1 Nisan 2019 Pazartesi

SÜNNETULLÂH
(4.YAZI)
Allah'ın kulları üzerindeki hakkı,  dini O'na özel kılarak kulluk etmeleri, O'nun tek olduğuna hakkıyla iman etmeleri, yani O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.
"(Ey Resul! ) Şüphesiz  sana da senden önceki Resullere de şöyle vahyolunmuştur ki : Andolsun,  Allah'a şirk koşarsan amellerin boşa gider ve husranda kalanlardan olursun.  Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"
( Zümer- 65, 66)
 Yüce Allah kendine kulluğun nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar Kur'an'da bildirmiştir.
Kur'an ehli muvahhidler, yüce Allah'a ait sıfatların ve güzel isimlerinin şuuru üzerine terbiye görürler,  sadece vahyin ve sünnetullahın  ortaya koyduğu ilkelere  göre hareket ederler.
Dolayısıyla muvahhidler,  din ve hüküm olarak  Allah'tan ve onun kanunlarından  başka  başvurulacak hiç bir gücün önünde boyun eğmezler.
Muvahhidler din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt  olarak Kur'an'dan başka hiçbir  kaynağa itibar  etmezler.
Muvahhidlerin Allah'ın rızasından başka hiçbir amaçları bulunmamaktadır.
Hanif Müslümanlar Allah'ın yardım ve  rahmetinin onlar üzerinde olduğunun şuuruna varmışlardır.
Muvahhidler Allah'ın isim ve sıfatları gereği olan gaybı bilmek, azâmet, kibriya, mutlak egemenlik, mutlak itaat ve buna benzer hiçbir şeyde  onunla, ilahi sünnetle niza eden veya ortak olan birinin olduğuna inanmak gibi şeylerden uzak oldular.
Kuşkusuz fertlere yönelik olgun ve doğru risalet terbiyesi üzerinde İslam'ın bina edildiği esas,  tevhid olmuştur.
Kısacası, bütün Resuller sadece Allah'a kulluk etmek ve tağutlardan sakınmak için uluhiyet tevhidine davet etmişlerdir.
(Nahl- 36)
 İbrahim'in hanif dinine bağlı olan muvahhidler uluhiyet ve rububiyet tevhidine, Allah'ın isim ve sıfatlarına aykırı olan bütün inançlardan kendilerini uzak tuttular.
 Allah'ın emirleri ve yasaları  dışında hiçbir şeyi hakem kabul etmediler.
 Allah ve Resullerinden başka hiç kimseye itaat etmediler.
 Allah'ı sevdikleri gibi hiç kimseyi sevmediler. Allah'tan başkasından korkmadılar.
Allah'tan başkasına tevekkül etmediler.
Allah'tan başkasına sığınmadılar.
İstek ve mağfireti, rahmet ve yardımı Allah'tan başka hiç kimseden beklemideler.
 Çünkü muvahhidler bilirler ki, Allah'ın kitabından başka  tam bir hidayet ve istikamet rehberi bulunmamaktadır.
Eğer akide (tevhid) İslam sarayı'nın komuta merkezini teşkil ediyorsa, kanunlar onun ana bölümlerini, yollarını ve giriş çıkışlarını oluşturmaktadır.
Ahlaka gelince, tamamlanmış saraya zerafet, güzellik ve parlaklık katmakta ve ilahi boya ile onu boyamaktadır.
 Eğer akide (inanç) İslam çınarının  kökünü  ve gövdesine teşkil ediyorsa,  şeriat da onun dallarını temsil etmektedir.
Ahlak da onun olgunlaşmış meyvelerini,  koyu serin gölgesini ve güzel manzarasını  oluşturmaktadır.
Yüce Allah her işte ve her halükarda sebeplere sarılma zorluluğunu hatırlatmaktadır.
 "...Bir toplum kendilerinde olan özellikleri (değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunan kötü durumu) değiştirmez"
 (Ra'd- 11)
"Bu da, bir millet kendilerinde bulunan (güzel ahlak ve meziyetleri)  değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır"
(Enfal-53)
 Allah Resulü bütün insanlardan daha fazla sünnetullahın bilincinde idi.
 Çünkü Allah Resulü vahiy sayesinde  İslam medeniyetinin binasını tesis  ettikten sonra da var gücüyle ilahi sünnete sarılıyor sünnetullahın   nimetlerinden hiç bir şeyin israf edilmesine müsaade etmiyordu.
 Resul ( a.s) dünya işlerinde olsun, âhiret işlerinde olsun eşit bir şekilde insanları daima Kur'an'ın rehberliğinde yani vahyin içinde var olan sünnetullaha uymaya yönlendiriyordu.
Çünkü Yüce Allah göklerde ve yerde, eşyada ve insan hayatında değişmesi mümkün olmayan kanunları vardır.
Rahman ve rahim olan Allah'ın, her şeyi yapabilecek güce sahip olağanüstü kanunları olmasına  ve hiçbir şeyin onu acze  sokmayacak olmasına rağmen yine de Allah,  geçerli olan sünneti dünya hayatında sabit  olmasına ve harikulade olan sünnetin diğer  sünnetin istisnası olduğuna  hükmetmiştir.  Müslümanların, bugün dünya liderliği kervanından geri kalmaları, Allah'tan onlara  inen bir zillet ve zulüm değildir.
Belki bu, mesajlarını unutan, onun değerini düşüren, bilim alanlarında olsun, amel ve yaşantı alanında olsun, hayal ve  hevadan korkunç bir rivayet yığınını risalet yani vahiy  madenine ve aslına karıştan, ilahi sünnetleri ihmal eden, iktidar sahibi olmanın hayal ve temennilerle mümkün olabileceğini zannedenlere uygulanan ilahi bir adalet ve Rabbani bir sünnettir.
"Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılıklıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"
(Âli İmran-192)
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber Allah rahmeti gereği ) bir çoğunu affediyor"
( Şura-30)
Birisi çıkıp şöyle sorabilir:
 Bu zillet ve gericilik azabı, İsyan edip günah işleyen müminlere geliyorsa, temel'den Allah'ın mesajlarını ve elçisini kabul etmeyen sömürücü  emperyalist kafirlerin durumu ne olacak?
Hem de maddi alanlarda yeryüzünde onlara büyük imkanlar, zenginlik, refah ve bolluk  verilmiştir.
 Aslında kafirler Allah'a çok  daha yakın  oldukları veya Allah'ı daha fazla  razı ettikleri için bu refah ve zenginliğe ulaşmış değillerdir.
Yüce Allah şu dünya hayatında iktidarı, imkanı ve güç sahibi olmayı değişmez Rabbani sünnetlere ve değişmeyen  kanunlara bağlamıştır.
 Her kim ki, çalışır, araştırır, aklını kullanır, gayret gösterir  bu hayatın kanunlarına boyun eğerse, çalışması, verimi,  gayreti ve koşuşturması kadarıyla bir yere ulaşacaktır.
 O Allah'ın bu hayatta irade ettiği değişmez kanunudur. O, Rahman ve Rahim olan Allah'ın  meşieti ve iradesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder