31 Mayıs 2021 Pazartesi

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(33.YAZIHocam!Yazınızdaki bir cümleye takıldım. "...böyle bir gerçek dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır..." Bu cümle, bana göre ayrı bir yazı konusu olması gerekir.Somutlaştırmak adına, dünyadaki tüm çıkar dengelerinden örnekler vermeye başlarsak sayfalar dolusu yazmak lazım.Kur'an'dan benim anladığım şudur.Şirkin kapsamı o kadar geniş ki, ticari ve ekonomik, finansal ve emek, adalet ve eşitlik, ırk ve sınıflaşma yani hem maddi hemde manevi boyutları olan ortaklıktır.Kendimden bir örnek vermek istiyorum.Yedi-sekiz sene öncesine kadar düşünürdüm, daha doğrusu hayal kurduğum olurdu. Şöyle bir milyarder olsam. Fabrikalarım, işletmelerim, yatırımlarım, çek defterlerim, emrimde hazır olan hizmetçiler, korumalar, politik ağırlık...vs, bu arada hayır işleri de yapardım, kimsesizler için bir vakıf veya aşevi, açılış yaparken kurdelayı ben keserim, mütevazi bir konuşma yapıp hayırsever işadamı imajı kazanırdım, manşetlerde ismim, hatta ekranlarda, röportajlar da verirdim.Bizim milletin çoğunluğu gibi, böyle şeylere özenirdim.Şimdi bunun şirk ile bağlantısı nedir? İşte bu noktada şöyle düşünüyorum: NİMET ve RIZIK vermek sadece Allah'a aittir.Mülk Allah'ındır.Bizim elimizde olan, hatta miras olarak varislerimize de bıraktığımız mülk, para veya para değerindeki her şey EMANET'tir.Biz bu "emaneti"yani Allah'ın bize verdiği rızkı ve mülkü tapulayarak ilahlığa soyunuyoruz." İlahlığa soyunuyoruz" diyorum, çünkü emrimizde elpençe korumalar, hizmetçiler, hepsinin yazgısı benim iki dudağımın arasında, korkuyla ve sadakatla gözlerime bakıyorlar, denizden birkaç kova alır gibi birkaç hayır, kurdela, ekranlarda kibrini saklayarak sevimli pozlar.. vs.Burada ben Allah'ın mülkünü, rızkını gasbederek ilahlığa soyunmuş oluyorum, ne demek insanlar karşımda el pençe duracak ve benden korkacaklar, bundan daha büyük şirk mi olur?Aslında bir çok insanda ilâh ve rab olmak için dayanılmaz bir arzu ve istek vardır."Şirk en büyük zulümdür" derken bundan başka ne olabilir, şirkin olduğu yerde adalet ve eşitlik mümkün olabilirmi.Bizim ekranlarda şirkten bahseden değerli hocalarımız bile şirkin böyle geniş kapsamlı ele almadıklarını da farkediyorum.(Fazıl Uğur- "Hulul İnancı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Çok güzel, öğretici bir yazı olmuş. Kalemine sağlık Ali bey.Kur'andan uzaklaşmış cennete gitmeyi başkasına kullukta bulan bir müslüman toplum nasıl şirkten kurtulacak ki?(Ender Ansan-"Hulul İnancı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Yedi-sekiz yaşlarındaydım. O zaman yasaklı olduğu için bizlere taşıttırılan kırmızı kaplı kitaplarla tanışmam.Ve bu hurafeleri gerçek din sanmam, elli yaşıma kadar sürdü.Gavur icadı internet ve mütemmimlerinden olan YouTube bir sürü bilgiye ulaşmamızı kolaylaştırıyordu.Bir iftar davetinde imam hatip mezunu bir arkadaşım, çok bilinen Hucurat süresi 10. âyete hadis deyince, Kur'an'dan ne kadar uzak bir durumda olduğumuzu bir anda anlayıverdim.Yaklaşık on yıl oldu uyanışımın başlaması.Geçmişte her TV ye çıktığında küfrettiğim Ercüment Özkan'ı, ve Kur'an, Kur'an diye çırpınanları farketmem.Sonra vahye davet eden, vahyi tek kaynak kabul edenleri arayıp sormaya başladım.İmam Hatip'de verilen eğitimin hurafelerden başka bir şey olmadığını kavradım.Çocukluğumda tanıştığım kırmızı kaplı kitapları banyo kazanında yakınca kendimi İbrahim Nebi (bütün nebilere ve salih kullara selâm olsun) gibi hissettim.O gün, bu gün vahiy'le arınmaya, aydınlanmaya ve yolumu bulmaya çalışıyorum.(Not: Nurcuların ağabey dedikleri hemen hemen hepsiyle tanışmış ve aynı odalarda uyumuşluğum bile vardır. (Sungur, Birinci, Fırıncı, Kutlular, Teyp Tahir, Yavuz Bahadıroğlu, Çalışkan, Yüksel vs.vs.)Olurda bu yazılanları okuyan araştıran olursa Allah rızası için Risâleleri bıraksın ve sadece Kur'an'a müracaat etsin.Selam Hüda olan Kitab'a uyanlara ve Hadi olana kul olanlara olsun.....(Bekir Akça- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)

HANGİSİ DAHA BÜYÜK GÜNAH?Din ve hüküm olarak hadislere iman etmek mi?Namaz! kılmamak mı?Aslında "dinin Allah tarafından Kur'an ile tamamlandığını..." (Maide-3)"Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğunu..."(Ankebut- 51)"Her şeyi detayına varıncaya kadar açıkladığını..." (Nah- 89;Yusuf-111)"Hidayet ve sapıklığın sadece Kur'an tarafından ortaya konacağını..." ( Yunus-109 ;Ahkaf-9)"Allah Resulü'nün sadece indirilen vahiy'le insanları uyardığını..." (Enam-51- 70; Kaf-45; Enbiya-45-) anlatan yüzlerce âyet bulunmasına karşılık, İbrahim (aleyhisselam)dan beri var olan "salatı ikame etme" ibadetini "namaz" olarak çevirip ona kilitlendiklerinden dolayı Ehl-i Sünnet dininin âlimleri Kur'an'a karşı şirk olan rivayetlerden bir türlü kendilerini kurtaramıyorlar. Halbuki Kur'an'a gittiğimizde Ehl-i Sünnet rivayetlerinin tam aksine din, "salat'ı ikame etme" üzerine değil, tevhid akidesi üzerine bina edildiğini görüyoruz.Ayrıca Kur'an'da bulunan "salat-ı ikâme" etmenin "namaz" la hiçbir ilgisi yokturKur'an'da tevhid yani iman, yani İslam, yani din ve karşıtı şirk, küfür, zulüm yapmama ve insan hakları ile ilgili iki bine (2000) yakın ayet vardır.Ehli Sünnet dininin âlimleri bu âyetlerin hiçbirini görmeyerek, dini namaz diye uydurdukları bir ritüelin üzerine bina ettiler. Haliyle namaz üzerine bina edilen din, sadece "namazın" nasıl kılınacağı ile ilgili kurallarla şekillenmiştir.Adamlar "namazın" nasıl kılınacağının hatırına Kur'an'a karşı tam bir şirk ve küfür olan binlerce rivayeti bir türlü terk etmiyorlar.Aslında Mekke müşrikleriyle fanatik mezhepçilerin ibadetleri arasında bir fark yokturMesela:Maun süresinde bulunan "Yazıklar olsun musallinlere ki, onlar salatlarında sehundurler " (Maun-4,5) En cahil adam bilir ki, Maun süresi Müslümanlar hakkında değil, müşriklerle alakalı nazil olmuştur.Çünkü 1.âyet şöyledir."Dini yalanlayanı gördün mü?"Mekke gibi tevhid ve güzel ahlak mücadelesinin yapıldığı bir zeminde yüce Allah, Müslümanlar için "yazıklar olsun o musallinlere ..." buyurmaz. Çünkü Mekke'nin zor ortamında Müslüman olmak bile hayatın feda edilmesi anlamına geliyordu.Namaz kılmak nerede kalır?O halde bu âyetteki salat'ın başka bir anlamı olmalı veya salat'ı ikame etme İbrahim (aleyhisselam)dan beri geldiği için müşrikler salat'ın nasıl ikame edileceğini biliyorlardı, fakat salat'ı ikame etme ile beraber her türlü ahlaksızlığı yaptıklarından dolayı onlara böyle bir kınama geldi. Aynı şekilde Kur'an'ın ilk inen sürelerinden olan Müddessir süresi'nin 43.ayetinde "musallin olmayanların" cehenneme gireceklerini" ortaya koymakla beraber 46. ayette "ahiret gününü yalan saydıklarını" anlatıyor. Ey Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan ve tam bir şirk olan hadisleri Kur'an'ın bir açıklaması ve tefsiri olarak gören taklitçi gelenekçiler!Kaos, katliam, tefrika ve anarşi kaynağı olan hadisleri din ve hüküm olarak Kur'an'a eşit yani şirk koşmaktansa namaz kılmamak daha ehven bir günahtır. Din ve hüküm olarak hadisleri kabul etmektense Ehl-i Sünnet dininin kurallarına göre hac yapmamak daha basit bir vebaldir. Allah kendisine ve kitabına şirk koşanları asla affetmeyecektir. Müctehidlerinizin ve muhaddislerinizin sizi aldattığından şüpheniz olmasın.Din: Tevhid, ihlas (dinî Allah'a özel kılma) infak etmek, adalet ve merhamet demektir.İnsan hakları, vahye tabi olma ve Kur'an'a hiçbir şeyi şirk koşmamak demektir.Dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey şirktir.Adı ne olursa olsun, bir din yüzde yüz Resul'ün dilinde hayat bulan vahye dayanmıyorsa o din şirktir.

HANGİSİ BÜYÜK DÜŞMAN? Gayri müslim olan Yahudi ve Hristiyanlar mı bu ümmete daha büyük düşman, yoksa içeriden olan, sizden görünen, aynen şeytan gibi(Araf- 16)doğru yol üzerinde oturup da halkı Allah yolundan saptıranlar mı daha büyük düşman? Yani Kur'an'ı devre dışı bırakan, "sakın Kur'an'ı dinlemeyin" diyen,muvahhidlere düşman kesilen içerideki müşrikler mi daha büyük düşman, yoksa Avrupa ve Amerika mı daha büyük düşman?Allah'ın tevhid dini yerine tamamen uydurma şirk dinini millete dayatan, Allah ile aldatan mı daha büyük düşman, yoksa Yahudi İsrail Devleti mi daha büyük düşman?Allah tarafından indirilmiş saf, hanif, berrak dini binlerce rivayet ile kirleten, hakka batılı karıştıran, İslam'a şirk mikrobunu aşılayan muhaddisler mi daha büyük düşman, yoksa hahamlar ve azizler mi daha büyük düşman?Kur'an'ın yolundan rivayet ve içtihadlarla ümmeti saptıran mezhep imamları mı İslam'a daha büyük düşman, yoksa papa ve kardinaller mi daha büyük düşman? Kur'an'ın manasını bozarak Allah'ın yolundan uzaklaştıran sözde din adamları mı İslam için en büyük düşman?Yoksa gayri müslimlerin din adamları mı daha büyük düşman?Kur'an yetersizdir, hadisler, içtihatlar ve mezhepler gereklidir diyen müfteriler mi daha büyük düşman, yoksa ateistler ve deistler mi daha büyük düşman? Allah Resulü adına binlerce iftira uyduran, batıl dini sorgulatmayan, Kur'an'sızlar mı daha büyük düşman, yoksa emperyalist batı mı daha büyük düşman?SON SORU:Hangisi daha vahşi, tehlikeli ve ölümcüldür?Şia ve Ehli Sünnet dininin rivayetleri, hurafeleri, yalanları ve içtihadları mı, yoksa emperyalist katillerin silahları mı?

29 Mayıs 2021 Cumartesi

FETÖ BİZE İYİ BİR DERS VERDİ.Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.(Bu Kuran) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"(Yusuf-111)Kur'an'sızlığın ne kadar büyük bir bela ve karanlık bir yol olduğunu, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan bir toplumun nasıl aşağılık bir dereceye sahip olduğunu fetö gösterdi.Uydurma dinin şimdiye kadar icat edilen bütün ölümcül silahlardan daha büyük bir tehlikeye sahip bulunduğunu, Emevi Ehl-i Sünnet dininde bir fazilet olmadığını bize fetö gösterdi.Hurafelerin ve batıl dinin nasıl bir yıkım gücüne sebep olduğunu yine bize fetö gösterdi.Kur'an ehli muvahhidlerin sırat'ı müstakim üzerinde olduklarını ülkemin cahil insanına maalesef fetö gösterdi.Şirk ve kula kulluğun hangi boyutlarda seyrettiğini fetö'den daha iyi kimse gösteremezdi.Biz Kur'an ehli muvahhidler ne kadar çaba ve emek sarf edelim, ne kadar dil dökelim de fetö Ehl-i Sünnet dininin ve Nurculuk belasının yaptığı tahribatın korkunçluğunu anlatabilelim.Toplumun tevhid akidesine ne kadar yabancı ve güzel ahlaktan ne kadar uzak olduğunu acı bir şekilde yine fetö gösterdi. 90.000 Camii 150.000 kadrosu, dört bakanlık kadar bütçesi olan Diyanet'in hiçbir işe yaramadığını, hurafelerin ve cehaletin bataklığında boğazına kadar gömüldüğünü bizim yerimize fetö gösterdi.İlahiyat fakültelerinin, İmam Hatiplerin Kur'an kurslarının birer hurafe yuvaları ve israf merkezleri olduklarını fetö açık olarak gösterdi.İlahiyat Prof'larının bir çoğunun cehalet içinde debelendiğini feci bir şekilde fetö gösterdi.Ümmetin yüzyıllardan beri Kur'an ve hikmet gibi değerlerden ne kadar yoksun bırakıldığını fetö ibret verici bir ihanetle gösterdi.Şia'da var olan Mehdiyet inancının ve takiyenin İslam dinine ve tevhid ahlakına hiç yakışmadığını FETÖ'den öğrendik.Casusluk, insanların mahremiyetlerini araştırma, fırkalaşma ve bölünme ile Allah Resulünün ahlakından ne kadar uzak savrulduğumuzu FETÖ gösterdi. Siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek için zulüm ve haksızlığa nasıl göz yumulduğunu FETÖ'den daha iyi kimse gösteremezdi. Kur'an aklına ve tevhid sistemine ne kadar muhtaç olduğumuz fetö gösterdi. Din ve imandan konuşan muhafazakar aydınların ileriyi görmede ne kadar basiretsiz ve kör olduklarını fetö gösterdi.Halkın kendi çocuklarıyla ilgilenme ve onları eğitmede ne kadar kifayetsiz ve kabiliyetsiz olduğunu bize fetö gösterdi.Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin oturduğu mezhepsel zeminin ne kadar çürük ve kaygan olduğunu yine fetö gösterdi.Toplumun birbirine nasıl düşman olduğunu ve her kesimin diğerini ötekileştirdiğini yini fetö ortaya çıkardı. Topluma hakim olan güvensizliğin hangi boyutlarda olduğunu fetö tam olarak gösterdi. Sonuç olarak: Ümmetin Kur'an'dan ibret almak istemediği, kavimlerin kıssalarını günümüz insanına fetö acı bir şekilde gösterdi. Diyanet'e bağlı camilerin minber ve kürsülerinde anlatılan dinin fetö'nün dininden ayrı bir din olmadığını, Kur'an Müslümanlığının da ne kadar önemli olduğunu fetö sayesinde anlamış olduk.Ekran vaizlerinin, şeytanların dininin mübelliği olduklarını da cümle âleme fetö gösterdi

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(32.YAZI)"Hocam!Selam, dua ve hürmet ederim.Lütfen söylermisiniz size nasıl dua edebilirim?Abartmıyorum, 30 yıl süreyle betimlediğiniz, daha doğrusu çerçevesini çok güzel çizip ortaya koyduğunuz nesnel Kur'an'a inanıp yaşadı fakir.Ve siz benim öyle bir karanlık dünyadan çıkmama yardımcı oldunuz ki, başka meslek gruplarında olanlanlar pek tâbi ki anlayamazlar bu fakiri.Selâm ve dua ile.(Ismail Kilic-"Kur'an'ın özellikleri" adlı yazıya yaptığı yorum--------------------------------------------------------"Ali bey!Kalemine sağlık, çok güzel ve öğretici bir yazı olmuş. Fakat kanaatime göre gerek Yahudiler ve gerekse Hristiyanlar ve diğerleri hakkında toptancı bir düşünceye kapılmamak gerekir."Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir.Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır" (Âl-i İmran- 113)"De ki: "Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur'an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar" (İsra- 107)Allah’ın bu âyetleri sebebiyle hepsi böyledir dememek lazımdır. Sizin dediğiniz gibilerin kimler olduğunu bizler bilemeyiz ancak'Allah sinelerin özünde saklı olanı bilendir"(Zümer- 7)Âyeti ve buna benzer bir çok âyet bu hakka işaret ediyor.Selam ve sevgiler"(Ender Ansan- "Kur'an'da iman, İslam, ihlas ve şirk" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hayırlı sabahlar dilerim hocam!Gerek takipcilerden gelen yorumlar, gerekse sizin anlatımlarınızdan bir daha anlıyoruz ki, dini hep örf ve ananelere göre yorumlamış ve öyle anlamışız.Yaşım altmış beşin üzerinde, şimdi Kur'an-i Kerim'i yeni anlamaya başladım.Allah sizlerden razı olsun.(Taşkın Yilmaz-" Arkadaşlardan Gelen Yorumlar" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam!Kur'an ile yaşama tohumunu gönüllerimize ektiniz.Bildiklerinizi bizlere bilgi infakını yapıyorsunuz.Sizin gibi Kur'an dostlarına selam olsun"(Fahriye Cihan insanlar neyle cennete girer adlı yazıya yaptığı yorum"Hocam!Hdislere "vahiy" diyorlar.Yani kendisinden asırlar sonra onun adına uydurulan sözlerin vahiy olduğunu söylüyorlar.Yani Kur'an harici bir din var diyorlar. Halbuki Kur’an'da "sırat-ı müstakim" (dosdoğru yol) neden tekil geliyor?Yada Fatiha'dan sonra Kur'an yerine hadis okuyalım! diyorum."Süphaneke ve tahiyyatı okuyoruz" diyor. Hocam benim anladığım şudur. Nebi(a.s) a hem kitap hem hikmet verildi.Nebi, bu hikmet yani kitabın içinden te’vil bağlantıları ile anladığı hükümlerdir.Hikmet, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüdür.İmam-ı Şâfi buna sünnet demiş herşey birbirinin içine karışmış.Arkasından gelenler, zamanla bu sünneti!! Kur’andan bağımsız bir din haline getirdiler.(Saygılar sunarım, Mustafa Emir)------------------------------------------------------------"Muhafazakar, geçmişi, atalar dinini muhafaza eder, zira bu ahlak onun dindarlığın olmazsa, olmazıdır, birde ben bakıyım demez, diyemez"(Mehmet Bedir)----------------------------------------------------------"İnsan ayağına giydiği ayakkabıyı bile başkasının seçmesine müsaade etmez.Ama mesele din olunca, herkesin karışmasına müsaade eder.Çok manidar değil mi?(Mehmet Bedi)----------------------------------------------------!"Değerli hocam!Diyanet bu işi tam manasıyla biliyor. Fakat içindeki ve dışardaki tarıkatçı din baronlarından çekindiği için söyleyemiyor.İçinde onlarca Emevi-Abbasi dininden olan Proflar ve Döçentler mevcut.(Davut Yazici-" İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------!!"Ben, bir ilahiyatçıya bu meseleyi sordum. Niye böyle yapiyorsunuz?Arada en az bir saat fark var dedim, siyah ve beyaz ipliğin ayrıştırılması şafağın sökmeye basladigi zamandır diye açıkladım.O da bana" insanlarin kafası karışmasın, onlara kolaylık yapıyoruz" dedi.Yani biz akledemez mişiz!Onlar garanti olsun diye bizim yerimize düşünmüşler.Bu olaydan sonra hiç bir ilahiyatçıya güvenmiyorum..(Selma Akdaş "İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum-------------------------------------------------------"İnat ve kibir var ya hocam. Tıpkı orta çağ katolikleri gibi katı ve inatçılar. Yaklaşık on yıldır ezanlar okunurken kalkarım sahura. İyi oluyor"(Tevfik Yaşar Tekeli "İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Sayın hocam!Bu imsak konusunda astronomik çerçevede bir açıklama yazmayı düşünüyordum.Fakat yazınızı okuyunca bundan vaz geçtim. Aslında konu son derece açık ve basit. Güneşin doğmadan otuz beş dakika öncesine kadar yenilip içilmesinin bir sakıncası yoktur.Diyanet'i de takmayın. Kibirleriyle düştükleri batakta oynayadursunlar.Selam ve sevgilerimle"(Mustafa Akdağ- "İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum)

ŞİİLİK VE SÜNNİLİK ALLAH'A İFTİRADIR. Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."...Uydurdukları şeyler dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır"(Âli İmran-2"Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler" (En'am- 21)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden..." daha zalim kim vardır" (En'am-93)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir" (Hud-18)"Onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (Gerçekte) ahireti de bunlar inkar ediyorlar"( Hud-19)Biz mezheplere karşı geldiğimiz zaman bizim gibi beşer olanların ictihatlarını reddetmiş oluyoruz, fakat mezhepçi mukallitler uydurma rivayet ve içtihadlarıyla Allah'ın kitabına şirk koşmuş oluyorlar. "Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu (Kur'an'ı) anlamalarına engel bir ağırlık, kulaklarına sağırlık verdik. Sen onları hidayete (tevhid yoluna) davet etsen de artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir"(Kehf- 57)"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıkdan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Muhakkak ki biz, günahkar (müşriklere) layık oldukları cezayı veririz" (Secde- 22)"İslam'a (Kur'an'a-tevhid'e) davet edildiği halde Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır! Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez"(Saf-7) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu (Kur'an'ı) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemesede Allah nurunu(bütün yönleriyle ortaya koyup) tamamlayacaktır" (Saf- 8)"Müşrikler istemeseler de dinini (son inen vahiyle her yönüyle iyice) açığa çıkarmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O'dur"(Saf, 9)"Allah'a iftira eden ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Onların kitaptaki payları kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilanlarınız nerede?" derler. (onlar da) "Bizden uzaklaşıp gittiler" derler. Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler"(Araf-37)"Öyleyse Allah'a karşı yalan yere iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Bilesiniz ki mücrimler asla iflah olmazlar" (Yunus-17)"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan iftira edenler kurtuluşa eremezler" ( Nahl-116) "Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.(ne mümkün!) Öyleyse Allah hakkında yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır"(Kehf-15 )

27 Mayıs 2021 Perşembe

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(31.YAZI)"Musa Ayruk! Böylesi bir hakaret yerine keşke ayağına toz olduğunuz insanın (Said Nursi) hezeyanlarına bir cevap bulabilseydiniz!. Ali kardeşten Allah razı olsun. Emek vermiş, neyin Kur'an'a uygun olup olmadığını ortaya koymuş. Ya siz!!!...!(Hüseyin Koç- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Musa Ayruk! Çok abarttınız. Bu tavır bile onu (Said Nursi) ne kadar kutsallaştırdığınızın işaretidir.Nihayetinde o da bir insandır. Biraz öz eleştiri yapsanız iyi olur. Said Nursi'nin sözlerine önem verdiğiniz kadar, Kur’an ı Kerime önem vermiş olsaydınız, şimdi Kur’an hayata hakim olmuştu. Allah'ın âyetleri yerine, onun sözlerini bayraklaştırdınız. Onun sünnetini, Allah'ın sünnetinin önüne geçirdiniz. Allah'ın Resüllerinden daha mı sıkıntılı bir hayat yaşadı. Selam hidayete tabi olanlara olsun"(Süleyman Faydalı- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Hocaaam!Sizi Kur'an yolcusu ve sevdalısı (siz isteyip dilediğiniz için) yapan Rabbimebeden razı olsun inşallah.Size çok teşekkür ediyorum.İsteyip yola revan olmayı bize de nasip etsin inşallah. Aslında konuyu o kadar sade basit ve net özetlemişsiniz ki, ne üzerine, ne altına yazılacak bir sözn ve yazıya ihtiyaç var.Ama bir şartla. O şart, Kur'an penceresinden bakmaktır. Zaten bizde de olmayanda budur.Gerisi tarikat, politika, siyaset, cemaat, yurt, ihvan, vs.adı altındaki şirktir.Saygı, selam, hürmet ve dua ederim"(Ismail Kilic- "Kur'an'a ve Akla Dâvet" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Mezheplerin, tarikatların İslam'a vurduğu darbe malumdur. Şia'nın vurduğu darbe ve yaptığı zarar ölcüye gelmez.Şia'da olan aracılık, yalan, ihanet, takiyye, Kur'an âyetlerinin yarısını imamlara, Ali'ye hitap ettiği, uydurma muharrem ayında kendine zincirle vurmak ve adını da Ehl-i Beyt adına matem koymak, o ayda erkeklerin de kadınlar gibi ağlamaları, ne bileyim, hurafe ve iftaraları saymakla bitecek değildir.Bunlar Şia'nın inanç ve karekterleri, Kur'an'da olmayan her şey onlarda mevcuttur.(Məsim Haydari Qalagahlı- "Şia'nin İtikadi Durumu) adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Ali Aydın Hocam!İslam dünyasının onulmaz yarasına parmak bastınız. Bu gelenek ve hurafelerden kurtulmanın zorluğunu veciz sözlerle ifade etmişsiniz. Allah razı olsun. Ali Hocam! Peki islam dünyasının sonu ne olacak? Bizler ve yeni nesiller bu cehaletten nasıl kurtulacağız? Kısaca sonumuz ne olacak?(Hayri Sipahi- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------(Hocam!Selamlar, saygılar sunarım!Ben şöyle anlıyorum: Müşrikler Resül (a.s)a "ya Muhammed biz bu Kur'an'dan birşey anlamıyoruz bize detaylı bir şekilde âyetleri açıkla da anlayalım" demiyorlardı.Çünkü âyetleri tam manasıyla anlıyorlar, fakat atalarının dininden bir türlü vazgeçemiyorlardı.Müşriklerin bütün inanç ve çabaları atalarının dinini savunmaktı.Yanlıyorsam lütfen yardımcı olun.Hürmetler"(Mehmet- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Ali bey!Müslümanım diyenlerin galiba tamamına yakını Kur’an’ı tek hidâyet kaynağı edinmedikleri için maalesef sizin bu yazınızda bahsettiğiniz durumdalar. Kur’an’ı rehber edinselerdi aşağıdaki âyetlerden haberleri olur ve ona göre davranırlardı."Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler/kafir yaparlar" (Âli İmran- 100)"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler" (En'am- 116)Selam ve sevgiler"(Ender Ansan- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Başkalarına giybet, dedikodu, hatta iftra edenler, ben Müslümanım diyorlar.Bence Kur'an'ı okuyup içselleştirmiyen, Ebu Lehep, Ebu Cehil ve As bin Vail'den hiç bir farkı yoktur. Sevgili Mehmet abicim! Israrla Ali hocam'a "tefsir etmişsin" diyerek manipülasyon yapıyorsun. Hakka karşı takındığınız inadı hala anlayabilmiş değilim.Hatırliyormusunuz beni bir sayfaya davet etmiştiniz, Nur'cuların sayfasına.Daha ilk gün beni engelleyip sayfadan attılar.Sayfada sadece Risâle-i Nur okunması yönünde bir baskı ve hiyerarşi vardı.Nedenini sorup, sorgulayınca attılar.Farkında mısın, aylardır Ali hoca'nın yazdığı âyetlere muhalefet ediyorsun, seni öteleyen yada engelleyen kimse yok.Neden hâlâ arkadaşlığa devam ediyorsun?Kurân'ı Kerim gerçekten sana yetmiyor mu?Yoksa Allâh'ın âyetleri ve vâdi yetmiyor, bir kaç alternatifin daha olsun mu istiyorsun?(Unal Akman- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)

MEZHEP VE FIRKALAR KUR'AN'A İHANETTİR."Ya açar nazm'i celil'in bakarız yaprağına, Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur'an bunu hakkıyla bilin,Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için" (Mehmet Akif)"Eğer onlar Tevrat'ı İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasarardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı)Onlardan aşırılığa kaçmayan (vahiy ehli muvahhid) bir grup vardır, fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür"(Maide-66)Yukarıdaki âyetten sonra gelen şu âyet hem Allah Resulü'ne hem de onun şahsında son vahyin ümmetine önemli bir uyarı yapmaktadır. Yani sakın kadim vahiy'lerin sahipleri gibi yapmayın. Siz, size indirilen vahye sahip çıkın, ona sımsıkı sarılın, batıl şeylerin peşinde gitmeyin."Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah,(vahiy'den bağımsızolarak) kâfirler topluluğuna hidayet etmez"( Maide- 67 )Âyette Allah Resulü'ndan sonra vahyi terk ederek başka kaynaklar peşinde gidenlerin kafir olduklarını açık olarak görüyoruz. Ondan sonra gelen âyet konuya açıklık getirmektedir."Ey Ehli Kitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça (doğru bir din) üzerinde değilsiniz" de.Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"( Maide- 68) Dolayısıyla Kur'an'dan bağımsız, uydurma rivayetler peşinde koşan Şiilik, Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanbelilik gibi mezhepler, Nurculuk, Süleymancılık, Diyanet, Menzil, İsmail Ağa, İskenderpaşa İhlas grubu gibi kurum ve kuruluşların yolları şirk, dinleri batıldır. Şii âlimleri, Maide süresi 67.âyetini bağlam ve bütünlüğünden kopardıkları için, âyetin veda haccı dönüşünde Gadir Hum'da Ali'nin imanetini tayin etmek için indiğini iddia etmişlerdir.Şia'nın muhaddisleri tarafından Gadir Hum ile ilgili binlerce hadis uydurulmuştur."Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılığını veren ve her şeyi bilendir" (Nisa- 147)Dolayısıyla vahye sahip olmanın getirisi bolluk ve bereket, huzur ve mutluluk iken, onu terk etmenin bedeli yokluk ve fakirlik, dağılma ve parçalanma, sürgün, katliam ve perişanlık olmuştur.(Âli İmran-103,105; Hac-31)

26 Mayıs 2021 Çarşamba

TAĞUTSözlükte "haddi aşmak, azgınlık göstermek, suyun taşması (Hakka-11) zulüm, şirk ve küfür de ileri gitmek" anlamlarına gelir.Bu kavram türevleri ile birlikte kırk âyette geçmektedir."Tağa" olarak geçtiği âyetler (Tâhâ-24,43,45; Necm-17,52; Naziat-17,37; Alak-6)"Tuğyan" olarak geçtiği yerler.(Bakara-15; Mâide-64,68; En'am-110; Âraf-186; Yunus-11; İsra-60; Kehf-80; Müminun-75)"Tağut" şeklinde geçtiği âyetler.(Bakara-256, 257; Nisa-51,60,76; Mâide-60; Nahl-36; Zümer-17)İnsan bulunduğu komuma göre belli nimetlere kavuşup, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak "tuğyan" kapısını aralar.Bir adım daha öteye geçince, bilgi ve fikirleriyle Allah'a şirk koşmaya, inanç ve fikirlerini vahyin yerine geçirip heva ve hevesinin peşinden gitmeye başlar. İşte Kur'an, bu kötü ahlaka "tuğyan" bu ahlakın sahiplerine de "tağut" demiştir.Nitekim kadim toplumların karakteri ve onları helak götüren sebepler anlatılırken "tuğyan" felaketine dikkat çekilmiştir. Mesala:Firavun'un tuğyan etmesi:"Ey Nebi! Sana Musa'nın haberi geldi mi? Kutsal vadi Tuva'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun'a git! Çünkü o tâği oldu. De ki: Arınmayı ve seni Rabbin'in yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18,19)"Azana ve dünya hayatını âhirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır"(Naziat- 37, 39) âyetleri buna işaret etmektedir Fakat son vahyin indirilmesiyle Kur'an, en çok tuğyan eden yani vahye kulak asmayan bundan dolayı tâği olan din adamlarına dikkat çekmektedir.Yüce Allah'ın, bir çok âyette müminleri tağut'a karşı uyarması bundan ileri gelmektedir.Hatta gerçek mümin olabilmek için, tağutla mücadele edilmesinin gerekli olduğunu ortaya koyar.İmanın tam olarak gerçekleşmesi için ilk önce tağutu reddetmek gerekmektedir. "lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerüşdü minal ğayyi""Dinde zorlama (zorlaştırma) yoktur. Artık rüşd (doğruluk- olgunluk) ğayy (eğrilik-yanlış-kötülük) birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağut'u inkar eder ve Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir ve bilendir"(Bakara-256)Âyette dikkat çeken en önemli konu, dinde zorlama ve zorlaştırmanın olmadığıdır.Sebebi de şudur:İtikad yani iman, güzel ahlak ve öğüt olarak din, indirilen vahiy'le Allah tarafından tamamlanmıştır.Yani Kur'an'ı aşarak, yüce Allah'ın üzerinde ululuk taslayarak, dinde helal ve haram, farz, vacib, sünnet, zikir, salavat gibi ibadetler ve kurallar koyarak insanları dinden nefret ettirmeyin, insanlara bir ikrah, zorluk, yük, ağırlık, esaret ve bıkkınlık meydana gelmesin. "... Doğru yanlıştan ayrılmıştır..." Bu emirle yüce Rabbimiz şunu demek istiyor.Size indirilen vahiy haricinde hiçbir hidayet rehberiniz olmasın.Yani sizlere gönderilen Allah'ın mesajı, doğru ile yanlışı sizlere apaçık bildirmiştir. Demek ki, Allah'ın sınırlarını aşan, Allah emretmediği halde "bunlarda Allah katındandır" diyerek dine helal ve haram, farz ve sünnet ekleyenler tağut" oluyorlar.Âyetin devamında ise, "her kim tağut'u inkâr edip, yani insanları Allah'ın yolundan uzaklaştıran din adamlarını ve mezhepleri inkar edip, din ve hüküm olarak yalnız Allah'ın âyetlerine iman ederse, Allah'ın hidayeti olan sırat-ı müstakime girmiş olur" buyuruyor.Gerçek bir mümin, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmeyendir.Kur'an'da "tağut" kavramı, siyasal anlamda değil din anlamında kullanılmıştır.Yani kelime devlet adamları ve hukukçulardan daha çok din adamları ile ilgilidir.Kur'an'da Tağut kavramı, "vahiy dininden yüz çeviren, dini parçalayan ve fırkalara ayıran, Allah'ın âyetlerini gizleyen, dini hükümler koyarak Allah'a iftira eden, insanları Allah'ın yolundan engelleyen, Allah ile aldatan, dini menfaat ve rant kapısı yapanlar" hakkındadır.Bu gerçek bir çok âyette apaçık bir şekilde ortaya konmaktadır. Mesala:"Allah, iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, kâfirleri gelince onların velileri de tağut'tur, onların nurdan alıp karanlıklara götürürler..."(Bakara-257)Âyette geçen "Allah, veli, nur, iman ve zulumât" (karanlıklar) kelimeleri, dinin tamamen Kur'an'dan yaşanması ile ilgilidir.Yani şirk ve tevhidle ilgili olan kelimelerdir.Mesela:"Kendilerine kitaptan (Tevrat- İncil- Kur'an) bir nasip (pay) verilenleri görmedin mi? Cibt'e ve tağut'a iman ediyorlar..."(Nisa-51)"İman" kavramı din ve hüküm içeren yani vahiy bağlamında kullanılan bir kavramdır.Mezhep bağlıları insanların dikkatlerini din adamlarının üzerinden uzaklaştırmak için, tağut kavramını devlet adamları bağlamında kullanırlar.Fakat gerçekte tağut kelimesi, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyen mezhep âlimleri ve din adamları hakkındadır.Yani Nebi (a.s) dan asırlar sonra onun adını kullanılarak uydurulan hadislere ve onların üzerine inşa edilen ictihadlara din ve hüküm olarak iman eden ve onları din diye anlatan ilim sahipleri tağuttur.Tağut kelimesinin, devlet adamlarından dah açok din adamları bağlamında kullanıldığını anlamayan Kur'an cahilidir.Mesele:"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara (tek hüküm olarak) Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"( Nisa- 60, 61) Aslında Bakara 257.âyeti meseleyi çok açık anlatıyor. "Allah'ı veli edinenleri" yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul edenleri yüce Allah, karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını" bildiriyor. "Allah'ın yanında veli edindikleri muhaddis, müfessir!!, mezhep imamı, cemaat lideri, şeyh, efendi ve benzerleri, din adına yol gösterici, güvenilecek dini kaynak ve dayanak edinenler onları aydınlıktan karanlıklara doğru götürecekleri" uyarısı yapılıyor. Kur'an'ın yüzlerce âyette "kafir, müşrik, zalim, fâsık, gafil, cahil " dediği kimseler, Allah'a iman etmeyenler değil, Kur'an'ı dinde yegane kaynak kabul etmeyenlerdir. Yüzlerce âyette kendilerinden söz edilenler, "din ve hüküm olarak Kur'an yeterlidir, gelin sadace Allah'a iman edelim, Kur’an'ın güç ve himayesine sığınalım, güvenilecek ve dayanılacak tek güç, kudret, yardımcı, veli Allah'tır" denildiğinde, kalbi daralan, Allah'ın kitabının yanına ek kitaplar koyan, beşer olanları Allah seviyesine çıkaran müşriklerdir.(Bakara170; Mâide-104)İşte bu gibi din adamlarına Kur'an tağut diyor.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, sesinin yani manasının, anlaşılmasını engelleyen, Allah'ın hidayetine değilde, kendine, kendi eserine veya beşeri kaynaklara davet eden herkes tağuttur.Tağut kelimesi, son vahiyle birlikte neden devlet adamlarından daha çok ilim adamlarına hitap eden bir kelime olmuştur? Çünkü son vahyin tarihine baktığımızda devlet adamlarının her zaman din adamlarına tâbi olduğunu görüyoruz.Yani devlet adamları din adamlarının koyduğu kurallara göre hareket ederler.Bugün yeryüzünde bütün islam ülkelerinde güncel hayatta, devlet adamlarından, sade vatandaşa kadar inanç ve amel olarak yaşanılan din, âlimlerin uydurdukları hadis ve bu hadislerin üzerine inşa ettikleri ictihadlardan yani mezheplerden ibarettir. Bu iftira dinin en basit bir kuralına, en saçmasapan bir uygulamasına en muktedir devlet adamı bile karşı gelemez.Daha geniş anlamda tağut, "Allah'ın koyduğu ölçü ve kurallar dışında kurallar koyan, toplumu Allah'ın yolundan saptıran, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren din adamı" olarak tarif edebiliriz. Bir kişi, insanları Allah'ın hükümlerinin dışına çıkarmaya çalışıyor ve Allah'ın emri diye beşer mahsulu, din ve hüküm, helal ve haram, farz ve vacib koyuyorsa, işte o kişi tağuttur.

25 Mayıs 2021 Salı

İNSANLIK TARİHİNDE DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY: Kur'an bize şunu gösterdi.Bir gün ateşli silahlar icat edilse, insanların ayaklarını yerden kesecek araçlar icat edilse, insanları havada uçuracak vasıtalar yapılsa, dünyanın bütün bilgileri bir tablete sığdırılacak olsa, atom enerjisi özgür kalsa, gezegenler arası yolculuklar yapılsa, denizler bir asa ile yarılacak olsa, Kur'an gibi tehvid kitabı nazil olsa, son vahiy'le birlikte Muhammed (a.s) gibi bir Resül gelse, kanser ile beraber her türlü hastalığa ilaç bulunsa dahi, tek bir şeyin çaresi hiç bir zaman bulunmayacaktır.İnancı, ahlakı, fikri, duygusu, irfanı ve vicdanı bulunmayan akılsız adamlara tapınmama çaresi ve yolu bulunmayacaktır.Yani kula kulluk, iki ayaklı buzağıya tapınma, dünya menfaatine, heva ve hevese, altın ve gümüşe, kadın ve şehvete, para ve pula, dünya ve toprağa makam ve mertebeye, koltuk ve kariyere, ırka ve devlete kulluk etme devam edecektir.İnsanlık tarihinde her zaman ve zeminde icat ve yetenekte, bilim ve teknolojide bir değişim ve dönüşüm olacaktır.Fakat din adına soygun yapmada, Allah ile aldatmada müspet yönde hiçbir değişim meydana gelmeyecektir.İnsanlık tarihinde her konuda çok mesafeler kat edildi, yaşam standartları değişti, hayat şartları kolaylaştı fakat kula kulluk etmeme konusunda bir arpa boyu yol alınmadı.Hatta bu konuda geriye doğru gidildi bile denilebilir.Çok ilginç, hayat standartları ileriye doğru geliştikçe, medeniyette hayat şartları geliştikçe, kula kulluk ve şırk'te geriye doğru bir gelişme gerçekleşti.Hayret, insan idrak ve şuuru nasıl bu kadar kapalı olabilir.Özgürlük savaşçıları ve hakikat avcıları nasıl sapık ve tehlikeli görülebilir.Akılsızlık ve düşüncesizlik nasıl bu kadar dibe vurabilir?Milyonlarca insan aynı inanç ve fikirle nasıl esfeli sâfilin olur.Yani maddi olarak her sorun çözülebilir, dünya gül gülistan olabilir, ama şirk, hululiyyet inancı, tasavvuf ve tarikatların egemenliği, kula kulluk, mahluka ibadet, batınilik, kiyamet gününe kadar egemenliğini devam edecektir.Çünkü "Çoğunluğu şirk koşmadan Allah'a iman etmemektedir" (Yusuf-106)Kuran bize şunu açık olarak ders vermiştir."En tehlikeli insan, az anlayan, hiç düşünmeyen, asla sorgulamayan, aklını kullanmayan, fanatik iman eden insandır. Tevhid: Allah'tan başka hiç kimsenin iradesine teslim olmadan, hiçbir güce boyun eğmeden, hiç bir makamın el ve eteğini öpmeden hürriyet içinde yaşamaktır.

24 Mayıs 2021 Pazartesi

RESÜL'E İTAAT EMRİ HANGİ ANLAMA GELİYOR ? Kur'an'da anlatılan vahiy İslam'ına karşı delil getirme çabasında olan Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki âyetleri gösterip, "Kur'an'da Allah'a ve Resulüne itaat etmemiz emrediliyor, "Kur'an'a uymak Allah'a itaattir, hadislere uymak da "Resul'e itaattir" demektedirler. Nebi ve Resül'ün arasında bulunan farkları bilmemek böyle karanlık bir cehaleti ortaya çıkarıyor.Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Muhammed'e ve "Nebi'ye itaat etmekle" ilgili bir emir bulunmamaktadır.Söz konusu olan" itaat" fiili bütün âyetlerde "Resul" bağlamında geçmektedir. Kur'an'da kendisine itaat edilmesi emredilen "Resül'ün" Türkçe tam karşılığı "Elçi" dir. "Peygamber" Farsça kökenli bir kelimedir ve Kur'an'da geçmemektedir. Kur'an meallerinde "Elçi" manasına gelen Arapça" Resul" kelimesi "peygamber" olarak çevriliyor. Bu kelime hem "Allah'ın Elçisi" hem de "herhangi bir Elçi" manasında kullanılır.Kur'an'da "Resul" "diye geçen kelimeyi "Elçi" diye çevirmek doğru bir çeviri olacaktır. Nitekim bazı meallerde bu şekilde çevrilmiştir."Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse ve Allah'tan korkup sakınırsa işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır" (Nur- 52 )"Allah'a ve elçisine itaat edin ki Merhamet olunasınız"(Âli İmran- 132 )Belli bir yaşın üzerindeki kişilerin çoğu "Resül" kelimesinin hangi anlama geldiğini ve kullanış tarzını bilirler, fakat genç neslin Resül kelimesinin manasını bilememesi ihtimaline karşı geniş bir açıklama yapmayı uygun görüyoruz.Yukarıdaki âyetlerde "Resül" kelimesinin" Elçi" manasında olduğunu iyice anlamak, âyetin manasını da tam olarak anlamayı sağlayacaktır.Müminler, Muhammed (a.s) a niye itaat ve ittiba ederler? Çünkü o, Allah'ın elçisidir. Yani Allah'ın mesajını alıp insanlara ulaştıran bir Resüldür. Resül'ün okuduğu ve tebliğ ettiği şey, Allah'ın gönderdiği mesajdır. Bunun için "Elçiye zeval yoktur" denilmiştir. O mesaja itaat edilince, hem Allah'a, hem de o mesaja getiren Resül'e itaat edilmiş olur. Aynı zamanda mesajın kendisine (Kur'an'a) itaat edildiğini ve uyulduğunu söylersek bu da doğru olur.Muhammed'e "Resül" denmesinin sebebi, kendisine ait olmayan mesajı taşımasıdır. Bu görev son derece önemlidir. Yani Allah "Resul"( Elçi) kelimesi ile, Muhammed (as) ın kendisinin olmayan mesajı taşıyan, (emin- güvenilir) bir emanetçi bir mubelliğ olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlara, "Elçi'yi devreden çıkartıp vahiy'den bağımsız olarak Allah'a ulaşmanız mümkün değildir" dersini vermektedir. Aynı zamanda bu vahyin hedef kitleye ulaştırılması için en ideal yol ve yöntem, elçileri onurlandırmak anlamına da gelmektedir. Yüce Allah, Elçiye de kendisine verilen elçilik görevini hakkıyla yapmasını ısrarla emretmektedir. "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun"( Maide- 67)"İşte bütün bunlar (emirler) Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinmeyesin. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın" (İsra- 39) İtaat edilmesi emredilen kişi olan Resül, kendi namına değil, göndericisi (Allah) namına konuşmaktadır. Onun mesajını ulaştırmaktadır. Bu yüzden "ona (Elçiye) itaat, gönderene (Allah'a) itaattir mantığı, yani elçiye zeval yoktur, anlayışı Kur'an'ın bu âyetleriyle ortaya konmaktadır. Allah'ın mesajı elçin'in dilinde neşvu nema buluyor. Mesaj elçi'nin dilinden hayata aktarılır. Resül olmazsa, din, iman, islam, vahiy diye bir şey olmaz.Resül, mesajı insanlara ulaştıracağı, Allah'a davet edeceği için elçiye itaat, onu gönderene itaat etme anlamına gelmektedir."Kim Resül'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"( Nisa- 80) Bu âyette görüldüğü gibi elçi sadece kendisine vahyedileni insanlara ulaştırmakla mükelleftir. "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben sadece Allah'a davet ediyorum "(Yusuf- 108) Diğer bir ilginç nokta da, Allah Resulü'nün ismi olan "Muhammed'in" geçtiği dört âyetten üçünde "Muhammed'in Elçi olduğu"nun vurgulanmasıdır. "Muhammed yalnız bir elçidir... "(Âli İmran- 144) "... Muhammed Allah'ın elçisi ve Nebilerin sonuncusudur... " (Ahzab- 40)"Muhammed Allah'ın elçisidir..." (Fetih- 29) Kur'an'da "(Muhammed) isminin geçip, Resüllüğünün vurgulanmadığı tek ayette ise "Muhammed'e indirilene inanılması" (Muhammed-2)Yani Kur'an'a inanılması gerektiği söylenir. Kur'an'ı Mübin'de Muhammed'in sözünden asla bahsedilmez.Musa (a.s) ve İsa (a.s) örneğinde olduğu gibi, Kur'an'da Muhammed (a.s) ın çocukluk ve gençlik çağının üzerinde olumlu veya olumsuz olarak durulmaz.Muhammed'in veya Nebi'nin sözlerine inanılmasindan söz edilmez.Sadece ve sadece indirilen Kur'an'a inanılması veya inanılmamasından doğacak sorumluluklardan uzun uzun açıklamalar getirilir."Kendilerine Rablarının ayetleri hatırlatıldığında ise onlara karşı sağır ve kör davranmazlar" (Furkan- 73)"O muttakiler sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler"( Bakara- 5) Daha evvel gördüğümüz gibi Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Allah'a ve Muhammed'e itaat edin" diyen bir âyet bulunmaz. Kur'an'da sürekli olarak "Allah'a ve elçisine itaat edin" şeklinde bir ifadenin geçmesi Muhammed (aleyhisselâm) a ancak elçilik vazifesinden dolayı itaat edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Allah'ın elçileri sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler. Kur'an'da "küfür, savaş açılma, istihza, şikak, isyan, hak, nur, tebliğ etme, tebyin, (açıklama) helal ve haram kılma, tekzip, itaat etme, ittiba, kitab'ı tilavet etme, kerim, aziz, üsve-i hasene (en güzel örnek), iman, gibi birçok kavram "Allah, vahiy ve Resul" bağlamında kullanılmıştır. Elçiler değerlerini vahiy'den alırlar. Allah'ın elçileri vahiy kadar değerlidirler. Dolayısıyla hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekmektedir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden, Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin kılan, zehirli ve ölümcül bir kelimedir. "Peygamber" kelimesi, Kur'an'ı tahrif eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, Kur'an'ın orijinal sistemini dağıtan çok tehlikeli bir kelimedir.

23 Mayıs 2021 Pazar

RAHMAN VE RAHİM İSİMLERİRahman ismi Mekke'de inen sürelerde daha yoğun olarak geçmektedir.Medine'de indirilen sürelerin sadece ikisinde "Rahman" ismi geçmektedir.(Bakara-163; Haşr-22)Bunun en önemli sebebi yüce Allah'ın Rahman isminin müminlerden daha çok, müşrik ve kâfirlere yönelik bir isim olduğu içindir.Rahman ismi sadece dünyaya yönelik bir isim iken, Rahîm ismi müminler için, hem dünya hem de âhirete yönelik bir isimdir."Rahman" Allah ismi gibi özel bir isimdir. Yani Rahman ismi Allah'a özel bir isim olduğu için O'ndan başkasına izafe edilemez.Mesela:Kur'an'da "Rahmanın Kulları,(Furkan-63) eğer Rahmanın çocuğu olsaydı,(Zuhruf-81) Rahmanın yanında kulluk edilecek ilahlar kılmış mıyız?"(Zuhruf-43) gibi cümleler, Rahman isminin Allah ismi gibi özel bir isim olduğunu gösteriyor.Allah ismi gibi, müşriklerin Rahman ismini bildikleri ve onu kabul ettikleri görülüyor.(Meryem-88; Enbiya-26; Yasin-15; Zuhruf-33)Esmaü-l Hüsna (Allah'ın güzel isimleri) arasında Allah ismi gibi Rahman ismi de sadece Allah için kullanılmaktadır.Fakat Rahim ismi Allah'a özel olmadığı için Resul bağlamında da kullanılmıştır. (Tevbe-128)Yani Resul (a.s) müminlere karşı merhametli olduğu gibi, müminler de birbirlerine karşı merhametlidirler.(Fetih-29)Rahim sıfatının türevleri, Kur'an'da müminler için de kullanılmıştır.(İsra- 24; Hadid- 27; Beled- 17)Kök itibâriyle Rahman ismi ile Rahim ismi birbirlerinden farklıdır.Aynı cümlede yan yana gelmiş olmaları da ayrı manalara geldiklerini göstermektedir.(Bakara-163)Yani Allah'ın Rahman ismi, Rahim ismi gibi "rahmet" kökünden türetilmiş değildir. Rahman ismi, aynen Allah ismi gibi, zatına yönelik bir isim iken, Rahim sıfatı Allah'ın fiillerine yönelik bir sıfattır.Rahman ismi, daha çok haşyet (korku) ve cezalandırmaya yönelik bir isim iken, Rahim sıfatı tamamen rahmet, merhamet ve acıma ile ilgilidir.Çünkü Rahman ismi, aynen Allah ismi gibi, "korku, azap, zarar verme" bağlamında geçmektedir. "Rahmet" ismi, bir çok âyette lefzatullah yani Allah lafzı ile birlikte kullanılırken, hiç bir âyette Rahman ismi ile beraber kullanılmaması dikkat çekicidir.Yani Rahmet isminin, Rahman ismi ile ses benzerliğinden başka hiçbir yakınlığı yokturRahman ismi, müşriklere ve zalimlere yönelik kullanılır iken, "Rahim" ismi ise, istiğfar, hidayet ve tevbe yolunda olan müminlere yöneliktir.Rahman ismi, iman ve itikada bakan bir isim iken, (Râd- 30; Tâhâ- 90; Meryem- 87, 88, 93; Enbiya-36; Furkan 60; Zuhruf- 20, 33, 36, 45)"Rahim" ismi, tevbe, istiğfar ve tevekkül gibi amel ve fiillere dönük bir isimdir.(Bakara- 37, 54, 128, 160; Tevbe-104, 118; Yusuf- 98, Hicr-49; Şura-5; Zümer-53) "Esmâ ul-Hüsnâ' (Allah'ın güzel isimleri) arasında bulunan Rahman ismi, sadece Allah ve Rahim sıfatı ile beraber geçerken (Fatiha- 3; Bakara- 163; Haşr-22; Fussilet-2; Neml-30)Rahim ismi, "Tevvab" (tevbeleri kabul eden) Bakara-37, 54, 128, 160; Tevbe-104, 118)"Ğafur" (Yunus-107; Yusuf- 98; Hicr- 49; Kasas-16; Sebe-2; Zümer-53; Şura-5; Ahkaf-8)"Aziz" (Şuara-9, 68, 104, 128, 140, 159, 175, 191, 217; Rum-5; Secde-6; Yasin-5; Duhan-42)"Berr"(Tur-28) isimleriyle birlikte geçmektedir.Kur'an'da öyle muhteşem bir sistem kurulmuş ki, "Rahim" ve "Tevvab" isimlerinin birlikte geçtiği âyetlerde, tevbe ederek durumlarını düzeltenler hakkında geçerken, "Ğafur" ve "Rahim" isimlerinin birlikte geçtikleri âyetlerde, yalnız müminlerin inanç ve amelleri anlatılmaktadır.Yani "bağışlanma" ve "merhamet olunma" sadece müminlerle ilgili bir durumdur."Aziz" ve "Rahim" isimlerinin birlikte geçtiği âyetlerde, genellikle Resüllerin kavimleri yani onlara iman eden ve inkar edenler anlatılıyor.Bunun anlamı, "Aziz" olan Allah müşriklerden intikam aldı, "Ğafur" sıfatıyla müminleri bağışladı ve merhamet etti" demektir.Aynı şekilde "Rahman" ismi de Kur'an'da aynen "Aziz" ismi gibi kafirleri cezalandırma ve zalimlerden intikam alma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla kök olarak Rahman isminin rahmet fiili ile bir bağlantısı yoktur.Kur'an'da Rahman ismi, Rahim ismiyle bağlantılı olarak geçmez. Rahman ismi, Rahmet tecellisinden daha çok Allah'ın zatı ile ilgili bağımsız bir kullanım alanı mevcuttur. "Rahmet" fiili, Allah kavramı ve Rab sıfatıyla bağlantılı olarak geçerken, hiçbir âyette Rahman ismine bağlanmamıştır. Mesela: "Rahmetallâhi" (Allah'ın rahmeti),(Âli İmran-107)"Rahmetin minallâhi" (Allah'tan bir rahmet olarak),(Âli İmran-159 "Min rahmeti rabbihi" (Rabbinin rahmetinden),(Hicr-56)"Rahmetin min rabbike"(Rabbinden bir rahmet olarak) (İsra-28) "Rahmete Rabbi" (Rabbimin rahmeti),(İsra-100)"Rahmetun min Rabbi"(Rabbimden bir rahmet olarak),(Kehf-98)Rahman ismi gökler, yer, canlı-cansız yani dünyadaki bütün varlıkları kapsarken, Rahim ismi, dünyada ve âhirette sadece müminlere yönelik bir isimdir.(Ahzab-43) Rahman ismi, Allah ismi gibi daha çok varlıkları yaratma ve idare etmeye yönelik iken, Rahim ismi, onları besleme, büyütme, esirgeme, acıma, nimet verme, merhamet etme, tehlikelerden koruma ile ilgili bir isim ve fiildir. Kur'an'a baktığımızda, "Rahman" ismine, rahmet değil, azap ve cezalandırmanın izafe edildiğini görüyoruz. "Babacığım!Rahman tarafından sana azap dokunup da şeytanın velisi olmandan korkuyorum" (Meryem-45)Bu arada Kur'an'da "Rahman" ve "Rahim" isimlerini araştırırken, ilginç bir şey daha dikkatimizi çekti.Âhirette bulunan cehennem azabı Allah'a izafe edilmemektedir.Yani insanlar inanç ve fiilleriyle, cehennem azabını dünyada kendileri satın alırlar.Âyetler: "Bu azap, kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmetmez"(Âli İmran-182)(Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir"(Neml- 90)"O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak ve Allah onlara yaptıklarınızın cezasını tadın diyecektir" (Ankebüt-55)(O gün onlara şöyle diyeceğiz) "Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu bizde sizi unuttuk; yaptığınız amellerden ötürü ebedi azabı tadın!"(Secde-14)Sonuç olarak:Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmışken, (Âraf-156) yüce Allah yaratıklara merhamet etmeyi kendine gerekli kılmışken, (En'am-12) mahlukata azap etmeyi kendine gerekli kılmamıştır. Azap etme adalet gereğidir

22 Mayıs 2021 Cumartesi

YENİLİKÇİLER VE GELENEKÇİLER İnsanlık tarihinde her zaman ve her yerde iki tip insan var olmuştur.1) Yenilikçiler2) GelenekçilerYenilikçiler, yeni fikirlerin peşinde koşarlar, yeni olan şeylerden rahatsız olmazlar, yeni icatlardan heyecan duyarlar. Gelenekçiler, geçmişe çakılıp kalmışlardır, yeni olan her şeyden rahatsız olurar.Yüz yıl, beşyüz yıl, bin yıl, bin dört yıl önceki çağın özlem ve hasretini çekerler. Atalarından kalanlar dışında hiçbir şey onları alakadar etmez.Varsa yoksa ataları, atalarının dini, atalarının gelenekleri ve atalarının tarihidir.Onların ataları yanlış ve hatalı bir şey yapmamışlardır!!Onlar için her zaman geçmiş gelecekten daha hayırlı ve daha üstündür, gelecek kötüdür, bozuktur, berbattır, kiyamet yakındır, yaşamak haramdır.Yenilikçiler, değişirler, tarihi değiştirirler, yeni fikir ve icatların peşinde koşar geçmişe takılıp kalmazlar. Yenilikçiler, sürekli ileriyi düşünürler, geçmişten ibret alarak daima ileriye doğru hedeflerini koyarlar. Yenilikçilere göre ataların dini mutlak doğru değildir, hataları olabilir, geçmiş daima sorgulanmalıdır.Yenilikçi düşünceye göre, ataların dinine kulluk etmenin hiçbir anlamı yoktur.Gelenekçiler statükodan yana oldukları için durağan bir fikir yapısına sahiptirler.Onlarda değişim olmadığı için toplumlarının başını sürekli belaya sokarlar. Çalışmalarında ileriye dönük bir beklentileri olmadığı için gelişme gösteremezler. Onlar gelecek ile değil, daha çok geçmiş ile ilgilenirler.Gelecek onları fazla alakadar etmez. Toplumlarını atalarının ne kadar üstün ve seçkin olduklarının propagandasını yaparak aldatmaya çalışırlar. Fakat yenilikçiler böyle değildir. Medeniyet ve refah, mutluluk ve huzur, gelişme ve ilerleme, icat ve özgürlük hep yenilikçiler sayesinde meydana gelir.Yenilikçiler sürekli araştırma ve geliştirme uygulama ve deney peşinde koşarlar.Yenilikçiler hakkınavcıları iken, gelenekçiler hakkın amansız düşmanıdırlar. Genenekçilerin en büyük düşmanı yeni şeyler peşinde koşan, kendini halkına, halkın refahına adayan yenilikçilerdir.Gelenekçilerin zihin yapısı hep boş, hep soğuk, ölümcül ve karanlık, nesiller nesillerin peşinde hep aynı şeyleri tekrar eden, hep ataların uydurmalarını taklit, hayat, düşünce, fikir, inanç ve idealler hep gelenekseldir. İnanç ve kültür sadece ölülerden kalma çürümüş ve kokuşmuş bir mirastır. Bu geleneksel hayattan, ölülerin dininden topluma intikal eden sadece kaos, yobazlık, acı, kula kulluk, fakirlik, isyan ve yıkım olmuştur.Yenilikçilerin toplumlarını ileriye taşımaları önünde en büyük sorun ve engel her zaman inancı ve fikri, beyni ve inancı bozuk gelenekçiler olmuştur. Vahiy ile Allah'ın elçileri ve Nebiler, yenilikten yana olanları temsil etmektedirler.Gelenekçiler ise Allah'ın elçilerinden ve onlara indirilen vahiy'den tam olarak yüz çevirmişlerdir. Çünkü gelenekçiler aydınlık ve gelişmeden son derece rahatsız olurlar. Gelenekçilere "Uydurma din mensupları, ilahların ve evliyanın şirk dini yandaşları, şeytanın evliyası, ataların dininin savunucuları" gibi unvanlarda verilebilir. Bugün bilim ve teknolojide hayat belli bir seviyede seyrediyorsa bu yenilikçi zihniyet sahipleri yüzündendir. Yenilikçiler hiçbir zaman önyargılara teslim olmadan hareket ederler. Gelenekçiler ön yargılardan kendilerini kurtaramazlar. Yenilikçiler sadece Kur'an'a, onun ilkelerine ve tevhid akidesine teslim olmuşlardır. Gelenekçiler ise Kur'an'ın halktan koparılması, susturulması, Kur'an düşüncesinin arka plana itilmesi ve tümden terk edilmesi için, yazısını, resmini, güftesini, sesini, şeklini, cildini ön plana çıkarıp resme kulluk ederler.Gelenekçiler sanal bir dünyada yaşıyorlar, onların hayatları gerçek değildir, çünkü kendi dönemlerinde değiller inanç ve zihinleri bir yerde cesetleri başka bir yerdedir.Yani Gelenekçilerin hayatları Kur'anın deyimiyle batıldır. Yenilikçiler gerçek bir hayatı yaşarlar, Kur'an'ı hakkıyla okur, ondan ilham alır, inanç ayrılıklarını, düşünce karmaşasını, fırkalaşma belasını bir kenara iterek sadece Allah'ın güç ve himayesine sığınırlar. Yenilikçiler, enerjilerini Kur'an, akıl, ilim ve tefekkürden alarak tekrar dirilişe geçip, ölümcül hastalıklara yakalanmış, şirk ve ayrılığa düşmüş, geri kalmış halklarını yeniden tevhid ve vahdete, huzur ve mutluluğa kavuşturur, ona hayat ve hareket, bilinç ve sorumluluk yön ve derin düşünce kazandırırlar. Yenilikçiler Kur'an'ın abı hayat, kurtuluş, diriliş ve yaratıcılık bahşeden bir kitap olduğunu bütün insanlığa inandırmaya çalışıyorlar

KUR'AN CANLI HAYATA OKUNMALI (3.YAZI ) Dünya ve ahiret kurtuluşumuz, hayat kitabı olan bu kutsal vahyi ölüler kitabı olmaktan kurtarıp, onu yaşayanların kılavuzu kılmaktan geçer.Kur'an'ı hakkıyla okuyan her mümin, bugünkü hayatını, yarınındünyasını kendi kimliğini, kitabın satırları arasında bulur.Yaşadığı çağa uygun çözümlerle karşılaşır.Kur'an için hertürlü ilacın bulunduğu bir eczane ve Allah'ın rahmet hazinesidir.Kur'an'ı hakkıyla okumak gerçekten çok önemlidir."Dinlerine (şirk ) uymadıkça Yahudilerde Hıristiyanlarda (Şia'da, Ehli Sünnet'de ) asla senden razı olmayacaklardır.De ki : Doğru yol (İslam-tevhid-hidayet )Ancak Allah'ın yoludur.Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır""Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu hakkıyla okurlar. Onlar ona iman ederler. Ama her kim onun gerçeklerini örterse, işte gerçekten zarara uğrayanlar bunlardır"(Bakara-120, 121 )"Allah'a ancak güzel sözler yükselir. Onlarıda Allah'a salih ameller ulaştırır" (Fatır- 10 )Kur'an'a gücüne ve himayesine sığınmak, sabır yani dayanma, ciddiyet, kesin inanç ve devamlılık gerektirir. Kur'an'ı Mübin'in bugünkü insanlığa yönelik amacı, indiği günkü amacın aynısıdır. İslam çağrısının ilk hareket noktasında bulunduğumuzu hissedersek, Kur'an'ı ilk kez bize iniyormuş gibi okursak, Kur'an atmosferini algılar, canlılar aleminin onurlandırılmış, şerefli bir varlığı oluruz. Çünkü Kur'an'ın mesajı gerçek bir dava, maddi-manevi büyük bir zenginliktir. Samimi ve değerli bir okuyucu Kur'an'ın kendine özgü kişiliğini ve anlatım tarzını rahatlıkla fark edecektir.İşte o zaman Kur'an'ın yöntemini, mesajlarını, tasvirlerini, bağlam ve bütünlüğünü kuşatan atmosferini, süreklilik sağlayan işlevini anlar, tekrarlanmış ifadelerden istifadesini attırır. Kur'an'ın çarpıcı orijinalliği o zaman okuyucunun vicdanın ihya eder, duygularını kendi kontrolüne alır, nefesini keser, okuyucu çarpılmışa döner. Dalgaları üst üste gelen coşkun bir nehir gibi insanı tevhid gerçeği, inanç sistemi vurguları altında donatır ve eğitir. İnsanın vicdanını çepeçevre kuşatır ve abluka altına alır.

20 Mayıs 2021 Perşembe

YUH OLSUN BİZE,,Bir kaç gün önce Elazığ'da kızının eve bir genci almasından ötürü, cinnet geçiren babanın, kızının boğazını keserek evlat katili olduğunu öğrendik.Allah ve elçisine iman ettiğini iddia eden bizler, değil bir kız ile bir erkeğin aynı evde bulunmaları, beraber gezmeleri, zina etseler dâhi, Kur'an'a göre "dört şahit bulunmak şartıyla" (Nur-4,13) cezalarının ise ancak Kur'an hükümlerinin uygulandığı bir ülkede İslam mahkemesi tarafından yüz celde(iç uzuvlara zarar gelmeyecek şekilde deriye yüzer sopa vurmak olduğunu) bunun haricinde bir cezanın olmadığını anlatamamış isek bize yazıklar olsun.(Kur'an'ın hükumleri hiç bir zaman egemen olmamıştır. Hadis ve mezhepler dini toplumsal olarak Kur'an ahlakının ve hükumlerinin önünde bir engeldir. Dolayısıyla Nebi(a.s) Medine hayatının kısa bir dönemi hariç, vahiy hükümlerinin yüzde yüz uygulandığı bir zaman olmamıştır)Aslında zina olayında Kur'an tarafından dört şahit (Nur-4,13) istenmesi, zina fiilinin açık olarak yapılmadığı takdirde örtbas edilmesi içindir."Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz celde vurun..."(Nur-2) Eğer 90.000 Câmii, 150 bin kadrolu imam-ı bulunan bir ülkede Kur'an'a rağmen cinsel olaylardan dolayı süreklı kadınlar öldürülüyorsa bize yüz kere yazıklar olsun.Yüzlerce ilahiyat Prof'u, onlarca İlahiyat Fakültesine rağmen, bir ülkede cinsellik ile alakalı fillerden dolayı hergün cinayet işleniyorsa bize bin defa yazıklar olsun.Bir ümmetin vicdanı, bir milletin zihin yapısı, din anlatanlar, toplu olarak, çoğunluğu sağlayarak nasıl olur da bu derece Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından en uzak bir noktaya savrulabilir?Din satmak, dini rant yapmak, din üzerinden dünyalık elde etmek, din ve iman adına insanları sömürmek, ümmi insanları Allah'a ile aldatmak, dini her türlü maddi menfaate âlet etmek, yolsuzluk, hırsızlık, israf, rüşvet, şirk, kula kulluk, her türlü yağcılık, ahlaksızlık, adaletsizlik olabilir!!! ama bir genç kızın nefsine ve fıtri olan şehevi arzularına hakim olamayıp günaha girmesi olacak şey değil! öyle mi? Eğer böyle bir şey hayatın olağan hadiselerinden olmasaydı, Allah onların cezalarını Kur'an'a koyar mıydı?Siz Allah'tan ve elçisinden daha mı namuslusunuz?Terör cinayetlerinden sonra en alçak bir günah ve cinayet cinsellik ile alakalı işlenen cinayetlerdir.Zina etmenin, yani bir erkek ile bir kadının beraber olma cezalarının Kur'an'a göre yüz celde olduğunu bu ümmete nasıl anlatamadık?Hadis ve mezhep yoluyla her türlü yalan ve hurafeyi, iftira ve safsatayı anlattık, fakat Kur'an'da bulunan bir hakkı anlatamadık. Diyanet İşleri Başkanlığına ve İlahiyat Fakültelerine ayrılan bütçe haramdır, zehir zıkkımdır.Peki ilahiyat Fakültesinde okuyan masum kızını bir genç ile birlikte gördüğü için öldüren adama şu soruyu sorsak bize ne cevap verecektir. "Eğer bir erkekle beraber olan kızın değil de, bir kız ile beraber olan oğlun olsaydı onu da öldürür müydün?Ne yani, kız yaptığı zaman kötü, erkek yaptığı zaman aferin evladım mı diyeceğiz?Böyle Kur'an'sız ve karanlık bir cehalete sahip olan bir milletin başına ne gelirse haketmiştir.Halbuki namusun ilk önce erkekler tarafından korunacağını Kur'an ortaya koyuyor."Mü'min erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle..."(Nur-30)Aynı emir kadınlara bu âyetten sonraki âyette geliyor.Aynı şekilde Ahzab süresi 35. âyette namusun ilk önce erkekler tarafından korunması gerektiği vurgulanıyor.Sevdiği bir genci eve alırken bir kadın tarafından görüldüğü için baba korkusundan dolayı ihtiyar kadını öldüren kıza bu korkuyu ve endişeyi veren geleneğe ve inanca yüz bin defa lanet olsun.(Elazığ'da bir kaç yıl önce meydana geldi) Bir genç ile konuştuğundan dolayı babası ve dedesi tarafından diri diri toprağa gömülen Adıyamanlı Medine'ye Allah rahmet eylesin.Onu diri diri toprağa gömdüren inanca da lânet olsun.Sözüm ona namus cinayeti olduğu için muhafazakar toplumda hiç kimse Medine'nin çığlıklarını duymadı bile.Adıyamanlı Mazlum Medine..."(Medine'nin diri diri toprağa gömüldüğü otopsi raporu ile ortaya çıktı)Namus! cinayeti işleten inanca yazıklar olsun. Sizde her türlü kötülük mevcuttur ama yine de muteşem bir namusa sahipsiniz, öldürdüğüz masumlara kurban olasınız.

TASAVVUF VE MEZHEP ŞİRKİKur'an'a ve hikmetine baktığımızda son derece kolay bir din ve sade bir hayat ile karşılaşırız.Çünkü yüce Allah, herkesin Kur'an'ı anlaması ve dini saf olarak yaşaması, hiç kimsenin Kur'an'dan ve onun vahiy dininden mahrum olmaması için anlaşılmasını kolaylaştırmış, en açık bir şekilde ortaya koymuştur.Kur'an, yüzlerce âyette kendisinin "mübin" "apaçık" olduğunu söylemektedir.Tasavvuf dinine baktığımızda ise, son derece karmaşık bir din ve söylemle karşılaşırız. Çünkü tasavvufçular hiçbir zaman inançlarını açık olarak söyleme cesaretini gösteremezler. Bir sürü zor, karmaşık, halkın anlamadığı kelime ve cümleler kullanırlar. Hallacı Mansur'dan, Beyazıd-i Bestami'ye, Muhyiddini Arabi'den Celaleddin-i Rumi'ye kadar tasavvufçular, gerçek inançlarını gizlemışlerdir. Fakat çömezleri, halifeleri ve talebeleri tarafından inançları bazen bilinçli veya bilinçsiz olarak dışarıya sızdırılır. Resüllerin gönderildiği kavimler, tasavvufçuların içini yakan, kavuran, bir türlü açık bir şekilde ortaya koyamadıkları hulul inancına bağlı idiler.Yani Tuğrul İnançerin söylediği, "Muhammed'e kul" olunmadan "Allah'a kul olunmaz" Cübbeli Ahmed'in dediği "ete kemiğe büründüm, Mahmut(şeyhi) göründüm" inancıdır. Eski kavim ve ümmetler bu inançlarını çekinmeden, açık bir şekilde, mertçe ortaya koyarlardı. Bununla alakalı Kur'an'da yüzlerce âyet mevcuttur. Nuh (a.s) ın kavminden Ibrahim (a.s) ın kavmine, Hud(a.s) ın kavminden Ashab-ı Kehf'e kadar bütün toplumlar, din adamları için, "élihetiné" "İlahlarımız" kelimesini kullanmışlardır. Nuh (a.s ) kavmi şöyle diyordu:"Sakın ilahlarınızı bırakmayın, hele Ved'den, Suva'dan,Yeğus'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin" (Nuh-23 ) Hud (a.s) kavmi farklı bir şey söylemiyordu: "Ey Hud! Sen bize açık bir mücize getirmedin, biz de senin sözünle ilahlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz"(Hud- 53 )İsterseniz İbrahim (a.s) ile beraber kavmini dinleyelim, ne diyorlar? "Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?" (Enbiya- 62 ) Müşrik Mekke halkı şöyle diyordu. "(Muhammed) İlahları, tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu acaib bir şeydir! (Sâd- 5) Yine kadim mekke milleti, "Şayet ilahlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, (Muhammed) bizi neredeyse ilahlarımızdan saptıracaktı" (Furkan- 42)diyorlardı. Resüllerin kavimleri, tasavvufçular gibi ilahlara ve evliyaya kulluk ediyorlardı. Yüce Allah Şöyle buyuruyor. "Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde, Allah ile beraber taptıkları ilahları, onlara hiç bir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı"(Hud- 101 ) "Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. Onunla beraber kendilerine bir takım evliya edinenler: Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz"(Zümer-3)derler. Bu âyetlere benzer onlarca âyet mevcuttur. Yani dinsizlik ile mücadele eden hiçbir Resül yoktur. Vahiy, şirk dini ile, dinci ile, dindar ile, ilahlarına ve evliyaya ölümüne bağlı olan müşriklere karşı mücadele etmeyi emreder. Peki neden tasavvufçular ladim kavimler ve Hıristiyanlar gibi Allah Resulü veya şeyhleri için direk olarak "ilah" veya "Allah" demiyorlar. Kur'an'da şirk çok sert kınandığı, en açık bir küfür ve büyük bir zulüm görüldüğü için tasavvufçu müşrikler buna cesaret edemiyorlar.Dolambaçlı ifadeler, karmaşık cümleler, zor kavramlar kolay kolay anlaşılmayan kelimeler kullanıyorlar. Bu ibare ve kelimelerden çok zengin bir kavram hazinesi bile meydana getirmişlerdir. Bu kavramlardan "Gavs, Gavs-ı sâni, kutub, kutb-ul aktab, insan'ı kâmil, mürşid, mürşid-i kâmil, jakikat-ı Muhammed'iye, yediler, kırklar" bazılarıdır.Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de benzer bir şirkin içinde oldukları için, tasavvuf şirkini makul ve meşrü görüyorlar. Aralarında bir şirk kardeşliği meydana getirerek "sekara" ve "gayyaya" doğru yüzüstü gidiyorlar.

19 Mayıs 2021 Çarşamba

ŞİRK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR. Dinin himayesine sığınarak kutsala hürmet adı altında açık şirke gidilmesi Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an, yüzlerce âyette gösteriyor ki, şirkin failleri daima din temsilcileri olmuştur. Zaten din ile bağlantısı olmayan müşrik olamaz.Kuran'ı Mübin doğrudan ve açık olarak bu din temsilcilerine lânet okumaktadır.(Bakara-159/174)Kur'an haber vermektedir ki, Resüller mirası, fosiller hakimiyetiyle içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytana ve zulme hizmet eden bir yıkım aracına dönüşmüştür. İşte İslam dünyasının asırlardan beri hüsrandan hüsrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik, İslâm dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde yani ilahi yani vahye dayalı hanif dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan hâlis dinin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Musa (a.s) a, İsa (a.s)a ve tüm Resüllere indirilen vahyin akibeti bu bulmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanlığın din adına Kur'an'dan başka gidilecek bir yeri başvuracak sağlam bir kaynağı bulunmamaktadır. Kur'an'dan nasip yoksa, varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle bilinmedikçe, İslam'ı ve tevhid'i Kur'an'ın gösterdiği şekliyle anlamak mümkün değildir. Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası, Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça onlara İslam adı altında yaşatılan dinin esasında şeytanların dinî olduğu ortaya çıkacaktır. Böyle bir şuur ve iman dünyada bulunan bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Şirki tanıma seferberliği, Kur'an'ın mü'minlerden istediği en büyük ve en zorlu seferberliği olduğunu asla unutmayalım.Şirk, tasavvuf, zühd, zikir maskesi adı altında tarikatlar eliyle en kolay yayılan bir cehalettir.Kur'an'a göre yayılmayı kolaylaştıran şirk ve hulul çevrelerinin dünyalık nimetlere bol bol sahip bulunmaları ve dinleri olan batıl inancı yaymada bu maddi servet ve nimetlerden yararlanmalarıdır. Sahte ilahların dünyalık dağıtarak inançlarını yaymada başarılı olduklarını bizzat Kur'an tarafından şu şekilde ortaya konmaktadır."O gün Rabbin onları ve Allah'ın yanında, altında, berisinde taptıklarını toplar da, der ki, şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar? Onlar seni tesbih ederiz senin yanında, seninle beraber başka evliya edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helakı hak eden bir toplum oldular" (Furkan- 17-18 )Kur'an'ın düşmanı zulüm, en büyüğü düşmanı ise zulmün en karanlık olanı şirktir. "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman- 13) Şirk ve hulul inancı bütün zulümlerin anasıdır. Özellikle hulul inancı ve batınilik sürekli zulüm ve kaos üreten lanetli bir doğurgandır

BELA- FİTNE- İMTİHAN KAVRAMLARIBELA : Sözlükte "denemek, sınamak, eskimek, musibet, darlık ve sıkıntı" anlamına gelmektedir. Kur'an'da da bütün bu anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz.İnsanların korku ve kıtlık, can, mal ve rızıklarının eksilmesi de birer bela(sınamadır)(Bakara-155,156,157)Dünya hayatı, kimin daha güzel amel yaptığının anlaşılacağı bir bela (deneme) yeridir.Ölümde hayat da bunun için yaratılmıştır(Mülk-2)Allah'ın elçileri başta olmak herkes kendi durumuna göre bir beladan (sınamadan) geçirilmektedir.(Ankebüt-2,3) Bela'nın en şiddetlisine uğrayanlar önce Resüller, sonra inanç ve yaşantı bakımından onlara en çok benzeyen muvahhidlerdir.Bir kimsenin gerçek şahsiyeti, denenmesi ve sınanması halinde belli olur. Büyük belalara, büyük düşünen insanlar dayanabilir. Elde edilecek olan sevabın büyüklüğü, katlanılan belanın büyüklüğüne göredir.Belaya uğrama, günahlardan arınma ve manen yükselmeye vesile olur. Bela, kişiyi imanındaki kararlılığı ve erdemli yaşayışı kanıtlamaya fırsat vermesi bakımından ferdin veya toplumun dini ve ahlaki gelişmesine katkısı olan bir sınama ve deneme yoludur.FİTNE:Fitne kelimesi, sözlükte "altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını ortaya çıkarmak için ateşte eritmek" mânâsına gelen "fetn" kökünden türemiştir.Kur'an'da "ateşe atma, ateşle azap etme" anlamında geçmektedir.(Zariyat- 13)Fitne kelimesinin en eski kullanımlarında "derisini daha kolay yüzebilmek için kurbanı sıcak kuma gömmek" anlamı da vardır.Kuyumcu için aynı kökten gelen "fettan" kullanılır.Kur'an'da 34 âyette "fitne" kelimesi, 26 âyette de türevleri geçmektedir. Fitne: "Şer ile hayır...(Enbiya-35) "iman ile küfür..." (Ankebut--2) "Sadıklar ile yalancıları..."(Ankebut-3) birbirinden ayırıp salih olanları kötü olanlardan ayırıp, ortaya çıkarma anlamına gelmektedir.Mesela: Altını saflaştırma ve onu değersiz maddelerden temizlemek için ateşe sokulması gibi. İmtihan ise, insanların iman ve takvalarının derecesini ölçmek amacıyla sınama anlamına gelmektedir.Yani Kur'an'da bulunan imtihan kelimesi, günümüzdeki eğitim ve öğretim sisteminde kullanılan "imtihan" kelimesi ile aynı manaya gelmektedir. Aradaki fark, bilgi sınavı değil, iman ve takva sınavıdır."Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir onlar da bunlara helal olmazlar..."(Mümtehine-20)"Allah'ın elçisinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"(Hucurat-3)

18 Mayıs 2021 Salı

MİSYONER (3. YAZI )Cami dersini tamamlayarak icazet (diploma )aldım, yani Sünni bir müderris oldum. Yaşım da otuzu buldu. İstanbul'a gelip icazet alıncaya kadar her ay bir kere geceleyin elçiliğe giderdim. İngilizce, Fransızca, Türkçe, Arapça konuşan ve yazan biri olduğumdan Bab-ı Âli'ye devama başladım. Dişleri Bakanlığı tercüme kalemine memur olarak atandım. Maaşım 500 kuruş oldu. Bir gün İngiltere elçisi sadrazam Reşit Paşa'yı ziyarete gelir, söz arasında sefaret kavası Ali Ağan'ın oğlu İbrahim Zeki Efendi'nin 500 kuruş maaş ile Bab-ı Âli'ye görevlendirildiğini müjdelerler, "memnun oldum, teşekkürlerimi arz ederim " der. Sadrazam paşa da "tercüme odasına birkaç katip almışlar, hangisi olduğunu bilmiyorum, çağıralım da bir kere görelim "buyurur. Beni huzurlarına çıkardılar.Reşit paşa iltifat etti ve o günden itibaren hep önde yer aldım. Siyasi ve harici işlerde beni kullanır oldu. İngiltere sefareti ile ilgili genel ve özel işlerde daima sefarethaneye ben gönderiliyordum.Az zaman içinde maaşım 2000 kuruş oldu ve hariciyede tercüme odası baş kalfası oldum.Misyonerlik cemiyetinden gelen bir emirle Londra'ya dönmem gerektiğinden sakal ve bıyıklarımı traş ettirdikten ve ilmi hocalık kıyafetimi çıkararak bir Avrupa'lı kıyafetine girip başıma bir silindir şapka geçirdikten ve değerli arkadaşlarıma veda ettikten sonra, İngiltere'ye döndüm. Yeni şeklim beni tanıyanları doğal olarak şaşkınlığa düşürdü. Misyonerlik cemiyetinden Herbert'e verilen görev Bektaşilik tarikatını öğrenmek olduğundan, o da benim gibi yetiştirildikten, yani sünniliğe, dört mezhebin künhüne (özüne) vakıf olduktan sonra Konya şehrine gönderildi. Adı geçen İngilizliğe taban tabana zıt olarak neşeli, şen şakrak biriydi. Rind, meşrepliği sever, akşamcılığa bayılır, dünyalığa önem vermez, kimse aleyhinde ağzını açmaz, her şeyi "Eyvallah" diyerek hoş gören bir adam olduğundan zaten yaratılışça Bektaşi idi.Şiire merakı gerektiğinden fazla olan Herbert, Türkçe, Arapça ve Farsça birçok kasideler, mersiyeler, methiyeler ezberlemişti.Sırası düştükçe onlardan birini okurdu. Mr. Herbert'in müslümanca adı Mehmet Ali idi. Mehmet Ali her akşam kahvehane ve bozahanelere devam etti.Orada rastladığı insanlarla dostluk kurdu. Çünkü Türkiye'deki meyhanelerde bir- iki kadeh rakı yuvarladıktan sonra insan önüne gelenle dost olur.Herbert hemen her gece dostlarına ikramda bulunur ve bu yolda pek çok para harcardı.Özellikle kafalar bir miktar döndükten sonra Herbert bütün ustalığını ve yeteneğini ortaya koyarak, oranın müdavimlerine (corde de vibrante) onların can alıcı noktalarına temas eden sözler söylemeye başlar ve ardından bir -iki mersiye okurdu. Herbert'ın her hali dostlarının sevgisini kazanmasına ve kalplerinde muhabbet duymalarına sebep olurdu.Erenlerden biri, "adına kurban olayım Mehmet Ali, imanım, sen doğuştan canlardansın, hem ervahlar (ruhen olgunlaşmamışlar) arasında yerin yoktur. Noksanın nasip almamandır. Haydi, pir evine gidelim, o merasimi de yapalim olsun bitsin, dedi. Orada bulunanlar bu teklifi alkışladı. Herbert, yani Mehmet Ali'de 'Hay hay' gidelim, canıma minnettir, ehli beyt'e, Âli abâya canım feda' dedi.İki üç gün içerisinde âdetten olan yiyecekler hazırlandı ve hediyeler alındı.

DÜNYA DÖNSEYDİ NE OLURDU? İbrahim hakkının marifetnamesi gibi saçma sapan kitaplar, Kur'an'ı dinin kaynağı olarak yeterli görmeyenlerin, Kur'an, akıl ve ilim dışı izahlarla dolu olan eserlerdir. Bu eserler hadisçi "din" anlayışının sonucudur. Mezhepleri din edinmenin vebal ve sorumluluğu ise aklını kullanmadan bu hurafelere teslim olan, mezhep imamlarının insiyatifine bırakılıp terkedilen, hurafeleri din zanneden kalabalıklardır. Bu acınacak durumda bulunanlardan birisi de uzun süre Suudi Arabistan'ın Diyanet reisliğini yapmış olan Fanatik Ehl-i Sünnet taraftarı olan Abdülaziz bin Baz'ın fikir dünyasıdır."Dünyanın sakin, güneşin hareketli olduğunu, gezegenlere ve Ay'a çıkmanın imkansızlığına dair "akli ve hissi deliller" isimli risalesinde şunları söylemektedir." Kim bunu iddia ederse küfür ve sapkınlığa düşmüş olur. Çünkü bu iddaa hem Allah'ın, hem Kur'an'ın hem de Allah Resulü'nun reddi anlamına gelir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Tövbe ederse ne âlâ! Aksi takdirde kafir olur ve dinden dönmüş gibi hüküm uygulanarak öldürülür ve malı da devlet hazinesine devredilir. Abdullah bin Baz'a göre "dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, evler, ağaçlar dağılır, nehirler, denizler taşar hiç bir şey yerinde durmaz, hepsi savrulup giderdi. İnsanlar, batı'daki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıblenin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bunların hiçbiri görülmediğine göre dünyanın hareketli olduğu iddiası birçok sebepten dolayı batıldır. Bu risaleye göre dünyanın hareket ettiğini söyleyenlerin öldürülmeleri gerekir. Kısacası İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesi, Said Nursi'nin Risale-i Nur'u, Celaleddin-i Rumi'nin Mesnevisi, Taberi, Buhari, Müslim, Kâfi ve diğerleri, bilim sanat ve akıl dışı izahlarının dinin bir parçası yapılması, bunlarda yer alan kimi fikirleri reddedenlerin sapık ilan edilmesi, akıl tutulması ilkel bir anlayıştır.Suudi Arabistan'ın en büyük fetva makamı olan bin Baz'ın risalesinin yazım tarihini size sorsalar tahmininiz ne olurdu? Bu eser bundan 1000 yıl önce değil, 1975 te yazılmıştır. Hem de Suudi Arabistan'ın devlet matbaalarında ve resmi makamarca basılmıştır. Ne yazık ki, siyasal İslamcıların, selefilerin, haricilerin, vahhabilerin "şeriat" diye insanlara yutturmaya çalıştıkları din budur! Bilim ve akıldışı, vicdan ve merhamet dışı, sanat ve estetik düşmanı, hadis ve mezhep merkezli yalanların yol açtığı rezillik, maskaralık ve ahmaklık budur. Kur'an yeterli görülmeyince olacak şey budur.

17 Mayıs 2021 Pazartesi

YUNUS EMREBir şiirinde Yunus Emre aynen şöyle diyor: "Peygamberimiz" gökyüzüne çıkıp da Mirac'ı gerçekleştirdiği zaman onunla beraber bulunan benim. "Peygamber'in" yanında bulunan ve sofrasında oturan yakınlarıyla çıplak ve samimi sohbet eden gene benim. Sabretmeyi ve kanaati hoşgören kırklarla olan ve 40 kişiyle tek bir gömleğe kanaat eden gene benim. Hem halife Ömer'e adalet işlerinde yardım ettim, hem de oğlu ile günah işleyip cezaya çarpıldım. Hiristiyan bir dilber uğruna dinini değiştiren Abdurrezzak beni kendine yoldaş etti. "Allah benim "diyen Hallacı Mansur ile birlikte asılan benim. Musa "Peygamber" ile çok görüştüm, Çok konuştum. İsa "peygamber" ile göklere çıkan benim. Adımı Yunus diye taktım, sırrımı âleme açıkladım, bundan sonra da dilde söylenen benim. Ben öyle bir sultanım ki kadim den (Ezel'den) başlayıp sonsuza kadar hükmüm sürecektir. Benim zevalim (yok oluşum-batışım) yoktur. Gene yedi iklime hükmeden, insanlara hükmedip onları diri tutan sultan gene benim. Yeryüzünü yaratan, üzerine gök kubbeyi oturtan, büyük denizleri ve dalgaları meydana getiren ben olduğum gibi, tufanı meydana getiren, Nuh "Peygamber" ile ailesini tufan felâketinden kurtaran da benim. Dur emrini verince göklere, gökler hemen durdu ve benim istediğim gibi karar kıldı. Dünyaya yüz bin çeşit insanı getiren gönderen de gene benim. Yusuf "Peygamber" ile kuyuya inen, erzak almak için Mısır'a gelen, kardeşlerinin terazilerine altın dolduran, hepsini zengin eden Mısır'ın sultanı de benim. Dervişlerle derviş olan, onlarla aynı safta duran ben olduğum gibi, sofularla el bağlayıp ibadet eden o keramet sahibi, o Rahman olan merhametli varlık da benim. Ben kaf dağından kaf dağına kadar her tarafa hükmederim. Devler ancak benim emrimde olup benim emrin dışına çıkamazlar. Rüzgarlara binerek seyran eden bu mülkün sultanı de benim. Bunları diyen Yunus değildir. Bunları söyleyen sadece kudret dilidir. Benim ilk( ezel) ve son (ebed )olduğuma inanmayan kafir olsun"(Yunus Emre Divanı sağlam Yayınevi Murat Sertoğlu- sayfa. 193 /194) Bunları söyleyen Yunus Emre, başka bir şiirinde, her birimizin endişesine tercüman olarak diyor ki:"Ey ahbaplarım, ey kardeşlerim, çok güç bir durumdayım ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapayım ne edeyim. Ya Yüce tanrı beni kulluğundan çıkaracak olur. Sen benim kulum değilsin derse ben neylerim. Başım hakaret ve zillete uğramış olarak önüme düşer. Göz yaşlarım hiç durmadan akmaya başlar. Mahşer günü yerim ebediyyen yanacağım cehennem olsa ben neylerim. Suçlarımı andıkça içim yanar. Gözlerim kanlı yaşlarla dolar. Hakkın huzuruna çıkacağım vakit ona karşı yüzüm kara olursa ben ne ederim. Gerçek şu ki, içim fesat ile doludur. Ey Allah'ım! Ne olur. Suçumu bağışla, yarın yerim cehennem olacak olursa ben neylerim sonra. Evet fesat içinde kaldım. Suçlarını biliyorum. Yunus bundan dolayı derdim arttı der. Mezara girince kabrim dar gelir, orada sıkıntıya ve azaba uğrayacak olursam ben ne yaparım" (a,g,e s. 236) Yunus Emre, hulul inancı ve tevhid arasında kalmış, içinden çıktığı milletin inancından dolayı doğuştan hulul inancı ile birlikte büyümüş, belli bir zaman sonra Kur'an ve İslam dini ile karşılaşmış, iki din arasında gel gitler yaşamış birisine benzemektedir. Hulul inancından kurtulmak çok zor olmakla birlikte Allah'a olan sevgisinden dolayı bu inançtan tevbe ederek, Allah'ın huzuruna hak din ile gitmiş de olabilir. En doğrusunu Allah bilir.(Not: Divanında "peygamber" kelimesi kullanıldığından dolayı, olduğu gibi aktarmak zorunda kaldık)

15 Mayıs 2021 Cumartesi

FETÖ -EHL-İ SÜNNET- DİNLER ARASI DİYALOG"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın" (Nisa-145)Uzun bir zaman hiçbir devlet yetkilisi "Fetö'nün Amerika Birleşik Devletleri'nde ne işi var?demedi. Evet çok basit bir soru.Fakat her şey bu çok basit sorunun içinde düğümlenip kalıyor. Burada bizi alakadar eden nokta şudur.Kur'an'ı tek hidâyet kaynağı kabul eden muvahhidler, ülkelerinin aleyhinde yabancı bir ülkenin uşaklığını yapmazlar.Yani vahyi dinde tek kaynak kabul edenler hain olmazlar.Fakat F Gülen, Daiş, el Kaide, Boko-haram gibi selefiler, fanatik mezhepçiler ve tarikatçılar iktidarlarının, şirk dinlerinin, batıl inançlarının ve hurafe mezheplerinin devam etmesi pahasına emperyalist güçlerin uşaklığını yaparlar.Yani din ve ahlak bakımından böyle alçak zihin yapısına ve düşük bir karaktere sahiptirler. İşte bu yüzden fetö tipi terör örgütleri emperyalistlerden daha kalitesiz bir ahlaka sahiptir. Dolayısıyla Fetö, PKK, YPG gibi terör örgütleri ile mücadele ederken bu önemli noktayı gözden kaçırmamak gerekir. Ümmetin 15 Temmuz'daki kahraman direnişi Amerika için çok ağır bir darbe oldu. Amerika, Vietnam mağlubiyetinden sonra böyle büyük bir darbe yememişti.Amerika için bu acı mağlubiyet gerçekten sineye çekilecek gibi değildir. Bu milletin vurduğu alçaltıcı darbenin intikamını şu veya bu şekilde almak isteyecektir.Önemine binaen sık sık hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Bir Mü'min için en önemli değerin, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve hürriyet olduğuna inanıyoruz. Hurafe, yalan, vahşi ve ırkçı Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dinine fanatik bir şekilde bağlı olan Kur'an cahili F Gülen, Ülkeyi ele geçirseydi yani iktidara yaptığı darbe başarılı olsaydı, muvahhidlerin hayat hakları ellerinden alınacaktı. Ülkede, sadece paralel yapı ilahlarının bağlı olduğu, Ehl-i Sünnet dininin iman esasları tek hüküm kaynağı olacaktı. Gülenizm, Ehli Sünnet dinine dayandığından Kemalizm, Komünizm, Faşizm veya Sosyalizm rejimlerinden çok daha tehlikeli olduğu için sadece karanlık ve felaket getirecekti. DİNLER ARASI DİYALOG Kur'an'a iman olmayınca, kendisini bilgili zanneden kişi ahmak, hatta bilgisiz bir ahmaktan daha sapkın olabiliyor. Halbuki hidâyete ve sırat-ı müstakim'e ulaşmanın tek yolu, doğru kaynak, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulamadan geçer. Mesela: Ehli Sünnet dininin fanatiklerinden biri olan Fetö'nün başlattığı "Dinler arası diyalog" sapkınlığına bir bakalım. Din denildiği zaman ilk akla gelmesi gereken Allah tarafından indirilen metinlerdir. Yani Allah'tan elçilere indirilen vahiy'dir.Vahiy'de Allah tarafından gelenin hak ve hidâyet diğerlerinin batıl ve sapkınlık olduğu kayıt altına alınmıştır. Hiç bir zaman hak ile batıl, İslam ile şirk, iman ile küfür arasında diyalog olmaz. Bu iki din kıyamet gününe kadar birbirine düşmandır.(Mümtehine-4) Bu iki inanç birbirine son derece aykırıdır. "Biri basiret, diğeri körlük..." (Fatır-19)"Biri nur, diğeri karanlık..." (Fatır-20)"Biri gölge, diğeri hararet..."(Fatır-21) "Biri hayat, diğeri ölüm..."( Fatır-22)"Biri yüz üstü sürünme, diğeri düzgün ve dosdoğru yol alma..." (Mülk-22) olarak hükme bağlanmıştır.Bu iki din asla bir araya gelemezler. Biri Allah'a kulluğu ve hürriyeti, diğeri kula kulluğu ve köleliği sembolize eder.Bu vahiy'lerin içinde en son nazil olan ve yüzlerce âyette apaçık bir şekilde ortaya konan Kur'an'a çok basit bir şekilde göz gezdirelim. Yüce Allah tarafından elçilere tek bir "Din" mi yoksa "dinler" mi gönderilmiş? görelim. "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu din müşriklere ağır gelir..."(Şura-13) "Allah indinde hak din (tevhid dinî olan) İslam'dır..."(Âli İmran-19) "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir inanç) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır"(Âli İmran- 85) (Ey Nebi! ) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler"(Rum- 30) "Hepiniz ona yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salatı ikame edin, müşriklerden olmayın"(Rum-31) "Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka, kendilerinde olan (mezhep, firka) ile (böbürlenip) sevinmektedir"(Rum-32) (De ki) : Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüphecilerden olmayasın"(En'am-114) "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir bilendir"(En'am- 115) Bu ayette geçen "Rabbinin sözü"nden maksat tevhid akidesi olan İslam dinidir."...Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum...."( Mâide-3) Peki bu apaçık gerçeklere rağmen Fetö neden böyle bir çalışma içine girdi? Devletin resmi kurumu olan ve doksan bin cami, yüz elli bin imam, yüzlerce vaiz ve müftüsü ile Diyanet İşleri Başkanlığı neden Fetö'nun bu sapkınlıklarına karşı çıkmadı?Diyanet İşleri Başkanlığının "dinler arası diyalog" ahmaklığına karşı gelmemesinin bir çok sebebi sayılabilir. Bence en önemlisi "din" konusunda Diyanet İşleri Başkanlığının inancı ile Fetö'nun inancı arasında bir fark olmamasından dolayıdır. Her iki kurum Ehl-i Sünnet dininin rivayetlerini ve onların üzerine inşa edilen ictihadları yani mezhebleri tek kaynak olarak kabul etmişlerdir. Mesela: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları tarafından 2010 tarihinde çıkan iki ciltlik ilmihalde "1.Cilt, iman ve ibadetler" kitabında dinin tarifi şu şekilde yapılmaktadır. "İslam'la din adeta eş anlamlı iki kelime telakki edilmiş ve bütün "peygamberlerin" getirdiği dinin İslam olduğu ifade edilmiştir"(s, 5) denildiği halde, İlerleyen sayfalarda din için şu tarifler yapılmıştır. "...bütün gerçek "dinler" Allah'tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmıştır"(Sayfa, 5)Şimdi şu iki cümleye dikkat edin! "İlk insan aynı zamanda ilk "peygamberdir" ve kendisine bildirilen din de tevhid dinidir"Şimdi dikkat! "Allah'ın varlığı ve birliği ile Nübüvvet ve ahiret inancı bütün "ilâhi dinlerde" değişmez ilkeler olarak yer alır. Bundan dolayı Hz.Adem'den Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin getirdiği "hak dinlerin" ortak adı İslam'dır" Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinde yüce Allah "dinler"den söz etmez, Allah'tan sadece İslam dini gelmiştir. İşte size başka bir iftira: "Âyet ve hadislerde "hak dinlerin" ilâhi kaynaklı olduğu ısrarla vurgulandığından İslam âlimlerinin din tariflerinde de bu kayıt yer alır"(Sayfa, 5) Yine kitapta yer alan dinlerin tasnifi maddesinde şu ifadeler yer alıyor. "Tanrı kavramı ele alınarak yapılan tasnif şu şekildedir"1- Tek tanrılı dinler (ilâhi dinler) (Sayfa, 8) "İslami kaynaklarda vahye dayanan dinler için genellikle "milel" batıl dinler için "Nihal" kelimeleri kullanılmıştır" (Diyanet Vakfı Yayınları iman ve ibadetler kitabı) Diyanet İşleri Başkanlığı, daha Allah tarafından elçilere indirilen İslam dininin hangi anlama geldiğini ve mahiyetini anlamış değildir. Fetö'ye ne diyebiliriz?FETÖ NEDİR? Fetö şirktir, hurafedir, uydurma dindir, dini maddi çıkarlara alet etmektir, cehalettir, ihanettir. Fetö "Haçlılar sizin kızınıza karınıza ilişmezler" diyecek kadar zivanadan çıkmıştır. Fetö uydurma dinin ve Risale-i Nur'un bir aynasıdır.Fetö, Kur'an'da ne kadar yasaklanan bir şey varsa onu işleyen bir haramidir. Fetö, Kur'an'sız dinin en fanatik bir taraftarıdır.Fetö, Şia ve Ehli Sünnetin bütün hurafelerini eserinde toplayan uydurmacı Said Nursi'nin nursuz bir talebesidir.Fetö, tarihin bütün karanlıklarını kendisinde toplayan kapkaranlık bir taklittir. Fetö'nun Kur'an'daki tarifi: "İman ile küfür arasında zikzakçı, mütereddit= kararsız, mütehayyir= şaşkın bir haldedir, ne onlara ne de bunlara yani ne müminlere yarayışlı olur nede kâfirlere, ikisi arasında bocalar durur. Çünkü ( Kur'an'dan yüz çevirdikleri için) Allah onları şaşırtmıştır. Kim Allah'tan sapkınlığının devamını isterse artık onun için bir yol bulamazsın"( Nisa-143) Fetö, yukarıdaki âyette anlatılan münafıklardan daha dönek çıkmıştır. Çünkü münafıklar müminlere yaramadıkları gibi kafirlere de yaramazlar. Fetö'de Kur'an ahlakı olmadığı için, daha doğrusu Fetö Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı bir mukallid olduğu için Allah'ın hidayet, rahmet ve mağfiretinden uzak kalmıştır.Feto Kur'an'sızlığın nasıl dehşetli bir hastalık olduğunu gösteren apaçık bir delildir.Fetö'de iman, güven, merhamet, kanaat, ahde vefa, eman ve emniyet, sevgi ve adalet, kardeşlik ve istikamet yoktur.Fetö, 1400 yıllık bir sorundur. Fetö, Resülüllahın hapiste olan teröristlerle beraber yemek yediğini anlatan ilginç bir inançtır. Fetö, hoşgörü, dostluk ve muhabbeti İslam düşmanlarına karşı gösterirken, ümmete kalleşlik, casusluk ve ihanet göstermiştir. Fetö musibeti, Diyanet'in ve ilahiyatçıların cehaletini gösteren olağanüstü bir tablodur. Fetö'de hiçbir ahlaki ilke mevcut değildir. Nedeni ne olursa olsun, Fetö'nün başarılı olmasını isteyen Allah ve Resulüne ihanet etmiştir.Üzerine basa basa Fetö'ye terör örgütü diyemeyen kimseye Allah iktidar yüzü göstermesin. Fetö'nün kitabında mertlik ve cömertlik yoktur. Eğer Fetö'de zerre kadar Kur'an bilgisi, az tefekkür, biraz aklı kullanma, asgari bir sorgulama ve minimum bir özgürlük sevgisi olsaydı, bu kadar lanete uğramazdı. BÜYÜK TEHLİKE Kur'an'ı bilmeyen ve tevhid medeniyetinin farkında olmayan Fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu anlayamaz.F Gülen terör örgütü ülkeyi ele geçirseydi vahiy ehli muvahhidler için binlerce sene sürecek bir esaret başlayacaktı. Milli ve yerli olduktan sonra sosyalistinden komünistine, deistinden ateistine kadar seçim ile iktidara gelen, Fetö'ye tercih edilmesi gerekir. Hatta demokratından laik olanına kadar seçimle kim iktiara gelirse gelsin bir Ehl-i Sünnet Cemaat liderinin veya bir Tarikat şeyhinin ülkeyi ele geçirmesinden çok daha daha iyidir.Suudi Arabistan'da yaşamaktansa Hristiyan veya Yahudi bir ülkede özgürlük içinde yaşamak İslam şeriatına ve tevhid akidesine daha uygundur.Onurlu bir hayat için önemli olan insan hakları, merhamet, adalet ve özgürlüktür.15 Temmuz darbesinin ne kadar alçak bir işgal hareketi olduğunu anlamayan ve bu darbenin emperyalistlerin destek ve yardımlarıyla olduğuna inanmayan haindir.Fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu anlamayan bir siyasetçi ülkenin geleceği için tehlikelidir. F Gülen, Ehl-i Sünnet dininin fanatik bir talebesi olduğu için Kur'an düşmanıdır.Fetö'nün en büyük ihaneti vatan ve millete olan ihaneti değildir. Kur'an ve tevhid, akıl ve mantık, tefekkür ve sorgulama, özgürlük ve adalet, din ve güzel ahlaka yaptığı ihanettir.Onun için, hareket halindeki tankın altına yatmayı sıradan bir olay olarak görmemek çok önemlidir. Hareket halinde olan tankın altına yatmanın nasıl bir şey olduğunu çok düşünmek gerekir.Hareket halinde olan tankın altına yatmanın ne demek olduğunu düşünmeyen bir siyasetçi iktidar yüzü görmesin.15 Temmuz işgal darbesinde Fetö başarılı olsaydı Şeytan'ın kesin bir devrimi gerçekleşecekti.Aslında vahiy ehli muvahhidlerin Fetö'ye olan kin ve düşmanlıkları vatana yaptığı darbeler ve içtima-i hayatta açmış olduğu derin yaralardan daha çok Allah ve Resülünü maddi-manevi çıkarlarına alet etmesi, Ehl-i Sünnet dininin fanatik bir taraftarı, özgürlük ve Kur'an düşmanı olmasından kaynaklanıyor.Ya Kur'an başa ya kuzgun leşe.

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(30.YAZI)"Nemrud’un ateşine odun taşıyanların bol olduğu bir dünyada, İbrahimî bir teslimiyete, İbrahimî bir dirence, İbrahimî bir adanışa, İbrahimî bir imana, ne kadar da ihtiyacımız sayın hocam!Rabbim hocamızın yüreğine güç versin!Kalemi dosdoğru yoldan şaşmasın inşallah!!!(Arif Turak- "Buharinin Dinî ile Allah Resulünun Dinî Arasında Bir Kıyaslama" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Ali Hocam!Buharı ve benzeri hurafe önderlerinin uydurduğu dinin mensuplarını ters yüz edecek belgeler sunmuşsunuz. Allah razı olsun. Diliyorum ve umuyorum zerre de olsa nasiplenirler.(Hayri Sipahi- "Buhari'nin Dinî ile Allah Resulünun Dinî Arasında Bir Kıyaslama" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"En büyük zulüm ve küfür Allah'ın Resül'ünü vahiy'den ayırmak olmuştur.Çünkü Resülü vahiy'den ayırınca iftira ve karalamalara karşı serbest hedef haline geliyor.Yoksa vahiy'de inanç ve ahlakı koruma altında olan Resül'ün aleyhinde kimse yanlış bir şey söyleyemez.Resüller, tarih boyu hep bu sapkınlıkla mücadele etmişler ve insanları hürriyetin zirvesine, yalnızca Allah’a kul olmaya çağırmışlardır. İnsan Allah’ın kuludur ve her şeyini ona borçludur. Tüm mesele bu hakkı insanın da kabul etmesi ve buna göre yaşamasıdır. Ali Aydın hocamıza yazı için teşekkür ediyor, sağlık diliyorum!"(Arif Turak- "Şia ve Ehl-i Sünnet Âlimleri Kur'an'dan Hiç Bir Şey Anlamamışlardır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Saygıdeğer arkadaşlar!Son vahyin öncesi ve sonrası bir yaşamı baz alacak olursak. Îslam öncesi köle kadın kız çocuğu gibi birçok grup, insan olarak görülmüyordu Günümüzde İsrail ve İngiltere'nin insanlara baktığı gibi (burda İsrail ve İngiliz halkına karşı degilim. Orada bulunan egemen anlayışı kast ediyorum) Îslam bunlarında insan olduğunu köle, kıral aynı hakka sahip olduğunu kadının kutsal olan analık vasfına sahip olduğunu anlatmış ve savunmuştur Allah Resulü'nden sonra hayat tekrar eski raylara oturtulmaya başlanmıştır ve bir çok alanda bayağı başarıya ulaşılmıştır Halen İslam dünyasının büyük bölümünde bu çağ dışı yönetimler mevcut ve varlıklarını resmi olarak devam ettirmektedirler. Bundan dolayı islamın başlangıcı ölçü alınıyorsa o gün İslam davasına omuz verenlerin hiç birinin mezhebi yoktu. Nebi (a.s) ve arkadaşları sadece Allah'tan gelen emirlere icabet etmeye çalışıyorlardı.Ama sonraki dönemlerde özellikle Emevi saltanat devleti kurulunca vahiy bir tarafa bırakılıp fitne, taraf, saltanat, kral, köle gibi ilkel yaşama sarılıp kendi tahtını sağlamlaştırmaya çalıştılar.Aslında Osman'ın dönemi ölçü olarak alınması gerekir.Çünkü birçok olay Osman'ın dönemiyle başlıyor.Ve bu olaylar Mekke ve Medine katliamlarına kadar gidiyor.Başta Ali olmak üzere, Ebuzer, Bilal, Ammar gibi davaya inanan bir çok kişi bu zorba yönetimlere karşı çıkıyor, itiraz ediyor, hatta baş veriyor, kendisini feda ediyor. Bu şerefli başkaldırı bizde mezhep olarak kabul görse de, büyük coğunluğu Kerbela'da toprağa gömülüyor. Dolayısıyla bu haksızlıklara karşı direnen herkese bir damga vurulup imha ediliyor yani Kerbela çölüne gömülüyor Îslamin mezhep, grup, parti, sınıf, fırka, öbek öbek olan tayfalarla bir alakası yoktur.Îslamın tek rotası tevhid, adalet, güzel ahlak, insan hakları, salih ameller ve infaktır"(Abdullah Polat- "Bektaşilik 4.Yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Aydın hocayı tanıdığım ve kendisi ile telefonla da olsa görüştüğüm için kendimi gerçekten şanslı görüyorum. Fakat özellikle Alevilik konularında maalesef ki genellikle iç okşayıcı finaller yapıyor ve bu durum, Kur'an bilgisi neredeyse yok denecek kadar az olan bizim topluma ne yazık ki iyilik olmuyor.Oysa ki, olayları ve sebepleri dile getirdikten sonra, "tarihte bunlar olmuş ama işin Kur'an'ın gerçeği şudur.Alevi kardeşlerimiz Ali'yi Ehli-Beyt'i gerçekten seviyor ise tıpkı onlar gibi Kur'an'a uymalılar çünkü bugün Alevilik adına yapılanlar Ali'nin inancı değildir" diyerek, dostça sözler söyleyip bizim tarafa, nerede olduklarını ve aslında nerede olmaları gerektiğini belirtmesi gerekir diye düşünüyorum.Aksi halde "size zamanında şunlar olmuş şöyle yapılmış, dolayısıyla siz bu şekilde inanç(!) yaşayarak doğrusunu yapıyorsunuz" gibi bir algı!!! oluşturuyor.Bu maalesef ki çok ciddi bir tehlikedir..Kaldı ki, biz Aleviler madem ki Ali'ye bağlıyız ve onun yolundan gidiyoruz, o halde Ali, Bektaşi mi idi ki, Kur'an dışı sapkın bir felsefe olan Bektaşilik, Alevilik ile bir gösterilir??(Şunu da kesinlikle belirtmek isterim ki, belki kimse farkında bile değil ama Almanya'da, Alevilik görünümlü Alev'ilik dini tanındı (işte belgesi)👇https://youtu.be/ml9bgTK3UhwVe de;Ali, Ehli-Beyt'e (aslında İslam'a) düşman olan sahtekarlar, inanç hanesine Alevi yazılması için mücadele ediyor.(işte belgesi)👇https://youtu.be/7xwPUkqC7XMBunun bir adım sonrası "inanç özgürlüğü naraları ile ülkenin kaosa sürüklenmesi...!!Ali hocam'a ricam, bu hain gidişatı görmesi, kardeşinin bu dostça sitemini dikkate alması Alev'ilik!!! dinine katkı vermemesidir... Dostlukla...(Hasan Gültekin- "Bektaşilik" 4.Yazı'ya yaptığı yorum)

MİSYONER (2. YAZI ) Kavas Ali Ağa, kolumdan tutarak beni evine götürdü ve eşi Gülsüm Hanım'a teslim ederek: "İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin" dedi. Don, gömlek ve entari yaptılar ve giydirdiler.Güzelce yapılmış iki takunya alarak ayağıma geçirdiler.Ve bir gün elime on paralık kağıt helva sıkıştırarak mahalle çocuklarının arasına salıverdiler.Bir kaç ay kadar sıkıntı çektim. Türkçe bilmediğim için kimse bana önem vermiyor ve dilsiz diyorlardı. Beni mezeliyorlardı. (dışlıyorlardı)Evde de daima Türkçe görüşüldüğü (konuşulduğu) gibi, devam ettiğim mahalle mektebinde de Türkçe'den başka bir dille konuşan olmadığından yavaş yavaş Türkçe'yi öğrenmeye başladım. Akşam üzeri evimizin önüne toplanan çocuklarla birlikte top oynamaya başladım. Bir sene sonra çocukların elebaşısı olmuştum. Okulda da Hocaefendi ilgi göstermeye başladı.Sesim iyi ve gür olduğundan "amme" (Kur'an'ın kısa sürelerini içeren ve "amme süresi " ile başlayan) cüzünü güzelce okuyordum, hatta ezberlemiştim bile.Velhasıl bu şekilde ilk mektebi ve Rüştiye derslerini gördükten sonra Beyazid Camii şerifinde müderris Palabıyık Ali Efendi'nin halka-i tedrisine (ders halkasına) dahil oldum.Cübbem, papuçlarım, sarığım pek hoş, düzgün ve temizdi.Tesbihim elimde, kitabım koltuğumda evimden okula, camii şerife ve dershaneden evime gider- gelir geceleri derslerime çalışır idim.Küçücük ve sarı sakalımı taramak için şimşir tarağım, temiz dişlerim için küçük misvakım cebimden, divitim belimden eksik olmazdı. Annem Gülsüm hanım, beni yatırıncaya kadar uyumaz ve daima zihin açıklığı için dua ederdi. Ali Ağan'ın çocuğu olmadığından, ben Gülsüm Hanımın öz evladı, daha doğrusu gözünün nuru idim. Sarf, nahiv, avamil, kâfiye, mantık, tasavvurat, tasdikât, kelam, fıkıh, hadis, tefsir vb, birçok kitapları sırasıyla okudum ve öğrendim.Arkadaşlarımdan okuyanlar pek çoktu. Fakat öğrenenler birkaç kişiden ibaretti. Fransızca öğrenmek hevesine düştüm, Dellal oğlu Dikran Efendi adında bir Ermeni buldum. Bu zat iyi Türkçe ve Fransızca biliyordu. Adı geçen bu şahsın evine devam etmeye ve ders almaya başladım. Metodu o kadar güzel ve mükemmel idi ki, az bir zaman zarfında Fransızca konuşmaya başladım. Arapça dersinde arkadaşlarım içinde birinci idim. Hocama öyle sorular yöneltiyordum ki, bazen onu bile düşündürürdüm. Nihayet adıma bir zekilik ilavesiyle çalışmam takdir edildi.Ve bu nâm ile taltif olundum. (iltifat gördüm)

14 Mayıs 2021 Cuma

NEBİ VE RESULÜ'N ÖZELLİKLERİNEBİ KİMDİR?Nebi: Allah'ın kendisine, kendisi ile alakalı vahiy indirdiği kişidir.Yüce Allah Resullük (elçilik) misyonu ile görevlendiriceği kişiyi ilk önce onun iç dünyasını düzenleme ve imarı, mükemmel bir ahlak ve sağlam bir inanç kazandırması açısından elçiliğe hazırlık olarak, Resul olacak kişiyi her türlü iyilik ve faziletlerle donatması demektir.Yani Nebi'yi herkes tarafından örnek alınacak bir kıvama getirmesi ve en ileri bir olgunluğa eriştirmesi olarak görülebilir.Nasıl ki devlet, atayacağı memurlardan görev başlangıcında söz alıyor ve yemin ettiriyorsa, aynen onun gibi Allah Nebi'lerden de elçilik vazifesini hakkıyla yerine getirmeleri için bir söz ve misak almıştır. "Hani biz Nebi'lerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan: Evet biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık"(Ahzab- 7)Nebiler'den alınan sözün ne olduğunu şu âyetten öğreniyoruz."Hani Allah Nebi'lerden: "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakileri tasdik eden bir "Resul" geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" diye söz almış, kabul ettiniz ve bu sözümü yüklediniz mi?" dediğinde "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah! O halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu"(Âli İmran-81)(En doğrusunu Allah bilir) Yukarıdaki âyette geçen "Resul" kavramı kitap Resul anlamında kullanılmıştır.Çünkü eğer "beşer Resul" olsaydı, zaten Nebi'lerin kendileri Resul olmaları gerekirdi. Çünkü Resuller Nebi'lerden seçilirler.Yani Allah Nebilere "Bir "Resul" geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" buyurmazdı. Bu âyette bulunan "Resul'"den maksat kendisine risalet (elçilik) yüklenen Nebi'nin evrensel mesajla insanlara gönderilmesidir.Yani artık Nebi Allah'ın mesajını insanlara duyurmak görevini yüklenmiştir. Dolayısıyla "Nübüvvet" elçilik görevi için bir nevi olgunluk ve yeterlilik derecesinin verilmesi anlamına gelmektedir. "Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüştünü (olgunluk derecesini, belgesini) vermiştik. Biz onu iyi tanırdık"(Enbiya- 51) Nübüvvet makam ve mertebesi ile alakalı bu anlattıklarım son "Nebi" ve "Resul" olan Muhammed (a.s)dan önceki "Nebiler"le alakalı bir durumdur. Son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) ın gelmesi yani son vahyin indirilmesiyle Nebi ile Resul arasında bulunan farklar çok bariz olarak ortaya çıkmıştı. Yani Allah Resulü'nden önce gelen Nebiler ile Resuller arasında bulunan farkları anlamak gerçekten zor bir olaydır.Fakat Kur'an'da Nebi ile Resul arasında bulunan farklar mükemmel bir sistem dahilinde çok net olarak ortaya koymuştur. NEBİ: Kendisine vahiy indirildiği andan itibaren 23 sene, 24 saat, gece gündüz, her zaman Nübüvvet makam ve mertebesi ile beraber hayat sürmektedir. Nübüvvet makam ve mertebesi ondan hiçbir zaman ayrılmaz. Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesiyle birlikte anılır. "Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"(Nisa-69) Son vahiy olan Kur'an'a göre Nebi'nin haysiyet ve şerefi, aile mahremiyeti koruma altındadır, dokunulmaz bir değere sahiptir.Kendisine çağdaş olan yani aynı zaman ve zeminde yaşayan müminler Nebi'ye saygısızlık yapamazlar, hanımları müminlerin anneleridi oldukları için onlarla nikah kıyıp evlenemezler.Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Risâlet ise, evrensel bir misyondur.Nebi'nin söz ve fiilleri özel hayat ile ilgili olduğu için müminler için bağlayıcı nitelikte değildir.Nebi'nin söz ve davranışlarının Resül gibi bağlayıcı olmamasının sebebi, özel hayatında söz ve fiilleri ile Allah'a karşı hata yaptığından ileri gelmektedir. Mesela:"Nebi (a.s) müşrik akrabalarına dua ediyor! "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne "Nebi"ye yakışır ne de iman edenlere"(Tevbe- 113) Mesela: Nebi, Allah'ın helal kıldığını kendisine haram kılıyor.(Tahrim-1) Zaten Kur'an, Nebi'nin söz ve fiillerinin Resul gibi bağlayıcı olmadığını apaçık olarak gösteriyor. "Ey Nebi! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ma'ruf olan işte sana isyan etmemek hususunda sana biad etmeye geldikleri zaman, biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile..."(Mümtehine-12) Âyette geçen "ma'ruf olan işte sana isyan etmemek" cümlesi çok önemlidir. Çünkü yüce Allah, Kur'an'da Resül'e itaat etme konusunda hiçbir kayıt koymamıştır. Yani Resu'le kayıtsız şartsız iman etmek Allah'ın kesin emirleri arasında yer alır. Dolayısıyla Resül'e isyan eden cehenneme girer. "Kim Allah'a ve Resulüne isyan eder ve haddini aşarsa Allah onu, devamlı olarak kalacağı bir ateşe sokar ve onu için alçaltıcı bir azap vardır"(Nisa-14) Fakat Nebi'ye karşı gelenler günahkar olmazlar. Ahzab süresi 36 ile 37. âyetleri bu hakikatı en güzel bir şekilde gösteriyor. "Allah ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"(Ahzab- 36)(Ey Nebi!)"Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, (onu boşama) Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kesiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"(Ahzab-37)Ahzab 36. âyette "Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur" buyrulduğu halde, 37. âyette Zeyd, Nebi'nin sözünü dinlemiyor, Nebi "Eşini yanında tut, Allah'tan kork" dediği halde, eşini boşuyor. Mesela:Bir kadın Nebi (a.s) ın yanına gelerek onunla mücadeleye varacak boyutta bir tartışma içine giriyor ve bu tartışmada Yüce Allah kadını haklı çıkarıyor.(Mucadele-1) Fakat Resul ile tartışmak kesinlikle küfürdür. Çünkü Resuller Allah'tan gelen vahyi insanlara bildiren kişilerdir."Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir"(Nisa- 115)Yüce Allah tarafından bir sisteme bağlı olarak yüzlerce âyette yer alan Nebi ve Resul ibareleri yerine hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, vahyin sistemini tahrif eden, onlarca kavramı anlamsız kılan çok tehlikeli bir kelimedir.Hangi âyette Nebi geçiyorsa Nebi, Resul geçiyorsa Resul kavramını kullanmak Kur'an'ın anlaşılmasında hayati bir öneme sahiptir. RESUL KİMDİR?Nebi 23 sene, 24 saat, gece gündüz, bütün özel hallerinde Nebi'lik makam ve mertebesine sahip iken, Resul Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı andaki konumudur. Yani "vahiy" ile "Resul" arasında hiçbir fark yoktur. Resul'lerin görevlerinin sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara tebliğ etmek olduğu ile alakalı yüzlerce ayet vardır."(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum,,,"(Âraf-61, 62)"Hud da: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum..."(Ahkaf-23 )"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"( Enbiya- 45)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"( Kaf- 45) Resuller değerlerini tamamen vahiy'den alırlar. Resulleri Allah'tan yani Kur'an'dan ayırmak küfür olarak görülmüştür.(Nisa-150) "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece konuşan Kur'an'dır.Resul olmadan İslam, din, iman, hidayet, rahmet, kitap ve hikmet olmazdı. Resul o derece büyük bir değere sahiptir.Yüce Allah'ın, mesajını insanlara ulaştırmada elçilik misyonundan daha ideal bir yol ve yöntem bulunmamaktadır. İman edenler ona müracaat etmek zorundadırlar.Aslında Resul ile vahiy aynı hakikatı temsil ediyorlar.Kur'an'ı tek kaynak kabul edenler ile Nebi (a.s) ın arkadaşları arasında hiçbir fark yoktur.Bugün Kur'an'dan yüz çevirenler, o gün Allah Resulü'nden yüz çevirenlerle aynı inanç ve ahlaka sahiptir. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen vahiy temsil eder.Resuller vahiy'den başka hiçbir miras bırakmazlar.Resullerin bütün bağlantıları Allah tarafından kendilerine indirilen vahiy'dir.Vahiy sisteminde bazen "Beşer Resul" bazen de "kitap Resul" ön plana çıkmaktadır. "Beşer Resul" ahlakı, edebi, örnekliği, mimik hareketleri ve tavırlarıyla insanları vahiy'den daha fazla etkileme gücüne sahiptir.Vahiy, beşer Resul kadar insanları etki altına alamaz.Yani beşer Resul olan Muhammed (a.s), kendi döneminde yaşayan insanların müslüman olmalarında vahiy'den daha fazla bir etkiye sahip olmuştur. Vahyi tebliğ etmede bu özellikler beşer Resul'ün üstünlüklerini ortaya koyar. Ancak "Beşer Resul'" hayatı, yaşadığı coğrafya ile sınırlı olup, bir fâni olarak ölüme mahkumdur. Fakat "kitap Resul'e" hiç kimse bir sınırlama koyamaz, o bütün sınırları ve coğrafyaları aşarak her yere ve bütün zamanlara gidebilir. Kur'an'da onlarca kavram sadece "Allah vahiy ve Resul" bağlamında kullanılmıştır. Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.( Nisa-80 )Çünkü Resul sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ eder. Mesela:Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebi"ye itaat etmekle" ilgili bir emir bulunmaz.İlgili âyetlerin hepsinde Allah ile beraber itaat edilmesi gereken kişi Resul'dür. Aynen bunun gibi "ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, helal ve haram kılma,istihza, küfür, ona karşı gelindiğinde savaş açılma, tekzib, tasdik,hak, nur, inzar, tebliğ, kerim, mübin, emanet, sıdk, dâvet gibi bir çok kavram Resul bağlamında kullanılmıştır. Resul'ün dilinde hayat bulan vahiy'den başka hiçbir söz din ve hüküm olarak insanları bağlamaz.Yani din hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur. İşte bundan dolayı "Allah ve Resulüne itaat edin" "Allah'ın ve Resul'ünün davetine icabet edin" "Elçilere tâbi olun, ayetlerimi ve Resullerimi yalanladılar. Rabbimiz! iman ettik ve Resul'e tabi olduk" Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin, Ah keşke Allah'a ve Resul'e itaat etseydik, Allah'a ve Resule davet edildikleri zaman, Keşke Resul ile birlikte bir yol edinseydim, Kim Allah ve Resûl'ü uğrunda hicret ederek evinden çıkarsa, Allah'ın elçilerini inkar ettiler, müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik,elçi göndermeden azap etmeyiz, Andolsun Resul size rabbinizden hakkı getirdi, Kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse,Allah Resulü'ne eziyet edenlere acı bir azap vardır" gibi yüzlerce âyette hep Resül kavramı kullanılmıştır.Kur'an'da geçen bütün "Nebiyyin, Enbiya" "Nebi'ler" kavramı Resulleri de kapsamaktadır.Çünkü Nübüvvet kişi ile elçilik arasında ikinci bir aşamadır. Kişi Nebi olduktan sonra elçilik makamına ulaşır. Nebi olunmadan elçi olunmaz. Dolayısıyla her Resul aynı zamanda Nübüvvet aşamasından geçmiş sayılır. Fakat her nebi Resullük makam ve mertebesine ulaşma imkânına kavuşmadan vefat edebilir. Nübüvvet ve Risalet makamının birbirinden ayrı bir misyona sahip olduğunu Hac süre 52. âyetinde görüyoruz.Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebiyallah" "Allah'ın Nebisi" geçmez.Fakat onlarca yerde "Resulüllah" geçer.Sadece bir yerde "Enbiya Allah'i" kelimesi geçmektedir.(istisnalar kaideyi bozmaz)Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları araştırırken ilginç bir ayrıntıya daha rastladık.Kur'an'ın yüzlerce âyetinde "Resûlihi" (Allah'ın) Rasulü" "Rüsülihi" (Allah'ın) Rasulleri, elçileri" "Rüsüli" "Resullerim, elçilerim" "Resüli" "Resulüm, Elçim" geçtiği halde, bir âyette bile "Nebiyyihi" (Allah'ın Nebisi, Onun Nebisi) geçmez.Tekil olarak bütün Nebi kelimeleri Kur'an'da Allah lafzı ile bağlantısız yalın bir şekilde ve zamirsiz olarak geçer.Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyenlerin Kur'an'dan, Allah Resulü'nden ve İslam'dan konuşmaları doğru değildir.Bütün bu farklardan sonra Nebi veya Resül kavramı yerine "peygamber" kelimesini kitabında veya konuşmalarında kullanacak olursa bu kişinin kitab'ı okunmaya, konuşmaları dinlenilmeye değer bulunmaması gerekir.Çünkü"peygamber" kelimesini kullanan Kur'an'da dolayısıyla İslam'da hata yapmaya mahkum olacaktır. Kim olursa olsun "Peygamber" kelimesini kullanarak konuşan bir kimse emin olun dinlenilmeye değer bir inanç ve fikir ortaya koymayacaktır.Rivayet ve içtihadlardan sonra dinde en önemli tahrif hareketi "peygamber" kelimesidir.Bu konuda şu âyetler gerçekten çok önemlidir."Şimdi (ey müminler!) onların size iman edeceklerini mi umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onun kelimelerini "tahrif ederler" (Bakara- 75)"Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden tahrif ederler, (değiştirirler) dillerini eğerek bükerek..." (Nisa- 46)"Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini karşılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler) Kendilerine öğretilen hükümlerin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever"( Maide -13)"Ey Resul! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "iman ettik" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanların hali seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen bazı kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler..." (Maide -41)

12 Mayıs 2021 Çarşamba

MİSYONER (1. YAZI )Yemekten sonra Mr John şu şekilde söze başladı. "Azizim Mustafa Efendi Protestan mezhebi dünyanın en doğru ve sahih mezhebidir" diyemem. Çünkü herkes dinini doğru sayar ve öyle iman eder. Fakat mevcut dinlerin en kayıtsızı (insanı zora sokmayanı) serbest ve sâde olanı ve en ziyade medeniyete yönelteni Protestan dinidir. Protestan dini her türlü eksiği ile birlikte dâhil olduğu kıtalarda düzen, mükemmellik ve güzel idare görülmüştür. Bu mezhebin mensupları çok azimli ve fedakardırlar. Hıristiyanlığı sadeleştiren ve birtakım zayıf inançları ortadan kaldıran Protestanlığın yayılması için akla ne gelirse hepsini yapmada zerre kadar gecikme ve gevşeklik göstermezler. Geniş bir teşkilatlanmaya (örgütlenme) gidilmiştir. İngiltere'de gayet kuvvetli, zengin ve son derece faal misyonerlik Cemiyeti (Derneği) vardır. Bu dernek tasavvurunuzun üstünde işler görmektedir. Buna emin olunuz ki, İngiltere millet ve hükümeti bu derneğe şükran borçludur. Çünkü 400 milyon halkı İngiltere'ye bağlayan ve onlara tanıttıran misyonerlik derneğidir. Bununla beraber ticaret ve servet birikiminde İngiltere'yi hakim kılan bu güçtür. Misyonerler Halit Bin Bermekinin oğlu Fadla ait olan ve gerçekten güzel bir söz olarak kabul edilen, "Kararlı kişi elindekini koruyan ve bugünün işini yarına bırakmayan kimsedir" öğüdüne uygun hareket etmeye mecburdurlar. Misyonerler çocuk iken hizmete alınırlar. Yerine getirecekleri göreve göre bir çok ilim, ahlak ve fikir bakımından yetiştirilirler.Şöyle ki: İngiliz misyonerlik cemiyeti her yıl bütün Rüştiye Mektebi öğrencilerinin zekilerinden tabii (doğal) olarak babalarının rızasını almak suretiyle --ihtiyaca göre, otuz-kırk öğrenci seçerek himayesine alır. Onları yeteneklerine göre üçer beşer ayırarak kendilerince gerekli görülen dünyanın çeşitli bölgelerine dağıtılırlar. Mesela: ikisini Türkiye'ye, üçünü Nijerya'ya ve Sudan'a, dördünü Hindistan'a, üçünü Tibet'e, beşini Rusya'ya vb serpiştiriverirler.Bu çocuklar o memleketlerdeki büyükelçilik veya konsolosluklara emanet edilirler. Bütün İngiliz sefaret ve konsolosluklarında misyonerlik cemiyeti'nin olağanüstü bir talimatı vardır. İşte bu talimata göre çocuklar büyütülür, okutulur, öğretilir ve yetiştirilir. Ben ve arkadaşım Herbert on daha yaşındayken misyoner cemiyeti tarafından İstanbul'a gönderilmiş idik. Doğruca sefarethanemize gittik. Elçi beni sefaret kavası Cihangir'de oturan Ali Ağa'ya teslim etti ve şöylece tenbihatta bulundu:"Ali ağa, bu çocuğun adı İbrahim'dir ve senin oğlundur.Herkese öyle söyleyeceksin. Aylık olarak sana 10 lira vereceğiz. Bu para ile bu çocuğu mahallenizin mektebinde okutacaksın ve tıpkı kendi sulbünden meydana gelmiş çocuğun gibi yedirecek, içirecek ve giydireceksin.Âdetiniz nasılsa öyle terbiye edeceksin. Ayda bir kere geceleyin sefarethaneye getirip bana göstereceksin, dedi. Kavas Ali Ağa'da kolumdan tutarak beni evine götürdü ve eşi Gülsüm Hanım'a teslim ederek: "İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin" dedi.

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(29.YAZI)Hocam çok teşekkür ederim."ledün" kelimesinin onların tahrifine çalıştıkları bir manaya gelmediğini ilmen izahınız onların iddialarını çürütmeye yeter de artar bile.Yüreğinize sağlık.Umarım ilim insanlarımızda o sapıkların savlarını çürütmek için sizlerin gayretine katkılar sunarlar.İlminize, yüreğinize sağlık.Selamlar"(Hüseyin Gölgeli- "Ledünni İlim" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Hocam! Allah razı olsun. En az bin sene iman edenleri nasıl da uyutmuşlar! Gerçi mü'min salaklık derecesinde saf olmaz ya..."Son on yıldır şu internet var ya, kullanmasını bilene öyle güzel kapılar açtı ki! Bunlardan biri de sizsiniz. Emeğiniz bereketli olsun inşallah"(Tevfik Yaşar Tekeli- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar gibi miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Sünnî bir babadan, Şii bir anneden dünyaya gelen birisi olarak, bu anlattığınız cehaletin yansımalarını, bir cenderenin içinde, iki arada bir derede nasıl yaşanıyor, çok iyi biliyorum.O inanç içerisinde az kalsın ucu ateizme dayanacak noktaya nasıl geliniyor bire bir yaşayanlardanım hocam! En azından bizim nesilden sonrakilere doğruları anlatabilmek ümidiyle, emeğinize sağlık"(Dost inan- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Sünni ulema, bize Sahabeyi melekleşmiş masum insanlar gibi anlattı. Oysa onlar da bizim gibi insanlardı. Artıları da vardı, eksileri de. Rabbimiz onların güzel davranışlarını övmüş, yanlışlarını eleştirmiş ve ifşa etmiştir.(Mümtehine-1,2,3,4; Cuma-11; Hucurat-1,2,3,4; Tevbe-28,29,30; Nur-11-20) Allah razı olsun hocam. Sıhhat ve afiyetler diliyorum"(Veysel Kaynar- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam!Bu güzel paylaşım için Allah sizden razı olsun. Bu kadar kötü, şirke batmış, tahrifata uğramış ve tamamen farklı bir din haline getirilmiş Ehl-i Sünnet ve Şia dinlerinin yüzyıllardır yaşandığı bir ortamda; umuyor ve dua ediyorum ki, Allah'ın indirmiş olduğu orijinal, tevhide dayalı, arı, duru, saf hanif İslam dinini, sadece Kur'an'dan anlayarak okuyan, araştıran, sorgulayan ve hayatına yansıtan ve buna göre yaşayan mü'minlerden oluruz. Selam ve hürmetler sunarım"Faruk Fidan Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Hocam! Allah razı olsun.İman edenlerin akletmeleri, düşünmeleri, vahiy üzerinde biraz emek harcamaları için çok çabalıyorsunuz. Bu emeğinizin karsiligini Rabbim verir inşallah.Selam ve dua ile"(Mahmut Lekesiz- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Kalemine sağlık Ali bey! Sahabileri kutsallaştıranların okuması lazım gelen enfes bir yazı. Eline sağlık(Ender İnsan- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Allah razı olsun. Rabbim sizinde bizlerin de fıkhını artırsın, basiretli kılsın inşallah.Dünyanın en kötü davranışlarından biri tassubtur.Taassubun en kötüsü de ırk ve mezhep tahassubudur.Aklını doğru kullananlara selam olsun.Hayırlı ömürler dilerim"(Mustafa Demir- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali Hocam!Terör örgütleri, kendi egemen alanını genişletmek, kendi dışındaki halkları ve ülkeleri fitneye sokarak tahakküm kurmak, bununla kendilerine konforlu ve güvenli bir yaşam sağlayacağını inanan emperyalist güçlerin evlatlarıdır. Tâbi ki Ehl-iSünnet ve Şia’nın uydurulmuş dini buna tuz ve biber olmuştur"(Zülküf Kılıç- Terör Örgütleri Kimin Çocuklarıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------Bu yazı Kur'an cahilleri için bir nasihat.Ben müslümanım deyip!! Kur'an'ı evin duvarına asıp, yıllarca yüzüne bakmayan, anlayarak okumayanlara ders olsun. Yemin olsunki, bu Kur'an ı anlayarak okuyana ve sabredip ona göre yaşayana, bu dünyada huzur, âhirette cennet vardır.Selam ve dua ile"(Hüsamettin Aktas- "Terör Örgütleri Kimin Çocuklarıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Kervanın zillerini duyunca Nebi (a.s) hutbede iken, bir kaçı hariç hepsi kervana koşmuşlar. (Cuma-11)Biz şirk dolu camilerin, diyanet imamlarının uydurma rivayetlerle dolu hutbelerini bile ses çıkarmadan dinliyoruz.(İsmail Küçük-Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Allah'ın salamı üzerine olsun gardaş.Doğrudur, insanlarin çoğu paylaştığınız bilgilerden habersizdirler.İblise kulluk eden satanist, mason, İlluminati kimi örgütler, her zaman insanları hak yoldan uzaklaştırmak için bütün hilelere el atmışlar ve maalesef başarmışlardır. Yüce Allah Kur'an'da bildiriyor.Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. iman eden bir fırkanın dışında hepsi ona uydular"(Sebe-20)İnsanlar sadece haktan uzaklaşmadılar.Kendilerini iftira ve yalanlara kul yaptılar.İnsanları iki şey üzerinden saptırıyorlar.Uydurma din, birde pul, para, şohret, dünya hayatı.Sonuçta hepsi şeytana hizmet etmiş oluyorlar.Dünyanın üzerinde hakim bir güç olmak için insanları bölüp parçaladılar. Zaten masonların taktikleri böl, parçala, sonra da istediğin gibi yönet olarak şekil alır.İnançlı insanları hak olan yoldan kaydırmak için uydurma kitablar, rivayetler mezhebler, fırkalar uydurdular.Allah adına, din adına ve Nebi adına aldatılmak ve yalanların kurbanı olmamak için tek yol vardır. O da Kur'an'a sarılmak, sadece Allah'a güvenmek yalnız O'na teslim olmak ve hayatı Allah'a kul olarak geçirmektir.(Ramin Yusifov- "Terör Örgütleri Kimin Çocuklarıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)

CELALEDDİN- İ RUMİ : Celaleddin Rumi, eserini Kur'an'a eşdeğer tutarak kitab'ı Mesnevi hakkında diyor ki:"Bu Mesnevi kitabıdır. O, ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada dinin asıllarının asıllarının asıllarının asıllarıdır. O, Allah'ın en büyük fıkhıdır (din bilgisidir) Allah'ın en aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delilidir. Işığının hali içinde kandil bulunan kandillik gibidir. Sabahın ilk anlarında daha parlak ışık verir. O, pınarları ve dalları bulunan gönül cennetleridir. Onda, bu yolun oğullarınca" selsebil" diye adlandırılan bir pınar vardır, makam ve keramet sahiplerince en hayırlı makam ve en güzel dinlenme yeridir. Ulu kişiler orada yerler ve içerler. Özgür kişiler orada huzur bulur ve neşelenirler. O, Mısır'daki Nil gibi sabredenler için içecektir.Firavun'un soyuna ve kâfirlere hasrettir. Allah'ın dediği gibi "onunla çoğunu saptırır, onunla çoğunu doğruya götürür."Gerçekten o gönüllere şifadır, hüzünlere ciladır ve Kur'an-ı açıklayıcıdır. Rızıkları genişletir ve ahlakı güzelleştirir. Kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkasının ona dokunmasını menederler. Alemlerin rabbinden indirilmedir. Batıl ona önünden ve arkasından gelmez. Allah gözetir ve korur. En iyi koruyucudur ve merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin başka lakapları vardır. Allah ona lakap verdi..." (Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi Yeni Şafak kültür hizmeti C.1 sayfa- 36, hazırlayan Profesör Doktor Adnan Karaismailoğlu Ulus Ankara) Celaleddin-i Rumi, Mesnevisi için sarfettiği bu cümleleri, yüce Allah bir çok âyette Kur'an için kullanmıştır.Yani bütün bu özellikler sadece Kur'an'ın hakkıdır. "İşığının hali içinde kandil bulunan kandilik gibidir"(Nur- 35) "Kâfirlere hasrettir"(Hakka- 50 )"Onunla çoğunu saptırır onunla çoğunu doğruya götürür" (Bakara- 26)"O, gönüllere şifadır" (Yunus-57 )"Kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır" (Abese- 11,12)"Temiz olanlardan başkasının ona dokunmasını menederler"(Vakıa- 79)" Alemlerin Rabbinden indirilmedir"( Hakka- 43: Vakıa- 80 )"Batıl ona önünden Ve arkasından gelmez"(Fussilet-42) Celaleddin-i Rumi'nin Divan'ı Kebir'inde hulul inancına bağlı olduğunu gösteren yüzlerce şiirinden bir tanesi şöyledir.Üçüncü halife olan Ali için "O sefa ehlin'in vücut güneşidir. O açıklayıcı imam, hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır. Ail'den ayrı değildir. Çünkü haktan hakla görülmüştür. Onun toprağı birlik âlemidir. Allah'ın ilminden maksat Ali'dir. Her şey fanidir. Fakat can yaşar. Hakkın hikmetini Ali'den başkası bilemez. Yaratıkları yaratan zatı gibi o bakidir.İbtidasız evvel o idi. Sonsuz ahirde odur.Nebilere yardım eden o idi.Velilerin gören gözü de hakikaten odur. O yüzünün gizli parıltısından bir güneş yarattı. O hak iledir. Hak onda görülür. O hak ile ebedidir. Allahın isimleri onda belirdi..."(Dıvan'ı Kebir. M.E.B c.1- sayfa- 35) Dolayısıyla Celaleddin Rumi, Muhiddin-i Arabi, Beyazıd-i Bestami, Yunus Emre, Hacı Bektaş gibi Hulul inancına bağlı idi.

KUR'AN CANLI HAYATA OKUNMALI (2.YAZI )Kur'an ile irtibatlı olan kişi ana çizginin dışına çıkamaz.Nerede, nasıl davranacağını Kur'an'a göre düzenler.Bunu yapınca Kur'an muhatabını nefsiyle hesaplaşmaya sokar, terbiye eder, talebesini eğitip yetiştirir.Kur'an'ın esas gayesi olan tevhid ve iman ile ilgili eğitimi sonuçta mükemmel terbiyeye ve evrensel ahlaka dönüşür.Kur'an'ın ilk talebesinin Allah Resulü Muhammed (a.s)olduğunu unutmayalım.(Sebe-50; Şûra-52)Ancak Kur'an'ı yeterli bir hidayet ve eşsiz bir kaynak olarak görmeyenler ondan yararlanamazlar.Buda Kur'an'ın en önemli bir kanunu ve kuralıdır.Kur'an zariftir, naziktir, duygusaldır, kıskançtır, kendisiyle beraber aynı seviyede bir sevgili ve eğitici kabul etmez. Buna da hakkı vardır.Çünkü gerçekte de Kur'an ayarında bir sevgili, kapsamlı bir rehber, usta bir öğretmen ve mutlak hidayet edici yoktur.Kur'an din ve hüküm olarak tek kaynak kabul edilmediği takdirde pratik hayatta itici güç haline gelmeyecektir.Nasıl ki Allah, kendisiyle beraber bir İlah ve Rab kabul etmiyorsa, Kur'an'da, kendisine denk, hüküm koyucu bir kaynak asla kabul etmeyecektir.Dolayısıyla zamanla Kur'an'ın ortaya koyduğu tevhid akidesi ve inanç sistemi, sadece bir fikirden ibaret kalmayacak, evrensel bir ahlâk hayat ve sistemine dönüşecektir. Yüce Allah şöyle buyuruyor. "De ki : Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"(Sâd- 67, 68 )Maalesef Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'ı terkedince, Kur'anda onları yalnız bırakarak, korkunç bir âkıbete mahkum etmiştir."Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın . İşte bunlar için büyük bir azap vardır" (Âl'i İmran-105 )Mesaj, hayat için okunmalı, vahiy anlaşılmak ve hayata geçirmek esas amaç olmalıdır. Manasını merak etmeden Kur'an'ı okumak ve hatim yapmak utanılacak bir durumdur.Rahman ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? yoksa kalpleri kilitli mi?"(Muhammed- 24 ) Günlük yaşantısında karşılaştığı güçlükleri ve sorunları aşmada sadece Kur'an'dan çare bulmaya çabalayanlarda büyük bir huzur bağışlayacaktır.Bugün kendini İslam'a nisbet edenlerin içine düştükleri sorunların temel sebebi Kur'an'ın tevhid ruhundan ve evrensel ahlakından uzak kalmalarıdır.Âli İmran-103; Hac-31)Bu maddi ve manevi sefaletten kurtulmanın tek yolu Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde onu tefekkür ederek, anlayarak okumaktan ve sadece Kur'an etrafında birleşmekten geçer.Yüce Allah söyle buyuruyor. "Size azap gelmeden önce Rabbinize (Kur'an'a) dönün.Ona teslim olun, sonra size yardım edilmez""Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a ) tâbi olun"(Zümer-54, 55 )Kur'an sisteminde sadece vahiy ve Resül Allah'ı temsil ederler.Yani "Allah'ın yolu, Resül'e itaat, Allah'ın himayesi, Rabbinin yolu, Resül'e tâbi olmak gibi, bütün çağrı ve uyarılar vahye, Kur'an'ın tek kaynak ve hidâyet olduğu ile ilgilidir.(Yusuf-108; Nahl-125; En'am-153; Ankebut-50, 51; Enfal-20,24)Bundan dolayı iki şey çok önemlidir.Allah'a ve Resulüne itaat, sadece Allah tarafından indirilen vahye tâbi olmak.Bu inzal kavramı o kadar önemli ki, Allah bizi kendi tarafından inzal edilmeyen hiç bir şeyden sorumlu tutmayacaktır.Bu yüzden Kur'an sisteminde(inzal edilen ) indirilen emir, yasak, helal haram, vahiy, ayetler ve Kur'an ile ilgili yüzlerce âyette dikkat çekilir.Dolayısıyla Kur'an'ı itina ile okuyanlar Allah'ın kendilerini Kur'an'dan başka hiçbir kaynakla sorumlu tutmayacağını çok açık bir şekilde görürler."De ki : "...Ben Allah'ın indirdiği kitaba iman ederim..." (Şura- 15)Yani Allah'tan gelmeyen bir şeye iman etmem.Bir de bu çerçevede Kur'an'ı okuyalım.

11 Mayıs 2021 Salı

UYDURMA DİNDE KADININ DURUMU : Pavlus? Elbette duyanlarınız olmuştur. Önceleri İsa (a.s) ın düşmanı iken, ama Allah'ın Resulü İsa (a.s) vefat ettikten sonra İncil'in bir numaralı savunucusu olan. İsa'yı Allah'ın oğlu, (Tevbe-30) kendisini de vahiy alan bir elçi yapan, Yahudi dönmesi. Allah'ın birliğine inanan muvahhidler son vahiy olan Kuran'ı derinlemesine incelemeyi kendilerine görev bilirler.Çünķü Kur'an daha önce gelmiş kitapların doğrularını tasdik eden muheymin özelliğine sahip gerçekten yüce bir kitaptır. Allah tarafından gönderilen Tevrat, Zebur ve İncil üçlüsünün yer aldığı kitaplar fazlasıyla bilgiyi içerisinde barındırmakla beraber, bu toplumların tahrif hastalıklarını da en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Yüce Allah'ın en önemli emri neydi? "Yaratan Rabb'inin adıyla oku"( Alak- 1) Durmadan sürekli olarak okuyoruz. Aynı zamanda Nebi (a.s) adına iftira edilen hadis yığınlarını ve içtihadları da okuyoruz.Cok ilginçtir, imam!!! diye başa geçirilen Kur'an cahili adamlar, aynen hahamlar ve azizler gibi, Yahudilerde ve Hıristiyanlarda ne varsa, bu dine yaftalamışlardır, on katını, yüz katını, hatta bin katını.Onların başında kadın düşmanlığı gelir ki, bunu hadis okuyanların fark etmemesi imkansızdır.Mesela:"Namaz kılan kişinin önünden eşek, domuz ve kadın geçerse namazın bozulacağı" gibi.Allah Resulü (a.s ) hayatta olduğu sürece kadın ile erkek arasında bir fark bulunmuyordu.Özellikle Medine hayatında neredeyse erkek ile kadın eşit sayılıyordu.Mesela: Bir kadın bir sorunla karşılaştığınnda hiç çekinmeden doğrudan Resulullah (a.s ) a aktarabiliyordu. (Mücadele- 1,2)Allah'ın Elçisi vefat eder etmez özellikle ilim ve fikirde yavaş yavaş kadın sosyal hayattan dışlanmaya başladı.Uydurulan hadislerle ve onların üzerine inşa edilen şeytanların ictihatlarıyla artık kadın Allah'a karşı sorumlu özgür bir birey değil, erkeğe karşı sorumlu kabul edilen, çok tehlikeli, güvenilmez, her an günah işlemeye meyilli bir nesne olarak görülmeye başlandı.Yani, uydurma hadis ve mezhep ictihatlarıyla Medine halkı olan Ensarın değil, Mekkeli muhacirlerin kadına bakış tarzı baskın oldu, gelişti, beslendi.Bunun en önemli sebeplerinden biri de dört halifenin, Abbasilerin ve Emevilerin Mekkeli olmasından kaynaklanıyordu.Mekkelilerin kadına bakış tarzları acımasız ve ilkeldi.Malesef bu ilkellik, hadis ve mezhebler eliyle günümüze kadar geldi.Mesela: Cumhuriyet tarihinde bile daha yeni yeni camilerde kadınlara yer açılmaya başlandı.Ehl-i Sünnet dininin egemen olduğu bir toplumda kıyamet gününe kadar Kur'an'ın ve Allah Resulü'nün kadına bakış tarzı yakalanmayacaktır.Bizim Pavluslarımız ve uydurma eserleri hiç bir zaman buna fırsat vermeyecektir

KUR'AN CANLI HAYAT İÇİN OKUNMALI (1. YAZI )Kur'anı, ancak uygulamaya dönük bir bilgi edinme şuuruyla kendine yönelenlere hazinelerinin kapılarını açar. Okuyucu, mesajın emir ve yasaklarını pratiğe aktarmadıkça Kur'an'ın ruhunu kavrayamaz. Çünkü Kur'an yaşandıkça anlaşılacak bir kitaptır. Onu kavrayabilmek ancak hayatın onunla tanzim edilmesiyle, hak ile batılın çatışmasında etkin bir rol alması ile mümkün olabilir. Kur'anı hayata taşımak, sahibini şerefli kılar, temiz mizaçlı kimseleri kendine çeker ve onlara sahip olduğu ruhu ve canlılığı aktarır. İşte o zaman yanık bağırlara bir nefes, ilahi esintilere yol açar. Kur'an statik bir düşünceyi hedeflemez, dinamik bir zihin yapısı, aktif bir düşünce, aksiyon ve salih amel ister.Amacı, düşünceyi ve hayatı tanzim eden kurallarının hayata geçirilmesidir. Kur'an'ın mesajını alan kimsenin, hayatını Allah'ın koyduğu ilkelere dayandırma gibi manevi, ahlaki bir yükümlülüğü vardır. Dil kalbin tercümanı, ameli salih de imanın delilidir. Söz cesettir, ruhu ve ışığı samimiyettir. Yüce Allah, gereği yerine getirilen söze tesirini halkeder. "Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"( Zümer- 55)"Biz Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir" (İsra -82) "Ey insanlar! Size rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için yol gösterici ve rahmet gelmiştir"( Yunus- 57)Kur'an kadar aktif, aklı ve fikri harekete geçiren, hayata anlam kazandıran, canlı bir eser yer yüzüne gelmemiştir.Kur'an dinamik bir yapıya sahip olduğu için yenilenmenin yollarını sonuna kadar açar.Kur'an canlı bir organizmadır.İman edenler, Kur'an'ı mutlaka anlamak ve uygulamak amacıyla okumalıdır.Uygulama esas alınmalı, hayat tarzı kazanılmalıdır.Kur'an günlük hayatı, inancı, düşünceyi, fikir yapısını tanzim edince asıl fonksiyonunu icra etmiş olur.Kur'an inanca hakim olunca, hayat Kur'an'a göre biçimlendirilince okuyucusunu müslüman ve gerçek mümin yapar.Kur'an günlük hayata hakim olmak için inmiştir.Kur'an incelenirken, okunurken bir yandan da tavsiyelerine, emir ve yasaklarına uyulmaması anlamayı imkansız kılar.Kur'an nazari yani teorik bir kitap değildir.Yaşanılarak, olaylar üzerine, hayatın tam merkezine, güzel ahlak için inmiştir.Dolayısıyla Kur'an Yaşanılarak öğrenilir.Kur'an teori ile pratiği birbirinden ayrı görmez, bir takım itikadi, akidevi iman esaslarına inanılmasını emrederken, sadece inanç noktasında kalmayıp, infak gibi salih amellerle de tezahurunu ister.Çünkü her iddianın ispat zemini vardır, mümin olmak iddiası da ispat gerektirir.İnancın hayata aksetmesini ister.Kısaca Kur'an bir hayat tarzı takdim eder.Kur'an insan hayatına Allah'ın müdahalesini tanzim eder."Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele"(Zümer 17 )

10 Mayıs 2021 Pazartesi

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(28.YAZI)"Kendisini; mezhebine, meşrebine, cemaatine göre tanımlayanların dini "İslam" olmaz ki,biri "ehli sünnet'im" diğeri "nurcuyum hem de falanca kolundan" diyorsa, aşırılık yapmış olmaz mı?Cübbeli'nin "Nakşibendi'nin Halid'i kolundan olanları" cennetle müjdelemesi de, bu ayrıştırmanın sonucu değil mi?Ali beyin (asıl) "takdire şayan yönü" suni ayırımları yok hükmünde görmesi ve din bezirgânlarıyla didişmesi..Müminin tanımı bu olsa gerek!"(Arif Kılıç- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"İslam coğrafyasının acı bir gerçeği, bunu bir sahtekarlık olarak algılıyorum. Adam bir çeşme yaptırmış, bir su gözesi bulmuş, başına şifalı su levhasını dikiyor, memleketin her yanı bunun gibi şifalı su, bu ucuzluk değil mi?(Sami Üyel- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------- "Değerli hocam! Elinize emeğinize sağlık! Benim anlamadığım olay, Şia inancında bu kadar üstünlük ve kutsiyet verdikleri Ali, halife olduktan sonra iktidarını elinde tutamayıp kendisini tanımayan Muaviye'ye, ne siyasi ne de askeri üstünlük kuramadığıdır. Oğlu Hasan da, elinde olan halifeliği kendi eliyle Muaviye'ye teslim etmiş, Yezid'in eliyle de kardeşi Hüseyin katledilmiştir. Tüm bunlara baktığımızda bu kadar gürültü koparıp hilafet Ali'nin ve soyunun hakkıydı dedikleri Ali ve çocukları bu imkana sahip oldukları halde, ellerinde tutamayıp, Muaviye ve oğlu Yezid'e bırakmışken, hala neden mağdur edebiyatı yapıyorlar?Yada bu kadar kutsiyet verdikleri, Nebi ile eş tuttukları imamet soyu neden başarılı olamadı?Bunları düşündüğümüzde olayların tamamen siyasi, askeri ve politik olduğunu görüyoruz. Bütün olay tevhid esaslı hanif İslam dininin dışına sapmak için Ali, Ehl-i Beyt ve imamet inancını kendilerine araç edinerek, şirke dayalı kadim İran dinini yaşama isteğinden kaynaklanıyor. Selam ve saygılar!" (Faruk Fidan- "Şianın İtikadi Durumu" 11.yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam!Atalar yolu, bir süre sonra din haline getirilmiş, gelenekler üzerine inşa edilmiş, tevhidden ve Kur'an'dan kopuk, şirk temelli, sapık bir din anlayışıdır. Biz sadece Allah Resul'üne indirilen ve dinin tek kaynağı olan Kur'an'ı okuyup anlayarak, hikmete dayalı, bağlam ve bütünlüğüne bağlı, içinden çıkarılması gereken çözüm ve sonuçları bulup, bunlara göre dini öğrenip, hayatımızı buna göre dizayn ederiz. Bunun dışında Kur'ana uymayan hiçbir uygulama ve gelenekleri kabul etmeyiz. Selam ve saygılar sunarım!"(Faruk Fidan- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum------------------------------------------------------"Kaç kişi bu yazıyı okumuştur? Okuyanların hepsinin bunlara bir itirazı yoktur zaten, ama hurafe ve bid'atlarla aldatılan insanlar "ölülerimize yasin okursak ne olur, ne zararı var? derler.Bunların önüne geçmek dediğiniz gibi çok zordur.Kaleminize sağlık"(Zekeriya Tepe- Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"İnatlarına bu doğru yolu tebliğ edeceğiz.Evelallah o ne der, bu ne der, kimin umrunda?Halkın bize ne dediği degil, Hakk'ın buyruğu önemli hocam!Halk elinden geleni ardına koymasın. Rivayetlere sarılanlar Buhari ve Müslim'in uydurduklarını hüküm olarak el üstünde tutanlar çok da önemli degildir.(Hac- 38) Bu yola bizler Hakk rızası için çıkmışız.Sefer bizim, zafer âlemlerin Rabbinindir evelallah. Lé gâlibe illallah.Sevgilerimle kalbi selamlar!Elinize, yüreğinize sağlık, varolun hocam!(Bünyamin Üstün- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Allah'tan başka ilah olmadığına inanan, dinin kaynağı ve doğru yol rehberi olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağı kabul etmeyen, tevhid'e dayalı bir din anlayışına sahip, amacı yalnız Allah'ın rızasını kazanmak olan müvahhidler, tüm dünya karşılarına çıksada, herkes tarafından dışlansalar bile Allah'tan başka dayanılacak ve güvenilecek bir varlık olmadığını bilirler"(Faruk Fidan- Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Güzel kardeşim!Bu konu bundan daha iyi anlatılamazdı.Müminler İnşaAllah müstefit olurlar.Siz yazmaya devam edin. Saygıylar...(Mevlüt Akçay- "Ledünni İlim" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli hocam!İlim ve emeğinize sağlık. Saygılar sunuyorum. Gelenek dininin güdümündeki Diyanet İşleri Başkanlığının resmi Kur'an tefsirinde Musa (a.s) ın yoldaşlık ettiği kişi ve ona verilen ilim ile ilgili bakın nasıl bir açıklma yapılmış: “Ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik” meâlindeki cümle, Hızır’a öğretilmiş olan ilmin özel bir ilim olduğunu ifade eder. Tefsirciler, kıssadaki âyetlerden hareketle bunun “gayb ve sır ilmi” olduğunu söylemişlerdir. Allah Teâlâ tarafından olağanüstü yollarla öğretildiği için İslâmî literatürde bu ilme söz konusu âyetin lafzından hareketle ledünnî ilim denilmiştir. Bu mânada "peygamberlere" vahyedilen ilimlerin tamamı ledünnî ilim olmakla birlikte, âyetteki anlatım tarzı ve hadislerdeki açıklamalar, Hızır’a öğretilmiş olan ilmin "peygamberlere" verilenden farklı ve bu mânada özel bir ilim olduğunu gösterir. Nitekim yukarıda özet olarak zikredilen hadiste Hızır (aleyhisselâm) “Ey Mûsâ! Ben Allah’ın ilminden bir ilme sahibim ki sen onu bilmezsin; onu bana Allah öğretti” diyerek buna işaret etmiştir. (Buhârî- “Tefsîr”, 18/2; Müslim, “Fezâil”, 170-172)Tefsircilere göre Mûsâ’nın ilminden maksat, onun hükümleri bilmesi ve zâhir ile fetva vermede yetkin olmasıdır. Hızır’ın ilmi ise eşyanın bâtınını (iç yüzünü) bilmektir, dolayısıyla buna, “bâtın ilmi” veya “hakikat ilmi” de denilmiştir. Elmalılı şöyle der: “... Ledünnî ilim, fikrî gayretle elde edilmeyip Allah tarafından, sırf Allah vergisi olan kutsî bir kuvvenin tecellisidir. Eserden müessire, vicdandan vücuda doğru giden bir ilim değil, müessirden esere, vücuttan vicdana gelen vasıtasız bir ilimdir. Nefsin gerçeğe ulaşması değil gerçeğin nefiste meydana çıkmasıdır. Doğrudan doğruya bir keşiftir” (Hak Dinî, Kur'an Dili- V, 3262).(Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 572)(Faruk Fidan- "Ledünni İlim" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Kur'an'da "Hızır" isminde biri geçmez. Musa (a.s) yoldaşlık eden kişiden gelenek dini bu isimde bahseder. Bu kişinin kim olduğuyla ilgili olarak ben de Ali Hocam gibi Allah'tan vahiy alarak hareket edip konuştuğu için Nebi/Resul olduğunu düşünüyorum. Sorduğunuz Hızır karakteri ve ona ait olduğu varsayılan bilgilerin hepsi hurafedir"(Faruk Fidan- Ledünni İlim" adlı yazıya yapılan bir yoruma verdiği cevap)

LİYUZHİRAHÛ ALED-DİNİ KÜLLİHİ" HANGİ ANLAMA GELİYOR? Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ve manasını bozmadıkları âyet bırakmadılar.Özellikle Osmanlı'dan itibaren hem Nebi hemde Resul yerine kullanılan "peygamber" kelimesi Kur'an'ı korkunç bir şekilde tahrif etmiş Nebi ile Resul'ün arasında bulunan sistemi darmadağın etmiştir.Onlarca âyette gördüğümüz üzere, daha önceki vahiy sahipleri olan Yahudi ve Hristiyan din adamları gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri de son vahyi inkar etmiş, inanç ve ahlakları ile onu yalanlamış, arkalarına atmış ve onu bir rant ve menfaat aracı yapmışlardır. Fakat Kur'an'ın metninin tahrif edilmeden korunması sebebiyle manası buharlaştırılan âyetlerin gerçek manasını Allah'ın yardım ve desteği sayesinde ortaya koymaya çalışıyoruz.Altı Prof'un kaleme aldığı Diyanet Vakfı mealinde söz konusu âyetlere şöyle bir mana verilmiştir. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır"(Tevbe- 32) O Allah, Müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir" (Tevbe- 33) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır" (Saf-8) "Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için "peygamberini" hidayet ve hak ile gönderen odur"(Saf-9 )"Bütün dinlerden üstün kurmak üzere "peygamberini" hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah yeter"( Fetih- 28)Âyetlerde belirleyici olan ve âyetlere hatalı bir yön veren "liyuzhirahu" yani "zahara" fiilidir. "Zahara" fiili hangi anlama gelmektedir ? "Zaharaş-Şey'ü" sözü aslında bir nesnenin görünürdeki, dış tarafında olup gizli olmadığını" ifade etmektedir. Yani "göz ve basiret, gözlem ve araştırma isteyenler için çok açık, âşikâr hale gelen, açığa çıkan her türlü şeyle" ile ilgili kullanılan bir kelimedir.(Rağıb, müfredat, zahara kelimesi)"De ki: Rabbim ancak açık (zahara) ve gizli kötülükleri haram kılmıştır,,,"(Araf-33)"Karada ve denizde fesat arttı, yayıldı, açık hale (zahara) geldi..." (Rum- 41) "Allah'ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık (zâhireten) ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi..."( Lokman-20) Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam diğer bütün şirk dinlerine karşı zaten üstündür.İslam dininin şirk dinlerinden üstünlüğü tartışılmaz bir gerçektir. Fakat insanlık tarihinde inanç, ahlak, yaşantı, hayat tarzı ve amel olarak hiçbir zaman tevhid dini olan İslam şirk dinlerine karşı hakimiyette bir üstünlük sağlamamıştır. Tam aksine Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda tevhid ehlinin her zaman ve zeminde azınlıkta oldukları ve özellikle tevhid ehlinin öncüleri olan Allah elçileri eziyet ve işkencelere maruz kaldıklarını görüyoruz. Yani şirk dinine mensup olan zalimler son vahiy'den öncede sonrada yaşantı ve fikir bakımından her zaman ve zeminde hüküm ve hakimiyeti ellerinde bulundurmuşlardır. O halde Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu aled dinî küllihi" "dinin tamamından, hepsinden açığa çıkarmak" hangi anlama geliyor. Âyetlerde geçen "liyuzhirahu" fiiline "açık olarak ortaya koymak" mealinin verilmesi, Kur'an'ın sistemine son derece uygun düşmektedir. Çünkü Kur'an, İslam dininin yani tevhid inancının üzerinde o derece durmuş, o kadar açık misaller ve detaylı anlatımlar ortaya koymuş ki,artık dinin Allah'a özel kılınması (İhlas) konusunda hiç kimsenin söyleyecek bir sözü ve Allah'a karşı ileri sürebileceği bir mazereti kalmamıştır. Hatta Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabıdır" denilmiş olsa, doğru söylenmiş olur. Cinler Kur'an'ı ilk duydukları zaman tevhid inancının mükemmelliğini ve şirk'in ne kadar çirkin olduğunu anında anlamışlardır. Dolayısıyla âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak için" değil, "açık olarak ortaya koymak için" meali verilmelidir.Zaten Tevbe süresi 32. âyet ile Saf süresi 8.âyet, bu anlama destek vermektedir.Söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak" anlamında değil, "açık olarak bütün yönleriyle ortaya koymak" anlamında kullanılmıştır.Bu açıklamadan sonra âyetlerin ortak meali şu şekilde ortaya çıkıyor."O Allah ki, Resülünü hidâyet ve hâk din ile gönderendir. (daha önceki Resüllere indirdiği İslam) dinini daha açık ortaya koymak için, kâfirlerin-müşriklerin hoşuma gitmese de"(Tevbe-32,33; Saf- 8,9; Fetih-28)Tekrar ederek söylüyoruz.Tevhid dini insanlık tarihinde yaşayış ve amelde, inanç ve ahlakta, fikir ve erdemde diğer şirk dinlere karşı hiçbir zaman bir üstünlük sağlamamıştır.Âyetlerde anlatılmak istenen şey, dinin açık olarak ortaya konması ve tamamlanmasıdır.Muvahhidler her zaman ve zeminde yok denecek bir azınlığa ve etkisiz bir konuma sahip olmuşlardır.Hatta Allah elçilerinin yaşadıkları zamanda da böyledir.

9 Mayıs 2021 Pazar

KADINLARDA BAŞÖRTÜSÜ FARZ MIDIR?(2.YAZI)Kur'an, namus mefhumunu anlatırken ilk önce erkeğin namuslu olmasını tavsiye etmektedir. "(Ey Nebi!) Mümin erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını korumalarını söyle..."(Nur- 30 )"... ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya: İşte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır" (Ahzab- 35) Bu âyetlere rağmen, son vahyin tarihinde iman ettiklerini iddia edenlerin nazarında ırzlarını koruması gerekenlerin sadece kadınlar olacakları inanç ve algısı yerleşmiştir.Halbuki erkeklerin ırzlarını korumaları daha kolaydır.Erkek ırzını koruduğunda, kadının ırzı otomatikman korunmuş olacaktır. Son vahyin tarihinde Ehl-i Sünnet âlimleri açık bir şekilde olmazsa bile zihin altında kadının rabbinin erkek olduğunu, kadının Allah'a karşı değil, erkeğe karşı sorumlu olduğunu benimsemişlerdir. Kur'an'da, kadınların başlarını örtmelerinin farz olduğunu gösteren açık bir emir yoktur. Nedense hüküm ve tavsiyelerin yoğun olarak bulunduğu altmış dört âyetlik Nur süresinde insanlar sadece 31.âyetten haberleri vardır.Diğer âyetlerden hiç kimsenin haberi yoktur.Şimdi ilgili âyete bakalım."Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan korusunlar; iffetlerini esirgesinler.Görünen kısımları müstesna olmak üzere zinetlerini teşhir etmesinler, örtülerini yakalarının üzerine örtsünler..."( Nur- 31)Âyette "görünen kısımları müstesna..." cümlesinden, genel görüş olarak örtme mecburiyeti bulunmayan yerler yüz ve eller olarak kabul edilmiştir. Bu konuda tefsir ve fıkıh kitaplarında yoğun bilgi bulunmaktadır.Muhaddis ve müctehidler genellikle kadınları baskı altına alabilmek için bunları uydurmuşlardır.Kadının vücudu dikkat çekici bir cazibeye sahip olduğu için yabancı erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmalıdır.İslam dini kadına "dikkatleri üzerine çekme" ve "sorumluluk bilincine sahip ol" der. "...takva elbisesi işte o daha hayırlıdır..."(Araf- 26)Yani takva ve ihlas ile hareket etmelerini, başkalarının nazarlarını üstlerine çekecek dar ve renkli elbise giymemelerini, niyet ve hareketleriyle yabancılara ümit verecek davranışlardan sakınmallarını tavsiye eder.Yoksa kadınların saçlarını yüzlerinden daha mahrem görmek akıl ve mantığın kabul edeceği bir şey değildir.Bir kadının vücudunda zinet açısından insanı etkileyecek en son şey saçlarıdır. Saçların insanı tahrik edecek cazibesi yoktur. Evlenecek kızların saçlarına değil de, yüz ve vücutlarına bakılması bundan dolayıdır.Kızların saçlarına bakmak kimsenin aklına bile gelmez.Aslında kadın olsun erkek olsun bir insanda en önemli güzellik ihlas (dinî Allah'a özel kılmak) güzel ahlak ve infaktır.Diğer zahirî güzellikler abartıldığı kadar önemli değildir.Giyim kuşamla ilgili tavsiyeler bölgesel ve tarihsel özellikler taşımaktadır.Yani bu gibi şeyler zaman ve iklimlerin değişkenliği karşısında mağlup olmaya mahkumdur.Dolayısıyla başörtüsü bir kültür, bir gelenek, bir tercih ve bir insan hakkıdır.Hiç bir güç ve kuvvet kadınların haklarına ve özgürlüklerine müdahale ederek, onları tercihlerinden alıkoyamaz. Bir genç kız okumak istiyorsa, istediği gibi giyinme hakkına sahip olmakla birlikte, başörtüsü takmadan da tahsil hayatına devam eder.Kadınların başörtüsü takıp takmamaları konusunda erkeklerin müdahale etme hak ve yetkileri yoktur. Daha doğrusu kadınların başörtüsü takıp takmamaları ne devleti, ne hukuku, ne de erkekleri ilgilendiren bir konudur. Kadınların giyimleri, tahrik amacı taşımıyorsa, zaman ve zemin, iklim ve coğrafya şartlarına, halkın gelenek ve göreneklerine göre bir şekil alacaktır. Kur'an, giyim kuşam gibi konuları esnek bırakmıştır.Medine'de kadınlar geleneksel olarak başlarının üzerine bir şey atar fakat vücutlarının büyük bir kısmı dışarıda kalırdı. Nur süresinin 31.âyet başın örtülmesi ile ilgili bir emir değil, vücudun örtülmesi ile ilgili bir tavsiyedir.Başını örten bir kadına insan hakları açısından, başını açması için nasıl müdahale edilmezse, başını açan kadına da başını ört diye müdahale edilemez.İslam açısından ikisi de aynı şeydir. Aslında başörtüsünü farz kılan Kur'an değildir.Başörtüsünü farz kılan, alimlerin zihinlerinde bulunan fesat anlayış, siyasal egemenlik, uydurma rivayetler, ilkel inançlar ve Kur'an'a karşı cehalettir.İklim ve coğrafya, zaman ve zemine göre değişkenlik arzeden bir şey farz olmaz. Yakasından ayaklarına kadar uzun ve geniş elbise giyen bir kadın tesettürlü sayılır.Baş örtüsü olmadan bu elbiseyle dışarı çıkabileceği gibi, salât'ı da ikame edebilir.İslam dininde esas olan, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın kabul edilmemesi, ihlas yani dinî Allah'a özel kılınması, infak, güzel ahlak, ana-baba hakkı, komşu ve akrabalara iyilik, adalet ve insan hakları, israftan kaçınmak, ve yolsuzluk yapmamaktır. Bunlar olmadan yaşanılan dinin Allah katında hiç bir değeri yoktur.Bu değerli ilkeler yanında kadınların saçlarının görülüp görülmemesinin hiç bir önemi yoktur. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, kadınların saçlarına, giyim kuşamlarına değil de, kendi şirklerine, vahşi dinleriyle ülkelerini nasıl cehenneme çevirdiklerine baksalardı, daha mantıklı olurdu.

8 Mayıs 2021 Cumartesi

KADINLARDA BAŞÖRTÜSÜ FARZ MIDIR?(1.YAZI)Bu konuyu iyice anlayabilmek için son vahyin ilk yıllarına gitmek gerekir.Bilindiği gibi kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi Mekke ile ilgili bir durumdur.Tekvir?; Nahl-?)Mekkelilerin kadına bakış tarzı Medineli ensardan ayrı bir özellik arz ediyordu.Mekke'lilerin kadına bakış tarzları son derece ilkeldi. Fakat Medine böyle değildi.Medine'de kadının söz söyleme ve birçok sosyal faaliyetlere katılma hakkı vardıNebi (a.s) Mekke'li olduğu halde merhamet, güzel ahlak ve karakter bakımından Medine'li ensara benziyordu. Kadınlar, hiçbir aracı olmadan, her zaman direkt olarak Allah Resulü (a.s) dan Kur'an'ı öğreniyorlardı. Bu imkan kendilerine sonuna kadar açıktı.Hatta Nebi ( aleyhisselam) ile tartışılabilecek bir hürriyete sahip idiler.(Mücadele-1) Fakat Nebi ( aleyhisselam) dan sonra dört halifenin, Emevi ve Abbasilerin Mekkeli olmaları, rivayet ve içtihadlara etki ederek, İslam tarihinde özellikle Ehl-i Sünnet âlimlerinin kadına bakış tarzı, Mekkelilerin bakış tarzı olarak gelişmiştir.Ehl-i Sünnet âlimleri ve müctehidleri ilim ve fikirde kadına gerektiği değeri vermemişlerdir.Uydurulan hadislerle sosyal faaliyetlerde kadına dar bir alan çizilip bu alanın dışına çıkmasına fırsat verilmemiştir. Kur'an'a ihanet tarihinde diğer toplumlardan gelen kültürlerle kadın her zaman tehlikeli bir varlık, günah işlemeye meyilli, güvenilmez, göz altında olması gereken, namusu lekeleyen şeytani bir birey" olarak görülmüştür.Dolayısıyla Nebi (a.s) dan sonra "kadınların evlere hapsedilmeleri, eğitim ve sosyal hayattan çekilmeleri, yönetici yapılmamaları, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, cami ve mescitlerden uzak tutulmaları, fitnenin esas kaynağının kadınlar olduğu" ile ilgili yüzlerce hadis uydurulmuştur.Şimdi bu hadislerden bir kaç tanesine bakalım.Bakalım da, Allah'tan korkmadan Nübüvvet makam ve mertebesini, Risâlet misyonunu nasıl bir çirkinliğe alet ettiklerini görelim."İşlerini kadına havale eden bir topluluk iflah olmaz"(Buhari-Megazi, 84, Fiten, 17; Tirmizi-Fiten,75; Nesai- Âdabu'l-Kudat-8)"İşleriniz kadınlara kalırsa sizin için yerin altı (kabir-ölüm) üstünden daha hayırlıdır"(Tirmizi-Fiten, 78) "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının beraberinde babası veya oğlu yahut kocası veya kardeşi yahut nikahı haram olan biri olmaksızın üç gün veya daha fazla süren bir yolculuğa çıkması helal değildir"(Müslim-Hac, 108)"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının yanında kendisine nikahı haram olan biri bulunmadıkça, bir gün veya bir gecelik yola gitmesi helal değildir" (Müslim-Hac, 421; Tirmizi- Rada, 15)"Bir kadın, yanında mahrem birisi bulunmadıkça bir erkekle yalnız kalmasın ve yola çıkmasın" buyurunca, bir adam ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü! Eşim Hac için çıktı, ben ise falanca gazvede (savaşta) idim" deyince, Nebi (a.s) git ve eşinle birlikte hac yap" buyurmuştur.(Buhari-Nikah, 110; Müslim- Hac, 424) "Kadının evinin avlusunda kıldığı namaz, mescidde kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evinde kıldığı namaz, avluda kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evin iç kısmında kıldığı namaz, evinin açık yerinde kıldığı namazdan daha faziletlidir"(Ebu Davud- Salât, 54)"Kadın, insanın ar ve namusudur. Evinden dışarı çıktığında şeytan ona yaklaşır. Kadının Allah'a en yakın olduğu yer evidir"(İbn Huzeyme- Sahih, 3.c- 93; Taberani-el-Mu'cemu'l-evsat, 3.c-189, 8.c, 101) "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" (Buhari- Nikâh, 18; Müslim- Zikir, 97; Tirmizi- Edep, 31)"Sayet kocasının ayağından, başından, saçlarının ayrıldığı yerine kadar irin ve iltihapla kirlenmiş olsa sonra kadın ona yönelse ve kocasını dili ile yalarsa onun hakkını ödeyemez"(Ahmed bin Hanbel, Müsned, 20- 64,65) "Cüzzam hastalığının onun etini deldiğini, iki burun deliğini yırttığını, bu iki burun deliğinden kan ve irin aktığını görsen, sonra onun hakkını ödemek için ağzınla onunla o iki burun deliğinden akınları yalayıp yesen, ebediyen onun hakkını ödeyemezsin"(Taberani- el- Mu'cemu'l-kebir, 8, 259) "Kendisinden kocası razı olduğu halde ölen her müslüman kadın cennete gider"(Tirmizi-Rada, 10; İbn-i Mâce-Nikah,4) "İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim"(Tirmiz- Rada,10; Ebu Davud-Nikah, 41; İbn-i Mâce- Nihah, 4)"Uğursuzluk üç şeydedir: Kadında, evde ve atta"(Buhari- Cihad,47, Nikâh,18; Müslim- selâm, 115; Tirmizi- Edep, 58; İbn-i Mâce- Nikah, 55) "Resulullah bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek şöyle dedi: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz çünkü sizler cehennem halkının çoğunluğunu oluşturmaktasınız" Bunun üzerine kadınlardan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Niçin böyle oluyor? dedi.Resulüllah"Çok lanet etmeniz ve kocalarınızın yaptığı iyiliklere nankörlük etmenizden dolayı" dedi.Allah Resulü (a.s) şöyle devam etti: Aklı başında ve görüşü sağlam bir erkeğe galip gelebilen, aklı ve dinî eksik sizden başka varlık görmedim" Orada bulunanlardan biri bir kadın: "Kadının aklının ve dininin noksanlı nedir?" diye sordu.Nebi (aleyhisselam) da "Sizden iki kadının şahitliği bir erkeğinkine denktir. Dininizin noksanlığına gelince o da hayızlı olmaktır. Sizden biriniz hayızlı iken 3-4 gün oturur, namaz kılamaz" dedi."Sizden biriniz namaza durduğu vakit, önünden deve semerinin arka kaşı kadar bir şey bulunursa, o kendisine sütreler (önünden geçenlere karşı korur) Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunursa bunun namazını eşek, kadın ve siyah köpek bozar"(Buhari-Salat, 103,106; Müslim- Salât, 265; Ebu Davud, Salât, 110; Tirmizi- Salât 253; Nesai- Kıble, 7)Halbuki Kur'an'a baktığımızda kadınların da da erkekler gibi özgür bir iradeye sahip olduklarını, erkekler gibi imtihan edildiklerini, fiziki ve psikolojik yapılarından başka diğer bütün özelliklerinde erkeklere ortak olduklarını görüyoruz.Son vahyin tarihinde İslam dinini kabul eden milletlerin gelenek ve kültürleri hakim olunca iman edenler içinden çıkılmaz bir çok problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bunlardan birisi de kadınların başlarını örtmelerinin Allah'ın emri olduğu inancıdır.

7 Mayıs 2021 Cuma

YALNIZ YAŞAYANLARDAN DEĞİL ÖLÜLERDEN DE ÇEKECEĞİMİZ VAR! İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın gönderdiği Elçilerin önünde engel oldukları gibi,Kur'an ehli muvahhidlerin önünde de en büyük engel ölülerdir.Kur'an'ın anlaşılması önünde en büyük bataklık ve aşılmaz akabe ölü olan sözde âlimler ve müçtehitlerdir.Tevhid akidesinin insanlara ulaştırılmasına mâni olan yine bu sözde âlim ve büyük müçtehit olarak görülen ölülerdir.Hakkın avcılarına karşı cesetleri toz olmuş hurafecilerden daha çetin bir mücadele hiç kimse ortaya koyamaz.Ölüp gittiler, toprak olup toz oldular ama kör olası hurafelerini başımıza musallat ederek, inanç, fikir ve hürriyetimizi geçmişin karanlıklarına mahkum ettiler.Kendileri ölüp gittiler ama bıraktıkları dini paramparça etme mirasları sayesinde onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlar birbirlerini durmadan katletti, millet perişan oldu. Kur'an'ın ilmine ve hikmetine ölülerden daha yaman bir muhalif asla bulunamaz.Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür dostları ölü âlimlerden çektiklerinin binde birini yaşayan cahillerden çekmediler.Muvahhidler hayatta olan cahil hurafecileri aşsa da ölüleri asla aşamazlar.Ölüler asla aşılamaz.Çünkü ölüleri aşmaya çalışmak, onların çürümüş fikirlerine karşı gelmek en tehlikeli bir ihanet olarak kabul edilmektedir.Şimdiye kadar ölülerin nasıl açılacağı ile alakalı hiç kimse bir fikir ortaya koyamamıştır.Ölüleri aşıp Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine,Allah'ın kitabının hikmetine, vahyin aydınlığına, âyetlerin cennetine nasıl kavuşacağız? Yaşayanları aşmak o kadar zor değil, asıl zor ve müşkül olan kemikleri çürümüş olanları aşmanın yolunu bulmaktır.Aslında en büyük icatlardan ve buluşlardan bir tanesi, belki de en önemlisi ölülerin uydurma rivayet ve dinlerini aşarak Kur'an'a ulaşmak olacaktır.Kur'an ehli muvahhidler ne zaman ölüleri aşmayı başarırlarsa Kur'an ikliminin aydınlığına çıkmış olacaklar.Ölüleri aşmadan Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak faydanamayız.Aslında ölüleri aşmanın yolu Allah'ın kitabı Kur'andır, çünkü o her türlü hastalığa karşı mükemmel bir kalkandır.Dolayısıyla ölülerin uydurma dinlerini Allah'ın izin ve inayetiyle Kur'an ile aşarız. Zorla yaşatılmaya çalışılan ölüler olmasaydı bu ümmet böyle izdırapların, karanlıkların, zulüm ve vahşetin,cehalet ve yobazlığın, ahmaklık ve kaos girdapının tam merkezinde olur muydu?HURAFELERİN GÜCÜ ADINA, SÖZ VE HÜKÜM ÖLÜLERİNDİR ARTIK!!(Ey Resul! ) Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"(Zuhruf- 23 )(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince , dedilerki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz"(Zuhruf- 24)Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, tefekkür etme, sorgulama ve eleştiri yapma gibi ne kadar önemli bir şey varsa atalara tapanlar onu öldürdü.Allah'ın kitabına karşı ölmüş ataların fikirlerini ve içtihadlarını yaşatmaya çalışmak muvahhidlerin vicdanını yaralıyor. Dinlerini Kur'an ehli muvahhidlerden ve hayat veren Kur'an'dan öğreneceklerine, toz ve toprak olanlardan öğrenmeye çaba göstermek ümmi insanların zihnini bulandırıyor. Rahmân ve Rahim, Hay ve Kayyum olan Allah şöyle buyuruyor. "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter"(Furkan-58)Özgür düşünen beyinlere özellikle vahiy ehl-i muvahhidlere ölülerden daha yaman bir düşman yoktur. Dolayısıyla en büyük savaş önemli düşmanla yapılan savaştır. Görünmeyen düşman ise en tehlikeli olandır. Evliya ve İlâhların şirk dininde hayat tamamen ölülerin inanç ve fikirleri doğrultusunda şekillenmiştir. Yani mezheplerin dininde diriler değil, ölüler hayata hakimdir.Rivayetlerin ve ictihadların dünyasında önemli olan ölülerdir. Kan ve ölüm kokan, ihtilaf ve tefrika kaynağı olan bu inançta dirilere itibar edilmez, özellikle Kur'an ehli muvahhidler ölümcül bir mikroptan daha tehlikeli görülür. Evliya ve ilahların dininde dirilerin hayat hakkı değil, ölülerin hayat hakkı kutsaldır. Şeytan evliyasının dininde ölüler koruma altına alınmıştır.Uydurma dinin tâbiileri ölülerin emirlerine hazır bir asker konumundadırlar. Bu Kur'an'ın önümüze koyduğu tarihi bir gerçektir."Onlar (müşrikler) yardım göreceklerine inanarak Allah'tan başka ilahlar edindiler. Halbuki ilahların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerler gibidir"( Yasin- 74-75)Rivayetlerin uydurma dininde müracaat yalnız ölülere yapılır, ictihad ve fetvayı sadece ölüler verir. Çünkü din onların tekellerine alınmıştır.Aslında vahiy ehl-i muvahhidlere engel diriler değil, yaşayanların akıl ve zihinlerine hakim olan ölülerdir.Geri kalmış toplumların handikapı ve en büyük baş belası kendileri çürümüş zorla yaşatılmak istenen ölülerdir. Ölüler gerçek olarak gömülmeden yaşayanlara hayat hakkı ve huzur haramdır. Dolayısıyla özgür bir hayat için ölülerle yaşayanlar arasında bulunan duygusal ve inanç bağı mutlaka koparılmalıdır.İndirilen vahiy ile ölülerin karizması çizilmelidir. Ölüler tarafından inşa edilen dini, Kur'an'dan başka hiçbir kanun ve kuvvetle yok etmek mümkün değildir.Ölülerin bırakmış oldukları ölümcül mirasa karşı en büyük savaş aracı Allah'ın kitabı Kuran'dır. Ölülerde bir kerametin olmadığını yaşayanlarımıza anlatmak zorundayız. Geçmişte olduğu gibi geleceğimiz içinde en büyük tehlikenin ölüler olduğunu gençliğimize kabul ettirmek çok önemlidir. İşte bu yüzden Yüce Allah, ölülerle ilişkilerin koparılmasını emretmektedir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah ezeli ve ebedi ilmi ile biliyor ki, ölülerden yani din uyduran atalardan kopmadan hakka ulaşılamaz."Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğru yolu bulamamış idiyseler? (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"(Bakara-170,171)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"(Mâide-104)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine tâbi olun" denildiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onlara alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"(Lokman-21)"O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (Evliya- ilahlar) gibi olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz? Allah'ın nimetini saymaya kalksanız sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek merhamet edendir. Allah gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. Allah'ı bırakıp da (O'nun kitabını) taptıkları (muhaddis-müctehid-evliya-ilahlar) hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. İlahınız bir tek ilahtır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcı, kendileri de kibirli kimselerdir. Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez. Onlara Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler. Kiyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için öyle derler. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür! (Nahl-17,18,19,20,21,22,23,24,25)"Ey Resul! Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti. "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrahim: Peki dedi, yalvardığınızda onlar sizi istiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, İster önceki atalarınızın; neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır, sadece alemlerin Rabbi benim dostumdur. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı başlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmek ver ve beni salihler arasına kat. Bana sonra gelecekler içinde iyilikle anılmak nasip eyle! Beni, Naim cennetinin varislerinden kıl. insanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış saf ve hanif bir kalple) gelenler o günde fayda bulur. O gün cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennemde azgınlara apaçık gösterilir. Onlara Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Tallâhi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk"(Şuara- 69-98) Bu ayetler gibi yüzlerce ayette Yüce Allah, ölülerin inanç ve ictihadlarının bir zulüm ve yıkım olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla akıllarını ölülere satan bir milletin gerçek hürriyeti yaşaması ve evrensel medeniyeti yakalaması imkânsızdır.Kur'an'a göre ölülerin çoğu, atalarını hepsi müşriktir.Uydurma dinde İnfak ve hayırlar bile ölüler adına yapılır. İslam toplumlarında daha doğrusu Şia ve Ehli Sünnet dininde ölüler birer sömürü aracı ve rant kapısıdır.Aynı zamanda müntesipleri tarafından ölüler özgür insanlara karşı bir korkuluk gibi kullanılır. İslam dünyasının en büyük sorunu ölülerin nasıl aşılacağıdır.Evet çürümüş beyinlerin inançlarından nesillerimizi nasıl kurtaracağız? Çünkü bu çürümüş dinde en önemli tabu ve dokunulmaz kutsal ölülerdir

6 Mayıs 2021 Perşembe

ALLAH'IN ÂYETLERİNİ "TEKZİB" (YALANLAMA) NE DEMEKTİR? "Allah'ın kitabını ve âyetlerini yalanlamanın" "tekzib" bildiğimiz anlamda dille kabul etmeme, dille inkâr etme, dille reddetme, dille "ben âyetlere inanmıyorum" anlamında değildir. Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan, "tekzib" (âyetleri yalanlama ) inanç, ahlak, amel ve tavırla yani onlardan yüz çevirme, vahyi hedefinden saptırma, Allah'ın âyetlerini hakkıyla takdir etmeme, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinme" anlamında kullanılmıştır. Cuma süresinin 5.âyeti bu gerçeği açık olarak göstermektedir. "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız direkt olarak) hidayete erdirmez"Âyette bulunan "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenler..." "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin..." ile "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" cümleleri önemlidir.Tevrat ile yükümlü olanlar, dille hiçbir zaman Tevrat'ı yalanlamaz ve ona dille karşı gelmezler. Fakat onların inanç ve ahlaklarında yani dini hayatlarında kaynak olarak Tevrat'ın yeri yoktur. Onlar din ve hüküm olarak rivayetlere dayandıkları için Tevrat'ı yalanlamış oldular.Ayrıca âyetin güncellenmesi açısından "Tevrat" ibaresinin yerine "Kur'an" kelimesini koymamız gerekmektedir. Yoksa Kur'an'ı okumanın bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia âlimleri dille Allah'ın kitabını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, en basit meselelerde bile Allah'ın âyetlerine karşı muvahhidlerle mücadele ederler."Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin (bu kötü ahlakları)gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35)Mesela: Dille inandığını söylemelerine rağmen imanın kalbe inmemesi, kalbin âyetleri tasdik etmemesi, yani Kur'an'ı hakkını vererek okumamaları, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı)onu, hakkını gözeterek okurlar.Çünkü onlar ona iman ederler.Ama her kim onu inkâr ederse (görmezden gelirse) İşte hüsranda kalanlar bunlardır "(Bakara- 121)Mesela:Kur'an'ın her âyetine kayıtsız şartsız teslim olmamaları, bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeleri, onu parçalamaları, manasını parçalayıp dağıtmaları, içinde var olan bağlam ve bütünlüğü görmemeleri, üzerinde tefekkür etmemeleri, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamamaları, Kur'an'ın anlam sistemine sahip olmamaları, kavramlarının üzerinde durmamaları,"...Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak alçaklık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir..."(Bakara-85)"Kur'an'ı bütünsüz parçalar olarak görenlere gelince, Rabb'inin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz "(Hicr- 91, 92, 93)Mesela:Âyetleri gizleme, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.( Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerine tüm insanların laneti onların üzerindedir. Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar.Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara- 159, 160, 161, 162, 163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak(ve hidayet olarak apaçık) indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)Mesela:Kur'an'ın yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinip tevhid akidesini bozmaları,"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Mesela: Kur'an'ın gerçeklerini bâtıla bulaştırmaları, batıl ile gizlemeleri, saflığını ve temizliğini tahrip etmeleri, onu tanınmaz hale sokmaları, "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, (bile bile) hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin muhaddis ve müctehidleri her türlü inkâr, yalanlama ve gizleme günahlarını işlemişlerdir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe, yalan, uydurma, sapkınlık, iftira olan rivayetlerin hepsi Kur'an'ı inkâr ve onu dolaylı yoldan yalan saymak anlamına geliyor.Bir Suriyeli vatandaş ile sohbet ediyoruz, kabir azabının olmadığı ile ilgili Kur'an'da en az bin âyet vardır, dediğimde hayretler içerisinde kalarak dedi ki: "Ben, hayatımda şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım"İşte İslam toplumunun Kur'an'la olan ilişkisi budur.

4 Mayıs 2021 Salı

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(27.YAZI)"Allah sizden razı olsun hocam!İslam dünyası ilk önce bu müşriklerden kurtulması gerekiyor. Ondan sonra belki akıllarını kullanıp doğruyu bulabilirler. Benim bir arkadaşım İsmailağa cemaatinden olduğu için kızını okutmadı.Onunla konuştum, yanlış yapıyorsun dedim, fakat ona sözümü dinletemedim. Sebebi "efendi hazretlerinin buna karşı çıkması, kızların okumasına fetva vermemesiymiş"O kendi inancına göre kızını ahiret hayatına yani cennete hazırlıyormuş. Ona dua et dedim, kızın o büyük hesap gününde, yakana yapışıp "senin yüzünden cahil kaldım" demesin. İşte aklını kiraya veren bu insanlar, Allahın emaneti olan çocuklar hakkında bile bir bunağın izinden gidebiliyor ve başka bir fikri asla dinlemiyorlar" (Filiz Uzun Karakaya-- "Şirkten Daha Büyük Bela Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Katılıyorum!Tarikatlardaki şirkten daha çirkin bir şirk yoktur.Tarikatlar vahdeti vucudu (vucud birliğini) tevhit inancı olarak kabul ederler. Dolayısıyla göklerde ve yerde olan her şeyi de (hâşâ) Allah'tan bir parça olarak görürler. Uydurma zikirlerle ve riyazetle ilahi gücü üzerlerinde toplayacaklarına inanirlar.(Kenet Selami-- "Şirkten Daha Büyük Bela Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli hocam!Elinize, emeğinize sağlık. Paylaşımınızdaki bence esas vurgu olan cümle; ''Bir insan vahiy, ilim, akıl, göklerde ve yerde bulunan Allah'ın âyetlerine karşı imanı ne kadar güçlü olursa, Allah ve Resulü adına iftira olan hurafelere ve hurafelerin sahiplerine karşı o derece kalbindeki kin ve düşmanlık artacaktır.'' Bu müşrik zihniyete kinimiz, Allah'a ve Kur'an'a olan imanımız derinleştikçe, vahyi hayatımıza daha fazla yaşadıkça, tevhid dinini daha iyi anladıkça, din ve hüküm olarak Allah'ın vahyini tek ve yeterli kaynak olarak görüp başka kaynakları din adına kendimizden uzak tuttukça, her geçen gün şirke karşı nefretimiz daha da artacaktır. Çünkü dediğiniz gibi, bu müşrik zihniyete duyulan nefret ve kin Allah'ın bizde varolan ahlakından kaynaklanmaktadır. (Mümin-35) Selam ve hürmetle"(Faruk Fidan Şirkten Daha Büyük Bela Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Yüreğine sağlık hocam! Allah razı olsun. O halde bu vesileyle "Arapça Allah'ın ve cennete girecek olanların lisanıdır" diyenler ve bunu ısrarla dayatan, hâşâ Allah'a lisan iftirasında bulunanları da Allah'a havale ediyoruz...(Gürkan Kaçaran-- "Hiç Bir Irkın Diğer Irka Bir Üstünlüğü Yoktur adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Kemal Tarhan!Kim olursa olsun, statüsü ne olursa olsun, her hangi bir insan, bir inanç veya düşünce sisteminin üstünde değil, ancak içinde olabilir..Bahsettiğiniz kişiyle de herhangi bir bağım ve alakam da yoktur ve olamaz da!Ancak din adamlarının bir çoğu yaşadıkları toplumun efsanelerini ve kültürünü "din kuralıymış" gibi lanse ederler.Ve yine din adamlarının bir çoğu "zan" olan bir çok bilgiyi, kesin ve tartışılmaz göstermeye, farklı yaklaşımları ise saçma ilan edip dışlamaya meyillidirler.Velhasılı kelam, savunduğumuz kırmızı çizgilerimizi "hepimiz" gözden geçirmeliyiz Kemal Bey!Selam ve muhabbetle"(Arif Kılıç)-------------------------------------------------------"Diller, renkler ve ırklar, Allahın âyetlerindendir.Hepsi Allah indinde eşittir, bizim içinde öyle olmalıdır(Bilen Bektaş-- Hiçbir Irkın Diğer Irka bir Üstünlüğü Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Kemal Bey!Ali Aydın'ın (bir kaç gün önce) Şia ile ilgili de "eleştirel" paylaşımı vardı.O gün de caferi arkadaşlar "Ali Hocaya" veryansın ediyorlardı.Bana sıra gelince..Ben müslümanım.Ehl-i Sünnet bir kültürün içinde doğdum..Mezhep veya cemaat gibi oluşumlardan tamamen uzağım.Çünkü, psikolojik açıdan herhangi bir sorunum yok, çok şükür!(Arif Kılıç-- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Bu yazıyı anlamak için, en azından biraz Kur'an, biraz da evren yani sünnetüllâh bilgisi gereklidir.Aslında bu konuyu anlamak çokda zor değil, ama insanlar âkılllarını kullanmıyorlar. Bunu görmekde zor değil, fakat Kur'an'ın deyimiyle "toplum Kur'an'a karşı kör olmuş" bir vaziyettedir. Saygılar"(Ugur Gursen-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Sayın arkadaşım!Bu söylediklerinizden daha önemlisi, kabrin başında yazan yazıdır. O da şu: "Başınız sıkışınca kabir ehlinden yardım isteyin" Güya bu hadismiş. Resmen Nebi (a.s) iftira ediyorlar.(Cengiz Uzunyol-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Hocam!Sizden ve sizin gibi parmakla sayılacak kadar az olan hocalarımızdan Allah razı olsun. Bizleri Kur'an ile aydınlattınız. Evet kendi adıma söylüyorum sizleri tanımadan önce bizlerde böyleydik. Allah beni affetsin inşallah. Bir daha asla arkama bakıp atalarımızın dinine inanmayacağım. Allah şahidim olsun hocam, size kötü söz söylediklerinde canım yanıyor. Çünkû sizin ne kadar mütevazı biri olduğunuzu biliyorum. Ve kendinizden konuşmadığınızı da biliyorum. Siz Allah'ın vahyini anlatıyorsunuz. Gönlüm çok rahat. Sayenizde hocam. Bilmiyorlar ki onlar Kur'an'a karşı gelmekle Allah'a düşman oluyorlar. Sizi çok seviyorum. Allaha emanet olun"(Figen Hoşgör--Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)

GENÇLER NEDEN DEİZM'E VE ATEİZM'E KAYIYORLAR. Aslında gençlerin deizme' ve ateizm'e kaymaları iyiye yorumlanması gereken hayırlı bir arayıştır.Çünkü deizm ve ateizm, mezhep ve tarikat şirkinden daha akılcı bir yoldur.Ateistler ve deistler, fosillere tâbi olan mezhepçilerden daha kolay vahyin yolunu bulabilirler. Çünkü Kur'an'da insanı tefekkür etmeye sevkeden, aklı kullanmaya davet eden yedi yüzden fazla ayet vardır.Fakat mezheplere uyanlar yani ölülere tapanların vahye ulaşmaları mümkün değildir. İnsanlık tarihinde bunu başarmış bir kavim bulunmamıştır. Deistlerin ve ateistlerin Kur'an'a yönelmeleri ve evrensel ahlak olan tevhid'i benimsemeleri, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'ı kabul edip ona teslim olmalarından çok daha kolaydır. Müşriklerin Allah'a imanları vardır.İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri şirk dinlerinden hedef saptırmak amacıyla şirkin üzerinde değil de, dinsizliğin ve imansızlığın üzerinde durmuş ve kaynaklarında ona ağırlık vermişlerdir.Halbuki bütün elçiler, istisnasız Allah'ın varlığını kabul eden fakat vahye karşı gelen müşriklerle mücadele etmişlerdir. Kuran, bağlam ve bütünlüğü yani hikmeti gözetilerek, kendi çözümü ve sistemi içinde ele alındığı zaman çözüme kavuşturmayacağı hiçbir konu yoktur.Kur'an, bir ilim ve sisteme bağlı olarak indirildiği için hiçbir konuyu havada bırakmaz. Mesela:"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"(Nisa- 82) Demek oluyor ki, insanlar din ve hüküm olarak vahye gitmiş olsalardı, Kur'an'ı ve hanif İslam açısından ortada bir sorun ve çözülmeyecek bir konu kalmayacaktı. Fakat bilim ve teknoloji çağında akıllarını kullanan ve sorgulama yeteneğine sahip olan gençlerin sorularına cevap veremeyen Emevi- Abbasi Devletinin diyaneti, mezhepçi cemaatler, hurafeci ve müşriktarikat şeyhleri gençlerin ileri sürdükleri sorunlara ve zahiren çelişkili âyetlere karşı bir cevapları olmadığından, boşlukta kalan gençler absürt rivayetlerden ve uydurma hadislerden uzaklaşarak, fakat maalesef Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilmediklerinden veya bunu kendilerine anlatacak ehil,aklı başında kimse olmadığından dolayı en çıkar yol olarak deizim'e ve ateizm'e kayıyorlar. Aslında mantıklı olan şey, tarikat ve cemaatlerin yalanlarından ve absürt hurafelerinden uzaklaşan gençler zorlanmadan, kolay bir şekilde doğru yolu bulmalarıdır. Fakat burada bulunan en büyük sorun, gençlerin, "bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'ı bilen, tamamen hadis ve mezheb belasından uzak duran, dinî sadece Allah'a özgü kılan, Nebi ve Resul'ün arasındaki bulunan farklardan haberi olan, maddi çıkar peşinde koşmayan, onurlu ve takva sahibi ilim adamlarına ulaşmalarıdır" Gençler, derinlemesine, bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'ı incelemeyi nasıl başaracaklar?İşte burada sorunlar devasa bir şekilde büyüyor. Teknoloji ve bilim çağında, bilgi karmaşası içinde, sürekli manevi arayışta bulunan gençlere en hızlı, en akılcı en sağlıklı ve sahih bilgiyi nasıl ulaştıracağız?En büyük sorunlardan biri de şudur: On üç asırdan beri uydurma rivayetler ve saçma sapan içtihatlarla Kur'an'ın manası bozulmuş, bağlam ve bütünlüğü dağıtılmış, sistemi hiçbir zaman göz önünde bulundurulmamış, mezheb imamları ve müctehidler birer "rab" ve "ilâh" olarak gösterilmiş, ümmi halka hurafe ve yalanlar zorla dayatılmış ve sorgulanamaz bir din meydana gelmiştir. Dolayısıyla tek çare şudur.Kur'an'da yüzlerce âyette ortaya konulduğu gibi, Allah tarafından indirilen vahiy, din ve hüküm olarak tek kaynak kabul edilecek, sadece vahyin ortaya koyduğu din Allah'a özel kılınacaktır. Allah Resulü'nün sadece Kur'an'a uyduğu ( Yunus- 15, 109; Ahkaf, 9) ve sadece Kuranı tebliğ ettiği(Enbiya- 45; Kaf- 45; En'am- 51) dinin Allah tarafından daha Resul hayatta iken tamamlandığı(Mâide- 3, En'am-114 ) kesin olarak bilinmesi gerekir. Bu konuda yüzlerce âyet var.Yani bu konu şüphe edilecek bir konu değildir. Sonuç olarak:Gençlerin sırat-ı müstakime ulaşmaları, Kur'an'ın çok iyi bilinmesine bağlıdır.Kur'an ne kadar iyi bilinirse, hurafe, taklit ve yalanlardan o derece hızlı bir şekilde gençlerimizi uzaklaştırmış olacağız.Ateizm ve deizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, Sünnilik ve Şiilikten daha akılcı bir seçimdir.Ateistler ve deistler mezhebçi müşriklerden daha kolay hidayeti kabul ederler.Kur'an'ın yüzlerce âyette gösterdiği en büyük günah ve ölümcül tehlike, şirk'in zulüm ve zorbalığıdır.

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(26.YAZI)"Yüce Allah, gönderdiği dinde bizden ne istiyor, bizler nelere inanıyoruz! Hurafelere boğulmuşuz maslesef. Paslı çivinin sökülmesi ne kadar zor ise, hurafelerden kurtulmak da o kadar zor maalesef.(Osman Kurt-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Mezarlardaki ölülerin insanlara bir faydası olsaydı, Nebi (a.s) ın mezarının bulunduğu Medine'ye gökten bereket yağardı, açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan kırılmazlardı.Topraklarına her gün yağmur yağar, refah, bolluk ve bereket içinde yaşarlardı. Kur'an'a göre rehmet ve huzur, bolluk ve bereket tamamen Allah'ın âyetlerine sığınma ve salih amellerle ilgili bir durumdur.(Fuat Demirel-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Herkes aklına göre bir şey yazmış-söylemiş, Kur’an'ı kenara atarak, iterek, öteleyerek görmezden gelindi.Hattâ Kur'an diye bir kitap var mı, demeye bile gerek duymadılar."Kur’an" diyenleri de sapıklıkla itham ettiler.(Mustafa Önal-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Allah razı olsun, güzel açıklamalarınız bizi aydınlatıyor. Ölmüş beyinlere etki etmesede! Selam ve sevgiler"(Eyup Acıktepe)----------------------------------------------------------"Kabir perestlik toplumun gelenek ve batıl inançlarından kaynaklanıyor. İslam'da bizim yaptığımız manada kabir ziyareti olmadığı gibi, gösterişli mezar yapmak da yoktur.(Murat Ersoy-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine ve bilgine teşek ediyorum. İnsanlara neleri yanlış yaptıklarını, hangi inançların ve bilgilerin yanlış olduğunu ve dinle alakası olmadığını ancak böyle yaşanılan örneklerden anlatabiliriz ve bunları da deşifre edebilmek için Kur'an’ın bütününe ve özüne inebilmek gerekir! Bu bağlamda size cani gönülden teşekkür ediyorum. Şahsım olarak yazılarınızdan çok faydalanıyorum! Sevgiler"(Hüseyin Bostan)--------------------------------------------------------"Tarih 1516 Yavuz Sultan Selim Çaldıran savaşında İran'ın yanında yer alan Mısır-Memluklarla savaşmak üzere yola çıkan ordu, Sina çölünde bitkin ve harap bir durumdadır. İsyan ve şikayetler peş peşe geliyor. Kızgın çölde, ordu dökülüyor. Yol uzun ve yorucu, Hasan paşa padişaha sohbet olsun diye,"Sultanım! Ordu perişan askerler çok yoruldu" der demez. Yavuz, atından iner ayakkabısını çıkararak yürümeye devam ediyor."Sultanım! Niye atınızdan indiniz? diye sorunca,Yavuz yüksek sesle şöyle cevap veriyor:"Önümde Allah Resulü yürüyor.At sırtında onun mübarek ayak izlerine basarak yürümeye haya ederim"Bu haber ordunun içinde yayılınca askerler moral bulmuş ve her biri birer aslan kesilmiş büyük bir zafer kazanılmıştır.Bunu Akşemsettin ve Fatih'te kullanmıştır. Bu gibi söylemler oltanın ucundaki yem gibidir.(Mehmet Kemal--Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Teşekkür ederim Ali bey!ALLAH sizden razı olsun. Ben beş buçuk yaşındayken "merdiven altı" diyebileceğimiz bir evde KUR'AN okuma eğitimine başladım. O tarihlerde Kahraman Maraş 27 bin nüfuslu, harpte yanmış, yıkılmış, kalıntı bir kasaba görünümündeydi. Şimdi o günler ile günümüzü kıyasladığım zaman her yönüyle halkı cahil bırakılmış bir yerdi.Rahmetli nenem-dedem, anam-babam namazlarındaydı.Sürekli çalışırlardı. Yakın akrabalarımızdan bir müftü vardı.Onun sohbetlerini dinlerlerdi ama ondan hiçbir zaman şirk sözünü duymadım.Alfabeyi, halkın diliyle ( elif bâ) yı öğrettikten sonra kısa süreleri öğretiyordu. Allah rahmet etsin. Hoca hanım, çiçekten 11 yaşında gözlerini kaybetmiş bir hafize idi.(Kur'an'ı ezberlemişti)Her birimizi karşısına alır, kelimelerin telaffuzuna yani mahreçlerine çok dikkat eder ve ettirirdi.Çocukluk işte, bazen bu duruma gülerdik.Perşembe günü öğle vakti olunca bütün çocuklar "halka" şeklinde otururdu.Hocamız bir kenarda oturur, o gün bize "müslümanlık sorgusu" yaptırırdı. Euzu besmele, şehadet kelimesi, sonra hoca başlardı."Elestü birabikum (ben sizin Rabbiniz değil miyim?) (bu cümlenin Kur'an'ın Âraf süresinde olduğunu yıllar sonra öğrendim) O yaşlarda bunların analizini yapabilecek düzeyde değildik. Neticede bir yıl sonra sadece papağan olarak eğitimi bitirdik. 14 yaşıma gelince bir gazetenin verdiği "TÜRKÇE AÇIKLAMALI" (!) Kur'an'ı biraz okudum.Ama bir yandan da lise'de olmama rağmen Kur'an'ın anlam ve içeriğini düşünemedim.Sonra askeri okul vs. derken yine anlam-kavram bütünlüğü üzerinde ayrıntılı olarak duramadım.Sadece günlük ezberden alışılmış ibadetler ve Ramazan orucu ile emekli oluncaya kadar bu şekilde devam ettim. 2000 yılından sonra Kur'an'ın anlamına karşı ilgim artmaya başladı. Her şafakta geçmişi düşündükçe ben kendime yazık etmişim diye çok üzülüyorum.. KUR'AN'I gerçekleriyle anlattığınız için size teşekkür ederim. Allah razı olsun.Selàm ve sevgilerimle"(Ali Kurtar)

HAC VE UMRE İnsanlık tarihinde Yahudilik ve Hıristiyanlık, Şii'lik ve Sünni'lik kadar Kur'an, ilim, akıl, tefekkür, merhamet, özgürlük, eşitlik ve adaletten uzak bir din ve inanca rastlamak mümkün değildir. Her dört din de hanif İslâm dininin tahrif yani elçilerin getirdiği İslam'ın bozulması neticesinde ortaya çıkmışlardır.Bilindiği üzere bir nesne ne kadar yüksek bir yerden düşerse, parçalanması o derece korkunç olacaktır.Saf ve temiz olan bir madde bozulduğu andan itibaren daha çok zehirli ve ölümcül bir özelliğe sahip olacaktır.Aynen bunun gibi her dört din de İslam dininin tahrif olmasından sonra oluştukları için insan hakları ve özgürlük düşmanıdırlar.Şimdi esas konumuza dönecek olursak.Allah'ın kitabında insanlara ve özellikle müminlere yönelik yüzlerce emir ve yasak mevcuttur.Şii ve Sünni ilim ve devlet adamları, hakkında yüzlerce âyet bulunan bu yasak ve emirlerin istisnasız hepsini çiğnerler. Fakat sadece "hac" ve "umre" emrini hassasiyetle yerine getirmeye çalışırlar.Halbuki en büyük zulüm olan şirk hakkında yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah'a ve indirdiği kitabına karşı her türlü şirki işlemişlerdir. Yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, riba israf, ğurur ve kibir, Allah ile aldatma, batılı hakka giydirme, mezhep âlimlerini rab ve ilâh konumuna sokma, dinî dünyalık elde etmek için kullanma, batıl mezhebler ve şirk din için gözünü kırpmadan adam öldürme,yetim malı ile mideyi ateşle doldurma, adaletsizlik, hakimlere rüşvet verme, Allah'ın âyetlerini gizleme, Allah elçileri arasında ayırım yapma, Allah'ın yolundan insanları engelleme, Allah'ın toprağında sınırlar koyma, fakirlere karşı kibirli ve gururlu olma, İnfak yapmama, alabildiğine cimri kesilme, dini Allah'a özel kılmama, kadınların hakkını çiğneme gibi yüzlerce emrin hiçbiri Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ve ümmilerinin umurlarında olmazken,milyarlarca dolar harcayarak, binbir meşakkat içinde hacca gitmek için yıllarca sıra beklemektedirler.BUNUN EN BÜYÜK SEBEBİ :Muhaddis ve müctehidlerinin Resulullah (a.s) a iftira ederek onun tertemiz dilinden uydurdukları"Hac ve Umre yapanlar, analarından doğdukları gibi masum olurlar, hac ve umre yapanların geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır" yollu iftira rivayetlerdir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda yüzlerce emir içinde en son yapılması gereken görevin hac ve umre olduğunu görüyoruz. Çünkü hacca ve umreye gitmenin bir çok şartı vardır. Evvela: İbrahim'i bir inanca ve düşünceye sahip olmaktır.İkincisi: Allah'ın kitabını hakkıyla okumak, onu anlamak ve ona gereken önemi göstermektir.Üçüncüsü: Hanif İslam dininin şuur ve bilincine sahip olmaktır. Dördüncüsü: İhlâs ve takva sahibi olmaktır.Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemektir. Dolayısıyla dini Allah'a özel kılmaktır.İslam'dan ve ihlas'tan yani İbrahim (a.s) ın tevhid mücadelesinden habersiz olanlar hac yapmaya değil, Suudi Arabistan'a çile çekmeye gitmiş olurlar. Haccın yapılması tamamen dini Allah'a özel kılma yani hanif İslam inancı ile alakalı bir durumdur. Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni inanç ve itikad sistemi ile ne ibadet ne de hac yapılır. Hac ve umreye gitmenin en önemli şartı her türlü şirkten arınmış saf ve hanif müslüman olmaktır. Şii ve Sünni ilim adamlarına soruyorum Niye hacca gidiyorsunuz?Allah'ın emri olduğu için! Ben de diyorum ki,Yüce Allah, Müslüman, yani dini Allah'a özel kılarak kulluk etmeyi emretmedi mi ki, Kur'an'a karşı bu kadar uydurma ve iftira olan kaynağınız var."Halbuki ( insanlık tarihinde) onlara ancak, dini O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve arınmaya gelmeleri emrolunmuştu. İşte sağlam din ancak budur"(Beyyine- 5) Yüce Allah'ın en önemli emri ve vasiyeti her türlü şirkten arınmış saf ve hanif müslüman olmak değil midir?"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır bir şekilde saygılı olun ve ancak MÜSLÜMANLAR (Muvahhidler) olarak can verin"(Âli İmran-102)"O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış temiz bir kalp) ile gelenler o gün de fayda bulur"(Şuara-88,89)"De ki: Rabbim adaleti (tevhid-islam) "emretti" Her mescidin yanında tüm benliğinizle O'na yönelerek ve dini yalnız Allah'a özel kılarak O'na yalvarın..."(Âraf- 29) Allah emaneti ehline vermeyi emretmedi mi?(Nisa- 58)Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emretmedi mi?(Nahl- 90)Allah size haksız yere cana kıymayın diye emretmedi mi?(Mâide-32)Bir devlet misafir olarak evine gireni paramparça ederek, asit kuyusunda eritir mi ?Evet, Emevi-Abbasi-Osmanlı ehli sünnet dinine bağlı ise kardeşini, babasını, annesini hatta evine misafir olarak gireni bile öldürür.Çünkü onun için devlet ve kudretten daha değerli bir şey yoktur.Yüzlerce âyette yüce Allah infak yapmayı emretmedi mi?(Bakara, 254, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 274)Kur'an, size riba'nın Allah ve Resulü ile savaş olduğunu söylemedi mi?(Bakara- 279)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri! Allah size cimriliğin şeytandan, mertliğin ve cömertliğin kendinden olduğunu buyurmadı mı?(Bakara- 268)Allah'ın âyetlerinin gizlenmesinin lânetlik bir vebal olduğu ile ilgili âyetleri neden görmek istemiyorsunuz. (Bakara-159, 160, 161, 162, 174, 175, 176, Âli İmran, 187)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri !Dinin rant ve menfaat aracı yapılmaması ile alakalı niçin sessiz şeytan kesilmiş bir haldesiniz?(Bakara, 41 ;Tevbe, 34 ; Âraf, 169)Daha önceki vahiy'lerde ve bu kitapta sadece Allah'ın hükmüne teslim olma anlamında size "Müslümanlar" adını vermedi mi?(Hac- 78)Bu Şiilik ve Sünnilik denen batıl dinler nereden çıktı?Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!"Allah'ın himayesine sığının, fırka fırka olmayın..." diye Allah'ın bir emri yok muydu?(Âli İmran-103; Âraf, 170)Allah size "dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum" buyurmadı mı?(Mâide- 3)Allah size "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılınlar var ya (Ey Nebi! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur" buyurmadı mı?(En'am, 159)Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!Sizin Allah'ın kitabından ve Allah Resulü'nün güzel ahlakından zerre kadar bir nasibiniz var mı? Dünya hayatında sizi sefil ve perişan eden bir inanç sizi niye cennete götürsün? Dininizde bir hayır ve fazilet olsaydı, size dünya hayatında bir genişlik, özgürlük, refah ve mutluluk bağışlardı. Ey Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimleri! Bu ümmeti cehennemin mutfağına mahkum ettiğinizin farkında değil misiniz?Hacca ve umreye gideceğinize oturun Allah'ın kitabını öğrenin, Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları araştırın, daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy'le dinin Allah tarafından tamamlandığını bilin (Mâide-3) ihlas ve takvanın ne demek olduğunu çözün, baştan sona kadar şirk ve küfür olan rivayet ve içtihadlardan uzaklaşın.Bunlar olmadan Allah katında iman ve amellerinizin hiç bir değeri bulunmamaktadır

2 Mayıs 2021 Pazar

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(26.YAZI)"Yüce Allah, gönderdiği dinde bizden ne istiyor, bizler nelere inanıyoruz! Hurafelere boğulmuşuz maslesef. Paslı çivinin sökülmesi ne kadar zor ise, hurafelerden kurtulmak da o kadar zor maalesef.(Osman Kurt-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Mezarlardaki ölülerin insanlara bir faydası olsaydı, Nebi (a.s) ın mezarının bulunduğu Medine'ye gökten bereket yağardı, açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan kırılmazlardı.Topraklarına her gün yağmur yağar, refah, bolluk ve bereket içinde yaşarlardı. Kur'an'a göre rehmet ve huzur, bolluk ve bereket tamamen Allah'ın âyetlerine sığınma ve salih amellerle ilgili bir durumdur.(Fuat Demirel-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Herkes aklına göre bir şey yazmış-söylemiş, Kur’an'ı kenara atarak, iterek, öteleyerek görmezden gelindi.Hattâ Kur'an diye bir kitap var mı, demeye bile gerek duymadılar."Kur’an" diyenleri de sapıklıkla itham ettiler.(Mustafa Önal-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Allah razı olsun, güzel açıklamalarınız bizi aydınlatıyor. Ölmüş beyinlere etki etmesede! Selam ve sevgiler"(Eyup Acıktepe)----------------------------------------------------------"Kabir perestlik toplumun gelenek ve batıl inançlardan kaynaklanıyor. İslam'da bizim yaptığımız manada kabir ziyareti olmadığı gibi, gösterişli mezar yapmak da yoktur.(Murat Ersoy-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine ve bilgine teşek ediyorum. İnsanlara neleri yanlış yaptıklarını, hangi inançların ve bilgilerin yanlış olduğunu ve dinle alakası olmadığını ancak böyle yaşanılan örneklerden anlatabiliriz ve bunları da deşifre edebilmek için Kur'an’ın bütününe ve özüne inebilmek gerekir! Bu bağlamda sizlere cani gönülden teşekkür ediyorum. Şahsıma ben çok faydalanıyorum! Sevgiler"(Hüseyin Bostan)--------------------------------------------------------"Tarih 1516 Yavuz Sultan Selim Çaldıran savaşında İran'ın yanında yer alan Mısır-Memluklarla savaşmak üzere yola çıkan ordu, Sina çölünde bitkin harap ve durumdadır. İsyan ve şikayetler peş peşe geliyor. Kızgın çölde, ordu dökülüyor. Yol uzun ve yorucu, Hasan paşa padişaha sohbet olsun diye,"Sultanım! Ordu perişan askerler çok yoruldu" der demez. Yavuz, atından inerek ayakkabısını çıkararak yürümeye devam ediyor."Sultanım! Niye atınızdan indiniz? diye sorunca,Yavuz yüksek sesle şöyle cevap veriyor:"Önünde Allah Resulü yürüyor.At sırtında onun mübarek ayak izlerine basarak yürümeye haya ederim"Bu haber ordunun içinde yayılınca askerler moral bulmuş ve her biri birer aslan kesilmiş büyük bir zafer kazanılmıştır.Bunu Akşemsettin ve Fatih'te kullanmıştır. Bu gibi söylemler oltanın ucundaki yem gibidir.(Mehmet Kemal--Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Teşekkür ederim Ali bey!ALLAH sizden razı olsun. Ben beş buçuk yaşındayken "merdiven altı" diyebileceğimiz bir evde KUR'AN okuma eğitimine başladım. O tarihlerde KahramanMaraş 27 bin nüfuslu, harpte yanmış, yıkılmış, kalıntı bir kasaba görünümündeydi. Şimdi o günler ile günümüzü kıyasladığım zaman her yönüyle halkı cahil bırakılmış bir yerdi.Rahmetli nenem-dedem, anam-babam namazlarındaydı.Sürekli çalışırlardı. Yakın akrabalarımızdan bir müftü vardı.Onun sohbetlerini dinlerlerdi ama ondan hiçbir zaman şirk sözünü duymadım.Alfabeyi, halkın diliyle ( elif bâ) yı öğrendikten sonra kısa süreleri öğretiyordu. Allah rahmet etsin. Hoca hanım, çiçekten 11 yaşında gözlerini kaybetmiş bir hafize idi.(Kur'an'ı ezberlemişti)Her birimizi karşısına alır, kelimelerin telaffuzuna yani mahreçlerine çok dikkat eder ve ettirirdi.Çocukluk işte, bazen bu duruma gülerdik.Perşembe günü öğle vakti olunca bütün çocuklar "halka" şeklinde otururdu.Hocamız bir kenarda oturur, o gün bize "müslümanlık sorgusu" yaptırırdı. Euzu besmele, şehadet kelimesi, sonra hoca başlardı."Elestü birabikum (ben sizin Rabbiniz değil miyim?) (bu cümlenin Kur'an'ın Âraf süresinde olduğunu yıllar sonra öğrendim) O yaşlarda bunların analizini yapabilecek düzeyde değildik. Neticede bir yıl sonra sadece papağan olarak eğitimi bitirdik. 14 yaşıma gelince bir gazetenin verdiği "TÜRKÇE AÇIKLAMALI" (!) Kur'an'ı biraz okudum.Ama bir yandan da lise'de olmama rağmen Kur'an'ın anlam ve içeriğini düşünemedim.Sonra askeri okul vs. derken yine anlam-kavram bütünlüğü üzerinde ayrıntılı olarak duramadım.Sadece günlük ezberden alışılmış ibadetler ve ramazan orucu ile emekli oluncaya kadar bu şekilde devam ettim. 2000 yılından sonra Kur'an'a karşı ilgim artmaya başladı. Her şafakta geçmişi düşündükçe ben kendime yazık etmişim diye çok üzülüyorum.. KUR'AN'I gerçekleriyle anlattığınız için size teşekkür ederim. Allah razı olsun.Selàm ve sevgilerimle"(Ali Kurtar)

TARİHİN ŞAHİT OLDUĞU EN BÜYÜK İHANETFetö gibi tehlikeli ve karanlık bir örgüt çok az görülmüştür.En doğrusunu Allah bilir.Belki de,"hadisler" şirkinden ve mezhebler belasından sonra İslam'a karşı böyle kalleş ve hain bir terör örgütü gelmemiştir. Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu bütün itikadi ve ahlaki ilkelere aykırı hareket eden müşrik ve münafık bir örgüt ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kur'an'da kıssaları anlatılan elçilerin davet metodlarına tamamen aykırı hareket eden bu vahiy düşmanı, mezheb fanatiği, Kur'an cahili, fosile tapan bir örgütle mücadele etmek Allah'a ve Resul'üne iman eden her özgür insan için bir görevdir Son derece tehlikeli olan bu teşeron örgütün başarıya ulaşmaması için din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul eden her müminin mücadele etmesi gerekir. Dolayısıyla Fetö ile mücadele edeceğini açık olarak söylemeyenlere, Fetö'nün terör örgütü olduğunu deklare etmeyenlere ve 15 Temmuza "planlı darbe" diyenlere destek olmaktan kaçınmak gerekir.Siyasiler, kendi çıkar ve kariyerlerini din ve millet menfaatinin üstünde tutabilir veya fetö'nün ne kadar tehlikeli ve karanlık bir örgüt olduğunun farkında olmayabilirler. Hiçbir siyasi parti ve siyasi kişilik Fetö'nün milyonda biri kadar tehlikeli ve zararlı olamaz. İşte bundan dolayı Fetö'yü siyasi bir partiye ve siyasi bir kişiliğe tercih edenler haindir.Veya Fetö tarafından bir komplo ve kumpasla baskı altında tutulmuş durumdadırlar. Eğer Fetö 15 Temmuz askeri darbe girişiminde başarılı olsaydı, bu vatanın binlerce yıl örgütün elinden kurtulması ve insanın özgürlüğüne kavuşması artık mümkün olmayacaktı.Tüm kötülükleri bünyesinde barındırdığı ve mehdiyetçi bir yapıya sahip olduğu için hiçbir terör örgütü fetö kadar gözü kapalı katliam yapamaz.Fetö'nün, PKK, el-Kaide, Boko Haram ve Daiş'ten inanç bakımından hiçbir farkı yoktur.Hatta Fetö, Allah, Resul, din ve iman ile aldattığı için bütün terör örgütlerinin hepsinden daha tehlikeli ve daha sinsi bir düşmandır.Çünkü dünya tarihinde uydurma dinden daha vahşi, daha tehlikeli, katliamcı, ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Uydurma din silahı, medeniyetleri etkiler, insanların ruhlarını esir alır, genç ve dinamik nesillerı yıkıma uğratarak toplumda bir çürümeye ve yozlaşmaya sebep olur. Asırlarca kan dökmeye devam eder, acı ve ızdıraplar hiç bir zaman son bulmaz. İşte bu son derece tehlikeli uydurma din silahını şimdiye kadar fetö gibi hiç kimse planlı, programlı ve kapsamlı bir şekilde kullanmamıştır. Fetö ile mücadele edeceğini açıkça söylemeyen siyasi liderler, ister istemez fetö'nün şantaj ve baskısı altında kalmış olabilirler. Fetö, Allah ve din düşmanı olan bir örgüttür. Fetö'ye karşı savaşanları siyasi bir partinin veya siyasetçi kişiliğin yandaşı olmakla suçlamak vicdansızlıktır.Feto ile yürekten mücadele etmek, Allah ve Resul, din ve millet, özgürlük ve adalet için bir ölüm kalım meselesidir.Fetö'yü diline almaktan kaçınan veya 15 Temmuz askeri darbe girişimine "planlı" diyenler, fetö ile mutlaka bir bağlantı içerisindedirler.

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(25.YAZI)"Ali Hocam!Bu gerçekleri sayenizde yetmiş yaşını aştıktan sonra öğrenen biri olarak kendime çok kızıyorum.Size minnet dolu duygularımı ifade etmek istiyorum. Ne yazıkki bu gerçekleri bir şekilde yakın akrabalarımla bile tartışamıyorum. Ehli Sünnet âlimleri bu gerçeklerle ne zaman yüzleşecek? Hocam!Size iyilik ve sağlık diliyorum.Allah razı olsun"(Hayri Sipahi- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hacer'ül Esved, Hacca giden, gitmeyen tüm Kur'an dışı anlayış sahiplerince resmen putlaştırılmış bir taştır.Doğrusu Suudi Arabistan âlimlerinin bu denli kopkoyu bir hadisci kafaya sahip olduklarını bimiyordum.Sağolun, varolun"(Hüseyin Gölgeli- "Hacerul Esved" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Bu katliamları, bu insanlık dışı vahşetleri yapanlar, yaptıranlar, ayrıca Nebi (a.s) ın ciğerparelerine kıyanlar, müslüman kadın ve kızlarının iffet ve namusunu kirletenler, Bizans'la bir olup Mekkeyi-Medineyi harabeye çevirenler, hırsızlığı, gaspı, talanı mübah sayanlar, nasıl olurda İslam dinine önderlik ve rehberlik yapabilirler?Bu zalim, zorba, hırsız, namussuz, katillerin hadisleri, rivayetleri kendileri gibi her türlü pislik barındırıyor.İşte bundan dolayı onlara itibar edilmemelidir.Bütün lânetler Yezid ve yandaşlarının üzerine olsun"(Mehmet- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Kur'an'ı mehcur bırakmayanlardan olduğunuz için Allah ilminize bereket versin."Harre Olayı" yazısında olduğu gibi, Allah'ın düşmanlarını deşifre etmeniz bizi size karşı yürekten gelen kardeşlik muhabbetiyle ilişkilendiriyor inşaallah.Temiz akıl sahiplerinden olmayı dileyerek, sözlerin hepsini dinliyor Allah'ın izniyle en doğrusuna tâbi oluyoruz. Rabbim vahiy sebebiyle şaşırmamıza ve aldanmamıza müsaade etmez inşaallah.(Hasan Ayhan Karakuş- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Cesur bir anlatım!Dolayısıyla "muhteşem" ifadesini hakediyor..İçerik açısından konuyu ele alırsak, sanki, "tilavet" yarışmalarının mimarı da zalım Haccac gibi,(Arif Kılıç-- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam!Tuleka’ların (Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olanlar) çoğu zaten iman etmemiş, o gün Nebi'nin şahsında İslam'ın gücüne teslim olmuşlardı.Ne zamanki Nebi (a.s) vefat ettiyse kinlerini akıtmaya başladılar, ve her şeyi ters yüz ettiler.Dolayısıyla vahiy'le oynayamayınca Nebi (a.s) ı âlet ederek dine rivayerleri sokuşturdular.Ve kolay kolay kapanmayacak bir yara açtılar"(Ceyhun Can- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Kemal Tarhan!Anlatıyorsun da, boş anlatıyorsun!Sekiz sene medrese düzeyinde din eğitimi aldım.On iki yaşımda İhya-u Ulumud-din-i bitirdim!On sekiz yaşına kadar İrşad, Envar-ül Kulub, Saadeti Edebiyye ve Risâle-i Nur Külliyatı ve daha nice kitapları okudum.Ama bir Allahın kulu çıkıp bana Aişe ile Ali arasında olan Cemel savaşından, ne Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin savaşından, ne Yezid'in Harre katliamından, ne Ebu Bekir döneminde meydana gelen dinden dönme savaşlarından, ne imam'ı Azam'ın şehit edilmesinden, ne Mekke baskınından bahsetti. İşte sizin imanınız ve itikadınız her zaman zulümleri ortmek uzerine kurulu oldu.Kırk yaşımdan sonra islam tarihine merak sarınca öğrendim, çıkmışsın birde bu konuların hepsi Ehli Sünnet'in kaynaklarında anlatılıyor diyorsun. Boş konuşuyorsun boş!(Mustafa Karakaş-- "Said Nursi Hedef Saptırarak Milleti Aldattı" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Hocam!Muaviye bin Ebi Süfyan vahiy katibi falan değildir.Hicretin onuncu yılında Mekke fethedildigi güne kadar da ne Ebu Süfyan nede Hamza'nın kalbini çıkarıp yiyen Hind korkudan müslüman oldular.Onlar Mekke'de Resûlullah Medine'de ikamet ediyordu.Yani Muaviye'nin vahiy katibi olması mümkün değildir.Bu rivayetler Ehl-i Sünnet'in uydurmasıdır.Saygılar sevgili hocam!(Şükrü Burç--"Harre Olayı" adlı makale için yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Kemal Tarhan!Senin anlattığın hak din olmuyor.Sen Ebu Leheb'in, Ebu Cehil'in, Velid bin Muğire'nin şirk anlayışını satmaya çalışıyorsun.Allah'a hamdolsun, bizler sizlerden farklı olarak hakkı anlamaya ve bulmaya çalışıyoruz.Ali aydın gibiler, gerçek İslam'ı anlatmaya çalışıyorlar.Hurafelerden arınmış tertemiz, berrak dini anlatıyorlar.Sizlerin din dediği öğretiler, cahiliye doneminin örf ve âdetlerinden öteye gitmez.Şirk içine bulanmış inanç sisteminiz sizin olsun.Yü Allah hakkı görmeyi nasip etsin size"(Mustafa Karakaş--"Harre Olayı" adlı yazıya yapmış olduğu yorum)-----------------------------------------------------"Bu gibi kabirler yada türbelerin üzerinde cidi bir araştırma yapılsa, görülecektir ki, tamamına yakınının boş yada farklı dinlerin bir mensubu oldukları çıkacaktır.Eyüp Sultan türbesinin üstündeki yazıya bakın."Bir sıkıntı ile karşılaştığınızda kabir ehlinden yani ölülerden yardım isteyin" yazıyor.Bunun İslâm dini ile bir ilgisi var mı?(Gurbuz Aksozek-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Bu yazıyı anlamak için, en azından biraz Kur'an, biraz da sünnetullâh'ı bilmek gerekir.Aslında bunu anlamak çokda zor değil ama insanlar âkıllarını işletmiyorlar.Saygılar"(Ugur Gursen-- "Eyüp Sultan Hurafesi"adlı yazıya yapmış olduğu yorum)

DÜNYANIN HİÇBİR DİNİNDE BÖYLE BİR ALÇAKLIK YOKTUR.Bu yazıyı yazıp yazmama üzerine çok düşündüm.Çünkü işin içinde Allah Resulü'nün haysiyet ve şerefine, Nebi (a.s) ın makam ve mertebesine, risalet misyonuna yani dinin kudsiyetine leke sürülmesi vardı. Dolayısıyla Allah'a kadar gidebilecek bir hakaret söz konusuydu. Hatta bu yazıyı yazmama sebep olan Cübbeli'nin çirkin konuşmasını internet ortamında sesli olarak gördüğüm halde bütün bu olumsuzluklardan dolayı paylaşmayı uygun görmedim. Fakat Nevzat Çiçek, İhsan Şenocak, Nurettin Yıldız, Ebubekir Sifil, Muhammed Emin Yıldırım gibi Kur'an'sız ve imansızları Cübbeli ile birlikte çekilmiş fotoğraflarını görünce acı ve ızdırap içinde bu yazıyı yazmaya mecbur kaldım.İlk önce Allah'tan, Allah'ın elçilerinden ve Allah Resulü'nden sonra siz Kur'an ehli Muvahhidlerden af dileyerek şu satırları kaleme alıyorum. Allah beni affetsin, Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil etmesin diye dua ediyorum. MESELE ŞU:Bundan iki gün önce Lalegül TV'de Cubbeli Ahmed'i seyrediyorum, 2009 tarihinde yapmış olduğu bu çirkin konuşmayı demek ki, sessiz şeytanlar tarafından tepki görmemiş olacak ki yeniden ekrana getiriliyor.Cübbeli bu konuşmasında "Allah Resulü'nün arkadaşlarının Resulullah'ın sidiğini nasıl içtiklerini, Allah Resulü'nün bu işe onları nasıl teşvik ettiğini, bunu yapanlara cehennem ateşinin haram olduğunu" hiç utanmadan, sıkılmadan, haya etmeden, Allah'ın azabından çekinmeden Allah Resulü'nün dilinden aktarıyordu.Yine "Allah Resulü'nün arkadaşlarının onun sümüğünü nasıl elbiselerine surdüklerini, Resülüllah'ın cinsel gücünü, her gece bütün eşleriyle cinsel ilişkiye girdiğini" anlatıp duruyordu. Özellikle yazar çizerlerin, Diyanet'in ve ilahiyatçıların bu rezilliğe ses çıkarmamasını hayretler içerisinde seyrediyoruz. Allah Resulü'nün hakarete uğradığı bir yerde ses çıkarmayanın kanına, ruhuna, hayatına ve ölümüne yuh olsun.Allah Resulü'ne böyle alçakça hakaretler edilecek ama herkes buna karşı sessiz şeytan kesilecek yüz bin defa Allah belanızı versin.Beyler!Allah Resulü sizin makam ve kariyerinizden, malınızdan ve mülkünüzden, sizin devletinizden , sizin siyaset ve iktidarınızdan daha değerlidir. "De ki:Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız,kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler (saraylar) size Allah'tan,Resulü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini(cezasını) getirince kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez"(Tevbe- 24)Efendiler! Size bir şey söyleyeyim. Allah Resulü'ne böyle hakaretlerin olduğu memleketlere Allah lanet eder, oraları tarumar eder, böyle ülkeleri yıkar geçer, akbabalara yem yapar. Allah böyle sessiz şeytanların yaşadığı ülkelere merhamet nazarıyla bakmaz. Bir parti liderinin yürüyen merdivene hata olarak nasıl ters bindiğini elli kere-yüz kere televizyonda gösteren reziller!Allah Resulü'ne hakaret edildiğinde nereye kayboluyorsunuz?Cübbeli'nin oyu ve adamı çoktur değil mi?O halde size Kur'an ile cevap vereyim. (Ey Nebi! )Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve medeniyetsiz, bütün bunlardan sonra bir de köyü ahlakla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye sakın boyun eğme"(Kalem- 10, 11, 12, 13, 14 )Cübbeli, Fetö gibi siyaset ve iktidarınıza ilişmedi değil mi? Allah'tan korkun,Allah Resulü'nden utanın!Allah Resulü Muhammed (a.s) İbrahim (a.s) demek, Musa(a.s) demek, İsa (a.s) demek, Nuh ve İlyas (a.s) Davut ve Süleyman, İshak, Ya'kub ve İsmail (aleyhimusselâm) demektir.Allah Resulü Kur'an ve Tevrat, İncil ve Zebur, din ve iman, tevhid ve İslam, namus ve şeref demektir.Yüce Allah şöyle buyuruyor."Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır" (Ahzab- 57)"Hâlâ bilmediler mi ki, kim Allah ve Resul'üne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük alçaklıktır"(Tevbe- 63)"Eğer onlara, (niçin Allah Resulü ile alay ettiklerini) sorarsan elbette, biz sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun Resulü ile mi alay ediyorsunuz" (Tevbe-65)"Boşuna özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir grubu da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz"(Tevbe-66) "Rabbim! İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin?",,,"(Araf, 155)

1 Mayıs 2021 Cumartesi

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(24-YAZI)"Salim Baykara hocam!Rabbım hizmetlerinizden ötürü ebediyen razı olsun inşallah.Size çok teşekkür ediyorum. Bu sayfalar varya bu sayfalar, bence her biri Kur'an okulu.Bu fakir Kur'an'ı ezberlemeyi, Kur'an'ı notalı ve namelerle terennüm etmeyi okumak zannediyordu.Üstelik otuz yıl imam hatiplik yaptığı halde!Yapmış ama farkında olmadan ayağına sıkmış. Tevbeler ve pişmanlıklarla şuan bu sayfalardaki paylaşımları içselleştirip bir kişiye dahi olsa ulaştırma gayretinde olan günahkar biri olarak suçumu itiraf ediyorum.Oysa Kur'an'ın mesajını bir insana ulaştırmak bile bence Kur'an okumak sayılır.Selam ve dua ile.Siz yazın biz yayalım ve paylaşalım inşallah hocam"(Ismail Kilic)--------------------------------------------------------"Kaleminize sağlık hocam!.Vahyin sahibi sizden ebediyen razı olsun inşallah.Bataklıkta debelenip dururken sizinle beni tanıştıran Allah'a sonsuz hamd ediyorum. Kur'an'ın canlı örneği benim.Allah dilediğini değil, dileyeni hidayete kavuşturuyor.Şekil bendeki gibi.Çok ama çok istiyordum.Fakat ne yapacağımı bilmiyordum.Rabbim sizinle yollarımızı kesiştirdi.Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)----------------------------------------------------------"Recep Gölükcü abi! Resûl Kur'an'ın haricinde bir din buyurmadı ve duyurmadı. Yüzyıllardan beri onun izinden gittiğini, sünnete uyduğunu iddia edenler, kaç guruba ayrıldılar görmez misin? "Kur'an'ı okuyalım, anlayalım, üzerinde düşünelim, bu konuda emek verenlere saygı duyalım, dediğimizde tüyleri diken diken olan sen değil misin? "Allah Resulünü postacı mı sanıyorsun" diyen, kendi içinde bulunduğu gurubu Allah katında cennetlik zanneden, Kur'an'ı okumadığı gibi, savunduğu hadis ve sünneti de okumamışların ithamlarına alıştık artık. Kur'an'da Nebi ve Resûl kavramları ayrı iki kelime olduğu halde, bu iki kavramı Farsça'dan dilimize geçen "peygamber" kelimesi ile ifade etmişiz.Hiç çeviri yapmadan Nebi geçen yerde Nebi, Resûl geçen yerde de Resûl deseydik belki de Resule itaatın Allah'a itaat olduğunu, Resûle isyanın da Allah'a isyan olduğunu anlamamız daha kolay olacaktı. Bu konuda Zeki Bayraktar hocamın "Kur'an ve Sünnet Ama Hangi Sünnet" adlı kitabı ile Ali Aydın hocamın "Kur'an Işığında Nebi ve Resûl Arasındaki Farklar" adlı kitabı yeterince aydınlatıcıdır. Yine okumayı sevmeyenler aynı hocalarımızın yılların birikimi/emeği ile bu konuyu anlattıkları YouTube videolarını izleyebilirler.Ama ben yine de okuyacaklarını ve izleyeceklerini pek zannetmiyorum. O zaman devam, "eee namazı nasıl kılacaksınız, söyleyin bakalım" demeye"(Mehmet Yurdadur)--------------------------------------------------------"Değerli hocam!Elinize sağlık!İslam dininin Rasulullah tarafından tebliğ edilip saf, arı- duru, katışıksız ve tamamen Kur'an'a dayalı orijinal bir şekilde yaşandıktan sonra özellikle Emevi iktidarı ile başlayan süreçte uydurma rivayetlerin etkin hale gelmesiyle uydurulmuş bir dine dönüştü. Eski cahiliye alışkanlıklarından kurtulamamış toplum ve yöneticiler rivayetleri din edinerek, İslam ambalajı içinde yani "İslam dini" kisvesi altında tamamen farklı, şirk esaslı bir din yapısı, yani Ehl-i Sünnet ve Şia dinleri ortaya çıktı. İşte Kur'an'ın nazil olduğu coğrafya olan Suudi Arabistan, Emevi döneminde temelleri atılmış sonraki yüzyıllarda uydurma rivayetler üzerinden yapılan içtihadlar ile İslam dinine baştan sona kadar aykırı, temel insani değerlerin mezhep âlimleri tarafından ayaklar altına alındığı bir ülke maalesef. Bu İslam dışı din tarafından bu kutsal coğrafyanın yönetilmesi de hazin bir durum. Saygı ve selamlar"(Faruk Fidan-- "Hacerul Esved" adlı makaleye yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine sağlık!Bir zihniyet sadece yalan, iftira, ötekileştirme, iki yüzlülükten besleniyorsa ondan her türlü kötülük beklenebilir!Tıpkı hiç bir zaman olmayan “dilimizi değiştirdiler" ve "köklerimizle bağımızı kopardılar" masalı gibi! Kardeşim!İnsanlara bıkmadan bu yalanları anlatmalıyız ve gerçekler sonunda galip gelecektir.Sevgiler! (Hüseyin Bostan-- "Her Sözleri Yalan Ve Aldatmaca" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------"Değerli hocam! Arap harflerinin kaldırılmasını İslam'a yapılmış saldırı gibi gösterenler, yüzlerce yıl insanların kendi anladığı dilden Kur'an'ı okuyup anlamalarına engel olanlarla aynı zihniyette olanlardır. Uydurma rivayetler ve bunlardan oluşturulan içtihadlar ile meydana getirilmiş mezhepçi din anlayışı olan Şiilik ve Sünnilik, Kur'an'dan kopuk, Arapçayı kutsal bir dil olarak sunup, sadece metninden okumayı sevap ve şart haline getirdiler. Günümüzde bu zihniyetin temsilcileri de aynı argümanı kullanıyor ve topluma Kur'an'ı kendi dilinden anlayarak okumaları gerektiğini söyleyen ve böylece ilahi mesajın anlamına ulaşıp hanif dini yaşamalarını isteyen müvahhidlere "Kur'an'cı, mealist, Kur'an müslümanı, oryantalist, yahudi ajanı'' gibi yakıştırmaları yapıyorlar. Ama artık ne yapsalar boş, çünkü giderek artan sayıda insan kendi dilinden anlayarak Kur'an'ı okuyup bu uyduruk dinin defolarını görüp bunlardan uzaklaşıyor. Selam ve saygılar sunuyorum"(Faruk Fidan- "Her Sözleri Yalan ve Aldatmaca" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam! 1928 de tedavülden kaldırılan Osmanlıca'nın elbette İslam'ın dili olmadığını biliyoruz.Fakat bunun esas amacının bir toplumun hafızasını, belleğini, kültürünü, edebiyatını hasılı geçmişi ile olan ilişkisini koparmak vardır. Hani nerdeyse iyiki yapmışlar diyesin var. Elbette hiçbir dilin kutsallığı yoktur, olamazda. Fakat diller bir toplumun hafızasıdır. Dünya tarihinde binlerce devrim ve darbeler olmuştur fakat hiçbirinde bizim ülkemizde yaşananlar olmamıştır. Bütün bunlar sadece bir iletişim kopukluğu olarak izah edilemez diye düşünüyorum. Ayrıca ufkunuza ve ilminize saygı duyuyorum. Nice sağlıklı uzun ömürler dilerim.(Şükrü Göktaş- Her Sözleri Yalan ve Aldatmaca" adlı yazıya yaptığı yorum)

MEKKE'DE YAŞAMAK KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERE HARAMDIR. Allah Resulü (a.s) ın vefatından sonra, özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an cahili muhaddislerin topladıkları rivayetler ve mezhep âlimlerinin bu rivayetlerden yaptıkları içtihadlarla Kur'an'ın manası tahrif edilmiştir.Öyle zor, çelişkili, absürt ve anlaşılmaz bir din ortaya çıkarıldı ki, bu uydurma dinin Kur'an'da bulunan tevhid ve rahmet dini ile hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır. Mesela:Bu dinin âlimleri, Kur'an düşmanı ve batıl bir inanca bağlı oldukları halde kendi inanç ve fikirleri dışında kalan diğer bütün din mensuplarını kafir ve cehennemlik olarak görürler. Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, Allah'ın kitabını mehcur bırakarak, "İslam" adı altında tevhid akidesine taban tabana zıt olan Şiilik ve Sünnilik dinine ümmi halkı mahkum ettiler. Halbuki dinlerine baktığımızda Kur'an'ın akıl ve hikmetine düşman, baştan sona kadar şirk ve fıtrat dinine aykırı olan din ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Görev icabı Suudi Arabistan'a bir kaç kez gittim.Mescidi Haram ile Mescidi Nebevi'nin fetva makamları ve ilim sahipleriyle günlerce tartıştık. Suudi Arabistan'da bulunan din, tamamen Emevi- Abbasi- Ehli Sünnet'in rivayetlerinden oluşan fıkıh dinidir. Yani Suudi Arabistan'ın Ehli Sünnet-- Vahhabi-Selefi dinî ile İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil,Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Alparslan Kuytul, Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu, Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, Cübbeli Ahmet, Adıyaman şeyhi ve Nihat Hatipoğlu vb. dini arasında hiçbir fark yoktur.Yalnız onlarda tasavvuf şirki, tarikat geleneği ile evliya inancı bulunmamaktadır.Birde ölülere Kur'an okunmaz ve türbe yapılmaz. Bunların haricinde Suudi Arabistan'da bulunan din, Diyanette bulunan rivayet ve fıkıh dininin aynısıdır.İlim adamları ile yaptığımız tartışmalarda din ve hüküm olarak sadece âyetleri referans olarak gösterdiğimizden dolayı son derece rahatsız oluyorlardı.Okuduğumuz bir- iki âyete karşılık dört beş uydurma hadis ile cevap veriyorlardı.Hadis kültürü ve geleneği o kadar gelişmiş, o kadar hayata hakim olmuş ki, okuduğunuz hiçbir âyeti anlayacak ve kabul edecek akıl ve iradeleri kalmamıştı.Onların hurafe rivayetlerine karşı okuduğumuz âyetlere düşmanca bir tavır takınarak bizim sapık olduğumuzu hiç çekinmeden söylüyorlardı.Sapkınlığımızı ortaya koymak için şu soruları soruyorlardı. "Kabir azabına inanıyor musun? "Ahirette Nebi ve Resüllerin şefaatini kabul ediyor musun?"Dinde kaynak sadece Kur'an ise namazı nasıl kılacağız, orucu nasıl tutacağız, zekâtı nasıl vereceğiz, hac nasıl yapılacaktır? Bu sorulara olumsuz cevap verdiğinizde hemen sizden uzaklaşıyorlardı. Bugünkü Mekke Allah Resulü'nün döneminden daha karanlık bir cehalet ve şirk içinde kıvranıyor. Allah Resulü döneminde Mekke müşriklerinin yazılı bir kutsalları yoktu.Atalarından kendilerine geleneksel olarak dilden dile intikal eden ilahların ve evliyanın şirk dini hakimdi. Bundan dolayı Kur'an onlara şöyle seslenir. "Yoksa size ait bir kitap var da,( bu batıl ve şirk inançları) ondan mı ders ediniyorsunuz. Onda, beğendiğiniz herşey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?(Kalem- 37,38) Yani Mekke müşriklerinin bağlı oldukları, içinden ders yaptıkları ve Kur'an'ın karşına delil olarak çıkarabilecekleri paralel bir kutsalları yoktu. Fakat Allah Resulü'nden iki yüz üç yüz sene sonra Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'a karşı yüzlerce kitap meydana getirdiler.Artık Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu uydurma kutsalları aşarak Kur'an'a ulaşmaları mümkün görünmüyor. Mescid-i Haram'ın fetva makamı olan şeyh Yusuf'la yaptığım tartışmadan sonra tevhid inancının merkezinde İbrahim, İsmail ve Muhammed (a.s) ın şehri olan Mekke'de içim hüzünle doldu. Nasıl oldu da ümmet, Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan kitab-a bu kadar büyük bir ihaneti yaptı. Nasıl oldu da hayat veren vahye karşı bu derece yabancı kaldı ve düşman kesildi. Allah'ın âyetlerini okuduğunuzda size mikrop saçan bir hastalık gibi bakıyorlar. Mescid-i Haram'ın yanında uydurma makamları kolluyor, taşları öpmek için yarışıyor, neredeyse birbirlerini öldürüyorlar. Şeyh Yusuf'a, Hacerul- Esved'i kaldırıp atın, dediğimde, hayretler içerisinde kalarak hiddetli bir şekilde "Allah Resulü'nün öptüğü, ondan bize hatıra ve Miras kalan bir taşın kaldırılmasını nasıl söylersin?" dedi.İşte bütün bunlardan dolayı Kur'an'ın indiği Mekke'de, Kur'an ve fikir hürriyeti olmadığı için bir muvahhidin yaşamasının haram olduğunu yüce Allah söylüyor."Kendilerine zulmeden kimselere melekler, canlarını alırken: Hayat (özgürlük) bakımından durumunuz nasıldı? derler. Bunlar: Biz yeryüzünde çaresiz eziliyorduk" diye cevap verirler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi?Hicret etseydiniz ya! derler. İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. işte bunları, umulur ki Allah affeder, Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır"(Nisa-97, 98, 99)