek kaynak olan
Allah'ın kitabına müracaat edelim, ondan başka gidilecek bir hidayet ve rahmet yoktur" diyen Kur'an ehli Müslümanlar için
"Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı" sözü bile söylendi.
Halbuki Allah ( cc) Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Elif. Lam. RA ( Busana indirilen) hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır, Allah'tan başkasına kul olamayasınız diye,,,,,( indirildi)
( Hud, 1,2 )
"Elif. Lam. RA. Bunlar Kitab-ın ve apaçık olan bir Kur'an'ın âyetleridir"
(Hicr, 1)
(De ki) :
Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler,
Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler.(Ey Muhammed! ) Sakın şüphecilerden olmayasın"
(En'am, 114)
Yüzlerce ayette Allah ( cc) Kur'anın açıklanmış bir kitap olduğunu haber vermektedir.
Mesela,
"Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim(sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf, 52)
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın anlaşılıp anlaşılamayacağı konusu dün olduğu gibi bugün de ümmetin meselesi olmaya devam etmektedir.
Bundan dolayı "açık olma, açıklanmış olma, açıklama metodu"
mevzularına vahyin içinden bir nazar önemli ve hayati bir meseledir.
Aslında Kur'an'ı anlamada en büyük sorun, onu herkesin anlayamayacağı inancıdır.
Bu inanç üzerine bir de "müteşabihler" (anlaşılamaz olan âyetler) fikri ve kanaati de bindirilince, anlamları mahkum edilmiş gizemli,
manasız, sırlı, saklı, dokunulmaz, zihinlerden son derece uzak bir kitap ile karşı karşıya kalıyoruz.
Bu inancı doğuran en önemli etken cahil ve ahmak, hurafeci ve iftiracı, yobaz ve gerici zihniyete sahip din adamlarıdır.
Alçak ve rezil amaç ise bu din adamlarının, dinin ve din müntesiplerinin üzerine kurmak istedikleri otorite ve tahakkümün devam etmesidir.
Bu sebeple uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dini eliyle bir kısım insanlara kutsallık ve
dokunulmazlık payeleri verilmiş, onların takipçileri de Allah'ın ayetlerine karşı mezhepler, meşrepler, Cemaatlar, Tarikatlar, usul ve kaideler geliştirmişlerdir.
Hatta o derece zıvanadan çıkıldı ki,günümüzde dahi
Diyanet işleri başkanlığı, İlahiyatçılar ve bir kısım cahil din adamları tarafından:
Allah Elçilerinin yaptığı gibi her sorunu Kur'an'da arayalım, tek kaynak olan
Allah'ın kitabına müracaat edelim, ondan başka gidilecek bir hidayet ve rahmet yoktur" diyen Kur'an ehli Müslümanlar için
"Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı" sözü bile söylendi.
Halbuki Allah ( cc) Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Elif. Lam. RA ( Busana indirilen) hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır, Allah'tan başkasına kul olamayasınız diye,,,,,( indirildi)
( Hud, 1,2 )
"Elif. Lam. RA. Bunlar Kitab-ın ve apaçık olan bir Kur'an'ın âyetleridir"
(Hicr, 1)
(De ki) :
Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler,
Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler.(Ey Muhammed! ) Sakın şüphecilerden olmayasın"
(En'am, 114)
İTAAT SADECE ALLAH'A VE RESULÜNE OLACAKTIR.
Ehli sünnet ve Şia mezheplerinde yani Allah'ın kitabından uzak olan geleneksel İslam inancında tefekkür etme, aklı kullanma, sorgulama ve eleştiri yapma önderleri bulunmaz.
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın bir kenara bırakılmasıyla Ehl-i sünnet ve Şia'nın din adamları aklı devre dışı bırakarak, tefekkür ibadetini mahkum etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet alimleri! ve muhaddisleri yüzünden neredeyse Allah ve Resulü'nden başka herkese itaat etme, önüne gelene kulluk yapma esası üzerine kurulmuş mezheb temelli dinci bir bağnazlık karanlığını yaşıyoruz.
Tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefekkuh etme, hikmetin önemi, aklı kullanma ve sorgulama ile ilgili yüzlerce ayete rağmen boynuna ve beynine geçirilen taklit belası yüzünden bu ümmete zor, karanlık ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Allah'ın kitabı bize ne emrediyor?
Allah'a ve Resulüne mutlak itaati emreden Kur'an, insanlara mutlak itaati emrediyor mu?
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin. Resül'e itaat edin, ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve ahirete gerçekten iman ediyorsanız- onu Allah'a ve Resüle götürün.
Bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha iyidir"(Nisa, 59)
Yukarıdaki ayetin bize verdiği ders şudur.
Allah'a ve elçi sıfatı ile Resüle( Elçiye) itaat etmek mutlak olarak gereklidir.
Fakat kim olursa olsun diğer insanlara itaat etmek mutlak olarak gerekli değildir.
Eğer Allah ve Resulü'nün izinde olurlarsa Şura neticesinde onlara itaat edilir.
Hiç kimsenin emri Allah ve Resulü'nün emri gibi bağlayıcı olamaz.
Müslüman daima çevresinden gelen dini telkinleri sorgulamalı, Kur'an, ilim, hikmet ve akla aykırı olan inançları asla kabul etmemelidir.
Aksi takdirde inanç dünyası âdeta yediği bozuk ve zehirli bir yemek gibi bozulacak rahat ve huzur bulamayacaktır.
Dolayısıyla millet içinde doğruları dile getirecek tek kişi de kalsak, Allah'a güvenip dayanarak yolumuza devam edeceğiz.
(Ey RESUL! ) Onlar senden yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir"
(Tevbe, 129)
Ehli sünnet ve Şia mezheplerinde yani Allah'ın kitabından uzak olan geleneksel İslam inancında tefekkür etme, aklı kullanma, sorgulama ve eleştiri yapma önderleri bulunmaz.
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın bir kenara bırakılmasıyla Ehl-i sünnet ve Şia'nın din adamları aklı devre dışı bırakarak, tefekkür ibadetini mahkum etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet alimleri! ve muhaddisleri yüzünden neredeyse Allah ve Resulü'nden başka herkese itaat etme, önüne gelene kulluk yapma esası üzerine kurulmuş mezheb temelli dinci bir bağnazlık karanlığını yaşıyoruz.
Tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefekkuh etme, hikmetin önemi, aklı kullanma ve sorgulama ile ilgili yüzlerce ayete rağmen boynuna ve beynine geçirilen taklit belası yüzünden bu ümmete zor, karanlık ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Allah'ın kitabı bize ne emrediyor?
Allah'a ve Resulüne mutlak itaati emreden Kur'an, insanlara mutlak itaati emrediyor mu?
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin. Resül'e itaat edin, ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve ahirete gerçekten iman ediyorsanız- onu Allah'a ve Resüle götürün.
Bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha iyidir"(Nisa, 59)
Yukarıdaki ayetin bize verdiği ders şudur.
Allah'a ve elçi sıfatı ile Resüle( Elçiye) itaat etmek mutlak olarak gereklidir.
Fakat kim olursa olsun diğer insanlara itaat etmek mutlak olarak gerekli değildir.
Eğer Allah ve Resulü'nün izinde olurlarsa Şura neticesinde onlara itaat edilir.
Hiç kimsenin emri Allah ve Resulü'nün emri gibi bağlayıcı olamaz.
Müslüman daima çevresinden gelen dini telkinleri sorgulamalı, Kur'an, ilim, hikmet ve akla aykırı olan inançları asla kabul etmemelidir.
Aksi takdirde inanç dünyası âdeta yediği bozuk ve zehirli bir yemek gibi bozulacak rahat ve huzur bulamayacaktır.
Dolayısıyla millet içinde doğruları dile getirecek tek kişi de kalsak, Allah'a güvenip dayanarak yolumuza devam edeceğiz.
(Ey RESUL! ) Onlar senden yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir"
(Tevbe, 129)
12 Nisan 2017 Çarşamba
KUR'AN CAHİLİ İLAHİYATÇILARIN İÇLER ACISI DURUMLARI:
Ben inanıyorum ki, 15 Temmuz'da Fetö'nun alçak darbesi başarılı olsaydı,
Türkiye'deki İlahiyatçıların ve ekran vaizlerinin hepsi, bütün tarikatların şeyhleri F Gülen'e tam bir teslimiyetle biat ederek onun "Beklenen salih zat ve Kainat imamı olduğu" inancını tereddütsüz kabul ederlerdi.
Çünkü Kur'an bilmez İlahiyatçıların sahip olduğu itikad ile Kur'an tanımaz F Gülen'in din anlayışı arasında hiçbir fark yoktur.
Hepsi Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini esas kaynak olarak kabul ederler.
İnanç, düşünce ve fikir bakımından F Gülen, Prof Cevat akşit, Prof. Haydar Baş, Prof. Mustafa Karataş,
YÖK üyesi Prof. Nihat Hatipoğlu ve Prof. Ramazan Ayvalı'dan çok daha üstündür.
Artık cübbeli Ahmet,
Adıyamanlı uydurma Gavs, Vehbi Güler, İhsan şenocak, Osman ünlü, Enver Ören tayfası,Süleymancılar, Nurcular, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut,Ömer Döngeloğlu, Yusuf Tavaslı, Necmettin Nursaçan gibi Kur'an cahillerini bir kenara bırakıyorum.
İşte bu Kuran cahili İlahiyatçılardan bir tanesi de Prof Dr Faruk Beşerdir.
"Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı" diyen F Gülen ile alakalı Prof Dr. Faruk Beşer
"Fethullah Gülen Hoca Efendinin Fıkhını anlamak"
adlı eserinde Fetö liderini
"Olağanüstü fikirler ortaya koyan fıkıh dehası, kuşatıcı bir şahsiyete sahip üstün bir din adamı ve hakikatı fark eden ender insanlardan birisi" olarak değerlendirmektedir.
İŞTE SİZE BİR İLAHİYATÇI PROF'UN KALEMİNDEN F GÜLEN.
"Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Hocaefendi'nin âlim olmasının yanında bil hakkın müçtehit olduğunda da bizde şüphe yoktur"
(Faruk Beşer, Fethullah Gülen Hoca Efendinin Fıkhını anlamak s, 17)
Hoca efendi'nin düşünce ufkunda sadece belli alanlar yoktur. Onun ele aldığı konular hayatın bütünüdür. Vizyonu bize göre tam bir medeniyet projesidir"
(A. g. e, s. 19)
"Hoca Efendi pek çok konuda mükemmel içtihatlar ortaya koyarken....
(A. g. e. S, 56)
"Hoca efendi bu açıdan, hem bütünüyle İslami ilimler hem de Türkçe için büyük bir şans ve büyük bir hazinedir"
(A. g. e. S, 57)
İŞTE KUR'AN İLMİNDEN UZAK OLMANIN KAHREDİCİ NETİCESİ:
Faruk Beşer devamla diyor ki.
" Bizim geleneğimizde, sünnetin mustakil bir kaynak mı, yoksa Kuran'da şöyle ya da böyle var olan, ama bizim anlamadığımız bilgileri açan bir beyan mı olduğu tartışmaları vardır.
Özellikle İmamı Şatıbi Kur'an'ın yegane kaynak olduğunu ve sünnetin verdiği hükümlerin bir şekilde Kur'an'da bulunduğunu kabul edenlerin başında gelir.
Hocaefendi'nin(Fethullah Gülen) ifadeleri zımnen sünneti mustakil bir kaynak olarak ortaya koyar"
Faruk Beşer bunları söyledikten sonra Fethullah Gülen'den şunları nakleder.
" Kur'anı Kerim'in Tek bir kelimeyle dahi temas etmediği ve müstakilen sünnetle ele alınan meseleler de az değildir.
"Ehli eşeğin ve yırtıcı hayvanların etlerinin haram edilmesi, hala ve teyze üzerinde yeğenlerin izdivacının yasaklanmasını bu cümleden sayabiliriz"(Sonsuz Nur- 3)
Ben inanıyorum ki, 15 Temmuz'da Fetö'nun alçak darbesi başarılı olsaydı,
Türkiye'deki İlahiyatçıların ve ekran vaizlerinin hepsi, bütün tarikatların şeyhleri F Gülen'e tam bir teslimiyetle biat ederek onun "Beklenen salih zat ve Kainat imamı olduğu" inancını tereddütsüz kabul ederlerdi.
Çünkü Kur'an bilmez İlahiyatçıların sahip olduğu itikad ile Kur'an tanımaz F Gülen'in din anlayışı arasında hiçbir fark yoktur.
Hepsi Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini esas kaynak olarak kabul ederler.
İnanç, düşünce ve fikir bakımından F Gülen, Prof Cevat akşit, Prof. Haydar Baş, Prof. Mustafa Karataş,
YÖK üyesi Prof. Nihat Hatipoğlu ve Prof. Ramazan Ayvalı'dan çok daha üstündür.
Artık cübbeli Ahmet,
Adıyamanlı uydurma Gavs, Vehbi Güler, İhsan şenocak, Osman ünlü, Enver Ören tayfası,Süleymancılar, Nurcular, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut,Ömer Döngeloğlu, Yusuf Tavaslı, Necmettin Nursaçan gibi Kur'an cahillerini bir kenara bırakıyorum.
İşte bu Kuran cahili İlahiyatçılardan bir tanesi de Prof Dr Faruk Beşerdir.
"Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı" diyen F Gülen ile alakalı Prof Dr. Faruk Beşer
"Fethullah Gülen Hoca Efendinin Fıkhını anlamak"
adlı eserinde Fetö liderini
"Olağanüstü fikirler ortaya koyan fıkıh dehası, kuşatıcı bir şahsiyete sahip üstün bir din adamı ve hakikatı fark eden ender insanlardan birisi" olarak değerlendirmektedir.
İŞTE SİZE BİR İLAHİYATÇI PROF'UN KALEMİNDEN F GÜLEN.
"Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Hocaefendi'nin âlim olmasının yanında bil hakkın müçtehit olduğunda da bizde şüphe yoktur"
(Faruk Beşer, Fethullah Gülen Hoca Efendinin Fıkhını anlamak s, 17)
Hoca efendi'nin düşünce ufkunda sadece belli alanlar yoktur. Onun ele aldığı konular hayatın bütünüdür. Vizyonu bize göre tam bir medeniyet projesidir"
(A. g. e, s. 19)
"Hoca Efendi pek çok konuda mükemmel içtihatlar ortaya koyarken....
(A. g. e. S, 56)
"Hoca efendi bu açıdan, hem bütünüyle İslami ilimler hem de Türkçe için büyük bir şans ve büyük bir hazinedir"
(A. g. e. S, 57)
İŞTE KUR'AN İLMİNDEN UZAK OLMANIN KAHREDİCİ NETİCESİ:
Faruk Beşer devamla diyor ki.
" Bizim geleneğimizde, sünnetin mustakil bir kaynak mı, yoksa Kuran'da şöyle ya da böyle var olan, ama bizim anlamadığımız bilgileri açan bir beyan mı olduğu tartışmaları vardır.
Özellikle İmamı Şatıbi Kur'an'ın yegane kaynak olduğunu ve sünnetin verdiği hükümlerin bir şekilde Kur'an'da bulunduğunu kabul edenlerin başında gelir.
Hocaefendi'nin(Fethullah Gülen) ifadeleri zımnen sünneti mustakil bir kaynak olarak ortaya koyar"
Faruk Beşer bunları söyledikten sonra Fethullah Gülen'den şunları nakleder.
" Kur'anı Kerim'in Tek bir kelimeyle dahi temas etmediği ve müstakilen sünnetle ele alınan meseleler de az değildir.
"Ehli eşeğin ve yırtıcı hayvanların etlerinin haram edilmesi, hala ve teyze üzerinde yeğenlerin izdivacının yasaklanmasını bu cümleden sayabiliriz"(Sonsuz Nur- 3)
İŞTE DURUMUMUZ:
8. 04. 2017 cumartesi saat 11.20 civarında hilal tv'de yeni çekilmiş bir programda Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum'u seyrediyorum.
Konu: "Hadislere Bakışımız"
Aşağı yukarı 40 dakika izledim, Abdülaziz Bayındır "Kitab ve hikmet" ile alakalı konuştu, elime kalemi aldım bir kaç kelime not edeyim dedim.
Otuz kırk yıldan beri din, iman ve Kur'an'a yakın yaşamaya çalışan bir müslüman olarak Prof Abdülaziz Bayındır'ın konuşmasından hiç bir şey anlamadım.
Abdülaziz Bayındır,
"Kitap bu, peki hikmet ne? dedi.
Sonra, "hikmet, dedi, hikmet Kur'an ile nazil oldu"
"Araştirip bulmak lazım" dedi.
"Hikmet, madenler gibidir çıkarmak gerekir" dedi.
Sonra, "Hadisler olmazsa! gibi şeyler söyledi.
Karıştırdı, kıvrandı, ıkındı, sıkıldı, bir türlü ne dediği anlaşılamadı.
Tabi bu arada ben kahroluyorum, küfrediyorum, kendimi yiyorum,
Abdülaziz Bayındır,
baktı olmayacak,
sözü Fatih Orum'a devretti.
Bu sefer Fatih Orum'un trajikomik oyunu başladı.
Fatih Orum, acaba şimdi ne diyecek? diye merakla bekliyorum.
Abdülaziz Bayındır'ı da aşamıyor.
Oda kıvranmaya başladı, konuşuyor, konuşuyor fakat hiçbir şey söyleyemiyor.
İşte şu ekol bu ekol böyle dedi, böyle söyledi. Peki bizim usulümüz nedir? dedi. Kur'ani kavramlar dedi.
Hikmet zaten Kur'an'da var olan şeydir. dedi. Ama bir türlü toparlayamadı.
Ben düşünüyorum, Kur'an bu kadar zor ve anlaşılmayacak bir kitap mı?
Sürekli Kur'an üzerinde araştırma yapan bu insanlar neden Allah'ın kitabını anlamıyorlar?
Kur'an'ın en kolay dört kavramını (Kitap, Hikmet, Nebi, Resul) nasıl çözemiyorlar?
Sonra Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum'un durumunu tefekkür ettim.
Neden çuvalladılar? diye,
Halbuki, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamış olsalardı.
Hadislerin hiçbir şekilde kaynak olamayacaklarını bilselerdi.
Sadece
Allah'a ve onun kitabına iman etmiş olsalardı, rivayetlerin Kur'an'ın karşısında bir kıymetinin olmadığını idrak etselerdi.
Hikmetten maksadın, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi olduğunu öğrenmiş olsalardı.
Bu kadar sıkıntı ve kıvranma yaşamayacaklardı.
Gerçekten durumları bir facia idi.
KUR'AN adına onlara hem kızdım, bir taraftan da acıdım,
Fakat, ama, işte böyle, böylece, hadisleri kabul etmek ve etmemekle geçen bir saatlik boş zaman.
KUR'AN'IN BİR AHLAKI VE ANLAYIŞI VARDIR.
Din adına Kur'an'dan başka bir kaynak kabul ederseniz, Kur'an kapısını size kapatır.
Allah( cc) nasıl kendisine şerik kabul etmiyorsa, kitabına şerik kabul etmiyor.
Aslında ikisi aynı şeydir.
Hatta Allah'ın kitabına başka bir kaynağı ortak yapmak daha büyük bir yıkım ve hüsran meydana getirir.
İşte ben bu yüzden uydurma rivayetlerle oluşturulan bir dini bütün ölümcül silahlardan daha tehlikeli buluyorum.
Çünkü tarih boyunca nesillerin hayatını etkiler ve emsalsiz katliamlar meydana getirir.
İnsanlık tarihinde akan kanların ve icra edilen vahşetlerin en büyük sebebi uydurma ve hurafe din olmuştur.
Fetö mikrobunun altında Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile Said Nursi'nin Risale'i Nur külliyatı yatmaktadır.
Dolayısıyla Allah'ın kitabı Kur'an'ı Mübin tek başına kaynak alınmayacaksa, bu ümmetin başı beladan kurtulmayacak, hem dünya hayatında hemde ahirette rezil ve rüsvaylığa mahkum olacağız.
8. 04. 2017 cumartesi saat 11.20 civarında hilal tv'de yeni çekilmiş bir programda Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum'u seyrediyorum.
Konu: "Hadislere Bakışımız"
Aşağı yukarı 40 dakika izledim, Abdülaziz Bayındır "Kitab ve hikmet" ile alakalı konuştu, elime kalemi aldım bir kaç kelime not edeyim dedim.
Otuz kırk yıldan beri din, iman ve Kur'an'a yakın yaşamaya çalışan bir müslüman olarak Prof Abdülaziz Bayındır'ın konuşmasından hiç bir şey anlamadım.
Abdülaziz Bayındır,
"Kitap bu, peki hikmet ne? dedi.
Sonra, "hikmet, dedi, hikmet Kur'an ile nazil oldu"
"Araştirip bulmak lazım" dedi.
"Hikmet, madenler gibidir çıkarmak gerekir" dedi.
Sonra, "Hadisler olmazsa! gibi şeyler söyledi.
Karıştırdı, kıvrandı, ıkındı, sıkıldı, bir türlü ne dediği anlaşılamadı.
Tabi bu arada ben kahroluyorum, küfrediyorum, kendimi yiyorum,
Abdülaziz Bayındır,
baktı olmayacak,
sözü Fatih Orum'a devretti.
Bu sefer Fatih Orum'un trajikomik oyunu başladı.
Fatih Orum, acaba şimdi ne diyecek? diye merakla bekliyorum.
Abdülaziz Bayındır'ı da aşamıyor.
Oda kıvranmaya başladı, konuşuyor, konuşuyor fakat hiçbir şey söyleyemiyor.
İşte şu ekol bu ekol böyle dedi, böyle söyledi. Peki bizim usulümüz nedir? dedi. Kur'ani kavramlar dedi.
Hikmet zaten Kur'an'da var olan şeydir. dedi. Ama bir türlü toparlayamadı.
Ben düşünüyorum, Kur'an bu kadar zor ve anlaşılmayacak bir kitap mı?
Sürekli Kur'an üzerinde araştırma yapan bu insanlar neden Allah'ın kitabını anlamıyorlar?
Kur'an'ın en kolay dört kavramını (Kitap, Hikmet, Nebi, Resul) nasıl çözemiyorlar?
Sonra Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum'un durumunu tefekkür ettim.
Neden çuvalladılar? diye,
Halbuki, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamış olsalardı.
Hadislerin hiçbir şekilde kaynak olamayacaklarını bilselerdi.
Sadece
Allah'a ve onun kitabına iman etmiş olsalardı, rivayetlerin Kur'an'ın karşısında bir kıymetinin olmadığını idrak etselerdi.
Hikmetten maksadın, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi olduğunu öğrenmiş olsalardı.
Bu kadar sıkıntı ve kıvranma yaşamayacaklardı.
Gerçekten durumları bir facia idi.
KUR'AN adına onlara hem kızdım, bir taraftan da acıdım,
Fakat, ama, işte böyle, böylece, hadisleri kabul etmek ve etmemekle geçen bir saatlik boş zaman.
KUR'AN'IN BİR AHLAKI VE ANLAYIŞI VARDIR.
Din adına Kur'an'dan başka bir kaynak kabul ederseniz, Kur'an kapısını size kapatır.
Allah( cc) nasıl kendisine şerik kabul etmiyorsa, kitabına şerik kabul etmiyor.
Aslında ikisi aynı şeydir.
Hatta Allah'ın kitabına başka bir kaynağı ortak yapmak daha büyük bir yıkım ve hüsran meydana getirir.
İşte ben bu yüzden uydurma rivayetlerle oluşturulan bir dini bütün ölümcül silahlardan daha tehlikeli buluyorum.
Çünkü tarih boyunca nesillerin hayatını etkiler ve emsalsiz katliamlar meydana getirir.
İnsanlık tarihinde akan kanların ve icra edilen vahşetlerin en büyük sebebi uydurma ve hurafe din olmuştur.
Fetö mikrobunun altında Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile Said Nursi'nin Risale'i Nur külliyatı yatmaktadır.
Dolayısıyla Allah'ın kitabı Kur'an'ı Mübin tek başına kaynak alınmayacaksa, bu ümmetin başı beladan kurtulmayacak, hem dünya hayatında hemde ahirette rezil ve rüsvaylığa mahkum olacağız.
ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI (10.YAZI)
Kur'an'ın sistemine, bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünniliğin arasında bir farkın bulunmadığını rahatlıkla görebiliriz.
Kur'an bir çok ayette, kendisinin apaçık bir kitap olduğunu deklare etmektedir.
Mesela, Şia mezhebinin kaynaklari "İmamlarının mekruh işlemekten bile münezzeh olduklarını, Nebiler gibi imamların da vahiy aldıklarını" iddia ederler.
Ehli sünnet'e baktığımızda da aynı inançları görmek mümkündür.
Mezheplerinde Kur'an'a aykırı yüzlerce ictihat bulunmasına rağmen şimdiye kadar hiç bir Allah'ın kulu, Emevi Abbasi hurafelerini kendine tek rehber edinen Ehli sünnet dininin âlimlerini eleştirme cesaretinde bulunmaması dikkat çekici bir durumdur.
Yani Allah ( cc) Mübin kitabında bir çok ayette hatalarından dolayı Nebi'leri bile eleştiriye tâbi tutarken, Ehli sünnet dininin âlimleri her türlü günah ve hatadan Müberra ve mücella tutulmuştur!
Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet mezhebinin her şeyi yalandır.
Çünkü dinlerini tamamen uydurdukları rivayetler üzerine bina etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde Kur'an'dan bir eser göremezsiniz.
İşte bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) ezeli ve ebedi ilmiyle Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Onlar Allah ile beraber bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih'i de rabler edindiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Koştukları şirkten Allah münezzehtir"
(Tevbe, 31)
Bu ayette Allah son Nebi'nin ümmetinin Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa düşmemeleri için uyarmaktadır.
Fakat ben iddia ediyorum, Şiilik ve sünnilik, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha bozuk bir anlayış ve inanca sahiptir.
Evet kaynak itibari ile Şia ve Ehli sünnet alimleri ve muhaddisleri uydurma rivayetlerle ve içtihatlarıyla dini dejenere ederek tanınmaz bir hale sokmuşlardır.
1400 seneden beri bu ümmet bilmediği ve anlamadığı bir dine mahkum bırakılmış bir esir gibidir.
Son Nebi'nin ümmeti maalesef Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür, bilgi üretme ve hurafeleri sorgulama nimetinden uzaklaştırılarak yalan ve iftira rivayetlere mecbur bırakılmıştır.
Tevhid, güzel ahlak,sorgulama ve tefekkür önderi İbrahim ( Aleyhisselam) a bile yol gösteren vahiy'den âlimleri vasıtasıyla bu millet mahrum edilmiştir.
Halbuki Allah'ın hidayeti olmadan Allah'ın Elçileri bile doğru yolu bulamazlar.
"De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, müşriklerden değildi"
(En'am, 161)
Demek ki, Allah'ın yolu olan vahiy olmayınca şirk olacaktır.
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) a bile hidayet gösteren vahiy'den başka bir şey değildir.
"De ki: Eğer ( haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği ( Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, bilendir"
(Sebe, 50)
Yine Kur'an vasıtasıyla İbrahim (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor.
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecektir"
(Saffat, 99)
Tevhid dininin büyük babası olan İbrahim ( Aleyhisselam) böyle buyuruyorsa, bizim ümmeti Vahiy'den ve Tevhid akidesinden uzak tutma gibi bir lüksümüz olabilir mi?
Kur'an'ın sistemine, bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünniliğin arasında bir farkın bulunmadığını rahatlıkla görebiliriz.
