25 Haziran 2017 Pazar

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(19. YAZI)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin"
(Enfal, 20)
Yukarıdaki âyette geçen "Allah'a ve Resulüne itaat edin" den sonra gelen
 "O'ndan yüz çevirmeyin" cümlesi çok önemlidir.
Eğer Allah ve  Resulü ayrı şeyleri temsil etmiş olsalardı
"Onlardan yüz çevirmeyin" veye "İkisinden yüz çevirmeyin" olarak gelmesi gerekirdi.
Fakat Resul
(Elçi) Allah'ı temsil makamında olduğu için ona itaat ALLAH'A itaat olarak kabul edilmiştir.
Yani "Resulden yüz çevirmek", vahiy'den yüz çevirmek, dolayısıyla Allah'tan yüz çevirmek anlamına gelmektedir.
Resüller ( Elçiler) tamamen ALLAH'I  temsil makam ve mertebesine sahiptirler.
Bu ayette de aynı hakikat hakimdir.
"Ey iman edenler!
"Hayat verecek şeylere sizi çağırdı zaman, Allah ve Resulü'ne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
(Enfal, 24)
Ayette "Hayat verecek şeylere sizi çağırdı zaman, Allah'a ve Resulüne uyun"
buyrulmuştur.
Eğer Allah ve Resulü ayrı şeyleri temsil etmiş olsalardı
"sizi çağırdığı zaman" değil, sizi çağırdıkları zaman" olması gerekirdi.
Fakat Resul (Elçi) Allah'ı temsil makamında olduğu için
 "çağırdığı zaman" buyrulmuştur.
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin, bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"
(Enfal, 27 )
Yukarıdaki ayette de Allah Resulü'ne karşı ihanet,
Allah'a ihanet olarak kabul edilmiştir.
"Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (bedir savaşında)
 kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin beşte biri Allah'a ve Resulüne, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir"
(Enfal, 41)
Aslında Allah'ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur.
Fakat "Resul" Allah'ı temsil makamında olduğu için ve ganimetleri Allah'ın emri istikametinde fakirlere dağıtacağı için
 "ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin beşte biri  Allah'a, Resulüne" buyrulmuştur.
"Allah'a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin,,,,"(Enfal, 46)
"İtaat" kavramı Kur'an'da sadece Allah  ve Resulü" ile için  kullanılmıştır.
 Yani Kur'an'ın hiçbir ayetinde "Nebi'ye itaat edin" diye bir şey geçmez.
"Ey NEBİ! Müminleri savaşa teşvik et,,,,,"
(Enfal, 65)
Peki yukarıdaki ayette neden "Resul" değil de "Nebi" kavramı kullanılmıştır.
Çünkü "Nebi" Vahiy haricinde savaş ile alakalı  kendisine ait fikir  ve görüşler ileri süreceğinden
dolayı "Resul" kavramı yerine "Nebi" kavramı getirilmiştir.
Komutan olan Nebi özel yetenek ve hitabetiyle ordusunu savaşa hazırlayıp onlara kendi hareket ve  cesaretiyle
 heyecan vermesi gerekiyor.
Savaş sahnelerinde komutan olan kişinin sözün gücünü kullanması çok önemlidir.
MESELA "cesur yürek" ve "yüzüklerin efendisi" filmlerinde bu gerçek güzel işlenmiştir.
"Yeryüzünde ağır basıncına kadar, hiç bir Nebi'ye esirleri bulunması yaraşmaz.
 Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah sizin için ahireti istiyor,,,,"
(Enfal, 67)
Yukarıdaki ayette Nebi  esirlerle ilgili  vahiy'den bağımsız olarak kendi içtihadıyla  hareket edip hata ettiğinden dolayı Resul ( Elçi) değil, "Nebi" kavramı kullanılmıştır.
Çünkü bilmeyerek Nebi hata eder, fakat Resul hata etmez.
Resul makam ve mertebesi vahyi tebliğ etmekle alakalı bir görevdir, Nebi kavramı ise özel ve sivil bir kimliğe sahiptir.

24 Haziran 2017 Cumartesi

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (18. YAZI)
"Biz, Elçileri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler"
(En'am, 48
Kur'an'da genellikle "müjdeleyici ve uyarıcı" kavramları "Nebiler" için değil, "Elçiler" için kullanılmaktadır.
Fakat Nebilerin de "müjdeleyici ve uyarıcı" olarak gönderildkleri ayetler mevcuttur.
"Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size AYETLERİMİ anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran Elçiler gelmedi mi?
Derler ki: "Kendi aleyhimize şahitlik ederiz"
Dünya hayatı onları aldattı ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler"
(En'am, 130)
Ehl-i sünnet ve Şia mezheplerinde bulunan "Allah Resulü'nün cinlere ve insanlara elçi gönderildiği" inancı Kur'an'a aykırıdır.
Çünkü bir çok ayette Allah Resulü( Aleyhisselam) ın  sadece insanlara elçi gönderildiği haber verilmektedir.
Allah Resulü'nün cinlere elçi gönderilmesi caiz olmaz.
İLGİNÇ BİR ÂYET
"İşte o ülkeler ....onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, Elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler"
(Âraf, 101)
Yukarıdaki ayette bulunan
"Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi" cümlesi, tarihte vahyin karşısında insan âleminin  olumlu  bir ahlaka sahip olmadığını ortaya koymaktadır.
"Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık.
Gerçek şu ki, onların çoğunu doğru yoldan çıkmış fasıklar olarak bulduk"(Âraf, 102)
İNSAFSIZLAR ALLAH RESULÜ'NÜ NASIL KUR'AN'DAN KOPARIP HURAFELERE MAHKUM ETMİŞLER
Diyanet'in 80 yıllık hayatında Kur'an'a hizmeti beş ciltlik bir tefsirdir.
Diyanet'in binlerce Kur'an kursundan,  Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilecek ve sadece Kur'an'dan konuşacak  bir tane âlim yetişmemiştir.
Diyanet'in  "Kur'an'daki İslam" adlı bir eseri yoktur.
Zaten böyle bir şeye de inanmaz.
Buna karşılık çok lüks basılmış, her cildi 660 sayfadan oluşan tam yedi ciltlik bir "Hadislerle İslam" eseri mevcuttur.
Bu eserin 1.cildinde "En sevgiliye iltica" bölümünde şu ibareler yer alır.
"Ümmetin âlimleri mübarek siretini, sünnetini ve hadislerini sonraki nesillere aktarmak için hayatlarını vakfetti, müsnedler, sünenler, câmiler, mücemler ve musannefler senin hadislerini bir araya getirdi"
"Siyerler ve megaziler, senin örnek hayatını bize tarif etti"
"Delail, şemail ve hilyeler, senin vasıflarını bize anlattı"
"Naatlar, kasideler, mevlitler sana olan aşkımızı ve sevgimizi dile getirdi"
"Nice telif ve tasnifler hep seni anlatmak için imla  edildi"
" Sana gül terennümünde  besteler yapıldı" ilahiler söylendi, divanlar dolduruldu" "Mesnevilere senin adınla başlandı, hattatlar en güzel tablolarına  senin adını nakşetti"
 Ne yana  baksak senden bir iz bulduk Ey Nebi!
 Ne yana dönersek seni gördük Ey Nebi!"
( sayfa 24)
Bunun gibi daha birçok hurafe ve uydurma, iftira ve cehalet  sıralanmış gidiyor.
Bu eserin bilim  kurulu başta Profesör Mehmet Görmez olmak üzere 5 Prof, Editörler 6 Prof,  8 Prof son okuma heyeti,
 Din İşleri Yüksek Kurulu'ndan onay almış  5. Baskı. Ankara, 2013
 Yani anlayacağınız Kur'an adına Diyanetten hayırlı bir oluşum ve  çalışma beklemeyin.
 Peki bütün Bu Prof'lar,
  Kur'an'ın Allah Resulü'nü en güzel şekilde anlattığını bilmiyorlar mı ki,  Kur'an'ı bir kenara iterek  bütün uydurma eserleri kaynak olarak kabul etmişlerdir.
Bu Prof'lar
 Allah Resulü'nün diğer Elçilerden  üstün olduğuna dair  Kur'an'dan bir delil getirebilirler mi?
 Bu Kuran cahilliğinin  bir özrü bulunabilir mi?

22 Haziran 2017 Perşembe

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
 (17. YAZI)
"Ey Resul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.
Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Kur'anda vahyi  tebliğ ile alakalı olduğu zaman "Resul" özel hayat, bir hata,
aile hayatı, vahye karşı aykırılık, bilmeden Allah'a isyan etme, kâfirlere karşı esneklik  gibi konularda ise
"Nebi" kavramı kullanılmaktadır.
İleride görüleceği gibi Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
"Resüle düşen (görev), ancak tebliğdir. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir"
(Mâide, 99)
Yukarıdaki ayette buyrulduğu gibi Resulü'n(Elçin'in)  vazifesi sadece vahyi tebliğ etmekten ibarettir.
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" denildiği zaman, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) bize yeter" derler. Ataları hiç bir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"
 (Mâide,104 )
Yukarıdaki ayetin üzerinde biraz düşünelim.
Resul ( Elçi) sadece Allah tarafından indirileni tebliğ ettiği için "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" buyrulmuştur.
Çünkü Vahiy Elçinin dilinde hayat bulur, elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz.
Bir de doğru yol ve hidayet için vahiy'den başka bir alternatifin olmadığı ortaya konuluyor.
"Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin"
Yani "fırkacılğı, hizipciliği, mezheplere bölünmeyi
bırakın,  vahye, Allah'ın indirdiğine, Resulünün size okuduğuna uyun, kurtuluş ve hidayet  yolu buradadır.
"Atalarınızdan intikal eden batıl dini,  mezhepleri terk edin, vahiy sizi bir araya getirecek, size kuvvet verecek, dağılıp bölünmenizi engelleyecek, mutlu ve huzurlu bir hayat standartına sahip olacaksınız" demek istenmiştir.
Çünkü Kur'an'da her zaman  atalardan gelen dinin batıl ve karanlık, zulüm ve sapıklık olduğu vurgulanmaktadır.
Kur'an'da ataların dini ile ilgili olumlu tek bir işaret bulunmamaktadır.
O zaman Şia ve Ehli sünnet mezheplerinin de batıl olduğu Kur'an'ın şehadetiyle ortaya çıkmış oluyor.
İnsanlık tarihinde her zaman  atalardan gelen din batıl ise ehl-i sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe ve uydurma din nasıl hak ve hakikat olsun.
"Allah'ın Resülleri (Elçileri) toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiç bir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyeceklerdir"
(Mâide, 109)
Yani kavimlerinize emirlerimi okuduğunuzda size ne cevap verdiler?
"Hani havarilere, "Bana ve Resulüme (Elçime) iman edin" diye vahyetmiştim. Onlarda "iman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi"
(Mâide, 111)
Yukarıdaki ayette vahiy ile Elçilerin arasında bir farkın olmadığı görülmektedir.
"Bana ve Elçime" demek "Ona indirdiğim vahye" demektir.
Çünkü Allah'ın Elçileri vahiy ile ikaz ve uyarı görevlerini yerine getirmektedirler.
Ayette geçen  "Resüli" "Elçim" denmesi çok önemlidir.
Çünkü Kur'anın hiçbir ayetinde "Nebiyallâhi" "Allah'ın Nebisi"  "Nebiyyihi" "O'nun Nebisi" geçmediği gibi, " Nebiyyi" "benim nebim" kelimesi de  geçmez.
Yani "Nebi" kavramı Kur'an'da tek başına yalın olarak kullanılmıştır.
"Nebi" veya "Nebiyyihim" Onların Nebileri" olarak geçer.

20 Haziran 2017 Salı

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(16. YAZI)
NEBİ-RESÜL ARASINDA BULUNAN  MUHTEŞEM BİR FARK
"Sizin dostunuz ancak ALLAH'TIR'tır, RESULÜDÜR, iman edenlerdir, onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salatı ikame eder, zekatı verirler"
(Mâide, 55)
Kim ALLAH'I, RESULÜNÜ ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır"
( Mâide, 56)
Nebi ile Resulün arasında bulunan önemli bir farkı daha Allah'ın izniyle  keşfettik.
Kur'an'ın hiçbir ayetinde zamir dahi olsa Nebi'yi tekil olarak Allah'a bağlayan bir kelime bulamadım.
Şunu demek istiyorum.
Mesela yukarıda Mâide 55. âyette  geçen "Sizin dostunuz ancak ALLAH'TIR ve Resulü'dür,,,."Ve Resülühü,,,,"Ve Elçisi,,,,(hu) o zamiri,
Yine Mâide 56. âyette geçen "Ve Resülehü, "Ve Elçisi " (hu) o  zamiri Kur'an'ın hiçbir ayetinde Nebi için kullanılmaz.
Yani gerçekten  çok ilginç Kur'an'ın hiçbir ayetinde "Resülihi "O'nun Elçisi" "Rüsulihi" "O'nun Elçileri" gibi,
"Nebiyyihi" "O'nun Nebisi" geçmez.
Sadece Kur'an'ın bir âyetinde çoğul olarak İsrailoğullarının Nebilerini katlettiklerini haber veriyor.
",,,,Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyorsanız daha önce Allah'ın Nebilerini neden öldürüyordunuz? deyiver"
(Bakara, 91)
Sadece İsrailoğullarına Tevrat ile hüküm veren  Resul ( Elçi) makam ve mertebesine ulaşmayan Nebiler gelmiştir.
Allah en doğrusunu bilir, bunun sebebi şu idi.
Bazı Yahudi kabileleri zorba oldukları  ve kıskançlık krizine girdikleri için  kendi kabilelerinden değil de diğer kabilelerden  Nebi geldiği  zaman onu öldürüyorlardı.
(Zaten Allah Resulü'ne iman etmemelerinin bir sebebi de israiloğullarından olmadığı içindir)
Bunun üzerine Allah her kabileden bir Nebi gönderiyordu.
Pek tâbi gönderilen bu Nebi geneli temsil etmeyip  yerel kalıyordu.
Diğer kabilelere bir şey kabul ettiremediğinden Elçilik makam ve mertebesine ulaşmadan vefat ediyordu.
Bu yüzden israiloğullarında Tevrat ile hükmeden çok Nebiler gönderilmiştir.
"Biz, içinde doğruya rehberlik ve Nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a vermiş Nebi'ler onunla Yahudilere hükmederlerdi,,,,"
( Mâide, 44)
(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi"
(Bakara, 135)
"Biz, Allah'a ve bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbata indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer Nebilere verilenlere, onlardan hiç biri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin"
(Bakara, 136)
Bu konu biraz zor olduğundan dolayı bir hatamız olursa Allah bizi affetsin.
Bunlar benim görüşlerimdir, hatamı kabul eder,
 Kur'an ehli muvahhid arkadaşlardan katkı, yorum ve destek bekliyorum.
Ama yukarıda belirttiğim gibi Kur'an'da zamir dahi ile olsa Nebi'yi Allah'a bağlayan bir kelimenin bulunmaması Nebi ile Resulün arasında bulunan  muhteşem farkı ortaya koymaktadır.
Neden yüzlerce ayette "Resulihi" "Onun Elçisi"
"Rüsülihi" "Onun Elçileri" geçtiği halde,
Bir ayette dahi "Nebiyyihi" "Onun Nebisi" geçmemektedir?     Neden?
Veya neden onlarca ayette geçen "Resülüllahi" "Allah'ın Resulü" (Allah'ın Elçisi)
"Rüsülilléhi" "Allah'ın Resülleri" (Allah'ın Elçileri)
geçtiği halde,
bir ayette dahi "Nebiyallâhi" "Allah'ın Nebisi" geçmemektedir.
ARKADAŞLAR!
Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!!! KUR'AN'I terkettiklerini, Allah'ın kitabının hikmet, akıl, ilim, bağlam ve bütünlüğünün karşısında ne kadar cahil kaldıklarını anlamak için vahyin gerçeklerini anlatıyoruz.
Kur'an ehli bir muvahhide yakışan ahlak Allah Elçilerinin yolu olan Kur'an'dan başka hiçbir yolu kendisine rehber edinmemektir.
Biz sadece parçaları bir araya getirmeye çalışıyoruz, kimin takva sahibi olduğunu Allah bilir.
Övgü, hamd, sena tamamen Allah'a aittir.
Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil rüsvay etmesin diye dua ediyoruz.
Allah'ın huzurunda, ahirette,gerçekten  o zor günde  herkes kalitesinin hangi ayarda olduğunu tahmin eder.
Fakat biz Kur'an ehli muvahhidler  tevhid ve güzel ahlak sayesinde Allah'ın rahmet ve şefaatinden ümit kesmiyoruz.
Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia'nın bu ümmete en büyük kötülüklerinden biri imam ve âlimlerini alabildiğine yüceltip insanları onlara kul ve köle yapmaları olmuştur.
Tenzih, masumiyet ve aşırı yüceltme olunca ilmi ve fikri gelişme durdu.
Tefekkür ve sorgulama düşmanı bir anlayış zuhur etti.
Ümmet Statik ve durağan bir hayata mahkum edildi.
Kur'an'ın hikmet ve ilim hazineleri ebediyen kilit altına alındı.
Arkadaşlar!
Bizim görevimiz, dine ve Allah'ın Elçisine karşı yapılan yalan, uydurma, iftira, hezeyan ve ihanetleri temizlemek olmalıdır.
Çünkü sağlam dini anlayışa ve salim akla sahip olmayan, sahih ibadet ve kulluk şuurundan da uzak olur.
İbadetler  tevhid akidesine ve güzel ahlaka göre değer kazanırlar.
Kişi muvahhid olmadığı için hayatı boyunca yaptığı bütün emek ve  iyi ameller boşuna gidecektir.
Bu mesele o kadar önemli ki, eğer Allah'ın gönderdiği din Kur'an ehli muvahhidler tarafından kendisine sokulan hurafeleri ve şirki temizlemezse, hakiki din kendisini yalanlardan arındırmazsa hurafeler onu yok eder.
Bunun başka bir yolu yoktur.
Biri  diğerini mutlaka  yok edecektir.
İnsanlık tarihi ve Kur'an bu gerçeğin en büyük şahididir.
Kur'an'dan başka ilahi bir kitap gelmeyeceğine göre hurafeci yalancılara karşı en büyük mücadeleyi Kur'an ile yapmalıyız.
Gelenekçi mezhepçilere karşı en büyük güvencemiz vahiy ile Allah Elçilerinin Kur'anda anlatılan örnek mücadeleleri olmalıdır.
"De ki:
 Onu, mukaddes Ruh, iman edenlere sebat vermek, Müslümanları
 (Kur'an ehli muvahhidleri) doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin tarafından hak olarak indirdi"
(Nahl, 102)
İrşad ve tebliğ faaliyetinde Kur'an, ilim, hikmet, delil ve güzel öğütlerle mücadele etmeliyiz.
Zorla, zorbalıkla, güç ve kaba kuvvetle asla din anlatılmaz.
Bu konuda Kur'an'da hayatları anlatılan Allah'ın Elçileri bizim için muhteşem bir örnektir.
Dinde zorlama yoktur, merhamet ve şefkat vardır.
Kur'an ehli muvahhidlerin işi gerçekten çok zordur.
Çünkü diyanet İşleri başkanlığında Kur'an'a karşı öyle bir gurur ve kibir mevcuttur ki, Emevi Abbasi dininin hurafelerinden başka hiçbir görüşe ve fikre değer vermez.
Kur'an'ı anlamaya çalışmak Şia ve Ehli sünnetin, Diyanet vaizlerinin, Cemaat liderlerinin ve tarikat şeyhlerinin işi değildir.
Kur'an'ı anlamaya çalışmak aklını kullanan insaf ve akıl  sahibi Yahudi ve Hıristiyanların işidir.
Aklını kullanan bir gayri müslim Şia ve Ehli sünnetten daha kolay Kur'an'ın hikmetlerine vakıf olacaktır.
Mesela diyanet İşleri Başkanlığı, Emevi Abbasi Ehli sünnet mezhebinin sorgulanmasını asla kabul etmez.
Diyanet İşleri başkanlığı (Ankara) 1400 sene önceki karanlık cahiliye hayatına çakılıp kalmıştır.
Diyanet İşleri başkanlığında (Ankara) Kur'an'ı anlamaya çalışmak, akıl nimetine değer vermek, tefekkür ve sorgulama mevcut değildir.
Ehli sünnet ve Şia'da fikirlere baskı, inançlara saygısızlık, kendilerinden başkasını aşağılama, dinde  taklit ve özellikle yalan bilgi hamallığı vardır.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinin âlimlerinin!! birleştiği tek konu Kur'an ehli muvahhidlere karşı duyulan kin ve düşmanlıktır.
Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia'nın alimleri hadis kaynaklarına o derece bağlıdırlar ki, Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulamanın semtine uğramaları çok zordur.
Özellikle ehli sünnet mezhebi geldiği zemin itibariyle Kralların, padişahların ve egemen güçlerin  tarafında yer almıştır.
Daha doğrusu ehli sünnet mezhebi devletlerin resmi mezhebi haline getirilmiştir.
Ehli sünnet hiç bir zaman özgür ve sivil olmayı başaramamış bir mezheptir.
Muaviye'den itibaren bu böyle devam etmiştir.
Osmanlı Devleti bunu zirveye taşımıştır.
Kur'an'dan konuşana
diyanet İşleri başkanlığı bir şey söylemez ancak Emevi Abbasi hurafelerine değindiğinizde her şey alt üst olur.
Dolayısıyla tasavvufun bataklığında debelenenlerden bu ümmete hiç bir hayır gelmez.
DİYANET'İN DİN POLİTİKASI:
Hiç kimsenin kafasını karıştırmamak, insanların üzerinde bulundukları uydurma Emevi dininde rahatsız etmemek,
Kur'an merkezli düşünceleri ve araştırmaları baskı altına almaktan ibarettir.
Diyanet İşleri başkanlığı (Ankara) İnsanlara gerçekleri anlatmaktan korkan bir kurumdur.
Hurafe ve taklit bataklığında debelenip duran diyanet İşleri başkanlığının,
 Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü anlamaya çalışması ve Kur'anın ilimlerini ortaya çıkarması gerekmez miydi?
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(15. YAZI)
"Andolsun ki Allah, israiloğullarından söz almıştı (kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim.
 Eğer salatı ikame eder, zekatı verir, Elçilerime inanır "ve émentüm birusüli" ve Allah'a güzel bir borç verirseniz (ihtiyacı olanlara yardım yaparsanız)
andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden  kim inkâr ederse doğru yoldan çıkmış olur"
(Mâide, 12)
Elçilere iman, aynı zamanda vahye iman olduğu için Kur'an'ın bazı  ayetlerinde
 "Elçiler, Elçi"  bazı yerlerde  de "âyetler, kitap, indirilen vahiy, Allah'ın âyetleri Allah'tan gelen" olarak geçer.
"Ey Ehl-i kitab! Resulü'müz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi:
bir çok (kusurunuzu) da affediyor.
Gerçekten size ALLAH'TAN bir nur, apaçık bir kitap geldi"
(Mâide, 15)
Şimdi yukarıdaki ayete yakından  bir göz atalım.
"Resulü'müz size kitap'tan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi: bir çok(kusurunuzu) da affediyor.
Gerçekten size ALLAH'TAN bir nur, apaçık bir kitap geldi"
Ayette bulunan "Resülümüz" kelimesi "Kur'an mıdır? Yoksa "Muhammed ( Aleyhisselam) mıdır?
Aslında "onların gizlediği şeyi" sadece vahiy açıklayabilir.
"Kusurları da sadece Allah affeder"
Yani elçi(Resul) ile vahiy öyle birbirinin içine geçmiş ki, her ikisi de aynı şeylerdir ve Allah'ı temsil ederler.
 Bazı ayetlerde vahiy ile Elçiyi birbirinden ayırmak imkansızdır.
Dolayısıyla geleneksel anlayışın rivayetlerden elçiye gitmeleri,  Kur'anda üzerinde önemle durulan Elçilik makam ve mertebesini inkâr etmek anlamına geliyor.
Yani Allah'ın Elçileri değerlerini sadece ve sadece Kur'an'dan alırlar.
Elçileri rivayetlere götürmek ve uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dini ile değerlendirmek hem onları gönderen Allah'a, hem getirdikleri vahye, hemde kendilerine en büyük bir hakarettir.
Mâide 15. Âyetin devamı olan 16.  âyetin meali şöyledir.
(Allah'ın) Rızasını arayanı Allah onunla (Resul _Vahiy) kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
"Ey Ehl-i kitab! Elçilerin arası kesildiği bir zamanda size Elçimiz
(Muhammed as) geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (âhirette)
"Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeyi hakkıyla bilir"(Mâide, 19)
" Size  Elçimiz geldi, gerçekleri size açıklıyor ki âhirette "bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz.
Demek ki elçi sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ ediyor.
Aslında her şey açık olarak önümüzde duruyor.
Fakat uydurma dinin âlimleri!!! KUR'AN'A sırt çevirmişlerdir.
Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmak suretiyle İslam'a karşı en büyük günahı irtikap ederek büyük bir cinayet işlemişlerdir.
Allah Resulü'nü Kur'an'dan alıp uydurma rivayetlere götürmek dini temelinde yıkmış, tevhid akidesi
 yerle yeksan olmuş, elçi ile Nebi kavramları arasında bulunan fark yol edilmiş, Kur'an paramparça edilerek sırat-ı müstakimin  yolu kapatılarak şirke doğru  yol açılmıştır.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ "RESÜLÜLLAH"  "ALLAH'IN ELÇİSİ"
(14. YAZI)
"Ey Ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak "ALLAH'IN Resulüdür" "Resülüllahi"
(O) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı "kün:ol" kelimesinin eseridir.
O'ndan bir ruhtur. Şu halde Allah'a ve Elçilerine "Ve Rüsülihi" iman edin.
"(Allah) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter"(Nisa, 171)
Kur'anda Nebi ve Resul sisteminde ilginç bir şey daha gördüm.
Mesela: Kur'an'ın hiçbir ayetinde tekil olarak "Nebi" kavramı "Lafzetullâh" ile beraber geçmemiştir.
Yani Kur'an'ın hiçbir ayetinde "Nebiyallâh" "Allah'ın Nebisi" geçmez.
Bütün âyetlerde " Resülüllah" Allah'ın Resulü" (Elçisi) olarak geçmektedir.
"Ve "Allah Elçisi "Resülallâhi" Meryem oğlu İsa  Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik),,,,,"
(Nisa, 157, 175)
"De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan "Allah'ın Elçisiyim" "Resülüllahi",,,,"
(Âraf, 158)
(Yine o münafıklardan:) O (Nebi, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek Nebi'yi incitenlerde vardır. De ki:
 O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a inanır, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de rahmettir. "Allah'ın Resulüne" "Resülallâhi" eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"(Tevbe, 61)
" Allah'ın Resulüne "Resulilléhi" muhalefet etmek için  geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat etmeyi çirkin gördüler,,,,,"
(Tevbe, 81)
"Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevi Araplara "Allah'ın Resulünden" "Resulilléhi" geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz ,,,"(Tevbe, 120)
"Andolsun ki, "Allah'ın Resulü" "Resülilléhi" Sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir"( Ahzab, 21)
"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat o, "Allah'ın Resulü" "Resülallâhi  ve Nebi'lerin sonuncusudur,,,,"(Ahzab, 40)
",,,,Sizin "Allah'ın Resulünü" "Resülallâhi" üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olamaz,,,"(Ahzab, 53)
"Muhammed "Allah'ın Resülüdür" "Resülüllahi",,,"(Fetih, 29)
"Allah'ın Elçisinin"  "Resulilléhi" huzurunda ,,,"
(Hucurat, 3)
"Hem bilin ki, içinizde "Allah'ın elçisi" "Resülallâhi" vardır,,,"
(Hucurat, 7)
"Bir zaman Musa kavmine:
Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu "Resülüllah" bildiğiniz halde niçin beni üzüyorsunuz,,,,,"(Saff, 5)
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey israiloğulları ! Ben size "Allah'ın Elçisiyim" "Resülüllâhi" ,,,"
(Saff, 6)
"MÜNAFIKLAR sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen "Allah'ın Elçisisin" "Resülüllahi" derler.
Allah bilir ki sen elbette, O'nun Elçisisin. Allah, münafıkların yalancı olduklarını bilmektedir"
(Munafikun, 1)
"Onlara Gelin : "Allah'ın Elçisi" "Resülüllahi" sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün"
(Munafikun, 5)
"Allah'ın elçisi" "Resülüllahi" Onlara Allah'ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın dedi ,,,,"(Şems, 13
Görüldüğü gibi bütün âyetlerde hep  "Allah'ın Resulü" olarak geçer.
SİSTEM BÖYLE KURULMUŞ.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (13. YAZI)
"Allah'ı ve Elçilerini inkâr edenler ve inanma hususunda Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmak isteyip
 "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız"
diyenler ve bunlar iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, İşte gerçek kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
( Nisa, 150, 151)
Allah'ın bütün Elçileri bizim açımızdan aynı değere sahiptirler.
Hangisinin daha üstün olduğunu sadece Alla bilir.
Mesela devlet nazarında ve hukukun önünde   Hakkari valisi ile  İstanbul valisi arasında bir fark yoktur.
Birisine yapılacak saygısızlığın cezası kanun hükmünde aynıdır.
Fakat görev ve sorumlulukları açısından  birisinin daha zor ve kapsamlı diğerinin daha dar ve sınırlı olabilir.
Yukarıdaki ayette bulunan "Küfür" kavramıda çok önemlidir.
Çünkü "Küfür" kavramı Kur'an'da sadece "Allah, âyetler(vahiy, kitap) ve Allah'ın Elçileri için kullanılan bir kavramdır.
Nebiler için böyle bir kavram kullanılmaz. Resüller (Elçiler) ve âyetler(vahiy, kitap) Allah'ı temsil makamında oldukları için böyle bir sistem kurulmuştur.
Vahiy ile Elçiler aynı hakikatın temsilcileri olmuşlardır.
"Allah'a ve Elçilerine "Ve Rüsülihi" iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah  onlara bir gün mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayandır çok merhamet edendir"
(Nisa, 152)
Yukarıdaki ayet Ehli sünnet ve Şia'nın yanlış yolda olduklarını ve itikadlarının bozuk olduğunu ortaya koymaktadır.
Çünkü onlar Allah Elçileri arasında ayırım yapmak suretiyle Allah'a ve onun kitabına karşı gelmektedirler.
Allah'ın Elçileri aynı hakikatın temsilcileri oldukları halde birine çok değer verip diğerlerinin makam ve mertebelerini terk etmek suretiyle inkâr ediyorlar.
"Bir kısım elçileri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu"
(Nisa, 164)
(Yerine göre) müjdeleyici ve uyarıcı olarak Elçiler "Rüsülen" gönderdik ki insanların Elçilerden sonra "bâ'der-Rüsül" Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir"
(Nisa, 165)
Allah'ın bütün Elçileri insanlara vahyi tebliğ ettikleri için Allah (cc) "İnsanların  Elçilerden sonra Allah'a karşı bir  bahaneleri kalmasın" buyurmuştur.
Çünkü Allah'ın Elçileri vahiy ile ikaz ve uyarı görevlerini yerine getirmektedirler.
Vahiy ile Elçiler aynıhakikatın temsilcileri olmuşlardır.
Aralarında hiç bir fark yoktur.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur.
Elçi Allah'ın yoluna vahiy ile insanları ileten resmi görevlidir.
"Ey insanlar! Resul ( Elçi) size Rabbinizden kesin gerçeği getirdi, şu halde kendi iyiliğinize olarak  iman edin. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir"
(Nisa, 170)
Yukarıdaki ayette bulunan mükemmel sisteme bir bakalım.
"Resul ( Elçi) size Rabbinizden kesin gerçeği getirdi, şu halde kendi iyiliğinize olarak iman edin,,,,"
Ayette geçen "iman edin" emri Resül'e mi? Yoksa gelen vahye mi olacak?
Hiç farketmez ikisi zaten aynı şeydir.
Demek oluyor ki, Allah'ın Elçileri değerlerini sadece ve sadece Kur'an'dan alırlar.
Uydurma ve hurafe   Emevi Abbasi imalatı  Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki rivayetlerden değil.
Elçilerin bütün bağlantıları Allah tarafından indirilen orijinal tevhid  dini ile alakalı bir hakikattir.
YOBAZ BİR ANLAYIŞ, KARANLIK BİR CEHALET, YÜZ KARASI BİR ZİHNİYET
YÖK ÜYESİ PROF DR NİHAT HATİPOĞLU
(4.YAZI)
YÖK ÜYESİ PROF DR NİHAT HATİPOĞLU gibilerinin  Kur'an ve Tevhid düşmanı olan   sözlerine karşılık sabır ve tevekkülü emreden Kur'an âyetleri.
"Sabret, senin sabrın ancak Allah'ın yardımı iledir.
Onlardan dolayı kederlenme, (İslama ve muvahhidlere  karşı) kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!
Çünkü Allah, muttakilerle ve güzel amel edenlerle beraberdir"
(Nahl, 127, 128)
",,,,,,sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden bir çok üzücü söz işiteceksiniz. Eğer sabrader ve takva sahibi olursanız, muhakkak ki bu, yapılacak olan en mükemmel ahlaktır"
(Âli İmran, 186)
(Resulüm! ) inkarda yarışanlar sana kaygı vermesin (seni mahzun etmesinler) çünkü onlar, Allah'a (onun dinine) hiç bir zarar veremezler. ALLAH onlara, ahiretten yana bir pay vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır"
(Âli İmran, 176)
"Şurası muhakkak ki, imanı verip de inkarı satın alanlar, Allah'a (onun dinine ) hiç bir zarar veremezler. Onlar için elem verici  bir azap vardır"
(Âli İmran, 177)
"İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır.
Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır"
(Âli İmran, 178)
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
"Andolsun ki senden önceki ELÇİLER de yalanlanmıştı.
 Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrattiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"
(En'am, 34)
"O halde (Resulüm) Elçilerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sende sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar.
Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış fasıklar topluluğundan başkası helak edilir mi hiç! "
(Ahkaf, 35
Bu Kur'an düşmanı yobazlara şunu demekten başka çaremiz yok gibi.
(Resulüm! )
 De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki :
 Allah'tır. O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerindeyiz veya açık bir sapıklık içindedir"
(Sebe, 24)
Dolayısıyla Nihat Hatipoğlu gibi gericiler asla Kur'an'a iman etmeyeceklerdir.
"Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dileyene işittirir. Sen kabirdekilere işittiremezsin!
Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı
(Elçi) bulunmuştur.  Eğer seni yalancılıkla suçluyorlarsa (üzülme) onlardan öncekiler de yalanlamıştı.
(Oysa ki) Elçileri onlara apaçık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi"
(Fatır, 19. 25)
YOBAZ BİR ANLAYIŞ, KARANLIK BİR CEHALET, YÜZ KARASI BİR ZİHNİYET:
YÖK ÜYESİ  PROF DR NİHAT HATİPOĞLU
(3.YAZI)
Allah Mübin kitabında vahye karşı duyarsız olanları nasıl anlatıyor.
"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Cuma, 5)
"Böyle iken onlara ne oluyor ki, âdeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hâlâ) öğütten (Kur'an'dan) yüz çeviriyorlar"
(Müddessir, 49, 50, 51)
"Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (×) haberini oku"
(Âraf, 175)
"Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik.
 Fakat o, dünya (menfaatine) saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer.
 Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssası anlat, belki tefekkür ederler"
(Âraf, 176)
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sandın? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
SAKIN KUR'AN'I DİNLEMEYİN KİMİN SÖZÜDÜR?
"İnkâr edenler: Sakın ha bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki ( sesinin) bastırırsınız, dediler"
( Fussilet, 26)
Dolayısıyla Din ve hüküm olarak tek kaynak olan Allah'ın kitabına karşı gelenler,Firavun'un, Karun'un, Haman'ın,  Ebu Cehil'in, Velid bin Muğire'nin,
As bin Vail'ın, Ukbe bin Ebi Muayt'ın, Yezid'in ve Haccac bin Yusuf'un yolundadırlar.
YOBAZ BİR ANLAYIŞ, KARANLIK BİR CEHALET, YÜZ KARASI BİR ZİHNİYET:
YÖK ÜYESİ PROF DR NİHAT HATİPOĞLU
(2.YAZI)
Nihat Hatipoğlu gibi Allah'ın ayetlerini gizleyenler için Kur'an'ın hükmü:
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.
BEN tevbeyi çokça  kabul eden ve çokça merhamet edenim"
(Bakara, 160)
(Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerindedir"
(Bakara, 161)
"Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır"
(Bakara, 162)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
 Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
"Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 175)
"O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır.
(Buna rağmen vahyin bağlam ve bütünlüğünü bozarak) kitapta ihtilafa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
(Bakara, 176)
NİHAT HATİPOĞLU HAKKA BATIL ELBİSESİ GİYDİRİYOR BİLE BİLE HAKKI GİZLİYOR
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
( Bakara, 42)
NİHAT HATİPOĞLU DİNİ DÜNYA KARŞILIĞINDA SATIYOR
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz"
diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran, 187)
YOBAZ BİR ANLAYIŞ, KARANLIK BİR CEHALET, YÜZ KARASI BİR ZİHNİYET = (1.YAZI)
YÖK ÜYESİ  PROF DR NİHAT HATİPOĞLU:
Mahşeri bir kalabalıkta hayatı boyunca Kur'an'ın tek bir âyetinden
bile haberi olmayan bir bayan mikrofonu eline alarak Kur'an konusunda  kendisinden daha cahil olan YÖK üyesi Prof Dr Nihat Hatipoğlu'na bir soru soruyor.
"Hocam,
yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum,
okumuş olduğumuz cüzden sonra annemin senesi dolmuştu,
 hocaya gittim rica ettim, yasin süresini okurmusun diye, ölüye yasin okunmaz dendi"
"Tabi ki bu beni çok incitti, sizden doğrusunu öğrenebilir miyim?
EN  İLKEL ÇAĞDA YAŞAYAN KARA CAHİLİN CEVABI:
"İşte bu yeni ekol yani, Türkiye'de ben sık sık uyarıyorum burdan, çok fazla uyaran da yok benim gibi,
Peygambersiz İslam, hadissiz İslam, sevapsız İslam, yani hadislerin olmadığı, şefaatin olmadığı, kabir azabının olmadığı yepyeni batı tandaslı,
batı merkezli, efendim bu oryantalistlerin kurmuş olduğu ve hedefte önce Hz Peygamberin, sonra da Kur'an'ı Kerim ilâhi değil diyen bir anlayış var."
"Türkiye'dekilerin adlarını söylemeyi gereksiz görüyorum, çünkü onların reklamını da yapmak istemiyorum"
"Doğrusu bu yanlış düşünce içinde olan insanların, ama yurt dışındaki oryantalistlerin da adını bu mübarek programda anmak istemiyorum, bu program bu tür insanlarla kirletmek istemiyorum"
"Bu bir zihniyet değişimi yaşanıyor Türkiye'de, bu paralel zihniyet, yeni bir din, yeni bir din arayışı var maalesef,
vahiy'den arınmış, sevgili peygamberden arınmış, sevaptan arınmış, maneviyattan arınmış, imamı azam düşmanı, imamı Şafii düşmanı,
 Buhari düşmanı, Müslim düşmanı, efendim Abdulkadir Geylani düşmanı, İmamı Rabbani düşmanı,
Mevlana düşmanı, yepyeni hasta bir anlayış Türkiye'de temerkuz etmeye, yerleşmeye çalışıyor"
"Onların uçları bazı işte din eğitimi görmüş insanlara da doğru gidiyor"
"Siz ona şunu söyleseydiniz keşke, "sen öldüğünde Allah sana yasin, teberake, fatiha nasip etmesin desen hoşuna gider mi? gitmez mi diye"
"Bu tür böyle felsefe cambazlarından uzak durun, siz önünüze yasin okuyun ama kendinizde okumaya çalışınız"
"Kur'andan ne okusanız Allah kelamıdır ona gider, onları dinlemeyin, itibar etmeyin"
CEVAP:
İşte YÖK üyesi Prof Dr Nihat Hatipoğlunun cehalet ve yobazlık,
iftira ve yalan, uydurma ve ahmaklık dolu cevabı böyle idi.
KUR'AN ve Muvahhid düşmanı  Nihat Hatipoğlunun bu hezeyanlarına Allah'ın kitabından cevap vereceğim.
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"
(Enfal, 22)
"Onlara ( müşriklere) :
Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, " Hayır!
Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler"
(Bakara, 170)
(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.
Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu yüzden düşünmezler"
(Bakara, 171)
"Ey iman edenler!
 ( BilinizKi), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları
Allah'ın yolundan saptırırlar. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, İşte onlara elem verici bir azabı müjdele"
(Tevbe, 34 )
(Bu altın ve gümüş) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onlarn alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki:
 "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın"(Tevbe, 35)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (12.YAZI)
"Allah'ın sana lütfu ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh(vahiy'den)  seni saptırmaya yeltenmişti.
Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiç bir zarar veremezler.
ALLAH SANA KİTAB-I ve HİKMETİ İNDİRMİŞ ve SANA BİLMEDİĞİNİ ÖĞRETMİŞTİR.
Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur"
(Nisa, 113)
Yukarıdaki ayette bulunan,
KİTAP'TAN maksat Allah'ın kitabı Kur'an'ı Mübin'dir.
HİKMETTEN maksadın da "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın kendi içinde çözümü, Kur'an'ın sistemi olduğunu"  vahyin içinde rahatlıkla görebiliriz.
Yani  şafiilerin imamı Muhammed bin İdris, Prof Dr  Mehmet Okuyan ve Prof Dr  Abdülaziz Bayındır'ın  iddia ettiği gibi,
"Kitap'tan maksadın Kur'an,
Hikmet'ten maksadın hadisler" dir sözü doğru  değildir.
Yani Şafii bütün içtihatlarında yanıldığı gibi bu konuda da isabet etmemiştir.
Kitap'tan maksadın Kur'an,
Hikmet'ten maksadın Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü olduğunu şu ayet mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır.
",,,,Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini (size verdiği hidayeti) size "ONUNLA" öğüt vermek üzere indirdiği KİTAB'I VE HİKMETİ hatırlayın"
Yukarıdaki ayette bulunan "yeizuküm bihi" ibaresi çok önemlidir.
Eğer kitap ve hikmet birbirinden ayrı şeyler olsaydı "yeizuküm bihimé" "O ikisi ile"  olarak gelmesi gerekirdi.
Yani Kitap ve hikmetin "Allah tarafından indirildiği, hikmetin kitaptan ayrı bir şey olmadığı ve Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde  anlama kabiliyeti" olduğunu ortaya koymak için
 "yeizuküm bihi" "ONUNLA ÖĞÜT VERMEK İÇİN" indirdi.
 buyrulmuştur.
"Yeizuküm bihime" "O ikisi ile öğüt vermek için" denmemiştir.
Dolayısıyla kitap ve hikmetin aynı şey olduğu ortaya konmuştur.
Hikmet asla sünnet veya hadisler değildir.
Çünkü hikmet'de aynı Kur'an gibi Allah tarafından  indirildiği ile alakalı ayetler mevcuttur.
Mesela bu konuda şu âyet çok dikkat çekicidir.
(Ey Nebi'nin hanımları! ) Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın,,,,,"
(Ahzab, 34)
Demek ki "Hikmet'de aynen Kur'an gibi okunuyormuş"
Yani Ey Nebi'nin hanımları! Sizde  "Kur'anı anlamaya çalışın, onu içinize sindirin, onu iyice çözün, onu sürekli ders yapın" demek istenmiştir.
Hikmetin Nebi (Aleyhisselam) ve hadisler  ile hiçbir alakası yoktur.
HAK VE HAKİKAT YOKSA, BATIL VE SAPIKLIK HAKİMDİR.
Bir toplumun hayatına hak hakim değilse kesinlikle batıl hakimdir.
"İşte O, sizin Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?
O halde nasıl(sapıklığa)  döndürülüyorsunuz"
(Yunus, 32)
Yani ya karanlık ya aydınlık, ya tevhid veya şirk, ya Allah tarafından  indirilen din, veya uydurulan beşeri din, ya rivayetler yolu, veya Kur'an yolu, ya İbrahim(Aleyhisselam)  veya Nemrut, ya Musa (Aleyhisselam) veya Firavun,ya İsa (Aleyhisselam) veya ceberrut düzen,  ya Muhammed ( Aleyhisselam) veya Tağut'un yolu.
"Elif. Lam. RA ( BuKUR'AN), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"(İbrahim, 1)
"Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?"
(Mülk, 22)
"Muttakilere vâdedilen cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan nehirler, tadı değişmeyen sütten nehirler, içenlere lezzet veren şaraptan nehirler, ve süzme baldan nehirler vardır.
Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır.
 Rablerinden de bağışlama vardır.
 Hiç bu, ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?"
( Muhammed, 15)
ARKADAŞLAR!
Ben hayatımda ümmi insanları cehaletlerinden dolayı eleştirmem.
Kitleleri peşinde götüren, onları bâtıla ve sapıklığa yönlendiren,
 insanlara her türlü sapıklığı hak diye aşılayan, hak ve hakikata batıl elbisesi giydiren KUR'AN'SIZ, akılsız, vicdansız, tefekkürsüz, uydurmacı, rantçı, iftiracı cemaat ve tarikat liderlerini de herhalde  eleştirme ve kınama hakkımız vardır.
MESELA Said Nursi diyor ki, "Celaleddin-i Suyutinin 50 yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kıldığı,," (Mektubat, 19.Mektup Mücizatı Ahmediye)
Şimdi Kur'an'a göre Allah Resulü'nün arkadaşlarının takat getiremedikleri, (müzzemmil 20 , Bakara, 187) şeriatın önermediği, akıl ve mantığın kabul etmediği, tıbben mümkün olmayan bir şeyi Said Nursi niye söylüyor?
 (Hemde bir kaç yerde tekrar tekrar dile getiriyor)
Ümmi insanları Kur'an'dan kopararak ölü insanlara ve hurafelere mahkum etmek için bu yalanları uyduruyorlar.
ARKADAŞLAR! Fazilet açısından Allah Resulü'nün arkadaşları ile günümüz iman edenleri arasında hiçbir farkın olmadığı gibi, NEBİ (Aleyhisselam) dönemi Medine ile bugünkü istanbul arasında hiçbir fark yoktur. Kur'an'ı açın, sahabelerin ahlaki seviyelerini anlatan yüzlerce ayet mevcuttur.
Çoğu kınama ve şikayet.
Allah resulü ile diğer Elçiler arasında bir farkın olmadığı gibi.
Ama maalesef Şia ve Ehli sünnet alimleri Kur'an'da bulunan bu âyetlerin  üzerini örtmüş ve ümmetten gizlemişlerdir.
Mesela Kur'an'ı açın bakın
Nerede "Ey NEBİ! geçiyorsa, Allah ile Nebi ilişkisinde  bir sorun, nerede "Ey iman edenler! geçiyorsa, vahiy  ( cc) ile Müslümanlar arasında   bir sorun vardır.
ARKADAŞLAR!
 İmanın olmadı yerde küfür, hakkın olmadığı yerde batıl, tevhid-in olmadığı yerde şirk, islamın olmadığı yerde kula kulluk, Kur'an'ın olmadığı yerde terör, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf, kaos ve merhametsizlik hakimdir.

13 Haziran 2017 Salı

BU POSTACI SÖZÜ NEREDEN ÇIKTI (7.YAZI)
Bu uydurma ve tümden yalan olan Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerin hangisine cevap vererek yetişebiliriz ?
Böyle bir şey mümkün değildir.
İşte bu yüzden Rahman ve Rahim olan Allah(cc)
dinini daha Allah Resulü hayatta iken tamamlamış (Mâide, 3) din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyin buyurmuştur. "İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"
( Casiye, 6)
,,,,Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
(Bakara, 120)
"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir bilendir"
( En'am, 115)
"Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan (işte o zaman) Allah tarafından senin için ne bir dostun ne de koruyucun vardır"
(Ra'd, 37)
Şimdi gelelim hurafeci mezhepçilerin şu hezeyanlarına bir göz atalım.
"Kur'an metlüv, (okunan) hadisler ise gayri metlüv (okunmayan) vahiy'dir"
Bu korkunç cümleyi söyleyebilmek için, ya apaçık  Kur'an düşmanı, ya son derece Kur'an cahili  veya ahmaklığın zirvesine tırmanmak icap eder.
Böyle bir söz, Allah'ın  vahye  yüklediği bütün önemli özellikleri tarumar ederek yere serer.
Bu ahmakça fikir ve inanç vahiy diye bir şey bırakmaz.
Bu dinsiz ve  imansız sözler,   Allah'ın eşsiz  kitabı olan Kuran'ı Mübin'i bir beşer sözüne eşit hale getirir.
Bu söylem batıl ile hakkı birbirine karıştıran dini en tehlikeli silah haline getiren kitapsız bir söylemdir.
Nitekim İslam aleminin geldiği vahşet ve şirk, küfür ve lanet, cehalet ve yobazlık, perişanlık ve felaketlerin başında bu "metlüv ve gayri metlüv" hikayeleri yatıyor.
Dolayısıyla tek hakikat şudur.
Vahiy Elçiyi hidayete ulaştırır fakat elçi olmadan da vahiy hayat bulamaz, vahiy elçinin dilinde hayat bulur, elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz.
 Bundan dolayı Allah Elçiler gönderir.
Elçilerin değerli oluşları Allah tarafından indirilen vahiy sayesindedir.
Elçileri önemli ve dokunulmaz kılan Allah'tan aldıkları vahiy'den başka bir şey değildir.
Yani elçilerin görevi  sadece vahyi tebliğ etmektir.
 Elçilerin misyonu gönderenin gönderdiğini, hiçbir müdahale ve tasarrufta bulunmadan muhatap kitleye iletmeleridir.
Vahye müdahale olursa risalete aykırı hareket edilmiş olur.
Ancak  vahye  müdahale edilmemesi, taşınan şeyden  habersizlik  anlamına gelmez.
Resul ( Elçi) olan kişi, gelen vahye ilk iman edendir.
 Vahyin ne olduğunu, niçin geldiğini  iyice sindirir, ondan asla şüphe etmez ve en güzel bir üslupla temsiliyet görevini yerine getirmek için çalışır.
Ancak gelen vahiy Allah tarafından açıklanıp detaylandırıldığı için elçi ona ayrıca bir tefsir ve açıklama getiremez.
Saf ve temiz, hâlis ve muhlis olarak vahiy  orijinalini koruması gerekiyor.
Elçilerin görevlerinin yalnız vahyi tebliğ etmek olduğu ile alakalı onlarca ayet vardır.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
 (11. YAZI )
"Kim RESÜLE İTAAT ederse ALLAH'A itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! "(Nisa, 80)
RESÜLLER sadece vahyi tebliğ eden Allah'ın Elçileridir.
Bundan dolayı Resüllere itaat ALLAH'A itaat, onlara isyan ALLAH'A isyan etmek gibi kabul edilmiştir.
Çünkü elçiye zeval olmaz, Resüller kendilerine  verilen elçilik görevini yerine getiren Allah'ın  temsilcileridir.
Fakat Ehli sünnet ve Şia büyük cehaletle bu âyetin manasını da değiştirdiler.
Ehli sünnet ve Şia mezhepleri âyetin manasını şu şekilde vermektedirler.
"Hadisleri kabul etmeyenler Allah'ın Resulüne itaat etmemiş olur, Allah'ın Resulüne itaat etmemek küfürdür"
Onlara göre hadisler tamamen Allah'ın Resulünü  temsil ettikleri için onlara karşı gelen Allah'ın Resulüne karşı gelmiş oluyor.
Dolayısıyla hadisleri inkâr edenler Elçi düşmanı kafirlerdir.
İşte Ehli sünnet ve Şia âlimleri!!!
önemli bir  yobazlıkla, hurafe ve iftirayla maraton yaparak  büyük bir  maharetle cehaletin  zirvesini  aştılar.
Kur'an'ı anlamamak için neredeyse ellerinden gelen bütün çabayı harcadılar.
Allah ( cc) da onları alıp doğu ile batı kadar bir daha geri dönüşü olmayan,  Kur'an'dan en uzak bir mesafeye fırlatıp attı.
Artık Şia ve Ehli sünnet alimleri!!
aynen Yahudi ve Hıristiyan din adamları  gibi kıyamet gününe kadar  asla hidayeti bulamayacaklardır.
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHİY İLE HÜKÜM VERİRLER
(Ey Resul!)" Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab-ı hak ile indirdik, hainlerden taraf olma"
( Nisa, 105)
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim RESÜLE karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakır ve cehenneme sokarız, o ne kötü yerdir"
(Nisa, 115)
RESÜLLER tamamen ALLAH'I temsil ettikleri için onlara karşı gelmek vahye karşı gelmek olduğu için kafir olmuş ve  kendi istekleri doğrultusunda cehenneme girmişlerdir.
Çünkü Resül ( Elçi) sadece vahyi tebliğ eden ve onu okuyan kişidir.
Tek görevi vahyi  muhataplara iletmektir.
Onun için bu ele aldığım bütün âyetlerde "Resul"( Elçi) kavramı kullanılmıştır.
Zaten Nebi kavramı geçtiği zaman  Allah'ın izin ve inayetiyle  nedenini açıklıyorum.
İMANIN ŞARTI BEŞTİR
""Ey iman edenler! Allah'a, Resüle (Elçiye) Resulüne  indirdiği kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz.
Kim ALLAH'I, meleklerini, kitaplarını, Resüllerini (Elçilerini) "Rüsulihi" ve ahiret gününü inkâr ederse tam olarak sapıtmıştır"
(Nisa, 136)

12 Haziran 2017 Pazartesi

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(10. YAZI)    
HURAFECİ MEZHEPÇİLER TARAFINDAN    İSTİSMAR EDİLEN BİR AYET DAHA
"Hayır, Rabb'ine Andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda (Allah'ın Elçisi olarak) seni  hakem kılıp sonra da (Allah tarafından   indirilen vahye göre ) verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar"
(Nisa, 65)
Bana, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin en büyük başarısı nedir? diye soracak olursanız.
Dereddütsüz derim ki: Allah'ın apaçık âyetlerini tahrif etmede gösterdikleri büyük başarıdır, derim.
Yani şimdi Allah'tan korkmak lazım, yukarıda mealini verdiğim ayetten manası daha açık ve net olarak anlaşılacak kaç tane ayet vardır.
Fakat maalesef Şia ve Ehli  bu ayetin manasını da değiştirdiler.
Âyetin manası şöyle iken
"Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda (Allah'ın elçisi olarak) seni hakem kılıp sonra da (inen vahiy ile) verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar"
Şimdi ben, neden parantez içinde(Allah'ın Elçisi olarak, inen vahiy ile) diyerek  ayete böyle bir mana verdim?
Benim âyete böyle bir mana vermemin sebebi Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüdür.
Allah'ın bütün Elçileri ancak inen vahiy ile hüküm verirlerdi, onlar için başka bir yol ve yöntem asla caiz değildir, onlardan başka bir tercih kabul edilemez,
İşte size âyetler,
"Biz, içinde doğruya rehberlik ve Nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik, Kendilerini Allah'a vermiş Nebi'ler onunla Yahudilere hükmederlerdi,,,,,"( Mâide, 44)
"İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebi'leri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da indirdi,,,"(Bakara, 213)
Daha varmı?
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab-ı hak ile indirdik, hainlerden taraf olma"(Nisa, 105)
Daha,
"Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma,,,,"( Mâide, 48)
Daha,
"Ey Davut! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve arzulara uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık azap vardır"(Sâd, 26)
Allah'ın bütün Elçileri ve Nebi'leri vahiy ile hüküm verdiklerini gösteren bu âyetler gibi daha onlarcası olmasına karşılık, Ehli sünnet ve Şia Nisa 65. âyete nasıl bir mana vermişler bilmek ister misiniz?
"Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda (Nebi olarak) seni hakem kılıp sonra da (kendi içtihadınla) verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar"(Nisa, 65)
Peki Şia ve Ehli sünnet alimleri neden benim bağlam ve bütünlüğe bağlı kalarak âyete  verdiğim mana gibi bir  mana vermiyorlar?
Çünkü benim verdiğim mana gibi bir mana verirlerse bütün hadis külliyatlarını ve rivayet kaynaklarını reddetmeleri gerekiyor.
Böyle bir şey mümkün olmadığı için Allah'ın kitabını değiştirmek suretiyle vahyi tahrif ediyorlar.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (9.YAZI)
Bu açıklamada, zamir kullanılacak iken neden "Resul" kelimesinin açıkça getirildiği ve  "vesteğferte lehum"
"sende onlar için istiğfar etseydin" gelmedi de "vesteğfera lehumurrasulu"
"Resul onlar için istiğfar etseydi" denilmesinin arkasında var olan incelik ve ayrıntı şudur.
Allah Resulü'nün,
iman edenlerin  üzerinde bulunan hakkı, aralarında ihtilafa düştükleri şeylerde aralarında hüküm vermesi için kendisinin  hükmüne müracaat etmeleridir.
Elçiye bu hakkın verilmesi, onun Allah Resulü olmasından, insanlar arasında vahiy ile hükmetmesinin emredilmiş olmasından dolayıdır.
Eğer onlar o günahı işlerken (Allah Resulü'nü bırakıp tağut'a giderken) bunun yerine
 MESELA,
Haksız yere elçinin malından ve mülkünden bir şey yemek gibi şahsi  bir hakkı çiğnemiş olsalardı o zaman Allah ( cc)  " festeğferte lehum" "Ey Muhammed! Sen de onlar için istiğfar etseydin" derdi.
Gelenekçi hurafecilerin ve  tarikatçı müşriklerin  şeyhlerine aynı misyonu yüklemek için bu ayete verdikleri şu anlam doğru değildir.
"Zamir yerine "Resul" kelimesinin kullanılmasının elçilik makam ve mertebesinin yüceltildiğini ve bu şerefli makamın sahibinin Tevbe alması,
dua etmesi ve istiğfarda bulunmasının daha makbul edileceğine ve şefaatının reddedilmeyeceğine işaret edildiğini iddia etmek"
İşte bu yüzden bu âyet  en çok istismar edilen âyetlerdendir.
Özellikle tarikat ve tasavvuf  ehli şeyhe gidip ondan tevbe almak,
himmet beklemek,  onun önünde günah çıkarmak ve bir şeyhe intisap etmeyi bu ayete dayandırmaktadırlar.
Evet Allah Resulü'nün makam ve mertebesi şerefli ve özeldir.
Fakat  Allah ( cc) "Elçi (Aleyhisselam) kendileri için günde yetmiş defa  istiğfar etse bile münafıkları bağışlamayacağını bildirmiştir"
(Tevbe, 80)
Dolayısıyla bu ayette belirleyici unsur
"Ve mé erselné min Rasülin illé Liyuta'a biiznilléhi"
"Biz her Elçiyi- Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik" (Nisa, 64 ) ayetinin  pasajıdr.
Allah Resulü'nün istiğfarının, onların istiğfar etmesi şartına bağlanmasına gelince:
Bu şu demektir:
Onların tevbeleri ancak Resul tevbelerinden tam olarak razı olduğu takdirde gerçekleşir.
Elçilik makam ve mertebesinin önemini müminler  kavramak zorundadır.
Bu konuda şu ayeti hatırlamakta fayda vardır.
"Size gelirler, gönlünüzü almak için Allah'a yemin ederler. Eğer bunlar mümin iseler, ilk önce Allah ve Resulü'nün "Rasuluhu" rızasını düşünmeleri gerekirdi"
(Tevbe, 62)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ  (8.YAZI)
(7.yazının devamı)
"Velev ennehum" "Eğer onlar" Allah'ın hükmünden yüz çevirip Tağut'un hükmüne giderek
"Kendilerine zulmettikleri zaman, sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler"
Yani o günahı işlemekten
 (Allah'ın Elçisi olarak seni bırakıp tağut'a gitmek) pişman olsalar
"Allah'ın elçisi olan Resül'de onlar için istiğfar etseydi"
Onların işledikleri günahlarını bağışlaması için Allah'a dua etseydi.
"Allah'ı ziyadesiyle affedici, merhamet edici bulurlardı"
Yani Allah onların bu şekilde yapacakları içten, samimi tevbeyi kabul ederdi.
Çünkü onun rahmeti her şeyi kuşatmıştır.
Allah'ın tevbelerinin şiarı olan istiğfarlarını Allah Resulü'nün istiğfarı
ile beraber koymasının sebebi, onların bu zulümlerinin sadece kendi nefislerine yönelik olmamasından ve bu zulümden Allah Resulü'nün
etkilenmesinden dolayıdır.
Sadece kendilerine değil, Allah'ın Resulünü bırakıp tağut'a gitmelerinden dolayı Allah'ın Resulü de etkilenmiştir.
Yani onların Allah'ın temsilcisini bırakarak tağut'a müracaat etmeleri Elçiyi incitmiş, onu üzmüş ve mahzun etmiştir.
Eğer günah ve zulümleri kendi şahsiyetleri ile alakalı kalsaydı onların Allah'a tevbeleri yeterli olacaktı.
Ama onların yaptıkları haksızlık ve saygısızlık Allah'ı temsil etme makam ve mertebesinde bulunan Resül'e (Elçiye) kadar ulaşmıştır.
Çünkü Resül
( Elçi) ,Allah'ın  temsilcisi olarak iman edenler arasında Kur'an ile hüküm vermede tek yetkili kişidir.
 (Sana şu tâlimatı verdik) Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma,,"
( Mâide, 49)
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab-ı hak ile indirdik, hainlerden taraf olma"
(Nisa, 105)
Bundan dolayı onların Tevbe etmeleri ve işledikleri zulümden pişmanlık duymaları için bunu Allah'ın elçisine açmaları gerekliydi.
Tâki Allah'ın Resulü,
risalet hukuna  yaptıkları haksızlık ve saygısızlıkları sebebiyle  onların gerçekten  samimi
olduklarını görsün ve onları bağışlasın ve elçilik vazifesinden yüz çevirmelerini affetmesi için Allah'a onlar için dua ve istiğfarda bulunsun.
(DEVAMI 9.YAZIDA)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (7.YAZI)
"Biz her Elçiyi (Resul) "Rasülin" -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar
( Allah'ın bir Elçisi olarak sana gelmeleri gerekirken tağut'a giden münafıklar Nisa, 60)
kendilerine zulmettikleri zaman
(Allah'ın Elçisi olarak)  sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, merhamet edicidi bulurlardı"
( Nisa, 64)
Ehli sünnet, Şia, hurafeci fanatik  mezhepçiler, ataların dinine tapan mukallitler, müşrik tarikatçıların en çok istismar ettikleri âyetlerden bir tanesi de yukarıdaki ayettir.
Bu yüzden bu ayetin üzerinde biraz fazla durmak istiyorum.
Ancak bu ayeti anlamak için ayetin bağlı olduğu diğer âyetleri de göz önünde bulundurmak zorundayız.
"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri (münafıkları) görmedin mi?
Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor"
(Nisa, 60)
"Onlara Allah'ın indirdiğine (kitab'a) ve Resüle gelin (ona başvuralım) denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"
(Nisa, 61)
"Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler"
(Nisa, 62)
"Onlar Allah'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir, onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkileyici söz söyle"
(Nisa, 63)
Şimdi esas olarak ele alacağımız ayete geldik.
"Biz her Elçiyi (Resul)
"Rasülin" -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, merhamet edici bulurlardı"
( Nisa, 64)
Aslında itaat Allah'adır, ayette yer alan "biiznilléhi" "Allah'ın izniyle" bunu gösteriyor.
Yani Allah ( cc) Elçilerine itaat olunmasını emretmiştir.
Elçilere itaat etmenin gerekliliği "Resul" kavramının  "Nebi" kavramından daha özel ve hassas olduğuna işaret etmektedir.
"biiznilléhi" "Allah'ın izniyle" demek, Allah'ın iradesi ve emri"yle demektir.
Burada Resul ( Elçi) tamamen ALLAH'I temsil makamında olduğu için böyle bir emir ve izin gelmiştir.
Yani Resul ( Elçi) konuşan Kur'andır.
"Liyuta'a biiznilléhi"
"Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik" demek " vahyin dile getirdiği bildirmeyle" demektir.
"Allah'a ve Resulüne itaat edin,," âyetinde olduğu gibi.
(DEVAMI 8.YAZIDA)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (5.YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Size ALLAH'IN AYETLERİ okunurken, üstelik ALLAH'IN RESULÜ de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim ALLAH'A bağlanırsa kesinlikle DOĞRU YOLA iletilmiştir"( Âli İmran, 101)
Yukarıdaki ayette  mükemmel bir sistem kuruludur.
"Size ALLAH'IN AYETLERİ okunurken, üstelik ALLAH'IN RESULÜ "Rasuluhu=Elçisi" de aranızda iken nasıl inkara saparsınız?
Yani Allah'ın âyetleri ile Resulün arasında bir fark yoktur.
Elçi konuşan Kur'andır.
Resul ( Elçi) ile vahiy Allah'ı temsil ederler ve Allah'a ulaştırırlar.
",,,,,Her kim ALLAH'A bağlanırsa kesinlikle DOĞRU YOLA iletilmiştir"
Sadece vahyi kaynak alan Resüle ( Elçiye) uymuştur.
Dolayısıyla Allah'a bağlanmış ve doğru yolu bulmuştur.
"Allah'a ve Resulüne itaat edin ki Merhamet göresiniz"(Âli İmran, 132)
Kur'anda sadece Allah'a ve Resulüne itaat emredilmiştir.
Resüle itaat mutlak olan bir emirdir, yani Resul ( Elçi) olan kişiye itaat edilmediği takdirde küfür olacaktır.
Çünkü Resülun tek görevi vahyi tebliğ etmekten ibarettir.
Kur'an'ın hiçbir ayetinde "Nebi'ye itaat edin" diye bir emir  yoktur.
Konu ile ilgili bütün emirler "Allah ve Resulü'ne itaat edin" sistemiyle gelmiştir.
"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan,
(şirk ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir RESUL( ELÇİ) "Resulen"  göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler"
(Âli İmran, 164)
Allah Resulü ( Aleyhisselam) inen vahiy ile iman edenleri şirk, küfür ve her türlü kötülükten temizliyor.
Kur'an'ın bir çok ayetinde Kur'an'ın "İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderildiği" ortaya konmuştur.
(Resulüm! ) Eğer seni yalancılıkla suçluyorlarsa (üzülme) gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice Resüller (Elçiler) "Rusulün" de yalancılıkla suçlandı"
(Âli İmran, 184)
Resul ve Nebi ibarelerini araştırırken ilginç bir şey ile karşılaştım.
Kur'an'ın bütün ayetlerinde yalanlama "Resul"( Elçi) olan kişiyle alakalı olduğunu gördüm.
Yani Kur'an'ın hiçbir ayetinde "Nebileri yalanladılar" diye bir şey geçmez.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (6.YAZI)
"Küfür yoluna sapıp Resulü (Elçiyi) dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiç bir sözleri gizli kalmaz"
(Nisa, 42)
Elçilerin görevi sadece vahyi muhataplara iletmek olduğu için onları  dinlemeyenler dolayısıyla vahyi
dinlememiş sayıldığından kendi seçim ve tercihleri sebebiyle  hidayet yolunu bulamayıp cehenneme gireceklerdir.
Ayette yine "Resul"( Elçi) kavramı kullanılmıştır.
Kur'an'ın âyetlerinde Nebi'yi dinlemeyen için böyle bir ceza öngörülmez.
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resül'e de  itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de, (itaat edin)
Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve ahirete gerçekten iman ediyorsanız- onu Allah'a ve Resüle götürün (onların talimatına göre halledin) bu hem daha hayırlı, hem de netice itibariyle daha iyidir"
(Nisa, 59)
Yukarıdaki ayette yine Allah ve Resulü'ne mutlak itaat emredilirken emir sahiplerinin önüne "itaat edin" emri konulmayarak onlara itaatin mutlak olmadığı ortaya konmuştur.
Ayrıca
 "Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve Resüle götürün ( onların talimatına göre halledin" bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha iyidir"
buyrulması, mutlak itaatin sadece Allah'a ve Resulüne olacağı açık hale geliyor.
İlerideki âyetlerde "Allah ve Resulden" maksadın temsiliyet ile alakalı bir hakikat olduğu gelecektir.
Yani bu "Allah ve Resulü" kavramları  asla çift başlılıkla alakalı  bir şey değildir.
"Kim ALLAH'A ve RESÜLE İTAAT ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler, ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"
(Nisa, 69)
Yukarıdaki ayette  "Resul" ve "Nebi" kavramları ile ilgili  ilginç bir sistem kuruludur.
Şöyle ki:
"Kim ALLAH'A ve RESÜLE İTAAT ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir,,,, ,"
Yani "Resüle itaat eden, Nebi'lerle beraber oluyor"
Çünkü Risalet görevi dünya hayatı ile sınırlı bir ünvandır. Risalet görevi  bu dünyada son bulurken, Nübüvvet makam ve mertebesi ahirette de devam edecektir.
Mesela, Dünyada Nebi veya  Resul olan birine ahirette "bu şahıs dünya hayatında bir Nebi idi" denilecek.
Çünkü Resülun görevi  sadece vahyi tebliğ etmekten ibarettir.
Ama Nübüvvet makam ve mertebesi ahirette de devam edecektir.
Yani ahirette nasıl ki bir insan için "bu adam çok dürüsttü, çok cömertti, çok merhametliydi" denilir.
Ama yaptıkları mesleklere itibar edilmeyecektir.
Yani "bu cumhurbaşkanı idi, Başbakan idi, diplomat idi" denilmeyecektir.
Bu yüzden bu dünyada sadık olan ahirette de sadıktır, şehit olan, şehit olarak bilinir, fakat maddi  rütbe ve makamlar  bu dünyada ölüm ile birlikte yok olurlar sadece sorumlulukları kalacaktır.
BU "POSTACI" SÖZÜ NEREDEN ÇIKTI
(6. YAZI)
İşin bilimsel yönüna gelince, Kur'an'da "elçi"  karşılığı olarak  kullanılan "resül" sözcüğünün Arap dilinde karşılığı  "sözü veya işi yüklenen kişiyi" ifade eder.
 (Rağıb el İsfehani, resül madd)
  Bir fıkıh  terimi olarak Resul'ün anlamı ehl-i sünnet mezhep anlayışın bir tür anayasası sayılan Mecelle'de şöyle verilmektedir:
" Risalet, bir kimse, tasarrufta dahli(etkisi)   olmaksızın  bir kimsenin sözünü diğerine tebliğ etmektir.
 Ol kimseye resul veya mürsil,  tebliğ  yapılana da mürselün ileyh denir."
(Mecelle, madde: 1450)
İslami terimlerini  açıklamadaki otoritesiyle ünlü  Seyyid Şerif cürcani (Ölüm. 816/ 1413)
ünlü eseri "Tarifat"ın  resul maddesinde Resulü şöyle tanımlıyor :
"Resul, Allah'ın hükümlerini halka ulaştırmak üzere görevlendirilen insana denir"
( Cürcani, Tarifat, Resul  madd)
 Resul, Allah'ın hükümlerini Allah'ın kullarına ulaştırır,
 Allah adına hüküm koyamaz, Allah'ın hükümlerine müdahale edemez.
 Resul,  Allah'ın elçisidir, ama Allah'ın ortağı asla değildir.
 Bu böyle olduğu içindir ki, Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler vahiy hüviyeti taşıyamazlar.
  Çünkü ne olursa olsun sonuçta beşeri  ürünlerdir.
Ve Nebi (Aleyhisselam) ın bir beşer  olduğu,  tartışmasız bir Kuran gerçeğidir.
O halde,  vahiy yani Allah tarafından indirilen orijinal din ve ilim  sadece ve sadece  Kur'an ayetleri için geçerlidir.
 Dolayısıyla Allah tarafından indirilen ve  elçinin dilinde hayat bulan Kur'an, sorumlu olduğumuz tek kaynaktır.
BU " POSTACI" SÖZÜ NEREDEN ÇIKTI
(5.YAZI)
 Bu "postacı" sözcüğünü dillerine dolayarak akılları sıra
 "Nebi'yi rant aracı ve şirklerine âlet"yapanlar farkında olmadan, şecaat arz ederken sirkatlerini söylemektedirler.
Bu yalan ve dolan ile ortaya konan sahtekarlığın bilinçaltında Kur'an'a ve Tevhid akidesine karşı bir kin ve düşmanlık yatmaktadır.
Şöyle ki:
Hz İsa ( Aleyhisselam) ı ilahlaştıran müşrik din adamları gibi dillerine doladıkları bu "postacı" olmadan,
Vahyin  hakikatlerini  toplayan kitap, yani Allah'ın kitabı Kur'an insanlığa ulaşmaz.
Kur'an'ın insanlığa ulaştırılması, vahyin hayat bulması anlamsız veya sıradan bir değer midir ki bu postacılıktan
 (Elçilik makam ve mertebesinden )
böylesine rahatsız oluyorsunuz?
EY HURAFECİ MEZHEPÇİLER!
 Allah'tan gelen vahyin elçinin dilinde hayat  bulması Allah Resulü'nden iki asır sonra toplanan
 Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran
inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin
kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle kıyas kabul eder mi?
EY YALANCI GELENEKÇİLER!
Resulü değerli kılan şey Allah tarafından indirilen orijinal din midir?
Yoksa Allah Resulü adına uydurulan tamamen hurafe ve iftira olan Emevi Abbasi imalatı uydurma rivayetlerle meydana çıkarılan din midir?
Allah Resulü'nün sadece "postacı" olduğunu, yani Kur'an'ı getirmekle işinin bittiğini kabul edelim.
Öyle bir durumda, size göre, Allah'ın kitabının tebliğ edilmesi, insanlara ulaştırılması hiç bir anlam ifade etmiyor mu?
Sizin yanınızda Kur'an bu kadar değersiz bir şey midir?
Vahyin hayata aktarılmasına karşı bu kin ve nefretiniz nedir?
Neden Allah'ın kitabına karşı bu kadar tahammülsüzlük gösteriyorsunuz?
Kur'an size ne kötülük yaptı?
Yani şimdi Allah Resulü'nün Kur'an'ı Mübin'i getirmiş olması,
 Kur'an'a elçilik görevini yerine getirmesi, sizin iftira deyiminizle vahye postacılık yapması, şeref, onur, değer ve büyüklük açısından az bir şey midir?
Kur'an değersiz bir kitap değilse, Kur'an'a postacılık yapmak neden bu kadar sizi rahatsız ediyor?
Allah'ın kitabına elçilik görevini yapmayı yetersiz görerek
 Resülüllah  ( Aleyhisselam) a uydurma ve iftira rivayetlerle hurafe ve yalan nitelikler verme  cür'et ve
cesareti nereden buluyorsunuz?
Rahman ve Rahim olan Allah, kendi Elçilerine sıfat bulmakta zorluk mu çekti?
Yani Allah'ın,
Elçilerine vermiş olduğu   Resul, Nebi, Beşir, Nezir,Şahit, Dâi, Sirac gibi kavramlar içinde en değerli sıfat "Resul ( Elçi) sıfatı değil midir?
YALNIZ YAŞAYANLARDAN DEĞİL ÖLÜLERDEN DE ÇEKECEĞİMİZ VAR.
 İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın gönderdiği Elçilerin önünde engel oldukları gibi,
Kur'an ehli muvahhidlerin önünde de en büyük engel ölülerdir.
Kur'an hakikatının önünde en büyük bataklık
 ve aşılmaz akabe ölü olan sözde âlimler ve müçtehitlerdir.
Tevhid akidesinin insanlara ulaştırılmasına mâni  olan yine  bu sözde âlim ve büyük müçtehit  olarak görülen ölülerdir.
Hakikat avcılarına karşı cesetleri toz olmuş  hurafecilerden  daha çetin bir mücadele  hiç kimse ortaya koyamaz.
Ölüp gittiler, toprak olup, toz oldular ama kör olası hurafelerini başımıza musallat ederek, inanç,  fikir ve hürriyetimizi  geçmişin karanlıklarına  mahkum ettiler.
Kendileri ölüp gittiler ama bıraktıkları dini paramparça etme mirasları  sayesinde onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlar birbirlerini durmadan  katlettiler.
Kur'an'ın ilmine ve hikmetine ölülerden daha yaman bir muhalif asla bulunamaz.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür dostları ölü âlimlerden çektiklerinin binde birini yaşayan cahillerden çekmediler.
Muvahhidler hayatta olan cahil hurafecileri aşsa da ölüleri asla aşamazlar.
Ölüler asla aşılamazlar.
Çünkü ölüleri aşmaya çalışmak, onların çürümüş fikirlerine karşı gelmek en tehlikeli bir ihanet  olarak kabul edilmektedir.
Şimdiye kadar ölülerin nasıl açılacağı ile alakalı hiç kimse bir fikir ortaya koyamamıştır.
Ölüleri aşıp Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine,
Allah'ın kitabının hikmetine, Vahyin aydınlığına nasıl  kavuşacağız .
 Yaşayanları aşmak o kadar zor değil,asıl zor ve müşkül olan  kemikleri  çürümüş olanları aşmanın yolunu bulmaktır.
Aslında en büyük icatlardan ve buluşlardan bir tanesi, belki de en önemlisi ölülerin uydurma rivayet ve  dinlerini aşarak Kur'an'a ulaşmak olacaktır.
Kur'an ehli muvahhidler ne zaman ölüleri aşmayı başarırlarsa Kur'an ikliminin aydınlığına çıkmış olacaklar.
Ölüleri aşmadan Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak faydanamayız.
Aslında ölüleri aşmanın yolu Allah'ın kitabı Kur'andır, çünkü o her türlü hastalığa karşı mükemmel bir kalkandır.
DOLAYISIYLA ÖLÜLERİN UYDURMA VE HURAFE  DİNLERİNİ  ALLAH'IN İZİN  VE İNAYETİYLE, RAHMET VE HİDAYETİ OLAN KUR'AN İLE AŞARIZ.
Zorla yaşatılmaya çalışılan ölüler olmasaydı bu ümmet  böyle izdırapların, karanlıkların,
 zulüm ve vahşetin,
cehalet ve yobazlığın, ahmaklık ve kaos girdapının tam merkezinde  olur muydu?
HURAFELERİN GÜCÜ ADINA, GÜÇ VE SÖZ  ÖLÜLERİNDİR ARTIK.
( Ey Muhammed! ) Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları:
 Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
(Zuhruf, 23 )
(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yinemi bana uymazsınız)? deyince , dedilerki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi ( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
(Zuhruf, 24)
Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, tefekkür etme,  sorgulama ve eleştiri yapma gibi ne kadar önemli bir şey varsa onu öldürdüler.
Ölmüş insanların fikirlerini ve içtihatlarını zorla yaşatmaya devam ediyorlar.
Dinlerini Kur'an ehli muvahhidlerden ve hayat veren  Kur'an'dan öğreneceklerine hâlâ toz ve toprak  olanlardan öğrenmeye çaba gösteriyorlar.

5 Haziran 2017 Pazartesi

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (4.YAZI)
(Havariler) Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resüle ( Elçiye) itaat ettik. Bu yüzden bizi (birliğini ve Elçilerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler"
(Âli İmran, 53)
Yukarıdaki ayette bulunan "Resüle ( Elçiye) itaat ettik" ifadesine dikkat ediniz.
Çünkü "itaat ettik, itaat edin"  gibi ifadeler Kur'an'da her zaman  "Resul"(Elçi)  kavramı ile  alakalı olarak kullanılmaktadır.
"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Nebi (Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur"
(Âli İmran, 68)
"Nebi" makam ve mertebesi fazilet açısından  "Resul"(Elçi) makam ve mertebesi ile müminler arasında yer alan  bir mertebedir.
Eğer öyle olmasaydı
 "Nebi"de iman eden müminler arasında anılırdı, bu ayette Nebi müminlerden ayrılarak anılması onların üzerinde bir fazilete sahip olduğundan ileri gelmektedir.
Fakat din (tevhid) olarak "Nebi Muhammed" dâhi  İbrahim (Aleyhisselam) ın dinine tâbi olduğu özellikle vurgulanmaktadır.
Çünkü bütün Elçilerin dini birdir, o da tevhid dini olan İslam'dır.
"Hani Allah, (bir zamanlar) Nebi'lerden: " Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakileri tasdik eden bir RESUL ( ELÇİ) geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" diye söz almış,
 "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi? " dediğinde,
"Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu"
(Âli İmran, 81)
"Artık bundan sonra her kim(sözünden)  dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ( fasıklarin) ta kendileridir"
(Âli İmran, 82)
81 ayette bulunan "Hani Allah (bir zamanlar) Nebi'lerden "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakileri tasdik eden bir RESUL geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" cümlesi ile 82. ayette bulunan "Artık bundan sonra her kim (sözünden) dönerse
işte onlar yoldan çıkmışların (fasıkların) ta kendileridir"
cümlesi çok önemlidir.
Birinci cümle  "Resul ( Elçi) makam ve mertebesinin "Nebi" makam ve mertebesinden daha üstte olduğunu, ikinci cümle ise Nebi'lerin Allah'a karşı günah işleme kapasitesine sahip olduklarını gösteriyor.
Resülluk ( Elçilik) makam ve mertebesi için bu mümkün değildir.
Çünkü ayette Allah " Nebi'lerden  gelecek olan Resül'e kayıtsız şartsız iman edeceklerine dair söz alıyor"
"De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbata indirilene, Musa, İsa ve diğer Nebilere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz"(Âli İmran, 84)
"Kim (tevhid dini olan) İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden ( böylebir inanç) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır"
(Âli İmran, 85)
Yukarıdaki iki ayette "Elçiler arasında ayırım yapılmaması,
bütün Resullerin aynı zamanda Nebi oldukları fakat bütün Nebi'lerin Resul makam ve mertebesine sahip olmadıkları,
İslam dininin tevhid akidesi anlamında insanlık tarihinde  bütün Elçilerin ve iman edenlerin dini olduğunu"ortaya koyan  gerçekler mevcuttur.
BU " POSTACI" SÖZÜ NEREDEN ÇIKTI?
 (4.YAZI)
Günümüzün gelenekçilerinin, Kur'an ehli muvahhidleri lekelemek ve iftira etmek maksadıyla,
 Allah'ın Elçisi için  kullandıkları bu uydurma "postacı" sözcüğü, bizzat kendileri tarafından icat edilmiş bir hurafedir.
Yani bu tabirin mucidi ataların dinine körü körüne  bağlı olmaya davet eden hurafeci rivayet tapıcılarıdır.
Aslında, bu konuyu, vahiy  ve Elçiler tarihi zemininde  değerlendirdiğimiz zaman hakikatı görmüş olacağız.
Esasen bu eleştirinin sahipleri yani Emevi Abbasi imalatı hurafe
 Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan
Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere kayıtsız şartsız tâbi olanlar,  Allah Resulü'nü hayatın,
hatta Kur'an'ın ve tevhid sisteminin dışına çıkarmaktadırlar.
Bu iftiracılar, Allah Elçileri konusunda, Kur'an ehli muvahhidleri  itham etme hastalığına mağlup olarak, bile bile hakkı gizlemek ve doğru yolu eğri göstermek gayesiyle kilise engizisyoncularının Allah Resulü Hz İsa aleyhinde sergiledikleri iftira ve apaçık cehaleti tekrar  hayata geçirmektedirler.
Onların bu çirkin ahlak ve bozuk inanç  yapıları sayesinde Allah'ın ve tüm lânet edicilerin lânetine maruz kalmaktadırlar.
 Hurafeci cahiller şu  sorunun cevabını vermek zorundadırlar.
Allah'ın muhterem Elçilerini hayattan uzaklaştırmak,
 onları vahyin ölçüleri içinde sağlıklı olarak  övmek yüzünden mi vücut bulur,
yoksa onları şirk geleneğinin yüceltmelerine malzeme yapmak yüzünden mi?
VAHYİ TEK KAYNAK KABUL EDEN KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER OLARAK İKİ NOKTANIN ALTINI ÇİZİYORUZ.
1-) Tarihin hiç bir zamanında Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Elçileri için "postacı" sözcüğünü kullanmamışlardır.
Kullandığımızı varsayalım:
2-) Allah'ın postacılığını yapmak, vahyi tebliğ etmek, Allah'ın temsilcisi makamında bulunmak, canlı vahiy ve konuşan Kur'an olmak küçümsenecek bir görev, hafife alınacak bir sıfat  mıdır?
Şirki tevhid akidesine bulaştırarak şeytanın postacısı olanların bu soruya cevap vermeleri gerekir.
Ümmi, saf, ilimsiz  ve aldatılmış bu milletin inançlarını ve duygusallığını sömürmenin getirisi alçaklık ve cehennem azabından başka bir şey değildir.

3 Haziran 2017 Cumartesi

KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (3.YAZI)
(RESULÜM! ) De ki:
Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir"
(Âli İmran, 31, )
"De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez"
(Âli İmran, 32)
Mezhepçi gelenekçilerin en çok istismar ettikleri ve yanlış meal verdikleri âyetlerden bir tanesi de Âli İmran süresi 31. âyetidir.
Onlar şöyle bir mana vererek Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tarumar ediyorlar.
"De ki:
Eğer Allah'ı seviyorsanız bana (Nebi olan Muhammed'e ) uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir"
Halbuki 32. âyet 31. âyetin hangi anlama geldiğini ortaya koymaktadır.
"De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez"
Yani 31 âyetin doğru meali şöyle olacaktır.
(RESULÜM! ) De ki :
Eğer Allah'ı seviyorsanız bana
  (Resul-Elçi-Muhammed'e) uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir"
Çünkü mutlak itaat ve ittiba Allah'ı temsil makamında olan Resül'e ( Elçi) olan kişiye yapılması gerekiyor.
Resul ( Elçi) ile kitabın arasında bir fark yoktur. Elçi konuşan Kur'andır. Elçi olmazsa vahiy,  din, Kur'an, iman ve İslam olmaz.
Dolayısıyla 31. âyette kasdedilen kişi Nebi- Muhammed değil, Resul Muhammed'tir.
Yani vahyi temsil eden kişidir.
Yani görevi sadece vahyi tebliğ eden Resuldür.
Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan Emevi Abbasi imalatı hurafe
Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler değildir.
Mutlak itaat sadece Allah'a ve Resulüne yapılır, Nebi'ye mutlak itaat olmaz.
Çünkü Nebi makam ve mertebesi sivil bir mertebedir.
Resul makam ve mertebesi ise vahiy ile ilgili dinen görevli , resmi bir makam ve   mertebedir.
Resülluk makam ve mertebesinde hata ve ihanet olmaz.
Nebilik makam ve mertebesinde hatalar yapılmıştır.
İleride bununla alakalı çok misaller gelecektir.
OSMAN ÜNLÜ:
"Çocukları camiye sokmamak gerekiyor, çünkü camiler,,,,,,,,döner" ve "Hurma Hz Adem'in çamurundandır,  dolayısıyla bizim halamız'dır" diyen Osman ünlü, cahil, yobaz, gerici, yalancı, iftiracı ve uydurmacı adamın tekidir.
 Yıllardan beri bu Kur'an ve muvahhid düşmanı adamı dinlerim
Bu adam aynen Prof Dr Ramazan Ayvalı gibi 40  yıldan ziyade TGRT, Türkiye Gazetesi  VE İHLAS HOLDİNG'IN
medya yayınlarında İslam dini adına uydurulan hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerini ve ahmaklıklarını anlatıp duruyor.
Son zamanlarda iktidara yakın olan tv kanalları Prof Dr Ramazan Ayvalı'yı keşfedip transfer ettiler.
Bu hurafeci kanallar Osman ünlü'yü niye keşfedemediler anlayamadım.
Halbuki Osman ünlü cübbeli Ahmet gibilerinden daha hurafecidir.
Osman Ünlü'nün ne kadar akılsız ve ahmak birisi olduğunu TGRT'de anlattığı bir saçmalığını hatırlıyorum.
  Bu hikayede şöyle diyordu:
"Tabiinlerden  (Sahabelerden sonraki Müslümanlar) kırk kişi bir gün Medine'de yaşayan  Selman-ı Farisiyi ziyarete gitmişler, Selman-ı Farisi tam 250 yaşında idi"
"Tabiinler Selman-ı Farisi'nin yanında otururken uzaktan bir geyik sürüsü geçti, Selman-ı Farisi o geyik sürüsünden bir tane geyiği çağırarak buraya gel dedi"
"Geyik derhal sürüsünden ayrılarak onların yanına geldi"
"Selman-ı Farisi o geyiği keserek  misafirlerine ikram ile  onların karınlarını doyurdu"
İşte "Makbul" Enver Ören'in has adamı  Osman ünlü böyle ahmak ve akılsız, KUR'AN'SIZ ve imansız bir adamdır.
Dolayısıyla dindar bir  insanda Kur'an'ın ilmi,  hikmeti ve Kur'an aklı olmayınca ya vahşi bir canavar veya akılsız bir ahmak olmak  durumundadır.
Ateistler, komünistler ve sosyalistler bu gibi cahil ahmaklardan daha hayırlıdır.
Yahudi ve Hıristiyanlarda böyle ahmak hurafeler anlatan yoktur.
Bence uydurma rivayetler kadim İran, Hindistan ve Türk efsanelerden  İslam'a ve Müslümanlar büyüklerine  uyarlanan hikayelerdir.
Cübbeli Ahmet, Adıyamanlı uydurma Gavs, Nihat Hatipoğlu, Osman ünlü, Ramazan ayvalı Vehbi Güler gibileri de hiç düşünmeden bunları tv ekranlarında anlatıp duruyorlar.
İşte Kur'ansızlık böyle büyük bir beladır.
Halbuki Kur'an'ın zerresinden haberleri olsaydı böyle ahmakça hikayeler anlatıp  durmayacaklardı.
Kur'an ilmi ve hikmeti insanı sağlıklı olmayan bilgilerden temizler ve  arındırır.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(2. YAZI)
"Nitekim kendi içinizden size AYETLERİMİZİ OKUYAN, sizi kötülüklerden arındıran, size kitap ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir RESUL gönderdik"
( Bakara, 151)
Resul (Elçi) ile kitabın arasında bir fark yoktur.
Elçi konuşan Kur'andır.
Elçi olmazsa din, Kur'an, iman, vahiy diye bir şey olmaz.
 Resul ( Elçi) değerini Kur'andan alır
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur.
Dolayısıyla Elçilik makam ve mertebesinin  önemini ortaya koymak için Kur'an'da geçen bütün
 Resul  ve Nebi ibarelerini ele alacağız.
Resul ve Nebi ibarelerini ele alacağız ki, Resul ( elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan fark  ortaya çıksın ve din konusunda
 ümmeti bağlayan sözün sadece  Resulü'n dilinde hayat bulan vahiy  olduğunu kesin olarak  görelim.
Nebi'nin makam ve mertebesi, değer ve kıymeti, şeref ve onuru, namus ve şahsiyeti Kur'an tarafından  koruma altına alındığı halde sözlerinin bir bağlayıcılığının olmayacağı belli olsun.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Musa'dan sonra,
 Beni İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir Nebi'ye :
 "Bize bir hükümdar gönder ki onun komutasında Allah yolunda savaşalım" demişlerdi,,,,"
(Bakara, 246)
İsrail oğullarına Resul ( Elçi) makam ve mertebesine ulaşmadan Tevrat ile hüküm veren çok  NEBİ gönderilmiştir.
İşte yukarıdaki ayette söz konusu edilen şahsiyet bu Nebi'lerden bir tanesidir.
Çünkü Bakara suresi  247 ve  248 ayetleri de onun NEBİ kimliğine  dikkat çekmişlerdir. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"O Elçilerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir,,,"
(Bakara, 253)
Yukarıdaki ayette geçen "üstün kılma" aslında "farklı kılma" anlamında kullanılmıştır.
Çünkü Allah'ın Elçileri arasında ayırım yapmak doğru değildir.
Elçilerin hangisinin üstün olduğunu sadece Allah bilir.
"Resul ( Elçi), Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler,,,,,"
(Bakara, 285)
Resul ( Elçi) kendisine gelen vahye ilk once o iman etmeli ki, gönül rahatlığıyla başkasına tebliğ etsin.
Kendisinin iman etmediği bir şeye başkalarını davet edemez.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ ( 1.YAZI)
"Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir ELÇİ (RESULÜN) gelince ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına attılar"
(Bakara, 101)
Yukarıdaki ayette KİTAP ile ELÇİ aynı hakikatın temsilcileri olarak kabul edilmiştir.
Ayrıca ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri tuzağa düşmemeleri için Şia ve Ehli sünnet mezheplerine ikaz vardır.
"Yoksa siz de (Ey Muhammed'in arkadaşları) daha önce Musa'ya (saçma sapan sorular) sorulduğu gibi Elçinize
(Resuleküm) sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur"
(Bakara, 108)
İstisnasız bütün kavimler Elçilerine eziyet etmişlerdir.
Bunların içinde en fazla eziyete uğrayan Musa, Nuh, İsa, Muhammed, Lut ve İbrahim (Aleyhisselam) dır.
"Doğrusu biz seni Hak (KUR'AN) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin"
(Bakara, 119)
Kur'an'ın bazı ayetlerinde Allah  Elçilerinin(Rusul)  uyarıcı olduğu, bazı ayetlerde de kitabın veya âyetlerin müjdeleyici ve uyarıcı olduğu ifade edilmiştir.
Kitap ile Elçilerin arasında  bir fark olmadığından dolayıdır.
 Bütün Allah Elçileri uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderilmişlerdir.
Elçiler değerlerini vahiy'den alırlar, mişna, rivayet ve uydurma  hadislerden değil.
"Ey Rabbimiz!
Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir Elçi (Resulen)
gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin"
( Bakara, 129)
Ayetlerin tümüne baktığımızda her zaman "ayetleri elçinin (Resül) okuduğunu" görüyoruz.
Hiç bir yerde "âyetleri okuyan Nebi" yer almaz.
Yukarıdaki ayette geçen "kitaptan" maksat KUR'AN'DIR.
"Hikmetten" maksat ise Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi olduğunu görüyoruz.
(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız.O, müşriklerden değildi " (Bakara, 135)
"Biz, Allah'a ve bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbata indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rablerin tarafından diğer Nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin (Bakara, 136)
"Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar, dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir bilendir"
(Bakara, 137)
Elçi ve Nebi'ler arasında ayırım yapmak doğru değildir. Hangisinin üstün olduğunu sadece Alla bilir.
Kurtuluşa ulaşmak Yahudi, Hıristiyan, Şii ve Sünni olmakla olmaz.
Kurtuluşa ermek için İbrahim (Aleyhisselam) ın saf, temiz, hâlis, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan, kolay, sâde, apaçık, rahmet ve hidayet, sırat-ı müstakim olan hanif İslam dinine bağlı olmak ile olur.
ALLAH VE ELÇİLERİNDEN  BAŞKA HERKES SORGULANABİLMELİDİR.
Sorgulama nimetinden mahrum olan cemiyetler gelişme gösteremezler.
Sorgulama nimetine değer vermeyen milletler gerçek anlamda  medeniyet kuramazlar.
Kur'an'a göre Allah ( cc) sorgulanamaz.
"Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz, onlar (bütün insanlar) ise sorguya çekileceklerdir"
(Enbiya, 23)
Bu ayetteki gerçeğe rağmen Musa (aleyhisselam) Allah'ı bir fiilinden dolayı sorgulamıştır.
"Musa dedi ki, Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında ziynet ve nice mallar verdin.
 Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici azabı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi (verdin)? ,,,,,"
(Yunus, 88)
Rahman ve Rahim olan Allah ( cc) hikmetsiz bir şey yaratmadığından dolayı sorgulanamaz.
Allah abes, boşuna bir şey icat etmez ki sorguya çekilsin.
Fakat Musa (aleyhisselam) Firavun tarafından kavmine karşı yapılan katliam ve işkencelere dayanamayıp Rahman ve Rahim olan Allah'a  böyle bir şey söyledi.
"Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık"(Enbiya, 16)
"Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık"
( Duhan, 38)
 "Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar"
(Duhan, 38)
Allah'ın Elçileri vahyi tebliğ etmede hata ve ihanette bulunmadıklarından dolayı sorgulanamazlar.
Fakat yaptıkları hatalardan dolayı Allah ( cc) Nebi'leri (Elçileri  değil) sorgulamış ve eleştiriye tâbi tutmuştur.
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dâhi olsalar, müşrikler için af dilemek ne NEBİ'YE ne de inananlara yakışmaz"
( Tevbe, 113)
"Ey NEBİ!
Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır"( Ahzab, 1)
"Ey NEBİ!
 Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun"
(Tahrim, 1)
ŞİMDİ ESAS KONUMUZA GELELİM
Konuşmalarında genellikle Kur'an'ı anlatan, çok değer verdiğimiz Mehmet Okuyan hocayı 26. 05. 2017 tarihinde cuma günü saat 24 civarında Habertürk tv'de seyrediyorum.
 Konu: mukabele okumak nereden geliyor?Mehmet Okuyan,
 Programda  inanmadığı halde şu uydurma rivayetleri  söylemek zorunda kaldı.
"Mukabele Hz Peygamber döneminden geliyor.
Kur'an'ın kaybolmaması için Cebrail okuyor   Peygamber dinliyordu"
"Hatta son yıl iki defa kaydedilerek arzedildi, Peygamber Cebrail'e Kur'an'ı arzediyordu, kaybolmaması için"
Yani Mehmet Okuyan Hoca'ya göre bugün camilerde okunan mukabele geleneği Allah Resulü'nün  uygulamasından  gelmektedir.
Mehmet Okuyan diyor ki,
"Mukabele Hz Peygamber döneminden geliyor, vahyi Cebrail okuyordu, Peygamber (Aleyhisselam) dinliyordu, bunu vahyin kaybolmaması için yapıyordu"
"Peygamber okuyor, Cebrail dinliyordu, hatta son yıl Cebrail ile Hz Peygamber arasında yapılan mukabele iki defa tekrar edilmiştir"
"Cebrail (Aleyhisselam) Peygamber (Aleyhisselam) a okur, Cebrail dinlerdi"
"Son mukabele iki defa yapıldığı için  Peygamber (Aleyhisselam)ın  vefat edeceği anlaşılmıştı"
 Mehmed Okuyan Hoca bu uydurma rivayetlere inanıyor ki, bunları  zorlanarak da olsa dile getirmiştir.
Aslında yukarıda geçen hurafeleri Mehmet Okuyan'dan  başkası söyleseydi güler geçerdik.
Fakat bunları söyleyen Mehmet Okuyan olunca eleştiriye tâbi tutmadan geçmek olmaz.
Çünkü Kur'an ehli muvahhidler onun söyleyeceği şeylere inanıyorlar.
Halbuki yukarıda söz konusu edilen rivayetlerin hepsi uydurma ve yalandan ibarettir.
Çünkü Kur'an Cebrail( Aleyhisselam) tarafından Allah Resulü'nün kalbine indiriliyordu ve onu unutması mümkün değildi.
Bütün bu rivayetler Kur'an'a aykırıdır.
MESELA,
"Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim, benim ilmimi arttır" de.(Taha, 114)
MESELA,
(Resulüm! ) onu (Vahyi) çarçabuk kavramak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir.
 O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir"
(Kıyame, 16, 17, 18, 19)
MESELA,
"Sana (Kur'an'ı) okutacağız, artık Allah'ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın,,,"(Âlâ, 6, 7)
Dolayısıyla Mehmet Okuyan Hoca'nın  dile getirdiği bütün bu  rivayetler  Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırı ve  uydurmalardan başka bir şey değildir.
Çünkü vahyin Allah Resul tarafından unutulması mümkün değildir.
"Allah Resul Kur'an'ı Cebrail ile mukabele ediyordu" türündeki bütün rivayetler, diğer rivayetler gibi tam bir saçmalıktır.
ASLINDA MEHMET OKUYAN GİBİ  KUR'AN'A AĞIRLIK VEREN İLAHİYATÇILAR RİVAYETLERDEN ELLERİNİ ÇEKMEK ZORUNDADIRLAR.
ÇÜNKÜ RİVAYETLERDEN ELİNİ VE DİLİNİ TEMİZLEMEYENLER TAM OLARAK KUR'AN'I ANLAYAMAZLAR.