29 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(66. YAZI)Âli İmran Süresi 176-)(Ey Nebi!) Küfürde yarışanlar sani mahzun etmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir şeyde zarar veremezler. Allah onlara, ahirette bir pay kılmamak istiyor. Onlar için azim bir azap vardır. 177-) Şurası muhakkak ki, imana bedel küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir şeyde zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır. 178-) Kâfirler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. 179-) Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda habis olanı temizden ayıracaktır.Bununla beraber Allah, sizi gayba da muttali kılacak değildir. Lakin Allah, Resüllerinden dilediğini seçer. O halde Allah’a ve Resüllerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de azim bir ecir vardır. 180-) Allah’ın, faziletinden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik edenler, sanmasınlar ki o (mal), kendileri için hayırlıdır; bilakis bu onlar için bir şerdir. Kiyamet günü cimrilik ettikleri şeye dolanacaklar. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Kıraat Farklılığı (Kıraat imamlarından Hamza âyette bulunan "velé yehsebennellezine" "sanmasınlar ki" kelimesini, "ve tehsebennellezine" "(Ey Nebi!) sanma ki" olarak okumuştur. Bu okuyuşa göre cümlenin meâli şöyle oluyor. "Allah'ın, faziletinden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik edenler , (Ey Nebi) sanma ki o (mal) kendileri için hayırlıdır...") 181-) Andolsun ki "Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini ve haksız yere Nebileri öldürmelerini yazacağız ve diyeceğiz ki: Yakıcı azabı tadın! Kıraat Farklılığı (Kıraat âlimlerinden Hamza âyette geçen "senektubu" "yazacağız" kelimesini, "seyüktebü" "yazılacak" olarak okumuştur. Yani "nun" ile değil, "ye" nin ötresiyle okumuştur. Bu okuyuşa göre cümlenin meali şöyle oluyor. "Onların (bu) dediklerini ve haksız yere Nebileri öldürmeleri yazılacaktır..." 182-) Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir. 183-) "Doğrusu Allah bize, (gökten inen) ateşin yiyeceği (yakıp kor edeceği) bir kurban getirmedikçe hiçbir Resül'e inanmamamızı ahdetti" diyenlere şöyle de: Size, benden önce mucizelerle, (özellikle) dediğinizle nice Resüller geldi. Eğer sadık iseniz, onları niçin öldürdünüz? 184-)(Ey Resül!) Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme); gerçekten, senden önce apaçık deliller, zübür ve aydınlatıcı kitap getiren nice Resülleri de yalanladılar. 185-) Her canlı ölümü tadıcıdır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın mükafatı size tam olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir. 186-) Andolsun ki, mallarınız ve nefisleriniz konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok eziyetler işiteceksiniz. Ve eğer sabreder ve takvâ sahibi olursanız, muhakkak ki bu, işlerin en muazzam olanıdır. 187-) Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek misak almıştı. Onlar ise bunu arkalarına attılar, onu az bir değere sattılar. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü olmuştur! (Bu âyet, vahyi "beyan etmenin" "onu gizlememek" olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Nahl süresi 44.âyette Resül bağlamında bulunan "ve enzelné ileykezzikra litübeyyine linnési" "sana zikri indirdik ki insanlara açıklayasın" daki "litübeyyine" "açıklayasın" tefsir ve detaylandırma değil, "duyurma, ilan etme, okuma yani tebliğ etme" anlamına gelmektedir. Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "letübeyyinunnehü linnési velé tektümünehu" "insanlara onu açıklayın sakın gizlemeyin" kelimelerini, "leyübeyyinunnehü linnési velé yektümünehu" yani "insanlara onu açıklayacaklarına sakın gizlemeyeceklerine" dâir Allah onlardan misak almıştı.) 188-) Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır. (Bu âyetin anlatmak istediği gerçek şudur.Uydurma din mensupları anlattıkları yalan veya hurafelerle insanları yüce Allah'ın dininden engelledikleri yetmiyormuş gibi birde insanların onları övmelerini arzu ederler.) 189-) Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah her şeyin üzerinde bir güce kâdirdir. 190-) Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten âyetler vardır.191-) Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. Rabbimiz! Sen bunu amaçsız olarak yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi ateş azabından koru! 192-) Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi ateşe koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları yoktur. 193-) Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize iman edin!" diye imana nida eden bir munadiyi (Resül'ü- Kur’an’ı) işittik, iman ettik.Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, erdemlilerle beraber bizi vefat ettir, 194-) Rabbimiz! Bize, Resüllerin aracılığıyla (vahiy'le) vâdettiklerini bize de ver ve kıyamet gününde bizi rüsvay etme; şüphesiz sen vâdinden hilâf etmezsin! 195-) Bunun üzerine Rableri, onların dualarına icâbet etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiç kimsenin emeğini zâyi etmeyeceğim. Onlar ki, hicret ettiler, diyarlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, savaştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından nehirler akan cennetlere koyacağım. Bu sevab, Allah indindendir. Allah; sevabın güzeli O’nun katındadır. 196-) Kafirlerin (refah içinde) belde belde dolaşması, sakın seni aldatmasın! 197-) O azıcık bir meta'dır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!(Kur'an'da nimet Allah'a, meta' dünyaya izafe edilmiştir. Yani meta' dünya geçimliliği demektir.) 198-) Fakat Rablerine karşı takvalı olanlar için, Allah tarafından altlarından nehirler akan, içinde devamlı kalacakları cennetler vardır. Erdemliler için Allah indindeki (nimetler) daha hayırlıdır. 199-) Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir değere satmazlar. İşte onlar için Rableri indinde ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı seri olandır. 200-) Ey iman edenler! Sabredin; sabırda yarışın; (savaşa) hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz. (Âli İmran Süresi Sonu)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(67. YAZI)Nisa Süresi Medine'de inmiştir.176 âyettir.Rahman, Rahim Alla'ın Adıyla 1-) Ey insanlar! Sizi, bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve rahimlerin haklarına riayetsizlikten de korkun. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. 2-) Yetimlere mallarını verin, temizi habis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir vebaldir. 3-) Eğer yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuzla yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. 4-) Kadınlara sadakalarını gönül rızası ile verin; eğer gönül hoşluğu ile onun bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin. 5-) Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları rızıklandırın, onları giydirin ve onlarla konuşurken mâruf söz söyleyin. 6-) Nikah çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) sınayın, eğer onlarda bir rüşd görürseniz hemen mallarını kendilerine sunun. Büyüyecekler diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olsun, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine göre) mâruf ile yesin. Mallarını kendilerine sunduğunuz zaman üzerlerinde şahit bulundurun. Hesap görücü olarak da Allah yeter. 7-) Ana-babanın ve akrabaların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan farz olarak bir pay ayrılmıştır. 8-) (Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve miskinler miras taksiminde hazır bulunurlarsa bundan, onları da rızıklandırın ve onlarla konuşurken mâruf söz söyleyin. 9-) Geriye eli ermez, gücü yetmez zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (kendileri de yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah’tan korksunlar ve sözün sağlam olanını söylesinler. 10-) Zulmen yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe yaslanacaklardır. 11-) Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) vasiyet eder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. (Bir erkeğin mirastan payının iki kadın hissesi kılınmasındaki hikmet şudur: Erkek hem kendisine hem de hanımına ve çocuklarına harcama yapmak zorundadır. Onun için kendisine iki hisse verildi. Kadına gelince, o sadece kendisi için harcar. Evlendiğinde nafakasından kocası sorumludur. İşte bu itibarla, kadının mirastan payı (bazı durumlarda harcamalarına bakılırsa) esasen erkekten fazla olmaktadır.) 12-) Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah’tan size vasiyettir. Allah Alim'dir, Halîm'dir.13-) İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Resülüne itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar ve işte azim kurtuluş budur. 14-) Kim Allah’a ve Resülüne isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır. 15-) Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm vefat ettirinceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. 16-) İçinizden onu yapan her iki tarafa eziyet edin; eğer tevbe eder ve ıslah olurlarsa artık onlara eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhamet edendir. 17-) Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak cehaletle kötülük edip de sonra hemen yakından tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. 18-) Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için elim bir azap hazırlamışızdır. 19-) Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir fuhuş yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla mâruf ile geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz. 20-) Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine bir kantar mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz buhtan ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?21-) Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir misak almış oldukları halde onu nasıl geri alırsınız! 22-) Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın; çünkü bu çirkin bir hayasızlık ve iğrenç bir (ahlak) ve en kötü bir yoldur. 23-) Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz Allah Ğafur ve Rahim olandır.(Geçen geçmiştirin anlamı, bu şekilde devam eder anlamında değildir. Bilmeden böyle bir şey olmuşsa sorumluluk olmamakla birlikte, derhal ayrılmaları gerekiyor.) 24-) Ve yeminle sahip olduklarınız müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah’ın size yazgısı budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah Alim, Hakim olandır. 25-) İçinizden, mümine hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan mümine genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sorumlularının izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de mâruf ile verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Yukarıdaki âyette bulunan bir cümle Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurdukları "recm" (zina edeni taşlayarak öldürme) cezasını tek başına çöpe atmaya yeterlidir. "...cariyeleriniz evlendikten sonra bir huhuş yaparlarsa onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır..." (Nisa- 25)Şimdi can alıcı soru şu: "Hür kadınların cezası "recm" yani ölüm ise, cariyelere ölümün yarısı nasıl uygulanacak?
27 Kasım 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(65.YAZI) Âli İmran Süresi 154-) Sonra o kederin arkasından Allah size bir emniyet indirdi ki, (bu emniyetin yol açtığı) uyuklama hali bir tâifeyi kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir tâife de, Allah’a karşı haksız yere cahiliye zannı gibi, haksız zanda bulunuyorlardı. "Bu (savaş) emrinden bize ne!" diyorlardı. De ki: Muhakkak ki bu emir (savaş kararı) tamamen Allah’a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını nefislerinde gizliyorlardı. "Bu emirde (savaş kararında) sözümüz olsaydı burada katledilmezdik" diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız bile, öldürülmesi yazılmış olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, göğüslerinizin içinde bulunanları sınamak ve kalplerinizdekileri (her türlü manevi kirden) saflaştırmak için (böyle yaptı). Allah göğüslerde olan ne varsa hepsini bilir.(Âyette geçen "nuas" "uykuya geçmeden önce ortaya çıkan ve gözlerde belli olan bir gevşeme, rahatlama ve uyuşma halidir. Halk arasında buna" şekerleme" adı da verilmiştir.) 155-) (Uhud’da) iki ordunun karşılaştığı gün, sizden (savaş alanını) bırakıp kaçanlar, kazandıkları bazı hatalar yüzünden şeytan onları kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, Ğafur'dur, Halîm'dir. 156-) Ey iman edenler! Sizler kafirler gibi olmayın.( Onlar), yerde sefere çıkan veya gâzvede olan kardeşleri hakkında: "Eğer bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi" dediler. Allah bu (sözleri) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. 157-) Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların (maddi olarak) topladıkları her şeyden daha hayırlıdır.Kıraat Farklılığı (Yukarıdaki âyet şu şekilde de okunmuştur. "Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti (maddi olarak) topladığınız her şeyden daha hayırlıdır"Yani âyette bulunan "yecmeun" "topladıkları" kelimesini, bazı kıraat imamları "tecmeun" topladığınız" olarak okumuşlardır.) 158-) Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda haşrolunacaksınız. 159-) O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; onlar için istiğfar dile; (dünya işleri) hakkında onlarla istişare et. Fakat azmettin mi, artık sadece Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah, kendisine tevekkül edenleri sever. (Nebi (a.s), dünya işlerinde müminlerle istişare etmekle yükümlü tutulmuştur. Çünkü Nübüvvet özel ve sosyal hayatı temsil eder. Nebi'nin hata etme özelliği olduğu için ortak akılla hareket etne zorunluluğu doğuyor. Fakat Resül için istişare diye bir şeyden söz edilemez. Çünkü Risâlet indirilen vahyi tebliğ etmekle ilgili bir görevdir. Rasülün hata etmesi ve vahyi tebliğ etmede ihanet etmesi imkansızdır. İkinci bir mesele: Nebi (a.s) savaştan kaçanlara karşı merhametle yaklaştığı halde "sağ elle yemek yiyemeyenlere, namaz!!! kılarken önünden geçen çocuklara beddua ettiğine dâir rivayetler mevcuttur.Ve Ehl-iSünnet'in din adamları bu rivayetlere sahihtir diyerek, Ku'an'dan daha fazla bunlara iman etmektedirler.) 160-) Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler. 161-) Hiçbir Nebi'nin, yolsuzluk yapması mümkün değildir. Kim emanete (devlet malına) karşı yolsuzluk yaparsa, kıyamet günü, yolsuzluk yaptığı şeyle gelir. Sonra herkese -zulme uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir. Kıraat Farklılığı Âyette bulunan "vemé kâne linebiyyin en yeğulle" "Hiçbir Nebi'nin, yolsuzluk yapması mümkün değildir..." cümlesinde bulunan "en yeğulle" "yolsuzluk yapması mümkün değildir" kelimesini, Nâfi, İbn Âmir, Hamza, Kisâi ve Yakub "en yuğalle" olarak okumuşlardır. Yani bu okuyuşa göre mana şöyle oluyor. "Şimdiye kadar hiçbir Nebi'ye böyle bir suç isnat edilmemişti" Dolayısıyla "Ey Nebi'nin arkadaşları! Siz ne yapıyorsunuz? Nebi'ye böyle âdi bir iftira atılır mı? Nebi'ye böyle bir suç isnat etmekten utanmıyor musunuz? anlamına gelmektedir.) 162-) Allah’ın rızasını isteyenle, Allah’ın öfkesine uğrayan bir olur mu? Berikisinin yeri cehennemdir. O, ne kötü varılacak bir yerdir. 163-) Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir.164-) Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve şirk'ten) kendilerini arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Resül göndermekle müminlerin üzerinde Allah'ın minneti (büyük) olmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapkınlık içinde idiler. (Nebi ve Resül'ün arasında bulunan farklardan birisi de "âyetleri tilâvet ve tezkiye" dir. Bu iki kavram Nebi bağlamında geçmez. Yani âyetleri insanlara okuma ve vahiy'le onları arındırma Resül bağlamında kullanılan kelimelerdir. İkincisi, âyetin sonunda bulunan "halbuki daha önce onlar apaçık bir sapkınlık içinde idiler" cümlesidir.Yani Kur'an olmadan, insanlık hidayet bulamaz.) 165-) (Bedir’de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi "Bu nasıl oldu!" dediniz? De ki: O, kendi nefislerinizden kaynaklandı. Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde bir güce kadirdir. 166,167-) İki birliğin karşılaştığı gün size isâbet edenler, ancak Allah’ın izniyle (yasası gereğiyle) olmuştur ki, bu da, müminleri bilmesi (ayırması) ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Onlara: "Gelin, Allah yolunda savaşın; ya da mudafaa (savunma) yapın" denildiği zaman, "Harbetmeyi (veya savaş olacağını) bilseydik, elbette sizin arkanızdan gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan daha çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların göğüslerinde gizlediklerini daha iyi bilir. 168-) (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: "Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi" diyenlere, "Eğer sâdık iseniz, nefislerinizi ölümden uzaklaştırın bakalım!" de.169,170-) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, faziletinden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri indinde rızıklanıyorlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olanlara da hiçbir korku ve hüznün bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. (Âyette bulunan "havf" "korku" âhiretle ilgili, "hüzün" ise, dünya hayatı ile ilgilidir.Yani âhirete intikal eden müminlerin gönüllerinden âhiret korkusu ve dünyada bıraktıkları aile ve mallarının hüznü yerine melekler tarafından güven ve sevinç duyguları yerleştiriliyor.) (Füssilet-30) 171-) Onlar, Allah’tan gelen nimet ve faziletin ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. 172-) Yara aldıktan sonra yine Allah’ın ve Resülünün dâvetine icâbet edenler (özellikle) bunların içlerinden güzel ahlak ve takvâ sahibi olanlar için pek azim bir mükâfat vardır. 173-) Bir kısım insanlar, müminlere: "Muhakkak ki insanlar, size için toplandılar; onlardan korkun!" dediklerinde bu, onların imanlarını daha da arttırdı ve "Hasbunellâhu ve ni'mel vekil" «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!» dediler. 174-) Bunun üzerine, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan, Allah’ın nimet ve faziletiyle geri geldiler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş oldular. Allah azim fazilet sahibidir. 175-) İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer müminler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.
26 Kasım 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(64. YAZI) Âli İmran Süresi 151-) Allah’ın, hakkında hiçbir sültan (delil) indirmediği şeyleri O’na şirk koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakında korku salacağız. Onların barınakları ateştir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür! ("Ru'be" kelimesi, Kur'an'da beş yerde geçmektedir.(Âli İmran-151; Enfal-12; Kehf-18; Ahzab-26; Haşr-2) "Ru'be" huzursuzluk ve korkunun kalbin her tarafını kaplaması anlamına gelmektedir. İki âyette kalıp olarak şöyle geçer. "Senul ki fi kulubillezine keferur-ru'be" "kafirlerin kalplerine korku salacağız" İki âyette ise "vekazefe fi kulubihumur-ru'be" "kalplerine korku düşürerek" olarak geçmektedir.) 152-) Siz Allah’ın izniyle (kanun ve yasası ile savaşta) düşmanlarınızı öldürürken,(Allah) size olan vâdine sâdık kalmıştı. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra dağıldınız; (Nebi'nin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve isyan ettiniz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra (Allah), sizi sınamak için onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi affetti. Zaten Allah, müminlere karşı fazilet sahibidir. 153-) O zaman Resül arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, hiç kimseye dönüp bakmadan (savaş alanından) hızla kaçıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere mahzun olmayasınız. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Nebi (a.s) ın Arkadaşları (Ashâb)) "Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi ?" Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir.Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İkinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman olanlar, (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih edenler (Haşr-9) olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve menfi hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu da biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yaptıkları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın" denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu gerçeği gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor?Bunun nedeni şudur :Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaları sonucunda, Emevi ve Abbasi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten hiç haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, rastgele söylenecek bir cümle değildir. 15 Temmuz işgal hareketinde bu ümmetin gösterdiği cesaret ve kahramanlığı bir çok sahabi göstermemiştir.
25 Kasım 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(63.YAZI)Âli İmran Süresi 126-) Allah, bunu size sırf müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede mutmain olsun diye yaptı.Yardım, yalnızca Aziz, Hakim olan Allah'ın indindendir. 127,128-) Allah, kâfirlerden bir tarafının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler -ki (ey nebi!) bu işte senin yapabileceğin bir şey yoktur- yahut (tevbe etsinler de) tevbelerini kabul etsin, ya da (küfürde ısrar ederlerse)onlara azap etsin diye. Çünkü onlar zalimdirler.129-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Dileyeni bağışlar ve dileyene de azap eder. Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir. (Hidayet ve dalalet yani sapkınlık vahiy ile ilgili bir durum olduğundan yüce Allah, insanların hidayet ve sapkınlıklarında direk olarak etkili değildir. Çünkü insanların hidayet ve sapkınlıkları için vahiy indirmiştir. Tâbi ki hidayeti tercih etmelerini ister, kafir olmalarına razı olmaz.) 130-) Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak riba yemeyin. Allah’tan korkun ki felaha (kurtuluşa) eresiniz.131-) Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten de korkun!132-) Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ki size merhamet edilsin. ("itaat" kavramı sadece Allah ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. İtaat, işitilen sözle ilgili bir kavram olduğu için Nebi bağlamında kullanılmaz. Çünkü Nebi bölgesel ve tarihsel bir misyona sahiptir, yani ölmüştür. Ama ebedi bir misyona sahip olan Resül ölmez. "Beşer Resül" vefat ettikten sonra "kitap Resül" olarak devam eder. Dolayısıyla tebliğde bir kesinti meydana gelmez. Beşer Resül ile kitap Resül arasında bir fark yoktur. Kitap Resül'e (Kur'an'a) iman ve itaat etmeyen Resüllere de iman ve itaat etmemiş sayılır.) 133-) Rabbinizin mağfiretine ve muttakiler için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! 134-) Onlar (muttakiler) ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Ve Allah da güzel ahlak sahiplerini sever.135-) Yine onlar ki, bir cimrilik (fâhişeten) yaptıklarında, ya da nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı zikredip ( hatırlayıp) günahlarından dolayı hemen istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim mağfiret edebilir ki! Bir de onlar, yaptıklarında (kötülüklerde), bile bile ısrar etmezler.(Âyette geçen "fâhişeten" (ahlaksızlık) kelimesi, cimrilik anlamında kullanılmıştır ve 134.âyette bulunan "infak ederler"in karşıtı olarak gelmiştir. Evet itikatta en büyük ahlaksızlık şirk, amelde en büyük ahlaksızlık ise cimriliktir. Çünkü cimrilik bir çok ahlaksızlığın da kaynağıdır.) 136-) İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından nehirler akan, içinde kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin ücreti ne kadar güzel olmuştur!137-) Sizden önce nice (ümmetler hakkında) ilâhî kanunlar (böyle) gelip geçmiştir. Onun için, yerde dolaşın da (Allah’ın âyetlerini) yalanlayanların âkıbeti nasıl olmuş, (görün!)138-) Bu (Kur’an), bütün insanlığa bir beyan'dır; muttakiler için de bir hidayet ve bir öğüttür. (Bu âyet, Kur'an'ın yüce Allah tarafından açıklanmış olarak geldiğini gösteriyor. Çünkü âyette geçen ifade "beyânun linnési" "insanlara bir beyan'dır"(açıklamadır.) Dolayısıyla Nahl süresi 44.âyette Resül ile ilgili geçen "litübeyyine linnési" (insanlara açıklayasın) dan maksat, "tefsir edesin, detaylandırasın" değil, duyurasın, tebliğ edesin, okuyasın, beyan edesin yani sakın gizlemeyesin" demektir. Zaten Kur'an'ın detaylandırılması anlamına gelen "tefsir, tafsil ve tasrif sadece Allah bağlamında, duyurma ve ilan etme anlamına gelen" "beyan" ise, Allah ve Resül bağlamında geçmektedir. Aslında Kur'an'ı açıklayan Allah'tır. Resül sadece tebliğ ediyor.) 139-) Gevşeklik göstermeyin, mahzun olmayın. Eğer müminseniz, üstün gelecek olan sizsiniz. 140-) Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradıysanız (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. Biz (imtihan ve sünnetullâh gereği) günleri insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir toplum bazen öteki toplum elde eder.) Ta ki Allah, iman edenleri bilsin( ortaya çıkarsın) ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.141-) Bir de (böylece) Allah, iman edenleri (her türlü günahtan) saflaştırsın, kâfirleri de imha etsin.142-) Yoksa Allah içinizden cihad edenleri bilmeden(belli ettirmeden- ortaya çıkarmadan) ve sabredenleri de bilmeden (belli ettirmeden- ortaya çıkarmadan) cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz?(Yani "Siz sabırla cihadı bir araya getirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Dünyada zafer ve başarıya ulaşmanın ahirette ise cennete girmenin temenni ve hayal ile olmadığını, bilakis cihadla, direnişle korku ve zorluklara göğüs germekle, göklerde ve yerde bulunan ilahi kanunlara uymakla olacağını açıkladıktan sonra..." Ta ki Allah iman edenleri bilip ortaya çıkarsın..." cihad edenleri ve sabredenleri bilip ortaya çıkarsın...") 143-) Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu gördünüz ama (hareketsiz olarak) sadece bakıp duruyorsunuz. 144-) Muhammed, ancak bir Resül'dür. Ondan önce de nice Resüller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.145-) Hiçbir nefis yoktur ki, ölümü Allah’ın iznine (yasasına) bağlı olmasın. (ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya sevabını isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.(Kur'an'da Allah bağlamında geçen "izin" kelimeleri "yasa ve ilâhi kanun" yani göklerde ve yerde var edilen"ilâhi düzen" demektir. Eğer "izin" kelimesine böyle bir meal vermeyecek olursak çok hatalı sonuçlar elde edeceğiz.) 146-) Nice Nebiler vardı ki, beraberinde birçok rabbaniler bulunduğu halde savaştılar da, ama bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, durağanlık göstermediler. Allah sabredenleri sever. Kıraat Farklılığı Yukarıdaki âyette üç çeşit kıraat farkı vardır. 1-) Yukarıda bulunan "kâtelu" "savaştılar..." 2-) "kûtilu" "öldürüldüler..." 3-) "kûtil, meahu ribbiyûne kesir" "Nebi öldürüldü, onunla beraber olanlar da öldürüldü, ama bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler..." 147-) Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!. 148-) Allah da onlara dünya sevabını ve (daha da önemlisi,) ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, güzel ahlak sahiplerini sever.149-) Ey iman edenler! Eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi gerisin geriye (küfre) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.150-) Bilakis sizin mevlânız Allah’tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.
24 Kasım 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(62.YAZI) Âli İmran Süresi 106-) Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) Yüzleri kararanlara: İmanınızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise kâfir olmanızdan ötürü tadın azabı! (denilir). 107-) Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler; onlar orada kalıcıdırlar. 108-) İşte bunlar, Allah’ın, sana hak olarak tilâvet ettiğimiz âyetleridir. Allah âlemlere (insanlara) zulmetmeyi istemez.109-) Göklerde ve yerde ne varsa heps Allah’ındır. İşler, dönüp Allah’a varır. 110-) Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz; mârufu emreder ve münkerden nehyeder ve (sadece) Allah’a (Kur'an'a) iman edersiniz. Ehl-i kitap da iman etseydi, elbette bu, kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde müminler vardır; (fakat) çoğunluğu fasıktır. Hayırlı Ümmetin Özellikleri:1-) Mârufu emrederler. 2-) Münkerden nehyederler. 3-) Sadece Allah'a yani Kur'an'a iman ederler.(Mârufu emretme ve münkerden nehyetme Allah'a imandan önce gelmesi ilginçtir. Yani marufu emretme münkerden nehyetme olmadan Allah'a imanın bir değeri olmuyor.) 111-) Onlar (ehl-i kitap) size, eza vermekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.112-) Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın himayesine ve insanların himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın gazabına uğramışlar ve meskenete mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerine kafirlik ediyor ve haksız yere Nebileri öldürüyorlardı. Bu da, onların (vahye) isyan etmiş ve (Allah'a karşı) haddi aşmış olmalarından dolayı idi. (Âyette bulunan "meskenet" yoksulluk değil, insanın özgüvenini yitirmesi, kendini başkasının himayesine muhtaç görmesi, hiç bir hak talebinde bulunmaması ve kendini mudafaa etmemesidir. "Zillet" ise, başkalarının hakkını elinden zorla alması sonucu bir şey yapamamanın eziklik ve psikolojik durumudur.) 113-) Hepsi eşit (aynı) değildir; ehl-i kitaptan bir ümmet vardır ki, kıyamda, gecenin içinde Allah'ın âyetlerini tilâvet ederler ve onlar secde ederler. (Kur'an'ın dilinde secde, yüce Allah'ın emrini zihnen kayıtsız şartsız kabul etme ve tam bir teslimiyetle iman etme anlamına gelmektedir.) 114-) Onlar, Allah’a ve ahiret gününe iman ederler; mârufu emrederler, münkerden nehyederler; hayırlarda koşuşurlar. İşte bunlar salihlerdendirler. 115-) Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, muttakileri çok iyi bilir. 116-) Kafir olanlar var ya, onların malları da evlâtları da Allah’a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, ateş ashâbıdır; onlar orada kalıcıdırlar. 117-) Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları infaklarının misali, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da helak eden kavurucu bir rüzgârın misali gibidir. Allah onlara zulmetmedi; lakin onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 118-) Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size kötülük etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Andolsun ki, buğz (kin) ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Göğüslerinin sakladıkları ise daha büyüktür. Eğer aklınızı kullanırsanız, âyetlerimizi size beyan etmiş bulunuyoruz.119-) İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, kitabın tümüne iman edersiniz; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında "İman ettik" derler; kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kızgınlıklarından dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kızgınlığınızla ölün! Şüphesiz Allah göğüslerin içindekini hakkıyla bilmektedir.120-) Size bir güzellik dokunsa, bu onları üzer; size bir musibet isâbet ederse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve takva sahibi olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. 121-) Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. Allah, işiten ve bilendir. 122-) O zaman içinizden iki tâife dağılmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların velisi idi. Müminler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler. 123-) Andolsun, sizler zelil (güçsüz) olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan korku ki, şükretmiş olasınız.(Hamd, dil ile yapılan bir ibadet iken, şükür, amellerle yapılan yapılan bir ibadettir.) 124-) O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? 125-) Evet, siz sabır gösterir ve takva sahibi olursanız, onlar hemen şu anda üzerinize gelseler bile, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.
23 Kasım 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (61.YAZI) Âli İmran Süresi 103-) Hep birlikte Allah’ın himayesine (Kur'an'a) sığının; fırka fırka olmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslam) nimetini zikredin: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi (vahiy'le) birleştirmişti ve O’nun (iman) nimeti sayesinde kardeş kimseler olarak sabahladınız. Yine siz bir ateş uçurumunun tam kenarında iken oradan da sizi O alıp çekti. İşte Allah size âyetlerini böyle beyan ediyor ki hidayet bulasınız.(Yukarıdaki âyette bulunan "i'tisam" kelimesine meallerde yanlış bir mana veriliyor. "i'tisam" "yapışma" değil, sığınma, "habl" "ip" değil, "himâye" anlamına gelmektedir.) FIRKA VE MEZHEPLER NEDEN KÖTÜDÜR?Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara tâbi olmayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan (ayırarak) fırka fırka yaparlar. İşte takva sahibi olmanız için Allah size bunları vasiyet etti"(En'am- 153) (Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur. Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Bundan dolayı Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir. Mezheplerde ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık hayattan kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin sapıkça olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin hidayette olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar"( Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmadığını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk ve güzel ahlak açısından Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır. Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, ilâhların dini batıldır.(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştansona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)SONUÇ OLARAK: Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır. Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.) 104-) Sizden, hayra dâvet eden, mârufu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. İşte onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.105-) Kendilerine beyyinât (apaçık deliller) geldikten sonra ihtilâfa düşüp fırka fırka olanlar gibi olmayın. İşte bunlar için azim bir azap vardır
22 Kasım 2021 Pazartesi
ZİKİR-TEZEKKÜR: Zikir kavramı, bir çok âyette vahiy yani Tevrat, İncil ve Kur'an anlamında kullanılmıştır.Zikir, Kur'an olduğuna göre, tezekkür, Kur'an'dan üretim yapma ve manevi anlamda ürün devşirme hadisesi olarak görülmelidir. Yani Kur'an'ın üzerinde aklımızı kullanıp bazı çıkarımlar yaparak, vahyi anlamaya çalışıyorsak, gerçek anlamda “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Kur'an'dan öğrendiğimiz hükümleri hayatta uygulayabilirsek yine “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının algıladıkları ve uyguladıkları şeyler değildir. Yani zikir, anlamadan bir takım dua ve kelimeleri tekrar tekrar seslendirme olayı değildir. Müminler, zikrin, salâtın içinde Kur'an'a yoğunlaşmanın en önemli bir unsuru olduğunun bilincine sahip olmak zorundadırlar. Yani müminler salat'ı ikâme etmek için bir araya geldiklerinde zikrin mana, hikmet ve ehemmiyetini ortaya çıkarırlar. Salat, zikrin anlaşılması yolunda en önemli adımdır. "Ve ekimissâléte lizikri" "salat'ı zikrim için ikâme et" âyeti bunu açıkça gösteriyor. Dolayısıyla iman edenlerin Kur'an'ı anlamadan, üzerinde tezekkür etmeden yani onun sonsuz enerjisinden üretim yapmadan ne imanlarının, ne ibadetlerinin ne de mâbetlerinin yüce Allah indinde bir değeri yoktur. Kur'an'ı anlamadan hacca ve umreye gitmenin, cami ve mescit, yurt ve medrese inşa etmenin israftan başka hiçbir getirisi yoktur. İslam dininde her şey vahiy'le değer kazanır. Vahiy yani İslam yani iman yani ihlas yani dini Allah'a özel kılmadan hiçbir amelin değeri yoktur. "Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zikri (olan Kur'an) ile mutmain olur, huzur bulur.(Râd-28) Dolayısıyla "zikir" “kitap, vahiy" ”(Allah’ın zikrettiği âyetler) anlamında geçmektedir: (Cuma-9; Nahl-44; Enbiya-10,50; Yasin-69; Tâhâ-113; Sâd-1,49; Âraf-63; Zuhruf-44; Mümin-53,54; Talak-10; Kamer-17,22,32,40; Yusuf-104; Kehf-27)Mesala: “... Salât'a nida edildiğinde Allah’ın zikrine (Kur'an'a) koşun ve alışverişi birakın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.”(Cuma-9) âyeti bütün açıklığıyla, Kur'an'ı “öğrenmek” ve anlamak olduğunu gösteriyor. Mesela: “... indirileni insanlara beyan edesin diye sana zikri indirdik ki, tezekkür etsinler ...”(Nahl-44)Demek oluyor ki, tezekkürün yani düşünsel üretim yapmanın ve bilgi üretmenin tek kaynağı vardır, o da Kur'an'dır Mesela: “Andolsun ki, içinde zikir üretimi yapacağınız bir kitap indirdik. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Enbiya-10)Mesala: “Bu Kur'an indirdiğimiz mübarek bir zikir’dir. ...”(Enbiya-50)"Mubarek zikir" inanç, güzel ahlak ve öğüt olarak onda üretimin hiçbir zaman bitmeyeceği sonsuz berekete sahip kitap demektir. Zikir, "Allah’ın âyetlerini sürekli hatırlamak, onları anmak, akla nakşetmek, zihne hakim kılmak dâima bu bilinç ve şuurla yaşamak" anlamına gelmektedir.Zikir, Kur'an olarak bir fabrika, tezekkür ise, o fabrikada çalışan ve sürekli hareket halinde olan emektar insanları sembolize eder. Kur'an, tevhid, güzel ahlak, iman, ihlas, takva ve her türlü hayır vr fazilet üretiminin yapıldığı bir makine bir tezgah gibidir. Zikir ve tezekkür kavramları, yüz otuz âyette geçmekte ve hepsi yüce Allah'ı anma, Kur'an, göklerde ve yerde bulunan yaratılış âyetleri düşünme bağlamında kullanılmaktadır. (Bakara-152; Ankebüt-45; Nisa-142; Âli İmran-135; Enfal-45; Tâhâ-14; Müminun-70,71; Fâtır-3) Mesala: “Siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..."(Bakara-152) buyurur. Yani "size değer veririm, indimde bir itibarınız olur, size yardım eder ve sizi korurum" demektir. Yoksa zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet ümmilerinde olan zikirmatik'e basmak değildir. Mesela: (Ey Nebi!) Sana bu kitaptan vahyedileni tilavet et yani salât'ı ikâme et!Muhakkak ki, salat (Kur'an'ı öğrenme ve dayanışma) ahlaksızlıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın zikri (vele zikrullahi ekber) daha büyük uyarıdır. Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45)Âyette bulunan; “Allah’ın zikri ise, en büyüktür” cümlesi, salâtın içinde yani insanlara verilen öğretim ve eğitimin en büyük unsuru ve en önemli yol göstericisinin Kur'an olduğunu ortaya koyuyor.Yani Allah'a ve insanların gönüllerine giden yolun en önemli rehberi Allah'ın zikri olan Kur'an'dır.Dolayısıyla insanları manevi olarak eğitimenin en büyük aracı onlara Kur'an'ın öğretilmesidir. Zikir, Kur'an'dan ilim öğrenmek anlamına da gelmektedir. (İbrahim-25; Nahl-12,13; Enbiya-24; En'am-80; Âraf-210; Kehf-83; Mesela: “Rabbinin izniyle o ağaç her zaman ürününü verir. İşte Allah belki tezekkür etsinler (yetezekkerün) diye insanlara böyle misaller veriyor.”(İbrahim-25)Mesela: “O, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı emrinize musahhar kıldı.Yıldızlar da O’nun emriyle musahhar kılınmışlardır. Bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır. (Nahl-12)Yeryüzünde, rengarenk şeyleri, sizin için üretip çoğalttı. Bunda zikreden (yezzekkerün) bir toplum için elbette âyet vardır.”(Nahl-13)Mesela: "Yoksa ondan başka ilah mı edindiler? De ki: Bürhanınızı getirin! işte benimle beraber olanların zikri (olan) Kur'an ve benden önceki ümmetlerin zikrini (kitaplarını anlatan Kur'an) hayır onların çoğu hakkı bilmezler de bundan dolayı hakka karşı itiraz ediyorlar ”(Enbiya-24) Bir çok yerde zikir, âyetler anlamında kullanılmıştır. (Âli İmran-58; Âraf-2; Hicr-6,9; Nahl-43,44; Furkan-17,18; Yasin- 11,15; Saffât-167,169; Sâd-8,9; Fussilet-41,43; Zuhruf-5; Kalem-51,52)Mesela: “Bu sana tilâvet ettiklerimiz, âyetlerden ve hikmetli zikirdendir” (Âli İmran-58)Mesela: “Ey kendisine zikir indirilen kişi! ...”(Hicr-6)“Zikri biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu da biziz.” (Hicr-9)"Siz, müsrif bir toplum oldunuz diye, size zikirle öğüt vermekten vaz mı geçelim?”(Zuhruf-5)Zikrin bir manası da yüce Allah'ın yarattıkları varlıklar hakkında düşünmektir. (Zümer-21; Bakara-269; Âli İmran-190,191)Görüldüğü gibi tezekkürle ilgili âyetlerin hiç birisinin namaz!! kılmakla uzaktan yakından bir alakası yoktur.Peki zikirle kast edilen şey nedir? Zikir; yüce Allah'ın adını anmak ise Mekke müşrikleri Allah'ın adını anıyorlardı. Aslında Yüce Allah'ı anmaktan esas maksat, indirdiği vahyi dinde tek hüküm kaynağı olarak kabul etmek ve onu anlamaya çalışmaktır. Yoksa dünyada Allah'ı anmayan hiç bir toplum yoktur. Kur'an'ı din ve hüküm olarak kabul etmeyenler gerçek anlamda Allah'ı zikretmiş olmazlar. Demek ki Allah'ı zikretmekten maksat bazı kelimeleri tekrarlamak değil, onun vahyini hücrelere kadar sindirip, ona göre iman etmek ve güzel ahlak sahibi olmaktır. Bir başka ifadeyle; “âyetlerini sürekli olarak hatırlamaktır." Zikir, akıl ve zekâ ile yapılan eylemdir. Mesela: Kur'an'da ağaçlar, hayvanlar, Allah’ı tesbih ederler yani yatatılış özellikleriyle yüce Allah'ı tanıtırlar,(Hac-18) Fakat Allah'ı zikrederler, bilgi sahibi olurlar buyurmaz. Çünkü Kur'an'a göre zikir, sadece insanlar için söz konusu olan bir eylem ve erdemdir. Tesbih: Allah’ı noksan sıfatlardan arındırarak, onu tanımak ve tanıtmaktır. Herşey Allah’ın mükemmel yaratıcılığını tanıtır. Herşey onun göklerde ve yerde koyduğu yasalarına uyarak yaşaması, O’nun herşeyin hakimi olduğunun bilincine ve şuurana varılmasıdır Yüce Allah'ın mesajını öğrenmek, üzerinde düşünmek, hikmetini arayıp bulmak, ondan bilgi edinmek, onu tüm benliğimizle onaylamak, her zaman onu hatırlamak büyük bir zikirdir. Aynı zamanda Kur'an âyetlerinin bir öğüt olarak hayatta yol göstermesi Allah’ın zikridir.Yani Allah’ın andığını anmak da bir zikirdir. Bu bakımdan zikrullah; “Allah’ın adını” boş boş anmak değil, “Allah’ın sözünü” bilerek anmaktır. Allah’ı anan insan O'nun emirlerine göre hareket eden insandır. Allah’ı anmak demek, niyetini düşüncesini ve halini O’nun seveceği, Kur'an'da ortaya koyduğu rızasına göre hareket etmesidir. Bunun için de vahyi öğrenmesi şarttır. İşte bu salattır.Kur'an, insanları Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin anlamsız ibadet, tesbih ve zikir esaretinden kurtaracak tek kitaptır.Bu yönüyle Kur'an büyük bir devrim yapmıştır. Uydurma dinlerin iman ve ibadetlerini devirmiş, zikir ve tesbihlerini yerle yeksan etmiştir. Kur'an, insanları esaret altına alan, sadece kendi din ve mezhebinin menfaatini düşünen müfterilerin kimliğini deşifre etmiş, insanlara engin ufuklarda özgürlüklerini kazandırmıştır. Dolayısıyla Kur'an, ne namazın, ne zikrin, ne tesbihin Kur'an'daki salat, zikir ve tesbihle yakından ve uzaktan bir bağlantısının olmadığını göstermiştir. Şis ve Ehl-i Sünnet din adamları aman Yahudilere benzemeyelim diye diye Kur"an"da var olan bütün kavram ve fiilleri yahudileştirdiler. İşte Kur'an bütün bu kavramları yerli yerine koyarak, ince eleyip sık dokuyarak onları islamileştirmiş ve sonsuz hamdolsun ki zihnimizi berraklaştırmıştır.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(60.YAZI)101-) Size Allah’ın âyetleri okunurken, üstelik Resûl'ü de içinizde iken nasıl küfre saparsınız? Her kim Allah’a (Kur'an'a) sığınırsa andolsun ki sırat'ı müstakime doğru hidayet bulmuş olur. (Âyette bulunan şu sistem olağanüstü bir güzelliğe sahiptir.("...Allah'ın âyetleri... Resül'ü...Allah'a sığınırsa...hidayet... sırat'ı müstakim...") Aynı zamanda âyette bulunan "Resül" beşer Resül olan Muhammed (a.s) değil, kitap Resül olan Kur'an'dır. Çünkü son vahyin tarihinden kiyamet gününe kadar olan zamanı kıyasladığımızda beşer Resül olan Muhammed (a.s) ın Medine'de yaşamış olduğu hayat bir şimşek çakması kadardır. Ama yüce Allah "Resül'ü de içinizde iken" buyuruyor. Yani bu hitap ve âyet evrensel bir mesaja sahiptir ve kiyamet gününe kadar gelecek tüm insanların içinde her an ve her yerde ulaşabildikleri bir Resül olması gerekir. Demek oluyor ki, hayatta olduğu sürece risâlet görevi ile Muhammed (a.s) a itaat ve ittiba edilecek bir Resül, vefat ettikten sonra kiyamet gününe kadar kitap Resül onu temsil makamında bulunacaktır. Yoksa "içinizde Resül'ü var iken" cümlesine başka bir anlam vermek mümkün değildir.) Buna benzer âyetlerde her zaman evrensel olan "Resül" kavramı kullanılmıştır.) Mesela: "...Kim evinden muhacir olarak Allah ve Resülün'e çıkarsa..." (Nisa-100)Mesala: "...Keşke Resül ile beraber yol edinseydim" (Furkan-27)Mesela: "...Keşke Allah'a itaat etseydik ve Resül'e itaat etseydik" (Ahzab-66)Buna benzer âyetlerin hiç birinde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Çünkü Nebi tarihsel ve bölgeseldir. Resül ise evrensel ve genel bir misyona sahiptir. Dolayısıyla ilâhi sistem böyle kurulmuştur.) 102-) Ey iman edenler! O'na yaraşır şekilde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olun) ve ancak müslümanlar olarak ölün. İMAN ve İSLAMAslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (saf) Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani saf ve orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya maddi imkanlardan faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.