Kur'an bir çok ayette, kendisinin apaçık bir kitap olduğunu deklare etmektedir.
Mesela, Şia mezhebinin kaynaklari "İmamlarının mekruh işlemekten bile münezzeh olduklarını, Nebiler gibi imamların da vahiy aldıklarını" iddia ederler.
Ehli sünnet'e baktığımızda da aynı inançları görmek mümkündür.
Mezheplerinde Kur'an'a aykırı yüzlerce ictihat bulunmasına rağmen şimdiye kadar hiç bir Allah'ın kulu, Emevi Abbasi hurafelerini kendine tek rehber edinen Ehli sünnet dininin âlimlerini eleştirme cesaretinde bulunmaması dikkat çekici bir durumdur.
Yani Allah ( cc) Mübin kitabında bir çok ayette hatalarından dolayı Nebi'leri bile eleştiriye tâbi tutarken, Ehli sünnet dininin âlimleri her türlü günah ve hatadan Müberra ve mücella tutulmuştur!
Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet mezhebinin her şeyi yalandır.
Çünkü dinlerini tamamen uydurdukları rivayetler üzerine bina etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde Kur'an'dan bir eser göremezsiniz.
İşte bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) ezeli ve ebedi ilmiyle Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Onlar Allah ile beraber bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih'i de rabler edindiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Koştukları şirkten Allah münezzehtir"
(Tevbe, 31)
Bu ayette Allah son Nebi'nin ümmetinin Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa düşmemeleri için uyarmaktadır.
Fakat ben iddia ediyorum, Şiilik ve sünnilik, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha bozuk bir anlayış ve inanca sahiptir.
Evet kaynak itibari ile Şia ve Ehli sünnet alimleri ve muhaddisleri uydurma rivayetlerle ve içtihatlarıyla dini dejenere ederek tanınmaz bir hale sokmuşlardır.
1400 seneden beri bu ümmet bilmediği ve anlamadığı bir dine mahkum bırakılmış bir esir gibidir.
Son Nebi'nin ümmeti maalesef Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür, bilgi üretme ve hurafeleri sorgulama nimetinden uzaklaştırılarak yalan ve iftira rivayetlere mecbur bırakılmıştır.
Tevhid, güzel ahlak,sorgulama ve tefekkür önderi İbrahim ( Aleyhisselam) a bile yol gösteren vahiy'den âlimleri vasıtasıyla bu millet mahrum edilmiştir.
Halbuki Allah'ın hidayeti olmadan Allah'ın Elçileri bile doğru yolu bulamazlar.
"De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, müşriklerden değildi"
(En'am, 161)
Demek ki, Allah'ın yolu olan vahiy olmayınca şirk olacaktır.
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) a bile hidayet gösteren vahiy'den başka bir şey değildir.
"De ki: Eğer ( haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği ( Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, bilendir"
(Sebe, 50)
Yine Kur'an vasıtasıyla İbrahim (Aleyhisselam) şöyle buyuruyor.
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecektir"
(Saffat, 99)
Tevhid dininin büyük babası olan İbrahim ( Aleyhisselam) böyle buyuruyorsa, bizim ümmeti Vahiy'den ve Tevhid akidesinden uzak tutma gibi bir lüksümüz olabilir mi?
ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI (9.YAZI)
Allah'ın kitabına baktığımızda Müslümanların ihtilaf ettiği meselelerde hüküm mercii
muhaddisler, müfessirler,Ayetullahlar, İmamlar, mezhepler, içtihatlar, firkalar, Cemaatlar, âlimler ve müçtehitler değil, dini inzal eden Allah'tır.
Resul ( Elçi) makam ve mertebesine sahip olan kişi hariç, Muhammed ( Aleyhisselam) bile sivil kimliği ile Allah'ın hükümlerine aykırı hareket edemez ve Kur'an karşısında sorgulanmazlığı söz konusu olamaz.
Sahabe pek çok konuda Muhammed ( Aleyhisselam) a itiraz etmiş ve ondan delil istemişlerdir.
Kur'an'a baktığımızda
1-)Allah (cc)
2-)Allah'ın apaçık âyetleri
3-) Allah'ın ayetlerini okuyan Allah'ın Elçileri dokunulmazdır.
Bunların haricinde dokunulmaz, masum ve sorgulanamaz hiç kimse yoktur.
Nebi'lerin bile vahiy'le denetlendiği bir dinde Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin dokunulmazlığından söz edilemez.
Tam aksine Kur'an'ın bir çok ayeti din adamlarını,çirkin anlayışlarını ve onların alçak zihniyetlerini şiddetle eleştirir.
"Ey iman edenler! ( Biliniz Ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan saptırırlar.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, İşte onlara elem verici bir azabı müjdele"
(Tevbe, 34)
Yukarıdaki ayetin "Ey iman edenler!" diye başlamasını gözden kaçırmayalım.
İşte alçak din bilginlerini ziru zeber eden başka bir ayet
"Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için
"Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun!
Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların"
(Bakara, 79)
Yani Allah'ın kitabını bir kenara bırakıp, yalan, uydurma, iftira, hezeyan,
ahmaklık, hurafe ve cehalet dolu kitaplar yazarak,sanki bu kitaplar Allah tarafından gelmiş gibi göstererek, ümmi insanları sömürüp,
aldatarak, Allah'ın apaçık âyetlerinden ve dosdoğru yolundan saptıran ve bu yolla dünyalık kazanan din adamları,
Kur'an tarafından dünyanın en alçak ve rezil kimseler olduğu bildiriliyor.
Dolayısıyla Kur'an sapkın din adamlarını ve ataların dinini bir çok ayette protesto ederek onların akılsızlıklarını deşifre ediyor.
Allah'ın kitabına baktığımızda Müslümanların ihtilaf ettiği meselelerde hüküm mercii
muhaddisler, müfessirler,Ayetullahlar, İmamlar, mezhepler, içtihatlar, firkalar, Cemaatlar, âlimler ve müçtehitler değil, dini inzal eden Allah'tır.
Resul ( Elçi) makam ve mertebesine sahip olan kişi hariç, Muhammed ( Aleyhisselam) bile sivil kimliği ile Allah'ın hükümlerine aykırı hareket edemez ve Kur'an karşısında sorgulanmazlığı söz konusu olamaz.
Sahabe pek çok konuda Muhammed ( Aleyhisselam) a itiraz etmiş ve ondan delil istemişlerdir.
Kur'an'a baktığımızda
1-)Allah (cc)
2-)Allah'ın apaçık âyetleri
3-) Allah'ın ayetlerini okuyan Allah'ın Elçileri dokunulmazdır.
Bunların haricinde dokunulmaz, masum ve sorgulanamaz hiç kimse yoktur.
Nebi'lerin bile vahiy'le denetlendiği bir dinde Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin dokunulmazlığından söz edilemez.
Tam aksine Kur'an'ın bir çok ayeti din adamlarını,çirkin anlayışlarını ve onların alçak zihniyetlerini şiddetle eleştirir.
"Ey iman edenler! ( Biliniz Ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan saptırırlar.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, İşte onlara elem verici bir azabı müjdele"
(Tevbe, 34)
Yukarıdaki ayetin "Ey iman edenler!" diye başlamasını gözden kaçırmayalım.
İşte alçak din bilginlerini ziru zeber eden başka bir ayet
"Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için
"Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun!
Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların"
(Bakara, 79)
Yani Allah'ın kitabını bir kenara bırakıp, yalan, uydurma, iftira, hezeyan,
ahmaklık, hurafe ve cehalet dolu kitaplar yazarak,sanki bu kitaplar Allah tarafından gelmiş gibi göstererek, ümmi insanları sömürüp,
aldatarak, Allah'ın apaçık âyetlerinden ve dosdoğru yolundan saptıran ve bu yolla dünyalık kazanan din adamları,
Kur'an tarafından dünyanın en alçak ve rezil kimseler olduğu bildiriliyor.
Dolayısıyla Kur'an sapkın din adamlarını ve ataların dinini bir çok ayette protesto ederek onların akılsızlıklarını deşifre ediyor.
ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİNİN İTİKADİ DURUMLARI (11.YAZI)
"Aslında birisini ilah ve Rab edinmek illa ona "Rab" adını vermiş olmak şart değildir.
Allah'ın indirdiği vahye uygun olup olmadığına bakmayarak,
kayıtsız şartsız onun içtihatlarına teslim olmak, onları sorgulanamaz kabul etmek, körü körüne onları müdafaa etmek, onun ortaya koyduğu uydurma, hurafe ve iftira dini sorgulamadan hayata geçirmek o kişiyi veya kişileri "Rab" edinmektir.
Bir kişiyi "Rab" edinmek, onun emrine amade olmak,
özellikle de dinin hükümlerine ait olan işlerde o kişiyi emirler ve yasaklar koymaya tam olarak yetkili olduğuna inanmak,
ne söylerse, ne emrederse mutlak doğru olduğunu farzetmek,
ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğine iman etmeden hareket etmek, onun emir ve yasaklarına koşulsuz kulluk etmek o kişiyi
"Rab" edinmek anlamına geliyor.
Yani, doğruyu yanlışı, hakkı bâtılı gözetmeksizin vahyin gereği olmayan içtihatlarını,
Allah'ın
kitabına dayanmayan, ondan kaynaklanmayan cahilce sözlerini,
heva ve arzulara dayanan keyfi fikirlerini ve uygulamalarını
vahiy'den üstün tutmak, onun haram kıldığını sanki Allah'ın haram kıldığı gibi kabul etmek veya helal kıldığını Allah'ın helal kıldığı gibi inanmak,
sanki Allah tarafından kendilerinde hakkı değiştirebilecek bir yetki ve ilim verildiğine iman etmek,
Allah'ın emirlerine aykırı olduğu açık olan içtihatlarına bile karşı gelmemek, onlara her koşulda itaat etmek onları
"ilah" ve "Rab" olarak kabul etmek anlamına gelmektedir.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinin içtihatlarına baktığımızda Kur'an'ın çok önünde bir itibara sahip olduklarını görebiliyoruz.
Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki rivayetlerin büyük çoğunluğu Kur'an'a aykırı oldukları halde onlardan asla vazgeçmezler.
Halbuki bizim Allah'ın kitabından başka gidebilecek bir kaynağımız yoktur, Allah'a yemin ediyorum,
Şia ve Ehli sünnet kaynaklarındaki bütün rivayetler uydurma ve yalandır,
Allah Resulü'ne karşı iftira, Elçilik makam ve mertebesine en büyük saygısızlıktır.
Çünkü Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki bulunan iftira rivayetler, Allah'ın Kur'an'da Resulü'ne vermiş olduğu onur ve şerefi yerle yeksan ediyorlar.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"(Resulüm! )Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk et"(Zümer, 2)
"Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. Onunla beraber kendilerine bir takım dostlar (Evliya) edinenler:
Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler.
Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.
Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez"
(Zümer, 3)
"Aslında birisini ilah ve Rab edinmek illa ona "Rab" adını vermiş olmak şart değildir.
Allah'ın indirdiği vahye uygun olup olmadığına bakmayarak,
kayıtsız şartsız onun içtihatlarına teslim olmak, onları sorgulanamaz kabul etmek, körü körüne onları müdafaa etmek, onun ortaya koyduğu uydurma, hurafe ve iftira dini sorgulamadan hayata geçirmek o kişiyi veya kişileri "Rab" edinmektir.
Bir kişiyi "Rab" edinmek, onun emrine amade olmak,
özellikle de dinin hükümlerine ait olan işlerde o kişiyi emirler ve yasaklar koymaya tam olarak yetkili olduğuna inanmak,
ne söylerse, ne emrederse mutlak doğru olduğunu farzetmek,
ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğine iman etmeden hareket etmek, onun emir ve yasaklarına koşulsuz kulluk etmek o kişiyi
"Rab" edinmek anlamına geliyor.
Yani, doğruyu yanlışı, hakkı bâtılı gözetmeksizin vahyin gereği olmayan içtihatlarını,
Allah'ın
kitabına dayanmayan, ondan kaynaklanmayan cahilce sözlerini,
heva ve arzulara dayanan keyfi fikirlerini ve uygulamalarını
vahiy'den üstün tutmak, onun haram kıldığını sanki Allah'ın haram kıldığı gibi kabul etmek veya helal kıldığını Allah'ın helal kıldığı gibi inanmak,
sanki Allah tarafından kendilerinde hakkı değiştirebilecek bir yetki ve ilim verildiğine iman etmek,
Allah'ın emirlerine aykırı olduğu açık olan içtihatlarına bile karşı gelmemek, onlara her koşulda itaat etmek onları
"ilah" ve "Rab" olarak kabul etmek anlamına gelmektedir.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinin içtihatlarına baktığımızda Kur'an'ın çok önünde bir itibara sahip olduklarını görebiliyoruz.
Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki rivayetlerin büyük çoğunluğu Kur'an'a aykırı oldukları halde onlardan asla vazgeçmezler.
Halbuki bizim Allah'ın kitabından başka gidebilecek bir kaynağımız yoktur, Allah'a yemin ediyorum,
Şia ve Ehli sünnet kaynaklarındaki bütün rivayetler uydurma ve yalandır,
Allah Resulü'ne karşı iftira, Elçilik makam ve mertebesine en büyük saygısızlıktır.
Çünkü Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki bulunan iftira rivayetler, Allah'ın Kur'an'da Resulü'ne vermiş olduğu onur ve şerefi yerle yeksan ediyorlar.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"(Resulüm! )Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk et"(Zümer, 2)
"Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. Onunla beraber kendilerine bir takım dostlar (Evliya) edinenler:
Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler.
Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.
Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez"
(Zümer, 3)
8 Nisan 2017 Cumartesi
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (18. YAZI) Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını vererek okurlar. Çünkü onlar ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten ziyana uğrayanlar onlardır"
(Bakara, 121)
"Resul ( Elçi) dedi ki: Ey Rabbim: Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
(Furkan, 30)
Abartma yapmıyorum, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerin,
Allah'ın kitabı karşısında batıl ve karanlık oldukları ile ilgili şimdiye kadar yüzlerce yazı yazdım.
Bu hurafe ve uydurma dinin bir vahşet ve şirk olduğu, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre engel oldukları,
ataların dinleri içinde en bozuk din konumunda bulundukları, hatta
Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha ilerde şirk oldukları ile alakalı Kur'andan,
tarihten,
yaşanmış hayattan örnekler verdim,
İşte bu yalan ve uydurma Emevi Abbasi dininin rivayetleri hakkında Prof Dr Abdulaziz Bayındır ve Prof Dr Mehmet Okuyan Hoca'nın ne dediğini bir kez daha hatırlamaya çalışalım.
Bu batıl dinin kaynaklarını nasıl övdüklerini bir kez daha müşahade edelim.
Müşahade edelim ki, bu iki ilim adamının Kur'an'dan ne kadar uzak savrulduklarını, aslında bu iki din adamının itibara şayan olmadıklarını kesin olarak görelim.
Prof Dr Mehmet Okuyan Envârul Kur'an, 61 dersin sonunda uydurma rivayetler hakkında aynen şunları söylüyor.
"Hadis okuyorum kızıyor adam"
"Yav be kardeşim ya Hz Peygamber konuşmamış mı hiç yav"
"Bu ara kablosu mudur yani?
"Hiçbir şey dememiş mi yani? Böyle otomatik yani"
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun?
"Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz ( Aleyhisselam) hiç ağzını açmamış mı?
"Hiç konuşmamış mı yirmi üç sene, ne var bu hadiste şimdi?
"İyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi" "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
"Ne var bunda?
"Doğrudan ayetten anlamış bunu peygamber efendimiz, senin ayetten de haberin yok"
"Böyle peygambersiz bir din, Peygambersiz din iddiası dinsizliktir, kim dinde peygambere ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Eğer Prof Dr Mehmet Okuyan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamış olsaydı asla böyle bir şey söylemezdi. Mehmet Okuyan'ın,
"Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini kabul etmeyenleri peygamber düşmanı" olarak lanse etmesi tam anlamıyla bir iftira ve apaçık bir cehalettir.
Prof Dr Abdulaziz Bayındır'da Kur'an ehli muvahhidlere aynen şöyle söylüyor.
"Yahu Allah'tan korkun! Kütübü sitte'ye laf söyleyen sabaha kadar tevbe etsin!
"Kütübü sitte'ye nasıl söz söyleyebiliyorsunuz?
"Allah'tan korkun ya!
"Hadis kitaplarına nasıl laf söyleyebiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar"
"Bir kısım böyle kendini bilmezler, bazı yanlış hadisleri alıyorlar, ikide bir onları şey yapıyorlar"
"Sizin hadis dediğiniz bu, ahirette sizi cehennemde yanarken gördüğümüz zaman alkışlayacağız, o zaman göreceğiz"
"Bir müslüman asla hadis düşmanı olamaz"
"Kütübü sitte'de yanlış hadis yok mu?
"Tabi ki var"
"Ama o hadislerin çok büyük bir bölümü doğru hadistir"
"Kütübü sitte'ye siz nasıl karşı çıkabilirsiniz?
"Böyle saçmalık olurmu?
"Bunu sürekli anlatıyoruz, kitap ve hikmet, kitap ve hikmet"
"Allah'u Teala Peygamberimize kitap ve hikmeti indirmiştir, kitap bu, peki hikmet ne?
"Yirmi birinci asırda yaşayan! Senin de hikmeti bilme mecburiyetin var"
"Hikmet ne? Söyleyin bana!
"Yahu şu sağda solda kendisini bilmez insanların saçmalıklarına nasıl kendinizi kaptırabiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar, Peygamberimiz sanki bostan korkuluğu olarak geldi"
"Falanca yok bilmem şu kitabı yazan adamın kitabını böyle büyük bir methiyeyle alırsınız, ama koskoca Allah'ın Peygamberi ile ilgili hayatını anlatan kütübü sitte'yi,,,,,,bilmem neyi bir müslüman bunu söylemez"
Hilal tv'nin müdavimi Fatih Orum diyor ki,
" Her Ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız. Hadisler hikmet haleleridir"
"Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz, hadisleri çöplük olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP:
Prof Dr Mehmet Okuyan, Prof Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamamışlardır.
Kur'an'ı hakkıyla idrak edemediklerinden dolayı da uydurma dinin ne kadar batıl ve karanlık olduğunu idrak edememişlerdir.
Dolayısıyla mehmed Okuyan ve Abdülaziz Bayındır'ın Kur'an ile ilgili yaptıkları ders ve sohbetleri dinlemenin bir mantığı yoktur.
Şöyle bir şey iddia edilebilir.
"Bu iki ilim adamının müspet anlatımları ve hizmetleri varken, bu hatalarını abartmak doğru olur mu?
Aslında bu iki ilim adamının batıl ve cahilce sözleri küçümsenmemesi gerekir.
Çünkü milyon dolar değerinde olan bir tablonun üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla tablo değersiz hale gelecektir.
Veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini büyük oranda yok edecektir.
Veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saat yararsız ve işlevsiz hale gelecektir.
Veya bir kazan dolusu temiz bir yemeğin içine bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını yok edip murdar edeceği gibi bu iki ilim adamı bütün hizmetlerini sıfırlayıp murdar ettiler.
Bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Sakın hakkı batıl ile karıştırmayın, sakın hakkı gizlemeyin"( Bakara, 42)
KUR'AN'A şeksiz, şüphesiz, rivayetsiz ve hurafesiz iman etmek gerekir.
"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (onu inkâr eden)kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar"
(Ra'd, 19)
FAKAT TEVBE KAPISI HER ZAMAN AÇIKTIR.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını vererek okurlar. Çünkü onlar ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten ziyana uğrayanlar onlardır"
(Bakara, 121)
"Resul ( Elçi) dedi ki: Ey Rabbim: Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
(Furkan, 30)
Abartma yapmıyorum, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerin,
Allah'ın kitabı karşısında batıl ve karanlık oldukları ile ilgili şimdiye kadar yüzlerce yazı yazdım.
Bu hurafe ve uydurma dinin bir vahşet ve şirk olduğu, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre engel oldukları,
ataların dinleri içinde en bozuk din konumunda bulundukları, hatta
Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha ilerde şirk oldukları ile alakalı Kur'andan,
tarihten,
yaşanmış hayattan örnekler verdim,
İşte bu yalan ve uydurma Emevi Abbasi dininin rivayetleri hakkında Prof Dr Abdulaziz Bayındır ve Prof Dr Mehmet Okuyan Hoca'nın ne dediğini bir kez daha hatırlamaya çalışalım.
Bu batıl dinin kaynaklarını nasıl övdüklerini bir kez daha müşahade edelim.
Müşahade edelim ki, bu iki ilim adamının Kur'an'dan ne kadar uzak savrulduklarını, aslında bu iki din adamının itibara şayan olmadıklarını kesin olarak görelim.
Prof Dr Mehmet Okuyan Envârul Kur'an, 61 dersin sonunda uydurma rivayetler hakkında aynen şunları söylüyor.
"Hadis okuyorum kızıyor adam"
"Yav be kardeşim ya Hz Peygamber konuşmamış mı hiç yav"
"Bu ara kablosu mudur yani?
"Hiçbir şey dememiş mi yani? Böyle otomatik yani"
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun?
"Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz ( Aleyhisselam) hiç ağzını açmamış mı?
"Hiç konuşmamış mı yirmi üç sene, ne var bu hadiste şimdi?
"İyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi" "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
"Ne var bunda?
"Doğrudan ayetten anlamış bunu peygamber efendimiz, senin ayetten de haberin yok"
"Böyle peygambersiz bir din, Peygambersiz din iddiası dinsizliktir, kim dinde peygambere ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Eğer Prof Dr Mehmet Okuyan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamış olsaydı asla böyle bir şey söylemezdi. Mehmet Okuyan'ın,
"Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini kabul etmeyenleri peygamber düşmanı" olarak lanse etmesi tam anlamıyla bir iftira ve apaçık bir cehalettir.
Prof Dr Abdulaziz Bayındır'da Kur'an ehli muvahhidlere aynen şöyle söylüyor.
"Yahu Allah'tan korkun! Kütübü sitte'ye laf söyleyen sabaha kadar tevbe etsin!
"Kütübü sitte'ye nasıl söz söyleyebiliyorsunuz?
"Allah'tan korkun ya!
"Hadis kitaplarına nasıl laf söyleyebiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar"
"Bir kısım böyle kendini bilmezler, bazı yanlış hadisleri alıyorlar, ikide bir onları şey yapıyorlar"
"Sizin hadis dediğiniz bu, ahirette sizi cehennemde yanarken gördüğümüz zaman alkışlayacağız, o zaman göreceğiz"
"Bir müslüman asla hadis düşmanı olamaz"
"Kütübü sitte'de yanlış hadis yok mu?
"Tabi ki var"
"Ama o hadislerin çok büyük bir bölümü doğru hadistir"
"Kütübü sitte'ye siz nasıl karşı çıkabilirsiniz?
"Böyle saçmalık olurmu?
"Bunu sürekli anlatıyoruz, kitap ve hikmet, kitap ve hikmet"
"Allah'u Teala Peygamberimize kitap ve hikmeti indirmiştir, kitap bu, peki hikmet ne?
"Yirmi birinci asırda yaşayan! Senin de hikmeti bilme mecburiyetin var"
"Hikmet ne? Söyleyin bana!
"Yahu şu sağda solda kendisini bilmez insanların saçmalıklarına nasıl kendinizi kaptırabiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar, Peygamberimiz sanki bostan korkuluğu olarak geldi"
"Falanca yok bilmem şu kitabı yazan adamın kitabını böyle büyük bir methiyeyle alırsınız, ama koskoca Allah'ın Peygamberi ile ilgili hayatını anlatan kütübü sitte'yi,,,,,,bilmem neyi bir müslüman bunu söylemez"
Hilal tv'nin müdavimi Fatih Orum diyor ki,
" Her Ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız. Hadisler hikmet haleleridir"
"Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz, hadisleri çöplük olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP:
Prof Dr Mehmet Okuyan, Prof Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamamışlardır.
Kur'an'ı hakkıyla idrak edemediklerinden dolayı da uydurma dinin ne kadar batıl ve karanlık olduğunu idrak edememişlerdir.
Dolayısıyla mehmed Okuyan ve Abdülaziz Bayındır'ın Kur'an ile ilgili yaptıkları ders ve sohbetleri dinlemenin bir mantığı yoktur.
Şöyle bir şey iddia edilebilir.
"Bu iki ilim adamının müspet anlatımları ve hizmetleri varken, bu hatalarını abartmak doğru olur mu?
Aslında bu iki ilim adamının batıl ve cahilce sözleri küçümsenmemesi gerekir.
Çünkü milyon dolar değerinde olan bir tablonun üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla tablo değersiz hale gelecektir.
Veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini büyük oranda yok edecektir.
Veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saat yararsız ve işlevsiz hale gelecektir.
Veya bir kazan dolusu temiz bir yemeğin içine bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını yok edip murdar edeceği gibi bu iki ilim adamı bütün hizmetlerini sıfırlayıp murdar ettiler.
Bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Sakın hakkı batıl ile karıştırmayın, sakın hakkı gizlemeyin"( Bakara, 42)
KUR'AN'A şeksiz, şüphesiz, rivayetsiz ve hurafesiz iman etmek gerekir.
"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (onu inkâr eden)kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar"
(Ra'd, 19)
FAKAT TEVBE KAPISI HER ZAMAN AÇIKTIR.
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (17. YAZI)
"İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler ( Yahudilerve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı.
Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
(Hadid, 16)
Aslında Allah'ın kitabına baktığımızda ayetlerin büyük bir bölümü Tevhid akidesi ile ilgili olduğunu görüyoruz.
Kur'an'ın yanında beşeri bir kaynak edinmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynak kabul etmekde şirktir.
Şirk sadece Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna iman etmek değildir.
Allah'ın indirdiği vahyin yanında başka bir kitaba itibar etmek şirkin önde gideni, en katmerlisi ve karanlık olanıdır.
Bu en tehlikeli şirk çeşididir.
Bu şirk çeşidi Allah'ın hanif dinini paramparça ediyor ve bu şirk çeşidi Kur'an'da sert bir şekilde reddediliyor.
"Şüphesiz bu (din-tevhid) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir.
Ne var ki insanlar kendi aralarındaki dinlerini parça parça böldüler. Her grup kendinde bulunan (eser, kaynak, mezhep) ile sevinip kibirlenmektedir"
(Mu'minun, 52, 53)
"Yoksa size ait bir kitap var da, (bu batıl inançları) ondan mı okuyorsunuz"
(Kalem, 37)
1400 yıldan beri bu ümmet bu şirk çeşidinin bataklığında debelenip gitmektedir.
Din Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından tamamlanmıştır ve dini sadece Allah'a özel kılmak, Kur'an'ın en önemli emirleri arasında yer almaktadır.
Benim inancıma göre Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisler, yani Ehli sünnet dininin kaynakları olan
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Muvatta, İbni mace,
Şia mezhebinin kaynaklari, Celaleddin-i Rumi'nin mesnevisi,
Erzurumlu İbrahim Hakkının Marifetnâmesi, Said Nursi'nin Risale'i Nur külliyatı gibi bütün eserlerin hepsi şirktir.
Çünkü bu Ümmeti hidayet ve rahmet kaynağı olarak indirilen Kur'an'dan uzaklaştırmaktadır. Bu eserler bir nevi Allah'a din öğretme anlamına gelmektedir.
"De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir"
(Hucurat, 16)
"Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar:
Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler.
De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak bir şey değildir.
Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkuyorum"
(Yunus, 15)
"De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu.
De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkuyorum.
De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim. (Ey müşrikler! )
Siz de O'ndan başka dilediğinize tapın!
De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır"
(Zümer, 11,12, 13, 14, 15)
KUR'AN İNSANLARI KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇIKARIR.
"Elif. Lam. RA ( Bu KUR'AN),
Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"
(İbrahim, 1)
",,,Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir.
İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size ALLAH'IN apaçık âyetlerini okuyan bir RESUL( ELÇİ) göndermiştir,,,,"
(Talak, 10, 11)
ASLINDA BİZ KURAN'IN ÖNEMİNİ ANLAYAMADIK:
(Resulüm! ) De ki: Bu büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"
(Sâd, 67, 68)
"Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu,
Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz"(Haşr, 21)
"İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler ( Yahudilerve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı.
Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
(Hadid, 16)
Aslında Allah'ın kitabına baktığımızda ayetlerin büyük bir bölümü Tevhid akidesi ile ilgili olduğunu görüyoruz.
Kur'an'ın yanında beşeri bir kaynak edinmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynak kabul etmekde şirktir.
Şirk sadece Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna iman etmek değildir.
Allah'ın indirdiği vahyin yanında başka bir kitaba itibar etmek şirkin önde gideni, en katmerlisi ve karanlık olanıdır.
Bu en tehlikeli şirk çeşididir.
Bu şirk çeşidi Allah'ın hanif dinini paramparça ediyor ve bu şirk çeşidi Kur'an'da sert bir şekilde reddediliyor.
"Şüphesiz bu (din-tevhid) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir.
Ne var ki insanlar kendi aralarındaki dinlerini parça parça böldüler. Her grup kendinde bulunan (eser, kaynak, mezhep) ile sevinip kibirlenmektedir"
(Mu'minun, 52, 53)
"Yoksa size ait bir kitap var da, (bu batıl inançları) ondan mı okuyorsunuz"
(Kalem, 37)
1400 yıldan beri bu ümmet bu şirk çeşidinin bataklığında debelenip gitmektedir.
Din Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından tamamlanmıştır ve dini sadece Allah'a özel kılmak, Kur'an'ın en önemli emirleri arasında yer almaktadır.
Benim inancıma göre Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisler, yani Ehli sünnet dininin kaynakları olan
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Muvatta, İbni mace,
Şia mezhebinin kaynaklari, Celaleddin-i Rumi'nin mesnevisi,
Erzurumlu İbrahim Hakkının Marifetnâmesi, Said Nursi'nin Risale'i Nur külliyatı gibi bütün eserlerin hepsi şirktir.
Çünkü bu Ümmeti hidayet ve rahmet kaynağı olarak indirilen Kur'an'dan uzaklaştırmaktadır. Bu eserler bir nevi Allah'a din öğretme anlamına gelmektedir.
"De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir"
(Hucurat, 16)
"Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar:
Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler.
De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak bir şey değildir.
Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkuyorum"
(Yunus, 15)
"De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu.
De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkuyorum.
De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim. (Ey müşrikler! )
Siz de O'ndan başka dilediğinize tapın!
De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır"
(Zümer, 11,12, 13, 14, 15)
KUR'AN İNSANLARI KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇIKARIR.
"Elif. Lam. RA ( Bu KUR'AN),
Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"
(İbrahim, 1)
",,,Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir.
İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size ALLAH'IN apaçık âyetlerini okuyan bir RESUL( ELÇİ) göndermiştir,,,,"
(Talak, 10, 11)
ASLINDA BİZ KURAN'IN ÖNEMİNİ ANLAYAMADIK:
(Resulüm! ) De ki: Bu büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"
(Sâd, 67, 68)
"Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu,
Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz"(Haşr, 21)
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (16. YAZI)
Aslında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
Bu ümmeti felaketten felakete götüren en büyük darbe de uydurma rivayetlerdir.
Çünkü dünyada uydurma dinden daha tehlikeli bir silah icad edilmemiştir.
Tarih boyunca nesillerin hayatını olumsuz yönde etkileyen tek şey uydurma dindir.
Kur'an'ın tek kaynak olduğu ile alakalı
âyetleri okumaya devam ediyoruz.
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR:
"Elif. Lam. RA (Bu sana indirilen), hikmetsahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1)
",,,,,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlarlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
KUR'AN, HADİSLER GİBİ UYDURULABİLECEK BİR KİTAP DEĞİLDİR:
"Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
Bu Kuran uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve mutlak hidayetti"
(Yusuf, 111)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN KOLAYLAŞTIRILMIŞ BİR KİTAPTIR:
(Resulüm! )Biz Kuran'ı, sadece onunla Allah'tan sakınanları mujdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarısın diye senin dilinle indirilip okutarak kolaylaştırdık"
(Meryem, 97)
"Biz onu (Kur'anı),öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık"(Duhan, 58)
"KUR'AN ÂLEMLERE(İNSANLARA) BİR ÖĞÜTTÜR :
"O lanetlenmiş şeytanın sözü değildir. Durum böyle iken nereye gidiyorsunuz? O,herkes için, sizden doğru yola gitmek isteyenler için bir öğüttür"
(Tekvir, 25, 26, 27, 28)
",,,,,Bu (Kur'an) âlemler(insanlar) için ancak bir öğüttür"(En'am, 90)
ALLAH TARAFINDAN İNDİRİLMİŞTİR:
"Ve O, bir şair sözü değildir. Ne kadar da az iman ediyorsunuz!
Bir kahin sözü de değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz. O, âlemlerin (insanların) Rabbi tarafından indirilmiştir"
(Hakka, 41, 42, 43)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN KORUMA ALTINA ALINMIŞTIR:
"Eğer (Muhammed) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı. Elbette onu şiddetle yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık"
(Hakka, 44, 45, 46)
"Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir"
(Fussilet, 42)
KUR'AN ÜZERİNDE TEFEKKÜR ETMEYENLERİ ALLAH KINIYOR:
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"(Muhammed, 24)
KUR'AN ANCAK MANALARI ÜZERİNDE TEFEKKÜR EDEREK ÇÖZÜLÜR:
"(RESULÜM! )
Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"
(Sâd, 29)
"Andolsun biz Kur'an'ı düşünenler için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?(Kamer, 17, 22, 32)
KUR'AN TEK DOĞRU YOLDUR:
"Şüphesiz ki bu Kur'an tek doğru yola iletir,iyi amellerde bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler"
( İsra, 9)
KUR'AN'DA EKSİK BİR ŞEY BIRAKILMAMISTIR :
",,,,Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık,,,"(En'am, 38)
",,,,Biz, her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır"(Yasin, 12)
KUR'AN KENDİSİNE ORTAK KABUL ETMEZ:
(Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize İsnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden
saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.
Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.O zaman,
hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını tattırırdik, sonra kendin için bir yardımcı da bulamazdın"
(İsra, 73, 74, 75)
KUR'ANDAN BAŞKA İMAN EDİLECEK BİR SÖZ YOKTUR:
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"
( Casiye, 6)
Aslında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
Bu ümmeti felaketten felakete götüren en büyük darbe de uydurma rivayetlerdir.
Çünkü dünyada uydurma dinden daha tehlikeli bir silah icad edilmemiştir.
Tarih boyunca nesillerin hayatını olumsuz yönde etkileyen tek şey uydurma dindir.
Kur'an'ın tek kaynak olduğu ile alakalı
âyetleri okumaya devam ediyoruz.
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR:
"Elif. Lam. RA (Bu sana indirilen), hikmetsahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1)
",,,,,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlarlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
KUR'AN, HADİSLER GİBİ UYDURULABİLECEK BİR KİTAP DEĞİLDİR:
"Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
Bu Kuran uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve mutlak hidayetti"
(Yusuf, 111)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN KOLAYLAŞTIRILMIŞ BİR KİTAPTIR:
(Resulüm! )Biz Kuran'ı, sadece onunla Allah'tan sakınanları mujdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarısın diye senin dilinle indirilip okutarak kolaylaştırdık"
(Meryem, 97)
"Biz onu (Kur'anı),öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık"(Duhan, 58)
"KUR'AN ÂLEMLERE(İNSANLARA) BİR ÖĞÜTTÜR :
"O lanetlenmiş şeytanın sözü değildir. Durum böyle iken nereye gidiyorsunuz? O,herkes için, sizden doğru yola gitmek isteyenler için bir öğüttür"
(Tekvir, 25, 26, 27, 28)
",,,,,Bu (Kur'an) âlemler(insanlar) için ancak bir öğüttür"(En'am, 90)
ALLAH TARAFINDAN İNDİRİLMİŞTİR:
"Ve O, bir şair sözü değildir. Ne kadar da az iman ediyorsunuz!
Bir kahin sözü de değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz. O, âlemlerin (insanların) Rabbi tarafından indirilmiştir"
(Hakka, 41, 42, 43)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN KORUMA ALTINA ALINMIŞTIR:
"Eğer (Muhammed) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı. Elbette onu şiddetle yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık"
(Hakka, 44, 45, 46)
"Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir"
(Fussilet, 42)
KUR'AN ÜZERİNDE TEFEKKÜR ETMEYENLERİ ALLAH KINIYOR:
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"(Muhammed, 24)
KUR'AN ANCAK MANALARI ÜZERİNDE TEFEKKÜR EDEREK ÇÖZÜLÜR:
"(RESULÜM! )
Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"
(Sâd, 29)
"Andolsun biz Kur'an'ı düşünenler için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?(Kamer, 17, 22, 32)
KUR'AN TEK DOĞRU YOLDUR:
"Şüphesiz ki bu Kur'an tek doğru yola iletir,iyi amellerde bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler"
( İsra, 9)
KUR'AN'DA EKSİK BİR ŞEY BIRAKILMAMISTIR :
",,,,Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık,,,"(En'am, 38)
",,,,Biz, her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır"(Yasin, 12)
KUR'AN KENDİSİNE ORTAK KABUL ETMEZ:
(Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize İsnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden
saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.
Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.O zaman,
hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını tattırırdik, sonra kendin için bir yardımcı da bulamazdın"
(İsra, 73, 74, 75)
KUR'ANDAN BAŞKA İMAN EDİLECEK BİR SÖZ YOKTUR:
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"
( Casiye, 6)
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (14. YAZI)
Söz konusu Prof lar Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tam olarak idrak edemediklerinden,
"KİTAP-HIKMET, NEBİ-RESÜL" kavramlarında hataya düşmektedirler.
Üçüncü yanıldıkları bir konuda hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin bir sakıncasının olmayacağı konusudur.
Anlatımlarında Kur'an'a ağırlık verdikleri algısı veren bu Prof'lar, hâlâ Emevi Abbasi hurafelerinden kendilerini temizleyememiş görünüyorlar.
Aslında kendini tam olarak hurafe ve uydurmalardan temizlemeyen kişi Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Bu Allah'ın bir kanunudur.
İnancınızı,
zihninizi, fikirlerinizi batıl ideolojilerden kurtaracaksıniz ki, Allah size Kur'an'ın hikmetini nasip etsin.
Dolayısıyla Kur'an'a tek kaynak olarak bakmayan, o şekilde ona inanmayan İslam dininin (tevhidin) hidayetini bulamaz.
Emevi rivayetleri peşinde koşanlar yalandan kurtulamazlar.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah'ın âyetlerine İman etmeyenler yok mu, kuşkusuz
Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar yalancıların kendileridir"
(Nahl, 104, 105)
EY MEHMET OKUYAN VE ABDÜLAZİZ BAYINDIR!
Tasavvuf ve tarikatlardan sonra Kur'an'ın, hikmetin, aklın ve tefekkürün en büyük düşmanı, Emevi Abbasi imalatı hurafe
Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu
yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerdir.
Yani Şia ve Ehli sünnet dinidir.
Bir tarafta Allah( cc) tarafından, Cebrail vasıtasıyla,
Muhammed( Aleyhisselam) gelen ve bir ilim ve sistem üzerine indirilmiş Kur'an olsun, diğer taraftan
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler olsun,
bu iki düşman din bir gönülde beraber yaşayabilir mi?
Bir batında iki kalp olur mu? (Ahzab, 4)
böyle bir şey mümkün değildir.
Emevi- Abbasi ehl-i sünnet dininin uydurulduğu çağ dünyanın en gaddar ve vahşet çağıdır.
Yani hadisler günümüze kadar bir kültür ve gelenek olarak değil, bir din ve hüküm olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Siz nasıl hadisleri bir kültür ve gelenek olarak almanın ve onlardan istifade etmenin bir sakıncası yoktur, diyebilirsiniz?
Sizin aklınız yok mu?
Sonsuz bir ilim ve kudretten indirilmiş Kur'an gibi bir kitabı olan başka kitapların peşinde gider mi?
Ve bu kitaplar ana kaynağı tahrif etmiş, bozmuş, yok etmiş, zehirli ve öldürücü kaynaklar olarak ortaya konmuşsa?
Emevi Abbasi uydurmaları yüzünden Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği dinin ne hale geldiğini görmüyor musunuz?
Şimdi size
ALLAH'IN gönderdiği dinin yeterli olduğu ve uydurma rivayetlere ihtiyaç bırakmadığı ile alakalı ayetleri idrakinize sunacağım.
(DEVAM EDECEK)
Söz konusu Prof lar Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tam olarak idrak edemediklerinden,
"KİTAP-HIKMET, NEBİ-RESÜL" kavramlarında hataya düşmektedirler.
Üçüncü yanıldıkları bir konuda hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin bir sakıncasının olmayacağı konusudur.
Anlatımlarında Kur'an'a ağırlık verdikleri algısı veren bu Prof'lar, hâlâ Emevi Abbasi hurafelerinden kendilerini temizleyememiş görünüyorlar.
Aslında kendini tam olarak hurafe ve uydurmalardan temizlemeyen kişi Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Bu Allah'ın bir kanunudur.
İnancınızı,
zihninizi, fikirlerinizi batıl ideolojilerden kurtaracaksıniz ki, Allah size Kur'an'ın hikmetini nasip etsin.
Dolayısıyla Kur'an'a tek kaynak olarak bakmayan, o şekilde ona inanmayan İslam dininin (tevhidin) hidayetini bulamaz.
Emevi rivayetleri peşinde koşanlar yalandan kurtulamazlar.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah'ın âyetlerine İman etmeyenler yok mu, kuşkusuz
Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar yalancıların kendileridir"
(Nahl, 104, 105)
EY MEHMET OKUYAN VE ABDÜLAZİZ BAYINDIR!
Tasavvuf ve tarikatlardan sonra Kur'an'ın, hikmetin, aklın ve tefekkürün en büyük düşmanı, Emevi Abbasi imalatı hurafe
Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu
yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerdir.
Yani Şia ve Ehli sünnet dinidir.
Bir tarafta Allah( cc) tarafından, Cebrail vasıtasıyla,
Muhammed( Aleyhisselam) gelen ve bir ilim ve sistem üzerine indirilmiş Kur'an olsun, diğer taraftan
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler olsun,
bu iki düşman din bir gönülde beraber yaşayabilir mi?
Bir batında iki kalp olur mu? (Ahzab, 4)
böyle bir şey mümkün değildir.
Emevi- Abbasi ehl-i sünnet dininin uydurulduğu çağ dünyanın en gaddar ve vahşet çağıdır.
Yani hadisler günümüze kadar bir kültür ve gelenek olarak değil, bir din ve hüküm olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Siz nasıl hadisleri bir kültür ve gelenek olarak almanın ve onlardan istifade etmenin bir sakıncası yoktur, diyebilirsiniz?
Sizin aklınız yok mu?
Sonsuz bir ilim ve kudretten indirilmiş Kur'an gibi bir kitabı olan başka kitapların peşinde gider mi?
Ve bu kitaplar ana kaynağı tahrif etmiş, bozmuş, yok etmiş, zehirli ve öldürücü kaynaklar olarak ortaya konmuşsa?
Emevi Abbasi uydurmaları yüzünden Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği dinin ne hale geldiğini görmüyor musunuz?
Şimdi size
ALLAH'IN gönderdiği dinin yeterli olduğu ve uydurma rivayetlere ihtiyaç bırakmadığı ile alakalı ayetleri idrakinize sunacağım.
(DEVAM EDECEK)
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (14. YAZI)
Söz konusu Prof lar Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tam olarak idrak edemediklerinden,
"KİTAP-HIKMET, NEBİ-RESÜL" kavramlarında hataya düşmektedirler.
Üçüncü yanıldıkları bir konuda hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin bir sakıncasının olmayacağı konusudur.
Anlatımlarında Kur'an'a ağırlık verdikleri algısı veren bu Prof'lar, hâlâ Emevi Abbasi hurafelerinden kendilerini temizleyememiş görünüyorlar.
Aslında kendini tam olarak hurafe ve uydurmalardan temizlemeyen kişi Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Bu Allah'ın bir kanunudur.
İnancınızı,
zihninizi, fikirlerinizi batıl ideolojilerden kurtaracaksıniz ki, Allah size Kur'an'ın hikmetini nasip etsin.
Dolayısıyla Kur'an'a tek kaynak olarak bakmayan, o şekilde ona inanmayan İslam dininin (tevhidin) hidayetini bulamaz.
Emevi rivayetleri peşinde koşanlar yalandan kurtulamazlar.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah'ın âyetlerine İman etmeyenler yok mu, kuşkusuz
Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar yalancıların kendileridir"
(Nahl, 104, 105)
EY MEHMET OKUYAN VE ABDÜLAZİZ BAYINDIR!
Tasavvuf ve tarikatlardan sonra Kur'an'ın, hikmetin, aklın ve tefekkürün en büyük düşmanı, Emevi Abbasi imalatı hurafe
Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu
yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerdir.
Yani Şia ve Ehli sünnet dinidir.
Bir tarafta Allah( cc) tarafından, Cebrail vasıtasıyla,
Muhammed( Aleyhisselam) gelen ve bir ilim ve sistem üzerine indirilmiş Kur'an olsun, diğer taraftan
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler olsun,
bu iki düşman din bir gönülde beraber yaşayabilir mi?
Bir batında iki kalp olur mu? (Ahzab, 4)
böyle bir şey mümkün değildir.
Emevi- Abbasi ehl-i sünnet dininin uydurulduğu çağ dünyanın en gaddar ve vahşet çağıdır.
Yani hadisler günümüze kadar bir kültür ve gelenek olarak değil, bir din ve hüküm olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Siz nasıl hadisleri bir kültür ve gelenek olarak almanın ve onlardan istifade etmenin bir sakıncası yoktur, diyebilirsiniz?
Sizin aklınız yok mu?
Sonsuz bir ilim ve kudretten indirilmiş Kur'an gibi bir kitabı olan başka kitapların peşinde gider mi?
Ve bu kitaplar ana kaynağı tahrif etmiş, bozmuş, yok etmiş, zehirli ve öldürücü kaynaklar olarak ortaya konmuşsa?
Emevi Abbasi uydurmaları yüzünden Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği dinin ne hale geldiğini görmüyor musunuz?
Şimdi size
ALLAH'IN gönderdiği dinin yeterli olduğu ve uydurma rivayetlere ihtiyaç bırakmadığı ile alakalı ayetleri idrakinize sunacağım.
(DEVAM EDECEK)
Söz konusu Prof lar Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tam olarak idrak edemediklerinden,
"KİTAP-HIKMET, NEBİ-RESÜL" kavramlarında hataya düşmektedirler.
Üçüncü yanıldıkları bir konuda hadisleri bir gelenek ve kültür olarak kabul etmenin bir sakıncasının olmayacağı konusudur.
Anlatımlarında Kur'an'a ağırlık verdikleri algısı veren bu Prof'lar, hâlâ Emevi Abbasi hurafelerinden kendilerini temizleyememiş görünüyorlar.
Aslında kendini tam olarak hurafe ve uydurmalardan temizlemeyen kişi Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Bu Allah'ın bir kanunudur.
İnancınızı,
zihninizi, fikirlerinizi batıl ideolojilerden kurtaracaksıniz ki, Allah size Kur'an'ın hikmetini nasip etsin.
Dolayısıyla Kur'an'a tek kaynak olarak bakmayan, o şekilde ona inanmayan İslam dininin (tevhidin) hidayetini bulamaz.
Emevi rivayetleri peşinde koşanlar yalandan kurtulamazlar.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah'ın âyetlerine İman etmeyenler yok mu, kuşkusuz
Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar yalancıların kendileridir"
(Nahl, 104, 105)
EY MEHMET OKUYAN VE ABDÜLAZİZ BAYINDIR!
Tasavvuf ve tarikatlardan sonra Kur'an'ın, hikmetin, aklın ve tefekkürün en büyük düşmanı, Emevi Abbasi imalatı hurafe
Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu
yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerdir.
Yani Şia ve Ehli sünnet dinidir.
Bir tarafta Allah( cc) tarafından, Cebrail vasıtasıyla,
Muhammed( Aleyhisselam) gelen ve bir ilim ve sistem üzerine indirilmiş Kur'an olsun, diğer taraftan
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler olsun,
bu iki düşman din bir gönülde beraber yaşayabilir mi?
Bir batında iki kalp olur mu? (Ahzab, 4)
böyle bir şey mümkün değildir.
Emevi- Abbasi ehl-i sünnet dininin uydurulduğu çağ dünyanın en gaddar ve vahşet çağıdır.
Yani hadisler günümüze kadar bir kültür ve gelenek olarak değil, bir din ve hüküm olarak gelmişlerdir.
Hadisler yüzünden bu ümmete zor ve karmaşık bir din yaşatılmıştır.
Siz nasıl hadisleri bir kültür ve gelenek olarak almanın ve onlardan istifade etmenin bir sakıncası yoktur, diyebilirsiniz?
Sizin aklınız yok mu?
Sonsuz bir ilim ve kudretten indirilmiş Kur'an gibi bir kitabı olan başka kitapların peşinde gider mi?
Ve bu kitaplar ana kaynağı tahrif etmiş, bozmuş, yok etmiş, zehirli ve öldürücü kaynaklar olarak ortaya konmuşsa?
Emevi Abbasi uydurmaları yüzünden Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği dinin ne hale geldiğini görmüyor musunuz?
Şimdi size
ALLAH'IN gönderdiği dinin yeterli olduğu ve uydurma rivayetlere ihtiyaç bırakmadığı ile alakalı ayetleri idrakinize sunacağım.
(DEVAM EDECEK)
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (13. YAZI)
NEBİ-RESÜL KAVRAMLARI:
Şimdiye kadar Kur'an'da Resul ( Elçi) kavramının hangi anlama geldiğini açıklamaya çalıştık.
NEBİ KAVRAMI:
Allah Resulü Muhammed( Aleyhisselam) a indirilen son vahiy'de Nebi ile Resulün arasında gerçekten önemli farklar bulunmaktadır.
Resul ( Elçi) tamamen temsil makam ve mertebesine sahipti.
Vahyi tebliğ etmede hata ve ihanette bulunması mümkün olmadığından dolayı kesin bir dokunulmazlığı mevcut idi.
Allah'ın Elçiliğini yapmak dünyanın en yüksek makam ve mertebesidir.
Resul ( Elçi) değerini Kur'andan alır, Abdülaziz Bayındır ve Mehmet Okuyan'ın Envârul Kur'an, 61. Ders'te iddia ettiği gibi değerini hadislerden almaz.
Elçilik makam ve mertebesinden sonra Nübüvvet makam ve mertebesi gelir.
Nebi'nin makam ve mertebesi Resulün ( Elçin'in) makam ve mertebesinden bazı farklı özellikler gösterir.
Elçi gelen vahyi tebliğ ettiği andaki şahsiyettir. Nebilik makam ve mertebesi ise yirmi dört saat ondan ayrılmaz.
Nebilik gece gündüz devam eder. Dünyalık işleri görürken, hanımları ile beraber olurken de Nebi'dir.
Son vahiy'de Elçilik makam ve mertebesi resmi, Nebilik makam ve mertebesi ise özel bir statüye sahiptir.
Nebi'nin şahsiyeti, aile hayatı, onur ve şerefi koruma altındadır, dokunulmazdır.
Ancak sözleri bağlayıcı değildir.
Çünkü Nebi (Aleyhisselam) ın sözlerinde hata ettiği ve yanıldığı ile alakalı ayetler mevcuttur. Allah'a karşı hata edenin sözleri ümmeti mutlak olarak bağlamaz.
Nebi vahiy'den bağımsız hareket ettiği için söz ve fiileri sorgulanmaya tâbi tutulur.
MESELA,
"EY NEBİ! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için mağfiret dile.,,,,,"
(Mumtehine, 12)
Yukarıdaki ayette bulunan "İyi işi işlemekte sana karşı gelmemek" cümlesi çok önemlidir.
Çünkü hatalı işlerde Nebi'ye itaat edilmez.
KUR'AN'DA NEBİ'NİN HATALARININ ANLATILDIĞI BİR KAÇ AYET:
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
( Tevbe, 113)
Yukarıdaki ayette Allah ( cc) müminlerin hata ettiği gibi Nebi'nin hata ettiğini apaçık olarak ortaya koymuştur.
Nebi (Aleyhisselam)büyük bir hata yaparak akrabalarından müşrik olanlara dua ve istiğfarda bulunmuştur.
"EY NEBİ! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme.
Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır"
(Ahzab, 1)
Ayetlere baktığımızda uyarılar hep "Nebi" kavramı ile yapılmaktadır.
Çünkü Resül ( Elçi) resmi bir kurum ve makam, Nebi ise özel bir hayat ve mertebedir.
Nebi (Aleyhisselam) model olduğu için müminler gibi uyarı almaktadır.
"EY NEBİ!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir"(Tahrim, 1)
Bu ayette Nebi (Aleyhisselam) normal bir insan gibi bir şeye kızıyor ve helal olan bir şeyi kendine haram kılıyor.
Ve Allah tarafından UYARILIYOR.
Ayetlere baktığımızda elçilik görevi ile alakalı vazifelerde hitap "Resul" kavramı, özel hayat ile ilgili işlerde ise "Nebi" kavramı ile hitap edilmektedir.
"EY RESUL! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Bu konunun Kur'anda onlarca örneği vardır.
İşte bu yüzden
"Peygamber" kelimesini kullanmamak Nebi ve Resu kavramlarının anlaşılması için hayati bir meseledir.
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen biri konuşmasında her an hata etmeye mahkumdur.
Elçi ile Nebi kavramlarının arasındaki farkı kavrayamayan Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Kur'an sisteminde Resul ile Nebi sisteminin çözülmesi zaruri bir hadisedir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü açısından Nebi ile Resulün arasında bulunan fark ilim adamları tarafından
mutlaka çözüme kavuşmalıdır.
Kur'an'da bazı olumsuz yerlerde müminlerle beraber anıldığı zaman "Nebi" kavramı, olumlu yerlerde ise "Resul" kavramı kullanılmıştır.
MESELA:
"Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, NEBİ'Yİ ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle Ensarı affetti. Sonrada onların tevbelerini kabul etti,,,,,,,"(Tevbe, 117)
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir,,,,,,,,"( Mâide, 55)
" Kim ALLAH'I, RESULÜNÜ ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olan şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır"
( Mâide, 56)
Nebi ile Resul ( Elçi) sistemi ile alakalı çok ilginç gelecek bir ayeti sizinle paylaşmak istiyorum.
"Kim ALLAH'A ve RESÜLE İTAAT
ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler,
sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"
(Nisa, 69)
Ayette "Kim ALLAH'A ve RESÜLE İTAAT ederse"dedikten sonra(ahirette) "Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler,sıddıklar, şehitler, ve salih kişilerle beraberdir" buyruluyor.
Bunun sebebi,
Elçilik makam ve mertebesinin dünya hayatı ile sınırlı olduğu içindir.
Yani tebliğ dünya hayatından sonra bitiyor.
NEBİ-RESÜL KAVRAMLARI:
Şimdiye kadar Kur'an'da Resul ( Elçi) kavramının hangi anlama geldiğini açıklamaya çalıştık.
NEBİ KAVRAMI:
Allah Resulü Muhammed( Aleyhisselam) a indirilen son vahiy'de Nebi ile Resulün arasında gerçekten önemli farklar bulunmaktadır.
Resul ( Elçi) tamamen temsil makam ve mertebesine sahipti.
Vahyi tebliğ etmede hata ve ihanette bulunması mümkün olmadığından dolayı kesin bir dokunulmazlığı mevcut idi.
Allah'ın Elçiliğini yapmak dünyanın en yüksek makam ve mertebesidir.
Resul ( Elçi) değerini Kur'andan alır, Abdülaziz Bayındır ve Mehmet Okuyan'ın Envârul Kur'an, 61. Ders'te iddia ettiği gibi değerini hadislerden almaz.
Elçilik makam ve mertebesinden sonra Nübüvvet makam ve mertebesi gelir.
Nebi'nin makam ve mertebesi Resulün ( Elçin'in) makam ve mertebesinden bazı farklı özellikler gösterir.
Elçi gelen vahyi tebliğ ettiği andaki şahsiyettir. Nebilik makam ve mertebesi ise yirmi dört saat ondan ayrılmaz.
Nebilik gece gündüz devam eder. Dünyalık işleri görürken, hanımları ile beraber olurken de Nebi'dir.
Son vahiy'de Elçilik makam ve mertebesi resmi, Nebilik makam ve mertebesi ise özel bir statüye sahiptir.
Nebi'nin şahsiyeti, aile hayatı, onur ve şerefi koruma altındadır, dokunulmazdır.
Ancak sözleri bağlayıcı değildir.
Çünkü Nebi (Aleyhisselam) ın sözlerinde hata ettiği ve yanıldığı ile alakalı ayetler mevcuttur. Allah'a karşı hata edenin sözleri ümmeti mutlak olarak bağlamaz.
Nebi vahiy'den bağımsız hareket ettiği için söz ve fiileri sorgulanmaya tâbi tutulur.
MESELA,
"EY NEBİ! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, İYİ İŞİ İŞLEMEKTE SANA KARŞI GELMEMEK hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için mağfiret dile.,,,,,"
(Mumtehine, 12)
Yukarıdaki ayette bulunan "İyi işi işlemekte sana karşı gelmemek" cümlesi çok önemlidir.
Çünkü hatalı işlerde Nebi'ye itaat edilmez.
KUR'AN'DA NEBİ'NİN HATALARININ ANLATILDIĞI BİR KAÇ AYET:
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
( Tevbe, 113)
Yukarıdaki ayette Allah ( cc) müminlerin hata ettiği gibi Nebi'nin hata ettiğini apaçık olarak ortaya koymuştur.
Nebi (Aleyhisselam)büyük bir hata yaparak akrabalarından müşrik olanlara dua ve istiğfarda bulunmuştur.
"EY NEBİ! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme.
Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır"
(Ahzab, 1)
Ayetlere baktığımızda uyarılar hep "Nebi" kavramı ile yapılmaktadır.
Çünkü Resül ( Elçi) resmi bir kurum ve makam, Nebi ise özel bir hayat ve mertebedir.
Nebi (Aleyhisselam) model olduğu için müminler gibi uyarı almaktadır.
"EY NEBİ!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir"(Tahrim, 1)
Bu ayette Nebi (Aleyhisselam) normal bir insan gibi bir şeye kızıyor ve helal olan bir şeyi kendine haram kılıyor.
Ve Allah tarafından UYARILIYOR.
Ayetlere baktığımızda elçilik görevi ile alakalı vazifelerde hitap "Resul" kavramı, özel hayat ile ilgili işlerde ise "Nebi" kavramı ile hitap edilmektedir.
"EY RESUL! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Bu konunun Kur'anda onlarca örneği vardır.
İşte bu yüzden
"Peygamber" kelimesini kullanmamak Nebi ve Resu kavramlarının anlaşılması için hayati bir meseledir.
Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı bilmeyen biri konuşmasında her an hata etmeye mahkumdur.
Elçi ile Nebi kavramlarının arasındaki farkı kavrayamayan Kur'an'ı tam olarak anlayamaz.
Kur'an sisteminde Resul ile Nebi sisteminin çözülmesi zaruri bir hadisedir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü açısından Nebi ile Resulün arasında bulunan fark ilim adamları tarafından
mutlaka çözüme kavuşmalıdır.
Kur'an'da bazı olumsuz yerlerde müminlerle beraber anıldığı zaman "Nebi" kavramı, olumlu yerlerde ise "Resul" kavramı kullanılmıştır.
MESELA:
"Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, NEBİ'Yİ ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle Ensarı affetti. Sonrada onların tevbelerini kabul etti,,,,,,,"(Tevbe, 117)
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir,,,,,,,,"( Mâide, 55)
" Kim ALLAH'I, RESULÜNÜ ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olan şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır"
( Mâide, 56)
Nebi ile Resul ( Elçi) sistemi ile alakalı çok ilginç gelecek bir ayeti sizinle paylaşmak istiyorum.
"Kim ALLAH'A ve RESÜLE İTAAT
ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler,
sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"
(Nisa, 69)
Ayette "Kim ALLAH'A ve RESÜLE İTAAT ederse"dedikten sonra(ahirette) "Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler,sıddıklar, şehitler, ve salih kişilerle beraberdir" buyruluyor.
Bunun sebebi,
Elçilik makam ve mertebesinin dünya hayatı ile sınırlı olduğu içindir.
Yani tebliğ dünya hayatından sonra bitiyor.
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (18. YAZI) Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını vererek okurlar. Çünkü onlar ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten ziyana uğrayanlar onlardır"
(Bakara, 121)
"Resul ( Elçi) dedi ki: Ey Rabbim: Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
(Furkan, 30)
Abartma yapmıyorum, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerin,
Allah'ın kitabı karşısında batıl ve karanlık oldukları ile ilgili şimdiye kadar yüzlerce yazı yazdım.
Bu hurafe ve uydurma dinin bir vahşet ve şirk olduğu, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre engel oldukları,
ataların dinleri içinde en bozuk din konumunda bulundukları, hatta
Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha ilerde şirk oldukları ile alakalı Kur'andan,
tarihten,
yaşanmış hayattan örnekler verdim,
İşte bu yalan ve uydurma Emevi Abbasi dininin rivayetleri hakkında Prof Dr Abdulaziz Bayındır ve Prof Dr Mehmet Okuyan Hoca'nın ne dediğini bir kez daha hatırlamaya çalışalım.
Bu batıl dinin kaynaklarını nasıl övdüklerini bir kez daha müşahade edelim.
Müşahade edelim ki, bu iki ilim adamının Kur'an'dan ne kadar uzak savrulduklarını, aslında bu iki din adamının itibara şayan olmadıklarını kesin olarak görelim.
Prof Dr Mehmet Okuyan Envârul Kur'an, 61 dersin sonunda uydurma rivayetler hakkında aynen şunları söylüyor.
"Hadis okuyorum kızıyor adam"
"Yav be kardeşim ya Hz Peygamber konuşmamış mı hiç yav"
"Bu ara kablosu mudur yani?
"Hiçbir şey dememiş mi yani? Böyle otomatik yani"
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun?
"Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz ( Aleyhisselam) hiç ağzını açmamış mı?
"Hiç konuşmamış mı yirmi üç sene, ne var bu hadiste şimdi?
"İyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi" "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
"Ne var bunda?
"Doğrudan ayetten anlamış bunu peygamber efendimiz, senin ayetten de haberin yok"
"Böyle peygambersiz bir din, Peygambersiz din iddiası dinsizliktir, kim dinde peygambere ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Eğer Prof Dr Mehmet Okuyan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamış olsaydı asla böyle bir şey söylemezdi. Mehmet Okuyan'ın,
"Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini kabul etmeyenleri peygamber düşmanı" olarak lanse etmesi tam anlamıyla bir iftira ve apaçık bir cehalettir.
Prof Dr Abdulaziz Bayındır'da Kur'an ehli muvahhidlere aynen şöyle söylüyor.
"Yahu Allah'tan korkun! Kütübü sitte'ye laf söyleyen sabaha kadar tevbe etsin!
"Kütübü sitte'ye nasıl söz söyleyebiliyorsunuz?
"Allah'tan korkun ya!
"Hadis kitaplarına nasıl laf söyleyebiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar"
"Bir kısım böyle kendini bilmezler, bazı yanlış hadisleri alıyorlar, ikide bir onları şey yapıyorlar"
"Sizin hadis dediğiniz bu, ahirette sizi cehennemde yanarken gördüğümüz zaman alkışlayacağız, o zaman göreceğiz"
"Bir müslüman asla hadis düşmanı olamaz"
"Kütübü sitte'de yanlış hadis yok mu?
"Tabi ki var"
"Ama o hadislerin çok büyük bir bölümü doğru hadistir"
"Kütübü sitte'ye siz nasıl karşı çıkabilirsiniz?
"Böyle saçmalık olurmu?
"Bunu sürekli anlatıyoruz, kitap ve hikmet, kitap ve hikmet"
"Allah'u Teala Peygamberimize kitap ve hikmeti indirmiştir, kitap bu, peki hikmet ne?
"Yirmi birinci asırda yaşayan! Senin de hikmeti bilme mecburiyetin var"
"Hikmet ne? Söyleyin bana!
"Yahu şu sağda solda kendisini bilmez insanların saçmalıklarına nasıl kendinizi kaptırabiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar, Peygamberimiz sanki bostan korkuluğu olarak geldi"
"Falanca yok bilmem şu kitabı yazan adamın kitabını böyle büyük bir methiyeyle alırsınız, ama koskoca Allah'ın Peygamberi ile ilgili hayatını anlatan kütübü sitte'yi,,,,,,bilmem neyi bir müslüman bunu söylemez"
Hilal tv'nin müdavimi Fatih Orum diyor ki,
" Her Ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız. Hadisler hikmet haleleridir"
"Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz, hadisleri çöplük olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP:
Prof Dr Mehmet Okuyan, Prof Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamamışlardır.
Kur'an'ı hakkıyla idrak edemediklerinden dolayı da uydurma dinin ne kadar batıl ve karanlık olduğunu idrak edememişlerdir.
Dolayısıyla mehmed Okuyan ve Abdülaziz Bayındır'ın Kur'an ile ilgili yaptıkları ders ve sohbetleri dinlemenin bir mantığı yoktur.
Şöyle bir şey iddia edilebilir.
"Bu iki ilim adamının müspet anlatımları ve hizmetleri varken, bu hatalarını abartmak doğru olur mu?
Aslında bu iki ilim adamının batıl ve cahilce sözleri küçümsenmemesi gerekir.
Çünkü milyon dolar değerinde olan bir tablonun üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla tablo değersiz hale gelecektir.
Veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini büyük oranda yok edecektir.
Veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saat yararsız ve işlevsiz hale gelecektir.
Veya bir kazan dolusu temiz bir yemeğin içine bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını yok edip murdar edeceği gibi bu iki ilim adamı bütün hizmetlerini sıfırlayıp murdar ettiler.
Bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Sakın hakkı batıl ile karıştırmayın, sakın hakkı gizlemeyin"( Bakara, 42)
KUR'AN'A şeksiz, şüphesiz, rivayetsiz ve hurafesiz iman etmek gerekir.
"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (onu inkâr eden)kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar"
(Ra'd, 19)
FAKAT TEVBE KAPISI HER ZAMAN AÇIKTIR.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını vererek okurlar. Çünkü onlar ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten ziyana uğrayanlar onlardır"
(Bakara, 121)
"Resul ( Elçi) dedi ki: Ey Rabbim: Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
(Furkan, 30)
Abartma yapmıyorum, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerin,
Allah'ın kitabı karşısında batıl ve karanlık oldukları ile ilgili şimdiye kadar yüzlerce yazı yazdım.
Bu hurafe ve uydurma dinin bir vahşet ve şirk olduğu, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre engel oldukları,
ataların dinleri içinde en bozuk din konumunda bulundukları, hatta
Yahudilik ve Hıristiyanlıktan daha ilerde şirk oldukları ile alakalı Kur'andan,
tarihten,
yaşanmış hayattan örnekler verdim,
İşte bu yalan ve uydurma Emevi Abbasi dininin rivayetleri hakkında Prof Dr Abdulaziz Bayındır ve Prof Dr Mehmet Okuyan Hoca'nın ne dediğini bir kez daha hatırlamaya çalışalım.
Bu batıl dinin kaynaklarını nasıl övdüklerini bir kez daha müşahade edelim.
Müşahade edelim ki, bu iki ilim adamının Kur'an'dan ne kadar uzak savrulduklarını, aslında bu iki din adamının itibara şayan olmadıklarını kesin olarak görelim.
Prof Dr Mehmet Okuyan Envârul Kur'an, 61 dersin sonunda uydurma rivayetler hakkında aynen şunları söylüyor.
"Hadis okuyorum kızıyor adam"
"Yav be kardeşim ya Hz Peygamber konuşmamış mı hiç yav"
"Bu ara kablosu mudur yani?
"Hiçbir şey dememiş mi yani? Böyle otomatik yani"
Ya konuşmuş arkadaş, sen neler söylüyorsun?
"Yani bu rivayetlerin içinde arızalıları var diye efendimiz ( Aleyhisselam) hiç ağzını açmamış mı?
"Hiç konuşmamış mı yirmi üç sene, ne var bu hadiste şimdi?
"İyyekum vezzanne, feinnezzanne ekzebul hadisi" "Zandan sakının çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır"
"Ne var bunda?
"Doğrudan ayetten anlamış bunu peygamber efendimiz, senin ayetten de haberin yok"
"Böyle peygambersiz bir din, Peygambersiz din iddiası dinsizliktir, kim dinde peygambere ihtiyaç yok diyorsa kafirdir"
Eğer Prof Dr Mehmet Okuyan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamış olsaydı asla böyle bir şey söylemezdi. Mehmet Okuyan'ın,
"Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini kabul etmeyenleri peygamber düşmanı" olarak lanse etmesi tam anlamıyla bir iftira ve apaçık bir cehalettir.
Prof Dr Abdulaziz Bayındır'da Kur'an ehli muvahhidlere aynen şöyle söylüyor.
"Yahu Allah'tan korkun! Kütübü sitte'ye laf söyleyen sabaha kadar tevbe etsin!
"Kütübü sitte'ye nasıl söz söyleyebiliyorsunuz?
"Allah'tan korkun ya!
"Hadis kitaplarına nasıl laf söyleyebiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar"
"Bir kısım böyle kendini bilmezler, bazı yanlış hadisleri alıyorlar, ikide bir onları şey yapıyorlar"
"Sizin hadis dediğiniz bu, ahirette sizi cehennemde yanarken gördüğümüz zaman alkışlayacağız, o zaman göreceğiz"
"Bir müslüman asla hadis düşmanı olamaz"
"Kütübü sitte'de yanlış hadis yok mu?
"Tabi ki var"
"Ama o hadislerin çok büyük bir bölümü doğru hadistir"
"Kütübü sitte'ye siz nasıl karşı çıkabilirsiniz?
"Böyle saçmalık olurmu?
"Bunu sürekli anlatıyoruz, kitap ve hikmet, kitap ve hikmet"
"Allah'u Teala Peygamberimize kitap ve hikmeti indirmiştir, kitap bu, peki hikmet ne?
"Yirmi birinci asırda yaşayan! Senin de hikmeti bilme mecburiyetin var"
"Hikmet ne? Söyleyin bana!
"Yahu şu sağda solda kendisini bilmez insanların saçmalıklarına nasıl kendinizi kaptırabiliyorsunuz?
"İnsan Allah'tan korkar, Peygamberimiz sanki bostan korkuluğu olarak geldi"
"Falanca yok bilmem şu kitabı yazan adamın kitabını böyle büyük bir methiyeyle alırsınız, ama koskoca Allah'ın Peygamberi ile ilgili hayatını anlatan kütübü sitte'yi,,,,,,bilmem neyi bir müslüman bunu söylemez"
Hilal tv'nin müdavimi Fatih Orum diyor ki,
" Her Ne kadar hadislerin içinde yanlış olanlar varsa da içindeki altın ve mücevher gibi olanları kabul etmemekten Allah'a sığınırız. Hadisler hikmet haleleridir"
"Hadisler için çöplük kelimesini kullananlardan değiliz, hadisleri çöplük olarak görenleri şiddetle reddediyoruz"
CEVAP:
Prof Dr Mehmet Okuyan, Prof Abdülaziz Bayındır ve Fatih Orum, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Nebi ile Resulün arasında bulunan farkı anlamamışlardır.
Kur'an'ı hakkıyla idrak edemediklerinden dolayı da uydurma dinin ne kadar batıl ve karanlık olduğunu idrak edememişlerdir.
Dolayısıyla mehmed Okuyan ve Abdülaziz Bayındır'ın Kur'an ile ilgili yaptıkları ders ve sohbetleri dinlemenin bir mantığı yoktur.
Şöyle bir şey iddia edilebilir.
"Bu iki ilim adamının müspet anlatımları ve hizmetleri varken, bu hatalarını abartmak doğru olur mu?
Aslında bu iki ilim adamının batıl ve cahilce sözleri küçümsenmemesi gerekir.
Çünkü milyon dolar değerinde olan bir tablonun üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla tablo değersiz hale gelecektir.
Veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini büyük oranda yok edecektir.
Veya çok pahalı bir saatin değerli bir parçasının sahte ve değersiz bir parça ile degiştirilmesiyle saat yararsız ve işlevsiz hale gelecektir.
Veya bir kazan dolusu temiz bir yemeğin içine bir kaşık necasetin karışmasıyla onun temizliğini ve saflığını yok edip murdar edeceği gibi bu iki ilim adamı bütün hizmetlerini sıfırlayıp murdar ettiler.
Bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Sakın hakkı batıl ile karıştırmayın, sakın hakkı gizlemeyin"( Bakara, 42)
KUR'AN'A şeksiz, şüphesiz, rivayetsiz ve hurafesiz iman etmek gerekir.
"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (onu inkâr eden)kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar"
(Ra'd, 19)
FAKAT TEVBE KAPISI HER ZAMAN AÇIKTIR.
5 Nisan 2017 Çarşamba
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (12. YAZI)
Eğer Resul ( Elçi) Allah'ın temsilcisi olmasaydı, Resul(Aleyhisselam) konuşan Kur'an olmasaydı,vahiy Resulün ( Elçin'in ) dilinde hayat bulmasaydı, Allah ( cc)
Resule karşı gelmeyi ayetleri yalanlamakla eşit tutmaz, Resüle isyan etmeyi lanet ve azap sebebi saymazdı.
"Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab, 57)
Aslında hiç kimse Allah'ı incitemez, Allah incitilmez, fakat Allah'ın ayetlerini okuyan Resulü'n reddedilmesi ve yalanlanması kendisini üzdüğü ve incittiği için Allah ( cc) böyle buyurmuştur.
"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir"
(Ahzab, 58)
Yukarıdaki ayette geçen"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler" bölümü çok önemlidir.
Çünkü "müminler eziyet ve cezayı hak edecek bir fiil işleyebilirler"
Fakat durum Resüle gelince, O Elçilik makam ve mertebesinde hata yapmayacağından dolayı onu üzmek, Allah'ın ayetlerine ve dinine karşı gelmek gibi karşılanmıştır.
Yani Resüle karşı gelmek, Allah'a karşı gelmek olarak kabul edilmiştir.
",,,,,,,Allah'ınResulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"( Tevbe, 61)
",,,,Deki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun RESULÜ ile mi alay ediyorsunuz"
( Tevbe, 65)
Yukarıdaki ayette bulunan sistem "Allah'ın ayetleri, Allah'ın Resulü" ikisi aynı şeydir.
Resüle karşı gelmek, Allah'a karşı gelmek gibidir.
Bundan dolayı Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleri ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetleri bir kenara bırakın,
Kur'an'da muhteşem bir sistem ile anlatılan Allah'ın Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) a kulak verin.
"Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın yanında değerli idi"
(Ahzab, 69)
Eğer Resul ( Elçi) Allah'ın temsilcisi olmasaydı, Resul(Aleyhisselam) konuşan Kur'an olmasaydı,vahiy Resulün ( Elçin'in ) dilinde hayat bulmasaydı, Allah ( cc)
Resule karşı gelmeyi ayetleri yalanlamakla eşit tutmaz, Resüle isyan etmeyi lanet ve azap sebebi saymazdı.
"Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab, 57)
Aslında hiç kimse Allah'ı incitemez, Allah incitilmez, fakat Allah'ın ayetlerini okuyan Resulü'n reddedilmesi ve yalanlanması kendisini üzdüğü ve incittiği için Allah ( cc) böyle buyurmuştur.
"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir"
(Ahzab, 58)
Yukarıdaki ayette geçen"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler" bölümü çok önemlidir.
Çünkü "müminler eziyet ve cezayı hak edecek bir fiil işleyebilirler"
Fakat durum Resüle gelince, O Elçilik makam ve mertebesinde hata yapmayacağından dolayı onu üzmek, Allah'ın ayetlerine ve dinine karşı gelmek gibi karşılanmıştır.
Yani Resüle karşı gelmek, Allah'a karşı gelmek olarak kabul edilmiştir.
",,,,,,,Allah'ınResulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"( Tevbe, 61)
",,,,Deki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun RESULÜ ile mi alay ediyorsunuz"
( Tevbe, 65)
Yukarıdaki ayette bulunan sistem "Allah'ın ayetleri, Allah'ın Resulü" ikisi aynı şeydir.
Resüle karşı gelmek, Allah'a karşı gelmek gibidir.
Bundan dolayı Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetleri ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetleri bir kenara bırakın,
Kur'an'da muhteşem bir sistem ile anlatılan Allah'ın Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) a kulak verin.
"Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın yanında değerli idi"
(Ahzab, 69)
ALLAH'IN KİTABI İLE EMEVİ-ABBASİ UYDURMALARI ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞKIN PROF'LARA (11. YAZI)
Kur'an Allah tarafından hem tafsil, hem tasrif, hem tefsir, hem tebyin edilmiş ve detaylandırılmış bir kitaptır.
TAFSİL: "Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf, 52)
",,,,,İşte biz, her şeyi açık açık anlattık"
(İsra, 12)
"Elif. Lam. RA.
(Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah)tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da(Fussilet) detaylandırılmışbir kitaptır.
(Bu KUR'AN) Allah'tan başkasına kul olamayasınız diye(indirildi),,,,,
(Hud, 1,2)
"(Bu) bilen bir millet için, âyetleri Arapça okunarak(Fussilet) açıklanmış bir kitaptır"
(Fussilet, 3)
"Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık (onu) dinlemezler"(Fussilet, 4)
TASRİF:
"Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde(Sarrafnéhu) anlatmışızdır,ama insanlarınçoğu illa nankörlük edip (ona) direnmektetir"
(Furkan, 50)
"Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp(Sarrafnéhu) dökmüşüzdür.
Fakat insan tartışmaya en çok düşkün olan(varlıktır)"
(Kehf, 54)
TEFSİR:
"Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını (tefsira)getirmeyelim"
(Furkan, 33)
TEBYİN:
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden ( Beyyennéhu-tebyin ettikten)
sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz.
Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEYİ AÇIKLAYAN (tıbyenen likulli şey'in) ,bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlarlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
" Andolsun Onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
Bu Kuran uydurulabilecek bir söz değildir.
Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır.
İman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir"
(Yusuf, 111)
DİN, HÜKÜM VE MÜCİZE OLARAK KUR'AN YETERLİDİR.
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? "derler.
De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır.
Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut, 50, 51)
ALLAH'IN EN BÜYÜK NİMETİ OLAN KUR'AN ALLAH TARAFINDAN TAMAMLANMIŞTIR.
",,,,Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a ( Tevhid akidesine) razı oldum,,,"
(Mâide, 3)
"(De ki) : Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O'dur.
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler.
Sakın şüpheye düşenlerden olma. Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.
O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir bilendir"( En'am, 114, 115)
ALLAH'IN KESİN EMRİ "SADECE KUR'AN'A TÂBİ OLUN"
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka)yollara uymayın.
Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan saptırırlar. İşte sakınmaz için Allah size bunları emretti"( En'am, 153)
KUR'AN'IN AHLAKI YOKSA YIKIM VE KAOS VARDIR.
"Eğer biz, bundan ( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:
Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık"
(Tâhâ, 134)
ALLAH RESULÜ SADECE KUR'AN'A TÂBİ OLDU.
"(RESULÜM!) SEN, sana VAHYEDİLENE uy ve ALLAH hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus, 109)
",,,,,,,,Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkuyorum"
(Yunus, 15)
Kur'an Allah tarafından hem tafsil, hem tasrif, hem tefsir, hem tebyin edilmiş ve detaylandırılmış bir kitaptır.
TAFSİL: "Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf, 52)
",,,,,İşte biz, her şeyi açık açık anlattık"
(İsra, 12)
"Elif. Lam. RA.
(Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah)tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da(Fussilet) detaylandırılmışbir kitaptır.
(Bu KUR'AN) Allah'tan başkasına kul olamayasınız diye(indirildi),,,,,
(Hud, 1,2)
"(Bu) bilen bir millet için, âyetleri Arapça okunarak(Fussilet) açıklanmış bir kitaptır"
(Fussilet, 3)
"Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık (onu) dinlemezler"(Fussilet, 4)
TASRİF:
"Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde(Sarrafnéhu) anlatmışızdır,ama insanlarınçoğu illa nankörlük edip (ona) direnmektetir"
(Furkan, 50)
"Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp(Sarrafnéhu) dökmüşüzdür.
Fakat insan tartışmaya en çok düşkün olan(varlıktır)"
(Kehf, 54)
TEFSİR:
"Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını (tefsira)getirmeyelim"
(Furkan, 33)
TEBYİN:
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden ( Beyyennéhu-tebyin ettikten)
sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz.
Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HER ŞEYİ AÇIKLAYAN (tıbyenen likulli şey'in) ,bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlarlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
" Andolsun Onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
Bu Kuran uydurulabilecek bir söz değildir.
Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır.
İman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir"
(Yusuf, 111)
DİN, HÜKÜM VE MÜCİZE OLARAK KUR'AN YETERLİDİR.
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? "derler.
De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır.
Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut, 50, 51)
ALLAH'IN EN BÜYÜK NİMETİ OLAN KUR'AN ALLAH TARAFINDAN TAMAMLANMIŞTIR.
",,,,Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a ( Tevhid akidesine) razı oldum,,,"
(Mâide, 3)
"(De ki) : Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O'dur.
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler.
Sakın şüpheye düşenlerden olma. Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.
O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir bilendir"( En'am, 114, 115)
ALLAH'IN KESİN EMRİ "SADECE KUR'AN'A TÂBİ OLUN"
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka)yollara uymayın.
Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan saptırırlar. İşte sakınmaz için Allah size bunları emretti"( En'am, 153)
KUR'AN'IN AHLAKI YOKSA YIKIM VE KAOS VARDIR.
"Eğer biz, bundan ( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:
Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık"
(Tâhâ, 134)
ALLAH RESULÜ SADECE KUR'AN'A TÂBİ OLDU.
"(RESULÜM!) SEN, sana VAHYEDİLENE uy ve ALLAH hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus, 109)
",,,,,,,,Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkuyorum"
(Yunus, 15)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)