24 Mart 2019 Pazar

SÜNNETULLÂH
(3.YAZI)
Göklerde ve yerde hüküm süren şu İlâhi sünnetin, İslam medeniyetinin adalet ve merhametle yeryüzüne yerleşmesi ile olan irtibatı son derece açıktır.
Çünkü yeryüzünde gerçek islam  medeniyetini  kurmak, İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu şartlar altında mümkün olmadığı gibi kendine  zillet ve gericilik hayatını seçen ve başına gelenleri değiştirmek ve yaşadığı rivayetlerin  esaretinden kurtulma  girişiminde bulunmayan bir ümmet için gerçekleşmesi de  mümkün olmamaktadır.
Dolayısıyla değişim gerekmektedir.
İslam geldiği ilk günde, Arap yarımadasının mevcut durumu ve yeryüzünün siyasi, dini ve içtimai durumu gibi büyük hadiseler onun karşısında durdu.
İnançlar, düşünceler, değerler, gelenekler, ölçüler, kanunlar, nizamlar, çıkarlar, ırkçılık onun karşısında dikildi.
İlk geldiği günde İslam ile  insanların arasındaki mesafe Arap Yarımadası'nda ve bütün dünyada gayet korkunçtu.
Onları taşıyıp götürmek istediği yer çok ama çok uzaktı.
Tarihin bazı devirleri, ayrı ayrı çıkarlar ve değişik güçler müşriklerin  mevcut durumunu destekliyordu.
 Bütün bunlar, akide,  düşünce, değer, ölçü, âdet, gelenek, ahlak ve şuur gibi şeyleri değiştirmekle  yetinmeyen, belki beşeriyetin liderliğini, tağutların ve cahiliyenin elinden alıp İslam'a yani Rahmân ve Rahim olan Allah'a iade etmek istediği gibi şeytani inançları, tâğuti düzenleri, yasaları değiştirmek isteyen bu ilâhi dinin karşısında set gibi durdular.
Kuşku yok ki  bir kere meydana gelen  ikinci bir kere daha meydana gelir.
Meydana gelen olaylar, olağanüstü mucizelere göre değil göklerde ve yerde câri  olan Allah'ın kanuna göre meydana geldi.
O yapı, birikimi tüketmek, toplanmak ve doğru olan yöne başını koymak isteyen için azık olan fitrat ( yaratılış) birikimi üzerine kurulmuştur. Resul (aleyhisselam )  yüce Allah'ın ortaya koyduğu metotla başını çektiği değişiklik, insanları Allah tarafından inen vahiy'le eğitmeye başladı.
Zira insanları karanlıklardan aydınlığa, cehaletten ilme, gericilikten ilericiliğe taşıması gerekiyordu.
 Allah Resulü (a.s)  Kur'an'ın metoduyla insanların inanç, fikir, düşünce, şuur ve ahlak yapısını değiştirmekle başladı ve Allah'ın izniyle  bunu başardı da.
 Dolayısıyla insanların iç dünyası değişti. Etrafında bulunan şeyler değişti.
 Medine değişti, Mekke değişti.
 Kur'an metodu, Mekke devrinde akide yönüne önem vermekteydi.
Vahiy, İslam akidesini çeşitli   şekillerde ve değişik usluplarla sunuyordu.
Dolayısıyla tevhid insanların gönüllerine hakim oldu ve onlarda büyük bir değişim  meydana getirdi.
Rahmân ve Rahim olan Allah o büyük değişimi anlatırken şöyle buyurmaktadır.
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere yaptıkları böyle câzip  gösterilmiştir"
(En'am-122)
 Gerçekten bu, kalemlerin vasfında aciz kaldığı harika  bir tasvirdir.
 Kur'an uslubu her zaman böyledir.
Akıl sahipleri ondan doya doya hidayet ve  rahmet teneffüs etmekte, her türlü güzel ahlak ve öğüdü ondan çıkarmakta ve ölümden hayata, karanlıklardan aydınlığa, değer ve şerefini anlatmakta aciz kalmaktadır.
Ölüm ile hayat, karanlık ile aydınlık hiçbir olur mu?
Mesafe korkunç! Nakil büyük...
Büyüklüğünü ve miktarını, insanları acze  sokan Kur'an'ın o beyanı ışığında onların hallerinde feraset sahibi olan kimselerin  dışında hiç kimseyi idrak etmez

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder