31 Temmuz 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(270. YAZI)Müddessir Süresi 56 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla.1-) Ey (Risâlet görevine) bürünen 2-) Kalk da uyar.3-) Yani sadece Rabbini büyükle.4-) Ve elbiseni temizle.5-) Yani pisliklerden hicret et.6-) Ve yaptığını çok görerek minnet etme.7-) Yani Rabbinin rızasına ermek için sabret.8,9-) Nâkûra (sura) üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çok zor bir gün olacaktır.10. Kâfirler için hiç kolay değildir.11,14) (Ey Nebi!) (Mal ve ailesiz), tek olarak yarattığım ve ona bol mal kıldığım, göz önünde dolaşan oğullar, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen bana bırak!15-) Sonra da o hırsla daha da artırmamı tamah ediyor.16-) Hayır, (umduğu gibi olmayacak.) Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıydı.17-) Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.18-) Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.19-) Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!20-) Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!21-) Sonra nazar etti.22-) Sonra yüzünü ekşilterek baktı.23,24-) Sonra arkasını döndü yani kibirlenerek şöyle dedi: "Bu (Kur'an) ancak te'sirli bir sihirdir."25-) "Bu, ancak beşer sözüdür."26-) Ben onu "Sekar"a yaslıyacağım.27-) Sekar'ın ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin? 28-) Geride bir şey koymaz, bırakmaz.29-) Derileri kavurur.30-) Üzerinde on dokuz vardır.31-) Yani biz, nar ashâbını ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını kâfirler için bir fitne vesilesi kıldık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, "Allah, misal olarak bununla neyi anlatmak istedi" desinler. İşte böyle. Allah, dileyeni saptırır ve dileyeni de hidayete iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.(Hidayet ve sapkınlık vahiy'le ilgili bir durumdur. Yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye sapkınlık ve hidayet vermez.)32,37-) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (ateş) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyüklerden biridir.38-) Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir.(Yukarıdaki âyet, âhirette insanın kendi amelinden başka kurtarıcısının olmadığını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.39-) Yeminin (sağın) ashâbına gelince.40,42-) Onlar cennetlerdedirler. Mücrimler hakkında birbirlerine sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a sülük ettiren nedir?"43-) Onlar şöyle derler: "Biz musallinlerden değildik."(Yukarıdaki âyette bulunan "musallinlerden değildik" cevabının hangi anlama geldiğini aşağıdaki âyetler ortaya koyuyor. Yani namazla yakından uzaktan hiç bir alakası yoktur.)44-) "Yani yoksula yedirmezdik."45-) "Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık."46-) "Din (ceza) gününü de yalanlıyorduk."47-) "Nihayet ölüm bize gelip çattı."48-) Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.(Aslında âhirette şefaat ve şefaatçılar yoktur (Bakara-254) Dolayısıyla âyette bulunan şefaatçılar dünya hayatında olan taraftarları ve yardımcılarıdır. Dünya hayatında olan dostluk ve kayırma burada son bulmuştur.) 49, 50, 51) Böyle iken onlara ne oluyor da, arslandan ürkmüş kaçan yaban eşekleri gibi bu hatırlatmadan (Kur'an'dan) yüz çeviriyorlar?52-) Hatta onlardan her bir kişi, kendisine neşredilmiş sahifeler verilmesini istiyor.53-) Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.54-) Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur'an) bir hatırlatmadır.55-) Artık dileyen onunla (hakkı) hatırlar.56-) Bununla beraber, (bunu hatırlayanlar) ancak Allah'ın dilediğini hatırlamış olurlar. Çünkü O takva ehlidir, mağfiret ehlidir.(Müddessir Süresinin Sonu)
30 Temmuz 2022 Cumartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(269. YAZI)Müzzemmil Süresi 20 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey örtünüp bürünen (Nebi)!2,3-) Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını (vahiy'le) geçir. Yahut bundan biraz eksilt.4-) Yahut buna biraz ziyade et. Ve Kur'an'ı tertil et.5-) Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.6-) Şüphesiz gece ibadetinin etkisi daha fazla, sözler ise daha kalıcı ve daha dingindir.7-) Çünkü gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır.8-) Rabbinin adını zikret yani bütün benliğinle O'na yönel.9-) O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O'nu vekil edin.10-) Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.11-) Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2/5)Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5)Gördüğümüz gibi Müddessir’de Resül'e harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır.Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir.Peki gece neden o kadar önemlidir?"Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler.Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz.Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamlarınkarşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar.Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler.Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır.Peki, neden gündüz değil?"Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7)Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur.Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır."Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10)Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır.Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yaniAllah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir.“Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında.Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz."Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)12,13-) Çünkü bizim yanımızda (kâfirler için) bukağılar yani cahim, boğazdan zor geçen yiyecekler yani elim bir azap vardır.14-) Yerin ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp giden kum yığını olacağı günü (kıyameti) hatırla.15-) (Ey Müşrikler!) Şüphesiz biz size üzerinize şahitlik edecek bir Resûl gönderdiğimiz gibi, Firavun'a da bir Resûl göndermiştik.16-) Ama Firavun o Resûl'e isyan etti, biz de onu kahredici bir tutuşla yakalayıverdik.17-) Hâl böyle iken kâfir olursanız, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günden (kıyametten) nasıl korunacaksınız?18-) O günde gök (bile) yarılır, Allah'ın va'di gerçekleşir.19-) Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.20-) (Ey Nebi!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini (Kur'an için) kalktığını biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir tâife de böyle yapıyor. Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de tevbenizi kabul etti (yükünüzü hafifletti.) Artık, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah'ın faziletinden rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, Kur'an´dan kolayınıza geleni okuyun yani salât'ı ikâme edin yani zekât'a (arınmaya) gelin, Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne hayır gönderirseniz, onu Allah katında daha hayırlı ve daha azim bir mükâfat olarak bulursunuz. Allah'a istiğfar edin. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Müzzemmil Süresinin Sonu)
27 Temmuz 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(268. YAZI)Cin Süresi 28 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) (Ey Nebi!) De ki: "Bana cinlerden (Medine'li ensardan) bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: "Şüphesiz biz rüşde ileten hayranlık verici bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. Artık, Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmayacağız."3-) "Yani Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk."4-) "Demek bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında saçma sapan sözler söylüyormuş"5-) "Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk."(Yukarıdaki âyet çok önemlidir. Uydurma din mensupları yani rivayetlerin ve mezheplerin tâbiileri din atalarının yüce Allah hakkında yalan söylemeyeceklerini zannediyorlar. Halbuki dünya tarihinde Şia ve Ehl-i Sünnetin muhaddis ve müctehidleri kadar Allah'a yalan yere iftira eden kimse olmamıştır.)6-) "Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı."7-) "Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı."8-) "Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk."9-) "Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur."10-) "Gerçekten biz bilmiyoruz, yerdekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?"11-) "Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar olduk."12-) "Muhakkak ki biz Allah'ı yerde âciz bırakamayacağımızı yani kaçarak onu âciz bırakamayacağımızı anladık."13-) "Gerçekten biz hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne hakkının eksik verilmesinden yani haksızlığa uğramaktan korkar."14-) "Kuşkusuz içimizde (Allah'a) teslim olanlar da var, (sırât'ı müstakimden) sapanlar da var. Kim (Allah'a) teslim olursa, işte onlar araştırarak rüşdü bulmuşlardır."(Yukarıdaki âyet, incelemeden, üzerinde araştırma yapmadan iman edilen bir dinde hayrın olmadığını gösteriyor. TAKLİTÇİLİKŞirkten sonra Kur'an İslam'ının en büyük düşmanı taklitçiliktir.Taklitçilik, medeniyet ve hürriyet, gelişme ve icat, aklı kullanma ve sorgulamanın önündeki en büyük engeldir.Taklitçilik, İslam ümmeti için gerçekten kahredici bir yozlaşma, çürüme, bozulma, kokuşma ve korkunç bir ölümdür."Taklit:Bir şeyi boyna geçirmektir.Mesela, kılıcı omuza asmak anlamına gelen taklit, din geleneğinde"Vahiy'den bağımsız, hüccetsiz ve delilsiz, hikmetsiz ve ilimsiz, tefekkürsüz ve sorgulamasız olarak körü körüne başkasının yolunu ve sözünü takip etmek ve kayıtsız şartsız kabul etmek anlamına gelmektedir.Körü körüne başkasını taklit eden kişiye "mukallid" denir.Buna göre, Allah'ın apaçık kitabına dayanmadan, bir müctehid!veya başka bir mukallidin sözünü, sünnetini ve yolunu rehber edinip onunla amel etmekle taklit meydana gelir.Taklitçilik vahiy'den başka rehber edinmek olduğu için bir nevi Allah'a şirk koşmak, kula kulluk anlamına gelmektedir. Mukallid, Allah tarafından indirilen vahye, kesin delile ve sorgulamaya değil, hükmü çıkaran kişiye iman ve itikad eder.Mukallid, din ve hükümde Allah ve Resulü yerine insanlara itimad ve itibar eder.Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah'ın kitabına baktığımızda bir çok âyette taklit belasının yerildiğini görmekteyiz.Vahiy'den bağımsız hareket ederek hiç düşünmeden başkasını taklit etmek insan onuruna yakışmayan çok çirkin bir davranıştır.Yüce Rabbimizin biz kullarından istediği sadece ve sadece Allah'a ve Resüle (Elçiye) tâbi olmak ve yalnız ona itaat etmektir.Bir konuyla alakalı Allah'ın kitabında müracaat edilip de orada açık bir hüküm bulunduğunda onunla amel edilir.Böyle bir hüküm yoksa, o hüküm dinde yok demektir.Çünkü din vahiy ile tamamlanmıştır ve biz Nebiler gibi sadece vahiy'den sorumluyuz.Yüce Allah, vahiy ile Nebi'ye göndermediği bir şeyden dolayıinsanları sorumlu tutmaz.İndirmediği bir şeyden dolayı hesaba çekmez, vahyetmediği bir hükümden dolayı kulunu cezalandırmaz.Falanın filanin Allah'a ve Resulüne iftira ederek dinde uydurduğu bir hükümden dolayı Allah insanı nasıl hesaba çeker?Dolayısıyla Allah'tan indirilmeyen, Nebi'ye vahyedilmeyen, Resûl tarafından tebliğ edilmeyen yani Kur'an'da olmayan bir hükümden hiç kimse sorumlu tutulamaz. Bundan dolayı Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sadece Kur'an ile Resûlluk görevini yerine getirmiştir.Bu konuyla alakalı onlarca âyet mevcuttur."Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar.Onlar için Rablerinden başka ne bir veli ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am-51)"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"(Enbiya- 45)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"(Kaf- 45)Şuurlu bir Mümin Kur'an'da bir hükmü bulamıyorsa, o hükümden sorumlu olmadığını bilir.Kur'an'ı bilmeyen bir mümin, hükmünü bilmek ve anlamak istediği meseleyi, Kur'an ehli olan muvahhidlerden sorar ve delillerine bakarak aldığı cevaba göre amel edebilir.Devamlı olarak bir mezhebe ve belirli bir âlime bağlı olarak yaşamak İslam dininin çok çirkin gördüğü bir davranıştır.İşte bu baş belası ahlak taklit hastalığını, kahrolası statik düşünceyi meydana getirecektir.Belirli bir mezhebi taklit etmek ve o mezhebe bağlı kalarak yaşamak, manevi ve toplumsal ölümün en beter olanıdır.Halbuki iman edenler, hiç kimseye ve hiçbir mezhebe bağlı olmadan her zaman ve zeminde tefekkür ve sorgulama ekseninde, Kur'an, ilim ve hikmet rehberliğinde doğrunun avcılığını yapmış olsalardı, katliam ve ihtilaf, kaos ve anarşi, zulüm ve vahşet cehennemi yerine, hidayet ve rahmet, aydınlık ve saadeti oluşturabilirlerdi.İslam dünyası için en büyük bela ve korkunç tehlike mezhep taklitçiliği ve geleneksel din anlayışıdır.Kur'an'ın öngördüğü dini düşünce şu şekilde hayat bulması gerekirdi.Müslümanlar dini problemlerini ölü olanlara değil, her zaman ve zeminde, hayatta olan akıl ve vicdan sahibi Kur'an ehli muvahhidlere sorar ve aldıkları cevaba göre imanları şekillenirdi. ÖLÜMSÜZ DAVET ŞUDUR: "Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü'ne icâbet edin..."(Enfal- 24)Müslümanlar belli bir mezhebe ve belli bir âlime bağlanmaları tefrika ve bölünmüşlüğü, kıskançlık ve hasedi, ilimsizlik ve cehaleti, fikirsizlik ve taklitçiliği doğuracaktır.Mezhep taklitçiliği, insanları dinlerini öğrenmekten ve ve araştırma yapmaktan alıkoyan en önemli etkendir.Gerçek âlimler de, mezhep hükümlerine, imamların içtihatlarına göre değil, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü araştırarak, Allah'ın apaçık kitabına sadık kalarak cevap vermeleri gerekir.Kur'an'dan kopuk olan mezhepler, maddi ve manevi, dini ve dünyevi insanların hanif fıtratını bozan öldürücü bir hastalık ve yıkım yolları olmuşlardır.Nesillerimize hayat boyunca yol gösterecek tek kaynak, içinde hiç bir çürüğü ve bozuğu olmayanAllah'ın kitabı olmalıdır.Küçüklüğünden itibaren bir çocuğa takip edeceği doğru yolu gösterirseniz, bu yolu takip etmekten vazgeçmeyecektir.Dolayısıyla mezhepleri gözünüzde büyütmeyin, mezhepler, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetinden uzak kalmış karanlık kurumlardır.15-) "Yani (hak yoldan) sapanlara gelince, onlar cehenneme odunu olmuşlardır."16,17-) Yine de ki: "Bana şöyle de vahyedildi: 'Eğer doğru yolda istikamet sahibi olurlarsa, mutlaka onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları bir sınama edelim. Kim Rabbinin zikrinden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sülük ettirir"18-) "Şüphesiz mescidler, Allah'ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye dua etmeyin."(Yani mescitlerde sadece yüce Allah'ın dinini yani Kur'an'ı anlatın, başkasının hadislerini, ictihatlarını, mezhebini anlatmayın.) 19-) "Allah'ın kulu (Muhammed (a.s), O'na dua etmek için kalktığında (kâfirler) nerede ise onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.20-) De ki: "Şüphesiz ben sadece Rabbime dua (dâvet) ederim ve O'na hiç kimseyi şirk koşmam."21-) De ki: "Şüphesiz ben, (vahiy'den bağımsız olarak) size ne zarar verebilir ne de bir rüşd (yolu) sağlayabilirim."22-) De ki: "Gerçekten beni Allah'a karşı hiç kimse asla koruyamaz yani O'ndan başka sığınacak hiç kimse bulamam."23-) "Ancak Allah'tan gelenleri tebliğ edebilirim yani O'nun risâletlerini (mesajlarını) duyurabilirim. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, şüphesiz onlar için, içinde devamlı kalacakları ebedi cehennem ateşi vardır."(Kur'an'da itaat Allah ve Resul bağlamında geçtiği gibi, zıttı olan isyan da yine Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır.)24-) Nihayet vâdedildikleri şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin sayısı daha azmış, bilecekler.25-) De ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, idrak edemem."26-) O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını izhar etmez.27,28-) Ancak razı olduğu Resûller başka. Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyicileri sülük ettirir ki resûllerin, Rablerinin risâletlerini (mesajlarını) tebliğ ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.
26 Temmuz 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(267. YAZI)Nuh Süresi 28 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Şüphesiz biz Nûh'u, kavmine, "Kendilerine elim bir azap gelmeden önce kavmini uyar" diye gönderdik.2-) Nûh, şöyle dedi: "Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım"3,4-) "Allah'a ibadet edin ve O'na karşı takvalı olun yani bana itaat edin ki sizin günahlarınızı mağfiret etsin ve sizi belli bir vakte kadar te'hir etsin. Şüphesiz, Allah'ın belirlediği vakit gelince te'hir edilmez. Keşke bilseydiniz"5-) Nûh, şöyle dedi: "Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz davet ettim"6-) Fakat benim davetim onların firar etmelerinden başka hiçbir şey attırmadı"7-) "Kuşkusuz sen onları mağfiret edesin diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler yani (iman etmemek için) direndiler ve kibirlendikçe kibirlendiler"8-) "Sonra ben onları açık açık davet ettim."9-) "Sonra, onlara (vahyi açıktan açığa) ilan ettim ve hem de onlara gizli gizli (söyledim)"10-) "Dedim ki: 'Rabbinize istiğfar edin; çünkü O, Ğaffar olandır"11-) 'Bağışlama dileyin ki, üzerinize semayı bol bol midrar (yağmur) ile göndersin.'(Kur'an'da "midrar" kelimesi, üç âyette geçer. (En"am 6; Hûd 52; Nuh 11)Midrar üç âyette de "semâ" ve "irsal" ile bağlantılı olarak geçer. Yani "midrar" semadan inen yağmur, bereket ve geniş rızık anlamında kullanılmıştır.)12-) "Yani size mallar ve oğullar, bahçeler ve nehirlerle geniş imkanlar sunsun"13-)"Size ne oluyor da Allah'a bir vakar (tevhid-saygınlık-yücelik- büyüklük) ümit etmiyorsunuz?"14-) "Hâlbuki, sizi evrelerden geçirerek O yaratmıştır."15-) "Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?"16-) "Onların içinde nasıl ayı, bir nur, güneşi de bir sirac (ısı kaynağı) kılmıştır?"17-) "Allah, sizi yerden bitirdi, bir nebât olarak" 18-)"Sonra sizi yine oraya iâde edecek ve sizi (yeniden) çıkaracaktır.'19,20-) “Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi (gibi) yaymıştır ki, oradaki geniş yollarda sülük edesiniz."21-) Nûh, dedi ki: "Rabbim! Onlar bana isyan ettiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimseye tâbi oldular."22-) "Ve büyük bir tuzak kurdular."23-) "Ve şöyle dediler: 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Yani Vedd'i, Süvâ'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i asla bırakmayın."24-) "Andolsun ki onlar birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak sapkınlıklarını artır."25-) Hataları (ilâhlara kulluk) yüzünden (şirk ve küfürde) boğuldular yani (hayat) âteşine sokuldular da kendileri için Allah'tan (vahiy'den) başka yardımcılar bulamadılar.26-) Nûh, şöyle dedi: "Rabbim! Kâfirlerden yer üzerinde yurt edinen gezip dolaşan hiç kimseyi bırakma!"27-) "Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını (zorla) saptırırlar yani sadece fâcir ve kâfir kimseler doğururlar."(Yani kendi inanç ve mezheplerinden başka bir inanç ve fikre tahammül etmeyerek, baskı ve istibdat ile insanlara zulmedecekler. Ehl-i Sünnet, Şia, Cemaat ve Tarikatların hakim olduğu coğrafyalarda tevhid dinine ve özgürlüğe yol verilmez.)28-) "Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları mağfiret et. Zalimlerin de ancak mahvolmalarını arttır."(Nuh Süresinin Sonu)
22 Temmuz 2022 Cuma
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(266. YAZI)Meâric Süresi 44 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,3-) Soran (birisi,) yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirler için kesinlikle vukû bulacak olan ve hiç kimsenin defedemeyeceği azabı sordu.4-) Melekler yani Ruh ona süresi elli bin sene olan bir günde yükselir.5-) (Ey Nebi!) Sen güzel bir şekilde sabret.6-) Şüphesiz onlar onu uzak görüyorlar.7-) Yani biz onu yakın görüyoruz.8,9-) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.10-) Yani o gün hiçbir candan bir dost, dostunu sormaz.11,14-) Birbirlerine gösterilirler. Mücrim kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, hanımını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yerde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, sonra tek kendisini kurtarsın.15-16-) Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz (o günün azabı,) derileri kavurup çıkaran alevli bir ateştir.17,18-) O, arka döneni yani (vahiy'den) yüz çevireni ve servet toplayıp yığanı kendine doğru dâvet eder. 19-) Şüphesiz insan çok hırslı olarak yaratılmıştır.20-) Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır.21-) Ve ona bir hayır dokunduğunda engelci kesilir.22-) Ancak, musallinler hariç.23-) Onlar, salâtlarında devam eden kimselerdir.24,25-) Yani Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.26-) Yani onlar, ceza gününü tasdik eden kimselerdir.27-) Ve onlar, Rablerinin azabından korkan kimselerdir.28-) Çünkü, Rablerinin azabından emin olunamaz.29-) Onlar, ferclerini(mahrem yerlerini) muhafaza eden kimselerdir.30-) Ancak eşleri, yahut yeminlerinin malik olduğu müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar.31-) Kim bunun ötesini ararsa, işte onlar sınırı aşan kimselerdir.32-) Onlar, emanetlerine yani ahidlerine riayet eden kimselerdir.33-) Onlar, şahitliklerinde duran kararlı kimselerdir.34-) Onlar, salatlarının üzerinde muhafız olan kimselerdir.35-) İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.36,37-) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?38-) Onlardan her biri Naîm cennetine konulacağını mı umuyor?39-) Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık.40,41-) Doğuların ve Batıların Rabbine kasem ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez. 42-) Sen onları bırak, vâdedildikleri günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar yani oynasınlar.43,44-) Dikili putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde cesetlerden süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, vâdedildikleri gündür.(Meâric Sürmesinin Sonu)
20 Temmuz 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(265. YAZI)Hakka Süresi 52 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Gerçekleşeceği hak olan (kıyamet!)2-) Nedir o gerçekleşeceği hak olan ?3-) Gerçekleşeceği hak olanın ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin?4-) Semûd ve Âd (kavimleri,) o çarpıcı felaketi yalanladılar.5-) Semûd (kavmi) taşkınlığına karşılık helâk edildi.6-) Âd (kavmi) ise, onlar da uğultulu, kavurucu bir rüzgarla helâk edildi.7-) (Allah,) onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün(düz) onların üzerine musahhar etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün.8-) Şimdi onlardan bâki kalan bir şey görüyor musun?9-) Firavun, ondan öncekiler yani alt üst edilip yerle bir olanlar hep o hata (şirk) ile geldiler.10-) Öyle ki Rablerinin Resûlune isyan ettiler. Bunun üzerine Allah da onları gittikçe artan bir azap ile yakaladı.(Âyette geçen "Resûle Rabbihim" "Rablerinin Resûlune" ifadesinin anlamı vahiy'dir. Diğer manası ile Resûl'dur" Yoksa "Rablerinin Resûllerine" denirdi.11,12-) Şüphesiz, (Nûh zamanında) su taştığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki, bu olayı sizin için bir tezkire (hatırlatma) yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin.13,15-) Sûr'a bir defa üfürülünce yer yani dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet kopmuş)tur.16-) Gök de yarılmış yani artık o gün o çökmeye yüz tutmuştur.17-) Melekler onun kıyılarındadır. Yani o gün Rabbinin Arş'ını, bunların da üstünde sekiz taşıyıcı yüklenmişir.18-) O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.19-) İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: "Hey, gelin, kitabımı okuyun!"20-) "Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zannediyordum" (iman ediyordum, bundan şüphe etmiyordum, bekliyordum.)21-) Artık o, razı olacağı bir yaşantı içindedir.22-) Yüksek bir cennettedir.23-) Onun meyvelerinin koparılması alçaktan olacaktır.("Kutûfuhe dêniyetun" insan otururken, yaslanırken hatta yatarken bile meyvelerini koparabileceği bir yakınlık demektir. Katf, koparmak, dêniyetun ise, alçak, anlamına gelmektedir. Araplar, bağ bozumuna, "katf" derler.)24-) (Onlara şöyle denir:) "Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.25-) Kitabı kendisine solundan verilen ise şöyle der: "Yazıklar olsun bana, keşke kitabım bana verilmeseydi."26-) "Hesabımın ne olduğunu da anlamasaydım"27-) "Keşke ölüm (her şeyi) bitirseydi."28-) "Malım bana hiçbir yarar sağlamadı."29-) "Saltanatım da benden helak olup gitti."30-) (Allah, şöyle der:) "Onu yakalayıp bağlayın."31-) “Sonra onu cahime salın."32-) "Sonra onu uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun"(Seb'une zirâan "yetmiş arşın" yaşadığı ömür ile ilgili bir durumdur. Yetmiş seksen yıl yaşamış ama aklını kullanmayı başaramamış ve iman etmemiştır.)33-) "Çünkü o, azim olan Allah'a iman etmiyordu."34-) " Yani miskini doyurmağa teşvik etmiyordu."(Yemek yedirme, fidyeler ve keffaretlerin tümü miskin bağlamında kullanılmıştır. Çünkü miskin, yeri yurdu belli olan ve tanıdık anlamına gelmektedir.)35-) "Bu sebeple, bugün burada onun candan bir koruyucusu yoktur.""Hamim" kelimesi, "candan ve sıcak dost" anlamına gelebildiği gibi, "himaye eden" ve "koruyan" anlamına da gelmektedir.)36-37) "Hata (şirk) işleyenlerin başkasının yemeyeceği ğislinden başka bir şey de yoktur."(Ğislin: İnsanın dünya hayatında yaptığı kötü amellerin karşılığı olan acı veren yiyecekler ve içecekler anlamına gelmektedir. En doğrusunu Allah bilir.)38,40-) Görebildiklerinize ve göremediklerinize kasem olsun ki, o (Kur'an), hiç şüphesiz çok kerim bir Resûlun (son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resûl olan Muhammed (a.s) kavlidir.(Kavl, söz gibi değildir, kavl, söylenen şey iken, hadis kaynak sahibinin sözü oluyor. Yani Kur'an, Resûlûn kavli iken, Allah'ın sözü oluyor. Dolayısıyla kavl kelimesi, vahyin beşer Resûlun dilinde hayat bulması anlamına gelmektedir. Resûl olmazsa vahiy, din, iman, İslâm diye bir şey olmaz. Dinde Resûlûn önemi çok büyüktür.Kur'an'da bulunan "kerim" kavramı ise, yüce Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Geleneksel olarak yani Şia ve Ehli Sünnet'in inancında var olan "cebrail" diye bir şey yoktur. Vahiy yüce Allah'tan Nebi'nin kalbine direk olarak yani aracısız olarak iner. ) 41-) Yani o, bir şairin sözü değildir. Ne kadar az iman ediyorsunuz!42-) Ve bir kâhinin sözü de değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz!43-) O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.44,45-) Eğer (Resûl) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu sağından yakalardık.(Yunus süresi 15 İsra 73 74 ve 75.âyetler gibi, bu âyet dahi Kur'an'dan başka kaynakların büyük bir azap sebebi olduğunu ortaya koyuyor. Yani Şiilik ve Sünnilikte olan rivayet ve içtihadaların şirk ve küfür bataklığından başka bir şey olmadığını bildiriyor.)46-) Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.47-) Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.48-) Şüphesiz o (Kur'an,) muttakiler için bir öğüttür.49-) Şüphesiz ki sizden (Kur'an'ı) yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz.50-) Şüphesiz ki Kur'an, kâfirler için mutlaka bir hasrettir. (Bir iç yarası bir pişmanlık sebebidir.)51-) Şüphesiz Kur'an, en ikna edici bir haktır.52-) O hâlde sen, azim Rabbinin adıyla tespih et.(Hakka Süresinin Sonu)
18 Temmuz 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(264. YAZI)Kalem Süresi 52 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Nûn. Kaleme yani satır satır yazdıklarına andolsun ki, Rabbinin (vahiy) nimeti sayesinde sen bir mecnun değilsin.3-) Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.4-) Sen elbette yüce bir ahlâk üzerindesin.(Âyette bulunan "hulukin" ahlak anlamına değil, inanç yani din yani vahiy anlamına gelmektedir.)5,6-) Hanginizin mecnun olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.7-) Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. Ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir.8-) (Ey Nebi!) O hâlde yalanlayanlara itaat etme. (Nübüvvet özel hayat olduğu için hata etme ihtimaline binaen yüce Allah Nebi'ye "yalanlayanlara itaat etme" buyuruyor. Yoksa görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resule "yalanlayanlara itaat etme" demesi, abes olurdu. Nebi ve Resûlun arasında bulunan farkları bilmek işte bu kadar önemlidir.)9-) Onlar istediler ki, (onlara) yağcılık yapasın, böylece onlar da sana yağcılık yapsınlar.10,14-) Alabildiğine yemin edip duranlara, aşağılıklara, daima çekiştirerek kusur arayıp kınayanlara, durmadan söz taşıyanlara, iyiliği hep engelleyenlere, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de kötülüklerle damgalı olanlara mal ve oğulları vardır diye, sakın itaat etme.15-) Âyetlerimiz kendisine tilavet edildiği zaman, "Öncekilerin masalları!" der.16-) Yakında biz onun burnunu sürteceğiz 17-) Şüphesiz biz, vaktiyle cennet (bahçe) ashâbına belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ verdik. Hani o cennet (bahçe) sahipleri, sabah erkenden (miskinler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye kasem etmişlerdi.18-) Bunu tasarlarken istisna da yapmıyorlardı. (Allah'ın izniyle demiyorlardı.)19-) Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir tayfun bahçeyi sardı.20-) Böylece bahçe, biçilmiş gibi oldu.21,22-) Derken, sabahleyin birbirlerine, "Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin" diye seslendiler.23,24-) Bunun üzerine, "Sakın, bugün orada hiçbir miskin yanınıza girmesin" diye fısıldaşarak yola koyuldular.(Âyette fakir değil de, "miskin" denmesinin sebebi, miskinin bilinen, onlara yakın, yeri yurdu belli olan, tanıdıkları kimseler olduğu içindir. Kur'an'da"yemek yedirme, fidyeler ve keffaretlerin "miskin" bağlamında kullanılmasının sebebi budur. Miskin bilinen yeri yurdu belli olan kimse iken, fakir yabancı, bilinmeyen, gariban ve insanın karşısına bir anda çıkan kimsedir.)25-) (Miskinlere) yardım etmeğe güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.26-) Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, "Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!" dediler.27-) Gerçeği anlayınca da, "Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!" dediler.28-) Onların ortancası, "Ben size ('Rabbinizi) tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?" dedi.29-) Onlar, "Rabbimizi tesbih ederiz. Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz" dediler.30-) Bunun üzerine bazıları bazılarına mukabele ederek kendilerini levmetmeye başladılar.31-) Şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz taşkın (haddi aşan) kimselermişiz!"32-) "Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha hayırlısını verir. Çünkü biz artık sadece Rabbimize rağbet edenleriz"33-) İşte azap böyledir! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!34-) Şüphesiz ki muttakiler için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.35-) Biz müslümanları mücrimler gibi kılar mıyız?36-) Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?37-) Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı ders alıyorsunuz?38-) Onda, "Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizin içindir" (diye mi yazılı?)39-) Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?40-) Sor onlara: "Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?"41-) Yoksa onların şerikleri mı var? Eğer sadıklardan iseler, haydi şeriklerini getirsinler!42,43-) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) yani kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secdeye dâvet edilmişlerdi.44-) (Ey Nebi!) Bu sözü (Kur'an'ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.45-) Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım metindir.46-) Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir zarar yükü altına mı girmişlerdir?47-) Yahut gayb kendi yanlarında da (ondan) mı yazıyorlar?48-) Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, kederli bir hâlde Rabbine nida etmişti.49-) Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmeseydi, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.50-) Fakat böyle olmadı. Rabbi onu (Resûl olarak) seçti ve salihlerden kıldı.51-) Şüphesiz kâfir olanlar Zikr'i (Kur'an'ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle kaydıracaklar yani "Hiç şüphe yok ki o bir mecnundur" diyorlar.52-) Hâlbuki o (Kur'an), âlemler (insanlar) için ancak bir öğüttür.(Kalem Süresinin Sonu)
17 Temmuz 2022 Pazar
MEKKE ve MEDİNE'DE İNEN SÜRELERİN ÖZELLİKLERİ. Sizden öğrendiklerini size öğretmeye kalkan arkadaşları ikna etmek gerçekten zor oluyor. Onlara cevap verme imkanınız kalmıyor.Kur'an sürelerinin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği ile ilgili bilgilendirmemizden sonra, bazı arkadaşlar bizim esbab-ı nüzul veya rivayetlere müracaat ettiğimizi zannediyorlar.Tâbi ki bu arkadaşların Mekke ve Medine'de inen süre ve âyetlerin özelliklerinden haberleri bulunmamaktadır.Fakat Mekke ve Medine'de inen âyet ve süreler birbirinden farklı özelliklere sahiptir.Yani Mekke ve Medine birbirinden çok farklıdır dünyalardır.Kur'an'ın İstanbul'a inmesi ile bir köye inmesi gibi aralarında büyük bir fark mevcuttur. Şimdi bu özelliklerden bir kaç tanesini görelim.1-) Mekke'de inen sürelerde "Ey iman edenler!.." cümlesi bulunmaz.Yani "Ey iman edenler!..." cümlesi ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de iman sorunu yoktu. Mekke'de çizgiler çok netti.Mekke'de İslam'ı kabul eden ölüme bile razı oluyordu. 2-) Mekke'de inen sürelerde münafıklardan söz edilmez.Çünkü Mekke'de munafık yoktu. Munafıklar Medine'nin yerlileri olan Evs ve Hazrec kabilelerinden idiler. 3-) Mekke'de inen sürelerde Yahudi ve Hristiyanlardan da söz edilmez. Çünkü Mekke'de Yahudi ve Hıristiyan bulunmuyordu.Ama Medine'de bulunan Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir ve Hayber Yahudi idiler.Necran'dan Medine'ye Hristiyanlar gelip gidiyorlardı.4-) Mekke'de inen sürelerde "Allah'a ve Resul'üne itaat edin" cümlesi bulunmamaktadır.Çünkü Mekke'de iman edenler açısından Allah'a yani Resül'e iman sorunu yoktu.İman edenlerin itaat sorunu Medine ile ilgili bir durumdur.5-) Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı geçmez. Çünkü Mekke devri evrensel tebliğin yapıldığı bir merkezdir.Yani Mekke'de şirk ve ahlak sorunu vardı. Medine'de ise, iman, ahlak ve itaat sorunları mevcut idi.İşte bu yüzden Medine'de inen âyetlerin büyük çoğunluğu yerel ve bölgesel, Mekke'de inen sürelerin hepsi genel ve evrenseldir.6-) Mekke'de inen süreler tevhid, şirk, sabır, güzel ahlak, Nebi ve Resüllerin mucadeleleri ile ilgilidir.Medine'de inen süreler, savaş kuralları, evlilik, boşama, cihat, itaat, iman, insan hakları, ictimai hayat, hac, infak, sadaka, insani ilişkiler, adabı muaşeret, ırkçılığın kötülüğü gibi konularla ilgilidir.7-) Hamd (güç-kuvvet-övgü) ile başlayan sürelerin hepsi Mekki'dir. Hatta Teğabun süresi birinci âyet hariç içinde hamd kelimesinin geçtiği bütün süreler Mekke'de nazil olmuşlar dır. 8-) Mekke'de inen sürelerde şiir ve edebiyat, i'caz ve belâğat hakimdir. Kelimeler çok vurgulu ve etkileyici bir üsluba sahiptir.Medine inen sürelerde böyle bir şey yoktur. Buda Kureyşin şiir sanatına ve edebiyata olan merakından kaynaklanıyordu. Mekke müşrikleri Allah'ın gücünü temsil eden varlıkları yani melekleri Allah'ın kızları olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda Mekke müşrikleri aynen Hristiyanlar gibi yüce Allah'a çocuk izafe ediyorlardı.(Enam-101; Yunus- 68; İsra-111; Kehf- 4; Meryem-35, 88, 91,92; Enbiya- 26; Müminun- 91; Furkan- 2; Saffat- 152; Zümer- 4; Zuhruf- 81; Cin- 3; İhlas- 3)Bütün bu âyetler Mekke müşrikleriyle ilgili inmişlerdir. 9-) İçinde "inil hükmü illâ lillâhi" "hüküm yalnız Allah'ın'dır" cümlesinin geçtiği süreler Mekke'de nazil olmuşlardır. (En'am-57; Yusuf-40, 67)10-) Mekke'de inen sürelerde "ehli kitab" (kitap ehli) ve "ütül kitébe" (kitab verilenler) ifadeleri geçmez. Yani Yahudi, Hristiyan ve din adamlarıyla ilgili bir hitap bulunmaz. 11-) Kur'an'da tekil olarak geçen "fasbir, vasbir" (sabret) fesebbih, vesebbih" (tesbih et), "ekimis sâlâte" (salâtı ikâme et) yani salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler Mekke'de inmişlerdir ve kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir.Yani Mekke'de inen ve yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan teheccud, gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza çağırmak doğru değildir.Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir, hepsinde tekil formatı vardır ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Âyetler çok bariz bir şekilde ona hitap etmektedir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmeti de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Salat'a çağrı da sadece cuma (toplantı) için meşru kılınmıştır.)Ancak günümüzde teknoloji imkanlarla geniş kitlelere ulaşma imkanı olduğu için salat'a çağrı da önemini kaybetmiştir. Yani artık böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak müminler salât, şura, ihtiyaç veya herhangi bir iş için toplanacakları zaman bunun plan ve programını kendi aralarında kararlaştırırlar. "...Salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır" (görevdir) (Nisa-103)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(263. YAZI)Mülk Süresi 30 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Mülk elinde olan Allah, bereketlerin kaynağıdır. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 2-) O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. Yani O, Aziz ve Ğafur olandır.3-) O, yedi semâvatı tabaka tabaka yaratandır. Rahmân'ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?4-) Sonra iki kere dön bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.5-) Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle süsledik. Yani onları şeytanlara hedefler olarak kıldık ve (ahirette) onlara alevli saîr azabını hazırladık.6-) Rablerine kâfir olanlar için cehennem azabı vardır. Orası ne kötü varılacak yerdir!7-) Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.8-) Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya ne zaman bir fevc atıldıkça oranın bekçileri onlara, "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar.9-) Onlar da şöyle derler: "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve 'Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapkınlık içindesiniz' demiştik."(8. âyette bulunan "size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" ile 9.âyette bulunan "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve "Allah hiçbir şey indirmemiştir" cümlesi, Allah Resûllerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini açık olarak ortaya koymaktadır.)10-) Yine şöyle derler: "Eğer kulak vermiş (vahyi dinlemiş) veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu saîr ashâbının içinde olmazdık."11-) İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateş ashâbı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun! (denilir.)12-) Gayb ile Rablerinden haşyet duyanlar için bir mağfiret yani büyük bir mükâfat vardır.13-) Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.14-) Hiç yaratan (yarattığını) bilmez mi? O, Lâtif ve Habîr olandır.15-) O, yeryüzünü sizin için (uysal bir hayvan gibi) boyun eğdirendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır.16-) Semâ'da olanın sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor.17-) Yahut semâ'da olanın, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!(Âyette geçen "men fisseméi" "gökteki olan" değil, "yüce olan,yücelerde olan" anlamına gelmektedir. Bugün bile Araplar krallarını bu şekilde övmektedirler. "Sahibus sümû" "yücelik sahibi" derler. Yoksa yüce Allah için mekan tahsis etmek doğru değildir.) 18-) Andolsun, onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!? (gördüler.)19-) Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada yasası gereği) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.20-) Yahut Rahmân'dan başka size yardım edecek şu ordunuz kimdir? Kafirler ancak bir gurur (aldanışın) içindedirler.21-) Peki, Allah rızkını tutarsa, size rızık verecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefretle direnip durdular.22-) Şimdi, yüzüstü sürünerek giden mi hidayet üzerindedir, yoksa sırât'ı müstakim üzerinde düz bir şekilde yürüyen mi?23-) De ki: "O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve gönüller verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!"24-) De ki: "O, sizi yerde inşa ederek çoğaltandır. Ancak O'nun huzurunda toplanacaksınız."25-) "Eğer sâdık iseniz, bu vâdedilen ne zaman gerçekleşecek?" diyorlar.26-) De ki: "O bilgi, ancak Allah indindedir. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım."27-) Onu (azabı) yakından gördükleri zaman kâfir olanların yüzleri kötüleşir yani onlara, "İşte bu, (alaylı bir biçimde) isteyip durduğunuz şeydir" denir.28-) De ki: "Söyleyin bakalım: Diyelim ki Allah beni ve beraberimdekileri helâk edecek olursa, yahut bize merhamet edecek olursa. Peki, ya kâfirleri elim bir azaptan kim koruyacak?"29-) De ki: "O, Rahmân'dır. O'na iman ettik yani yalnızca O'na tevekkül ettik. Siz, kimin apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu yakında bileceksiniz!"30-) De ki: "Gördünüz mü?: Sabahladığında suyunuz batacak olsa, size kim bir akar su (kaynak) getirebilir?(Mülk Süresinin Sonu)
1400 YILDIR 1400 yıldır din atalarınız bize ne dediler?Ne demek istediler? diye dediklerini tefsir etmeye çalışıyoruz.1400 yıldır Yahudi ve Hristiyanlara beddua ediyor, salavatlar getiriyoruz... gözyaşları daha fazla olsun diye!Ama bizim gözlerimizde yaş kalmadı! Vatanları yıkılsın diye, bizim elimizde yıkılmadık vatan kalmadı!1400 yıldır yağmur duaları ettik, her yer yağmurlarla doldu, sadece Şii ve Sünni çoğunluklu coğrafya hariç! 1400 yıldır zekat topladık, Şii ve Sünni çoğunluklu devletlerde her geçen gün açlık ve sefalet daha da arttı! Ey uyuyan ümmet! Beddua ettikleriniz... uzaya çıktılar, aydan uzanıp dünyaya baktılar, atomu parçaladılar, hücreyi böldüler, ikinci bir bilimsel devrim yarattılar.Sizler sadece iki bacak arası devrimlerle uğraştınız!Bugünlerde bile derslerinizde cinsellik nasıl olur, abdesti ne bozar, kadın ve siyah köpek namaz kılanın önünden geçerse namaz bozulur mu? gibi saçma sapan ictihadlara devam ediyorsunuz.Din adamlarınız, mahremiyet için yaşlı adamı emzirme ve ölen eşiniz ile son defa cinsellik üzerinde ittifak ettiler! Ne kadar övünseniz azdır!!.Ey uyuyan ümmet!Bizler aklımızı ve mantığımızı kullanmayı hak etmiyor muyuz? Akıllarımız bu bilimden, teknolojiden uygarlıktan faydalanmayı hak etmiyor mu?1400 yıldır aklımızın rehin oluşuna hayret etmeyelim mi!Biz biz yarış atı ile tarla sürüyoruz ve eşeği de koşuya hazırlayıp koşturuyoruz.Bundan ne zaman vazgeçeceğiz!
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(262. YAZI)Tahrim Süresi 12 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.2-) Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size farz kılmıştır. Yani Allah, sizin mevlânızdır. O, Alim'dir, Hakim'dir.3-) Hani Nebi eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu Nebi'ye bildirince, Nebi bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, "Bunu sana kim bildirdi?" dedi. (Nebi,) "Bunu bana, Alim ve Habir olan Allah bildirdi" dedi."VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ:Şia ve Ehli Sünnet'in din adamları; "Nebi (a.s) ın, eşlerinden Hafsa'ya bir sır söyledi. O ise bu sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Nebi (a.s) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.Eşi, Nebi (a.s)a bu sırrın ifşa edildiğini kimden öğrendiğini sordu. Nebi (a.s), bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi. Bu olay Kur'an'ı Mübin'de şu âyetle haber veriliyor."Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye açıklayınca, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi."(Tahrim- 3)Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarına göre, yukarıdaki âyette geçen "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" ifadesi, söz konusu sırrın ifşa edildiğini Nebi (a.s)a yüce Allah tarafından haber verildiğini göstermektedir.Yani bu haber verme olayı Kur'an'ın hiç bir yerinde geçmez. Dolayısıyla bu âyet, Allah Resulü'nün Kur'an'da yer alan vahiy dışında Allah'tan başka vahiy aldığının da bir göstergesidir."Cevap:Kur'an ehli muvahhidler her ne kadar, "Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın ümmeti bağlamadığını, ümmetin sadece vahiy'den sorumlu bulunduğunu" delilleriyle beraber, onlarca âyette detaylı olarak ortaya koysalar da, sıra mukallit mezhepçilere geldiğinde, uydurma hadislerin üzerine inşa ettikleri dinlerine alan açabilmek ve rivayet dininin meşru bir yol olduğunu göstermek için bu gibi âyetleri tahrif etmeye çalışıyorlar.Bu durum Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarının hiç bir zaman Allah'ın kitabına itibar etmediğini açık olarak gösteriyor.Öncelikle Şia ve Ehli Sünnet ruhbanlarının mezheplerinde "vahyi gayri metlüv" inancıyla ne kasdedildiğini açıklayalım. "Allah Resulü'ne genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'an'da olmayan hususlarda O’na haram ve helal koyma yetkisi de verilmiştir."(Hayrettin Karaman, "Kur'an'ın Hz. Peygamber'in Sünnetine Verdiği Değer, Sünnetin Dindeki yeri, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, s, 68, Ensar yayınları)Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarının anlayışına göre dinde, hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere ikidir."Vahyi metlüv" "Okunan vahiy" demektir. Yani namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi Metlüv" denilmiş,namazda okunmadığı halde, hadislerde aynen Kur'an âyetleri gibi, insanları bağlayıcı farzlar, vâcipler, hükümler, haramlar ve helaller bildiren vahiy'dir. "Okunmayan Vahiy" adı verilmiştir.Fakat mezhebin din adamları rivayetlere "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan vahiy" dedikleri halde, yine de"tahiyyat, sübhaneke, salli-bârik dualarını namazda okurlar. Yani inanç ve fikirleriyle çelişkiye düşerler.Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv!!!" üzerine bina ettiklerini görürüz.Yani onların hayatlarını sözde Kur'an, özde "vahyi gayri metlüv!!!" şekillendirmiştir.Ehli Sünnet ve Şia din adamları Nebi (a.s)a Kur'an dışında hükümler verildiğinin bir delili olarak Tahrim suresinin 3. âyetini gösterirler.Oysa ki daha ilk bakışta bu âyetin "gayri metlüv!!!" vahye işaret etmediğinin anlaşılması gerekirdi. Çünkü âyette şöyle bir ifade geçmektedir."...O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."(Tahrim-3)Eğer bu âyette geçen olay, Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının iddia ettiği gibi "gayri metlüv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Nebi (a.s)'ın birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey değildir. Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.Yüce Allah şöyle buyurur:"Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez!"(Maide-67)Tahrim süresinde anlatılan olayda ise, Nebi (a.s)'ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.Zaten bu olay bir aile meselesi olduğu ve aile içinde gizli kalması için ayette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır.Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" örnek olamaz. Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir.Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar.Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini âyetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer.Sonuç olarak:"Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu onun için açığa çıkarınca, Nebi'ye bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi.Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim- 3)Bu âyet ailevi bir meseleyi anlattığı için hep Nebi kavramı kullanılmıştır.Aslında bu âyette ümmeti ilgilendiren bir şey yoktur. Fakat yüce Allah vahiy ile elçilerin beşeri özelliklerini ortaya koyması gerekir ki, insanlar âlimlerini ve liderlerini yüceltmesinler.Aslında bu olayda kasdedilen haberi Nebi (a.s)'a Allah haber vermemiş de olabilir. Nebi (a.s)'ın hanımları tarafından olay yayılınca Nebi (a.s) da başkalarından duymuştu.Fakat Nebi (a.s) da var olan yüksek ahlak ve mükemmel edep gereği, kendisine dedikodu yapmayı yakıştırmadığı için bu duyma ve haber almayı yüce Allah'a izafe etmiştir. Kur'an'da bu güzel ahlaka işaret eden ayetler vardır.Mesela:"Her ne zaman Zekeriya (a.s) Meryem'in yanına gidip onun yanında bol bol rızık gördüğünde, "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorduğunda, Meryem, "Bu, Allah tarafındandır. Allah dilediğine sayısız rızık verir, derdi."(Âli İmran-37)Yani Meryem insanların kendisine hediye olarak getirmiş oldukları yiyecekleri Allah'a izafe etmiştir.Yoksa sürekli olarak Allah tarafından Meryem'e yiyecek gelmiyordu.Mesela:Nasıl ki çalışıp çabalayarak, emek sarfederek ekonomik bakımdan durumu yerinde olan birine, "Hayırdır, bu variyet nereden? diye sorulduğunda, nezaket ve güzel ahlak gereği, "Allah tarafından" demesi gerekiyorsa, Allah tarafından bu olay (Tahrim-3) ile alakalı Nebi'ye bir haber veya vahiy gelmiş değildir.Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının bu âyeti vahyi gayri metlüv için delil göstermeleri tam bir cehalettir.4-) (Ey Nebi'nin eşleri! Eğer siz ikiniz Allah'a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Nebi'ye karşı birbirinize arka çıkarsanız, onun mevlâsı Allah yani cibril yani müminlerin salihi (vahiy indirerek onları ıslah eden). Bunlardan sonra melekler (müminler) de ona arka çıkarlar.(Yukarıdaki âyette bulunan "Allah, Cibril ve sâlihil müminine" aynı anlama gelmektedir. Yani yüce Allah yani cibril yani müminlerin ıslahı için onarıcı vahyi indiren göklerin ve yerin tek mâliki ve yegane sahibi olan yüce yaratıcı.Âyetin sonunda bulunan melekler ise, müminlerdir.)5-) Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman. mümine, gönülden (Allah'a) bağlı, tevbe eden, ibadet eden, sâime olan, dul ve bakire eşler verebilir.6-) Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, gayet şiddetli, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere isyan etmeyen yani kendilerine emredilen şeyi yapan melekler (görevliler) vardır.7-) Ey kâfir olanlar! Bu gün özür dilemeyin! Siz ancak amellerinizin karşılığı ile cezalandırılıyorsunuz.8-) Ey iman edenler! Allah'a Nasuh bir tevbe ile tevbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Nebi'yi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden nehirler akan cennetlere koyar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. "Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi mağfiret et; senin her şeyin üzerinde bir kudrete sahipsin. derler.(Nübüvvet ve risâlet arasında bulunan farklardan biri de Risâlet dünyada sona ererken, Nübüvvet âhirette de devam etmektedir. (Nisa -69)Çünkü Risâlet bir ihlas ve takva makamı iken, Risâlet bir misyondur. Yani rütbeler dünyada sona ererken, erdemler âhirette de devam edecektir. Dolayısıyla insanlar âhirette dünyadaki görevleri ile değil, üstün meziyetleri ve güzel ahlakları ile bilinecekler.)9-) Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. (Orası) ne kötü varış yeridir!10-) Allah, kâfir olanlara, Nûh'un hanımı ile Lût'un hanımını misal olarak verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikah) altında bulunuyorlardı. Derken onlara (inançta) hainlik ettiler de kocaları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, "Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!" denildi.11-) Allah, iman edenlere ise, Firavun'un hanımını misal gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana indinde, cennette bir ev bina et. Beni Firavun'dan ve onun amelinden koru yani beni zalimler topluluğundan koru!" demişti.12-) Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem'i de (iman edenlere) örnek gösterdi. O (Allah'a) bağlı olanlardandı. (Tahrim Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(261. YAZI)Talak Süresi 12 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey Nebi! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'a karşı takvalı olun. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'ın hududlarını aşarsa, şüphesiz kendi nefsine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, daha sonra yeni bir iş ortaya çıkarır.2-) Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce tutun, yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimselere öğüt verilmektedir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah ona bir çıkış yolu açar.3-) Yani onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.4-) Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar yani âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.Çocuk Evliliğinin Kur'an'da Bir Dayanağı Var Mıdır?Çeviride geçen "Henüz adet görmemiş" den ne anlarsınız? Şu an adet görmemiş ancak adet görecek olanı anlarsınız. Peki bunlar kimdir? Tabii ki çocuk yaştaki kız çocukları. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, yukarıdaki âyet, bir çok âyet gibi, meâlinde büyük hata yapılan âyetlerden biridir. Ayette geçen "lem yehidne" ibaresindeki "lem" sözcüğü önüne gelen geçmiş fiili geçmiş zamanda olumsuz yapar. Burada "adet görme" fiilinden önce geldiği için bu fiili "adet görmeyenler" şekline dönüştürmesi gerekir, "henüz âdet görmeyenler" şeklinde değildir.Mesela: Bu olumsuzluk ekiyle ilgili Kur'an'dan şöyle bir örnek vermek mümkündür. Hemen hemen herkesin ezbere bildiği, yüce Allah'ın kendisini tanıttığı İhlas süresinin üçüncü âyeti "lem yelid ve lem yüled" dir. Bakın, olumsuzluk eki veren "lem" sözcüğü bu sefer "doğurmak" ve "doğurulmak" fiilinin önüne gelmiş ve anlamı "doğurmadı ve doğurulmadı" şekline sokmuştur.Peki sürede "doğurmadı ve doğurulmadı" diye bahsedilen kimdir? Tabi ki yüce Allah. Bu âyetlerdeki "lem" sözcüğüne Diyanetin verdiği anlamı verirsek, Allah'a atfen "henüz doğurmadı ve doğurulmadı" şeklinde saçma bir çeviri ortaya çıkar. Demek ki "lem" sözcüğüne "henüz" anlamı ve-ri-le-mez.Diğer taraftan Kur'an'da, "hem bedeni (büluğ) hem de akli(rüşd) olgunluk" un evliliğin koşulu olarak zikredildiği akıldan çıkarılmamalıdır. (Nisa -6)Şimdi akla gelen soru şu: Gerçek böyleyken neden meallerin bir kısmında henüz adet görmemiş kız çocuklarının evliliğine atıf yapan bir çeviri yapılmaktadır?Dinlerini uydurma rivayetlerin üzerine inşa ettikleri leri için, Şia ve Ehli Sünnet'te açıktan açığa dillendirilmese de bu konu maalesef böyle kabul edilmektedir. Bu yanlış çevirilerden hareket eden dinsiz ve deistler de "Gördünüz mü, İslam dini küçük yaştaki kız çocuklarıyla evlenilmesine izin veriyor, bu nasıl bir din, böyle din olur mu" diyerek yüce İslam dininin aleyhinde propaganda yapıyor ve özellikle gençleri Kur'an'ın rahmet ikliminden uzaklaştırıyorlar. Rivayetlerden etkilenerek yapılan bu yanlış çevirileri Kur'an'ın bir emriymiş gibi kabul edenlere, "pekala, madem küçük yaştaki kızların evlendirilmesi Kur'an'ın bir emri ise, siz kızlarınızı neden küçük yaşta, çocuk iken evlendirmiyorsunuz?" diye sorulduğunda ya cevap verememekte ya da akıl ve vicdan sahibi bir kimsenin kabul edemeyeceği saçma sapan argümanlarla çıkış yolu aramaktadırlar.Hatalı çevirilerin yolaçtığı olumsuzlukların vebali çok büyük olacaktır.Sonuç olarak, bu âyette "lem yenidne" yi "henüz adet görmeyenler" olarak değil, "yani adet görmeyenler" şeklinde çevirmek doğru bir çeviri olacaktır.5-) İşte bu (Kur'an) Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah onun kötülüklerini örter yani onun mükâfatını muazzam yapar.6-) (İddetleri süresince) gücünüz nispetinde, meskün bulunduğunuz yerin bir bölümünde onları meskün edin. Yani onları darlığa sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar onlara infak edin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda mârufa uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir.7-) Eli geniş olan, elinin genişliğine göre infak etsin. Rızkı dar olan da, Allah'ın ona verdiğinden (o ölçüde) infak etsin. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.(Yukarıdaki âyetlerde bulunan "infak" kavramına, "nafaka" anlamını vermek doğru değildir.Çünkü İslâm dininde süresiz nafaka yoktur. Gücü nispetinde boşanacak kadınlara infak etmek vardır. Ve bu konu yukarıdaki âyette çok açık bir şekilde ortaya konmuştur. Aslında infak ile nafaka aynı şeydir. Fakat nafaka kelimesi, bulunduğu anlamdan başka bir manaya evrilmiştir. İşte bu mana yüzünden erkekler aleyhinde ekonomik ve psikolojik açıdan onarılması mümkün olmayan sorunlar açılıyor.)8-) Nice kentler Rablerinin ve O'nun Resûllerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu yüzden kendilerini şiddetli bir hesaba çektik yani istenmeyen bir azabla onlara azap ettik.9-) Böylece yaptıklarının cezasını tattılar yani işlerinin sonu tam bir hüsran oldu.10-) Allah, ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan akıl sahipleri, Allah'a karşı takvalı olun! Andolsun ki Allah, size bir zikir (Kur'an) indirdi.11-) İman edip yani salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resûl gönderdi. Kim Allah'a iman eder yani salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar. Şüphesiz ki Allah, ona en güzel bir rızık vermiştir.12-) Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah'ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah'ın her şeyin üzerinde bir kudrete sahip olduğunu yani Allah'ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.(Talak Süresinin Sonu)
16 Temmuz 2022 Cumartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(261. YAZI)Talak Süresi 12 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey Nebi! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'a karşı takvalı olun. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'ın hududlarını aşarsa, şüphesiz kendi nefsine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, daha sonra yeni bir iş ortaya çıkarır.2-) Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce tutun, yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimselere öğüt verilmektedir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah ona bir çıkış yolu açar.3-) Yani onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.4-) Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar yani âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.Çocuk Evliliğinin Kur'an'da Bir Dayanağı Var Mıdır?Çeviride geçen "Henüz adet görmemiş" den ne anlarsınız? Şu an adet görmemiş ancak adet görecek olanı anlarsınız. Peki bunlar kimdir? Tabii ki çocuk yaştaki kız çocukları. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, yukarıdaki âyet, bir çok âyet gibi, meâlinde büyük hata yapılan âyetlerden biridir. Ayette geçen "lem yehidne" ibaresindeki "lem" sözcüğü önüne gelen geçmiş fiili geçmiş zamanda olumsuz yapar. Burada "adet görme" fiilinden önce geldiği için bu fiili "adet görmeyenler" şekline dönüştürmesi gerekir, "henüz âdet görmeyenler" şeklinde değildir.Mesela: Bu olumsuzluk ekiyle ilgili Kur'an'dan şöyle bir örnek vermek mümkündür. Hemen hemen herkesin ezbere bildiği, yüce Allah'ın kendisini tanıttığı İhlas süresinin üçüncü âyeti "lem yelid ve lem yüled" dir. Bakın, olumsuzluk eki veren "lem" sözcüğü bu sefer "doğurmak" ve "doğurulmak" fiilinin önüne gelmiş ve anlamı "doğurmadı ve doğurulmadı" şekline sokmuştur.Peki sürede "doğurmadı ve doğurulmadı" diye bahsedilen kimdir? Tabi ki yüce Allah. Bu âyetlerdeki "lem" sözcüğüne Diyanetin verdiği anlamı verirsek, Allah'a atfen "henüz doğurmadı ve doğurulmadı" şeklinde saçma bir çeviri ortaya çıkar. Demek ki "lem" sözcüğüne "henüz" anlamı ve-ri-le-mez.Diğer taraftan Kur'an'da, "hem bedeni (büluğ) hem de akli(rüşd) olgunluk" un evliliğin koşulu olarak zikredildiği akıldan çıkarılmamalıdır. (Nisa -6)Şimdi akla gelen soru şu: Gerçek böyleyken neden meallerin bir kısmında henüz adet görmemiş kız çocuklarının evliliğine atıf yapan bir çeviri yapılmaktadır?Dinlerini uydurma rivayetlerin üzerine inşa ettikleri leri için, Şia ve Ehli Sünnet'te açıktan açığa dillendirilmese de bu konu maalesef böyle kabul edilmektedir. Bu yanlış çevirilerden hareket eden dinsiz ve deistler de "Gördünüz mü, İslam dini küçük yaştaki kız çocuklarıyla evlenilmesine izin veriyor, bu nasıl bir din, böyle din olur mu" diyerek yüce İslam dininin aleyhinde propaganda yapıyor ve özellikle gençleri Kur'an'ın rahmet ikliminden uzaklaştırıyorlar. Rivayetlerden etkilenerek yapılan bu yanlış çevirileri Kur'an'ın bir emriymiş gibi kabul edenlere, "pekala, madem küçük yaştaki kızların evlendirilmesi Kur'an'ın bir emri ise, siz kızlarınızı neden küçük yaşta, çocuk iken evlendirmiyorsunuz?" diye sorulduğunda ya cevap verememekte ya da akıl ve vicdan sahibi bir kimsenin kabul edemeyeceği saçma sapan argümanlarla çıkış yolu aramaktadırlar.Hatalı çevirilerin yolaçtığı olumsuzlukların vebali çok büyük olacaktır.Sonuç olarak, bu âyette "lem yenidne" yi "henüz adet görmeyenler" olarak değil, "yani adet görmeyenler" şeklinde çevirmek doğru bir çeviri olacaktır.5-) İşte bu (Kur'an) Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah onun kötülüklerini örter yani onun mükâfatını muazzam yapar.6-) (İddetleri süresince) gücünüz nispetinde, meskün bulunduğunuz yerin bir bölümünde onları meskün edin. Yani onları darlığa sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar onlara infak edin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda mârufa uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir.7-) Eli geniş olan, elinin genişliğine göre infak etsin. Rızkı dar olan da, Allah'ın ona verdiğinden (o ölçüde) infak etsin. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.(Yukarıdaki âyetlerde bulunan "infak" kavramına, "nafaka" anlamını vermek doğru değildir.Çünkü İslâm dininde süresiz nafaka yoktur. Gücü nispetinde boşanacak kadınlara infak etmek vardır. Ve bu konu yukarıdaki âyette çok açık bir şekilde ortaya konmuştur. Aslında infak ile nafaka aynı şeydir. Fakat nafaka kelimesi, bulunduğu anlamdan başka bir manaya evrilmiştir. İşte bu mana yüzünden erkekler aleyhinde ekonomik ve psikolojik açıdan onarılması mümkün olmayan sorunlar açılıyor.)8-) Nice kentler Rablerinin ve O'nun Resûllerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu yüzden kendilerini şiddetli bir hesaba çektik yani istenmeyen bir azabla onlara azap ettik.9-) Böylece yaptıklarının cezasını tattılar yani işlerinin sonu tam bir hüsran oldu.10-) Allah, ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan akıl sahipleri, Allah'a karşı takvalı olun! Andolsun ki Allah, size bir zikir (Kur'an) indirdi.11-) İman edip yani salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resûl gönderdi. Kim Allah'a iman eder yani salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar. Şüphesiz ki Allah, ona en güzel bir rızık vermiştir.12-) Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah'ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah'ın her şeyin üzerinde bir kudrete sahip olduğunu yani Allah'ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.(Talak Süresinin Sonu)
14 Temmuz 2022 Perşembe
TEMMUZ RUHUGerçekler cahillerin hoşuna gitmez, özellikle atalarını, âlimlerini, mezhep imamlarını, efendilerini "lé yüs'el" yani "sorumsuz birer ilah ve Rab" olarak görenler, şu fikirlerimi kabul etmeyeceklerdir.Eğer Allah'ın kitabı Kur'an, gerçekleri güneş gibi ortaya koymasaydı geçmişini kutsayan Kur'an cahillerine karşı gelemezdik.Fakat gök kubbeden bin derece daha sağlam ve kesin delil olan Allah'ın mesajına dayandığımızdan, atalarını ilah ve Rab konumuna sokan mukallitler bize karşı ilmi ve akli bir delil getiremiyorlar. Kur'an'a dayanarak her zaman şu gerçeği söylemişimdir.Günümüz Türkiye Cumhuriyetinde veya İslam aleminin herhangi bir beldesinde bulunan bir müslüman ile Allah Resulü'nün döneminde Medine'de yaşayan bir sahabi arasında fazilet açısından hiç bir fark yoktur.Yani Ebubekir ve Ömer günümüzün İstanbul'unda yaşayan bir mü'minden takva ve ihlas haricinde daha üstün değillerdir.Allah'ın mesajına göre üstünlük sadece ihlas, takva ve güzel ahlaka bağlıdır. Siz, Allah Resulü'nün arkadaşlarını yücelten, düşüncesi kıt mezhep tapıcılarına bakmayın, Kur'an'a bakın gerçeği apaçık bir şekilde göreceksiniz.Yani anlayacağınız son vahyin tarihinde asrı saadet diye bir devir yaşanmadı. Mesela: Son inen sürelerden biri olan Tevbe süresinin son âyeti şöyledir. "Ey Nebi! Eğer (onların hepsi) yüz çevirirlerse, de ki, "Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim. Ve O (Allah) azim arşın Rabbidir"Fakat vahiy'den yüz çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an cahili atalarını o derece yüceltirler ki, ümmeti geçmişe mahkum ederek doğrunun ortaya çıkmasına engel olurlar.Rahmân ve Rahim olan yüce Allah'a sonsuz hamd olsun ki, önümüzde Kur'an gibi tükenmez bir ilim ve hikmet hazinesi var.Ve bu Kur'an en geniş manada Allah Resulü'nün arkadaşlarının sergilemiş oldukları ahlakı bize çok açık olarak haber veriyor. Mesela: "Allah Resulü'nün arkadaşlarının savaştan kaçtıklarını..." (Âli İmran- 152, 153; Tevbe, 25, 26)"Savaşa gitmekten korktuklarını..." (Tevbe- 38, 39, 40)"Ölümden korktuklarını..." (Âli İmran- 142, 143, 144, 145, 146)"Dünya malı için masum insanları öldürdüklerini..."(Nisa- 94)"Allah Resulü'nün hanımına zina iftirasında bulunduklarını..."(Nur- 11/20)"Güç ve menfaat karşısında boyun eğmeyi bile Allah Resulü'ne karşı minnet sebebi yaptıklarını..." (Hucurat- 17)"Allah'a din öğretmeye yeltendiklerini"(Hucurat- 16)"Dedikodu, ğiybet, casusluk, fitne gibi kötü ahlaka tevessül ettiklerini..."(Hucurat- 11, 12)"Allah Ve Resulü'ne ihanet ettiklerini..."(Enfal, 27)"Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini..."(Mumtehine- 1,2,3,4,5)"Allah Resulü önemli bir konuşma yaparken onu ayakta terkederek eğlence ve ve ticarete koştuklarını..."(Cuma- 11) bildirmektir. Bunlar gibi Allah Resulü'nün yani arkadaşlarının (ashabın) olumsuz hareketlerini anlatan yüzlerce âyet mevcuttur.Şüphesiz Allah Resulü'nün arkadaşları içinde kahraman, fedakar ve Allah'ın razı olduğu kimselerde vardır ve bu gerçek de Kur'an'da bildirilmiştir.(Tevbe-100; Ahzab-22,23; Fetih-18)İşte 15 temmuz akşamında en kozmik ve karanlık bir örgüte karşı tarihte eşine az rastlanır bir kahramanlık sergileyen yiğitleri yad etmek, özgürlüğe aşık olan her insanın üzerine bir görevdir.Elinde hiç bir silahı olmayan, korkup yılmayan, hareket halinde olan tankın altına yatan, en ağır savaş araçlarına karşı çıplak eliyle meydan okuyan siz kahramanlara saygı ve selamlarımı sunuyorum.Bu olay bir partiyi tutma ve hükümeti kurtarma meselesi değildir.Bu olay emperyalistlerin uşaklarına karşı yapılmış asla küçümsenmemesi gereken büyük bir kahramanlık destanıdır.15 Temmuz'da ölüme meydan okuyanlar! Mekke ve Medine'de değil, sizinle aynı coğrafyada ve aynı zaman diliminde yaşadığımdan dolayı gurur duyuyorum.Allah sizlerden razı olsun.Bence 15 Temmuz akşamında Allah, insanların kalplerinden ölüm korkusunu silip atmıştı.Artık yaşamak ile ölmek arasında bir fark kalmamıştı.O gece insanlar asli vatanları olan âhiret yurduna daha yakın duruyorlardı.Tarihte buna benzer sahnelerin olduğunu Kur'an iftiharla bize aktarıyor.15 Temmuz din ve iman meselesini aşan bir destandır. Çünkü diyanetin dini, fetö'nün dininden daha kaliteli değildir.İkisinin dini de yüce Allah'a ve Resûlüne iftira olan karanlık Ehl-i Sünnet dinidir.Dolayısıyla 15 Temmuz bir özgürlük ve istiklal destanıdır.Hareket halinde olan tankın altına yatmak nasıl bir imandır. O gece Allah tarafından sekine ve huzur nazil olmuştu."Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (sükunet ve huzur duygusunu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kafirlere azap etti. İşte bu, kafirlerin cezasıdır"(Tevbe- 26)"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever"(Âli İmran- 146)"Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle! "(ÂLİ İMRAN-147)"Allah da onlara dünya nimetini ve daha da önemlisi ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, muhsinleri sever"(Âli İmran-148)Allah mekanını cennet etsin, Mehmet Akif boşuna " Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" dememiş.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(260. YAZI)Teğabun Süresi 18 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerde ne varsa Allah'ı tespih eder. Mülk yalnızca O'nundur yani hamd (güç-kuvvet- övgü) O'na mahsustur. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.2-) O, sizi yaratandır. Böyle iken (inanç ve amellerinizle) kiminiz kâfir, kiminiz mü'mindir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.3-) Gökleri ve yeri hak (bir amaca yönelik) olarak yarattı. Sizi tasvir etti ve tasvirinizi de en güzel bir şekilde yaptı. Dönüş yalnız O'nadır.4-) Göklerde ve yerde olanları bilir. Yani gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, göğüslerin özünü (içinde bulunanı) bilendir.5-) Daha önce kâfir olup da (küfürlerinin) cezasını tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için elim bir azap vardır.6-) Bu, Resûllerinin, onlara beyyinelerle gelmeleri ve onların da, "Bir beşer mi bizi hidayete iletecekmiş?" deyip de kâfir olmaları yani yüz çevirmeleri sebebiyledir. Allah da ğani olduğunu (hiçbir şeye muhtaç olmadığını) göstermiştir. Allah, Ğani'dir, Hamid'tir.7-) Kâfir olanlar, (öldükten sonra) asla diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: "belé" yani Rabbime and olsun ki, mutlaka diriltileceksiniz, sonra amelleriniz size haber verilecektir. Bu, Allah'a kolaydır."(Kabir azabının olmadığını gösteren âyetlerden bir tanesi de bu âyettir. Çünkü âyette "...mutlaka diriltileceksiniz, sonra amelleriniz size haber verilecektir" buyrulmuştur. Yani dirilişten önce hiç kimse yaptığı amelin farkında olmayacaktır. Dolayısıyla hesap ve kitap, cennet ve cehennem son saatten sonra olacaktır.)8-) Artık siz Allah'a yani Resûlune yani indirdiğimiz nûra (Kur'an'a) iman edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.9-) Toplanma vakti için Allah´ın sizi toplayacağı günü düşün. O gün aldanışın ortaya çıkacağı gündür. Kim Allah´a iman eder yani salih amel işlerse, Allah onun kötülüklerini örter ve onu içinden nehirler akan, ebedî olarak kalacakları cennetlere sokar. İşte bu azim başarıdır.10-) Kâfir olanlara yani âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar, içinde devamlı kalmak üzere nârın ashâbıdır. Orası ne kötü varılacak yerdir!11-) Allah'ın izni (yasası) olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbini hidayete iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.12-) Allah'a itaat edin yani Resule itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Resülümüze düşen sadece (vahiy'le) apaçık bir tebliğdir.(Kur'an'a göre Resûl'e itaat Allah'a itaat etmektir. Çünkü Resûl vahyi tebliğ eden kişidir. İşte bu yüzden tebliğ de itaat etmek de Resûl bağlamında kullanılmıştır. Tebliğ ve itaat hiç bir âyette Nebi bağlamında geçmez.)13-) Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Mü'minler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.14-) Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer yani mağfiret ederseniz (bağışlarsanız) şüphe yok ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Eşlerin ve çocukların düşman olması kişiyi yüce Allah'ın vahyinden yani hidayetten yani Allah yolunda infak etmekten uzaklaştırmaları anlamına gelmektedir. İnsan bütün malını eşini ve çocuklarını razı etmek için harcar, Allah yolunda infak ederek kendini cehennem azabından kurtarmaya çalışmaz. Dolayısıyla ailesi kendisine büyük bir düşmanlık yapmış olur. Hemde hiç kimsenin yapamadığı bir düşmanlık.İnsan başta anne babası olmak üzere miskin ve fakirlerden baslayarak infak ile kendini cehennem azabından kurtarması gerekiyor. Tevhid akidesinden sonra en büyük kurtarıcı ve şefaatçi yüce Allah yolunda infak etmektir.)(Bu konuda Munafikun 9, 10, 11 âyetlerden de ders çıkarılabilir.)15-) Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir; Allah katında ise azim bir mükâfat vardır. 16-) O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı takvalı olun. (Vahyi) Dinleyin, (ona) itaat edin, kendi nefsinizin hayrı için infak edin. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.(Kim ne infak ederse kendisi için infak etmiş olur. Hiç kimse başkası adına hayır yapamaz. İnsan kendi eliyle ne verirse âhirette onu bulur. (Bakara-110)17-) Eğer siz Allah'a güzel bir borç verirseniz, Allah onu size, kat kat öder yani sizi mağfiret eder. Allah, şükrün karşılığını verendir, halîmdir.18-) O, gaybı da şehâdeti de bilendir, Aziz'dir, Hâkim'dir.(Teğabun Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(259. YAZI)Munâfikun Süresi 11 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) (Ey Resûl!) Münafıklar sana geldiklerinde, "Senin, elbette Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz" derler. Allah senin, elbette kendisinin Resûlü olduğunu biliyor. Yani münafıkların yalancılar olduklarına Allah şahittir. (Şii ve Sünni din adamlarının "Allah birdir" sözlerine bile itibâr etmemek gerekiyor. Çünkü Allah birse, hiç şüphesiz ki Allah birdir, kitap da bir olması gerekir. "Allah birdir" deyip de, Kur'an'ı bir kenara bırakıp sayısız kaynak edinmek yalancılıktan başka bir şey değildir.) 2-) Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah'ın yolundan engellediler. Gerçekten onların amelleri çok kötü olmuştur!3-) Bu, onların önce iman edip sonra kâfir olmaları, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar.4-) Onları gördüğün zaman cisimleri (kalıpları-görünuşleri) acayibine gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her sayhâyı kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan (şerlerinden) sakın! Allah onları öldürmüştür! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!(Vahye icabet etmedikleri için tüm duygu ve düşüncelerini köreltmiş ve öldürmüşlerdir.) 5-) Onlara, "Gelin, Allah'ın Resûlü size istiğfar etsin" denildiği zaman başlarını çevirirler yani sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.(Nebi'nin değil de, Resûlun istiğfar etmesi, vahiy ile yüce Allah'ın onları affetmesi içindir. Yani yaptıklarından dolayı pişman olduklarını Resûle söyleyerek, Resûl de yüce Allah'tan onlar için istiğfar edecekti. Çünkü söz ve tavırlarıyla Allah'ın Resûlunün üzülmesine sebep olduklar.İşte bundan dolayı onu da razı etmeleri gerekiyor.)6-) Onlara istiğfar etsen de, istiğfar etmesen de onlar için birdir. Allah, onları asla mağfiret etmeyecektir. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez.(Yukarıdaki âyette bulunan istiğfarın kabul edilmemesinin sebebi ise, onlardan habersiz olarak yani giyaplarında Nebi'nin onlara dua ve istiğfar etmesidir. Onlar pişman olduklarını Resûle itiraf etmedikleri sürece Nebi'nin onlara dua ve istiğfarının hiç bir anlamı ve değeri yoktur.)7-) Onlar, "Allah Resûlü'nün yanında bulunanlara (muhacirlere) infak yapmayın ki dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.8-) Onlar, "Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, izzetli olan, zelil olanı oradan mutlaka çıkaracaktır" diyorlardı. Hâlbuki izzet, ancak Allah'ın yani Resûlünün ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.9-) Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikrinden (Kur'an'dan) alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar husrana uğrayanların ta kendileridir.10-) Herhangi birinize ölüm gelip de, "Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar te'hir etsen de de sadaka verip salihlerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda infak edin.11-) Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi asla te'hir etmez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(Munâfikun Süresinin Sonu)
12 Temmuz 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(258. YAZI)Cuma Süresi 11 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey, melik, kuddus, aziz, hakim olan Allah'ı tespih eder.2-) O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı yani hikmeti öğreten bir Resûl gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan (vahiy ve Resûlden) önce apaçık bir sapkınlık içinde idiler.("...Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapkınlık içinde idiler" cümlesi çok önemlidir. Kur'an'sız hayatın sapkınlıktan başka bir şey olmadığını gösteriyor.)3-) Allah, o Resûl'ü onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da göndermiştir. O, aziz ve hakim olandır.4-) İşte bu, Allah'ın faziletidir. Onu dileyene verir. Allah, azim fazilet sahibidir.5-) Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız yani direkt olarak) hidayete erdirmez.ALLAH'IN ÂYETLERİNİ "TEKZİB" (YALANLAMA) NE DEMEKTİR? "Allah'ın kitabını ve âyetlerini yalanlamanın" "tekzib" bildiğimiz anlamda dille kabul etmeme, dille inkâr etme, dille reddetme, dille "ben âyetlere inanmıyorum" anlamında değildir.Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan, "tekzib" (âyetleri yalanlama ) inanç, ahlak, amel ve tavırla yani onlardan yüz çevirme, vahyi hedefinden saptırma, Allah'ın âyetlerini hakkıyla takdir etmeme, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinme" anlamında kullanılmıştır. Âyete bir daha bakalım."Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız yani direkt olarak) hidayete erdirmez"Âyette bulunan "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenler..." "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin..." ile "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" cümleleri önemlidir.Tevrat ile yükümlü olan din adamları, dil ile hiçbir zaman Tevrat'ı yalanlamaz ve ona dil ile karşı gelmezler. Fakat onların inanç ve ahlaklarında yani dini hayatlarında kaynak olarak Tevrat'ın yeri yoktur. Onlar din ve hüküm olarak rivayetlere dayandıkları için Tevrat'ı yalanlamış oldular.Ayrıca âyetin güncellenmesi açısından "Tevrat" ibaresinin yerine "Kur'an" kelimesini koymamız gerekmektedir. Yoksa Kur'an'ı okumanın bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia din adamları dil ile Allah'ın kitabını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, en basit meselelerde bile Allah'ın âyetlerine karşı muvahhidlerle mücadele ederler."Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin (bu kötü ahlakları)gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35)Mesela: Dil ile iman ettiklerini söylemelerine rağmen imanın kalbe inmemesi, kalbin âyetleri tasdik etmemesi, yani Kur'an'ı hakkını vererek okumamaları, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı)onu, hakkını gözeterek okurlar.Çünkü onlar ona iman ederler.Ama her kim ona kâfir olursa (görmezden gelirse) İşte hüsranda kalanlar bunlardır "(Bakara- 121)Mesela:Kur'an'ın her âyetine kayıtsız şartsız teslim olmamaları, bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeleri, onu parçalamaları, manasını parçalayıp dağıtmaları, içinde var olan bağlam ve bütünlüğü görmemeleri, üzerinde tefekkür etmemeleri, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamamaları, Kur'an'ın anlam sistemine sahip olmamaları, kavramlarının üzerinde durmamaları,"...Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip bir kısmına kâfir mi oluyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak alçaklık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir..."(Bakara-85)"Kur'an'ı bütünsüz parçalar olarak görenlere gelince, Rabb'inin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz "(Hicr- 91, 92, 93)Mesela:Âyetleri gizleme, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.( Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerine tüm insanların laneti onların üzerindedir. Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar.Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara- 159, 160, 161, 162, 163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak(ve hidayet olarak apaçık) indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)Mesela:Kur'an'ın yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinip tevhid akidesini bozmaları,"Dinlerini fırka fırka edip şialara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Mesela: Kur'an'ın gerçeklerini bâtıla bulaştırmaları, batıl ile gizlemeleri, saflığını ve temizliğini tahrip etmeleri, onu tanınmaz hale sokmaları, "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, (bile bile) hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin muhaddis ve müctehidleri her türlü küfür, tekzib (yalanlama) ve gizleme günahlarını işlemişlerdir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe, yalan, uydurma, sapkınlık, iftira olan rivayetlerin hepsi Kur'an'ı inkâr ve onu dolaylı yoldan yalan saymak anlamına geliyor.Bir Suriyeli vatandaş ile sohbet ediyoruz, kabir azabının olmadığı ile ilgili Kur'an'da en az bin âyet vardır, dediğimde hayretler içerisinde kalarak dedi ki: "Ben, hayatımda şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım"İşte İslam toplumunun Kur'an'la olan ilişkisi budur.6-) De ki: "Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah'ın dununda evliya olduğunuzu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü temenni edin!"7-) Ama onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü temenni etmezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.8-) De ki: "Sizin kendisinden firar etmek istediğiniz ölüm var ya, o mutlaka size mulâki olacaktır. Sonra gaybı da, şehadeti de bilen Allah'a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."9-) Ey iman edenler! Cuma (toplantı) günü salât'a nida edildiği zaman, hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.(Yukarıdaki âyet, salât'ın vahiy yani Kur'an'a gitmek, onu dinlemek, ondan destek almak, onun ilim ve ahlakına sahip olmak olduğunu" açık olarak ortaya koymaktadır. Yani esas olarak cuma (toplantı) günü salât olan namaz değil, "hutbe" olarak değiştirilen zikirdir. "Abdest!" âyeti olarak bilinen Mâide 6.âyetteki temizlik işte bu cuma (toplantı) salât'ı için meşru kılınmıştır.)10-) Salât kaza edildiğinde (bittiğinde) artık yeryüzüne dağılın yani Allah'ın faziletinden (nimetini-nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.11-) Durum böyle iken onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın indinde bulunan (nimetler), eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."(Sahabeler de bizim gibi insanlardı, onların da zaafları vardı. İçlerinde fedakar ve mert insanlar var olduğu gibi, Nebi (a.s) önemli bir konuşma yaparken eğlence ve ticarete koşanlar da vardı. Yani ashâb gökteki yıldızlar gibi değillerdi.)(Cuma Süresinin Sonu)
11 Temmuz 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(257. YAZI)Saf Süresi 14 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih eder. O, Aziz ve Hakim olandır.2-) Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?3-) Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah'ın indinde büyük bir nefretle karşılanır.4-) Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.5-) Hani Mûsâ kavmine, "Ey kavmim! Allah'ın size gönderdiği bir Resûl olduğumu bilip durduğunuz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?" demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.6-) Hani, Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah'ın size, benden önce gelen Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir Resûl'ü müjdeleyici (olarak gönderdiği) Resulüyum" demişti. Fakat (İsa) onlara beyyinelerle gelince, "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler.7-) İslâm'a davet edildiği hâlde, (hadislerle-ictihadlarla) Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.8-) Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.(Yani hanif İslam son vahiy'le birlikte, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak tamamlanacak, siyasal hakimiyet ve iktidar gücü olarak değil.)9-) Müşrikler hoşlanmasa da, dinini (daha önce indirdiği) dinden daha zahir (açık) kılmak için Resûlunu hidayet yani hak din ile gönderendir.(İstisnasız bütün mealler yukarıdaki âyete hatalı anlam veriyorlar. Yani âyette vurgulanmak istenen son vahyin siyasi ve hukuki hakimiyeti değildir. Çünkü hiç bir zaman tevhid dini, siyasal ve yönetim açısından şirkin üzerine bir hakimiyet kuramamıştır. Zaten İslam dininin böyle bir amacı da yoktur. Âyette anlatılmak istenen, tevhid dininin yani hanif İslam'ın son vahiy'le birlikte detaylı ve açık olarak ortaya konmasıdır. Önemli olan budur. Yani artık son vahiy'le birlikte tevhid ve şirk açısından anlaşılmayan ve kapalı kalan bir nokta kalmamıştır. Yoksa Nebi ve Resûllerin hayatta olduğu zaman bile İslam tam bir hakimiyet kuramamıştır. İslam insanların gönüllerine, inançlarına, zihinlerine ve ahlaklarına, bireysel ve toplumsal yani sivil hayatın tümüne hakimiyet kurmak istiyor.İnsanlar, sabahtan akşama kadar, gece gündüz, yirmi dört saat, dört mevsim, on iki ay, üç yüz altmış beş gün, her an yüce Allah'ın gözetimi altındadırlar. Belli vakitlerde ve belli yerlerde değil. İnsanlar bu şuur ve inanca sahip oldukları zaman İslam'ın yani yüce Allah'ın gerçek hakimiyeti kurulmuş olacaktır. Yoksa Şiilik ve Sünniliğin hakimiyeti ile sadece tağutların karanlık hakimiyeti kurulmuş olacaktır.)10-) Ey iman edenler! Sizi elim bir azaptan kurtaracak bir ticarete delâlet (aracılık) edeyim mi?11-) Allah'a yani Resûlüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.12-) (Bunu yapınız ki Allah,) günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden nehirler akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır.13-) Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan bir nusret yani yakın bir fetih (Mekke'nin fethi). (Ey Resul!) Mü'minleri müjdele!14-) Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Meryem oğlu İsa'nın havarilere dediği gibi, "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havariler de, "Biz Allah'ın yardımcılarıyız" demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir tâife inanmış, bir tâife de kâfir olmuştu. Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün gelerek sabahladılar.(Saf Süresinin Sonu)
10 Temmuz 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(256. YAZI)Mümtehine Süresi 13 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları evliya edinmeyin. Siz onları sevgiyle karşılıyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakka kâfir oldular. Rabbiniz olan Allah'a iman ettiniz diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, andolsun ki düz yoldan sapmış olur.2-) Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar yani kâfir olmanızı arzu ederler.3-) Rahimleriniz (yakınlarınız) ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.4-) İbrahim'de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, "Biz sizden ve Allah'ın dununda ibadet ettiklerinizden beriyiz. Size (dininize) kâfir olduk. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz başlamıştır" demişlerdi. Yalnız İbrahim'in, babasına, "Senin için mutlaka istiğfar dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" sözü başka. Onlar şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik, yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."(Yukarıdaki dört âyet bazı sahabeler hakkında inmiştir. Bunlar "Mekke müşriklerini evliya ediniyor, müşriklere sevgi ile yaklaşıyor yani hakkı inkâr eden ve Allah'ın Resulünü yurdundan çıkaranlara karşı gizli ilişki içine giriyorlardı. İşte yüce Allah bu âyetlerde Nebi (a.s) ın arkadaşlarına yani ashâba İbrahim (a.s) ve insanlık tarihinde onun inancına sahip olan muvahhidleri örnek olarak gösteriyor. Ahzab 21.âyet ile Mümtehine 4. âyet arasında önemli bir bağlantı mevcuttur.Ahzab 21.âyette Allah Resulü müminlere en güzel örnek gösterilirken, bu âyette İbrahim (a.s) sahabelere örnek olarak gösterilmiştir.Ahzab 21. âyette Nebi ve Muhammed'in değil de, Resûlun örnek gösterilmesi tamamen vahiy ile ilgilidir. Yani beşer Resûl hayatta olduğu sürece risâlet misyonuyla tek örnek alınacak kişidir. Vefat ettikten sonra kitap Resûlden başka hiçbir şey onun misyonunu devam ettiremez. İşte bu yüzden Resûl kavramı kullanılmıştır.Mümtehine 4.âyette de İbrahim (a.s) örnek gösterilmesi tamamen Kur'an ile ilgili bir durumdur. Çünkü Kur'an'dan başka hiçbir kaynakta İbrahim (a.s) ve müminlerin müşriklere karşı mücadelesinin anlatıldığı bir kaynak yoktur.)5-) "Rabbimiz! Bizi, kâfirler için fitne konusu kılma. Bize mağfiret eyle. Rabbimiz! Şüphesiz sen aziz ve hakim olansın.6-) Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, O (Allah) Ğani ve Hamid olandır. 7-) Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir meveddet (yakınlık) koyar. Yani Allah kadirdir, Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.8-) Allah, sizi, din uğrunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere karşı erdemli olmayı yani onlara âdil davranmaktan nehyetmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.9-) Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri veli edinmekten nehyeder. Kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.(Sekizinci âyet taklidi imana sahip olan gayri müslimlerin ümmi takımıyla ilgilidir. Bunlar, dinden imandan haberleri olmayan kendi hallerinde yaşayan kimselerdir. Bunlar güzel ahlak sahibi oldukları takdirde cennete gireceklerdir.Dokuzuncu âyette ise, tevhid akidesine fanatik bir şekilde düşman olan uydurma dinin ileri gelen taraftarlarıdır. Yani din adamları ve onlara kulluk yapan molla takımıdır. Bunlar Kur'an'ı değil, din adamlarının kaynaklarını tek hidayet kaynağı olarak kabul ederler. Bunların hepsi cehenneme gireceklerdir.)10-) Ey iman edenler! Mü'min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların iman etmiş kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü onlar (müslüman hanımlar) kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de onlara (müslüman hanımlara) helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik kadınların nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm'ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mehri (sizden) istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.11-) Eğer eşlerinizden biri kâfirlere kaçar ve siz de onlarla çarpışıp ganimet alırsanız, eşleri gidenlere sarf ettikleri (mehir) kadarını verin yani iman ettiğiniz Allah'a karşı takvalı olun.12-) Ey Nebi! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, mârufta isyan etmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan istiğfar dile. Şüphesiz ki Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir.(Nebi ve Resûlun arasında bulunan farklardan bir tanesi de, Resûle mutlak itaat varken, Nebi'ye mutlak itaat yoktur. Yukarıdaki âyette bulunan "mârufta isyan etmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman" cümlesi bunun gösteriyor. Yani Nebi'ye itaat kayıtlı olarak gelmişken, Resûle kayıtsız şartsız itaat etme emredilmiştir.(Nisa -80)Çünkü Nübüvvet özel ve sivil hayatı temsil ederken, Risâlet resmi hayatı temsil etmektedir. Yani vahyin insanlara tebliğ edilmesini temsil etmektedir. Nübüvvet tarihsel, bölgesel ve yerel hayatla ilgili iken, Risâlet genel, evrensel ve ebedî bir hayatı temsil etmektedir.)13-) Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazap ettiği hiç bir kavmi veli edinmeyin. Onlar, kabirlerdeki kâfirlerin (Allah'ın rahmetinden) ümit kestikleri gibi, ahiretten ümitlerini kesmişlerdir. (Mümtehine Süresinin Sonu)
9 Temmuz 2022 Cumartesi
