29 Mart 2018 Perşembe

KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK:
(4.YAZI)
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
(Resulüm! ) Sen yüzünü hanif (her türlü kirli inançtan arınmış saf Müslüman) olarak dine,  Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise  ona çevir.  Allah'ın yaratışında değişme yoktur. işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
 Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının,  salatı ikame edin asla müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan (din ve inanç)  ile böbürlenmektedir"
(Rum, 30, 31, 32)
Şia ve Ehli Sünnet dincilerinin Kur'an'a ulaşmalarını engelleyen en önemli faktörlerin  başında bu iki batıl dinin  körü körüne resmen tanınmış,
Kur'an'a karşı gelme hususunda aynı düşünen bir formatlarının  mevcut olduğudur. 
Yani bu dinciler inançlarında herhangi  bir yanlışı  ve eksikliği kabul edebilecek bir akla, tefekkür ve sorgulamaya, fıtrat ve  anlayışa sahip değillerdir.
 Aynen Yahudi ve Hristiyanlar gibi her iki kesim kendilerinin tam bir  hidayet üzerinde olduklarını ve diğerlerinin cehenneme gireceğini iddia etmektedirler.
 "Hepsi de kitabı okumakta oldukları halde Yahudiler:
Hristiyanlar doğru bir din  üzerinde değildir,  dediler. Hristiyanlar da: Yahudiler doğru bir din üzerinde değillerdir,  dediler,,,"
(Bakara, 113)
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri aynen  Yahudi ve Hristiyan ilim adamları gibi kendilerinin Allah katında en  makbul ve sevgili kullar  olduklarını iddia ediyorlar. 
Allah onların batıl itikatlarına şöyle cevap veriyor.
"Yahudiler ve Hristiyanlar "Biz Allah'ın kulları  ve sevgilileriyiz dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azab ediyor,,,,"
(Maide, 18)
 Yani Şia ve Sünnet âlimleri yolları'nın Allah katında tek ve makbul olduğunu iddaa etmelerine rağmen dünya milletleri içinde en rezil, sefil ve perişan hayatına mahkum olmuşlardır.
Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddisleri ve  âlimleri milletlerini anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, vahşet  ve kanlı felaketlerin pençesine mahkum etmişlerdir.
 Yoksa Kur'an'ın hayat bahşeden hidayet ve rahmetinden ümitsizlik ve kaos çıkarmak mümkün değildir. 
Çözüm yolu şudur.
 Müslümanlar Kur'an'ı Mübin'de ana hatlarıyla belirlenen inanç esaslarına inanmakla yükümlüdürler.
 Kur'an dışında kalan herşey bir zan, algı,  eleştiriye açık, özel ve büyük bir ihtimalle uydurma ve batıldır.
 İşte bu yüzdendir ki, Kur'an dışında mezhep ve  fırkaların  kaynaklarından bir İnanç ve  amel oluşturup  topluma dayatmak büyük bir sorumsuzluktur.
 Milletlerin tek bir hal üzerinde kalmayıp sürekli değişim ve dönüşüm yaşadıkları gerçeği ortadayken başka türlü düşünmek hem vahye  hem de akla aykırıdır.
 Şia ve Ehli  Sünnet âlimlerinin Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösterip, 
ümmi halka inanç olarak Allah'ın emir ve yasaklarından dolayı sorumlu olacakları gerçeğini değil de,
 atalarının uydurma  dininden yani yalancı muhaddislerin ve iftiracı âlimlerinin ve imamlarının içtihatlarından sorguya çekileceksiniz  inancını empoze etmeleri affedilecek bir alçaklık değildir.

28 Mart 2018 Çarşamba

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(9.YAZI)
ÖRNEK 44:
En'am suresi "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır.
Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?"
 32. âyetinde bulunan "efelé ta'kilun" "Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?" kelimesini, Şu'be "efelé ye'kilun" "Hâlâ akıl erdiremiyorlar mı?
 olarak okumuştur.
 ÖRNEK 45:
 En'am suresi
"Bu Kuran, ümmül- kura (Mekke) ve çevresindekileri uyarman  için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır,,,"
92. âyetinde bulunan " ve litünzira" "uyanman için" kelimesini, Şu'be "ve liyünzira" (Kur'an'ın)  "uyarması" için olarak okumuştur.
 Yani aslında "kitap Resul" ile "Beşer Resul" arasında bir fark yoktur.
 İkisini misyonu aynıdır.
 Beşer Resul konuşan Kuran'dır.
 Elçiler sadece Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ eder ve sadece onu dillendirirler.
 ÖRNEK 46:
 En'am suresi:
 "Böylece suçların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz"
55. âyetinde bulunan "ve litestebine" "belli olsun" kelimesini, Şu'be "ve liyestebine" "belli etsin" olarak okumuştur.
ÖRNEK 47:
En'am suresi:
",,,Allah mesajını kime vereceğini  daha iyi bilir,,," 124.  âyetinde bulunan "riséletehu" "mesajını" kelimesini, Şu'be "risélétehu"mesajlarını, yani çoğul olarak okumuştur.
 ÖRNEK 48:
 Araf Suresi "Allah buyurdu  ki: "Sizden önce gelmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de  ateşe girin"
 Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lanet edecekler.
Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonradakiler öncekiler için
"Ey Rabbimiz!
Bizi İşte bunlar saptırdılar. Onun için onları ateşten bir kat daha fazla azarçp ver! diyecekler. Allah da:
Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz, diyecektir"
 38. âyetinde bulunan "velékin lé ta'lemun" "fakat siz bilmezsiniz" kelimesini, Şu'be "velékin lé  ye'lemun" "fakat onlar bilmiyorlardı" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 49:  Araf Suresi "Çünkü siz, şehveti tatmin etmek için kadınları bırakıp da şehvetle  erkeklere yanaşıyorsunuz.
 Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz" 81. âyetinde bulunan "inneküm"
"siz" kelimesini, Şu'be "einneküm" "siz mi? olarak okumuştur.
 O zaman mana şöyle oluyor
"Siz şehveti  tatmin etmek için kadınları bırakıp da şehvetle  erkeklere mi yaklaşıyorsunuz.  Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz"
 Yani "böyle bir şeyi nasıl yapıyorsunuz?
 Sizin bu yaptığınız kabul edecek bir şey değildir.
Sizin bu yaptığınız şeye inanmak çok zordur" gibi anlamlara geliyor.
KUR'AN'SIZ, BATIL İKİ DİN.
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(2.YAZI)
Kuransız Ehli Sünnet ve Şia arasındaki ayrılık ve düşmanlık, kin ve nefret kıyamet gününe dek  çözülmeyecek derecede köklü ve kalıcı bir inanca ve ayrılığa sahiptir.
 Uzun tarih boyunca vahiy'den uzaklaştıkları için  aralarında çıkan ihtilaf, şirk ve uydurma dinleri inanç  ve siyasal farklılaşmayı çağrıştıracak bir çok manzarayı içeriyor.
 Müslümanların hayatlarında meydana gelecek olan büyük gelişmelerin ardından bile Şia ve Ehli Sünnet âlimleri  arasında bulunan düşmanlık varlık  gerekçesini hiçbir zaman kaybetmeyecektir. 
Çünkü bu iki din âlimleri Allah'ın tek hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği vahye  ihanet ettiler.
 Allah da bu ihanetin bedelini onlara çok ağır bir şekilde ödetiyor.
 "Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Birde (Tevhid )üzerinde sabredin. Çünkü Allah sabredenleri sever"
( Enfal, 46)
 Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimleri Allah tarafından mutlak bir hidayet ve rahmet  kaynağı olan Kur'an'ı Mübin'i  hiçbir zaman  anlamaya çalışmadılar. 
Ehl-i kitap âlimlerinin yani Yahudi ve Hristiyan din adamlarının kendilerine indirilen vahye  yaptıkları ihanetin  bin katını,
 Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri  kendi kitaplarına yaptılar.
 "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu  mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz"
diyerek söz almıştı.
 Onlar ise bu emri kulak ardı edip, arkalarına attılar, onu az bir dünya menfaatine değiştiler.   Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"
 (ÂLİ İmran, 187)
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve devlet adamları uydurulmuş kaynaklarını terkedip kayıtsız şartsız bir şekilde Allah'ın kitabına dönmedikçe şirk, tefrika, bölünme, parçalanma, terör, vahşet  ve kanlı çatışmalardan asla kurtulamayacaklardır.
Şia  Ehli Sünnet âlimlerinin yapacakları ilk şey uydurulan batıl inançlarına verdikleri isimlerden  uzaklaşmak olmalıdır.
 Yani acil bir şekilde "Sünnilik" ve "Şiilik" ve yan  kolları olan "Caferilik, rafizilik, Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hanbelilik gibi isimlerden kendilerini kurtarmalıdırlar.
 Çünkü bu isimlendirmeler bile Allah tarafından indirilen vahye aykırıdır.
"Allah (tevhid-islam) uğrunda hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti, din hususunda  üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi, (Tevhid) babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi)  Resul'ün size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, o, gerek daha önce gelmiş vahiy'lerde gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi,,,,"
( Hac, 78)
 "İnsanları sadece Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve ben müslümanlardanım diyenden daha doğru sözlü kim vardır"
( Fussilet, 33 )
Yani Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri her şeyleri ile,  bütün benlikleriyle  tamamen şirk olan rivayet,
mezhep inanç ve tüm geleneklerini  bir kenara bırakıp, dini yalnız Allah'a özel kılarak,  Kur'an'a dönmedikçe huzur ve rahat yüzü görmeyeceklerdir.
 İŞTE KANITI:
"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte (şirk'ten)  sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
( İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( En'am, 155 )
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
 O'nun yanında başka dostların( evliyanın) peşlerinden gitmeyin.  Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
 (Araf, 3)
 "Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun,  sonra size yardım edilmez. Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap  gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"
 ( Zümer, 54,55)
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"
( Âli İmran, 105)
KUR'AN'SIZ, BATIL İKİ DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK.
(3.YAZI)
Kur'an'ın penceresinden baktığımızda Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik arasında inanç bakımından hiçbir fark yoktur.
 Allah ile beraber İsa'ya ve azizlere  tapan müşrik Hristiyan ilim adamları  hakkında inen şu âyet Şia ve Ehli Sünnet âlimleri için en büyük bir ibrettir.
(Ey Resul! ) De ki: Ey ehli kitap!
Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (tevhid inancına)  geliniz: Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım,
O'na hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah'ın yanında kimimiz kimimizi ilahlaştırmayalım.  Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, İşte o zaman: Şahit olun ki biz (sadece Allah'a teslim olmuş) müslümanlarız! deyiniz"
 ÂLİ İmran,  64)
 Dolayısıyla insanlığın, özellikle bu ümmetin âlimleri ve ümmileri ile  birlikte tek ortak değeri Allah'ın kitabı Kuran'dır.
 Çünkü Kur'an'ı Mübin'in yegane  hidayet ve rahmet  kaynağı olduğu ile alakalı yüzlerce ayet vardır.
MESELA,
"De ki: Ben, sadece, vahiy ( Kur'an) ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır  olanlar,  ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
 MESELA,
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun âyetlerinden sonra hangi söze iman edecekler? (Casiye, 6)
 MESELA,
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
MESELA,
(Ey Muhammed! )"De ki:
Eğer (haktan) saparsam,  kendi aleyhime sapmış olurum.Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
 Şüphesiz O,  işitendir yakın olandır"
(Sebe, 50)
 Din Allah tarafından Resul (aleyhisselam) daha  hayattayken hem itikadi ve hem de ameli olarak tanımlamıştır.
",,,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim,  üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
( Maide, 3)
 Âyette geçen "el-yevme"  "bugün"  kelimesi çok önemlidir.
 Yani Allah Resulü( Aleyhisselam) dan sonra kıyamet gününe kadar itikat, İnanç ve  amel olarak hiç kimse dine  bir hüküm ve kaide koyamaz demektir.
Şii-Sünni ayrılığı, İslam tarihinde ve günümüz İslam dünyasında yaşanan yegane ayrılık değildir.
 Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bizzat Şia ve Ehli Sünnet içinde tarihsel süreçte oluşmuş nice etnik, kabile,
sınıf, siyasal ayrılıklar ve iç çatışmaları yaşanmış, bunlar zaman zaman İslam dünyasının değişik yerlerinde patlayarak büyük acı ve ızdıraplara yol açmış ve halen de açmaya devam etmektedir.
 Aslında ilim adamları olmazsa ümmi halkın Allah'ın kitabına ulaşmasına engel olacak hiçbir etken yoktur.
 İnsanların Allah'ın kitabına gitmekten alıkoyan, engelleyen ve Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren lânetli din büyükleridir.
 Bu iki uydurma şirk dininin âlimleri tarafından  bir takım hurafe  inanç ve itikadi bariyerler yüzünden  ümmi halkın Kur'an'a gitmesi engellenmektedir. 
İki  batıl dinin  cahil ve yobaz ilim adamlarının beyin ve  sinelerinde yuvalanmış bulunan mezhebi şirk gerilimi kitaptan haberi olmayan ve algılarla aldatılan halkı ilâhi vahye gitmekten alıkoymaktadır.

26 Mart 2018 Pazartesi

KUR'AN'SIZ, BİRBİRİNE DÜŞMAN İKİ DİN:
    ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(1.YAZI)
Ehli Sünnet ve Şia'nın din anlayışı kuran merkezli değil, gelenek merkezli bir anlayışa sahiptir.
 Yani Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimlerinin hepsi inanç, ahlak ve amelde vahiy yerine atalarından gelen kaynakları tek hidayet rehberi olarak kabul ederler.
Şia ve  Ehli Sünnet'in âlimleri tarih boyunca başlarına gelen felaketlerin atalarından intikal eden uydurma dinden yani şirk  ve tefrikadan kaynaklandığını asla kabul etmezler.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri hiçbir zaman atalarından gelen dinin dışlanmasını ve  geleneklerinin reddedilmesini kabul etmezler. Ben şahsen Ehli sünnet ve Şia'nın din adamlarına  baktığımda karşımda Allah Resulü'nün çok  zor bir mücadele verdiği Mekke müşriklerini görüyorum.
 Ehli sünnet ve Şia âlimleri ile Mekke müşriklerinin din anlayışı arasında hiçbir fark yoktur.
 Hatta birçok konuda Mekke müşrikleri Şia ve  Sünnet âlimlerinden daha üstündür.
 MESELA,
Mekke müşrikleri arasında  tevhid akidesini kabul eden birçok kişi  bulunmasına rağmen, Şiilik ve Sünnilik bataklığına saplanan birisinin vahiy ahlakını ve tevhid medeniyetini arayıp bulması mümkün değildir.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine göre
 "Her toplumun düşünce ve inanç yapısı, bir gelenek içinde yoğrulur, kemal'e erer ve kazanımlarını gelecek nesillere aktarır. Gelenekler, düşüncenin, tefekkür dünyasının varlık kazanması için gerekli en önemli bir zemindir"
Yani anlayacağınız Şia ve Ehli Sünnet inanç, ahlak ve anlayışında vahyin yeri yoktur.
 Şia ve Ehli Sünnet'in hadis ve fıkıh kaynaklarını araştıran  birisi bu iki ekolun vahiy hidayet'inden tamamen saptıklarını çok açık olarak görecektir.
 Şia ve Ehli sünnet âlimlerine göre
 "Ancak atalarından gelen dinin içinde kalarak,  konuşarak, düşünerek bazı şeyleri başarabileceklerini inandıklarından meydana getirdikleri bütün eserleri geleneksel kaynakları üzerinde bina etmeye çalışmışlardır.
 Gerçekten de Şia ve Ehli Sünnet'in eserlerine baktığımızda hadis ilimleriyle alakalı binlerce esere karşılık  Kur'an namına ortaya çıkarılmış hiçbir eser görmüyoruz.
 Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri tek hidayet ve rahmet kaynağı olan  Kur'an'ın anlaşılması ve yaşanması yerine,  atalarından kendilerine gelen  uydurma ve şirk olan eserleri tefsir ve şerh etmişlerdir.
 Böylece kısır bir döngü içerisinde amaçsızca  hayatlarını  ve enerjilerini iblisin şirk yolunda  israf etmektedirler.
 Zaman geçtikçe Allah'ın bir hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği vahiy'den geri  dönülmeyecek bir sapıklığa savrulup gitmişlerdir.
MESELA,
Şu satırlara bakın,
Kur'an'ın hayat bahşeden hidayetinden en ufak bir kırıntı var mı?
"Hadis ve Sünnet, fıkhi yönden olduğu kadar İslam kültür tarihi açısından da son derece önemlidirler.
 Hadis malzemesi ve bunları bir araya getiren muazzam hadis külliyatı, sahihiyle,  zayıfıyla ve hatta uydurma olanıyla İslam toplumunun dini, siyasi, ekonomik,
toplumsal ve kültürel gelişiminin takip edilebilmesi açısından son derece zengin bir kaynak oluşturmaktadır.
 Bu kaynak, İslam'dan önce ve sonraki dönemlerde yaşayanların örf, adet, kültür  ve folklorik özelliklerinin yanısıra,  onların başka dinden topluluklarla olan ilişkilerine açıklık getirme bakımından da oldukça büyük bir öneme sahiptir.
 Hadis ve Sünnet, İslami ilimlere delil, dayanak ve malzeme sağlama açısından en büyük kaynaktır.
 Çünkü bu ilimler hem ilgilendikleri alanlar hem de üzerinde tartıştıkları meseleler  bakımından bu ikiliye muhtaçtırlar.
 Bu yüzden hadis ilmi, İslam kültür tarihini  araştırmak isteyecekler için de başvurulması gereken önemli bir referanstır.
( Prof.Dr Kadir Gürler, Hadis ve Sünnet anlayışımız, ay yayıncılık, sayfa 14, Mayıs 2017)
 Yani anlayacağınız Şia ve Ehli sünnet dininin âlimleri
 "Hem insanları Kuran'a yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem kendileri ondan  uzaklaşırlar.  Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini mahvederler"
 (En'am,  26)
 Tekrar ederek iddia ediyorum,
Mekke müşrikleri ile Şia ve Ehli sünnet dininin âlimleri arasında hiçbir fark yoktur.
 Mekke müşrikleride Allah'a iman ediyorlardı, ama Kur'an'ı kabul etmiyorlardı.
 Aynen Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimleri gibi şöyle  diyorlardı.
" İnkar eden (Mekke müşrikleri) bu Kur'an'ı sakın dinlemeyin, okunurken propaganda yapın. Umulur ki sesini bastırırsınız,  dediler"
( Fussilet, 26)

23 Mart 2018 Cuma

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(8.YAZI)
ÖRNEK 36:
ÂLİ İmran suresi
 "Onu doğurunca, Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Allah ne doğurduğunu daha iyi biliyordu,,,,"
 36.âyetin de bulunan "vallâhu a'lemu bimé vadaat" "Allah ne doğurduğunu daha iyi biliyordu"
"vedaat"  kelimesini,  Şu'be "vallâhu a'lemu bimé veda'tu" "veda'tu" "Allah ne doğurduğumu daha iyi biliyor"  olarak okumuştur.
 ÖRNEK 37:
 ÂLİ İmran suresi
"Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok daha iyi bilir.
 115. âyetinde bulunan "onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır" "vemé yef'alu"
 kelimesini, Şu'be "vemé tef'alu" "yaptığınız hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 38"
 ÂLİ İmran suresi
 "Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki,
Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır"
157. âyetinde bulunan "yec'maun" topladıkları kelimesini,
Şu'be "tec'meun" topladığınız şeylerden daha hayırlıdır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 39:
 ÂLİ İmran suresi
"Allah kendilerine kitap verilenlerden, onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı,,,,"
 187. âyetinde bulunan "letubeyyinunnehu" "onu açıklayacaksınız" kelimesini, Şu'be "leyubeyyinunnehu"  "onu açıklayacaklarına dair söz almıştı"
 olarak okumuştur.
 ÖRNEK 40:
Nisa  süresi
",,,,,Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla istemeniz size helal kılındı,,,,"
 24. âyetinde bulunan "ve uhille" "helal kılındı" kelimesini, Şu'be "ve ehelle" "helal kıldı" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 41:
 Maide Suresi
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun "mesajını" tebliğ etmemiş olursun,,,,"
 67. âyetinde bulunan "riséletehu" "mesajını" kelimesini, Şu'be "risélétehu" "mesajlarını" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 42:
 En'am suresi
"O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah ona merhamet etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur"
 16. âyetinin başında bulunan "men yusraf" "kurtarılırsa"  kelimesini, Şu'be "men yesrif" "kurtulursa"  olarak okumuştur.
ÖRNEK 43:
ÂLİ İmran suresi
"Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini İnfakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o mal  kendileri için hayırlıdır, tersine bu onlar için pek fenadır,,,,,"
 180. âyetinin başında bulunan "velé yehsebennellezine" "sanmasınlar" kelimesini, Şu'be "velé tehsebennellezine" (Ey Muhammed! ) "sanmayasın" olarak okumuştur.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(17.YAZI)
"Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sürenin müminlere indirilmesinden çekiniyorlar.
 De ki: Siz alay edin!  Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır.
 Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler.
 De ki:  Allah ile, O'nun âyetleriyle ve onun  elçisiyle mi alay ediyorsunuz?
 (Tevbe- 64, 65)
 Yukarıdaki âyette kurulu  sisteme dikkat etmek gerekir.
 Sistem şu şekilde kurulmuştur.
"De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve onun elçisiyle mi alay ediyorsunuz?
 Yani Allah'ın âyetleri (indirilen vahiy) ile Elçi sadece  Allah'a davet eden bir bütünün parçalarıdır.
 Her ikisi de Allah'ı temsil ederler.
Kitap ile Resul'ün arasında hiçbir fark yoktur.
 "Küfür, İsyan, tekzip, şikak gibi bir çok olumsuz   kavram  sadece elçi  ve indirilen  vahiy için kullanılmıştır.
 Vefat edene  kadar canlı yani konuşan Kur'an "Beşer" olan "Resul'"dür.
 "Beşer" olan "Resul" vefat ettikten sonra onu  sadece Allah tarafından indirilen vahiy temsil eder.
 Dolayısıyla Allah'ın Resulünü Kur'an'dan başka hiçbir kaynak temsil edemez.
 Yani Allah'a ve Resul'üne  varmak için yol arayanlar vahiy'den başka bir hidayet bulamazlar.
 Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarındaki rivayetlerin tümü yalan, uydurma, Allah Resulü'ne iftira,  sapıklık, hurafe ve şirkin en karanlık olanıdır.
  Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.
 "Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir.
Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, salat-ı ikame ederler,  zekatı verirler,
Allah ve Resulü'ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir hikmet sahibidir"
 (Tevbe, 71)
 Yukarıdaki âyette bulunan "Resul" kavramının  "Kitap Resul" olduğu açık olarak görülmektedir. Çünkü kıyamet gününe kadar her yere gitme ve ulaşma kabiliyeti bulunan sadece  "Kitap Resul'dür"
Kitap Resul'ün önünde hiçbir engel yoktur.
"Kitap Resul" akıl, zihin, hafıza olmak üzere tüm teknoloji aletleri ile her yere gitme  kabiliyeti mevcuttur.
 Aslında uydurma dinin ortaya çıkmasının en büyük sebebi Kur'an'da bulunan "Nebi" ile "Resul"  sisteminin bilinmemesinden kaynaklanmıştır.
 Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddisleri,müctehitleri   ve Mezhep imamları son derece Kur'an cahili kimselerdi.
Şia ve Ehli Sünnet  âlimleri Kur'an'dan zerre kadar nasipleri  olmayan,  akıllarını kullanmayan,  tefekkür ve  sorgulama nimetlerinden mahrum birer gelenekçi ve hurafeci idiler.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(16.YAZI)
 "Hala bilmediler ki,  kim Allah'a ve Resul'üne karşı koyarsa elbette onun için içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük bir alçaklıktır"
 (Tevbe, 63)
 Bu âyetteki "karşı koyma"  "had" kelimesi de sadece "Resul" (Elçi) için kullanılan bir kelimedir.
MESELA
"Allah'a ve Resulüne  düşman olanlar "yuhâddunallâhe ve resülehu"  işte onlar en aşağıların arasındadırlar.
Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galip olandır"
(Mucadele, 20-21)
  Yine bu ayet(Tevbe, 63) "kitap Resul" ile ilgilidir.
 Çünkü "Resul" (Elçi)  bir bilgiyi iletmek için gönderilen Elçi'ye "Rasul" denildiği gibi onunla gönderilen bilgiye de "Resul" (Elçi) denir. (Müfredat- Ragıp)
 Dolayısıyla Kur'an'da bulunan "Resul" kelimeleri ya "beşer Resul" ya da "Allah'ın indirdiği vahiy" anlamında kullanılmıştır.
 Bazı âyetlerde kullanılan "Resul" ( Elçi) kelimeleri ise  tamamen "vahiy" anlamına gelmektedir.
Çünkü "Beşer Resul" ölümlüdür, yaşadığı zaman sınırlıdır ve çoğu zaman yaşadığı coğrafyanın dışına çıkma imkanı bulunmamaktadır.
 Fakat "kitap Resul" öyle değildir.
 Onun coğrafyaları ve okyanusları aşmasının  önünde hiç kimse engel olamaz.
 Zihinlerde, akıllarda, yüreklerde, her türlü elektronik cihazda kısaca her zaman ve zeminde yaşama imkan ve  kabiliyeti mevcuttur.
 Yani Kur'an'da geçen "Resul" kelimelerini "vahiy" olarak anlamanın  hiçbir sakıncası yoktur.
 Hayatta olduğu sürece konuşan Kur'an "Beşer Resul'dür.
 Allah'tan sonra mutlak olarak itaat edilecek tek kişi "Beşer Resul'dür.
 Vefat ettikten sonra artık onun "tek temsilcisi" ve "miras olarak bıraktığı"  "onun dilinde hayat bulan" vahiy'dir yani Kuran'dır.
  Rahmân ve Rahim olan Allah bir çok âyette   "Resul" kavramını kullanmakla  bize şu uyarıyı yapmaktadır.
"Sakın Allah Resulü'ne vahiy'den başka bir yoldan gitmeye kalkmayın"
Dolayısıyla Emevi Abbasi rivayetlerinden Allah Resulü'ne gidilen yol kesinlikle şirke, küfre,  karanlığa sapıklığa ve nihayetinde cehennemde son bulacaktır.
 Allah'ın Resulü'nü vahiy'den ayırmak Kur'an'da küfür olarak görülmüştür.
( Nisa- 150, 151)
 Yani Allah Resulü'ne vahiy dışında gitmek dini anlamayı imkansız kılacak, hak olanın  içine batılın karışmasını beraberinde getirecek, kavram kargaşası yaratacak ve neyin orijinal  din olduğu ümmi halk tarafından anlaşılmayacaktır.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(7.YAZI)
ÖRNEK 30:
Bakara Suresi
"Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve torunlarının Yahudi, yahut Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz"
140. âyetinde bulunan "em tekulune"  "yoksa siz" kelimesini,
Şu'be "em yekulune" "yoksa onlar" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 31:
 Bakara Suresi
"Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak  alçalmaktır. Kıyamet gününde en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yaptıklarınızdan asla gafil değildir"
 85. âyetinde  bulunan "ve mallâhu bigafilin ammé te'melune"
"Allah "yaptıklarınızdan" asla gafil değildir"  "te'melune"
kelimesini, kıraat âlimi Hafs "ye'melune"  "yaptıklarından" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 32:
 Bakara Suresi "Eğer sadakalar açıktan verirseniz ne âlâ!
 Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, İşte bu sizin için daha hayırlıdır.
Bu sebeple sizin "günahlarınızı örter,,,"
 271. âyetinde bulunan "ve yükeffir" "örter" kelimesini, Hafs "ve nükeffir" "örteriz" olarak okumuştur.
 O zaman mana
"bu sebeple "günahlarınızı örter" yerine "günahlarınızı örteriz" oluyor.
 ÖRNEK 33:
 ÂLİ İmran suresi
"iman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince (Allah) onların "mükafatlarını eksiksiz verecektir"
Allah zalimleri sevmez" 57. âyetinde bulunan "feyuveffihim ücürahum"
"mükafatlarını eksiksiz verecektir" kelimesini,  Şu'be "fenüveffihim ücürahum" "mükafatlarını eksiksiz vereceğiz" olarak olmuştur.
 ÖRNEK 34:
 Ali İmran suresi
"Göklerde ve yerdekiler,  ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar,  Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar.
 Halbuki O'na döndüreceklerdir" 83. âyetinde bulunan  "yebğune" "arıyorlar" kelimesini, Şu'be "tebğune"  "arıyorsunuz" olarak okumuştur. O zaman mana şöyle oluyor.
 "Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde siz, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorsunuz"
ÖRNEK 35:
Yine yukarıdaki âyette bulunan "ve  ileyhi yurceun"
 "Halbuki ona döndürüleceklerdir"  kelimesini, Şu'be "ve ileyhi turceun" "Halbuki ona döndürüleceksiniz"  olarak okumuştur.
SUUDİ AMERİKA.
Allah tarafından indirilen vahiy insanlara sağlam bir vicdan, özgür bir irade  ve onurlu bir karakter kazandırır.
 Kur'an'ı Mübin, tevhid ve güzel ahlaka, adalet ve merhamete ağırlık verdiği için insana üstün bir fazilet ve sarsılmaz bir şuur bağışlar. 
Fakat bu kadar yüksek ahlaki meziyetler ve hidayete sahip olan Kur'an terk edilip ihanete uğradığı andan itibaren üstün bir ahlaka sahip tevhid dinine paralel olarak bir çürüme, yozlaşma, dağılma, parçalanma ve düşüş meydana gelecektir.
 Lütfen şu âyete dikkat edin!
 Dikkat edin ki,
 Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin tâbi olduğu dinin ne kadar tehlikeli bir din olduğunu bir görün.
 "Kendisine şirk koşmaksizin Allah'ın hanifleri (saf kulları olun)  her kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir yere sürüklemiş bir nesne gibidir"
(Hac, 31)
 Yani düşüş ne kadar yüksek bir yerden (Kur'an-tevhid) olursa parçalanma ve dağılma o derece  korkunç bir vaziyet alır. 
İşte İslam âleminin içinde bulunduğu durum bundan pek farklı değildir.
 Mesela:
 Bir madde ne kadar saf ve temiz olursa bozulduğu andan itibaren en tehlikeli ve ölümcül bir tabiata inkılap eder.
 Bundan dolayı Rahmân ve Rahim olan  Allah tevhid dininin bozulmaması üzerinde ısrarla  durur.
 "Sakın hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
(Bakara, 42)
 Kur'an'da bulunan tevhid dini son derece bir saflık ve berraklığa sahiptir.
 Din, ananın göğsünden masum çocuğun ağzına giden halis bir süt gibi insanlara ulaştırılması gerekir.
 Allah'tan geldiği gibi saf ve temiz yaşanması gerekir.
İşte o zaman toplum maddi ve manevi tüm sorunlardan kendini muhafaza ve müdafaa edebilecektir.
Bundan dolayı dinin  sadece ve sadece Allah'a özgü kılanması çok önemlidir.
 "O daima diridir, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı ve samimi kişiler olarak O'na dua edin. Her türlü övgü alemlerin(insanların)  Rabbi olan Allah'a mahsustur"
(Mümin, 65)
 "Halbuki onlara (insanlık tarihindeki bütün insanlara) ancak, dini yalnız O'na  özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri emrolundu"
( Beyyine, 5)
 (Ey Elçi!) Şüphesiz kitab-ı sana bir amaca yönelik olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak İhlas ile kulluk et"
( Zümer, 2)
 Fakat maalesef  Allah Resulü'nden sonra uydurulan Şiilik ve Sünnilik Kur'an'ı Mübin'in dininde büyük bir tahrif  ve yozlaşmaya  neden olmuştur. 
Yani tamamen şirk ve hurafe olan  Şiilik  ve Sünniliğin Kur'an'ın saf ve tertemiz tevhid dini ile hiçbir alakası yoktur.
 Hatta Şiilik ve Sünnilik Kur'an'dan en uzak bir mesafeye savrulmuş dünyanın en batıl olan  tevhid düşmanı iki dindir.
 Dünyada Şia ve Ehli sünnet dininin  âlimlerinden Kur'an'a daha inatçı bir düşman bulamazsınız.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tamamen şirk olan  kaynakları yüzünden her dine uyum sağlasalarda hiçbir zaman tevhid dinine ayak uyduramazlar.
Şia ve Ehli Sünnet dininin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde zulüm, katliam, kargaşa, terör, vahşet, anarşi  ve tefrika eksik olmayacaktır. 
Şia ve Ehli Sünnet anlayışın  hakim olduğu ülkelerde özgürlük,  güven, adalet, ilim, aklı kullanma, özgür irade, insan hakları ve eşitlik,  merhamet ve  icad, insan hakları ve güzel ahlak hayat hakkı bulamaz.
 Bu konuda en güzel örnek Suudi Arabistan'dır. Vahyin nazil olduğu, Allah Resulü'nün doğduğu ve yirmi üç yıl insanlara Kur'an ve tevhid ahlakını anlattığı  bu coğrafya, bugün dünyanın en batıl ve şirk  dininin pençesinde kıvranmaktadır.
 Türkiye'deki yalancı Sünni âlimlerin! Suudi Arabistan'da bulunan inancı kötülemelerine  sakın aldanmayın.
  Suudi Arabistan'da Emevi- Abbasi uydurma  Ehli Sünnet dininin Hanbeli-Selefi versiyonu hakimdir.
 Yani Türkiye'de bulunan mürekkep yalamış Sünni cahillerle Suudi Arabistan âlimleri ve fetva makamları arasında inanç bakımından hiçbir farkı yoktur.
Suudi Arabistan'da sadece türbe yapılmaz ve  ölülere Kur'an okunmaz.
 Yoksa kaynak bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) Nurettin Yıldız, İhsan Şenocak, Ebubekir sifil, Cübbeli Ahmet, Fethullah Gülen,
Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Cevat Akşit,
Vehbi Güler,
Osman Ünlü, Yusuf Kavaklı gibilerinin inancı  ile Suudi Arabistan fetva makamları arasında hiçbir fark yoktur.
  Emevi- Abbasi Ehli sünnet dininin  kaynaklarındaki rivayetlerin fıkhına göre bir din yaşayan Suudi Arabistan'da fikir hürriyeti, özgür irade, adalet  ve Kur'an ahlakının zerresini bulamazsınız.
 Suudi Arabistan Kralı ve âlimleri tahtta ve minberde iki gün fazla kalabilmek için Allah'ı, Allah Resulü'nü, dini, imanı, Kur'an'ı, Kabe'yi ve bütün müslümanları satmaya dünden hazırdırlar.
 Emevi- Abbasi imalatı hurafe Ehli Sünnet dininin hakim olduğu bütün İslam ülkelerinde bir perişanlık ve umutsuzluk hakimdir.
 Ben "İslam ülkelerinde" kavramını ümmi  halk için kullanıyorum.
 Yoksa âlimleri Müslüman değildir, ilklerden bugüne  kadar bu Kur'an'sız dinin öncülerinin küllisi müşriktir.
 Aşağı yukarı elli küsür  Emevi- Abbasi ülkesinde yüzlerce Cemaat ve Tarikat ile inanç ve ahlakta tam bir kaos,  kargaşa ve güvensizlik  kol gezmektedir.
Bu ülkelerde din tamamen bir rant, menfaat ve ümmi halkı aldatma aracıdır.
 Hiçbir cemaat diğer bir cemaati hiçbir tarikat diğer bir tarikatı sevmez,  aksine birbirlerinden nefret ederler.
 Hiçbir "İslam ülkesi" güvenilecek bir inanç ve ahlak yapısına sahip değildir.
 En güvendiğiniz ülke iki  dakika içinde sizi Amerika ve İsrail'e satmaya hazır  bir vaziyette beklemektedir.
Çünkü bu ülkelerde  Kur'an ahlakının ve tevhid medeniyetinin evrensel ve özgür iradesi hakim değildir.
Aslında Suudi Arabistan'ın en büyük müttefiki İslam ve Müslüman düşmanı Amerika ve İngiltere'dir.
 Yani anlayacağınız Kur'an düşmanı bu uydurma  dinden ve  imandan Müslümanlara asla  bir hayır gelmeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayıp Suudi Arabistan şeriatına hayran olanlar Kur'an cahili ahmak kişilerdir.
 Bundan dolayı Allah'ın tüm elçileri gibi Kur'an ehli muvahhidlerinde en büyük mücadele alanları dinsizlik değil, uydurma birer şirk dini olan Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve sünnilik olacaktır.
Bizim mücadele alanımız, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davut, Küleyni,  İbni Mace, Nesai,  Malik Bin Enes,
Muhammed Bin İdris ve Ahmed bin Hanbel'in eserlerinden  oluşturulmuş Şiilik ve sünniliğe  karşı Kur'an,
 ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama  silahı ile mücadele etmektir.
 Allah Resulü'nden sonra Müslüman kanının akmasına  en çok sebep olan bu uydurma şirk dinidir.

18 Mart 2018 Pazar

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI.
(6.YAZI)
ÖRNEK 25:
Neml suresi
"Şeytan böyle yapmış ki" göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı  bilen Allah'a secde etsinler"
 25. âyetin de bulunan "mé tuhfune ve mé tu'linun"
"gizlediğinizi ve açıkladığınızı" kelimesini,
 Hafs ve Kisai  haricinde kalan diğer İmamlar
"Mé yuhfune ve mé yu'linun"
"gizlediklerini ve açıkladıklarını" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 26:
 Rum Suresi
 "Onun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"
22. âyetinin sonunda bulunan "âlimin" "bilenler-âlimler"  kelimesini, Hafs dışında kalan bütün kıraat alimleri "âlemin" "alemler- insanlar" olarak okumuşlardır.
Bu kelimeyi "âlimler" olarak sadece Hafs  okumuştur.
 Türkiye, İran, Mısır, Irak, Suriye ve Suudi Arabistan'da bulunan Kur'an'lar  kıraatı Asım rivayeti Hafs üzere okunmaktadır.
 Fas, Cezayir, Ürdün  gibi ülkelerde  genellikle Nafi ve Verş  kıraatları meşhurdur.
ÖRNEK 27:
 Sebe Suresi
"O gün Allah, onların hepsini toplayacak, sonra meleklere "Size kulluk edenler bunlar mıydı? diyecek"
 40.âyetinde bulunan
 "yehşuruhum" "toplayacak" kelimesini, Hafs ve Ya'kub'tan  başka bütün İmamlar "nehşuruhum" "toplayacağız" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 28:
 Zuhruf suresi "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız)? deyince,,,,"
24. âyetinde bulunan "kâle" "dedi" kelimesini,
Hafs  ve Âmir  dışında kalan bütün İmamlar "kul" "de" olarak okumuşlardır.
 Yani Allah elçiye  "sen böyle söyle" anlamına gelmektedir.
 Dolayısıyla âyetin başındaki "kâle" "dedi" kelimesi "kul" "de" olarak okunmaktadır.
 ÖRNEK 29:
 Hadid suresi
"İman edenlerin  Allah'ı anma ve Haktan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?,,,," 16. âyetinde bulunan "nezele"
"Hak'tan inen" kelimesi Hafs ve Nafi  dışında kalan diğer İmamlar "nüzzile" "Hak'tan indirilen" olarak okumuşlardır.
DÜNYANIN HİÇBİR DİNİNDE BÖYLE BİR ALÇAKLIK YOKTUR.
Bu yazıyı yazıp yazmama üzerine çok düşündüm.
 Çünkü işin içinde Allah Resulü'nün  haysiyet ve şerefi, risalet makam ve  mertebesinin onuru, hakikaten dinin kudsiyetine leke sürülmesi vardı. 
Dolayısıyla Allah'a kadar gidebilecek bir hakaret söz konusuydu.
 Hatta bu yazıyı yazmama sebep olan Cübbeli'nin çirkin  konuşmasını Facebook'ta sesli olarak gördüğüm halde bütün bu olumsuzluklardan dolayı paylaşmayı uygun görmedim.
 Fakat Nevzat Çiçek, İhsan Şenocak, Nurettin Yıldız, Ebubekir Sifil, Muhammed Emin Yıldırım gibi Kur'an'sız ve imansızları Cübbeli ile birlikte çekilmiş  fotoğraflarını görünce acı ve ızdırap içinde  bu yazıyı yazmaya mecbur kaldım.
 İlk önce Allah'tan, Allah'ın elçilerinden ve Allah Resulü'nden sonra siz Kur'an ehli  Muvahhid arkadaşlardan affımı isteyerek şu satırları kaleme alıyorum. 
 Allah beni affetsin, Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil etmesin diye dua ediyorum.
 MESELE ŞU:
Bundan iki gün önce Lalegül TV'de Cubbeli'yi seyrediyorum, 2009 tarihinde  yapmış olduğu  bir konuşmayı  demek ki,  sessiz şeytanlar tarafından tepki görmemiş olacak ki yeniden ekrana getiriliyor.
Cübbeli bu konuşmasında "Allah Resulü'nün arkadaşlarının Resulullah'ın sidiğini nasıl içtiklerini, Allah Resulü'nün bu işe  onları nasıl teşvik ettiğini,  bunu yapanlara cehennem ateşinin haram  olduğunu"  hiç utanmadan,  sıkılmadan, haya etmeden, Allah'ın azabından çekinmeden rezilce Allah Resulü'nün dilinden aktarıyordu.
Yine  "Allah Resulü'nün arkadaşlarının onun sümüğünü nasıl elbiselerine surdüklerini, Resülüllah'ın cinsel gücünü, her gece bütün eşleriyle cinsel ilişkiye girdiğini" anlatıp duruyordu.
 Özellikle yazar çizerlerin, Diyanet'in ve ilahiyatçıların bu rezilliğe  ses çıkarmamasını  hayretler içerisinde seyrediyoruz.
 Allah Resulü'nün hakarete uğradığı bir yerde ses çıkarmayanın kanına, ruhuna, hayatına ve ölümüne yuh olsun.
 Allah Resulü'ne böyle alçakça hakaretler  edilecek ama herkes buna karşı sessiz şeytan kesilecek yüz bin defa Allah belanızı versin.
Beyler!
Allah Resulü sizin makam ve kariyerinizden, malınızdan ve mülkünüzden, sizin devletinizden , sizin siyaset ve  iktidarınızdan daha değerli değil midir?
 "De ki:
Eğer babalarınız,  oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız,
kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler (saraylar)  size Allah'tan,
Resulü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise,  artık Allah emrini(cezasını)  getirince kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez"
(Tevbe, 24)
Efendiler! 
Size bir şey söyleyeyim.
 Allah Resulü'ne böyle hakaretlerin  olduğu memleketlere  Allah lanet eder,  oraları tarumar eder, böyle ülkeleri yıkar geçer, akbabalara yem yapar.
 Allah böyle sessiz şeytanların yaşadığı ülkelere  acımaz.
 Bir parti liderinin  yürüyen merdivene hata olarak nasıl bindiğini elli kere televizyonda gösteren reziller!
 Allah Resulü'ne hakaret edildiğinde nereye kayboluyorsunuz?
Cübbeli'nin oyu ve adamı çoktur değil mi?
O halde size Kur'an ile cevap vereyim.
 (Ey Resul! )
Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen,
 mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve medeniyetsiz, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla  damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye sakın boyun eğme"
(Kalem, 10, 11, 12, 13, 14 )
Cübbeli,  Fetö gibi siyaset ve  iktidarınıza ilişmedi değil mi?
 Allah'tan korkun,
Allah Resulü'nden utanın!
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) İbrahim demek, Musa demek, İsa demek, Nuh ve İlyas, Davut ve Süleyman, İshak, Ya'kub ve İsmail demektir.
Allah Resulü Kur'an ve Tevrat, İncil ve Zebur, din ve iman, tevhid ve İslam, namus ve şeref demektir.
 Aklınızı başınıza alın.
Nebi (aleyhisselam) a yardım edin, onu yalnız başına bırakmayın, kafir ve münafıkların hakaret ve saldırılarına karşı onu savunun, ona sürülen lekelerden Nübüvvet makam ve mertebesini temiz tutun.
"Allah ve melekleri, Nebi'ye yardım ve destek olurlar.
Ey iman edenler! Siz de (Allah ve melekleri gibi) ona karşı  tam bir olarak yardım ve desteğinizi esirgemeyin"
( Ahzab, 56)
"Allah ve Resulü'nü  incitenlere Allah,  dünyada ve ahirette lânet etmiş ve  onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
 (Ahzab, 57)
"Hâlâ bilmediler mi ki, kim  Allah ve Resul'üne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük alçaklıktır"
(Tevbe, 63)
"Eğer onlara, (niçin Allah Resulü ile alay ettiklerini) sorarsan elbette, biz sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk, derler. De ki:  Allah ile, O'nun ayetleriyle ve O'nun  Resulü ile mi alay ediyorsunuz"
 (Tevbe, 65)
"Boşuna özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir grubu da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz"
( Tevbe,66)
 "Rabbim! İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin?",,,"
(Araf, 155)

16 Mart 2018 Cuma

BİR TOPLUM NASIL ALLAH'IN RAHMETİNDEN UZAKLAŞARAK LÂNETLİK OLUR.
Birkaç günden beri Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını yeniden şöyle bir gözden geçireyim  dedim.
 Yani onları eleştirirken insaf ve vicdan çizgisinden ayrılmamak, içinde Kur'an, akıl mantık, tefekkür, aklı kullanma ve sorgulamaya dair dişe dokunur bir şeyler var mıdır?
 Allah'ın huzurunda bir sorumluluk almamak ve onlara bir haksızlık yapmamak maksadıyla bunu yapıyorum.
 Fakat dinlerini dayanak yaptıkları  kaynakların ne kadar yalan, hurafe, iftira, akılsızlık ve yoğun şirk olduğunu görünce bu iki din âlimlerine kin ve nefretim daha arttı.
 Allah Resulü'nden sonra lânetlik bir toplum olmalarının sebeplerini Kur'an âyetlerinden düşünmeye başladım.
 Evet bir ümmet, bir toplum, bir millet ve kavmin nasıl lanetlik olduğunu vahiy sayesinde aynel yakin, ilmel yakin ve hakkal yakin olarak öğrenmiş oldum.
Allah'ın kitabına baktığımızda bir toplumu melun eden en önemli  günahın şirk olduğunu görüyoruz.
 Çünkü Rahmân ve Rahim olan  Allah ufak tefek günahlarından dolayı milletleri gözden çıkarıp onları mahvetmez.
 Bununla ilgili çok âyet vardır.
MESELA :
 "Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz  ve sizi şerefli bir yere sokarız"
(Nisa, 31)
 Âyette geçen "kebéirel- ismi" "büyük günahlardan" kelimesini, "kebirel- ismi"  "günahların en büyüğü- büyük günahtan" olarak okuyan kıraat imamları vardır.
Ben bu kıraatı Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne daha uygun buluyorum.
 Gerçekten de Kur'an'ın birçok ayetine baktığımız zaman ümmetleri tarumar edip yıkan en büyük günahın şirk olduğunu görüyoruz.
insanlık tarihinde helak edilen toplumlar hep lânetlik şirk yüzündendir.
  MESELA
"Onlara bir zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabb'inin azap emri  geldiğinde,  Allah ile beraber kulluk ettikleri ilâhları, onlara hiçbir yarar sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan  başka bir işe yaramadı"
(Hud, 101)
 "Rabbin, (şirk ile) zulmeden ülkeleri yakaladığında, onun yakalaması işte böyle çok çetindir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek korkunçtur"
 (Hud, 102)
 Yani Allah Resulü'nden sonra bu ümmetin başından felaket ve lânetlerin eksik olmamasının  en büyük sebebinin şirk olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
 Fakat bu şirk sadece din büyüklerini ilâh edinmekle kalmadı, onların hurafe mezheplerinin yalan ve iftira içtihatlarını din  edinmekle şirk zirveye çıktı.
 Bugün İslam âleminin bütün okullarında, medreselerinde, toplantılarında tek konuşulan, üretilen ve ders olarak verilen din, İşte bu uydurma dinin kaynakları olan hadisler ve bunlardan çıkan ictihadlardır.
 Ben Ehli  Sünnet ve Şia'nın  kaynaklarını  okuduğumda  Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle   söylüyorum,
Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ile alakali  hiçbir şey görmedim.
 Bir millet kutsal kitabına karşı nasıl bu kadar duyarsız ve kör olmuştur.
Bu ümmetin hidayet ve rahmet karşılığında  lânet ve felaketleri nasıl satın aldığını daha iyi anladım.
 Yoksa Allah dünyanın en zâlim  ülkelerine bu  coğrafyayı paspas eder miydi"
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat İnsanlar kendilerine zulmederler"
( Yunus, 44)
  İşte aşağıdaki âyet başımızdaki lânet ve alçaklığın sebebini ilan ediyor.
"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanifleri  (saf müslümanlar) olun.
Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu  uzak bir mekana sürüklemiş bir nesne gibi olur"
(Hac, 31)
ÂYETİN GÜNCELLENMESİ:
 Şirkin getirdiği tefrika, bölünme  ve parçalanma  belasından günümüzün akbabaları Amerika, Rusya, İngiltere,
Almanya ve İsrail  gibi zalimlerin kapıştığı bir coğrafya ve yurtlarından sürgün edilen milyonların perişanlığının en büyük  sebebi Allah'ın kitabının  yanında zalimlerin eserlerini tek dini kaynak olarak almaktır.
 İşte şirk belasının sonuçları:
 "O halde onların (müşriklerin) tapmakta oldukları şeylerden (onların batıl olduklarından-- onları azabı götürdüğünden)  asla şüphen olmasın.
Çünkü onlar ancak daha önce babalarının yaptığı gibi kulluk ediyorlar (başka hiçbir delilleri yoktur)
  Biz onların azaptan nasiplerini mutlaka eksiksiz vereceğiz"
(Hud, 109)
 "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış (görmezlikten gelmiş) olan kavmin  durumu ne kötüdür.  Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
 (Cuma,5)
 Âyette geçen "Tevrat" kelimesinin yerine "Kur'an" kelimesini koyduğunuzda Şia ve Ehli Sünnet şirk dininin âlimlerinin nasıl lânetlik olduklarını göreceksiniz.
 Çünkü Kur'an'dan ayrı olmanın en büyük şirk, lânetlik ve büyük  bela olduğunu Allah birçok âyette ortaya koymaktadır.
 "Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Sadece Rabbine (Kur'an'a) davet et. Asla müşriklerden olma"
(Kasas,  87)
 Yukarıdaki âyet Kur'an'dan başka kaynakların şirk olduğunu  açık olarak göstermektedir. Dolayısıyla hidayet ve rahmet kaynağı olan  Allah'ın kitabına ihanet eden bir  ümmet nasıl doğru yolu bulsun.
 "İman etmelerinden, Resul'ün hak olduğuna şahadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa  sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder.
Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası,
 Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğramalarıdır. Bu lânete  ebedi gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez, yüzlerine de bakılmaz"
(Âli İmran, 86, 87, 88)
  "Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez ve  onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur,  işte onlar yalancıların ta kendileridir"
(Nahl, 104- 105)
 "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
 "Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim"
(Bakara, 160)
"Âyetlerimizi inkar etmiş ve kâfir  olarak ölmüşlere gelince,  işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onların üzerindedir"
(Bakara, 161)
"Onlar ebediyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine  bakılır" (Bakara, 162)
 "Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha  ile değişenler yok mu,  İşte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü  Allah ne kendileriyle  konuşur ve ne  de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır" (Bakara, 174)
 "Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın  almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 175)
 "O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen bağlam ve bütünlüğünü bozarak) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
(Bakara, 176)

15 Mart 2018 Perşembe

"DİNİN GÜNCELLENMESİ" MESELESİ.
İlk önce sizin din ile neyi kasdettiğiniz çok önemlidir.
Siz eğer Allah tarafından bütün elçilere gönderilen vahyin dini olan İslam'ın güncellenmesini  kasdediyorsanız bu mümkün değildir.
Çünkü Adem (aleyhisselam)dan Muhammed (aleyhisselam) a kadar tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam'da hiçbir güncelleme meydana gelemez.
  Tevhid dini indirilmeye  başlandığı andan bitirildiği son vahye (Kur'an) kadar kendisinde hiçbir değişiklik ve güncelleme meydana gelmemiştir.
Yani Allah bile tevhid dini olan İslam'da bir  güncelleme yapmamış ve yapmasını yasaklamıştır.
 Din Allah tarafından indirildiği için onda güncellemeyi sadece Allah yapar.
 Yani dinde güncelleme yapmak Allah'ın ilmi ve iradesiyle alakalı bir şeydir. Allah'ın elçileri bile dinde güncelleme değil, ancak vahiy ile  ıslah yaparlar.
(Hud,88)
Yani bozulmuş tevhid akidesi ancak vahiy ile onarılabilir.
Bundan sonra Nebi gelmeyeceğine göre, son vahiy olan Resül'e gitmekten başka bir yol kalmıyor.
 İşte tevhid dininde güncellemeyi  yasaklayan bazı ayetler.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini, sana emrettiğimizi, İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kaldı.
 Fakat kendilerini çağırdığın bu din(tevhid-islam) Allah'a ortak koşanlara ağır gelir.
 Allah dilediğini kendisine elçi seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"
( Şura, 13)
( Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.  Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rum, 30)
 "Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin,  müşriklerden olmayın" (Rum, 31)
 "Dinlerini parçalayan ve bölük bölük(mezhep mezhep, fırka fırka, Şia Şia)  olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka  kendilerinde olan(batıl inanç)  ile kibirlenip böbürlenmektedir"
(Rum, 32)
 Demek oluyor ki Allah tarafından vahiy ile elçilere gönderilen tevhid dininde  değişme ve güncelleme mümkün değildir.
 Son vahiy ile tevhid dini  kıyamet gününe kadar ilkelerinde bir değişme olmadan geniş bir açıdan  güncellenmiştir.
Ancak son indirilen vahiy olan Kur'an'da güncelleme yapmak mümkündür.
 Hatta Kur'an'da güncelleme yapılmazsa  tam olarak anlaşılmamış olacaktır. 
 Bundan dolayı Kur'an'da güncellemeye gitmek son derece önemlidir.
 MESELA:
"Tevrat'la yükümlü tutulup da  onunla amel etmeyenlerin durumu,  ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan milletin  durumu ne kötüdür.  Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" (Cuma, 5 )
Yukarıdaki âyette bulunan "Tevrat" kelimesinin  yerine "Kur'an" kelimesini koymadığımız takdirde âyetin bir anlamının olmadığı görülecektir.
 Çünkü Yahudi âlimlerinin tevhid dinine   yaptığının aynısını Şia ve Ehli sünnet âlimleri de  yapmıştır.
 Yani âyet mutlaka güncellenmelidir. Yoksa Şia ve Ehli sünnet dininin âlimleri bu uyarıyı ciddiye almayacaklardır.
 MESELA:
"İbrahim, ne Yahudi, ine de Hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (saf) bir Müslüman idi, o müşriklerden değildi"
( Âli İmran,  67)
 Yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesi yerine "Şia" "Hristiyan" kelimesi yerine "Sünni" yazılmadığı takdirde  Kuran asla tam olarak  anlaşılmayacaktır.
 Yok Eğer dinden maksat  Allah Resulü'nden asırlar sonra icad edilen sahte ve sanal, uydurma ve hurafe, yalan ve iftira olan  Emevi-Abbasi Ehli sünnet dininin  güncellenmesi ise  buda  mümkün değildir.
Baştan sona kadar içinde yalan,  ahmaklık, cehalet, hurafe bulunan,
hayal ürünü ve  saçma sapan hikayelerle dolu, Allah Resulü'ne iftira olan, sürekli olarak kaos, katliam, kargaşa, zulüm,
anarşi ve tefrika çıkaran vahşi bir dini  nasıl güncelleyeceksiniz?
 Yalan ve iftiranın güncellenmesi olur mu?
 Burada yapacağınız tek şey yüzlerce âyette ortaya konulduğu gibi
 Allah Resulü'nün uyduğu ve tebliğ  etmekle yükümlü olduğu, asırlardan beri atalarınızın  terkettiği  Kur'an'a dönmekten  başka önünüzde bir çare bulunmuyor. 
Çünkü  Kur'an'dan başka hidayet ve rahmet  kaynağı yoktur.
"Elif. Lam.Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa,  yani her şeye galip ve övgüye  layık olan Allah'ın Yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim, 1)
 "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
 Onu bırakıp da başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Âraf 3)
 "Hep birlikte Allah'ın ipinin korumasına (Kur'an'a) girin, ondan uzaklaşmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,  gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böylece açıklar  ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran, 103)
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"
( Âli İmran, 105)
"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.
Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin  en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"
(Zümer, 54, 55)
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" (En'am, 153)
 "İşte bu Kuran, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
(En'am, 155)
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(5.YAZI)
ÖRNEK 19:
Yusuf Suresi
"Senden önce de, şehirler halkından "kendilerine vahyettiğimiz" erkeklerden başkasını elçi göndermedik,,,
 109. âyetinde bulunan "nuhi" "vahyettiğimiz" kelimesini,
Hafs'tan  başka diğer İmamlar "yuha" (Allah tarafından) "kendilerine vahyedilen" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 20:
 Yine aynı şekilde Nahl suresi "Senden önce de, kendilerine "vahyettiğimiz" kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik,,,,"
43. âyetinde bulunan "nuhi" "vahyettiğimiz" kelimesini,
Hafs'tan başka diğer İmamlar "yuha" kendilerine "vahyedilen" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 21:
 İsra suresi
"De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı,  o takdirde bu ilahlar, arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için yollar arayacaklardı,,,"
42. âyetinde bulunan "kemé yekulun"  "söyledikleri gibi" kelimesini, Hafs ve İbni Kesir'den başka Şu'be ve diğer İmamlar "kemé tekulun" 
(Ey Müşrikler! ) "söylediğiniz gibi" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 22:
 Enbiya Suresi
"Biz, senden önce de, kendilerine "vahyettiğimiz" kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik,,,"
7. âyetinden bulunan "nuhi" "vahyettiğimiz" kelimesini
Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Mısır'da okunan Hafs kıraatından  başka diğer bütün kıraat imamları "yuha" Kendilerine "vahyedilen" olarak okumuşlardır.
ÖRNEK 23:
 Enbiya suresi (Muhammed:)
Rabbim! (Onlar hakkında) adaletinle hükmünü ver. Bizim Rabbimiz Rahman'dır.
 Sizin anlattıklarınıza karşı yardımı umulandır, dedi"
 112. ayetinin başında bulunan "Kâle" "dedi" kelimesini,
Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Mısır'da okunan
Hafs kıraatından  başka diğer bütün İmamlar "kul" "de" olarak okumuşlardır.
ÖRNEK 24:
 Furkan suresi "İşte (taptıklarınız) söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar. Artık ne azabınızı geri çevirebilirler, ne de onlardan bir yardım almaya gücünüz yetmez,,,," 19. âyetinde bulunan
"femé testeiune" "onlardan  yardım almaya gücünüz yetmez" kelimesini,
 Hafs'tan başka bütün İmamlar "femé yestetiune"
"taptıklarınız size yardım etmeye güçleri yetmez" olarak okumuşlardır.

  • Benim anlayışıma göre bu kıraat  Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne daha muvafık olarak görülüyor.
CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN NE YAPSIN?
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ın yüzlerce emir ve ikazına rağmen Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri tevhid dininin yozlaştılmasında Yahudi ve  Hristiyan âlimlerinden çok daha  ileri gitmişlerdir. 
Her zaman dediğim gibi Aslında Kur'an'ı Mübin'de tevhid  dininin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını,
(Maide, 3- En'am, 115 )
  dinin Allah'a özgü kılınması gerektiğini (Zümer- 1,2,3,11,12,13---Beyyine, 5-- Mü'min, 65 )
açıklayan yüzlerce ayet mevcuttur.
 Fakat Emevilerle  başlayan ve Abbasilerle devam eden süreçte Kur'an'ın manasında, bağlam ve bütünlüğünde büyük bir tahrif ve yozlaşma ile tevhid dini tamamen dejenere edilerek tarihin en karanlık bir şirk dinine evrilmştir.
Allah'ın inayet ve merhametiyle Kur'an'ın metninde bir bozulma olmamasına karşılık Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddisleri ve âlimleri Kur'an'ın  manasında  buharlaştırmadıkları âyet bırakmamışlardır.
 Aşağı yukarı 1400 yıldan beri  Allah Resulü'ne iftira edilen bu batıl  din islam toplumunun birlik ve berabirliğini dağıtmış,
onları merhamet ve adaletten, tevhid akidesinden,
 güzel sanatlardan ve bilimsel icadlardan uzaklaştırarak aklını kullanmayan, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan şizofrenlerin peşinde koşan birer sürü   yapmıştır.
Özellikle günümüzde Nurettin Yıldız,  Cübbeli Ahmet, Adıyaman şeyhi, İhsan Şenocak, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Cevat Akşit, Vehbi Güler, Osman Ünlü, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer gibi hurafecilerin  bırakın Kur'an Ahlak ve ilkelerini, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan son derece çirkin ve edep
 dışı açıklamalarına karşı toplumdan gelen yoğun tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Recep  Tayyip Erdoğan,  Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ve ilahiyat Prof'larının  bile söylemeye cesaret edemediği şu sözleri söylemiştir
" Hadisler Kur'an'ın hükümlerine aykırı değilse  bizim için sahihtir, onlara uyarız"
 Aslında İslam dininde tek uyulacak, yegane hidayet ve rahmet, biricik fazilet kaynağı olan Kur'an'ı Mübin açısından bu sözün hiçbir değeri yoktur.
 Fakat 1400 yıldan beri gelen bu uydurma rivayetlerin  muhafazakar  toplumlarda tamamen egemen olmaları,
özellikle mezheplerin, cemaat ve tarikatların bu  uydurma ve batıl dinle asırlardan beri uyuşturdukları muhafazakar ve gelenekçi  toplumda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bu sözü  söylemeye cesaret etmesi  az bir şey değildir. 
Çünkü bu söz ümmi halk içinde bir insanın siyasi hayatına bile  mal olacak çok ağır bir söz olarak algılanacaktır.
  Bu sözün söylenebilmesi bile artık hurafe ve uydurma batıl dinin toplumda ne kadar büyük rahatsızlıklara ve yıkama yol açabileceği devlet adamları tarafından anlaşılmaya başlanmasının en büyük delili olarak karşılanmalıdır.
Gerçekten de bu uydurma, yalan, Allah Resulü'ne iftira,  hurafe ve batıl din 1400 seneden beri İslam toplumunun birlik ve beraberliğini dağıtmış, onları parçalamış, İslam ve tevhit, bilim ve  teknikten uzaklaştırmış, zeka oyunlarına,  güzel sanatlara ve estetiğe düşman yapmıştır.
Yani inşallah artık yavaş yavaş rivayetlerin karanlık dünyasından, Kur'an'ın ahlak ve aydınlığına toplumun büyük bir ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
 Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın milyonlarca bağlıları olan tarikat ve cemaatlere karşı Kur'an'a aykırı hadisler kabul edilemez demesi bile önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir.
 Zaten Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan söylemlerinde  bu sözden daha ileri gitmesi mümkün değildir.
Buna konumu, ilmi, hizip ve fırkalar arasında gözettiği denge politikası bunu imkansız kılmaktadır.
İşte bu yüzden görevini yerine getirmeyen Diyanet İşleri Başkanlığına ve ilahiyatçılara sürekli gerçeği söylemelerini ısrarla vurgulamaktadır.
Yalancı muhaddislerin, cahil müctehitlerin, Kur'an bilmez mezhep imamlarının birer ilâh ve Rab olarak görüldüğü bir ümmette Tayyip Erdoğan ne yapsın?

12 Mart 2018 Pazartesi

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(4.YAZI)
ÖRNEK 13:
ÂLİ İmran
 "Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti,,,," 157. âyetinde bulunan "Hayrun mimmé yec'maun" 
"dünyalık olarak topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır" kelimesini, Âsım ve Hafs dışında kalan diğer İmamlar
 "Hayrun mimmé tec'meun"  "dünyalık olarak  topladığınız bütün şeylerden daha hayırlıdır" olarak okumuşlardır.
Yani Türkiye, İran ve Suudi Arabistan'da okunan Kur'an kıraatlarında "yec'maun" diğer kıraatlarda "tec'meun" oluyor.
 ÖRNEK 14:
 Nisa süresi "Allah ve elçilerine iman eden ve onlardan hiç birini diğerlerinden ayırmayanlara gelince, işte Allah "yü'tihim ücürahum" "onlara mükafatlarını verecektir"
152.âyetinde bulunan "yü'tihim" "verecektir" kelimesini,
Âsım ve Hafs dışında kalan diğer İmamlar "nü'tihim" "onlara mükafatlarını vereceğiz"  olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 15:
 En'am suresi
 "onlara bir âyet geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler"
 Allah, "mesajını" kime vereceğini daha iyi bilir,,,," 124. âyetinde bulunan "riséletehu" "mesajını"
 Hafs ve İbni Kesir  dışında kalan diğer kıraat imamları  "risélétehu" mesajlarını" yani çoğul  olarak okumuşlardır.
ÖRNEK 16:
 En'am suresi "Allah, onların hepsini bir araya topladı gün "Ey cinler  topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız" der,,,,,"
 128. âyetinde bulunan "yehşuruhum"
 "Onların hepsini bir araya topladığı gün" kelimesini,
 Hafs ve Ravh dışında kalan diğer İmamlar "nehşuruhum"
 "Onların hepsini bir araya  topladığımız gün" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 17:
 Araf Suresi "Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman ettiniz,,,"
 123.âyetinde bulunan "émentüm" "iman ettiniz"
 kelimesini,
Hafs ve Ruveys dışında kalan diğer kıraat  İmamları "eémentüm"  "iman mı ettiniz?
 olarak okumuşlardır.
 Ancak Hafs ve Ruveys  söz konusu kelimeyi "émentüm" "iman ettiniz" olarak  okudukları halde,  mufessirler ve Kur'an mealcileri kelimeye  Şu'be ve diğer imamların kıraatına uygun olarak mana vermişlerdir.
 Yani kelimeye "iman mı ettiniz? iman ettiniz ha! demişlerdir.
 ÖRNEK 18:
 Yunus Suresi
 "Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün,,,"
 45. âyetinde bulunan "yehşuruhum"  "toplayacağı" kelimesini,
 Hafs dışında kalan  İmamlar "nehşuruhum" "topladığımız" olarak okumuşlardır.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(15.YAZI)
"O (Allah) Müşrikler hoşlanmasalarda (kendi) dinini (Tevhid'i diğer elçilere indirdiği din'den) daha açık olarak ortaya koymak için Resul'ünü hidayet ve hak din  ile gönderendir"
( Tevbe, 33)
Allah tarafından bütün elçilere indirilen din, tevhid akidesi anlamında İslam dinidir.
Yani tüm elçilere tek bir din indirilmiştir.
(Şura, 13,,,Âli İmran, 19- 84,,En'am, 159,,,Rum, 30-31-32)
 Dolayısıyla yukarıdaki âyette (Tevbe, 33)
 geçen "liyuzhirahu"  yani "izhar etme" kavramı, üstün kılmak anlamında değil, "bütün yönleriyle açık olarak ortaya koymak anlamında" kullanılmıştır.
 Çünkü "Allah'ın dini zaten üstündür"
(Tevbe, 40)
 Bu âyette esas olarak kastedilen mana şudur. Muhammed (as) a
indirilen son vahiy kiyamet gününe kadar devam edeceği için, tevhid dini olan İslam daha önce gönderilen vahiy'lerden  daha açık ve birçok örnekle ortaya konacaktır.
 Yani Kur'an'ı Mübin
 tevhid ile alakalı çok geniş yönlü açıklamalar getirecek bu konuda artık kimseye söz söyleme gereği bırakmayacaktır.
 Dolayısıyla bu âyette geçen "Resul" kavramı da "kitab Resul" anlamında kullanılmıştır.
"Onların infaklarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resulü'nü inkar etmeleri, salat-a ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek İnfaklarından başka bir şey değildir"
 (Tevbe, 54)
 Allah'ın Resul'ünün inkar etmeleri Allah'ı inkar  anlamına gelmektedir. Çünkü "elçiye zeval yoktur" denilmiştir.
 Bu "Elçi" ise, hayatta olduğu sürece "beşer Resul''dür.
 "Beşer Resul" vefat edince onu "kitap Resul" temsil etmektedir.
 Kur'an'da "Küfür" kavramı sadece "Allah, vahiy, kitap, ayetler ve Resul" için kullanılır.
 Nebi için küfür, tekzib, isyan, şikak  kavramları kullanılmaz.
 "Yine o münafıklardan o (Nebi,  her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek Nebi'yi incitenler de vardır.
 De ki:
O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a iman eder, mi mü'minlere güvenir ve o, sizden iman edenler için bir rahmettir.
 Allah'ın Resulü'ne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"
(Tevbe, 61)
 Yukarıdaki âyette "Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır" denilmesi çok ilginçtir.
Çünkü Nebi makam ve mertebesi için böyle bir tehdit söz konusu değildir.
 Allah Resulü'nü üzmek Allah'a karşı gelmekten başka bir şey değildir.
(Ahzab, 57, En'am, 33)
 "Sizi memnun etmek için  size (gelip) Allah'a yemin ederler.Eğer gerçekten iman etmiş iseler Allah ve Resulü'nü razı etmeleri gerekirdi"
( Tevbe, 62)
 Yukarıdaki âyette ilginç bir sistem mevcuttur. Şöyle ki,
 âyetin metninde "Allah" ve "Resul" kavramları geçtiği halde "ehekku en yurduhu" "onu râzı  etmeleri gerekirdi" buyrulmuştur.
 Yani "ikisini razı etmeleri gerekirdi" denilmemiştir.
 Çünkü "Resul" (Elçi) tamamen Allah'ı temsil ediyor.
 Yani kendisine indirilen vahyi insanlara ulaştırıyor.
 Sadece onu tebliğ ediyor.
 Eğer Kur'an'da
"Nebi"ve"Resul" sistemi kurulu olmasaydı  Arap diline göre bu âyette  kesinlikle bir gramer hatası olmuş olacaktı.
Dolayısıyla Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Küleyni, Ahmet Bin Hanbel, Malik Bin Enes
 gibi  muhaddislerin, dünyanın en vahşi  bir döneminde en zalim, gaddar ve  yalancı adamlardan  topladıkları  saçmalıkları 
Allah'tan  veya Resulü'nden gelme vahiy, yani din ve hüküm olarak kabul edenlerin burunları pislikten asla kurtulamayacaktır.
Bizim bu konunun üzerinde ısrarla durmamızın esas sebebi budur.
Din ve hüküm olarak İnsanların tek sorumlu oldukları şey Allah tarafından Allah Resulü'ne  indirilen vahiy'dir.
 Emevi ve Abbasi hurafelerinden hakiki din değil, iblislerin ve tağutların şirk dini çıkar.
Bu ümmeti asırlar öncesinde yok olması gereken pislik rivayetlerden Rahmân ve Rahim olan  Allah tarafından  indirilen vahiy ile  kurtarmak zorundayız.
Başka türlü huzur, mutluluk, güzel ahlak ve merhamete ulaşamayız.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(16.YAZI)
 "Hala bilmediler ki,  kim Allah'a ve Resul'üne karşı koyarsa elbette onun için içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük bir alçaklıktır"
 (Tevbe, 63)
 Bu âyetteki "karşı koyma"  "had" kelimesi de sadece "Resul" (Elçi) için kullanılan bir kelimedir.
MESELA
"Allah'a ve Resulüne  düşman olanlar "yuhâddunallâhe ve resülehu"  işte onlar en aşağıların arasındadırlar.
Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galip olandır"
(Mucadele, 20-21)
  Yine bu ayet(Tevbe, 63) "kitap Resul" ile ilgilidir.
 Çünkü "Resul" (Elçi)  bir bilgiyi iletmek için gönderilen Elçi'ye "Rasul" denildiği gibi onunla gönderilen bilgiye de "Resul" (Elçi) denir. (Müfredat- Ragıp)
 Dolayısıyla Kur'an'da bulunan "Resul" kelimeleri ya "beşer Resul" ya da "Allah'ın indirdiği vahiy" anlamında kullanılmıştır.
 Bazı âyetlerde kullanılan "Resul" ( Elçi) kelimeleri ise  tamamen "vahiy" anlamına gelmektedir.
Çünkü "Beşer Resul" ölümlüdür, yaşadığı zaman sınırlıdır ve çoğu zaman yaşadığı coğrafyanın dışına çıkma imkanı bulunmamaktadır.
 Fakat "kitap Resul" öyle değildir.
 Onun coğrafyaları ve okyanusları aşmasının  önünde hiç kimse engel olamaz.
 Zihinlerde, akıllarda, yüreklerde, her türlü elektronik cihazda kısaca her zaman ve zeminde yaşama imkan ve  kabiliyeti mevcuttur.
 Yani Kur'an'da geçen "Resul" kelimelerini "vahiy" olarak anlamanın  hiçbir sakıncası yoktur.
 Hayatta olduğu sürece konuşan Kur'an "Beşer Resul'dür.
 Allah'tan sonra mutlak olarak itaat edilecek tek kişi "Beşer Resul'dür.
 Vefat ettikten sonra artık onun "tek temsilcisi" ve "miras olarak bıraktığı"  "onun dilinde hayat bulan" vahiy'dir yani Kuran'dır.
  Rahmân ve Rahim olan Allah bir çok âyette   "Resul" kavramını kullanmakla  bize şu uyarıyı yapmaktadır.
"Sakın Allah Resulü'ne vahiy'den başka bir yoldan gitmeye kalkmayın"
Dolayısıyla Emevi Abbasi rivayetlerinden Allah Resulü'ne gidilen yol kesinlikle şirke, küfre,  karanlığa sapıklığa ve nihayetinde cehennemde son bulacaktır.
 Allah'ın Resulü'nü vahiy'den ayırmak Kur'an'da küfür olarak görülmüştür.
( Nisa- 150, 151)
 Yani Allah Resulü'ne vahiy dışında gitmek dini anlamayı imkansız kılacak, hak olanın  içine batılın karışmasını beraberinde getirecek, kavram kargaşası yaratacak ve neyin orijinal  din olduğu ümmi halk tarafından anlaşılmayacaktır.
"DİNİN GÜNCELLENMESİ" MESELESİ.
İlk önce sizin din ile neyi kasdettiğiniz çok önemlidir.
Siz eğer Allah tarafından bütün elçilere gönderilen vahyin dini olan İslam'ın güncellenmesini  kasdediyorsanız bu mümkün değildir.
Çünkü Adem (aleyhisselam)dan Muhammed (aleyhisselam) a kadar tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam'da hiçbir güncelleme meydana gelemez.
  Tevhid dini indirilmeye  başlandığı andan bitirildiği son vahye (Kur'an) kadar kendisinde hiçbir değişiklik ve güncelleme meydana gelmemiştir.
Yani Allah bile tevhid dini olan İslam'da bir  güncelleme yapmamış ve yapmasını yasaklamıştır.
 Din Allah tarafından indirildiği için onda güncellemeyi sadece Allah yapar.
 Yani dinde güncelleme yapmak Allah'ın ilmi ve iradesiyle alakalı bir şeydir. Allah'ın elçileri bile dinde güncelleme değil, ancak vahiy ile  ıslah yaparlar.
(Hud,88)
Yani bozulmuş tevhid akidesi ancak vahiy ile onarılabilir.
Bundan sonra Nebi gelmeyeceğine göre, son vahiy olan Resül'e gitmekten başka bir yol kalmıyor.
 İşte tevhid dininde güncellemeyi  yasaklayan bazı ayetler.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini, sana emrettiğimizi, İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kaldı.
 Fakat kendilerini çağırdığın bu din(tevhid-islam) Allah'a ortak koşanlara ağır gelir.
 Allah dilediğini kendisine elçi seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"
( Şura, 13)
( Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.  Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rum, 30)
 "Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin,  müşriklerden olmayın" (Rum, 31)
 "Dinlerini parçalayan ve bölük bölük(mezhep mezhep, fırka fırka, Şia Şia)  olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka  kendilerinde olan(batıl inanç)  ile kibirlenip böbürlenmektedir"
(Rum, 32)
 Demek oluyor ki Allah tarafından vahiy ile elçilere gönderilen tevhid dininde  değişme ve güncelleme mümkün değildir.
 Son vahiy ile tevhid dini  kıyamet gününe kadar ilkelerinde bir değişme olmadan geniş bir açıdan  güncellenmiştir.
Ancak son indirilen vahiy olan Kur'an'da güncelleme yapmak mümkündür.
 Hatta Kur'an'da güncelleme yapılmazsa  tam olarak anlaşılmamış olacaktır. 
 Bundan dolayı Kur'an'da güncellemeye gitmek son derece önemlidir.
 MESELA:
"Tevrat'la yükümlü tutulup da  onunla amel etmeyenlerin durumu,  ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan milletin  durumu ne kötüdür.  Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" (Cuma, 5 )
Yukarıdaki âyette bulunan "Tevrat" kelimesinin  yerine "Kur'an" kelimesini koymadığımız takdirde âyetin bir anlamının olmadığı görülecektir.
 Çünkü Yahudi âlimlerinin tevhid dinine   yaptığının aynısını Şia ve Ehli sünnet âlimleri de  yapmıştır.
 Yani âyet mutlaka güncellenmelidir. Yoksa Şia ve Ehli sünnet dininin âlimleri bu uyarıyı ciddiye almayacaklardır.
 MESELA:
"İbrahim, ne Yahudi, ine de Hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (saf) bir Müslüman idi, o müşriklerden değildi"
( Âli İmran,  67)
 Yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesi yerine "Şia" "Hristiyan" kelimesi yerine "Sünni" yazılmadığı takdirde  Kuran asla tam olarak  anlaşılmayacaktır.
 Yok Eğer dinden maksat  Allah Resulü'nden asırlar sonra icad edilen sahte ve sanal, uydurma ve hurafe, yalan ve iftira olan  Emevi-Abbasi Ehli sünnet dininin  güncellenmesi ise  buda  mümkün değildir.
Baştan sona kadar içinde yalan,  ahmaklık, cehalet, hurafe bulunan,
hayal ürünü ve  saçma sapan hikayelerle dolu, Allah Resulü'ne iftira olan, sürekli olarak kaos, katliam, kargaşa, zulüm,
anarşi ve tefrika çıkaran vahşi bir dini  nasıl güncelleyeceksiniz?
 Yalan ve iftiranın güncellenmesi olur mu?
 Burada yapacağınız tek şey yüzlerce âyette ortaya konulduğu gibi
 Allah Resulü'nün uyduğu ve tebliğ  etmekle yükümlü olduğu, asırlardan beri atalarınızın  terkettiği  Kur'an'a dönmekten  başka önünüzde bir çare bulunmuyor. 
Çünkü  Kur'an'dan başka hidayet ve rahmet  kaynağı yoktur.
"Elif. Lam.Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa,  yani her şeye galip ve övgüye  layık olan Allah'ın Yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim, 1)
 "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
 Onu bırakıp da başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Âraf 3)
 "Hep birlikte Allah'ın ipinin korumasına (Kur'an'a) girin, ondan uzaklaşmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,  gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böylece açıklar  ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran, 103)
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"
( Âli İmran, 105)
"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.
Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin  en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"
(Zümer, 54, 55)
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" (En'am, 153)
 "İşte bu Kuran, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
(En'am, 155)

8 Mart 2018 Perşembe

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(3.YAZI)
ÖRNEK 5:
Nahl 71. âyette bulunan
"Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin  altındakilere veripde bu hususta  kendilerini onlara eşit kılmazlar.
 Durum böyle iken Allah'ın nimetini "inkar mı ediyorlar?"
 Yani "yechedune" "inkar mı ediyorlar?" kelimesini, Şu'be ve Ruveys "techedune" "inkar mı ediyorsunuz?"
 olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 6:
 Enbiya Suresi 80. âyette bulunan "lituhsineküm" kelimesini diğer kıraat imamlarından ayrı olarak Şu'be ve Ruveys "liyuhsineküm" olarak okumuşlardır.
 Âsım ve diğer imamların yanında âyetin manası:
(Davud'a) Savaş sıkıntılarınızdan "sizi koruması" için zırh yapmayı öğrettik" iken,
 Şu'be ve Ruveys,
 (Davud'a) Savaş sıkıntılarınızdan "sizi korumamız" için zırh yapmayı öğrettik"
 olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 7:
 Ankebut Suresi  "Her nefis  ölümü tadacaktır.  Sonunda  bize döndürüleceksiniz"
 57. âyetinde bulunan "ileyné turceun" "bize döndürüleceksiniz"
 Yalnız  Şu'be "ileyné yurceun"  "bize döndürülecekler" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 8:
 Muhammed Suresi 31. âyette bulunan "veleneblüvenneküm" "sizi imtihan ederiz" kelimesini
 yalnız Şu'be "veleyeblüvenneküm" (Allah) sizi imtihan ediyor" olarak okumuştur.
 Âyet şöyledir.
 "And olsun ki içinizden cihat edenlerle  sabredenleri ortaya çıkarıncaya  ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar",,,,,,"
 ÖRNEK 9:
Kaf suresi
"O gün cehenneme "doldun mu" deriz. O da "Daha var mıdır? der"
 30.âyetinde bulunan "yevme nekulu"  "O gün cehenneme deriz" "nekulu" kelimesini
 Şu'be ve Nafi "yevme yekulu"
"O gün cehenneme (Allah) der" "yekulu" olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 10:
 Münafıkın suresi
"Allah, eceli geldiğinde  kimseyi (ölümünü)  ertelemez.
 "Allah yaptıklarınızdan haberdardır"
"Habirun bimé te'melune"
"yaptıklarınızdan haberdardır" "te'melune" kelimesini yalnız  Şu'be "Habirun bimé ye'melun"
"Allah yaptıklarından haberdardır" "ye'melun"  "yaptıklarından" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 11:
 Ali İmran
"iman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince "Allah onların mükafatını verecektir" 57 âyetinde bulunan  "feyuveffihim ücürahum"  mükafatlarını eksiksiz verecektir"  kelimesini Şu'be ve diğer İmamlar "fenüveffihim ücürahum" "mükafatlarını eksiksiz vereceğiz"  olarak okumuşlardır.
 ÖRNEK 12:
 ÂLİ İmran "Göklerde ve yerdekiler, ister istemez ona teslim olduğu halde onlar (insanlar) Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
 âyetinin sonunda bulunan
 "ve ileyhi yurceun"  "Halbuki ona döndürüleceklerdir"
 kelimesini Şu'be ve diğer  İmamlar "ve ileyhi turceun" "Halbuki O'na döndürüleceksiniz" olarak  okumuşlardır.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(2.YAZI)
DEĞERLİ ARKADAŞLAR!
Önemine binaen tekrar ediyorum.
 Kur'an'daki kıraat farklılıkları Arap dilinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Kur'an'da bir tahrif ve bir  bozulmanın eseri değildir.
 Bu kıraat ilminin ortaya çıkmasının sebebi, Kur'an'a  Allah Resulü'nden yıllar sonra imla ve noktalama işaretlerinin konmasından doğmuştur.
 Dolayısıyla bu çok zevkli bir ilim dalıdır.  Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğüne, hikmet ve sistemine bir zarar getirmemektedir.
Mardinli bir Arap evladı olarak on beş  yıldan beri bu ilim dalı ile ilgilenmekteyim.
 Bundan dolayı yabancı olanlara  konu ağır gelecektir.
 Yani bu konuyu kabul etmekte zorlanacaklardır.  Bu konu ile ilgili bilgisizce itiraz edilenleri arkadaşlıktan çıkaracağımı bildirir,  saygılarımı sunarım.
 Bu konuya ilgi duymamın sebebi Kur'an ile ilgili çok önemli bir konu olduğundandır.
 Ayrıca Kur'an ehli muvahhidlerini Kur'an'ın mana zenginliğiyle tanıştırmak ve hiçbir hakikatın karanlıkta kalmaması maksadıyla bu konuyu gündeme getirmiş bulunuyorum.
Yani kur'an üzerinde bildiğimiz manallardan daha değişik manaların var olduğunu,  Kur'an ilimleri hakkında geniş bilgiye sahip olma  arzusundan başka bir  bir gaye gözetliyor değilim.
 Bizim Türkiye'de okuduğumuz Kur'an'da  "kıraatı Asım" olduğu için ben bu kıraat ile  diğer kıraatları karşılaştırmaya  çalışacağım.
 ÖRNEK 1:
 Türkiye, Suudi Arabistan ve İran daki kıraat olan "Asım kıraati" ile Ahzap suresi 40. âyetinde bulunan ve "hâtemen nebiyyin" "nebilerin sonuncusu" kelimesi,
 diğer kıraat İmamları "hâtimen nebiyyin" "Nübüvvet müessesesinin son mührü" olarak okunmaktadır.
 Aslında ayette bulunan kelimenin noktasız metnine bakıldığında bir sorun ortada bulunmamaktadır.
 Fakat kelimeyi Allah Resulü'nden duyan  ve ezberleyen  arkadaşları uzak diyarlara gittikleri zaman Allah Resulü'nden kelimeyi hangi okuyuş üzerinde dinlediklerini tam olarak hatırlayamamaktadırlar.
 İşte bu kıraat farklılıkları böyle meydana gelmiştir.
 Birçok örneği gördüğünüzde bunu siz de kabul  edeceksiniz.
 Yani Allah Resulü döneminde noktalama ve yazım işaretleri konulmadığından ve Arapçanın  özelliğinden dolayı son derece normal karşılanması gereken bir ilim dalı olmuştur.
  ÖRNEK 2:
 Asım kıraatinde  Ahzab suresinin 47. âyetinde bulunan "fadlan kebira" "büyük lütuf"
 Yani "kebira" "büyük" kelimesi,  diğer İmamların kıraatlerinde "fadlan kesira" "çok lütuf"  olarak okunmaktadır.
Âyetin metninde bulunan noktasız kelimeye bakın "kebira" mı yoksa "kesira" mı  olduğunun  ne kadar zor olduğunu siz de göreceksiniz. ÖRNEK 3:
 Araf 38. âyetinin  sonunda bulunan "lé ta'lemun"
"Allah da: Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz "bilmezsiniz" diyecektir"
kelimesini
 "kıraat imamı Şu'be "lé ya'lemun" "Allah da: Zaten herkes için  bir kat daha fazla azap vardır,  fakat "onlar bilmiyorlardı" diyecektir" olarak okumuştur.
ÖRNEK 4:
 Yunus Suresi 100. âyette bulunan "ve yec'alu" Âsım kıraatinde  "Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır" kelimesini,
 yalnız kıraat imamı  Şu'be "ve nec'alu" ",,,akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakırız" diye okumuştur.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(1.YAZI)
Allah'ın izniyle bugünden itibaren çok az insanın bildiği bir konuyu işlemeye çalışacağım. "Kur'an'da kıraat farklılıkları" diye çok zevkli bir ilim dalı vardır.
 Ancak bu konuya başlamadan önce şu gerçeklerin bilinmesini isterim.
 Ele aldığım bu konu insanlar tarafından duyulup bilinmediği için çok  hassas bir konudur.
 Bu ilim dalı  Kur'an metninin  bir değişikliğe ve tahrife  uğramasından dolayı değil, Arap dil edebiyatı ve  yapısından kaynaklanan bir bilim dalı olmuştur.
Yani bu ilim veya bu sorun Kur'an'dan değil Arapça dilinin zenginliğinden ve yapısından doğmuş bir ilim dalıdır.
 Allah Resulü'nün indirilen Kur'an'ı hangi kıraat üzere okuduğunu tam olarak bilmek imkânsızdır.
 Yani Allah Resulü (aleyhisselam)ın Kur'an'ı bir mi, iki mi, üç mü, yoksa yedi kıraat üzerine okuduğunu kesin olarak söylemek mümkün değildir.
 Şahsen ben Allah Resulü'nün Kur'an'ı Mübin'i  bir kıraat üzerine  okuduğunu ancak kendi döneminde yazı işaretlerinin  olmamasından dolayı bu kıraat çeşitliliği  meydana gelmiştir diyorum.
Çünkü yazım noktalama,  imla ve işaretleri Allah Resulü'nden sonra konulmaya başlanmıştır.
"Kıraat farklılıkları"Kur'an'ın manasında  değişikliğe sebep olduğu halde aslında bir zenginlik olarak algılanması gerekir.
Yani bu ilim dalı  bir tahrif  ve bozulma olarak görülmemelidir.
Bence bu ilim dalı Kur'an'ın mana zenginliğinden doğmuştur.
 Bu ilim dalı tamamen Arap dilinin özelliğinden ve noktalama işaretlerinin Kur'an'a Allah Resulü'nden sonra konulmasından meydana gelmiştir.
 KIRAAT İMAMLARI
1) Nafi :
Birinci Râvisi, Kalun, ikinci Râvisi, Verş,
2) İbni Kesir:
Birinci Râvisi, Bezi, ikinci Râvisi, Kunbul,
 3) Ebu Âmir:
Birinci Râvisi, Duri, ikinci Râvisi Süsi,
4) İbni Âmir:
Birinci Râvisi Hişam, ikinci Râvisi İbni Zekvan,
5) Âsım :
Birinci Râvisi Şu'be, ikinci Râvisi Hafs,
6) Hamza:
Birinci Râvisi Halef, ikinci Râvisi Hallad,
7) Kisai:
Birinci Râvisi Ebu Haris, ikinci Râvisi Duri,
8) Ebu Ca'fer:
Birinci Râvisi İsa b. Verdan, ikinci Râvisi Süleyman b. Cemmaz,
9) Ya'kub:
Birinci Râvisi Ruveys, ikinci Râvisi Ravh,
10) Halef:
Birinci Râvisi İshak, ikinci Râvisi İdris,
 Yukarıda görülen 10 imamın kıraati üzerinde tevatür gerçekleşmiştir.
 Yani kıraat ilmi alimlerince her 10 kıraat ilahi vahye,
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne uygun okuyuş tarzları olarak kabul edilmişlerdir.
 Bu kıraat âlimlerini
 14,e çıkaranlar da vardır. Kur'an'da kıraat farklılıkları kelimelerde birkaç yerde değişirken, harflerde binlerce yerde bir değişime uğramıştır.
 Ben sadece az da olsa manasında bir değişim geçiren  kelimelerle  harfleri ele alacağım. Çünkü manası değişmemekle birlikte  Kur'an kıraatları harf olarak binlerce yerde  değişik şekillerde okunmaktadır.
 MESELA
Türkiye, İran ve Suudi Arabistan'da icra edilen   "kıraatı Asım"  "rivayeti Hafs" olarak yerine getirilmektedir.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(13.YAZI)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e (Elçiye) hainlik etmeyin, sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"
( Enfal, 27)
 Bu âyette bulunan "Resul" ( Elçi) "Beşer Resul" olan Muhammed
(aleyhisselam)dan daha çok "kitap Resul" olan vahye gönderme yapılmıştır.
 Çünkü "Beşer Resul" olan Muhammed (Aleyhisselam) bin dört yüz  sene önce vefat etmiştir.
 Fakat tek mirası ve tek  emaneti  olan "Kitap Resul" kıyamet gününe kadar insanlara hidayet olmaya devam edecektir.
Âyette geçtiği gibi gerçekten de bu ümmet kitabına yâni son vahiy olan Resül'e  ihanet etmiştir.
Kitap olan Resul'e ihanet etme ile  beşer Resul olan Muhammed ( Aleyhisselam) a ihanet etme arasında hiçbir fark yoktur.