21 Kasım 2021 Pazar
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ( 59.YAZI)Âli İmran Süresi 71-) Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?72-) Ehl-i kitaptan bir tâife şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olana gündüzün başlangıcında (görünüşte) iman edip, geri kalan kısmında kafir olun. Belki onlar (böylece şüphe ederek dinlerinden) dönerler.73-) Dininize tâbi olanlardan başka hiç kimseye iman etmeyin."De ki: Hidayet ancak Allah’ın hidayetidir. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin indinde onların size karşı deliller getireceklerine de (iman etmeyin)"De ki: Fazilet Allah’ın elindedir. Onu dileyene verir. Allah (rahmeti) geniştir ve O, her şeyi bilendir. 74-) Rahmetini dileyene özel kılar. Allah fazilet sahibidir.75-) Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona bir kantar mal emanet bıraksan, onu sana iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilmezsen onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize bir yol yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.(Yahudiler kendi dinlerini en doğru, ırklarını da en üstün ve seçilmiş ırk kabul ettikleri için diğer toplumları kendilerine köle olarak görüyor ve batıl yollardan mallarını yemeyi mubah görüyorlardı.) 76-) Hayır! (Gerçek onların dediği değil.) Her kim ahdine vefa gösterir ve takva sahibi olursa, bilsin ki Allah muttakileri sever.77-) Allah’a karşı verdikleri ahdi ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payları yoktur. Allah onlarla konuşmayacak, kiyamet günü onlara bakmayacak ve onları arındırmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır.78-) Onlardan bir fırka, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki (okudukları) kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah adına yalan söylüyorlar. 79-) Hiçbir beşerin, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah’ın dununda (yanında-berisinde) bana da kullar olun! demesi olacak birşey değildir. Lakin sadece şunu söyler. Öğretmekte ve ders yapmakta olduğunuz kitap uyarınca rabbaniler olunuz.(Kıraat Farklılığı) Âyette bulunan "tuallimûne" (Öğretmekte) kelimesini bazı kıraat âlimleri "te'lemûne" (bildiğiniz) olarak okumuşlardır. O zaman âyette bulunan cümlenin meâli şöyle oluyor. "...Lakin sadece şunu söyler. Bilmekte ve ders yapmakta olduğunuz kitap uyarınca rabbaniler olunuz. Bu kıraat daha doğrudur. Çünkü öğretmek ve ders yapmak aynı anlama geliyor. Ama bilmek ve ders yapmak aynı şey değildir. Nebiler bildiklerini sürekli tekrarlayarak yani ders yaparak insanlara öğretirler.) 80-) Ve size: Melekleri ve Nebileri rabler edinin, diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi? 81-)Hani Allah, Nebilerden "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra beraberinizde bulunanları tasdik edici bir Resül geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" diye misak almış, "ikrar ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, «ikrar ettik» cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.(Şu açık bir gerçektir ki, "Resül" olmayan Nebi'ye indirilen vahiy yalnız kendisine özel kalır.Kendisi insanları o toplum içinde gelmiş Nübüvvete bağlı yani aldığı vahyi tebliğ etme görevi alan bir Resül'ün yoluna davet eder.Şayet söz konusu toplulukta bir Resül gelmemişse, Nebi aldığı vahiy'le insanları hayra ve güzelliğe dâvet eder ve onları daha sonra gelecek Resül'ü kabul etmeye hazırlar.Aynen Meryem, Musa (a.s) ın annesi ve Havariler gibi, Meryem, Musa'nın annesi ve Havariler vahiy aldıkları halde, (Kasas-7; Mâide-111) aldıkları vahyi tebliğ etme görevleri bulunmamaktadır. Arı 🐝 da vahiy alır.(Nahl-68,69) Bu vahiy arı'nın nasıl hareket edeceği, çiçeklerden nasıl polen toplayacağı ve yolunu nası bulacağı ile ilgili bir vahiy'dir. Nebi de aynen böyledir. Tebliğ görevi almayanlar Nebi makam ve mertebesinde kalır ve aldıkları vahiy'le bireysel olarak uyarı görevlerini aynen arılar gibi icra ederler. İşte bundan dolayı Nebi'ye tebliğ emredilmemiştir.Tebliğ kavramı Nebi bağlamında değil, bir çok âyette Resül bağlamında kullanılmıştır. Nebi vahyi uygulayıcı sivil kimliktir. Resul ise teorik islam/Kuran kimliğidir. Resul uygulama yapmaz bu nedenle de günahı hatası olmaz. Nebi aynen müminler gibi uygulayıcı kimliktir. Uygulayıcı Allah'a karşı hata yapar. Dolayısıyla hadis ve sünnet diye bir şey olmaz ve Nebi'ye itaat ve ittiba emredilmez. Ancak Resül'e itaat ve ittiba gerekli kılınmıştır.) 82-) Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar fasıkların ta kendileridir.83-) Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O’na teslim olduğu halde, onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O’na döndürüleceklerdir.(84-) De ki: Biz, Allah’a, üzerimize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve Ya’kub oğullarının üzerine indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) Nebilere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlardan hiç birinin arasında ayırım yapmayız. Biz ancak O’na teslim oluruz.85-) Kim,(vahiy ve tevhid dini olan) İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.(Yukarıdaki âyet vahiy'den ayrılan, dolayısıyla Allah ve Resüllerine ihanet eden Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünn din adamlarına bir reddiye mahiyeti taşımaktadır.) 86-) İman etmelerinden, Resûl’ün hak olduğuna şâhit olmalarından ve kendilerine apaçık beyyinât (vahiy) gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme Allah (vahiy'den bağımsız olarak) nasıl hidayet eder? Allah zalimler topluluğunu (vahiy haricinde) hidayete iletmez.(Kur'an'da "hak" kavramı, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan kavramlardandır. Allah ve vahiy bağlamında bir çok âyette geçerken, Resül bağlamında yani Resül'ün hak olduğu sadece bu âyette geçmektedir. Âyet evrensel olduğu için yani kiyamet gününe kadar gelecek din adamlarını ve toplumları bağladığı için âyette geçen "Resül" kavramı beşer Resül değil, kitap Resül'dür yani son vahiy'dir yani Kur'an'dır. Çünkü risâlet misyonuyla beşer Resül hayatta olduğu sürece hak odur. Vefat ettikten sonra itaat edilecek ve tâbi olunacak tek bir hak kalıyor ki, oda yüce Allah'tan indirilen ve Resül tarafından tebliğ ve beyan edilen vahiy'dir.) 87-) İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerinde olmasıdır. 88-) Bu lânette devamlı kalıcıdırlar. Azap onlardan hafifletilmez; ve onlara bakılmaz.89-) Ancak, bundan sonra tevbe edip kendilerini ıslah edenler başka. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 90-) İmanlarından sonra küfre sapıp sonra küfürlerini daha da arttıranların tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapkınların ta kendileridir.91-) Gerçekten, kafir olup ve kâfirler olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden -fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi- kabul edilmeyecektir. Onlar için elim bir azap vardır; ve onların yardımcıları da yoktur.92-) Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe erdemli olamazsınız. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir.93-) Tevrat’ın indirilmesinden önce, İsrail’in (Ya’kub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun.94-) Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan yere iftira ederse, işte bunlar, zalimlerin ta kendileridir. 95-) De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, İbrahim’in hanif milletine tâbi olunuz. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı.(İbrahim'in hanif milleti, dini Allah'a özel kılmak, her türlü mezhep ve uydurma din şirkinden uzak, yalnız indirilen vahye yani İslam dinine tâbi olmak demektir.) 96-) Şüphesiz, âlemlere (insanlara) bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki (ev) dir.97-) Orada apaçık âyetler, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin Allah için o evi haccetmeleri, insanlar üzerindeki (vasiyetidir.) Ve kim kafir olursa, (nankörlük gösterirse) bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.(Makam'ı İbrahim, İbrahim (a.s) ın Nübüvvet makamı demektir. Yani mucadele alanı ve miras olarak bıraktığı örneklik anlamına gelmektedir. (Bakara-125) Yani gözle görülen, elle dokunalacak maddi bir şey değil, iman ve tevhidle ilgili bir şeydir.) 98-) De ki: Ey ehl-i kitap! Allah yaptığınız amellere şâhit iken, niçin Allah’ın âyetlerine kafirlik edıyorsunuz?99-) De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeğe) şâhit olduğunuz halde niçin Allah’ın yolundan iman edenleri engellemek için onun eğri olduğunu iddia ediyorsunuz. Allah yaptığınız amellerden gafil değildir.(Yukarıdaki âyette Yahudi din adamlarının şahsında Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarına da büyük bir kınama ve ihtar vardır. Çünkü Şii ve Sünni din adamları da aynen Yahudi din adamları gibi indirilen vahyi yeterli görmeyip, dinlerini rivayetlerle boğarak insanların hak ve hanif dine ulaşmalarına engel olmuşlardır. Aşağıdaki âyet bu gerçeği ortaya koyuyor.) 100-) Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bazı fırkalara itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi küfre döndürürler.
20 Kasım 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(58.YAZI)51-) Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibadet edin. İşte sırat'ı müstakim budur.52-) İsa, onlardaki küfrü hissedince: Allah'a (vahiy'le) giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah (yolunun) yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.53-) (Havârîler:) Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resül'e tâbi olduk. Şimdi bizi (vahdaniyyetini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.(Âyette bulunan "İndirdiğine iman ettik ve Resül'e tabi olduk" cümlesi çok önemlidir. Çünkü dinde sadece Allah tarafından indirilen ve Resül'ün dilinde hayat bulan vahye iman edilir. Zaten ikisi de aynı şeydir. Sadece Kur'an'a iman eden bir kişi, insanlık tarihinde gelen bütün Resüllere tâbi olmuş olacaktır.) 54-) (Yahudi din adamları) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzakları bozanların hayırlısıdır.55-)Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim ve seni nezdime yükselteceğim, seni (vahiy'le) kafirlerden temizleyeceğim ve (bir Resül olarak) sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ihtilâfa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.56-) Kafirlere gelince, onları dünyada ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların yardımcıları da olmayacak.57-) İman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince, Allah onların ücretlerini eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.58-)(Ey Resül!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmetli zikirden tilâvet ediyoruz.59-) Allah indinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «Ol!» dedi o da oluş sürecine girdi. 60-)(Ey Nebi!) Hak, Rabbinden gelendir. Öyle ise sakın şüphe edicilerden olma.(Âyetin arka planda kalan meâli: Din ve hüküm olarak Rabbinden gelmeyen hak olamaz.) 61-) Sana gelen bu ilimden( İslam-iman-vahiy) sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı, nefislerimizi ve nefislerinizi dâvet edelim, sonra da Allah’ın lânetini yalancıların üzerinde olmasını dileyelim.62-) Şüphesiz bu (İsa hakkında anlatılanlar), hak olan kıssalardır. Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, Aziz, Hakim olandır. 63-) Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, ifsad edicileri hakkıyla bilendir.64-)(Ey Resül!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye geliniz: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim; O’na hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da (yanında-yöresinde-altında) kimimiz kimimizi Rabler edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz. (Şia hiç bir zaman Ehli Sünnet'in rivayet ve ictihadlarını yani mezheplerini kabul etmez. Ehli Sünnet de hiçbir zaman Şia'nın rivayet ve ictihadlarını kabul etmeyecektir. O halde tek bir kurtuluş ve barış yolu kalıyor. Sırat'ı müstakim, hidayet, hikmet ve rahmet olan Allah'ın kitabı Kur'an. Yani ortak değer olan Allah'ın mesajından başka hiçbir kitap Şii ve Sünni din adamlarını bir araya getiremez, aralarında barış ortamını kuramaz.) 65-) Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?66-) İşte siz böyle kimselersiniz! Peki hakkında ilim sahibi olduğunuz bir konuda tartıştınız; fakat ilim sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.67-) İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; lâkin o, Allah’ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten uzak sadece Allah'a ) teslim olanlardan idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı. (Âyetin güncel durumu: Muhammed, ne Sünni, ne de Şii idi; lâkin o, Allah'ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten uzak sadece Allah'a) teslim olanlardan idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı. Eğer âyeti bu şekilde anlamayacak olursak, Kur'an'da yer almasının bir önemi yoktur.Veya Şiilik ve Sünnilik diye iki din gelmeyecek olsalardı, bu âyetin Kur'an'da yer almasının bir manası olmayacaktı.Yani "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" meselesi.) 68-) İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Nebi (Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah müminlerin velisidir.(Yukarıdaki âyette Resül değil de "Nebi" kavramının kullanılması, hitap kitlesinin tarihsel ve bölgesel olmasındandır. Yani Medine'de bulunan Yahudiler'dir. Kur'an, bölgesel ve tarihsel yani yerel insanlara seslendiği zaman Nebi, evrensel mesaj ile ilgili hitabında Resül kavramını kullanır.) 69-) Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.70-) Ey ehl-i kitap! (hakka) şâhid olduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerinin (üzerini örterek) kafir oluyorsunuz?
19 Kasım 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(57.YAZI) 33,34) Allah birbirinden gelme bir zürriyet olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ve İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir.(Bütün Nebiler tek bir zürriyyetten gelmişlerdir. O zürriyyet de Nuh (a.s) ve İbrahim (a.s) ın zürriyyetidir.) (Hadid-26)35-) İmrân’ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini hür bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten ve bilen sensin." 36-) Onu doğurunca, Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Halbuki Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu. Oysa erkek, dişi gibi değildir. Ben ona Meryem ismini verdim. Racim şeytana karşı onu ve zürriyetini korumanı diliyorum, dedi. MERYEM Kur'an'ı Mübin'de Meryem (aleyhesselam) ile ilgili çok ilginç bir sistem yani bağlam ve bütünlük bulunmaktadır. Çünkü Meryem (aleyhesselâm) ile ilgili âyetlerde hem müzekker (erkek) hem de muennes( kadın) fiilleri ve zamirleri kullanılmıştır. Mesela: Müzekker zamiri kullanılan âyet şöyledir. "İffetini korumuş olan İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi), "fenefehné "fihi" min ruhiné" "Biz, ona ruhumuzdan üfledik" ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden boyun eğenlerdendi"(Tahrim- 12) Yukarıdaki âyette bulunan "fihi" kelimesindeki "hi" zamiri, aslında erkekler için kullanılır. Aşağı yukarı aynı anlama gelen şu âyete bir bakalım. "Irzını iffetle korumuş olan (Meryem'i de an) "fenefehné "fihé" min ruhiné" "Biz ona ruhumuzdan üfledik" onu ve oğlunu cümle insanlar için bir ibret kıldık"( Enbiya- 91) Yukarıdaki âyette bulunan "fihé" kelimesindeki "hé" zamiri, (muennes) kadınlar için kullanılan bir zamirdir. Özellikle aşağıdaki âyet Meryem (aleyhesselâm) ın tam olarak bir kadın yaratılışında olmadığını gösteriyor."(Annesi) onu doğurunca Rabb'im! Ben onu dişi olarak doğurdum" dedi. Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu. Oysa erkek, dişi gibi değildir. Ona Meryem ismini verdim..."(Âli İmran- 36)Eğer Meryem tam olarak bir kız olsaydı, annesi "ben onu kız olarak doğurdum" dedikten sonra, Yüce Allah, "Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu" buyurmazdı. Yani Meryem (aleyhesselam) ın kendine özel bir yapısı ve özgün bir yaratılışı vardır. Şu âyetler Meryem'in yaratılış bakımından diğer bütün kadınlardan özgün bir yaratılışa sahip olduğunu gösteriyor."Hani melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün insanların kadınlarının üzerinde seçkin kıldı. "Ey Meryem! Rabbine boyun eğ ; secde et, rüku edenlerle beraber sen de rüku et" (Âli İmran- 42,43)42.âyette iki kere "istaféki" "seni seçti" kelimesi geçmektedir.En doğrusunu Allah bilir. Biri, yaratılışındaki seçkinlik ve ayrıcalık, ikincisi ise, bazı bitkilerde olan döllenme gibi İsa (aleyhisselam) ı dünyaya getirmesidir. Bazı bitkilerde olan döllenme şu şekilde gerçekleşir."Bu bitkilerin çiçeklerinde hem dişi hem de erkek organı beraberce bulunur. Böyle çiçeklere "kusursuz çiçek" adı verilir.Kendi kendine döllenen bitkiler, aynı çeşitten başka bitkilerle çok yakın mesafede yetiştirilebilir. Bezelye, soya fasulyesi, yulaf, domates, marul kendi kendine döllenen bitkilerdir.Kendi kendine döllenme, çiçekteki polenin o çiçeği ve aynı bitki üzerindeki başka çiçeği döllemesi şeklinde gerçekleşir. Meryem ile ilgili doğumun çiçeklerde olduğu gibi gerçekleştiğinin Kur'an'daki delili şu âyettir."(Annesinin onu Allah'a adamasından sonra) Rabbi Meryem'i en güzel şekilde kabul etti; onu güzel bir bitki gibi bitirdi..."(Âli İmran- 37)Yani Kur'an'ın Meryem için "bitki" kelimesini kullanması boşuna değildir. Âli İmran 43. âyette Meryem için geçen "râkiin" fiili, gerçekte erkekler için kullanılan bir fiildir. Kadınlar için fiil "râkiin" değil, "râkiât" tır. 37-) Rabbi Meryem’e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi bitirdi. Zekeriyya’yı da ona kefil yaptı. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem! Bu sana nereden?" der; o da: Bu, Allah'ın indindendir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir, derdi.(Aslında Meryem'in yanında bulunan rızkı insanlar getiriyordu. Çünkü Meryem seçkin bir ailenin kızıydı. Fakat bir edep ve güzel ahlak timsâli olan Meryem (aleyhesselâm) yüce Allah'a karşı olan derin saygı ve mahcubiyetinden dolayı insanlar tarafından getirilen rızkı Allah'a izâfe etti.) 38-) O anda Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir zürriyet bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.39-) Zekeriyya mâbedde ayakta durmuş salât ederken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir kelime’yi tasdik edici, seyyid (saygın), iffetli ve sâlihlerden bir Nebi olarak Yahya’yı müjdeler.(Âyette görüldüğü üzere Yahya (a.s) aynen babası Zekerriya (a.s) gibi Nebi idi. Resül değillllerdi.) 40-) Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.41-) Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir âyet (alamet) göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için âyet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok zikret, sabah akşam tesbih et.42-) Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz etti ve seni bütün âlemlerin (insanların) kadınlarının üzerinde seçkin kıldı. 43-) Ey Meryem! Rabbine boyun eğ; secde et, rüku edenlerle beraber sen de rüku et.44-) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’e kefil olacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirlerken de yanlarında değildin.45-) Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelime’yi müjdeliyor. Adı Mesih, Meryem oğlu İsa’dır. Dünyada da, ahirette de saygındır ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.46-) O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara konuşacak.47-) Meryem: Rabbim! dedi, bana bir beşer eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluş sürecine girer.48-) (Melekler, Meryem’e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Ve Allah ona kitabı ve hikmeti ve Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.49-) O, İsrailoğullarına bir Resül olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir âyet getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni (yasası-kanunu) ile o kuş oluverir. Yine Allah’ın izni (yasası-kanunu) ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir âyet vardır.50-) Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici olarak ve (din adamlarınız tarafından) size haram kılınan bazı şeyleri de (vahiy'le) helâl kılmak için gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet getirdim. O halde Allah’tan korkun ve bana da (bir Resül olarak) itaat edin.
18 Kasım 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(56.YAZI) 32-) De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez. "ELÇİ'YE İTAAT" HANGİ ANLAMA GELİYOR : Kur'an'da anlatılan vahiy İslam'ına karşı delil getirme çabasında olan Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri,"Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki âyetleri gösterip, Kur'an'da Allah'a ve Resulüne itaat etmemiz emrediliyor. "Kur'an'a itaat Allah'a itaattir, hadislere itaat ise "Resul'e" itaattir" demektedirler. Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Muhammed'e" ve "Nebi'ye" itaat etmekle alakalı bir emir bulunmamaktadır. Söz konusu olan itaat fiili bütün âyetlerde "Resul" kavramı ile ilgili geçmektedir. Kur'an'da geçen Resül kavramının Türkçe tam karşılığı "Elçi" kelimesidir. "Peygamber" Farsça kökenli bir kelimedir ve Kur'an'da geçmemektedir. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyenler, Kur'an'ın en önemli kavramları olan "Nebi" ve "Resul" yerine "peygamber" kelimesini kullanıyorlar. "Resul" kavramı, Kur'an'ı Mübin'de hem "Allah'ın Elçisi" hem de "herhangi bir Elçi" manasında kullanılır.Kur'an'da "Resül" "diye geçen kelimeyi "Elçi" diye çevirmek tam doğru bir çeviri olacaktır. Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da yüzlerce âyette bulunan "Resül" kelimesinin manasını ve kullanış tarzını bilmezler. İşte bundan dolayı "Resül" kelimesinin Kur'an'daki karşılığını tam olarak ortaya koymak için geniş bir açıklama yapmayı gerekli görüyoruz. Yukarıdaki âyetlerde "Resül" kelimesinin" Elçi" manasında olduğunu iyice anlamak, âyetlerin manasını da tam olarak anlamayı sağlayacaktır.Bizler Muhammed (a.s) a niye itaat ederiz? Çünkü o, Allah'ın elçisidir. Yani Allah'ın mesajını alıp bize ulaştıran bir Resül'dür. Elçin'in okuduğu yani tebliğ ettiği şey, Allah'ın gönderdiği mesajdır. "Elçiye zeval yoktur" denilmiştir. O mesaja itaat olynca hem Allah'a, hem de o mesaja getiren Elçiye itaat edilmiş olur. Aynı zamanda mesajın kendisine itaat edildiğini söylersek bu da doğru olur.Muhammed'e" Elçi" denmesinin sebebi, kendisinin olmayan mesajı yüklenmesidir. Bu gerçekten çok önemlidir. Yani yüce Allah "Resül"( Elçi) kelimesi ile, Muhammed (a.s) ın kendisinin olmayan mesajı taşıyan bir emanetçi ve bir mubelliğ olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlara, "Elçi'yi devreden çıkartıp vahiy'den bağımsız olarak Allah'a varmanız mümkün değildir" dersini vermektedir. Aynı zamanda bu elçileri de onurlandırmak anlamına gelmektedir. Yüce Allah, Elçiye de kendisine verilen elçilik görevini hakkıyla yapmasını ısrarla emretmektedir. "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun..."( Maide 67)"İşte bütün bunlar (emirler) Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinmeyesin. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın" (İsra -39) İtaat edilmesi emredilen kişi olan elçi, kendi namına değil, göndericisi (Allah) namına konuşmaktadır. Onun mesajını ulaştırmaktadır. Bu yüzden "ona (Elçiye) itaat, gönderene (Allah'a) itaattir mantığı, yani elçiye zeval yoktur, anlayışı Kur'an'ın bu âyetleriyle ortaya konmaktadır. Allah'ın elçi göndermesi, insanlarla irtibat kurmak için seçmiş olduğu en ideal ve sağlıklı bir yoldur. Allah'ın mesajı elçin'in dilinde hayat buluyor. Elçi mesajı insanlara ulaştıracağı, Allah'a davet edeceği için elçiye itaat onu gönderene itaat olmaktadır. "Kim Resül'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"( Nisa- 80) Bu âyette görüldüğü gibi elçi sadece kendisine vahyedileni insanlara ulaştırmakla mükelleftir."De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben sadece Allah'a davet ediyorum..."(Yusuf- 108) Diğer bir ilginç nokta da , Allah Resulü'nün ismi olan "Muhammed'in" geçtiği dört âyetin üçünde "Muhammed'in Elçi olduğu"nun vurgulanmasıdır. "Muhammed yalnız bir elçidir "(Ali İmran-144) "Muhammed Allah'ın elçisi ve Nebilerin sonuncusudur" (Ahzab- 40)"Muhammed Allah'ın elçisidir "(Fethi- 29) Kur'an'da "(Muhammed) isminin geçip elçiliğini vurgulanmadığı tek âyette ise "Muhammed'e indirilene inanılması" Yani Kur'an'a inanılması gerektiği söylenir.(Muhammed-2) Kur'an'da Muhammed'in sözünden asla bahsedilmez. Muhammed'in veya Nebi'nin sözlerine inanılmasindan söz edilmez. Sadece ve sadece indirilen Kur'an'a inanılması veya inanılmamasından doğacak sorumluluklardan uzun uzun açıklamalar getirilir." Kendilerine Rablarının ayetleri hatırlatıldığında ise onlara karşı sağır ve kör davranmazlar" (Furkan- 73)"O muttakiler sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler"( Bakara- 5) Daha evvel gördüğümüz gibi Kur'an'ı Mübin'de hiçbir yerde "Allah'a ve Muhammed'e itaat edin" diyen bir âyet bulunmaz. Kur'an'da sürekli "Allah'a ve Resül'üne itaat edin" şeklinde bir ifadenin geçmesi Muhammed (aleyhisselâma) ancak elçilik vazifesinden dolayı itaat edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Allah'ın elçileri sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.İlginç bir nokta daha var ki, buda önemlidir.Kur'an'da "itaat" kelimesi, Resül kelimesi olmadan yani sadece Allah lafzı ile beraber geçmez.Mutlaka "Allah ve Resül'e itaat edin " veya "Allah ve Resülüne itaat edin " olarak geçer.Çünkü Allah'a itaat, tamamen vahiy yani Kur'an yani Resül yani indirilen vahiy ile ilgili bir durumdur.Yine çok ilginçtir, "itaat" kavramı, lafzatullâh okmadan yani Allah lafzı olmadan sadece Resül ile beraber geçmektedir."Salat'ı ikâme edin, zekat'a (arınmaya) gelin, umulur ki size merhamet edilsin" (Nur-56)Çünkü Resül'e itaat zaten Allah'a itaattir.(Nisa-80) Kur'an'da "küfür, savaş açılma, istihza, şikak, İsyan, hak, nur, tebliğ, aziz, emanet, tebyin (açıklama) helal ve haram kılma, hakem olma, üsve-i hasene, kerim, tekzip, itaat, ittiba, kitab'ı tilavet etme gibi bir çok kavram "Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Elçiler değerlerini vahiy'den alırlar. Allah'ın elçileri vahiy kadar değerlidirler. Dolayısıyla aklı başında olan hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmaması gerekmektedir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden tehlikeli bir kelimedir. "Peygamber" kelimesi, Kur'an'ı Mübin'i tahrif eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, Kur'an'ın sistemini dağıtan ve anlaşılmasını son derece zorlaştıran bir kelimedir.
17 Kasım 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(55.YAZI) 18-) Allah adaleti (tevhidi) ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur.(Bu âyette geçen "kist" (adalet), evrensel ahlak ve tevhid ilkeleri anlamına gelmektedir.) 19-) Allah indinde (geçerli tek) din İslam'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki taassub yüzünden ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın âyetlerinin üzerini örterse, bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok seridir. (Âyette geçen "beğyen beynehum" insanların arasında bulunan "inanç, ırk, kabile, cemaat, mezhep ve tarikat taasubu ve iktidarı zorla ele geçirme tutkusu ve arzusu" anlamına gelmektedir. 20-) Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben yönümü sadece Allah'a teslim ettim."Kendilerine kitap verilenler ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu? de. Eğer teslim oldularsa hidayeti buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse senin üzerine düşen, yalnızca (vahyi) tebliğ etmektir. Allah kullarını görmektedir. 21-) Allah'ın âyetlerine kafir olanlar, haksız yere Nebileri ve adaleti (tevhidi) emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara elim bir azabı müjdele! 22-) İşte bunlar dünyada da ahirette de amelleri boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur. 23-) Kendilerine kitap'tan bir nasip verilenleri (Yahudileri) görmez misin? Aaralarında hükmetmesi için Allah'ın kitab'ına çağrılıyorlar da, sonra içlerinden bir grup yüz çevirerek geri dönüyor. (Âyette bulunan "...aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar..." cümlesi ilginçtir. Sanki Kur'an hüküm veren canlı bir organizma, konuşan bir kitap olarak sunuluyor. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kitap yoktur.) 24-) Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle dinlerinde iftira ettikleri şeyler kendilerini aldatmıştır. (Âyette bulunan "ve ğarrahum fi dinihim mé kénû yefterun" "dinlerine iftiralar karıştırmaları" cümlesi, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları için büyük bir ibrettir. Yani Allah onlara tertemiz, organik, saf, orijinal, hanif, hâlis bir din indirdiği halde, iftira ve yalan rivayetlerle İslam dininden yüz çevirerek, ihtilâfa düşüp kendilerini perişan ettiler. Uydurma kutsal kaynaklarında bulunan ve yüce Allah'ın iman edenlere bildirdiği "Bize ateş, sayılı günlerde dokunacaktır" rivayeti örnek olarak verilmiştir.) 25-) Fakat onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir zulme uğramaksızın herkese kazandığı şeylerin tam olarak ödendiği zaman halleri nasıl olacaktır? 26-) De ki: Mülkün gerçek mâliki olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil edersin. Her türlü hayır senin elindedir. Sen her şeyin üzerinde bir kudrete sahipsin. 27-) Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin. 28-) Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır. (Emevi ve Abbasi devletleri döneminde Şia imamları ve onları izleyenlere o derece eziyet ve işkenceler yapıldı ki, imamlar, bu âyetle birlikte, Nahl süresi 106. âyeti delil getirerek kendilerine tâbi olanlara takiyye yapmalarını emretmişlerdir. Yani ehli sünnete tâbi olan birinin yanında imanlarını gizlemelerinin farz olduğunu söylemişlerdir.) 29-) De ki: Göğüslerdekini gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Ve Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 30-) Herkesin, hayır olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına karşı çok Rauf'tur. 31-) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (İttiba kavramı, bir âyet hariç (Enfal-64) Kur'an'da vahiy ve resul bağlamında kullanılmıştır. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda ittiba kavramının aslında tek hedefinin vahiy olduğunu görüyoruz. (Âraf-3; En'am-153,155; Zümer-55) "İttiba" kavramının sadece vahiy ve Resulü bağlamında kullandığını anladığımızda yukarıdaki âyeti (Âli İmran 31) istismar ederek ve âyetin manasını yamultmak süretiyle rivayetleri bize din olarak dayatan mezhep mensuplarının yalanlarına aldanmayacağız. Yani bu âyette bulunan "fettebiûni" "bana tâbi olun" dan maksadın Muhammed'e veya Nebi'ye tâbi olmak değil, Resul'ün dilinde hayat bulan yani onun tebliğ ettiği vahyin olduğunu bilmiş olacağız. Çünkü Nebi (a.s) da sadece vahye tâbi olmuştur. (Yunus-15,109; Ahkaf-9; Ahzab-1,2; En'am-106)Enfal 64.âyet, savaştan söz ettiği için bu âyette "ittiba" Nebi bağlamında kullanılmıştır. Yoksa bütün âyetlerde ittiba sadece vahye ve Resül'e olacaktır. İttiba ile itaat arasında şöyle bir fark mevcuttur. İttiba, somut bir varlığa yapıldığı için Allah bağlamında geçmez yani "Allah'a tâbi olun" değil. "Vahye ve Resül'e tâbi olun" denilmiştir. Çünkü itiba fiil ve hareketlerle olan yani yaşanan bir fiildir. İtaat ise, işitilen sözle ilgili bir durumdur. Yani işitilen söze itaat edilir. O da sadece Resül'ün dilinde hayat bulan vahiy'dir.)
16 Kasım 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(54.YAZI) ÂLİ İMRAN SÜRESİ Medine'de inmiştir. İki yüz âyettir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lam. Mim. 2-) Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O hay'dır, kayyum'dur. 3,4-) (Ey Nebi!) O, (Allah) sana kitab'ı hak ile (bir amaca yönelik), önceki (kitapları) tasdik edici olarak indirmiş; daha önce de, insanlara hidayet olmak üzere Tevrat ve İncil'i indirmişti ve Furkan'ı da indirdi. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerinin (üzerini örten) kafirler için şiddetli bir azap vardır. Allah, Aziz'dir. İntikam sahibidir. (Yani âyetleri gizleyen kafir ve zalimlerin yaptıklarını yanlarına bırakmaz, onları bir gün cezalandırarak intikam alır demektir. (İbrahim-42,43) 5-) Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. 6-) Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O Aziz'dir, Hakim'dir. 7-) Sana kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri mahkemdir ki, bunlar kitab'ın anasıdır. Geri kalanları da müteşabihtir. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne aramak için, onun müteşâbihlerine ve te'viline tâbi olurlar (takılır kalırlar). Halbuki onun te'vilini ancak Allah ve ilimde (iman'da) râsih olanlar bilir.(İlimde râsih olanlar:) Ona iman ettik; hepsi Rabbimiz indindendir, derler.Bunu ancak aklıselim sahipleri tezekkür eder. (Zıtlık prensibine göre yukarıdaki âyette bulunan "verrasihûne fil ilmi" "imanda sağlam duruş sergileyenler" anlamına gelmektedir. Çünkü "fi kulubihim zeyğun" "kalplerinde eğrilik" ifadesinin zıttı "imanda sağlam duruş sergilemek" demektir.)İlim kelimesi, bilgi anlamına geldiği gibi, vahiy, Kur'an, İslam, din, iman, âyetler anlamına da gelmektedir. (Aslında Kur'an'ın hepsi muhkemdir. Müteşabih, birbirine benzeyen demektir. Müteşabih âyetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre çözülünce yani hikmet ortaya çıkınca müteşabih olan âyetler de muhkem olacaklardır.) Te'vil kelimesine, yorum manasını vermek doğru değildir. Çünkü te'vil, yüce Allah bağlamında veya onun öğrettiği ilim ve açıklama anlamında kullanılmıştır. Allah yorum değil, kesin açıklama yapar.) 8-) (Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi (vahiy'le) hidayete ilettikten sonra (şirk ve hurafelerle) kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Şüphesiz ki sen vehhab olansın.(Vahiy haricinde hidayet ve kalplerin eğrilmesi söz konusu değildir. Ancak vahiy'le ciddi anlamda muhatap olduktan sonra hidayet ve sapkınlık olur.) 9-) Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Şüphesiz ki Allah vâdettiğinden hilaf etmez. 10-) Bilinmelidir ki inkar edenlerin ne malları ne de evlatları Allah'tan (gelecek azaba karşılık) kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar ateşin yakıtıdırlar. 11-) (Onların yolu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini (şirk ve küfür) günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah'ın cezası çok şiddetlidir. 12-) Kafirlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü kalınacak bir yerdir! (Kıraat farklılığı) (Bu âyet şu şekilde de okunmuştur. "kul lillezine keferü seyuğlebûne ve yuhşerûne ilé cehenneme ve bi'sel mşhéd" yani kafirlere de ki: "Yakında mağlup olacaklar ve cehenneme sürülecekler. Orası ne kadar kötü bir yerdir.) 13-) (Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir birlik, diğer birlik ise, bunları gözle apaçık kendilerinin iki misli gören kafir bir grup. Allah dileyeni (hak edeni) yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır. (Kıraat farklılığı) (Yukarıdaki âyette geçen "yerevnehum" (onları gören) kelimesini, kıraat imamı Nafi "terevnehum" (onları gördüğünüz) olarak okumuştur. Bu kıraate göre, iman edenler, kafirleri kendilerinin iki misli gördükleri halde yüce Allah onlara yardım ediyor ve galip geliyorlar.Bizim mushaflara göre kendilerinin iki misli olarak gören kafirlerdir. Kur'an'da "fietün" "birlik" kelimesi, geçtiği her yerde savaş bağlamında geçmektedir.) 14-) Şehevi arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır (geçimliğidir) Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın indindedir. 15-) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri indinde, içinden nehirler akan, devamlı kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını görüyor. 16-) (Bu nimetler) "Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki biz iman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyen; 17-) Sabreden, sadık olan, huzurda boyun büken, infak eden ve seher vaktinde istiğfar dileyenler (içindir).
15 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(53.YAZI) 275-) Riba yiyenler (ekonomik sistemde) şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu durum onların alım satım tıpkı riba gibidir demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım satımı helal ribayı haram kılmıştır. Bundan sonra kim kendisine Rabbinden bir öğüt gelir de ribadan vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar ribaya avdet ederse, işte onlar ateş ashabıdır, orada onlar devamlı kalırkar. 276-) Allah ribayı mahveder, sadakaları ise taşırır. Allah (nimete) nankörlük ederek günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez. 277-) İman edip salihâtı işleyenler, salât'ı ikâme eden ve (her türlü kötülükten) arınananlar var ya, onların mükafatları Rableri katındadır onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. 278-) Ey iman edenler. Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olun) Eğer gerçekten iman ediyorsanız ribadan bâki kalandan vazgeçin. 279-) Şayet (riba hakkında emredilenleri) yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan savaşı bekleyin. Eğer tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız. 280-) Eğer (borçlu) bir zorluk içindeyse, durumu kolaylaşıncaya kadar ona mühlet vermek gerekir. Eğer (borcu) sadaka olarak sayarsanız sizin için daha hayırlıdır, gerçekten bilmiş olsanız. 281-) Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da her nefse hakettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin zulme uğramayacağı bir güne karşı ittika edin( sorumluluk bilincine sahip olun.) 282-) Ey iman edenler. Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınızda onu yazın. Bir kâtib onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıracak güçte değilse, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa razı olacağınız şahitlerden bir erkek ile - biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıklarında şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın kaçınmayın. Böyle yapmanız Allah indinde daha adaletli, şehadet için daha uygun, şüpheye düşmemeniz için daha olumludur. Ancak aranızda peşin bir ticaret olursa, bu farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şâhit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin fasık olmanız demektir. Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olun) Allah size (gerekli olanı) öğretiyor. Allah her şeyi bilendir. 283-) Seferde olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği, gizlemeyin. Kim onu gizlerse, kalbi günahkar olmuştur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir. 284-) Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ındır. (Şahitlikle ilgili) içinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dileyeni affeder, dileyeni de azap eder. Allah herşeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.(Bu âyette bulunan ""...içinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir..." cümlesi, 283. âyette bulunan şehadeti gizlemek ile ilgilidir.Genel bir durumu ifade ediyor değildir.Çünkü insanın içine doğan duygulardan sorumlu olmaz.) Yüzlerce âyette yüce Allah, insanları yaptıklarından yani fiillerinden dolayı hesaba çekeceğini açıklıyor.) 285-) Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resüllerine iman ettiler. "Allah'ın Resüllerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz! Bizi bağışla. Dönüş sanadır." dediler. 286-) Allah her nefsi, ancak gücünün yettiği ölçüde sorumlu tutar. Her nefsin kazandığı (hayır) kendine, kazandığı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Rabbimiz! Bize takatımızın üstünde işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Yukardaki âyette bir çelişki yoktur. Yüce Allah, din ve hüküm olarak insanların altından kalkamayacağı bir sorumluluk yüklememiştir. Dinde zorluk yoktur, din kolaylıktır. Yani bu ayetteki yük manevi bir yük iken, "Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Bize takatımızın üstünde işler de yükleme..." cümleleri de maddi yük ve zorluk anlamına gelmektedir.) (Bakara süresinin sonu)
11 Kasım 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (52.YAZI) 265-) Allah'ın rızasını gaye edinerek ve nefislerindeki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını infak edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir cennete (bahçeye) benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir) Allah yaptıklarınızı görmektedir.266-) Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasında nehirler akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden bir miktar bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakup kül etsin!(Elbette bunu kimse arzu etmez) İşte tefekkür edesiniz diye Allah size âyetleri böyle beyan eder.267-) Ey iman edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin. Size verilse, gözünüzü yummadan almayacağınız kötü bir şeyi, hayır diye infak etmeyin. Biliniz ki Allah zengindir, övülmeye lâyık olandır. 268-) Şeytan size fakirliği vâdeder ve size fahşâyı (cimriliği) emreder. Allah ise size kendinden bir mağfiret ve bir fazilet vâdeder. Allah her şeyi ihata eden ve herşeyi bilendir. 269-) Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alır.(Bu âyette bulunan "hikmet" kavramı Nübüvvet ve Risâlet ise "dilediğine" olur. Çünkü yüce Allah vahyi dilediğine indirir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ise "dileyene" verir, anlamına gelmektedir.) 270-) Yaptığınız her infakı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimlerin yardımcıları yoktur. 271-) Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz. İşte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah yapmakta olduğunuz amellerden haberdardır. 272-) Onların hidayeti senin üzerine değildir. Lakin Allah dileyeni (vahiy'le) hideyete iletir.Hayırdan yapacağınız infak kendi nefsiniz içindir. Sadece Allah'ın rızasını gaye edinerek infak yapmalısınız. Hayırdan ne infak ederseniz, karşılığı size tam olarak verilir ve asla zulme uğramazsınız. (Hidayete ulaşmanın tek kaynağı ve yegane yolu vahiy olduğu için hidayete ulaşmak insanın kendi elinde olan bir şeydir. Eğer hidayetin tek belirleyicisi vahiy olmasaydı, işte o zaman yüce Allah dilediğini hidayate ulaştırırdı. Fakat indirdiği vahiy varken ondan bağımsız olarak insanları hidayete ulaştırmasının bir anlamı ve mantığı yoktur.) 273-)(Yapacağınız infak,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yerde kazanç için dolaşıp çalışamayan fakirler için olsun.(Onları) bilmeyen, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. İnfak ettiğiniz her hayrı Allah bilir. 274-) Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık infak edenler var ya, onların mükafatları Allah indindedir. Onlara korku yoktur, ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Zekat, verilen bir şey değil, arınma anlamına gelmektedir. Çünkü Kur'an, zekatla ilgili sadece arınma kelimesini kullanırken, infak ve sadaka ile ilgili, kime verilecekleri (Bakara 215; Tevbe-60) nasıl verilecekleri (Bakara-271,274) hangi mallardan verilecekleri (Bakara 267)ne kadar verileceği (Tevbe-121) gibi bir çok detay bulunmaktadır. İnfak, genel bir yardım çeşidi olurken, sadakalar, özel durumlarda yapılan bir hayırdır. İnfak, planlı bir yardım olurken, sadakalar, bir anda insanın karşısına çıkan bir hayırdır.İslam dininde, itikatta en önemli şey tevhid yani ihlas yani hanif din yani takva yani dini Allah'a özel kılma yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir şeye iman etmemektir. Amelde ise, yüce Allah yolunda infak yapmaktır. Bu ikisini elde eden güzel ahlak sahipleri Allah'ın mağfiret ve rahmetiyle cennete girerler.)
8 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(50.YAZI) 257-) Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. Kafirlere gelince onların velileri tağuttur, onları nurdan çıkarıp karanlıklara götürürler. İşte bunlar ateş ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar. "VELİ-EVLİYA" KAVRAMI Kur'an'a baktığımızda evliya kavramının iki boyutunun olduğunu görüyoruz. 1-) Genel manada evliya: Kim Allah'ın emir ve yasaklarını elinden geldiğince yerine getirir, Kur'an ehli saf yani hanif Müslüman olur, güzel bir ahlaka sahip bulunursa, hiç şüphesiz bu kişi Allah'ın veli bir kuludur. Genel manada evliyaya delil olan âyetler. "Allah, iman edenlerin velisidir. (Allah'u veliyyüllezine émenu) onları karanlıklardan nura çıkarır. Kafirlere gelince, onların velileri de tağuttur, onları nurdan çıkarıp karanlığa götürürler. İşte onlar ateş ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar "(Bakara-257) "Bilesiniz ki, Allah'ın evliyalarına (Evliyâallâhi) korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır"(Yunus-62, 63)2-) Özel manada evliya: Özel manada evliya olmadığına delil olan âyetler."Kafirler beni bırakıp da (veya benimle birlikte, benim yanımda) kullarımı evliya edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık"(Kehf- 102) "Allah'tan başka evliya edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin"(Şura-6) "Yoksa onlar Allah'tan başka evliya mı edindiler. Halbuki veli yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kâdirdir"(Şura- 9) "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka evliyanın peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Â'raf-3) Yukarıdaki âyetlerde geçen "Allah'tan başka evliya edinmek" cümlesi "Allah'ın ile beraber, onun yanında" manasını vermek daha doğrudur. Çünkü müşrikler Allah'ı inkâr etmezler, onun yanında onunla beraber evliya ve ilahlar edinirlerdi. Yani birisinin adını anarak, onun ismini sürekli kullanarak, onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek affedilmez bir günahtır.İnsanlık tarihindeki bütün müşriklerin inancı bu çeşit bir şirk idi. Ahirette Allah'ın affetmeyeceği tek ve en büyük günah şirktir. (Nisa-48,116) Birisinin adını vererek onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek, Allah'a, onun ilmine ve dinine iftiradır. Çünkü kimin evliya olduğunu sadece Allah bilir. "...Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (Allah) takva sahiplerini daha iyi bilir" (Necm-32) "Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur" (Kalem- 7)Ümmi insanların "veli-evliya" olarak gördükleri bir kişi gerçekte Allah'ın katında zerre kadar bir değeri olmayabilir. Çünkü insanlar kitabı bilmezler, zanni bir bilgiye sahiptirler. Ben günümüzün Şii ve Sünni ümmi ve ilim adamlarına bakıyorum, neredeyse cahil ve sapık olmayanı veli-evliya olarak kabul etmiyorlar.
7 Kasım 2021 Pazar
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(49.YAZI) 256-) Dinde zorlama (zorlaştırma) yoktur. (Vahyin indirilmesi sayesinde) rüşd (doğruluk olgunluk -mükemmel) olan ğay'dan (eğrilik-yanlışlık-kötülük) ayrılmıştır.O halde kim Tağut'a küfredip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.TAĞUTSözlükte "haddi aşmak, azgınlık göstermek, suyun taşması (Hakka-11) zulüm, şirk ve küfür de ileri gitmek" anlamlarına gelir.Bu kavram türevleri ile birlikte kırk âyette geçmektedir."Tağa" olarak geçtiği âyetler (Tâhâ-24,43,45; Necm-17,52; Naziat-17,37; Alak-6)"Tuğyan" olarak geçtiği yerler.(Bakara-15; Mâide-64,68; En'am-110; Âraf-186; Yunus-11; İsra-60; Kehf-80; Müminun-75)"Tağut" şeklinde geçtiği âyetler.(Bakara-256, 257; Nisa-51,60,76; Mâide-60; Nahl-36; Zümer-17)İnsan bulunduğu komuma göre belli nimetlere kavuşup, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak "tuğyan" kapısını aralar.Bir adım daha öteye geçince, bilgi ve fikirleriyle Allah'a şirk koşmaya, inanç ve fikirlerini vahyin yerine geçirip heva ve hevesinin peşinden gitmeye başlar. İşte Kur'an, bu kötü ahlaka "tuğyan" bu ahlakın sahiplerine de "tağut" demiştir.Nitekim kadim toplumların karakteri ve onları helak yurduna götüren sebepler anlatılırken "tuğyan" felaketine dikkat çekilmiştir. Mesala:Firavun'un tuğyan etmesi:"Ey Nebi! Sana Musa'nın haberi geldi mi? Kutsal vadi Tuva'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun'a git! Çünkü o tâği oldu. De ki: Arınmayı ve seni Rabbin'in yoluna hidayet etmemi istemez misin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18,19)"Azana ve dünya hayatını âhirete tercih edene, şüphesiz cahim tek barınaktır"(Naziat- 37, 39) âyetleri buna işaret etmektedir Fakat son vahyin indirilmesiyle Kur'an, en çok tuğyan eden yani vahye kulak asmayan bundan dolayı tâği olan din adamlarına dikkat çekmektedir.Yüce Allah'ın, bir çok âyette müminleri tağut'a karşı uyarması bundan ileri gelmektedir.Hatta gerçek mümin olabilmek için, tağutla mücadele edilmesinin gerekli olduğunu ortaya koyar.İmanın tam olarak gerçekleşmesi için ilk önce tağutu reddetmek gerekmektedir. "lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerüşdü minal ğayyi""Dinde zorlama (zorlaştırma) yoktur. Artık rüşd (doğruluk- olgunluk-mükemmel) ğay'dan (eğrilik-yanlış-kötülük) ayrılmıştır. O halde kim tağut'a küfreder ve Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir ve bilendir"(Bakara-256)Âyette dikkat çeken en önemli konu, dinde zorlama ve zorlaştırmanın olmadığıdır.Sebebi de şudur:İtikad yani iman, güzel ahlak ve öğüt olarak din, indirilen vahiy'le Allah tarafından tamamlanmıştır.Yani Kur'an'ı aşarak, yüce Allah'ın üzerinde ululuk taslayarak, dinde helal ve haram, farz, vacib, sünnet, zikir, salavat gibi ibadetler ve kurallar koyarak insanları dinden nefret ettirmeyin, insanlara bir ikrah, zorluk, yük, ağırlık, esaret ve bıkkınlık meydana gelmesin. "... Doğru yanlıştan ayrılmıştır..." Bu emirle yüce Rabbimiz şunu demek istiyor.Size indirilen vahiy haricinde hiçbir hidayet rehberiniz olmasın.Yani sizlere gönderilen Allah'ın mesajı, doğru ile yanlışı sizlere apaçık bildirmiştir. Demek ki, Allah'ın sınırlarını aşan, Allah emretmediği halde "bunlarda Allah katındandır" diyerek dine helal ve haram, farz ve sünnet ekleyenler tağut" oluyorlar.Âyetin devamında ise, "her kim tağut'a küfreder, yani insanları Allah'ın yolundan uzaklaştıran din adamlarını ve mezhepleri inkar edip, din ve hüküm olarak yalnız Allah'ın âyetlerine iman ederse, Allah'ın hidayeti olan sırat-ı müstakime girmiş olur" buyuruyor.Gerçek bir mümin, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmeyendir.Kur'an'da "tağut" kavramı, siyasal anlamda değil din anlamında kullanılmıştır.Yani kelime devlet adamları ve hukukçulardan daha çok din adamları ile ilgilidir.Kur'an'da Tağut kavramı, "vahiy dininden yüz çeviren, dini parçalayan ve fırkalara ayıran, Allah'ın âyetlerini gizleyen, dini hükümler koyarak Allah'a iftira eden, insanları Allah'ın yolundan engelleyen, Allah ile aldatan, dini menfaat ve rant kapısı yapanlar" hakkındadır.Bu gerçek bir çok âyette apaçık bir şekilde ortaya konmaktadır. Mesala:"Allah, iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan nura çıkarır, kâfirleri gelince onların velileri de tağut'tur, onların nurdan alıp karanlıklara götürürler..."(Bakara-257)Âyette geçen "Allah, veli, nur, iman ve zulumât" (karanlıklar) kelimeleri, dinin tamamen Kur'an'dan yaşanması ile ilgilidir.Yani şirk ve tevhidle ilgili olan kelimelerdir.Mesela:"Kendilerine kitaptan (Tevrat- İncil- Kur'an) bir nasip (pay) verilenleri görmedin mi? Cibt'e ve tağut'a iman ediyorlar..."(Nisa-51)"İman" kavramı din ve hüküm içeren yani vahiy bağlamında kullanılan bir kavramdır.Mezhep bağlıları insanların dikkatlerini din adamlarının üzerinden uzaklaştırmak için, tağut kavramını devlet adamları bağlamında kullanırlar.Fakat gerçekte tağut kelimesi, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyen mezhep âlimleri ve din adamları hakkındadır.Yani Nebi (a.s) dan asırlar sonra onun adını kullanılarak uydurulan hadislere ve onların üzerine inşa edilen ictihadlara din ve hüküm olarak iman eden ve onları din diye anlatan ilim sahipleri tağuttur.Tağut kelimesinin, devlet adamlarından daha çok din adamları bağlamında kullanıldığını anlamayan Kur'an cahilidir.Mesele:"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara (tek hüküm olarak) Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"( Nisa- 60, 61) Aslında Bakara 257.âyeti meseleyi çok açık anlatıyor. "Allah'ı veli edinenleri" yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul edenleri yüce Allah, karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını" bildiriyor. "Allah'ın yanında veli edindikleri muhaddis, müfessir!!, mezhep imamı, cemaat lideri, şeyh, efendi ve benzerleri, din adına yol gösterici, güvenilecek dini kaynak ve dayanak edinenler onları aydınlıktan karanlıklara doğru götürecekleri" uyarısı yapılıyor. Kur'an'ın yüzlerce âyette "kafir, müşrik, zalim, fâsık, gafil, cahil " dediği kimseler, Allah'a iman etmeyenler değil, Kur'an'ı dinde yegane kaynak kabul etmeyenlerdir. Yüzlerce âyette kendilerinden söz edilenler, "din ve hüküm olarak Kur'an yeterlidir, gelin sadace Allah'a iman edelim, Kur’an'ın güç ve himayesine sığınalım, güvenilecek ve dayanılacak tek güç, kudret, yardımcı, veli Allah'tır" denildiğinde, kalbi daralan, Allah'ın kitabının yanına ek kitaplar koyan, beşer olanları Allah seviyesine çıkaran müşriklerdir.(Bakara170; Mâide-104)İşte bu gibi din adamlarına Kur'an tağut diyor.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, sesinin yani manasının, anlaşılmasını engelleyen, Allah'ın hidayetine değilde, kendine, kendi eserine veya beşeri kaynaklara davet eden herkes tağuttur.Tağut kelimesi, son vahiyle birlikte neden devlet adamlarından daha çok ilim adamlarına hitap eden bir kelime olmuştur? Çünkü son vahyin tarihine baktığımızda devlet adamlarının her zaman din adamlarına tâbi olduğunu görüyoruz.Yani devlet adamları din adamlarının koyduğu kurallara göre hareket ederler.Bugün yeryüzünde bütün islam ülkelerinde güncel hayatta, devlet adamlarından, sade vatandaşa kadar inanç ve amel olarak yaşanılan din, âlimlerin uydurdukları hadis ve bu hadislerin üzerine inşa ettikleri ictihadlardan yani mezheplerden ibarettir. Bu iftira dinin en basit bir kuralına, en saçmasapan bir uygulamasına en muktedir devlet adamı bile karşı gelemez.Daha geniş anlamda tağut, "Allah'ın koyduğu ölçü ve kurallar dışında kurallar koyan, toplumu Allah'ın yolundan saptıran, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren din adamı" olarak tarif edebiliriz. Bir kişi, insanları Allah'ın hükümlerinin dışına çıkarmaya çalışıyor ve Allah'ın emri diye beşer mahsulu, din ve hüküm, helal ve haram, farz ve vacib koyuyorsa, işte o kişi tağuttur.
6 Kasım 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(48.YAZI) 249-) Tâlût askerlerle beraber ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir nehir ile imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi nehirden içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce nehri geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak bir takatımız yoktur, dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına iman edenler: Nice az sayıdaki bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki bir birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.250-) Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabb'imiz! Yüreğimize sabır boşalt;(bize direnme gücü ver) ayağımızı (yolunda) sabit tut ve kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler. 251-) Sonunda Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Dâvut da Câlût'u öldürdü. Allah ona da (Dâvûd'a) hükümdarlık ve hikmet (Nübüvvet) verdi, dilediği ilimlerden (sanat) ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bazısını diğerleriyle savunması olmasaydı elbette yeryüzü ifsad olurdu. Lakin Allah âlemine( insanlığa) karşı fazilet sahibidir.252-) İşte bunlar Allah'ın âyetleridir. Biz onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen Resüllerdensin. 253-) İşte Resüllerden bazısını bazısından üstün (farklı) kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş bazılarını da derecelerle yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya beyyinât verdik ve onu Rûhu'l Kudüs (vahiy) ile güçlendirdik. Allah dileseydi o Resüllerden sonra gelenler kendilerine beyyinât( açık deliller) geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı.Fakat onlar (kitapta) ihtilâfa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de kafir oldu. Allah dileseydi (iradelerine ipotek koysaydı) savaşmazlardı; lakin Allah dilediğini yapar. 254-) Ey iman edenler! Kendisinde alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan infak edin. Kâfir olanlar zalimlerin ta kendileridir.(Şefaat kavramı, dünyaya ait bir kavram olduğu için, âhirette hiç bir şefaat yoktur. Yani ne yüce Allah'ın ne de bir başkasının âhirette şafaati söz konusu değildir. Âhiret hayatında insanın kendi imanından ve amellerinden başka hiçbir şey yoktur. (Yasin-54; Necm-39; Müddessir-38)Yukarıdaki âyetler bunu gösteriyor. Dolayısıyla şefaat kelimesini duyduğumuzda aklımıza âhiret değil, dünya gelecektir. Mekke müşrikleri evliya ve ilâhlarının Allah'ın yanında olan kıymet ve itibarlarından dolayı dünya hayatında kendilerine yardım edececeklerine iman ediyor ve onlara kötü bir söz söylenmesini istemiyorlardı. Yoksa müşrikler öldükten sonra dirilmeye imanları yoktu.Bazı şefaat kavramının geçtiği yerlerde bulunan "yevme" "o gün" ibaresi, âhiret gününü değil, iman edenlerle müşrikler arasında dünya hayatında gerçekleşecek olan mucadele, savaş ve hesaplaşma gününü kasdediyor) 255-) Allah, ondan başka ilah yoktur; O, hayydır kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan onun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun(sonsuz) ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir azimdir. (Görüldüğü üzere yukarıdaki âyette geçen "şefaat" kelimesi de dünya hayatı ile ilgilidir. Şefaat kelimesinin âhiretle ilişkilendirilmesi kadim bir yanılgıdır.)
4 Kasım 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (76.YAZI) "Mehmet Saygaz!Ali hoca yaşanmış İslam tarihindeki realiteleri Kur'an perspektifinden değerlendirmiştir.Ali Hoca'nın temel referansı Mürselat 50 ve Casiye 6. âyetlerdir.Kur'an'ı temel referans kabul ederek yorumlarını ve eleştirilerini ona göre yapıyor.Zuhruf 44. âyetin sorumluluğunu derinden hissediyor.Hocayı takip ettiğim kadarıyla çürük zeminde asla yürümüyor, muvahhid, mü'min sorumluluğu taşıyan bir tebliğci. Allah ondan razı olsun. (Ibrahim Dane- "Muaviye Ehli Sünnet İlişkisi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Ali Hocam!Paylaşımlarınızdan ne kadar yararlı bilgiler edindiğimi ve bunlardan haz duyduğumu âdeta ruhumun beslendiğini ve bu nedenle size minnettar olduğumu bilmenizi isterim. Yıllardır içimde biriktirdiğim ve ifade etmekte zorlandığım güzel, değerli, ilham verici bilgiler umarım nice yüreklere de dokunur. Sağolun Allah razı olsun.Selamlar" (Hayri Sipahi- "Muaviye Ehli Sünnet İlişkisi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine sağlık, inşallah sizin gibi gerçek Kur'an'ı açıklayanların sayesinde dinimizi öğrenecek ve hayatımıza yön vereceğiz! Kendime hep şunu soruyorum. Nasıl oluyor da" namaz" insanları kötülükten korumuyor. Öyle ya, köyü inleten ağa bile namaz kılıyor, caminin yerini veriyor, hocayı yediriyor vs vs ama köyden hiç yoktan bir kaç aileyi sürmüş, perişan etmiş, aç ve sefil olarak onları kovmuş yerlerini almış! Hem namaz kıl hemde zulmün kıralını yap! Haşa âyet mi yanlış! İşte böyle yanlış çevirirsen Allah’ın âyetlerine takla attırırsın. Kardeşim daha öğrenecek çok şey var ve en önemlisi gerçek Kur'an'ı ve gerçek dini öğrenebilmek! Teşekkürler, sevgiler" (Hüseyin Bostan-"Zekat'a Arınmaya Gelin" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Hocam!Eğitim kurumlarında ders olarak müfredata yerleştirilip zihinlere kazınması gereken bu paylaşımınız, o kadar anlaşılır, o kadar açık olmasına rağmen, bazı zihinler anlamakta güçlük çekiyor diye düşünüyorum. Ali Hocam sizin gibi çıkar amaçlı olmadan bildiklerini toplumla paylaşan az sayıda din bilgini insanlardan birisiniz, her paylaşımınız asırlardır yerleşmiş, kalıplaşmış din ticaretinin ve onu çıkarları için kâr kapısına dönüştürenlerin amaçlarına ket vuruyorsunuz. Ancak üzüntüm o ki, dinden rant devşirenlerin bunu anlamak istememeleri, yüreğinize sağlık Allah yardımcınız olsun" (Hayri Sipahi- "İkâme Etme" hangi anlama gelmektedir" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------"Allah kendi din'ini gönderdiği gibi yine kendi tamamlamıştır. Muhammed (a.s) ın bu oluşumda hiç bir şahsî katkısı yoktur.O sadece indirilen kitabı Nebi olarak muhafaza etmiş, Resul sıfatıyla da tebliğ etmişdir.Kur'an karşısında bir müslümanın durumu neyse Muhammed (a.s) ın durumu da aynıdır.Bu itibarla din sadece Allah'a aittir, O ne dediyse din O'dur.(Mehmet Emin Katrancı- "Orijinal Dinin Önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Hocam!İzahatınız için öncelikle teşekkürler, ancak ifade ettiğiniz kavramlar bizlere çok yabancı geliyor.Bunları ancak iyi derecede arapça bilen insanlar anlıya bilir.Bizler Türkçe mealden Kur'an'ı anlamaya çalışıyoruz.Ben şahsen Mekke döneminde de Medine döneminde de Kur'an'da evrensel değerlere uymayan âyetlerle karşılaştığımı belirtmek durumundayım. İslam tarihinde ise tiksindiğim konularla yüzleşmek durumunda kalıyorum.Bu kitap gerçekten Allah'ın sozümüdür çelişkiye düşüyorum.Ben bu yolculuğa İbni Arabi ve Şeyh Bedrettinle başladım ve akabinde İslam tarihi, dahası anlamak için Sümer ve Manas destanları ve geldiğim nokta hak sanki başka birşey gibi.1400 seneden beri ilimden uzaklaşmış bu dinin mensupları bir türlü hakkı görememelerinin sebebini ise âyetlerin anlaşılmamış olmakla beraber yaradanın bu kadar anlaşılmaz bir kitap indirmesini mantığım kabul etmiyor.Şayet bu kitap evrenselse, herkesin rahatlıkla anlayabileceği değerlere sahip olmalı diye düşünüyorum.Herkes dini kurtarma peşinde lakin sonuç yok"(Mustafa Karakaş- "Orijinal Dinin Önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR’AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (47.YAZI) 241-) Boşanmış kadınların, mâruf (örf) ile (kocalarından mâli yönden) faydalandırılmaları haklarıdır; bu, muttakiler üzerine bir haktır.TAKVA: “Sorumluluk bilinci!”Korunmak, sakınmak anlamındaki köklerinden türemiştir. Fakat bu şekildeki yalın ifadeler takvayı anlatmaya yeterli değildir. Allah’tan sakınmak, hangi şeylerden sorumlu olduğunu bilmekle mümkün olacaktır. Bütün kavramlarda olduğu gibi, "takva" kavramını da, orijinal anlamından alıp, mezhep ve cemaat ibadetleriyle, tarikat şeyhlerine kul ve köle olmakla ilgili yani kendi uydurdukları dine özel kılarak evrensel olan "takva" kavramının anlam ve önemini tamamen yok etmişlerdir. Kur'an’da birçok yerde geçen "takva" kelimesinden bazı örnekler verelim:"İşte bu kitap, kendisinde hiç kuşku yoktur."Takva" sahipleri için bir hidayettir.(Bakara-2) "Onlar ki, (Kur'an'da bildirilen) gayba iman ederler, salat'ı ikame eder ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden (ihtiyaç sahiplerine) infak ederler" (Bakara-3) Kur'an bilinmeden takva ve hidayete ulaşmanın imkanı yoktur.İnsanları ihlas, takva ve hidayete ulaştıran tek şey Allah’ın kitabı Kur'an'dır. Hatta salât'ı ikame etme ve infak yapma da, Kur'an'ın hikmet ve ahlakı ile ilgili bir durumdur. "...iyilik ve takva üzerine yardımlaşın, ..." (Mâide-2)Bu âyet "takvanın" ritüel ibadet cinsinsinden bir şey olmadığını, aksine dinamik hayata müdahale anlamında başta Kur'an bilinci, tevhid ve güzel ahlak olmak üzere ilâhi emirleri yerine getirme olduğunu anlıyoruz. "...Eğer Allah'a karşı takva sahibi olup (sorumluluk bilinciyle hareket ederseniz), size hakkı batıldan ayıracak bir furkan verir, ..." (Enfal-29) buyrulmaktadır. Bu âyette "takvanın" vahiy'le olan bağlantısı çok net olarak ortaya çıkıyor.Çünkü doğruyu yanlıştan ayırmanın en önemli öncüsü "Furkan" olan vahiy'dir.Hak ile batılın, ihlas ile nifakın, iman ile küfrün, İslam ile şirkin ne olduğunu Kur'an'dan başka hiçbir kaynak gösteremez. “Allah takva sahiplerinin dostudur!” (Casiye-19) dedikten sonra, 20. âyette: “Bu Kur'an insanlar için bir basiret, yakin imana sahip olan topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” buyuruyor. Yani takva sahibi olmak için Kur'an'ın ilmiyle şuurlanmak ve bilinçlenmek gerekiyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bilinmeden yani ilâhi emir ve yasakları kaynağında görmeden sorumluluk bilinci asla gelişmez. Takva sözcüğünü, gerçek amacından uzaklaştırmak, tesbih, salavat ve zikir! çekmek, takke takmak, sarık sarmak, cübbe giymek gibi ritüel uydurmalara döndürenler, bu kavrama zulmetmişlerdir. Takva, Kur'an'ı anlayp bilme ile ilgili bir kavramdır. Kur'an'ı bilmeyen muttaki olamaz.) 242-) Allah size işte böylece âyetlerini beyan eder ki aklınızı kullanasınız. (Kur'an'da "akıl" tek başına, yalın olarak geçmez, buda kullanılmayan aklın yüce Allah katında bir değerinin olmadığını gösteriyor. Onun için Kur'an'da "te'kilun, ye'kilun" "aklınızı kullanasınız, akıllarını kullansınlar" olarak geçer.) 243-) Binlerce oldukları halde ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “ölün!” dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı fazilet (ve ikram) sahibidir. Lakin, insanların çoğu şükretmezler. 244-) Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, işiten ve bilendir.245-) Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a karzı hasen (güzel bir borç) verecek yok mu? Daraltan da yayan da Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.(Ey Fakir ve miskinlere yapılacak yardımı kendisine borç verilmiş olarak kabul eden yüce Rabbimiz! Sen bütün noksan sıfatlardan uzaksın, seni ağaçların yaprakları, çiçekleri, meyveleri, göklerde bulunan yıldız ve gezegenler, yerde bulunan kum ve toprak, yağan yağmur ve kar sayısınca tesbih ederiz.) 246-) Musa’dan sonra İsrailoğullarından ileri gelenleri görmedin mi? Nebi'lerine demişlerdi ki: “Bize bir melik gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım.” (Nebileri onlara şöyle demişti:) “Peki size savaş yazılırsa da savaşmazsanız?” (Onlar ise şöyle dediler:) “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?” Kendilerine savaş yazılınca içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.247-) Nebileri onlara, iyi bilin ki Allah Talut’u size melik olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz mülke (hükümdarlığa) ondan daha layık olduğumuz halde kendisine mal yönünden genişlik verilmemişken o bize nasıl melik (hükümdar) olur? dediler. (Nebileri ise) “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilim'de ve cisim'de (fizikte-bedende-güçte) ona üstünlük verdi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.” dedi248-) Nebileri onlara: “Onun mülkünün alameti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir sükunet, Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bâkiye (kalıntı-hatıra) vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz şüphesiz bunda bir âyet vardır.”
3 Kasım 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(46.YAZI) 234-) Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.235-) (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lakin, meşru sözler söylemeniz müstesna. Sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikah kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah’tan sakının. Şunu iyi bilin ki: Allah Ğafur’dur, Halim’dir.236-) Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluluğu yoktur. Bu durumda onlara mut’a (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir mut’a vermek güzel ahlak sahipleri için bir borçtur. 237-) Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız tayin etttiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikah bağı elinde bulunanın vazgeçmesi hali müstesna affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvaya daha uygundur. Aranızda bulunan fazilet ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınız hakkıyla görür.238-) Salavat’ı ve orta salat’ı muhafaza edin. Allah’a bağlılık içinde kaim olun. (Yani Allah ile bağlantınız sürekli olsun, sadece Allah'a teslimiyet gösterin, Allah ile aranızda bulunan zihinsel bağı hiç bir zaman kesmeyin, yalnız Allah'a boyun eğin) 239-) Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (salat'ı ikâme etmeyi) yürüyerek veya binmiş olarak yapın. Emniyete kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah’ın size öğrettiği şekilde O’nu zikredin.240-) Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktu. Allah Aziz’dir, Hakim’dir.
2 Kasım 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (45.YAZI) 230-) Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka eşle nikahlanmadıkça onu alması kendisine helal olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa,( her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıklarını takdirde, yeniden evlenmelerinde günah yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek isteyenler için beyan ediyor.231-) Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları maruf (örf) ile tutun ya da maruf (örf) ile bırakın. Fakat haddi aşarak, zarar vermek için onları nikah altında tutmayın. Kim bunu yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın âyetlerini alaya almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki (tevhid ve hidayet) nimetini, onunla size öğüt vermek üzere indirdiği kitab'ı ve hikmeti zikredin. Takva sahibi olun ve bilin ki Allah, herşeyi bilir.(Aslında başkasına zulmeden, kendi nefsine zulmetmiş olur. Keşke insanlar başkalarına zulmün gerçekte kendilerine zulüm olduğunu anlayabilselerdi. Yukarıdaka âyette"hikmet" kavramının Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü olduğunu gösteriyor. Şöyle ki, "ve me enzele aleyküm minel kitébi velhikmeti" "size indirdiği kitap ve hikmeti zikredin" dedikten sonra, "yeizüküm bihi" "onunla öğüt vermek üzere" buyurmuştur.Halbuki "kitap" ve "hikmet" dedikten sonra, "onlarla" veya her "ikisiyle" demesi gerekirdi.Demek oluyor ki, kitaptan maksat Kur'an, hikmetten maksat ise, içinde bulunan sistemi ve çözümüdür. Yoksa imam'ı Şafi'nin iddia ettiği gibi "hikmet" "hadisler" ve "sünnet" değildir. Dolayısıyla âyette bulunan "bihi" "onunla" kelimesi, muhteşem bir sistemin tek parçalarından sadece bir tanesidir.) 232-) Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında mâruf (örf) ile anlaştıkları takdirde onların (eski) kocaları ile evlenmelerine engel olmayın, işte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere vaaz verilmektedir. Bu vaazı tutmanız sizin arınmanız ve temizliğiniz için en uygun olandır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 233-) Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların mârufa (örf) uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir nefis ancak gücü yettiğinden sorumludur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu mâruf ile teslim etmeniz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun. Ve bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
1 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (44.YAZI) 222-) Sana kadınların hayız halini soruyorlar. De ki: O, bir ezadır. Bu sebeple hayız halinde olan kadınlardan ayrılın. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği yerden onlara gelin. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de, temiz olanları da sever. (Yani yüce Allah'ın fıtratı, kendilerine karşı arzulu yarattığı ve sünnetullahın gereği olarak da neslin korunmasını ve devam etmesini ona bağladığı yerden gelin, demektir ki o yer üreme organıdır. Kur'an'a göre kadın ve erkek ilişkilerinde iki şey dışında her şey mübahtır.1-) Hayız halinde cima yani cinsel ilişki.2-) Üreme organı dışında kalan yerden cima yani anal yoldan cinsel ilişki. Cinsel ilişkilerde bu iki şey dışında eşlerin arasında başka hiç bir şey haram değildir. Hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunmalarının ve onu okumalarının hiç bir sakıncası yoktur) 223-) Kadınlarınız sizin için bir ekin yeridir. Ekeneğinize hangi taraftan isterseniz oradan varın. Kendiniz için önceden bir şeyler takdim edin.(Sorumluluk bilincine sahip olarak) takva sahibi olun ve bilin ki O'na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele.224-) Yaptığınız yeminleri sakın erdemli olmanıza, takvalı olmanıza, insanların arasını ıslah etmenize engel kılmayın. Allah işiten'dir, bilen'dir.(Meşru olmayan şeyleri yapmak için yemin edilmez)225-) Ağız alışkanlığı olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz. Ancak kalplerinizin kazandıklarıyla (anlaşmalı- sözleşmeli) yeminlerinizden sorumlu tutar. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 226-) Kadınlardan uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Geri dönerlerse, Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 227-) Boşanmaya karar vermişlerse, şüphe yok ki Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.228-) Boşanmış kadınlar, kendi başlarına evlenmeden üç ay hali (hayız ve temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz. Eğer barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarına karşılık, kadınların da erkeklerin üzerinde örfe göre hakları vardır( boşanma sürecinde) erkeklerin bir derece önceliği vardır. Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 229-) Talak (boşama) iki defadır. Bundan sonrası ya mâruf (örf) ile tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarına tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Sizde karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa onlar zâlimlerin ta kendileridir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)