DİKKAT! İNSAN KAYNAĞIMIZ İSRAF EDİLİYOR. Kur'an'a baktığımızda Allah'ın en çok değer verdiği ilkelerden birisinin insan hakları ve özgür düşünce olduğunu açık olarak görmekteyiz.Yüce Allah insanın İradesine ve söz söyleme hakkına çok büyük değer vermiştir. Zaten Allah'ın insan fıtratına yerleştirdiği değerlerin en önemlisi aklını kullanması, tefekkür etmesi ve özgürce sorgulama yapmasıdır. Rahmân ve Rahim olan Allah kendi tevhid dinine karşı bile insan iradesini özgür bırakmış, sadece elçileri vasıtasıyla doğru yolu insanlara göstermiştir. (Ey Nebi!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (Yunus- 99)Yani iradelerine ipotek koyarak zorla inanmalarını sağlardı.Bu dinin sahibi olan Allah böyle bir şey yapmadığı için, ey Nebi! senin böyle bir şey yapmaya hiç hakkın yoktur. "O halde (Ey Resul! Vahiy'le) öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorlayıcı zorba değilsin"(Ğâşiye- 21, 22) Allah elçilerinin devlet kurma, ülkenin kurumlarını zorla ele geçirme, güç devşirme, güçlü olma diye bir davalarının olmadığı ile alakalı yüzlerce âyet vardır.Allah elçilerinin tek bir görevleri vardır.O da indirilen vahiy'le tevhid akidesini sevdirmek, toplumda güzel ahlakı yaygınlaştırmak, sosyal hayatı bir dengeye oturtmak, vahiy sayesinde emniyet ve adaleti sağlamaktır. "Resul'e düşen vazife, ancak duyurmadır..."(Mâide-99) "...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"(Nahl- 35) Son zamanlarda çocuk istismarı üzerine yoğun bir şekilde fikirler ileri sürülmekte, bu cinsel istismarın topluma vermiş olduğu büyük zararların üzerinde herkes bir şeyler söylemektedir. Tâbi ki çocukların istismarı meselesi, bu istismarı yapanların cezalandırılmaları, adaletin âcilen yerini bulması çok önemlidir. Benim esas üzerinde duracağım konu çocuk istismarının başka bir boyutudur.Çocukların zihin, akıl, fikir ve duygularının yani irade ve inançlarının istismar edilmesidir. Aslında çocukların zihin, akıl, irade ve inançlarının istismar edilmesi vücutlarının istismar edilmesinden daha önemsiz bir tehlike değildir. Benim fetö'ye karşı nefret ve büyük bir öfke ile bakmama sebeb olan en önemli şey, çocuklarımızı istismar ederek bir mankurt haline getirmesidir. Ben fetö'ye en çok bundan dolayı lânet ediyor ve beddua çekiyorum. Dolayısıyla fetö'nün toplumda en büyük tahribatı ve yıkımı çocukların zihin ve inanç istismarı olmuştur.Binlerce gencin dinini, imanını, heyecanını ve geleceğinı çalmış ve onları karanlık bir zihniyete mahkum etmiştir. Çocuklarımızın akıl ve zihin dünyalarını, özgür iradelerini ellerinden alan cemaat ve tarikatlardan uzak tutmak zorundayız.Çocuklarımızı tarikatların ve cemaatlerin oksijensiz, nefes almaz, karanlık zindanlarına hapsetmeyelim. Çünkü akıl ve mantığın, bilim ve teknolojinin tarikat ve cemaatlerde bir cazibesi bulunmamaktadır. Tarikat ve cemaatler ilim ve irfan düşmanı, şeytanların en karanlık yuvalarıdır. Cemaat ve tarikatlar evrensel ahlak, insan hakları ve terbiye sisteminin düşmanıdırlar.Adalet ve merhamet, eşitlik ve liyakat bu Kur'an düşmanlarını çok rahatsız eder. Tarikat ve cemaatler, pimi emperyalistlerin elinde bulunan canlı bombalardır. Bu insanlık ve akıl düşmanları nesillerin beyinlerini cehaletin karanlığı ile geri dönülmez bir şekilde çürütüyor.Bu özgür düşünce düşmanları akla ve ilme ihtiyaç duymaz.Bunlarda hak ve hukuka riayet olmadığı için sadece yandaşlarını ve taraftarlarını koruma altına alırlar. Kendi yandaşlarını korumak için gayri meşru olan bir şey onların yanında meşru oluyor. Bence gençlerimizin akıl ve zihinsel istismarları ümmetin en önemli meselesidir.Çocukların tarikat ve cemaatlere kaptırılması küçümsenecek bir problem değildir.Özgür irade ve fikir hürriyetinin olmadığı toplumlarda icad, güzel sanatlar, ilim, gelişme, barış, huzur, emniyet, hoşgörü, sevgi ve refah olmaz. Dolayısıyla fikir hürriyetine sahip olmayanların istidat ve kabiliyetleri körelir, üstün bir hizmet ortaya koyamazlar. Cemaat ve tarikatlara bulaşan genç nesiller beynelmilel bir başarıya imza atamazlar. Halbuki Cemaat ve tarikatlara kaptırılan bu gençlerden kim bilir belki uluslararası çapta büyük beyinler ve önemli bilim adamları yetişecekti.Tarikat ve cemaatlerde doğru dürüst, fazilet ve güzel ahlak sahibi insanların yetişmesi mümkün değildir. Çünkü tarikat ve cemaatlerde özgürlük ve fikir hürriyeti bulunmaz. Tarikat ve cemaatlerde Allah ile aldatma, inanç, fikir ve cinsel istismardan başka hiçbir bir şey mevcut değildir. Tarikat ve cemaatler, Kur'an düşmanı gençliğin yetiştiği en önemli merkezlerdir. Tevhid düşmanı ve vahiy cahili olarak yetişen gençlerin güzel bir ahlak ortaya koymaları mümkün değildir. Ne olursa olsun çocukların Kur'an ve tevhid düşmanı tarikat ve cemaatlere teslim edilmeleri bütün kötü yollardan daha kötü bir yoldur.Çocukların tarikat ve cemaatlerin kontrolünde Kur'an ve ilim düşmanı olarak yetiştirilmeleri bütün kötü alışkanlıklardan daha kötü bir alışkanlıktır. Çünkü yüce Allah âhirette şirk dışında bütün kötülükleri bağışlayacağını bildiriyor. Şirk ve sapkın yolda olanlar gittikleri yolun çirkinliğinin farkında olmazlar. Bundan dolayı şirk dışında bütün günahlardan kurtulma şansı vardır. İnsanlar sadece fikir ve inançlarının yanlış olduğunu kabul etmezler. Tarikatlar ümmetin bağlam ve bütünlüğünün düşmanıdırlar. Cemaat ve tarikatlarda statüko ve tabular hakimdir. Tarikat ve cemaatler gerici ve yobaz bir anlayışa sahiptirler. Cemaat ve tarikatlara mensup olanlar yirmi birinci asırda yedinci ve sekizinci asrın karanlık hayatını yaşarlar. Cemaat ve tarikatlarda hakim olan uydurma ve batıl dindir. Dünyada uydurma dinden daha tehlikeli ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Çünkü asırlar boyu belki kiyamet gününe kadar nesillerimizi olumsuz yönde etkilemeye devam edecektir. Dolayısıyla çocuklarımızın akıl, zihin ve inançlarının istismar edilmesi sizi rahatsız etmiyorsa diğer istismarlara söz söyleme hakkını kaybedersiniz. Çünkü bunlar birbirine bağlı olarak gerçekleşen şeylerdir.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(255. YAZI)Haşr Süresi 24 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, Azîz ve Hakim olandır. 2-) O, kitap ehlinden kâfirleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını zannetmemiştiniz. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın emri onlara hesap etmedikleri bir yerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın.3-) Eğer Allah, onlar hakkında sürülmeyi yazmamış olsaydı, muhakkak kendilerine dünyada azap edecekti. Ahirette ise, onlar için ateş azabı vardır.4-) Bu, onların Allah'a yani Resûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.(Kur'an'da "şikak" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Şikak kavramı Nebi hakkında geçmez.)5-) Savaş gereği, hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut (kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah'ın izniyledir. Bu da fasıkları rezil etmesi içindir.6-) Onların mallarından Allah'ın, savaşılmaksızın Resûlune kazandırdığı mallar için siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, Resûlünü, dilediği kimselerin üzerine salıp onlara üstün kılar. Yani Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.7-) Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın Resûlüne kazandırdığı mallar; Allah'a yani Resûle, yakınlara, yetimlere, miskinlere ve yol evladlarına aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet (güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Resûl size ne verdiyse onu alın ve neyi size neyi nehyettiyse ondan vazgeçin. Yani Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz, Allah'ın azabı şiddetlidir.(Yukarıdaki âyette bulunan "Resûl" kavramı çok önemlidir. Resûl'ün görevi sadece vahyi tebliğ olduğu için yüce Allah "Resûl size neyi verdiyse onu alın ve size neyi nehyettiyse ondan vazgeçin" buyuruyor.Nebi ve Resûlun arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemli ki, yüce Allah, "Muhammed veya Nebi size neyi verdiyse onu alın ve size neyi nehyettiyse ondan vazgeçin" buyurmamıştır. Çünkü Nübüvvet özel hayatı temsil ettiği için, Nebi Allah'a karşı hata edebilir. Dolayısıyla onun her verdiği alınmaz. Yani Şii ve Sünni din adamlarının önümüze koydukları hadisler için, bunlar Allah Resûl'ündendir demelerinin hiç bir anlamı yoktur. Çünkü insanlar sadece Resûlün dilinde hayat bulan Kur'an'dan sorumludurlar. İşte onun için âyette bulunan Resûl hayati bir öneme sahiptir.)8-) (Bu ganimet malları) özellikle, Allah'tan bir fazilet ve rızasını ararken, Allah'a yani Resûlûne yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar sâdık olanlar bunlardır. 9-) Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.10-) Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi mağfiret eyle. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin kılma! Rabbimiz! Şüphesiz sen Rauf ve Rahimsin"ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDİLMEZ.Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilemeyeceği gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, hatta dua bile yapılmaz.Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur. Cünkü Kur'an'da yüce Allah şöyle buyuruyor."Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm- 39, 40, 41)"Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir- 38)Her kişi sadece kazandığına karşılık bir rehindir"(Tur- 21)"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"(Nahl- 111) Bu konuda onlarca âyet vardır.Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur."Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin" (Haşr- 10)Yanlış meal verilen bu âyetin doğrusu şöyle olacaktır."Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler."Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla..." yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir. Âyet, "bizden önce ölmüş gitmiş kardeşlerimizi" değildir.Zaten ayetin içindeki şu cümle buna açık bir delildir."kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"Peki neden ölüler adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez. Aslında kabir hayatı ve ölüm diye bir şey olmadığı içindir.Onun için yüce Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır"(Ankebut, 57) buyuruyor.Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.Adem (a.s) döneminde ölen ile kiyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır. Bir insan kabirde yüz bin sene kalsa bir saat kalmış gibi olacaktır. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir. Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çok uzundur. Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır."Nihayet sur'a üfürülecek.Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler.(İşte o zaman) Eyvah, eyvah!Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?Bu, Rahman'ın vadettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"( Yasin- 51, 52, 53, 54 )"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)Yukarıdaki iki ayet "ölümün hemen ardından kıyametin kopacağını" haber vermektedir. Kur'an'ı Mübin "ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş azabından koru! derler" (Bakara- 201)Zaman bu dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur. Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez. Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur. Birçok Allah Elçisinin oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.Gerçekten çok ilginç,Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?Bu konu Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir ilgilerinin olmadığını gösteriyor.İbrahim (a.s) ın hayatta olan ana- babasına dua ve istiğfarı onlara verdiği bir sözden dolayı idi. Onların Allah düşmanı olduklarını anlayınca bundan vazgeçti. (Tevbe-114)İbrahim (a.s) ana-babası hayatta iken bu duayı yapmıştır.) 11-) Kitap ehlinden o inkâr eden kardeşlerine, "Yemin ederiz ki, siz (Medine'den) çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla kimseye itaat etmeyiz Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz" diyerek münafıklık yapanlara bakmaz mısın? Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.12-) Andolsun, eğer (kardeşleri Medine'den) çıkarılırsa, onlarla beraber çıkmazlar. Kendilerine karşı savaşılırsa, onlara yardım etmezler. Yardım edecek olsalar bile andolsun mutlaka arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez.13-) Onların göğüslerinde size karşı duydukları korku, Allah'a karşı duydukları korkudan daha şiddetlidir. Bu, onların anlamaz bir toplum olmaları sebebiyledir.14-) Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları bir toplum olarak hesap ediyorsun. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akıllarını kullanmaz bir kavim olmalarındandır.15-) (Onların durumu,) kendilerinden önce yakın olanların (Mekkeli müşriklerin) durumu gibidir. Onlar (Bedir'de) yaptıklarının cezasını tatmışlardır. Onlara (Ahirette de) elim bir azap vardır.16-) (Münafıkların durumu) ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, "kâfir ol" der; insan kâfir olunca, "Şüphesiz ben senden beriyim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" der.(Âyette bulunan"beriün" kelimesine, "baidun" manasını vermek doğru değildir. Çünkü "baîd" uzak anlamına gelmektedir. Aslında Kur'an'da var olan bir kavram Türkçede kullanılıyorsa o kavramı olduğu gibi meâle koymak gerekiyor. Mesela bu âyette bulunan "ene berîün minke" "ben senden beriyim" cümlesini, ben senden uzağım, ifadesi karşılayamaz. Yani Kur'an'da var olan orijinal yani Rabbâni kelimelere önem vermek doğru olan bir harekettir.)17-) Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.18-) Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun yani herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna bir baksın. Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.19-) Yani sakın Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da kendilerine nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerdir.20-) Nar ashâbı ile cennet ashâbı müsavi değildir. Cennet ashâbı var ya, onlar başarıya ulaşmışlardır.21-) Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz.22-) O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır. Gaybı da, şehâdeti de bilendir. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.23-) O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, meliktir, kuddustur, (her türlü eksiklikten uzaktır), selâmdır, mü'mindir, (güvenlik verendir,) müheymindir (gözetip koruyandır,) azizdir, (mutlak güç sahibidir,) cebbârdır (düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran) mütekebbirdir (büyüklükte eşsiz olan) Allah'tır. Allah, onların ortak koştuklarından subhandır.24-) O, hâlıktır, (yaratandır,) beri'dir, (yoktan var edendir,) müsavvirdir, (şekil veren) Allah'tır. Güzel isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tesbih eder. O, Aziz'dir, Hâkim'dir.(Haşr Süresinin Sonu)
8 Temmuz 2022 Cuma
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(254. YAZI)Mücadele Süresi 22 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Allah, eşi hakkında seninle mücadele eden yani Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, ikinizin tartıştığınızı işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.(Aslında İslam dini o kadar özgürlükçü bir anlayışa sahiptir ki, bir kadın Nebi (a.s) ile mücadele edecek derecede kendine bir özgüven sunmaktadır. Yani göklerin ve yerin Rabbi olan yüce Allah'ın bir kadının haklı şikayetini işitmesi, tek bir kişinin hakkını bu kadar değerli görmesi, onu Kur'an'da ebedileştirmesi, din, devlet ve hukuk adamları için büyük bir örnek olmalıydı. Fakat maalesef Nebi (a.s) ın vefatından sonra bu adalet ve özgürlükçü anlayış yok edilmiştir. Özellikle Emevilerle başlayan süreçte kadın, rivayetlerle ilim ve fikir hayatından tecrit edilmiş ve her zaman tehlikeli bir unsur olarak kabul edilmiştir.)2-) İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan yani yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.3-) Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir boynu hürriyete kavuşturmaları gerekiyor. İşte bu hüküm ile (Allah tarafından) size vâzediliyor. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.4-) Kim (bir boynu hürriyete kavuşturma imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki şehr (dolunay) siyam yapmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış miskini doyurmalıdır. Bunlar, Allah'a yani Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler için elim bir azap vardır.5 -) Şüphesiz ki, Allah'a ve Resûlü'ne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerin mahvodukları gibi mahvolmuşlardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kafirler için küçültücü bir azap vardır.6-) Allah'ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Unuttukları her şeyi Allah sayıp zaptetmiştir. Yani Allah, her şeye şahittir.7-) Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu bir yerde dördüncüleri O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncıları O'dur. Bundan daha az, yahut daha çok olsunlar ve nerede olurlarsa olsunlar, mutlaka O onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.(Âyette bulunan "...Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir..." Cümlesi, kıyamet öncesinde hesap ve azabın olmadığını gösteriyor.)8-) Gizlice konuşmaktan nehyedilip de, sonra nehyedildikleri şeyi işleyen yani günah, adavet ve Resûle isyanı konuşanları görmedin mi? Yani sana geldiklerinde Allah'ın senin için iyi dilekte bulunduğu gibi (güzel) dilekte bulunuyorlar. İçlerinden de, "Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!" diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya destek olacaklardır. Ne kötü varış yeridir orası!(Tahiyye, selam anlamına değil, iyi dilekte bulunma anlamına gelmektedir. Yaslavnehe kelimesi, "oraya atılacaklar, onlar da onun yanışına destek olacaklardır" anlamına gelmektedir.)9-) Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, adavet ve Resûle isyanı konuşmayın. Yani erdemli olmayı ve takvayı konuşun ve yalnız O'na toplanacağınız Allah'a karşı takvalı (duyarlı ve sorumluluk bilincine sahip) olun.10-) O kötü fısıltılar iman edenleri hüzünlendirmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah'ın izni (yasası) gereği mü'minlere hiçbir zarar verebilecek durumda değildir. Öyle ise mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.11-) Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın" denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, "Kalkın", denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden iman edenlerin yani kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.12-) Ey iman edenler! Resûl ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah Ğafur'dur Rahim'dir.(Resûl ile diyaloğa geçmeden önce sadakanın verilmesi, samimiyetin derecesini ortaya koymakta, Kur'an'dan azami derecede yararlanmanın yolunu açmakta, işin ciddiyetini ölçmekte ve sadaka vermenin ne kadar önemli olduğunun dersini vermektedir.)13-) Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık salât'ı ikâme edin, zekât'a gelin, (arının) Allah'a yani Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.(Resûl'e itaat, Allah'a itaat demektir. Bunun haricinde hiç kimse Allah'a itaat etmiş sayılmaz. Yani Kur'an'dan bağımsız olarak hiç kimse Allah'a itaat edemez. Resûl yüce Allah'ın emirlerini tebliğ ettiği için ona itaat etmek Allah'a itaat etmek sayılmıştır.(Nisa -80)Nebi'ye ve Muhammed'e itaat yoktur.Dolayısıyla Kur'an'ı bilmeyenler itaatin ne demek olduğunu bilemezler )14-) Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu veli edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.15-) Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!16-) Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah'ın dininden engellediler. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.17-) Onların malları da, evlatları da Allah'a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalacaklardır.18-) Allah'ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş (din) üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah'a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.19-) Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah'ın zikrini (Kur'an'ı) unutturmuştur. İşte onlar şeytanın hizbidirler. İyi bilin ki, şeytanın hizbi olanlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.20-) Allah'a yani Resûlûne düşman olanlar var ya, zillet içerisinde olanların arasındadırlar.21-) Allah, "Şüphesiz ben ve Resûllerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah kuvvetlidir, azizdir.22-) Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi aşiretleri bile olsa, Allah'a yani Resûlüne düşman olan kimselere meveddet beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden nehirler akan yani içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın hizbidirler. İyi bilin ki, Allah'ın hizbi olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
7 Temmuz 2022 Perşembe
NURCULUK Bu yazımızda amacımız Said Nursi ve Risâlelerinin iç yüzünü en açık bir şekilde ortaya koymak olacaktır. Said Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı talebelerince kutsal olarak kabul edilmiş, Kur'an cahili ümmi halka da bu şekilde anlatılmıştır.Kur'an cahili Nurcular için Said Nursi'nin kutsallaştırılması pek de zor olmamıştır. Çünkü insanların çoğu okumayı ve araştırmayı sevmez. İşte bu nedenle Said Nursi ne diyor? Bu dedikleri Allah'ın kitabına uygun mu ? Ya da sünnetullahla uyumlu mu? diye bir araştırma yapmadan Said Nursi "Bediuzzaman" "zamanın eşsiz âlimi" ilan edilmiştir.Ümmi insanlar tarafından âlim olarak bilinen bir kişinin reklamı yapıldığında, artık o kişiye taraftarlarınca bir tür dokunulmazlık zırhı giydirilir ve o kişiyi eleştirenler cehaletle, sapıklıkla ve iftiracılıkla suçlanır. Kur'an buna "ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın yanında, berisinde rabler edindiler" der. (Tevbe-31)Yani din atalarının kendilerine yalan söylediğine ve kendilerini aldattıklarını hiçbir zaman kabul etmezler. Hatta Said Nursi ve benzerlerine söz söyletmeyenler arasında kendini tevhid'e nispet eden kişiler de mevcuttur. Aslında bu açık bir cehalet ve büyük bir hastalıktır.Sadece çok reklamı yapıldığından dolayı Said Nursi ve benzerleri insanların bilinçaltlarında dokunulmaz bir mâsum olarak yer etmiştir. Halbuki İslam dışı inanç ve fikirler kimden gelirse gelsin onlara karşı İbrahim (a.s) gibi şiddetle karşı konulmalıdır. Bunlara bile bile karşı koymayanlar hanif dinin darbe almasına sebep olurlar. Sonuçta İslam dininin kutsalları bellidir. Bir adam düşünün ki, son Nebi'den ve Nübüvvet'e bağlı son Resul'den yani İslam dininin tamamlanmasından sonra (Mâide-3; En'am-115 ) ortaya çıksın ve aşağıdaki âyete rağmen bana Allah tarafından bir kitap yazdırıldı deyip hem kendini hem de kitabını kutsallaştırmaya kalksın."Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onlara veyl olsun! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun! (Bakara- 79)Şimdi böyle bir adam hakkında düşünceniz ne olurdu ? İşte Said Nursi eliyle yazdığı kitab-ı Allah'a nisbet edip bunu kendi iradesiyle değil de, Allah tarafından kendisine yazdırıldığını, Risâlelerinden ve kendisinden Kur'an'da övgüyle söz edildiğini, Allah Resulü'nün amcasının oğlu Ali başta olmak üzere asırlar önce yaşayıp geçmiş olan Abdulkadir Geylani gibi şahsiyetlerin Risâle-i Nur'u övdüğünü ve ondan haber verdiğinin iddiasındadır. Bu Kur'an'a aykırı ve akıldışı iddialar Said Nursi'nin Risâlelerinin bir çok yerinde mevcuttur.Allah'ın izniyle bu yazımızda bunları işleyeceğiz.Aslında her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor.Kur'an bilinirse şirk ve iftira, yalan ve uydurmalar bilinir. Fakat Kur'an'ın ilim ve hikmetinden uzak kalınırsa Kur'an'ın ifadesiyle kişi kitap yüklü eşek olur. (Cuma-5) İşte Nurcular Kur'an cahili oldukları için ilme ve bilimsel verilere yani sünnetullaha aykırı olan ayrıca itikadi bakımdan insanın inancını zedeleyen ve onu cehenneme atan bir kitab'ı sorgulamadan kayıtsız şartsız kabul ederler. Evet her şeyi Kur'an'ın bilmesine dayanıyor. Kur'an bilinirse her şey kolaylaşır, Kur'an bilinmezse her türlü akılsızlık ve ahmaklığın yolu açılmış olur. Said Nursi ve şakirtlerinin iman ve fikirleri şöyle şekillenmiştir.Nurcular Said Nursi ile ilgili diyorlar ki:"...yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamıştır. "Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İst. 1991, s. 34) (Takdim yazısında bu kitabın 1958' de hazırlandığı, Bediuzzaman Said Nursi'nin onu kontrol ettiği ifade edilmektedir. Buna gerekçe olarak deniliyor ki, "rüyasında Allah Resulün'den ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla Kur'an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın en büyük âlimi olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Haşiye, Tarihçe-i Hayat, s. 33)Aslında "bir kimsenin Allah'ın elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması inancı" Şiilere ait bir inançtır. Şii uleması bunu Ali'nin soyundan gelen imamlar için söylerler. Onlara göre "...imamlardan herbiri hiçbir öğretmene gitmemiş, bir eğitimden geçmemiş ve bir şey öğrenmemiştir" "Hiçbiri bir hocadan ders almamış, hiçbiri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir""Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca derhal en doğru cevabı verirler""Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi, cevap vermek için düşünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir..."(Muhammed Rıza'l-Muzaffer, Akâid'ül-İmamiyye, Şia inançları (Türkçeye çeviren Abdulbaki Gölpınarlı) İstanbul 1978, s. 52-53)Şiilere göre, "imamın ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, Resul yahut kendisinden önceki imamın vasıtasıyladır"Halbuki Allah Resulü'nün böyle bir yetki ve görevi yoktur.Resulün görevi sadece indirilen vahyi insanlara duyurmak yani tebliğ etmektir.Said Nursi diyor ki: "Kur'an'ın gizli gerçekleri Risâle-i Nur ile birlikte bize iniyor!"Bu sözün açık anlamı; Allah Resulü'ne Kur'an'ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda o Kur'an'ın arştaki yerinden ve manevi mü'cizesi'nden feyz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor"Yani "Risâle-i Nur Külliyatı, Kur'an'ın indiği yerden vahiy suretiyle inmesi gibi inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini getiriyor" Said Nursi bu sözü ile kendini Nebi seviyesine çıkarıyor. Nebi olduğunu söylemese de yukarıdaki sözlerin o manaya geldiği açıktır. Ayrıca Kur'an'da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Allah'ın kitabından daha önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz. Farkında olmasalar da nurcular Said Nursi'yi son Nebi, Risâle-i Nur'u da Allah'ın son kitabı saymış oluyorlar. Said Nursi diyor ki: "Risâle-i Nur denilen otuz üç adet Söz, otuz üç adet Mektup, otuz bir adet Lem'alar, bu zamanda, Kur'an'daki âyetlerin âyetlerdir" "Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir""Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir" "Kur'an âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir" Yani Said Nursi'ye göre "Kur'an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risâle-i Nur'un âyetleri, Kur'an âyetlerinin delili" olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir.Said Nursi bu iddiayı da yapmaktan kaçınmıyor. Diyor ki: "Sözler" şüphesiz Kur'an'ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir" Nurcuların Kur'an okumayıp gece gündüz sadece Risâle-i Nur Külliyâtını okumalarının gerçek sebebi işte bu batıl ve şirk dolu imandan kaynaklanmaktadır.Said Nursi, insanları kendi kitaplarına çekmek için hiçbir şeyi eksik bırakmamış.Aynen şöyle diyor. "Risâle-i Nur, bu asırda, bu tarihte bir "urvetül- vuska"dır."Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve "hablullah" yani Allah'ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur"Halbuki "Urvetül-vüska" (sağlam bağ) (Bakara- 256) ve "hablullah" (Allah'ın himayesi- Allah'ın koruması ) (Âli İmran-103) Kur'an'a ait özelliklerdir. Said Nursi, "Risale Nur Külliyatının, Kur'an'ın alındığı yerden alındığını iddia ediyor.Diyor ki:"Risâle-i Nurlar, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden, ne de batının felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur""O, gökten inmiş Kur'an'ın, doğunun ve batının da üstünde olan Arştaki yerinden iktibas edilmiştir" Risâlelerinden, "Âyetü'l Kübra"yı örnek verip oradaki iddialara bir göz atalım. 1-) Said Nursi'ye yazdırıldığı iddiası: "Bu Risâlenin mukaddimesinin bu derece uzun olması istemeden olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı"2-) Adını İmam Ali'nin verdiği iddiası:"Bu Risâlenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam Ali (radıyallahu an) gaipten gösterdiği kerametlerde (kerameti gaybiyesinde) bu risâleye "Âyet-i Kübra" ve "Asâ-yı Musa" adlarını vermiştir" 3-) İmam Ali'nin şefaat dilediği iddası:"İmam Ali (r.a), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada "Âyet-ül Kübra" hakkı için beni ani ölümden koru" deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçi yaparak..." 4-) Risâle'nin lâ ilahe illallah sözünün olağanüstü delili olduğu iddiası:"Lâ ilâhe illallâh'ın hücceti ise metbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (radıyallahu anh), onu şefaatçi yapmıştır" 5-) Risâle'nin kurtarıcılık yaptığı iddiası:"...o risâlenin hem Ankara hem Denizli mahkemelerinde galebesi ile ve perde altında tesirli intişarı ile talebelerine beraat kazandırmağa sebep olduğu gibi..." 6-) Bir mağazayı yangından koruduğu iddiası:"... hükümet dairelerinden birisi..." gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risâle'i Nur'un bir talebesi yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk" Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Ayet-ül Kübra'nın bir kısım basılı nüshalarını yanıma getirmesini söylemiştim, fakat getirmemişti. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risle-i Nur'u Ayet-ül Kübra'yı şefaatçi yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim."Üç saat o dehşetli yangın, bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkanları bütün yaktı, yıktırdı" "Risâle-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın korumasında olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkanı da sağlam kaldı"Nurcular, Said Nursi'ye olağanüstü değer verdikleri için söylediği hiçbir şeye karşı gelmiyorlar.Nurcuların kim oldukları ile ilgili Arif Kılıç hocamın enfes değerlendirmesini dikkatinize sunuyorum. NURCULAR KİMDİR? 20. Asırda ortaya çıkan, Kur'an-ı Kerim'i okumayıp,kendi liderlerine vahyedileni okumayı ibadet sayan ve Avesta'da geçen Zerdüşti bilgileriislam ismini kullanarak topluma şırınga etmeye çalışan, ezik ve sinsi cemaat! Liderlerine "Bediüzzaman" dualarına "Cevşen" kurtarıcılarına "Mehdi" otlattıkları davarlara "Nurcu" adını veren, batını ve ilkel bir akım!Bu akımın, İslam'la tek bağı mürit edindiği insanların müslüman çocuğu olmasıdır.. Bunlar, devşirdikleri çocukları ailelerinden ve köklerinden koparmayı ilke edinmişlerdir.1-) Said Nursi, Risâle-i Nur'un Kur'an'ın tefsiri yani açıklaması olduğunu iddia ediyor.Halbuki insanlar Kur'an'ı tefsir edemezler. Çünkü Kur'an'ın tefsiri yoktur. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve hikmeti yani sistemi olur. Âyetlerin açıklanması ile ilgili Kur'an'da beş kavram bulunmaktadır. "Tefsir, te'vil, tasrif, tafsil ve tebyin" kavramları. Bu kavramların içinde bulunan "tebyin" kavramı hariç diğer kavramların hepsinin bağlamı Allah'tır. Çünkü diğer kavramlar yani "tafsil, tasrif, tefsir ve te'vil" âyetleri Kur'an'ı detaylandırma anlamına geliyor. Dolayısıyla sadece Allah Kur'an'ı tefsir edip detaylandırdığı için bu kavramlar Resül bağlamında bile kullanılmamıştır. "Tebyin" kavramı "okuma, duyurma, gizleme yapmadan açığa çıkarma, ilan ve tebliğ etme" anlamına geldiği için hem Allah (Nahl-89 ; Nisa-176) hemde Resul(Nahl-44) bağlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Said Nursi'nin şakirtlerine yazdırdığı Risaleler Kur'an'ın tefsiri olamazlar. Çünkü Kur'an'ın tefsirini bizzat Allah yapmıştır (Furkan-33)Said Nursi heva ve hevesine göre sadece 250 küsür âyetin yorumunu yapmıştır. 2-) Said Nursi, sık sık kendini ve eserini övmüş ve "bunlar kalbime ihtar edildi, gıyaben bize yazdırıldı" demiştir.3-) Said Nursi, Kur'an'a, sünnetullâha ve islam aklına aykırı olan "ebced" hesapları ile "otuz üç Kur'an âyetinin" kendisinden ve eserinden haber verdiğini iddia etmiştir.Hatta, bu uydurma "ebced!" hesabına uyması için, kendi ismini Said-i Nursî , Said-ün-Nursî, Molla Said, Said- Kürdi gibi, Külliyâtını da Risâle-i Nur, Resâil-in-Nur, Risâlet-ün-Nur, Risâle-in-Nur,Risâlet-ün-Nuriyye gibi farklı şekillerde kullanmıştır.Ebced hesabına uyması için, âyette geçen şedde ve tenvinleri; "küçük sırlı bir fark" gerekçesiyle bazen saymış, bazen de saymamıştır.Üstelik ebced hesabına uyması için yılları; bazen hicrî, bazen rumî , bazen de miladî takvime göre belirlemiştir.Yani anlayacağınız uydurma bir hesapta bile dürüst hareket etmemiştir. Halbuki Kur'an'ın ilim ve ahlakına sahip olanlar böyle adi ve basit şeylere tenezzül etmezler. 4-)Dinde kaynak olması mümkün olmayan uydurma Ebced hesabıyla âyetlerin mealini değiştirerek hoşuna giden anlamı âyetlere onaylatmaya uğraşmıştır. Mesela: Âyette geçen ve (yeryüzünün temiz bir parçası ) anlamına gelen saîd (صعيد ) kelimesindeki (sad) harfini ebced hesabına uymadığı için kendi ismi olan (mutlu- sevinçli-mesud ) anlamına gelen Saîd (سعيد ) kelimesindeki (sin) harfi ile değiştirerek kendine işaret edildiğini iddia etmiştir.İbrahim süresi "Elif. Lam. Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" Birinci âyetinde geçen "sirâtil Azizi'l-Hamid" cümlesi ile ilgili olarak, Osmanlı padişahları olan Abdulaziz ve Abdulhamid'in sırat-ı mustakim üzerinde olduklarını iddia etmiştir. 5-) Allah Resulü'nün yanında otururken Ali'nin kucağına Cebrail'in "sekine" adında bir sayfayı düşürdüğünü, bu esnada Ali'nin Cebrail'i gökkuşağı (alâimu's-sema) şeklinde gördüğünü ve bu düşürülen "sekine" sayfasında gelmiş geçmiş önemli sır ve ilimlerin olduğunu iddia etmiştir.(Lemalar-18. Lem'a) Halbuki vahyin son muhatabı olan Muhammed (a.s) a metin olarak yazılı bir şey asla indirilmemiştir.Allah Resulü'nün huzurunda Cebraili'n yazılı bir sayfayı Alinin kucağına bıraktığını iddia etmek bozuk bir aklın ürünüdür. Said Nursi, bu "sekine" meselesinde "Gulat-ı Şia" ya mensub olan Gurabiyye fırkasının tuzağına düşmüştür. Onlar "Karganın kargaya, sineğin sineğe benzediği gibi, Muhammed ve Ali birbirine benzediğinden dolayı, Cebrail, vahyi Ali'ye getireceğine, yanlışlıkla Muhammed'e getirdi" diyorlardı. 6-) Said Nursi yazdırdıği eserlerde hiçbir yanlışlık olmadığını iddia ederek diyor ki : "Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Onun için bir harfine dokunmayı azim (büyük) bir günah işliyor telakki ediyorum..."(Barla Lahikası-62)Halbuki Allah'ın elçileri bile Nübüvvet makam ve mertebesinde Allah'a karşı hata yapmış ve yanlış sözler söylemişlerdir. (Tevbe-113; Tahrim-1; Hud-45,46)Said Nursi o kadar büyük bir egoya sahip idi ki: Tek amacı, insanların kendi eserine kayıtsız şartsız boyun eğmeleri ve sadece onun eserine itaat etmeleri ve sorgulama yapmadan ona teslim olmaları idi. Kur'an'a göre din ve hüküm olarak Allah'tan yani O'nun kitabından başka bir kaynağa teslim olmak şirktir.İşte bu yüzden Said Nursi'nin inanç ve öğretisine göre ihlas, "dini Allah'a özel kılmak" değil, tefekkür ve sorgulama yapmadan Said Nursi'nin eserlerine kayıtsız şartsız iman etmektir. Said Nursi'ye itiraz edenler "ihlası" kaybederler. "Diyor ki: Ey göklerin ve yerlerin yaratıcısı..." Kur'an'a ve imana hizmet için, insanların kalplerini Risâle-i Nur'a itaat ettir, boyun eğdir! Hz.Musa (a.s) a denizi ve Hz. İbrahim (a.s) a ateşi ve Hz. Davut (a.s) a dağı-- demiri ve Hz. Süleyman (a.s) a cinni ve insi ve Hz. Muhammed (a.s) a Güneş'i ve Ay'ı boyun eğdirdiğin gibi, Risâle-i Nur'a kalpleri ve akılları boyun eğdir!.."(Asa-yı Musa- 211)Halbuki Kur'an'a baktığımızda Allah ve Resulün'den başka hiç kimseye mutlak anlamda itaat emredilmemiştir. Yani itaat kavramı kayıtsız şartsız olarak Nebi (a.s) hakkında bile kullanılmamıştır.Dinde itaat sadece Allah'a ve vahyi ilan eden yani tebliğ eden Resüle özel kılınmıştır. Yine Said Nursi diyor ki : "Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: Pek harika ve mağlup olmaz bir deha bu işi çeviriyor veya diyeceksiniz: "Gayet inayetkerane bir hıfz-ı ilâhidir (Risâleler Allah'ın yardımı ve koruması altındadır) Elbette böyle bir deha ile mübareze (karşı gelme - itiraz- mücadele -tartışma-atışma) etmek hatadır, millete ve vatana büyük zarardır""Ve böyle bir hıfz-ı ilâhi ve inayet-i rabbaniyye (Allah'ın koruması altında ve Allahın yardımına mazhar olmuş) bir esere karşı gelmek, Firavunâne (Firavun'un ahlakına benzer) bir temerrüttür (kafa tutma-inatla direnme-karşı gelmedir)"(Emirdağ Lahikası-1 11)7-) Said Nursi ve şakirtlerine göre Risâle-i Nur, Allah Resûlünün vâdettiği, Ali'nin müjdelediği, Abdulkadir Geylani'nin yardımı, İmam-ı Gazali'nin tavsiyesi ve İmam-ı Rabbani'nin gaybdan haber vermesidir"(Emirdağ Lahikası- 1,98) Sonuç olarak: Şia versiyonu Bahailiğin lideri olan Mirza Hüseyin Ali Bahaullah da (ö. Hicri- 1309; Miladi-1892) böyle harf numaralarıyla "cifr" ve "ebcet" hesapları ile başlamış, sonra da Kur'an cahili ve akılsız müritlerine kendisini Allah'ın yeryüzündeki nuru diye inandırmıştı.Saîd Nursi, kendisine "Bediüzzaman" dedirterek yirminci asırda Anadolu'yu hurafe ve yalanlara boğmuş bir bahaidir. Nerde sapkın bir inanç ve fikir görürseniz Saîd Nursi mutlaka ondan bir şey çalmıştır.
5 Temmuz 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(253. YAZI)Hadid Süresi 29 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, Aziz ve Hakim olandır.2-) Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. Diriltir, öldürür. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 3-) O, ilk ve âhir. Zâhir ve bâtın olandır yani O, her şeyi bilendir.4-) O, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra (kudret ve ilmiyle) Arş'a istivâ edendir. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.5-) Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler ancak O'na döndürülür.6-) Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar.O, göğüslerin özünde olanı bilendir.7-) Allah'a yani Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) infak edin. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) infak edenler var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.8-) Resûl, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah'a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki sizden sağlam bir söz de almıştı. Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).9-) O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.10-) Size ne oluyor da, Allah yolunda infak etmiyorsunuz ? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) musavi değildir. Onların derecesi, sonradan infak edenler ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı va'detmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.11-) Kim Allah'a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok kerim bir mükâfat da vardır.12-) Mü'min erkeklerle mü'min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: "Bugün size müjdelenen şey içlerinden nehirler akan, devamlı olarak kalacağınız cennetlerdir." İşte bu azim başarı budur.13-) Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, "Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım" diyecekleri gün kendilerine, "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur iltimas edin" denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun bâtınında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.14-) Münafıklar mü'minlere şöyle seslenirler: "Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?" (Mü'minler de) derler ki: "Evet, fakat siz kendi nefsinizi fitneye düşürdünüz. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, (haktan sürekli olarak) şüphe ettiniz. Allah'ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan-din adamı) Allah hakkında da sizi aldattı."15-) Bugün artık ne sizden, ne de kâfirlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir. Sizin mevlânız odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!16-) İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine yani inen hakka (Kur'an'a) karşı huşu duymalarının zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar (Yahudi ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Yani onlardan birçoğu fasık kimselerdir.17-) Bilin ki Allah, yeri ölümünden sonra diriltmektedir. Aklınızı kullanmanız için size âyetleri açıkladık.18-) Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlara yani Allah'a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Yani onlara çok kerim bir mükâfat vardır.19-) Allah'a yani Resullerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkların ta kendileridir. Yani Allah'ın indinde (gerçek) şahitler bunlardır. Onların mükâfatları ve nurları vardır. Kâfirlere yani âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cahim ashâbıdır.20-) Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir ziynet, aranızda karşılıklı bir tefâhur (övünme- böbürlenme), yani aranızda mallarda ve evlatlarda çoğaltma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı, bir yağmur gibidir ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.(Yukarıdaki âyette bulunan "kuffar" kelimesi, "çiftçiler" anlamına gelmektedir. Çiftçilere "kuffar" denmesinin sebebi tohumu örttükleri içindir. Zaten kafirler de indirilen vahyi örttükleri yani hakka karşı geldikleri, vahye karşı kör ve sağır oldukları için bu sıfatı almışlardır.) 21-) Rabbinizden bir bağışlanma ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah'a yani Resûlüne iman edenler için hazırlanan cennete müsabaka edercesine koşun. İşte bu, Allah'ın faziletidir. Onu dileyene verir. Allah, azim fazilet sahibidir.(Yukarıdaki âyette bulunan "men yeşêu" kelimesine "dilediğine" manasını vermek doğru değildir. Çünkü âyetin başında yüce Allah bir müsabakadan söz ediyor. Yani hem dünya hayatı iman ve amel bakımından bir yarış olsun, hemde bu yarışta yüce Allah müsabaka bitmeden birilerinden yana taraf tutsun. Bu yüce Allah'ın adaleti sağlama açısından olacak bir şey değildir. İkincisi Arapça dili olarak da "men neşeû" kelimesine dilediğine değil, dileyene gibi bir mana vermek daha uygundur. Üçüncüsü Bağlam ve bütünlük açısından da "dilediğine" gibi bir mana vermek son derece sakıncalıdır. Çünkü hidayet ve sapkınlık yüce Allah elinde değil, insanların tercihinde olan bir şeydir. Dolayısıyla yüce Allah'ın indinde olan vahiy indirmek, insanların iradelerinde olan şey ise seçim ve tercih etmektir. Bu seçim ve tercihe yüce Allah'ı karıştırmak büyük bir iftira ve açık bir cehalettir.)22-) Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.23-) Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.24-) Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah ganîdir, zengindir, övülmeye lâyıktır.25-) Andolsun, biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik yani beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaletle kıyam etsinler. Kendisinde şiddetli bir güç yani insanlar için birçok menfaatler bulunan demiri indirdik (ki insanlar ondan yararlansınlar). Ve herkes (her mümin) Allah'ın, kendisine ve Resûllerine gaybla (vahiy indirerek) yardım edeceğini bilecek (ve görecektir). Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak azizdir.26-) Andolsun, biz Nûh'u ve İbrahim'i gönderdik. Yani Nübüvvet'i ve kitabı onların zürriyetlerinde kıldık. Onlardan kimi (vahiy sayesinde) hidayete ermiştir, ama içlerinden (vahyi kabul etmeyerek) birçoğu da fasık olmuşlardır.27-) Sonra bunların peşinden ard arda Resullerimizi hazır bulundurduk. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa'yı da hazır bulundurduk, ona İncil'i verdik ve kendisine (bir Resûl olduğu için) tâbi olanların kalplerine ra'fet yani merhamet duygusu kıldık. Uydurdukları ruhbanlığa gelince; onların üzerine biz yazmadık. Allah'ın rızasını aramak kasdıyla onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi riayet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık olmuşlardır.28-) Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun yani Resûlûne iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 29-) (Bunları açıkladık ki,) kitap ehli, Allah'ın faziletinden hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini yani faziletin, Allah'ın (Kur'an'ın) elinde olduğunu, onu dileyene vereceğini bilsinler. Allah, azim fazilet sahibidir.(Yahudiler kendilerinin kurtuluşta olduklarını ve sadece kendilerinin cennete gireceklerini iddia ederler. Hristiyanlar da aynı şeyi söyleyip dururlar. Yahudi ve Hristiyanların ahlakına sahip olan ve onlardan farklı olmayan Şiî ve Sünni din adamları da aynı şeyi iddia ederler. Yani inanç ve fikir olarak kurtuluşta olduklarını ve sadece kendilerinin cennete gireceklerini söylerler. Yani bu inançla ilgili kaynaklarında yüzlerce hadis vardır. İşte bu açıdan yukarıdaki âyet çok önemlidir. Kurtuluş ve fazilet, hayır ve bereket, saadet ve cennet sadece Kur'an'la ilgili bir durumdur.Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenler hüsranda kalmaya mahkumdur. İşte bu yüzden yukarıdaki âyette bulunan "men yeşêu" kelimesine "dilediğine" değil, "dileyene" manasını vermek çok önemlidir.)(Hadid Süresinin Sonu)
UYDURMA DİNİN DOĞDUĞU ZEMİN"HARRE OLAYI"Ehl-i Sünnet dini tam olarak Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisler ve bu hadislerden çıkarılan ictihadlar üzerine bina edildiği için mezhep âlimleri Emevi ve Abbasiler tarafından yapılan zulüm ve katliamların bir çoğunu örtbas etmişlerdir. Ehl-i Sünnet dini vahşi ve karanlık bir zeminde doğmuş olmasına rağmen, âlimler o devri sanki saadet ve selamet devri olarak görür ve gösteriler.Özellikle Emeviler dönemi tam olarak bir istibdat, zulüm ve vahşet devridir. İnanmıyorsanız buyurun "Harre Olayına" tarihten bir göz atalım.Yalnız"Harre Olayını"okuduğunuzda Ehl-i Sünnet dininin nasıl karanlık bir zeminde doğduğunu ve kimin kuruluşu olduğunu aklınızdan çıkarırsanız bu olaydan hiçbir ders çıkarmamış olursunuz. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet dininin ne kadar vahşi olduğunu anlamaktan uzak kalırsınız. Hicri 10 Muharrem 61, 680 Miladi yılında meydana gelen Kerbela faciasından sonra Emevilerin ikinci Halifesi Yezid bin Muaviye bin Ebi Süfyan bütün müslümanları kendine biat etmeye davet etmiştir. Medine'de Allah Resulü'nün arkadaşları ile tabiin, Yezid'in hüküm sürdüğü Şam'da Kur'an'ın inanç ve ahlakına aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı hilafetini kabul etmeyeceklerini ilan ettiler. Bu gelişme karşısında Müslim bin Ukbe komutasında (12 000) "on iki bin kişilik" bir orduyu Medine'nin üzerine gönderir.Emevi ordusunun içinde kendileriyle ittifak halinde bulunan Bizans askerleri de vardır. Allah Resulünün arkadaşları ve Medine halkı şehri savunmak için hendekler kazarlar. Fakat çok güçlü olan Emevi ve Bizans ordusu karşısında fazla dayanamazlar. Haliyle mağlup olurlar. Emevi ordu komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid'in emriyle işgal edilen Medine'yi üç gün boyunca yağmalaması için "mubah" kılar. "Mubah" kelimesi, her türlü mal ve can yağmacıların saldırılarına serbest bırakılması anlamına gelmektedir. Allah Resulü'nün 80 civarında arkadaşı öldürülür. Başları kesilir ve başkent Şam'da bulunan Yezid'e gönderilir. Vahiy kâtibi!!! Muaviye'nin oğlu Yezid'in ordusu tarafından bütün genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir. Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce müslüman acımasızca katledilir. Genç kızlar cariye, erkekler köle olarak kabul edilir. Ev ve işyerleri yağmalanır. Allah Resulünün mescidinin bulunduğu topraklar kirletilmiş Medine harap olmuştur. Yıl Hicri 63 (27 zilhicce) Miladi 683, 27 Ağustos Ehli Sünnet dininin yanında vahiy katibi ve ender sahabi olarak kabul edilen Muaviye bin Ebi Süfyan,Müslümanların meşru halifesi olan Ali'ye karşı gelerek sıffin'de yapılan savaşta binlerce insan hayatını kaybetmiştir.Pek tâbi dir ki oğluna da Mekke ve Medine'yi tahrip ederek yerle bir etmek düşecektir.Yezid bin Muaviye, Emevi Arap ırkçılığına karşı çıktıkları için Allah Resulü'nün hicret yeri olan Medine'de 80 küsür sahabi olmak üzere on bin (10 000) Müslümanı katlettikten sonra orduyu Mekke üzerine sevkeder.Medine'de katliam gerçekleştiren ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır ve ölür.Yerine Emevilerin en sadık köpeği olan Haccac bin Yusuf komutanlığa getirilir.Haccac bin Yusuf, daha sonra yaptığı zulüm ve katliamlardan dolayı "Zalim" olarak şöhret olacaktır.Fakat Emevi Abbasi Ehli Sünnet dini Haccac'ı da temize çıkaracaktır.Çünkü Ehli Sünnet kaynaklarına göre Haccac çok Kur'an okuyan muttaki birisi idi.Dahası onlara göre Kur'an'ı notalayan, yani Kur'an'a hareke koyduran da Haccac idi.Daha da, aslında halk bu zulümleri hak edecek bir karakter ve ahlaka sahip idi.Daha da ilerisi Emevi dini Ehl-i Sünnet mezhebine göre bu vahşet ve katliamlar ümmetin bir kaderi ve Allah'ın bir takdiri idi.Sözü fazla uzatmadan olayımıza gelelim.Mekke'yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehri taş yağmuruna tutar.Atılan taşlarla Kabe yıkılır.Mekke halkı açlıkla kıvranır. Zalim Haccac, Müslümanları aşağılamak için Mekke'ye mancınıkla hayvan leşleri attırır.Halk açlıktan köpek leşlerini bile yemek zorunda kalır.Bulaşıcı hastalıklar yayılır.Yezide karşı çıkan sahabi Zübeyr bin Avvam'ın oğlu Mekke'nin Emiri Abdullah bin Zübeyr, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder ve çıkan çatışmada şehit olur. Kafası kesilir Şam'a gönderilir.Cenazesi üç gün Mekke'de asılı kalır.Annesinin çok yalvarması üzerine indirilip kendisine verilir.Zalim Haccac, Mekke'de katliamlara devam eder, yıkılan kabeyi yaktırır.(Zalim Haccac, valilik ve komutanlık dönemlerinde 200 000 kişinin ölümünden sorumlu olduğu söylenmektedir)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(252. YAZI)Vakıa Süresi 96 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) O vakıa (son saat) gerçekleştiği zaman, onun vukuunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.3,7-) Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.8-) İşte o ashâbı Mey'mene var ya; nedir acaba ashabı mey'mene? (Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "ashâbı mey'mene" "amel kitapları sağdan verilenler, sağduyulu olanlar, salih amel işleyenler, iman edenler, saadete erenler, sağın ashabı, uğurlu kimseler, hayır sahipleri, sağın taraftarları" olarak bir çok âyette anlatılan cennetlik kimselerdir. (Hakka -19/24; Vakia -27/40)Mey'mene ashâbının kim olduklarını tam olarak gösteren âyetler Beled Süresi 11/18 âyetleridir.)9-) Ve ashâb'ı meş'eme ! Nedir acaba ashabı meş'eme? ("ashâbı meş'eme" "Amel kitapları solundan verilenler" veya "solun ashabı, solun taraftarları, kâfirler, uğursuzlar, kötüler" şeklinde anlamı olan ashabı meş'eme, Arapçada bir deyim olup, zillet içerisinde, aşağılık, değersiz, onursuz kimseler için" kullanılan bir deyimdir.(Hakka -25/37; Vakıa -41/48)Meş'eme ashâbının kim olduklarını gösteren âyetler Beled Süresi 19 ve 20. âyetlerdir)10-) Sâbikûn (hayır ve güzel amel müsabakalarında) önde olanlara gelince, bu sâbikûnlar var ya!11-12.) Bunlar (Allah'a) yaklaştırılmış olanlar, Naîm cennetlerindedirler.13,14-) Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.15,16-) Karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.17-18) Kaynağından çıkan tertemiz içkiyle, ibrikler ve kâselerle (beraber) üzerlerinde sürekli olarak gençler tavaf eder.19-) Ondan dolayı başları ağrıtılmaz yani sarhoş olmazlar.20-)Seçtikleri meyveler.21-) İştahlarının çektiği kuş etleri.22,23-) Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.24-) Bütün bunlar işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)25-) Orada boş bir söz yani günaha sokan bir şey işitmezler.26-) Sadece "selâm!", "selâm!" sözünü işitirler.27-) Ve ashabı yemin! Nedir acaba ashabı yemin? 28,34-) Onlar, dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, uzatılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, kesilmeyen ve men edilmeyen çok çeşitli meyveler içinde ve yükseltilmiş döşekler üzerindedirler.35-) Biz onları inşa ettik, yepyeni bir inşa ile.36,38-) Onları yemin ashabı için, hep bir yaşta, eşlerine çok düşkün gösterişli bakireler kıldık.39,40-) Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.41-) Ve ashâbı şimal! Nedir acaba ashabı şimal? 42,44-) Onlar, iliklere işleyen zehirli bir ateş ve kaynar bir su içindedirler. Serin yani kerim olmayan zifirî bir gölge içinde!.45-) Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde (amaçsızca) yaşayan kimselerdi.46-) Azim günah üzerinde ısrar ediyorlardı.47-) Yani diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?"48-) "Evvelki atalarımız da mı?"49,50-) De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka mâlum bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."51,52-) Sonra siz ey sapkın yalanlayıcılar! Mutlaka bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.53-) Karınlar ondan dolacaktır.54-) Üstüne de o kaynar sudan içirileceklerdir. 55-) Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içirilecekler.56-) İşte bu din (hesap ve ceza) günü onlara indirilecek olanlardır.57-) Sizi biz yarattık. (bunu biliyorsunuz) Hâlâ (vahyi) tasdik etmeniz gerekmez mi?(Yani tek bir yaratıcının var olduğuna iman eden, dinde tek hüküm kaynağının Kur'an olduğuna iman etmesi gerekiyor. İman etmiyorsa, yaratıcının yüce Allah olduğuna iman etmiyor demektir. Aslında ikisi aynı şeydir.) 58-) Attığınız meniyi gördünüz değil mi?59-) Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?60,61-) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden inşa etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.62-) Andolsun, ilk inşa'yı biliyorsunuz. O hâlde tezekkür etmeniz gerekmez mi?63-) Ektiğiniz tohumu gördünüz değil mi?64-) Onu siz mi ekiyorsunuz, yoksa eken biz miyiz?65-) Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:66-) "Muhakkak biz çok zarar ettik!"67-) "Daha doğrusu mahrum kaldık!"68-) İçtiğiniz suyu gördünuz değil mi?69-) Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?70-) Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretmeniz gerekmez mi?71-) Tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü ?72-) Onun ağacını siz mi inşa ediyorsunuz, yoksa inşa eden biz miyiz?73-) Biz onu bir tezkire ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yararlanma aracı kıldık.(Âyet, çölde bulunan ve yeşil olduğu halde çıra olarak kullanılan bir ağaca gönderme yapıyor.)74-) O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et.75-76-) Nücûmun yerlerine kasem olsun ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-(Vahyin yer ettiği gönüllerin yüce Allah'ın indinde ne kadar değerli olduğunu gösteren önemli bir âyettir. Zira âyette bulunan "nücûm" "Kur'an'ın bölümleri, vahyin parçaları" anlamına gelmektedir. 77-) O, elbette kerim bir Kur'an'dır.(Kur'an'da bulunan "kerim" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır. Kerim kavramı, Kur'an'da, Nebi için kullanılmamıştır.)78-) Korunmuş bir kitaptadır.79-) Ona, temiz olmayanlar dokunamaz.KUR'AN'A DOKUNMAK İÇİN MADDİ TEMİZLİK GEREKLİ MİDİR? Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın maddi temizlik, hayız ve nifas ile hiçbir alakası yoktur.Daha doğrusu insanlarla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Mekke müşriklerinin "bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok âyette şeytanların Kur'an'da tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine cevap verilir.Mekke'de nazil olan bir çok âyette Kur'an'ın "Allah'ın koruması altında olduğu, (Hicr -9; Vakıa-77--79) bildirilmektedir. Bu konuyu biraz açacak olursak, "Şüphesiz bu korunmuş bir kitapta bulunan kerim bir Kuran'dır. Ona temiz olmayanlardan başkası dokunamaz"(Vakıa- 77,78,79Bu âyetlerde kastedilen şeytanların Kur'an'a dokunmalarının mümkün olmadığıdır.Yani Allah tarafından indirildiğini açıklama vardır.Neden mi?Eğer Yüce Allah, insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünüp olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessühü" "ona dokunamaz" değil, "lé temüssühü" "ona dokunmayın" buyururdu."Zinaya yaklaşmayın..." (İsra-32) içki ve kumar hakkında ""...bunlardan uzak durun..." (Maide- 90) âyetleri buna örnektir.Helal ve haramlar konularında Kur'an açık ve net bir dil kullanır. Söz konusu âyette geçen "dokunamaz" ibaresi "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" anlamında kullanılmıştır.Yani "Ey Mekke müşrikleri ! şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, yalan söylemeyin ve iftira atmayın" demektir. Dolayısıyla Vakıa 79. âyette geçen "lé yemessuhu" "ona dokunamaz" kelimesi, "onunla oynayamazlar" "ondan bir şey çıkaramazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" demektir.Bundan başka bir mana çıkarmak katmerli bir cehalet ve apaçık bir yalandır.Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir, iftira atmayın, yalan konuşmayın, dürüst olun" demek istenmiştir.Haliyle Kur'an'a dokunma olmayınca onunla oynama, ondan bir şey çıkarma, ona bir şey ekleme de olmayacaktır.İşte Vakıa süresinde bulunan "ona temiz olmayanlar dokunamaz" âyetinin bağlam ve bütünlüğünden örnekler. "Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır" (Şuara- 210- 211- 212 )"Şüphesiz O (Kur'an) kuvvetli, arşın sahibi mekin olan (Allah'ın) indinde itaat eden, kerim ve emin olarak bilinen bir Resûlun (Muhammed (a.s) ın sözüdür"O racim şeytanın sözü değildir" (Tekvir- 19- 28)Kur'an, sadece Müslümanlara hitap eden, onlara özel kılınmış bir hitap değildir.Kur'an tüm insanlığın ortak değeridir.Kur'an bütün insanları muhatap alan bir kitaptır. Bu hidayet ve rahmet kaynağına ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için maddi- manevi hiçbir engelin olmaması gerekir. Dolayısıyla, Kur'an'a, abdestsiz!!! ve cünüp!!! olan, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar başta olmak üzere, aya ve güneşe tapan, Hristiyan, Yahudi, kısaca herkes, her durumda, her zaman dokunabilir. Bunun aksini savunmak Allah ve Resulü'ne iftiradır.Herkes Kur'an'a dokunabilir.Maddi temizlik olmadan Kur'an'a dokunmada zerre kadar bir günah ve sorumluluk yoktur. Aksine cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunma bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı sevap ve fazilet olarak kabul edilebilir.Açık ve net olarak söylüyoruz.Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınların Kur'an'a dokunmaları büyük bir hayır ve önemli bir sevaptır. Çünkü bir şey sakıncalı ve haram olmayınca, onu yapmak mubah ve sevaptır. Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunulmaz demek Kur'an'a iftiradır. Helal olan bir şeyi haram kılma olduğundan Allah'a iftiradır. Böyle bir şey söylemek Allah'a din öğretmek olduğundan büyük bir ahlaksızlıktır.Abdest almak ve cünüblükten temizlenmek sadece ve sadece cuma salatını ikâme etmek için meşru kılınmış bir ibedettir.Cuma salatını ikâme etme haricinde hiçbir şey için abdest alma ve cünüblükten temizlenme yoktur. Dolayısıyla cuma salatını ikame etme haricinde abdest almanın ve cünüblükten temizlenmenin hiçbir fazileti ve sevabı yoktur. Kur'an'ı kendi bütünlüğü içinde anlayan, aklını kullanan hiç kimse böyle bir şey söylemez.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletini anlamak mümkün değildir.Mekke müşriklerine "cevap" olan bir âyeti müminlere "emir" olarak almışlardır. Aslında "ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti indiğinde Kur'an kitap haline getirilmemişti. Yani Kur'an, Allah Resulü'nün ve iman edenlerin gönüllerinde idi. Kur'an'ın mushaf olması yani Kur'an'ın elle dokunulacak, gözle görülecek hale gelmesi Allah Resulü'nden sonra ashabın müdahalesi sonucunda gerçekleşmiştir. Yani Allah tarafından indirilen vahye insanların dokunması ve onu gözle görmeleri mümkün değildir. Allah tarafından indirilen vahiy, gözle görülecek, elle dokunulacak bir şey değildir."Ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti nazil olduğunda cuma salatı meşru kılınmamıştı. Yani Mekke'de Müslümanlar bir araya gelip cuma salatını ikame edemedikleri için maddi temizlik diye bir şeyden söz edilmemiştir.Maddi temizliği emreden âyet, Müslümanların artık bir araya gelip cuma salatını ikame ettikleri Medine'de inmiştir.Kur'an'a dokunup dokunmama ile ilgili bütün âyetlerin konusu şeytanlardır. Yani Mekke müşriklerinin iftiralarına cevaptır. Yoksa bilinen anlamda şeytan diye bir şey yoktur.Aslında Kur'an denildiğinde nesnelere yazılmış olanı değil, gönüllerde ve levh-i mahfuzda bulunan Kur'an'ı anlamak gerekiyor. Esas Kur'an, levh-i mahfuzda olandır."Hakikatte o yalanladıkları, aslı levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kuran'dır"(Buruc- 21-22)Elimizde bulunan Kur'an değil, mushaftır. Yani bir deri parçasına, tahtaya, plastik maddesine veya bir mermere yazılan âyetler bu maddeleri Kur'an'ı yapmaz. Bilgisayar ve cep telefonu hiçbir zaman Kur'an sayılmazlar.Bir kağıt parçası hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Dolayısıyla insanların abdestsiz ve cünüp olarak Kuran'a dokunmamalarını söylemek bir saygı değil, büyük bir sorumsuzluk ve ağır bir iftiradır.Kur'an bir kitap değil, bir söz, bir kelam ve bir hitaptır. Yani onun karakteri ve yapısı sözün gücüne dayanır.Kur'an'ın indiği zemin insanların yazıdan ve yazılı metinlerden uzak oldukları bir coğrafyadır. Ondaki tekrarlar bu yüzdendir.Söz ve hitap yani sözün gücü tekrarı kaldırır, fakat yazılı metinlerde tekrar olmaz. Kur'an'ın bazı âyetlerde kendisini "kitap" olarak tanıtması Allah'ın koruması altında olması, belli bir sistemenin bulunması, bağlam ve bütünlüğe sahip bulunmasından dolayıdır. "Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62 )Halbuki Allah'ın indinde maddi nesnelere yazılı kitap bulunmamaktadır.Kur'an'da geçen "kitap" sözcüğü "vahiy" anlamında kullanılmıştır. Yoksa Kur'an kitap değil, söz ve hitaptır.Kur'an'ı maddi nesnelere yazılı olan bir şey olarak değil, bir bellek, dijital bir kaynak olarak kabul etmek gerekir.)80-) Âlemlerin Rabb'inden indirilmedir.81,82-) Simdi siz, bu hadisin size yağcılık yapmasını mı bekliyorsunuz? Yani siz (Allah'ın verdiği) rızkınızı (vahiy nimetini) mi yalan kılıyorsunuz?83-84) Peki (ya can) hulkuma bâliğ olunca, 84-) Yani siz o zaman bakıp durursunuz.85-) Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.86,87-) Madem ki hesaba çekilmeyecekseniz ve sâdık iseniz, onu geri döndürsenize!88,89-) Fakat (ölen kişi iman ve ameliyle) Allah'a yakınlaştırılanlardan ise, ona bir rahatlık ve hoş kokular yani Naîm cenneti vardır.90,91-) Eğer yemin ashâbından ise, kendisine, (senin gibi olan yemin ashâbından "sana selam olsun!" denir.92,93-) Ama eğer yalancı sapkınlardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet iner.94-) Yani cehenneme yaslanma (ona destek olma) vardır 95-) Şüphesiz bu, hakkul yakindir. (kesin gercektir.)96-) Öyleyse azim Rabbinin adını tesbih et.(Vakıa Süresinin Sonu)
KUR'AN'A DOKUNMAK İÇİN MADDİ TEMİZLİK GEREKLİ MİDİR? Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın maddi temizlik, hayız ve nifas ile hiçbir alakası yoktur.Daha doğrusu insanlarla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Mekke müşriklerinin "bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok âyette şeytanların Kur'an'da tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine cevap verilir.Mekke'de nazil olan bir çok âyette Kur'an'ın "Allah'ın koruması altında olduğu, (Hicr -9; Vakıa-77--79) bildirilmektedir. Bu konuyu biraz açacak olursak, "Şüphesiz bu korunmuş bir kitapta bulunan kerim bir Kuran'dır. Ona temiz olmayanlardan başkası dokunamaz"(Vakıa- 77,78,79Bu âyetlerde kastedilen şeytanların Kur'an'a dokunmalarının mümkün olmadığıdır.Yani Allah tarafından indirildiğini açıklama vardır.Neden mi?Eğer Yüce Allah, insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünüp olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessühü" "ona dokunamaz" değil, "lé temüssühü" "ona dokunmayın" buyururdu."Zinaya yaklaşmayın..." (İsra-32) içki ve kumar hakkında ""...bunlardan uzak durun..." (Maide- 90) âyetleri buna örnektir.Helal ve haramlar konularında Kur'an açık ve net bir dil kullanır. Söz konusu âyette geçen "dokunamaz" ibaresi "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" anlamında kullanılmıştır.Yani "Ey Mekke müşrikleri ! şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, yalan söylemeyin ve iftira atmayın" demektir. Dolayısıyla Vakıa 79. âyette geçen "lé yemessuhu" "ona dokunamaz" kelimesi, "onunla oynayamazlar" "ondan bir şey çıkaramazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" demektir.Bundan başka bir mana çıkarmak katmerli bir cehalet ve apaçık bir yalandır.Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir, iftira atmayın, yalan konuşmayın, dürüst olun" demek istenmiştir.Haliyle Kur'an'a dokunma olmayınca onunla oynama, ondan bir şey çıkarma, ona bir şey ekleme de olmayacaktır.İşte Vakıa süresinde bulunan "ona temiz olmayanlar dokunamaz" âyetinin bağlam ve bütünlüğünden örnekler. "Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır" (Şuara- 210- 211- 212 )"Şüphesiz O (Kur'an) kuvvetli, arşın sahibi mekin olan (Allah'ın) indinde itaat eden, kerim ve emin olarak bilinen bir Resûlun (Muhammed (a.s) ın sözüdür"O racim şeytanın sözü değildir" (Tekvir- 19- 28)Kur'an, sadece Müslümanlara hitap eden, onlara özel kılınmış bir hitap değildir.Kur'an tüm insanlığın ortak değeridir.Kur'an bütün insanları muhatap alan bir kitaptır. Bu hidayet ve rahmet kaynağına ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için maddi- manevi hiçbir engelin olmaması gerekir. Dolayısıyla, Kur'an'a, abdestsiz!!! ve cünüp!!! olan, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar başta olmak üzere, aya ve güneşe tapan, Hristiyan, Yahudi, kısaca herkes, her durumda, her zaman dokunabilir. Bunun aksini savunmak Allah ve Resulü'ne iftiradır.Herkes Kur'an'a dokunabilir.Maddi temizlik olmadan Kur'an'a dokunmada zerre kadar bir günah ve sorumluluk yoktur. Aksine cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunma bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı sevap ve fazilet olarak kabul edilebilir.Açık ve net olarak söylüyoruz.Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınların Kur'an'a dokunmaları büyük bir hayır ve önemli bir sevaptır. Çünkü bir şey sakıncalı ve haram olmayınca, onu yapmak mubah ve sevaptır. Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunulmaz demek Kur'an'a iftiradır. Helal olan bir şeyi haram kılma olduğundan Allah'a iftiradır. Böyle bir şey söylemek Allah'a din öğretmek olduğundan büyük bir ahlaksızlıktır.Abdest almak ve cünüblükten temizlenmek sadece ve sadece cuma salatını ikâme etmek için meşru kılınmış bir ibedettir.Cuma salatını ikâme etme haricinde hiçbir şey için abdest alma ve cünüblükten temizlenme yoktur. Dolayısıyla cuma salatını ikame etme haricinde abdest almanın ve cünüblükten temizlenmenin hiçbir fazileti ve sevabı yoktur. Kur'an'ı kendi bütünlüğü içinde anlayan, aklını kullanan hiç kimse böyle bir şey söylemez.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletini anlamak mümkün değildir.Mekke müşriklerine "cevap" olan bir âyeti müminlere "emir" olarak almışlardır. Aslında "ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti indiğinde Kur'an kitap haline getirilmemişti. Yani Kur'an, Allah Resulü'nün ve iman edenlerin gönüllerinde idi. Kur'an'ın mushaf olması yani Kur'an'ın elle dokunulacak, gözle görülecek hale gelmesi Allah Resulü'nden sonra ashabın müdahalesi sonucunda gerçekleşmiştir. Yani Allah tarafından indirilen vahye insanların dokunması ve onu gözle görmeleri mümkün değildir. Allah tarafından indirilen vahiy, gözle görülecek, elle dokunulacak bir şey değildir."Ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti nazil olduğunda cuma salatı meşru kılınmamıştı. Yani Mekke'de Müslümanlar bir araya gelip cuma salatını ikame edemedikleri için maddi temizlik diye bir şeyden söz edilmemiştir.Maddi temizliği emreden âyet, Müslümanların artık bir araya gelip cuma salatını ikame ettikleri Medine'de inmiştir.Kur'an'a dokunup dokunmama ile ilgili bütün âyetlerin konusu şeytanlardır. Yani Mekke müşriklerinin iftiralarına cevaptır. Yoksa bilinen anlamda şeytan diye bir şey yoktur.Aslında Kur'an denildiğinde nesnelere yazılmış olanı değil, gönüllerde ve levh-i mahfuzda bulunan Kur'an'ı anlamak gerekiyor. Esas Kur'an, levh-i mahfuzda olandır."Hakikatte o yalanladıkları, aslı levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kuran'dır"(Buruc- 21-22)Elimizde bulunan Kur'an değil, mushaftır. Yani bir deri parçasına, tahtaya, plastik maddesine veya bir mermere yazılan âyetler bu maddeleri Kur'an'ı yapmaz. Bilgisayar ve cep telefonu hiçbir zaman Kur'an sayılmazlar.Bir kağıt parçası hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Dolayısıyla insanların abdestsiz ve cünüp olarak Kuran'a dokunmamalarını söylemek bir saygı değil, büyük bir sorumsuzluk ve ağır bir iftiradır.Kur'an bir kitap değil, bir söz, bir kelam ve bir hitaptır. Yani onun karakteri ve yapısı sözün gücüne dayanır.Kur'an'ın indiği zemin insanların yazıdan ve yazılı metinlerden uzak oldukları bir coğrafyadır. Ondaki tekrarlar bu yüzdendir.Söz ve hitap yani sözün gücü tekrarı kaldırır, fakat yazılı metinlerde tekrar olmaz. Kur'an'ın bazı âyetlerde kendisini "kitap" olarak tanıtması Allah'ın koruması altında olması, belli bir sistemenin bulunması, bağlam ve bütünlüğe sahip bulunmasından dolayıdır. "Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62 )Halbuki Allah'ın indinde maddi nesnelere yazılı kitap bulunmamaktadır.Kur'an'da geçen "kitap" sözcüğü "vahiy" anlamında kullanılmıştır. Yoksa Kur'an kitap değil, söz ve hitaptır.Kur'an'ı maddi nesnelere yazılı olan bir şey olarak değil, bir bellek, dijital bir kaynak olarak kabul etmek gerekir.)
3 Temmuz 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(251. YAZI)Rahman Süresi 78 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1,2-) Rahmân, Kur'an'ı öğretti.3-) İnsanı yarattı.4-) Ona beyanı öğretti.5-) Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.6-) Otlar yani (bütün) ağaçlar (Allah'a) secde (kayıtsız şartsız boyun eğerler.) ederler.7-) Ve göğü yükseltti yani mizânı koydu.8-) Sakın mizanda haddi aşmayın.9-) Mizânı adaletle ikâme edin yani Mizânı zarara uğratmayın.10-) Allah, yeri yaratıklar için var etti.11-) Orada meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır.12-) Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır.13-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?14-) Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.15-) Ve "Cin"i de yalın bir ateşten yarattı.16-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?17-) O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.18-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?19-) İki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.20-) Fakat aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.21-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?22-) O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "yehrucu" "çıkar" kelimesi, "yuhracu" "çıkarılır" olarak da okunmuştur. O zaman âyetin anlamı şöyle oluyor."O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkarılır")23-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?24-) İnşa edilip bir alâmetler (belgeler) gibi denizde akıp giden gemiler de O'nundur.25-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?26-) Üzerinde kim varsa fânidir.27-) Ancak celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi bâki kalacaktır.28-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?29-) Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün bir iştedir.(Yani göklerde ve yerde bulunan her şey sürekli olarak O'na muhtaç bir halde bulunmaktadır. O'da her an onların ihtiyaçlarına karşılık vermektedir. Bu âyet "yüce Allah gökleri ve yeri yaratıp kendi haline terketmiştir" inancını reddeder. Çünkü göklerde ve yerde devamlı olarak bir yenilenme ve değişim mevcuttur. Yani insanlara "her an sizde bir yenilenme ve değişim içinde bulunun" dersini vermektedir.)30-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?31-) Ey iki ağırlık! Yakında sizi boşaltacağız!(Âyette bulunan "sekaleyn" "iki ağırlık" tan maksat, "fiil ve amelleriyle ağırlık yapan insanlar ve cinler, müminler ve kâfirler, " olabilir. En doğrusunu yüce Allah bilir.)32-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?33-) Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Sultan (araç-güç-delil-aklı kullanma ve araştırma) yapmadan geçip gidemezsiniz.34-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?35. Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de birbirinize yardım edemezsiniz.36-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?37-) Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne olur?)38-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?39-) İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.(Yani her şey kayıt altına alınmıştır. Hatta Kur'an'da bu konuda var olan âyetleri güncelleyecek olursak, yapılan bütün ameller ilahi kameraya alınmaktadır. Yani hiç bir şekilde yüce Allah'a itiraz ermenin imkanı yoktur.Kur'an'da bulunan "amellerin kitaplara kaydedilmesi" ile ilgili âyetler, on dört asır önce yaşayan insanların bilgi ve anlayışlarına hitap etmektedir. Eğer Kur'an yirmi birinci asırda inmiş olsaydı. Amellerin kaydedildiği filmlerden ve kamera sistemlerinden söz edecekti.)40-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?41-) Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından alınırlar.42-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?43-) İşte bu mücrimlerin yalanladıkları cehennemdir.44-) Onlar, onun ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında tavaf edip dururlar. 45-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?46-) Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet vardır.47-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?48-) İki cennet de (ağaçlar, meyveler, rengârenk bitkiler gibi) çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir.49-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?50-) İçlerinde akan iki pınar vardır.51-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?52-) İkisinde de her meyveden çift çift vardır.53-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? 54-) Onlar astarları kalın olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) alçaktır.55-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?56-) Oralarda bakışlarını (yalnızca eşlerine) çevirenler var ki, onlardan (cennetliklerden) önce onlara ne bir insan, ne bir cin dokunmamıştır.57-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?58-) Onlar sanki yakut ve mercandır.59-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?60-) Güzelliğin karşılığı, güzellik değil midir?61-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?62-) Bu iki cennetin dununda iki cennet daha vardır.63-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?64-) O iki cennet koyu yeşil renktedir.65-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?66-) İçlerinde kaynayan iki pınar vardır.67-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?68-) İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.69-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?70-) Onlarda (her çeşit) hayırlar ve güzellikler vardır. 71-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?72-) Onlar, haymelerde kapanmış hurilerdir.73-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?74-) Onlara, (cennetliklerden) önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.75-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?76-) Onlar yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar, (nimetlenirler).77-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?78-) Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı mübarektir.
2 Temmuz 2022 Cumartesi
KUR'AN'DA SALÂT(7.YAZI)Son olarak İsra süresi 107 ve 109.âyetlerine bakacağız."Daha önce kendilerine ilim verilenler o (Kur'an) onlara okunduğunda, çenelerine doğru secde ederek kapanırlar (düşerler)..."Bu âyette salât kelimesinin geçmediğini hatırlatalım.O halde salât sırasında çenelerimize doğru kapanmamız veya yığılmamız gerektiği düşüncesini buradan çıkaramayız.Ek olarak, şu kullanıma bir bakın: "Çenelerine doğru kapanırlar..." Arapçası "yahirrûne lil ezkâni succeden"Bu kısımla ilgili bir kaç gözlemimiz bulunmaktadır.Öncelikle burada "çenelerine doğru" diyor. Çenelerin "üstüne" değil,Ayrıca burada çenelerine doğru "kapanırlar" diyor. Çenelerine doğru secde ederler değil, Eğer secde kelimesi, burada fiziksel olarak yere kapanmayı ifade etseydi, hem yere kapandıklarını hem secde eder olduklarını belirtmesi gereksiz olurdu.Yüce Allah'ın sadece kapandıklarını söylemesi veya sadece secde ettiklerini söylemesi yeterli olurdu.Aancak bunların yerine yüce Allah "secde ederek kapandılar" ifadesini kullanmıştır.Buradaki secde kelimesi... eğer 109. âyete dikkat edersek "Ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar..." Tekrardan aynı ifade, "...bu onların huşularını arttırır"Yani secdenin bir parçası olarak ağlanıldığından ve bu durumun huşuyu arttırdığından bahsedilmiştir. Secde, huşuyu arttırır.Söylenenlere kayıtsız şartsız hemen itaat etmeyi ve tereddüt etmeden boyun eğmeyi gerektirir.Yani bu pasaj, namazla yakından uzaktan alakasızdır.Burada anlatılmak istenen, Allah'ın emir ve kurallarına kayıtsız şartsız yani ön yargılardan uzak itaat etmek ve boyun eğmektir.Öğrendiğimiz her şeyi özetlemek gerekirse: Salât'ın namaz olduğu inancı Kur'an'dan çıkarılamaz.Aksine salât kelimesi, yakından takip etmek, yüce Allah ile bağlantıyı ayakta tutmak, sürekli olarak yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu hissetmek, Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle donanmak ve güzel ahlakına sahip olmaktır.Ve Kur'an'a göre salât Allah'ın emirlerini bilmek ve takip etmek olduğu gibi salât zamanlarını sürdürmektir.Aynı zamanda rükû'nun Allah'ın emirlerine boyun eğmek, secdenin de kayıtsız şartsız teslim olmak anlamına geldiğini öğrendik.İşte bu bizim yaptığımız araştırma sonucu Kur'an'dan anladığımız kadarıyla salât'ın anlamıdır.Kişisel görüşümüz olarak, herhangi bir kişi fiziksel hareketleri de yapmak isterse bu onun tercihidir.Ancak Kur'an'ın anlattığı kadarıyla fiziksel hareketlerin salât ile hiçbir bağlantısı yoktur.Yüce Allah ayakta durarak meâlinden habersiz Kur'an okumalarına değer vermez. Yüce Allah insanların okudukları Kur'an'a iman edip etmediklerine, ona hakkıyla teslim olup olmadıklarına değer verir. Yüce Allah'ın indinde kıymetli olan takva, ihlas, iman, ihsan, salât, secde, rükudur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemektir."İman ettik" diyenlerin bir çoğunun kâfir olduğunu Kur'an haber vermektedir."Yanınıza geldiklerinde "iman ettik" derler. Halbuki yanınıza küfürle girip yine küfürle çıkmışlardır. Allah, onların saklamakta oldukları şeyi daha iyi bilir.(Mâide -61)İnsanın hayatı boyunca beş vakit namaz kılıp da, okuduğu Kur'an'ın ne dediğini bilmemesi ne kadar kötü bir ahlaktır. Halbuki yüce Allah mümınlere, "Sakın Yahudi ve Hiristiyanlar gibi parçalanmayın yani mezhep ve fırkalara bölünmeyin, Kur'an'ın himayesine sığının" (Âli İmran-103) buyuruyor.Kur'an'ın anlamı bilinmeden ona nasıl sığınılacak?Kur'an'da bulunan salât, secde, kıyam, rüku, takva, iman, İslam, ihlas, ihsan gibi değerli kavramların hepsi Kur'an'ı bilmek ve anlamakla ilgili kavramlardır.Kur'an'dan habersiz olanlar bu değerli meziyetlerin ve faziletlerin hiç birine sahip olamazlar. İşte namaz budur, okuyup iman etmemek, okuyup okuyup teslim olmamak, okuyup okuyup ihlas ve takvanın hangi anlam geldiğini bilmemektir.Salat ise Kur'an'ı öğrenmek, anlamak, idrak etmek, iman etmek ve ikame etmektir.Yani Allah'ın emir ve yasaklarına göre yaşamaktır. "Küfürle girdiler, küfürle çıktılar" o dönem iman ettik deyip, Kur'an'a iman etmeyen Yahudilere denilmiştir. Yüce Allah kalblere ve amellere bakıyor. Onlar iman edip kalblerindeki batıl inançları ve amelerindeki kötülükleri terketseydiler, kendileri için hayırlı olurdu.Lakin şer olanı tercih ettiler."Küfürle girdiler, küfürle çıktılar. (Mâide- 61)"Ve onlardan pek çoğunun, günah işlemede, düşmanlık yapmada ve haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kadar kötüdür!" (Mâide- 62)Salât'ı ikâme; hadis ve mezhepler şirkini, batıl inançları, her türlü günahı ve haramları terketme derslerinin adıdır. Namaz ise Allahın emir ve yasaklarını anlamadan okuyup okuyup arkaya atılmasının adıdır.Şii ve Sünni din adamları dinlerini namazın üzerine kurmaları neticesinde insanların Kur'an'a ulaşmalarını engellediler. Dolayısıyla namaz Kur'an'la bağları koparmanın adı oldu.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(250. YAZI)Kamer Süresi 55 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Kıyamet yaklaştı yani ay yarıldı.2-) Onlar bir âyet görseler yüz çevirirler yani bu "Süregelen bir sihirdir" derler.AY'IN YARILMASI" HANGİ ANLAMA GELİYOR?Aslında Kur'an'a baktığımızda Allah Resulünün mucize göstermediğini ve böyle bir şeye yetkisinin olmadığını açık olarak görüyoruz.O halde Kamer süresi birinci âyetin hangi anlama geldiğinin üzerinde biraz duralım."Kıyamet yaklaştı yani ay yarıldı"Yüce Allah Kur'an'da henüz dünya hayatında gerçekleşmemiş, hatta ahirette gerçekleşecek olan birçok olayı bizlere gaybi bir haber olarak vermektedir. Mesela: Kıyamet kopmadığı, sûra üflenmediği, kitap ortaya konmadığı, daha insanların hepsinin ölmediği, şahitler henüz getirilmediği halde, bu olayların olup bittiği ile ilgili onlarca âyet vardır.(En'am -94; Zümer -68,69; Kehf -47,48)Rahman ve Rahîm olan Allah, henüz olmamış olayları olmuş gibi anlatmasının sebebi, onun zamandan ve mekandan münezzeh olmasından kaynaklanıyor.Yani yüce Allah zamandan ve mekandan bağımsızdır.Zaman ve mekanla kayıt altına alınamaz.O'nun ezeli ve ebedi ilminde olmuş ile olacak, geçmiş ile gelecek arasında hiçbir fark yoktur.Dolayısıyla "kıyamet yaklaştı yani ay yarıldı" âyeti, kıyamet gününde ayın yarılacağının haberini vermektedir "Gökyüzü yarıldığı zaman"(İnfitar-1)"Gökyüzü yarıldığı zaman"(İnşikak-1)"Artık sûra bir defa üflendiği, yer yani dağlar kaldırılır birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman işte o gün olacak olur (kıyamet kopar) Gök de yarılır ve artık o gün, o çökmeye yüz tutar"(Hakka- 13, 14, 15, 16)Ay'ın bir mucize olarak yarılması ile ilgili rivayetleri uyduran cahiller, ay'ın yapısının nasıl olduğunu, dünya ile bağlantısını, canlılar için ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu, ayın kıyametten önce sünnetullah gereği yarılmasının mümkün olmadığını bilemezlerdi.Bu kadar kolay ve anlaşılır bir âyeti muğlak hale getirmenin en büyük sebebi, Nebi ile Resûlün arasında bulunan farkların bilinmemesi, Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamamak, Ehli Sünnet ve Sia'nın Allah Resulüne iftira olan kaynaklarına iman etmek ve Kur'an'ın üzerinde düşünmemekten kaynaklanmaktadır. Kamer süresi 2. âyeti ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz."Onlar bir mucize gördüklerinde eskiden beri devam edip gelen bir sihirdir" derler.Bu âyette yüce Allah, tarih boyunca mucizelere ve Allah'ın âyetlerine karşı kavimlerin ahlak ve tepkilerini deşifre ediyor.Yani mucizelerin insanların imanı üzerinde olumlu bir tesir meydana getirmediğini bildiriyor.Aslında vahiy yeterli bir mucizedir. Fakat bu âyette Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları mucizeden yüz çeviren "ve bu devam edip gelen bir sihirdir" diyenlerin mekkeli müşrikler olduğunu ileri sürmüşlerdir.Halbuki bu görüş hatalı ve problemli bir görüştür.Çünkü Kamer süresinde yüce Allah insanlık tarihinde geçmiş bazı kavimlerin âyetlere karşı nasıl tavır takındıklarını ve nasıl helak edildiklerini haber veriyor.Yani Kamer süresinin ana konusu, ikinci âyetin tefsiri gibidir.Dolayısıyla Allah Resulü (a.s) mucize göstermiş olsaydı, müşriklerin tevhide gelmeleri üzerinde musbet bir tesir yapacağından, aklın kullanılması, tefekkür etme, imtihan sırrının bozulması ve insanların kendi özgür iradeleriyle tevhid akidesini benimsemelerinin önüne geçilmiş olacaktı."O halde (Ey Resul!) öğüt ver. Çünkü sen ancak (vahiy'le) öğüt vericisin" (Ğaşiye- 21, 22)"Biz onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"(Râd-40)"Resûle düşen görev ancak vahyi tebliğ etmektir"(Mâide-99)Allah Resulünün indirilen vahyi insanlara ulaştırmaktan başka hiçbir görevi yoktur.Özellikle mucize göstermek diye bir şeyden asla söz edilemez."Biz onların dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"(Kâf-45)(Ey Resul!) De ki: Ben, sadece, vahiy'le sizi ikaz ediyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"(Enbiya -45)3-) (Resûlu) yalanladılar, hevalarına tâbi oldular. Hâlbuki her iş, gerçekleşecektir.4-) Andolsun ki, onlara içinde sakındırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.5-) Bu haberler, (ders ve ibret verici) beliğ birer hikmet idiler! Fakat uyarılar fayda vermiyor!6,7-) O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (daha önce) inkar edilen bir şeye çağırdığı gün, gözleri korkudan önlerine eğik dağılmış çekirgeler (sürüsü) gibi kabirlerden çıkarlar.8-) Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, "Bu zor bir gün" derler.9-) Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir mecnundur" dediler yani kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonulmak istenmişti.10-) O da Rabbine, ("Ey Rabbim!) Ben mağlup oldum, yardım et" diye dua etti.11-) Biz de göğün kapılarını nehir gibi akan bir su ile açtık.12-) Yeri göz göz yardık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birbirine kavuştu.13-) Yani Nûh'u çivilerle perçinli levhaların üzerinde taşıdık.14-) Gemi, küfredilen kimseye (Nuh'a) bir mükâfat olarak gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.15-) Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir âyet olarak terkettik. Hani idrak eden var mı?16-) Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!17-) Andolsun biz, Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden (hatırlayan) var mı?(Yani Kur'an, düşünen, merak eden, ona iman eden, teslim olan, ihlas sahibi olanlar, idrak etmek isteyen, öğüt alanlar için kolay bir kitaptır. Herkes için değil. Muddekir kelimesi, hatırlama anlamına gelmektedir."(Hapisteki) iki kişiden, kurtulmuş olan uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak "veddekera" ben size onun te'vilini haber vereceğim; beni hemen (Yusuf'a) gönderin demişti"Yusuf -45)18-) Âd kavmi de (Hûd'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış! (gördüler)19-20) Sürekliliği olan zor bir günde onların üzerine, insanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi deviren dondurucu bir rüzgâr gönderdik.21-) Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!22-) Andolsun biz, Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden var mı?23,24-) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "Bizden tek bir beşere mı tâbi olacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapkınlık yani çılgınlığın içine düşmüş oluruz."25-) (Devamla) "Bizim aramızdan vahiy ona mı ilka edildi? Hayır o, yalancı, şımarığın biridir."26-) Yalancı, şımarık kimmiş yarın bilecekler! 27-)(Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir fitne olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle yani sabret."28-) "Yani onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) taksim edildiğini haber ver. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun."29-) Derken onlar arkadaşlarına nida ettiler. O da ileri atıldı yani deveyi vahşice katletti.(Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resûl kıssalarının büyük bir bölümü mecazi ve simgesel anlatıma sahiptir. Yani Sâlih (a.s) kıssasında geçen ve dokunulmaması istenen "dişi deve" kamu malının kutsallığı ile ilgili bir durumdur.Yani devlet (kamu) malını koruyun ona ihanet etmeyin anlamına gelmektedir.Çünkü başka bir âyette bu deve için "nêkatallâhi" "Allah'ın dişi devesi" olarak geçmektedir.(Şems -13)30-) Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış! (gördüler!)31-) (Deveyi katledince) bizde, onların üzerine tek bir sayha gönderdik de, onlar, ağıldaki (hayvanların çiğneyip ufaladıkları) kuru çöpler gibi oldular.32-) Andolsun biz, Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden (hatırlayan) var mı ?33-) Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.34,35-) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. İndimizden bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.36-) Andolsun, Lût onları bizim (azapla) yakalamamızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.37-) Andolsun, onlar onun (Resûllerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.38-) Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.39-) "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.40-) Andolsun, biz Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden var mı?41-) Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti.42-) Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları aziz ve muktedir olanın yakalaması gibi yakaladık.43-) (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için zübürde (azaptan kurtulma gibi) bir berat mı var?(Zübür kelimesi, yüce Allah tarafından indirilen vahiy demektir.)44-) Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar?45-46) O topluluk yakında hezimete uğrayacak yani arkalarını dönüp kaçacaklardır. Bilakis, o saat, (yenilgi ve hezimet) bir vaattır. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.47-) Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapkınlık ve şaşkınlık içindedirler.48-) Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Sakarın dokunuşunu tadın!" denecek.49-) Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle yarattık.(Kader, "Allah her şeyi bir ölçüyle yaratmıştır. Allah ölçüsüz iş yapmaz. Kadersiz yani ölçüsüz hiçbir şey yoktur. Allah gelişi güzel iş yapmaz. Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz demektir.Allah'ın bir yasası var ve o yasaya göre iş yapar. Kader, "Allah'ın kuralları, prensipleri, kaideleri var" demektir. Kur'an'daki kader işte budur.Allah'ın takdiri olmadan hiçbir şey olmaz. Ehl-i Sünnette bulunan kader inancı Allah'a iftira olan bir inançtır.Yani müşriklerin kader inancıdır.50-) Bizim (kıyamet) emrimiz ancak tek bir göz kırpması gibidir.51-) Andolsun ki, biz sizin gibi şiaları (grupları-fırkaları-) hep helâk ettik. Fakat idrak eden var mı? 52-53) İşledikleri her şey (bütün fiilleri) zübürdedir yani küçük, büyük tüm amelleri kayıt altına alınmıştır. 54-) Şüphesiz muttakiler cennetlerde yani nehir başlarındadırlar.55-) Muktedir bir melikin indinde, sıdk meclisindedirler.(Kamer Süresinin Sonu)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(249.YAZI)19,20-) Lât ve Uzza'yı ve diğer üçüncüsü Menat'ı gördünüz mü?21-) Erkek sizin de, dişi O'nun mu?22-) Öyle ise bu çok haksız bir taksimdir.23-) Onlar ancak sizin ve (din) atalarınızın (müctehid, mezhep imamı, evliya, ilâh) olarak isimlendirdiğiniz (batıl) isimlerden başka hiçbir değillerdir. Allah, (hidayette olduklarına dair) onların hakkında hiçbir sultan (delil) indirmemiştir. Onlar (müşrikler) sadece zanna ve nefislerin hevasına tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rablerinden hidayet de gelmiştir.(Yukarıdaki âyette bulunan "Onlar (müşrikler) sadece zanna ve nefislerin hevasına tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rablerinden hidayet de gelmiştir" cümlesi çok önemlidir.Bu cümle, tüm beşeri rivayet ve ictihadların yani tüm mezheplerin zan olduğunu, nefsin arzularına tâbi olmaktan başka bir anlam taşımadıklarını, din ve hüküm olarak Kur'an'ın hidayetinden başka hiçbir şeyin geçerli olmadığını açık olarak ispat ediyor.) 24-) Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?25-) Oysa, Ahiret de, ilki de Allah'ındır.26-) Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah'ın izniyle, (yasasıyla) dilediği yani râzı olduğuna yarar sağlar.(Göklerde bulunan meleklerden maksat, yağmur, rüzgar, ay, güneş, gezegenler, yıldızlar, kar, hava, oksijen ve daha bilmediğimiz binlerce, yüz binlerce melektir. Bunlar yüce Allah'ın ordularıdır. Bu melekler yüce Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Onlarda irade yoktur. Onların yaratılmışlara olan yararlarına Kur'an'ın verdiği isim şefaattir.İnsan dahil pozitif varlıkların tümüne melek denir. Yani yarar ve hayır üreten her şey aynı zamanda bir melektir. İnsan dahil negatif varlıkların tümüne şeytan denir. Yani zarar ve şer üreten her şey aynı zamanda bir şeytandır.)27-) Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere (yağmur- rüzgar- fırtına- kasırga, yıldırım) dişi isimleri veriyorlar.28-) Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna tâbi oluyorlar. Şüphesiz zan, haktan yana hiçbir şey ifade etmez.29-) Öyle ise bizim zikrimizden (Kur'an'dan) yüz çevirenden yani dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden sende yüz çevir.30-) İşte onların ilimden kavrayabildikleri bu kadardır! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. Yani O, hidayete ereni de iyi bilir.31-) Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzellik yapanları da daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.32-) Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve fuhşiyattan (cimrilikten) uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, mağfireti çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için nefislerinizi arındırmayın. Çünkü O, takva sahiplerini en iyi bilendir.Kıraat Farklılığı(Âyette geçen "kebêiral ismi" "büyük günahlar" ifadesi, tekil olarak "kebîral ismi" "büyük günah" olarak da okunmuştur. Yani büyük günahtan maksat "şirktir"Dolayısıyla bir insan güzel ahlak sahibi olur, malını infak eder ve dinini Allah'a özel kılarsa (ihlas) cennete girer.)33,34-) Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?35-) Gayb'ın ilmi kendi indindedir de o gerçeği mi görüyor?36,37-) Yoksa, Mûsâ'nın ve (hanif İslam'a) vafâlı İbrahim'in sahifelerindeki şu gerçekler kendisine haber verilmedi mi?38-) Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.39-) İnsan için çalıştığından başka hiçbir şey yoktur. 40-) Yani çalışması ileride görülecektir.41-) Sonra çalışmasının mükâfatı kendisine tastamam verilecektir.42-) Yani en son varış Rabbinedir.43-) Ve şüphesiz ki O, güldüren ve ağlatandır.44-) Ve şüphesiz ki O, öldüren ve diriltendir.45,46-) Ve O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.47-) Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir.48-) Şüphesiz O, zengin yapan yani muhtaç olmaktan kurtarandır.49-) Ve şüphesiz ki O, Şi'râ'nın Rabbidir.50,51-) Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk eden ve hiç kimseyi bırakmayandır.52-) Daha önce de Nûh'un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha taşkın kimselerdi.53,54-) O, "Mu'tefike"yi de kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür.55-) O hâlde Rabbi'nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!).56-) İşte bu (Kur'an) da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.57-) Yaklaşmakta olan (kıyamet iyice) yaklaştı.58-) Onu Allah'tan başka kimse açığa çıkaramaz.59,61-) Şimdi siz bu sözü mü acayip buluyorsunuz! Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?62-) Haydi Allah'a secde edin yani sadece O'na ibadet edin.(Necm Süresinin Sonu)
1 Temmuz 2022 Cuma
CEMAAT VE TARİKATLARIN İNANÇ VE KARAKTERLERİ(5.YAZI)Milli ve temiz olanları tenzih ederim ama Türkiye'deki cemaatlerin büyük bir bölümü inanca dayalı anonim şirket ya da mafya örgütlerini çağrıştırıyor. Bunların her birinde "şefkat tokadı" gibi korkutma yani susturma yasası var ve olabilecek her hangi bir kopuşu bela korkutmaları ile engelliyorlar. Fethullah Gülen Cemaati'nin devletin en temel kurumlarını ele geçirmesi ise Türkiye Cumhuriyeti adına beka sorunudur. Cemaat kültüründe malum sorgulama yoktur verilen emirleri kayıtsız şartsız kabullenmek yani biat inancı hakimdir.Dolayısıyla böyle yapılar bütün devletler için bir tehdittir. Çünkü örneğin bir Türk subayı cemaat mensubu olursa emri komutanından değil cemaat Şeyhinden alacaktır.Aynı şekilde cemaat mensupları polis ve yargıya sızarsa bunlar hukuk ve kanuna göre değil, cemaatin çıkarları ve Şeyhin buyruklarıyla hareket ederler. Yeni ifşa edilen rezillik malumdur.Yargıtay'da siyasi olmayan bir ceza dosyasının hükmü bile Pensilvanya'da "Hocaefendi" tarafından verilmiştir ki bunu açıklayan Ak Partili eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'dir.Düşünün sıradan bir ceza dosyasına hüküm için bile Şeyh'e müracaat ediliyor. Cemaat lideri veya tarikat Şeyhi yabancı bir gücün kontrolüne girdiği an ise, cemaat ve tarikat müritlerinin tamamı dış dinamiklerin ajanı ya da askeri olacaktır.Buradan bakınca cemaat veya tarikat müritlerinin devlette görev yapmaları yasadışı kanlı bir örgütün devlete sızmasından daha tehlikelidir. Evet cemaatlerin pek çoğu şeklen silahsız görünse de aslında örgüttürler ve devlet için tehdit teşkil ederler. Bunlar tıpkı DHKP-C gibi hücre sistemi ile çalışırlar.Işık ya da öğrenci evleri bu tür örgütlenmelerin üreme merkezleridir.Üniversiteyi kazanan gençler buralarda ehlileştiriliyor.Devletin yeterli yurt yapmaması sebebiyle özellikle taşra kökenli gençler bu cemaat örgütlenmeleri tarafından çok kolay avlanıyorlar. İnanç gibi güçlü bir olguya, imkansızlık, sahipsizlik, çevre, kimlik ve kişisel statü ilave edildiğinde gençlerin ele geçirilip paketlenmesi zor olmuyor. Yukarıda belirttik, bu yapılarda kayıtsız- şartsız lidere ve Şeyhe biat inancı yani teslimiyet esastır.Zerre mübalağa etmiyorum, cemaat önderleri müritlerinin gözünde Allah ve Resul misalidir. O önderler müritlerine dininizi değiştirin deseler bile pek çoğu anında dinini değiştirir zira onlara göre o emirde bir kerametin olduğuna inanırlar.Başka bir ifadeyle cemaatlerin pek çoğunda İslam Allah'ın değil, kendi şeyhlerinin söyledikleridir.Cemaatlerin devlete zısmasının sonuçlarını Türkiye çok ağır bedeller ödeyerek yaşadı ve hâlâ yaşıyor. Beş bin yıl mâzisi olan Türk Ordusuna karşı Pentagon ile NATO'nun başlattığı kumpas ve operasyonlar bir cemaat kullanılarak gerçekleştirildi. Mülkün temeli adalet, o cemaat müritleri tarafından yerlere serildi.Asayişi temin görevi olan polis, o münafıkların sızması sonucu çeteleşti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)