 Hatta Şia ve Ehli sünnet dininin muhaddisleri ve âlimleri
sadece Muhammed (Aleyhisselam) a değil, Nuh,  İbrahim, Musa, İsa( as)ile beraber bütün Allah Elçilerine ihanet etmişlerdir.
Çünkü Kur'an'ı anlamaya çalışmak demek bütün elçilere indirilen vahyi ve tevhid akidesini anlamak demektir.
  İnsanları  Allah elçilerinin inanç ve ahlaklarına  götürecek Kur'an'dan başka  sahih kaynak  ve kesin delil bulunmamaktadır.
 Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri uydurma hadisler peşinde koşmakla Kur'an'a ve dolayısıyla  bütün Allah Elçilerine ihanet etmişlerdir.
"Beşer Resul"ün hayatı  sınırlı bir zaman ve belli bir coğrafya ile sinirliyken,  "Kitap Resul''ün hayat bulmasına ve hidayet vermesine  hiçbir şey engel değildir.
Kitap Resul dünyanın her tarafına ve herkese ulaşmak gibi bir kabiliyeti vardır.
 Dolayısıyla Kur'an'da geçen "Resul" kavramlarının büyük çoğunluğu "Kitap Resul" anlamında kullanılmıştır.
 Yanlış bir anlamaya neden olmamak için bir gerçeği tekrar etmek zorunda kalıyoruz.
 "Beşer Resul" olan Muhammed (Aleyhisselam) ile "Kitab Resul" olan Kur'an'ı Mübin  arasında hiçbir fark yoktur.
 Hayatta olduğu sürece  yaşayan Kur'an Elçi olan Muhammed (Aleyhisselam)dır.
 Elçi olan  Muhammed
(Aleyhisselam) vefat ettikten sonra onu sadece ve sadece "Kitap Resul" olan "Kur'an" temsil etmektedir.
Resul (Elçi) Muhammed (Aleyhisselam)a  ulaşmak ve onu gerçekten anlamak isteyenler için, bıraktığı tek miras olan  Kur'an'a gitmekten başka bir yol görülmemektedir.
  Emevi- Abbasi hurafe  hadisleri ile Şia'nın absürt yalanları Allah Resulü'nü asla  temsil edemezler.
 Allah Resulü'nü tek temsil eden şey son vahiy  olan Kur'an'dır.
 "Allah'a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"
( Enfal, 46)
 Bu âyetteki "Resul" kavramı da "Kitab Resul" (Elçi) ile alakalıdır.
Çünkü kıyamet gününe kadar insanların muhatap olacakları "Resul"( Elçi) Kur'an'dan başka bir şey değildir.
 "Beşer Resul" olan Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettiğine göre kiyamet gününe kadar  itaat edilecek "kitap Resul''den başka bir hidayet ve rahmet kaynağı kalmamıştır.
 Dolayısıyla yukarıdaki âyette bulunan "Resul" (Elçi) "Kitap Resul" olduğundan asla şüphe yoktur.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(14.YAZI)
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar,
kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler size
 Allah'tan, Resulü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirince kadar bekleyin.
 Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez"
(Tevbe, 24)
 Bu âyette geçen "Resul" kavramı(Resulihi) "kitab Resul" anlamında kullanılmıştır.
Çünkü "Kitap Resul" kıyamet gününe kadar gelecek olan insanlara seslenmektedir.
Fani ve ölümlü olan "Beşer Resul"ün böyle bir gücü söz konusu değildir.
 Dolayısıyla  kıyamet gününe kadar bâki olan tek ilahi kaynak, ölümsüz ve ebedi "Resul"(Elçi) kitap olan Allah'ın Resul'üdür.
 Yani sizin bütün hısım ve akrabanız, fırkanız ve mezhebiniz size Allah'ın Resulü olan Kur'an'dan daha yakın ve daha önemli ise Allah'ın indireceği ceza ve belaları( anarşi, zulüm, katliam, kargaşa,dağılma, ihtilaf)  bekleyin demek istenmiştir.
 Bu âyet bizi Şuayb (Aleyhisselam) ın kavmine karşı söylediği önemli bir  gerçeğe götürmektedir.
 "Ey Kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah'tan daha mı aziz ve değerli ki, onu (Allah'ın emirlerini) arkanıza attınız.  Şüphesiz ki Rabb'im yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır"
 (Hud, 92)
 Yani bir millette mezhep, meşrep, fırka ve rivayetler Allah'ın emirlerinden daha itibarlı ise o millet asla iflah olmayacak, rahat yüzü görmeyecektir.
 "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah ve Resul'ünün haram kıldığını haram saymayan, ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın"
( Tevbe, 29)
 Yukarıdaki âyette geçen "Resul" (Elçi) kavramı da "kitab Resul" ile ilgilidir.
 Çünkü Allah'ın helal ve haram kıldığı şeyleri  kıyamet gününe
kadar ortaya koyacak "kitap Resul"den başka bir kaynak bulunmamaktadır. Allah'ın helal ve haram kıldığı şeyler sadece vahiy ile bilinmektedir.
 Vahiy haricinde nelerin helal ve  nelerin haram olduğunu hiç kimse bilemez.
Helal ve haram koyma yetkisi sadece  Allah'a aittir.
 Allah'tan başka hiç kimsenin haram koyma yetkisi yoktur.
(Araf, 32, 33-- Nahl,  116)
KADININ DİNDEKİ YERİ
 Aslında Kur'an'ı Mübin'e  baktığımızda çok açık olarak kadın ile erkeğin arasında fazilet açısından bir farkın olmadığını rahatlıkla görebiliriz.
 MESELA:
 "Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık.Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.
 Muhakkak ki Allah indinde en değerli olanınız, Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olanlarınızdır.
Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır"
 (Hücurat, 13)
Bu âyette üstünlüğün hiçbir millete, kavme cinsiyete ait  olmadığı çok net olarak ortaya konmaktadır.
 MESELA:
",,,,, Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz,,,,,"
( Bakara, 187)
 Yani hükmü ve rahmeti sonsuz olan  Allah tarafından birçok hikmet'e binaen erkekler ve kadınlar birbirlerinden farklı, birbirlerinin ayıplarını örten, birbirlerine muhtaç olarak yaratılmışlardır.
"Kaynaşmanız  için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de onun varlığının delillerindendir.
Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır"
(Rum, 21)
Rahman ve Rahim olan Allah kadına o kadar geniş bir  hürriyet ve söz söyleme hakkı vermiş ki,
 MESELA:
Vahiy dini kadınlara Allah Resulü'ne gelerek onunla tartışma edecek kadar özgür bir irade, cesaret ve özgüven vermiştir.
(Mucadele, 1)    Bu Kur'an dinidir.
  Fakat Allah Resulü'nden sonra İslam'a giren kavim, aşiret ve milletler bu yeni gelen son vahye girerken, yani onu kabul ederken kendi inanç,  kültür ve ve geleneklerini de beraberinde getirmişlerdir.
 İşte bu Kur'an'a aykırı inanç, kültür ve gelenekler zamanla İsrailiyattan gelen hurafelerle  beraber atasözü,  rivayet, hikaye, efsane olarak tefsir  ve hadis kitaplarıyla kalıcı bir inanç ve amel olarak yaşanmaya başlamışlardır.
Yani Şia ve  Ehli Sünnet'in muhaddisleri ve âlimleri gelenekleri din olarak bize intikal ettirdiler. 
Yani şunu demek istiyorum.
 Bugün kadınlarla ilgili ve buna bağlı olarak bir çok konuda Kur'an'a  ve İslam'a, tevhid akidesine,  aklı selime, insan tabiatına, edep ve evrensel ahlaka aykırı ve  aşağılayıcı sözler sarfeden Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) Cübbeli Ahmet,
Adıyaman şeyhi, Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak,
Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, Vehbi Güler, Osman Ünlü,
İskender Evrenosoğlu, Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş,
 İhsan Şenocak, Ebubekir sifil, Nurettin Yıldız, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer gibi hurafecilerin yaptıkları tek şey,
 ağababaları 
Buhari, Kâfi, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai,
Ahmet Bin Hanbel, Muhammed Bin İdris, Ebu Yusuf, imamı Muhammed, Gazali, Evzai,
Malik Bin Enes'in kaynaklarındaki uydurma dinin rivayetlerini ve ictihatlarını dile getirmekten başka bir şey değildir.
Bugünkü yobaz ve gerici  anlayışın tek günahları akıllarını kullanarak, tefekkür ve sorgulama ile din ve hüküm olarak tek kaynak olan  Kur'an'a müracaat etmemeleridir.
Yani anlayacağınız bir numaralı sorumlu olan ve ve günahın büyüğünü yüklenen bunların cahil ve Kur'an'sız ağababalardır.
Çünkü  Allah Resulü'ne İslam'a,tevhid akidesine  ve Kur'an'a en büyük ihaneti bu Kur'ansız cahillerin Kur'an'sız ağababaları yapmıştır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan diyor ki,
"Son günlerde bakıyorsunuz.
 Din adamı olarak ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup,  dinimizde yeri olmayan bazı kendine göre ictşhatta  bulunan kişiler çıkıyor ortaya.  Anlamak mümkün değil.
 Yani bunlar bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada ve  zamanda yaşıyorlar.
 Çünkü İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar aciz bunlar.
 İslam'ın hükümlerinin güncellenmesi vardır.
 Siz İslam'ı 14 -15 asır  öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız.
 Böyle bir şey yok.
 Onun için de bugün İslam'ın uygulanması ya zaman koşullar her şeyiyle o da değişiyor. İslam'ın güzelliği burada zaten"
ARKADAŞLAR!
Din ve hüküm olarak tek kaynak olan Kur'an'a gitmedikçe şikayet etmenin bir anlamı olmayacaktır.
 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a şunu sormak isterdim.
Diyanet İşleri Başkanlığı Emevi- Abbasi Devleti'nin uydurma dininden hiç bir şekilde taviz vermezken, yine
 Emevi Abbasi Devleti'nin uydurma dininin kaynaklarındaki rivayetleri anlatan cahillere  söz söyleme hakkınız var mı?
Sizin hükümetinize  bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın esas  görevi nedir?
Neden Diyanet İşleri Başkanlığı hiç bir hurafe ve uydurmaya cevap vermiyor?
 Bu fakir milletten alınan vergilerin din adına hiç bir işe yaramayan Diyanete gitmesi yazık günah değil mi?
Dolayısıyla dile getirdiğimiz gerçeklerle kıyas edildiğinde  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediklerinin  bir anlamı kalıyor mu?
Biz Kur'an ehli muvahhidler vahiy  düşmanı hurafecilerin inanç ve mezheplerine, fikir ve konuşmalarına  İslam'a, Kuran'a, evrensel ahlaka ve tevhid akidesine zarar verdiği için karşı geliyoruz.
 Yani onların dinlerinin kaynaklarındaki rivayetlerin ne  kadar batıl ve  uydurma  ilkelere dayandığını ortaya koymak için onları deşifre ediyoruz.
 Siyasal islamcılar  ise iktidarlarına  zarar verdikleri için bu Kur'an'sız yobazlara  karşı geliyorlar.
 Aramızda fark bu.