ÇOCUKLARIMIZI KAPALI ORTAMLARDAN UZAK TUTALIM.
Kur'an'ın yüzlerce âyetinde din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı açıkça ortaya konulmuşken, Şia ve Ehl-i Sünnet'in Kur'an'a iltifat etmemesinin sebebi acaba ne olabilir?
Tefekkür, tezekkür, taakkul, tefekküh ile ilgili yüzlerce âyete rağmen neden hiçbir Şii ve Sünni âlim, hiçbir tarikat ve cemaat Kur'an'a bakma ve onu araştırma ihtiyacı duymaz.
Şia ve Ehli Sünnet dincilerinin Kur'an'dan bu kadar nefret etmelerinin altında hangi aldatıcı ve kahredici gerçek yatıyor.
Aslında kafir ve müşriklerin Kur'an'a kulak asmamalarının onlarca nedeni birçok ayette tekrar tekrar anlatılmaktadır.
Fakat bana göre bu Kur'an cahillerinin Kur'an'dan uzak kalmalarının ve onun hayat hayat veren nefesinden mahrum olmalarının en önemli sebeplerden birisi şudur:
Zamanın birinde bir arkadaşımız şöyle bir olay anlatmıştı.
"Sıcak bir günde bir kaç arkadaşla birlikte kapalı bir mekanda ortamın serinletici etkisinde konuşup sohbet ederken birden kapı çalınır.
İçeriye bir arkadaşları girdikten sonra,
"İçerisinin çok havasız olduğunu, içeriden hoş olmayan bir kokunun yayıldığını, oksijensiz ve sağlıksız bir ortamda bulunduklarını" söyleyip pencereleri açıp içeriyi havalandırır.
Pencerelerin açılmasıyla içeriye temiz havanın girmesi neticesinde içeride güzel ve hoş bir ortamda oturan arkadaşlarda bir rahatlama ile daha önce teneffüs ettikleri serin havanın aslında ne kadar zararlı ve zehirli olduğunun farkına varırlar.
Bu örnek o kadar hayati bir öneme sahiptir ki:
Bir kişi gaflet uykusunda olan bin kişiyi uyandırıp kurtarabilir.
Bir mum sönük bin tane mumu yakabilir.
Bir kişi memleketi ve milleti bir yangın ve yıkımdan uyandırabilir. .
ARKADAŞLAR!
Şia ve Ehli Sünnet mezhepleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) cemaat ve tarikatlar kendi inanç ve fikirlerine aykırı düşünen kimseyi içlerine kabul etmediklerinden, yüzyıl hatta bin yıl geçse zehirli inanç ve sağlıksız fikirlerinden kurtulamazlar.
Dolayısıyla bin sene öncesinin ilkel inançları ve uydurma kurallarını taklit eden gelenekçi mezhepçilere teneffüs ettikleri dinin sağlıksız, zehirli ve ölümcül olduğunu birisi mutlaka hatırlatmalıdır.
"Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki (şirkten) korunurlar diye hatırlatmak gerekir"
(En'am, 69)
Allah elçilerinin görevleri budur.
Yani hariçten biri müdahale etmediği zaman aynı inanç ve fikirlere sahip olanların uyanmaları, hak ve hakikatı bulmaları mümkün değildir.
Biri mutlaka uyuyan insanları uyarmalı, sabırla onları ikaz etmeli ve onları ölüm uykusundan uyandırmalıdır.
Bu kutsal görevde şu husus asla göz ardı edilmemelidir.
"Allah elçilerinin tek ikaz ve uyarı araçları Kur'an olmuştur"
(Enbiya, 45; En'am, 51 ; Kaf ,45; Âraf, 61, 62, 67, 68)
Kur'an ehli muvahhidler bütün olumsuz şartlara ve hakaretlere rağmen uydurma din mensuplarını Kur'an ile uyarmalıdırlar.
Allah'ın indinde bundan daha şerefli bir görev yoktur.
Çünkü Nebi'ler, Allah'ın elçileri ve binlerce vahiy ehli muvahhid bu görev uğrunda hayatlarını vermişlerdir.
(Âli İmran, 146)
Önemine binaen tekrar ediyorum, bu görevi ifa ederken uyarı ve tebliğ aracı kesinlikle vahiy'den başka bir şey olmamalıdır.
Çünkü yüzlerce âyette yüce Allah, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağı kabul etmeyaceğini haber vermektedir.
Şia ve Ehli Sünnet mezhebleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) cemaat ve tarikatların topluma en büyük zararları bünyelerinde özgür irade sahiplerinin sivrilmesine izin vermemeleridir.
MESELA:
Şia ve Ehli Sünnet dininde hiç kimse muhaddis ve müctehidleri eleştirme hakkına sahip olmadığından aralarında sorgulama ahlak ve kabiliyeti oluşmamıştır.
Size soruyorum!
İnanç ve fikirlerinde özgür olmayan toplumlar nasıl gelişme gösterecektir?
Yani "muhaddis ve müctehidler sorgulanamaz birer rab ve ilah olarak algılamak" nasıl bir akıl tutulmasıdır.
Ama maalesef bugün dâhi, Kur'an cahili âlimleri eleştirenler, mezhep mukallitleri tarafından sapık ve tehlikeli bir yaratık olarak görülüyor.
Adalet ve özgürlüğün olmadığı cemaatlerde isyankar ruhlu hakikat avcılarına yaşama hakkı bilet tanınmıyor.
İşte bu yüzden Şiilik ve Sünniliğin hakim olduğu toplumlardan anarşi, zorbalık, terör, cehalet, kargaşa, fakirlik, sürgün, taklit ve düşman istilaları hiçbir zaman son bulmayacaktır.
Dolayısıyla çocuklarımızı ve gençlerimizi fetö gibi özgürlük ve akıl yoksunu, fikir ve sorgulama düşmanı kapalı ve karanlık yapılardan korumak zorundayız.
Yoksa dünya hayatları ile beraber ahiret hayatlarını da kendi ellerimizle mahvetmiş olacağız.
Çocuklarımız isterse "hacsız" ve "umresiz" hatta "abdestsiz ve namazsız" olsunlar, fakat her türlü haksızlığa karşı gelen özgür ve isyankar bir ruh kazansınlar.
Gençlerimiz isterse komünist ve sosyalist olsunlar, fakat Said Nursi, Adıyamanlı uydurma gavs, F Gülen, Cübbeli Ahmet gibilerine köle olacak şahsiyetsiz ve karaktersiz bir ahlaka sahip olmasınlar.
Gençlerini tarikat ve Kur'an'sız cemaatlere düşman olarak yetiştirmeyen toplumlar karanlık ve cehalete, taklit ve bağnazlığa mahkum kalacaklardır.
Çocuklarına Kur'an ahlakını ve tevhid özgürlüğünü miras olarak bırakmayanlar, maddi miras olarak bıraktıklarına sevinmesinler.
Ya Kur'an'ın evrensel özgürlüğü olacak, Kur'an ilmi ve hikmeti başa geçecek, ya da kuzgun leşe konacaktır"
"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (özgür Müslümanlar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar
(ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail) kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye (Akdeniz'in karanlık suları) sürüklemiş bir nesne gibidir"
(Hac, 31)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder