SÜNNETULLÂH
(3.YAZI)
Göklerde ve yerde hüküm süren şu İlâhi sünnetin, İslam medeniyetinin adalet ve merhametle yeryüzüne yerleşmesi ile olan irtibatı son derece açıktır.
Çünkü yeryüzünde gerçek islam medeniyetini kurmak, İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu şartlar altında mümkün olmadığı gibi kendine zillet ve gericilik hayatını seçen ve başına gelenleri değiştirmek ve yaşadığı rivayetlerin esaretinden kurtulma girişiminde bulunmayan bir ümmet için gerçekleşmesi de mümkün olmamaktadır.
Dolayısıyla değişim gerekmektedir.
İslam geldiği ilk günde, Arap yarımadasının mevcut durumu ve yeryüzünün siyasi, dini ve içtimai durumu gibi büyük hadiseler onun karşısında durdu.
İnançlar, düşünceler, değerler, gelenekler, ölçüler, kanunlar, nizamlar, çıkarlar, ırkçılık onun karşısında dikildi.
İlk geldiği günde İslam ile insanların arasındaki mesafe Arap Yarımadası'nda ve bütün dünyada gayet korkunçtu.
Onları taşıyıp götürmek istediği yer çok ama çok uzaktı.
Tarihin bazı devirleri, ayrı ayrı çıkarlar ve değişik güçler müşriklerin mevcut durumunu destekliyordu.
Bütün bunlar, akide, düşünce, değer, ölçü, âdet, gelenek, ahlak ve şuur gibi şeyleri değiştirmekle yetinmeyen, belki beşeriyetin liderliğini, tağutların ve cahiliyenin elinden alıp İslam'a yani Rahmân ve Rahim olan Allah'a iade etmek istediği gibi şeytani inançları, tâğuti düzenleri, yasaları değiştirmek isteyen bu ilâhi dinin karşısında set gibi durdular.
Kuşku yok ki bir kere meydana gelen ikinci bir kere daha meydana gelir.
Meydana gelen olaylar, olağanüstü mucizelere göre değil göklerde ve yerde câri olan Allah'ın kanuna göre meydana geldi.
O yapı, birikimi tüketmek, toplanmak ve doğru olan yöne başını koymak isteyen için azık olan fitrat ( yaratılış) birikimi üzerine kurulmuştur. Resul (aleyhisselam ) yüce Allah'ın ortaya koyduğu metotla başını çektiği değişiklik, insanları Allah tarafından inen vahiy'le eğitmeye başladı.
Zira insanları karanlıklardan aydınlığa, cehaletten ilme, gericilikten ilericiliğe taşıması gerekiyordu.
Allah Resulü (a.s) Kur'an'ın metoduyla insanların inanç, fikir, düşünce, şuur ve ahlak yapısını değiştirmekle başladı ve Allah'ın izniyle bunu başardı da.
Dolayısıyla insanların iç dünyası değişti. Etrafında bulunan şeyler değişti.
Medine değişti, Mekke değişti.
Kur'an metodu, Mekke devrinde akide yönüne önem vermekteydi.
Vahiy, İslam akidesini çeşitli şekillerde ve değişik usluplarla sunuyordu.
Dolayısıyla tevhid insanların gönüllerine hakim oldu ve onlarda büyük bir değişim meydana getirdi.
Rahmân ve Rahim olan Allah o büyük değişimi anlatırken şöyle buyurmaktadır.
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere yaptıkları böyle câzip gösterilmiştir"
(En'am-122)
Gerçekten bu, kalemlerin vasfında aciz kaldığı harika bir tasvirdir.
Kur'an uslubu her zaman böyledir.
Akıl sahipleri ondan doya doya hidayet ve rahmet teneffüs etmekte, her türlü güzel ahlak ve öğüdü ondan çıkarmakta ve ölümden hayata, karanlıklardan aydınlığa, değer ve şerefini anlatmakta aciz kalmaktadır.
Ölüm ile hayat, karanlık ile aydınlık hiçbir olur mu?
Mesafe korkunç! Nakil büyük...
Büyüklüğünü ve miktarını, insanları acze sokan Kur'an'ın o beyanı ışığında onların hallerinde feraset sahibi olan kimselerin dışında hiç kimseyi idrak etmez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder