31 Ağustos 2018 Cuma

ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(16.YAZI)
Cübbeli Ahmed'in şirk sapıklığı :
Aslında Cübbeli'nin sapıklıkları bizi fazla alakadar etmiyor.
Evet Cübbeli'nin Allah Resulü (as) a  yaptığı hakaret ve iftiralar asla  hazmedilecek cinsten değildir.
Bu iftiralara sebep, hulul inancı, uydurma rivayetler,  ruhi hastalık, bunama, ahmaklık, aşırı bir şekilde dünya malı toplama ve lüks yaşam hırsı, şöhret tutkusu,
şeytanın zihnini ve ruhunu ele geçirmesi, İslam dinine bilerek ve bilmeyerek düşman olma, şirk sapıklığı,  satılmışlık,
şizofreni ve  akıl yoksunluğu gibi bir  çok sebep olabilir.
Esas bizi ilgilendiren ve hayretler içerisinde bırakan şey,  yirmi birinci asırda, ilim, medeniyet ve teknoloji çağında
Cübbeli'nin bu iğrenç ve çirkin sözleri utanmadan ve korkmadan söyleyebilmesidir.
Cübbeli Ahmet,  Kendilerini "müslüman" ve "muhafazakar"  kabul eden bir milletin karşısında bu sözleri hangi cesaretle söyleyebiliyor.
Cübbeli bu son derece çirkin, Allah Resulü'ne iftira ve hakaret  olan bu  konuşmaları  hiçbir itirazla karşılaşmadan binlerce müridinin önünde yapıyor.
Bazen bu iğrenç konuşmaları hiçbir sansüre tâbi tutmadan tarikat kanalizasyonunda yapıyor.
 Cübbeli Ahmet, "Müslüman"  toplumu ve muhafazakar iktidarı, siyasal islamcıları ve  mezhep bağlılarını,
Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçıları hesaba katmadan, onları aşarak, hiç bir tepki görmeden İslam dinine  ve Allah'ın Resulüne nasıl bu açık ihanetleri yapabiliyor. 
Gelelim Cübbeli'nin şirk sapıklığına :
 Diyor ki,
"Allah Resulü Cebrail'e ne dedi?
 "Sen vahiy'lerin nereden alıyorsun?
(Allah Resulü) ben Rabb'imi göremiyorum dedi. 
Bir hicap,  bir İzzet perdesinin önüne geliyorum. Perdenin önüne ilka buyrulan vahyi alıyorum. Oradan  levh-i mahfuza, oradan semayi  dünyaya,  orada senin kalbine, öyle geliyor.
Allah Resulü bir daha vahyi aldığında o perdeyi bir arala dedi.
Cebrail (as) bir araladı ki, Resulullah içeride oturuyor"
Yani müşrik  Cübbeli Ahmed'e göre, vahiy indiren de alan Muhammed (as) dır.
Dolayısıyla Muhammed, Allah'tır.
 Bir programında  Nevzat Çiçek cübbeli Ahmed'e soruyor.
 Bir şey sorayım hocam, bu şeyle ilgili, özellikle sümükü şerif mi deniyor, ne deniyor?
Müfteri cübbeli göz göre göre yalan söyleyerek, dedi ki:
 Öyle bir şey denmiyor!
"İslamoğlu dedi bunu"
 Yine Nevzat Çiçek
Nedir o mesele ? deyince
 Allah Resulü'ne iftira eden sapık müşrik  söyle cevap verdi.
 Resullah (as)  Efendimizin burnundan çıkan,  efendim şeye (Mustafa İslamoğlu)  "sümüğü şerif" diye bir şey  çıkarttı.
"Sümüğü şerif diye birşey denir mi ya!"
 İşte Allah Resulü'ne iftira eden sapık, müşrik, iftiracı, yalancı, din satan Cübbeli'nin Lalegül TV'deki  sözleri:
"Sümükü şerif, sümükü şerif, ne diyor yani!"
 (Mustafa İslamoğlu Allah Resulü'ne tamamen iftira olan  bu çirkin  sözler üzerine Cübbeli'ye  tepki gösterdiği için ona cevap olarak Cübbeli Ahmet  binlerce insanın önünde  aynen şunları söyledi.
"Resulullah (as) dan  çıkan bir şeye biz şerif der  miyiz?
Der miyiz şerif?
 Biz deriz.
 Burnundan çıkan bir şey şerefli midir?  Şereflidir.
 Sahabe-i Kiram ne yapıyorlardı?
 Resulullah (as) sümkürdüğü zaman bütün sahabeler böyle üzerlerine sürerlerdi.
 Sen Buhari'ye inanmıyor musun?
 Kur'an'dan sonra en sağlam kaynak,  hadisin ağa babası.
 Buhari ne diyor?
Resulullah abdest aldığı zaman abdest suyunu üzerlerine değsin  diye birbirini öldürecek kadar izdiham yapıyorlardı.
 Aynı Hacer- ül Esved de yapılan izdiham gibi birbirine eziyorlardı.
 Hatta abdest suyu üzerine düşmeyen  diğerinden,  onun neminden eline sürerek, ondan ona, ondan ona gidiyorlardı.
 Sahabe buydu.
 Ve Buhari'de diyor,
 Resullah ne zaman sümkürse, sahabe naklediyor.
 Hemen üzerilerine şifa niyetiyle sürerlerdi.
 O kainatın efendisi,  sen (Mustafa İslamoğlu)  bunu niye hazmedemiyorsun.
 O  İlknur,  o yaratılan İlknur.
 O Allah'ın nurundan halk edilmiş.
 O senin benim gibi beşer değildir"
Muhammed (as) ın ve tüm Allah elçilerinin bizim gibi  beşer oldukları ile ilgili onlarca âyet mevcuttur.

29 Ağustos 2018 Çarşamba

ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(15.YAZI)
"Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka İLAHLAR edindiler.
Halbuki İLAHLARIN onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır kıta bekleyen askerlerdir"
(Yasin, 74 75)
Bu ahmaklara göre gavsların ve kutupların kainatta tasarrufları vardır.
Yani insanlara yarar ve zararları dokunur.
Fakat yıllardan beri vahiy sayesinde  ilahlarına ve evliyaya  her türlü reddiyeyi,  hakaret ve saldırıyı yaptığımız halde bize hiç bir cevap vermiyorlar.
"Müşrikler Allah ile beraber hiçbir şeyi yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye, ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen  İLAHLAR edindiler"
(Furkan, 3)
Kur'an cahili, akılsız ve ahmak Serdar Tuncer televizyonda karşısında duran cehennem kütüğüne soruyor.
"Nedir hocam  bu kırklar, yediler, üçler  falan diye anlatılır?
Cehennem kütüğü  cevap veriyor :
"Kırklar, yediler, üçler aslında sayı azaldıkça mertebeleri yükseliyor.
Tıpkı bir piramit gibi hani idarede bir hiyerarşik  varya, ve en üstte de bir tane bulunur.
O da kutuptur, oda gavs'tır, gavs olarak bilinir. Tasavvufta hak yerinde dediğimiz, evliya dediğimiz bu velilerle ilgili bir sınıflandırmadır. Bunların herbirinin (kainatta)  kendilerine göre birtakım görevleri vardır.
Ve bunlar bu makamlara uzun bir çileli  hayattan sonra gelirler.
 Sadece gayret göstererek, çalışarak, ibadet ederek değil, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın lutfuyla buralara ulaşırlar.
 Serdar Tuncer : Hocam, Kuşeyri risalesinde zannediyorum, hatırlıyorum.
 Kutupluk makamını anlatırken işte perşembe günleri Hira Mağarasında bir toplantı "Peygamberi" İzam orada, Resullah efendimiz o toplantıya bilmediğimiz başka bir alem var, başka başka şeyler yaşanıyor orada.
"Evet yani, tasavvufta âlem (kâinat) bunlar tarafından idare edildiği kabul edilir.
 MESELA:
"Kutbun sağında solunda iki tane büyük veli var. Bu  velilerden birisi mana alemini, melekut  alemine,
 öbürüsü mülk âlemini, işaret alemine bakar, idare eder, tasarruf eder  (Serdar Tuncer zındığı  burada Allah Allah çekiyor) kutbun nezaretinde olarak bunu yapar.
 Zaman zaman Mekke'de toplanırlar diye İnanılır.
 Bu bir inançtır, ayetlerde ve hadislerde var olan bir şey değildir.
 Özellikle ifade edeyim.
 Ama sofiler kendi tecrübeleriyle  bu kanaate ulaşmışlar, manevi varlıklardır.
 Ricalül gayb da denilir bunlara.
 Bunlar görülen şeyler değil, anlatılır.
 İşte farklı yerlerde, farklı mekanlarda, bazen adalarda,  bazen dağ başlarında, bazen böyle ibadethanede toplandıkları,
aralarında bir takım kararlar aldıkları ve insanlığın, toplumların özellikle Müslümanların islâhı için,
huzurlu bir hayat yaşamaları için (kâinatta)  faaliyet gösterdikleri kabul edilir"
 Daha bir sürü saçmalıklar ve ahmaklıklar gırla gidiyor.
İSMAİLAĞA CEMAATİNİN İLERİ GELEN CEHENNEM KÜTÜKLERİNDEN BAYRAM ALİ ÖZTÜRK'ÜN ŞİRK SAPIKLIĞI :
"Yine bütün ilimlerin anahtarı kim?
Muhammed Mustafa.
Ona ben güneş diyemem, güneş batar, Muhammed Mustafa, ona ben su diyemem, su durdu mu kokar.
 Muhammed Mustafa ekmektir diyemem, ekmek durdu mu bayatlar.
 Muhammed Mustafa çok leziz bir yemektir diyemem, çünkü yemek durdur mu ekşir.  Muhammed Mustafa'nın "müşebbehun bihi= ona benzeyeni) yoktur.
Muhammed Mustafa'nın benzeyeceği  hiçbir varlık yoktur.
 İmamı Rabbani (ks)  buyurduğu gibi "Muhammed Mustafa eşittir Allah"
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(14. YAZI)
Şirk sapıklığı o  kadar tehlikeli ve kötü bir ahlaktır ki, ona bulaşan birinin  bütün iyilikleri ve yapmış olduğu hayırlar Allah'ın indinde geçersiz oluyor.
Şirk sapıklığına düşenin ondan kurtulması çok zordur.
Çünkü hiç kimse inandığı dinin batıl olduğunu kabul etmez. 
Kur'an'ı Mübin'in  birçok âyette haber verdiği gibi müşrikler ancak  cehennemi gördükleri zaman sapıklık içinde olduklarını itiraf edeceklerdir.
 Aslında insanlık tarihinde Firavun'dan Ebu Cehil'e kadar gelen müşriklerin mutlaka  yapmış oldukları hayır ve iyilikler  vardır.
 Fakat içine düştükleri karanlık şirk sapıklığı bu iyilik ve hayırlarını  Allah'ın indinde geçersiz kılıyordu. 
Yoksa yüce Allah, bu müşriklerin sapık inanç ve   fiillerini anlattığı yüzlerce âyetin yanında neden  iyilik ve olumlu amellerinden söz etmez ve  örnek vermez.
 Çünkü şirk ve küfürleri onların olumlu  amellerini yok ediyordu.
Şimdi Kur'an, ilim, aklı kullanma ve tefekkür  düşmanı ahmakların şirk sapıklıklarına  kaldığımız yerden devam edelim.
Cübbeli Ahmet Allah'a iftira ederek aynen şunları söylüyor.
"Tuvalet taşı Allah'a demiş ki,
 "Rabbim! Beni niye tuvalet taşı yaptın?
 Beni Kabe'ye taş yapsaydın.
 Allahu Teala buyurmuş ki, "Sus seni 60 yaşını geçip de sakal bırakmayanın başına mezar taşı yapsaydım daha mı iyi olacaktı?
 Başka bir konuşmasında müşrik cübbeli diyor ki: 
"Maalesef millet  Efendi Hazretleri'ni (Mahmud'u)  tam anlamış değil, Türkiye tam anlamış değil,  Allah anlatsın İnşallah,
 O zaman dostlardan biri, keşfi açık kullardan biri görmüştü.
 Allahü Teala'nın tecellilerine mazhar  olan biri zuhuratta, Allah ne diyor?
"Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm"
 Yani efendi hazretleri Allah'ın aynasıdır.
 Dostlar Allah'ın aynasıdır.
 Mevla tecelli ediyor.
 (Mahmud) tecelligahtır"
Bütün tarikatlarda hulul inancı hakimdir. Tarikatlarda şeyhe verilen önem hulul inancından ileri gelmektedir.
Yani bu müşriklerin inancına göre şeyh Allah'tır. Allah onda kendini göstermiştir.
Devletin tv kanalında program yapan Serdar Tuncer ile Ömer Tuğrul İnançer'in şirk sapıklıklarına bir  bakalım.
Serdar Tuncer: "Özetle yeni ekran başına geçenler için söylüyorum.
 Hocam(Ömer Tuğrul İnançer) dediler ki,
"Kula kulluk etmem diyenler nefsine kulluk etmektedirler.
 "Resulü Ekrem Efendimiz (sav) e kul  olunmadan Allah'a kul olunmaz"
 Bu ne demek diye soracağım!
 Efendim biraz açalım dedik.
 Ömer Tuğrul İnançer:
 "Estağfurullah, Hz. Mevlana'nın bu husustaki beyanını konuşuyorduk.
 "Kitab-ı Kerimimizdeki   "Kul ya ibadiyellezine,,," âyetini  tefsir ederken,  Hz. Pir (Celaleddin-i Rumi)  "kul" "deki" Habib-i edibi zişâna,  Rabbil âlemin, hitap  buyuruyor.
"Kul" "deki" "yâ ibadiyellezine" bu "ya ibâdi"
 "Ey kullarım! sözü kimin ağzından çıkıyor.
 Bunu düşündünüz mü? diyor.
 Düşünceye bırakıyor, tefekküre bırakıyor. Tefekkür ne?
 Allah kitabı Kerim'in'de mümini tarif ederken "Kim dedi, ey kullarım? sözünü.
 Kimin ağzından çıktı?
 Peki bunun fıkhi dayanağı ne ?
"Kim resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur"
"Kim resule isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur"
"Kim Resulullah'a kul olursa Allah'a kul olmuş olur"
Ömer Tuğrul İnançer'in insanları Allah Resulü'nün kulları yaptığı âyetin tam olarak meali şöyledir.
(Ey Resul! ) De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine (günah işleyerek) haddi aşan kullarım!  Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!
 Çünkü Allah bütün günahları bağışlar Şüphesiz ki O,  çok bağışlayan çok merhamet edendir"
(Zümer, 53)
Resullerden sâde insana  kadar herkesin Allah'ın kulu olduğu ile ilgili onlarca âyet mevcuttur.
Fakat bu müşrik sapıklar hiçbir zaman Kur'an'a iman ve itibar etmediler.
Halbuki kulları içinde Allah'a karşı en çok saygı duyan ve en çok  haddini bilen Allah'ın elçileridir.
",,,,,,(bütün bu elçiler hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı, onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler"
(Enbiya, 90)
Kur'an'ın bir çok âyetinde aciz bir beşer olduklarından dolayı sıkıntılarından kurtulmak için elçilerin Allah'a nasıl yalvarıp yakardıkları  yer alır.
"Bunun üzerine Musa, onların yerine davarlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra(lütuf ve merhametine)  çok muhtacım, dedi"
(Kasas, 24)
"Bunun üzerine, (Nuh) Rabb'ine: Ben mağlup oldum, bana yardım et!diyerek yalvardı"
(Kamer, 10)
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(13.YAZI)
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırları içinde   Nurcuların içinde fetö'den sonra en güçlü grup "Yeni Asya" grubudur.
Başında da son derece Kur'an cahili olan Mehmet Kutlular vardır.
Mehmet Kutlular grubu  Said Nursi'den dolayı her zaman "demokratik partiyi" desteklemişlerdir.
İstedikleri partiye destek verebilirler, bunda sorun yoktur.
Sorun "demokratik partinin"başına kim geçerse geçsin onu "beklenen  Mehdi" olarak görmeleridir.
 İşte bu yüzden Süleyman Demirel'e bile  Mehdi gözüyle bakıyorlardı.
Eser, kaynak, beslenme alanı pislik ve zehirli olunca oradan sağlıklı bir neslin ve fikrin  yetişmesi mümkün değildir.
Bakın Said Nursi'ye Allah gibi tapan Mehmet Kutlular ne diyor.
"Bir gün yine böyle sırtüstü uzanmış yatıyor veya uyku ile uyanıklık hali arası bir durumdayken, birden garip bir hal hissetmeye başladım.
 İşte bu halette iken, güneş birden açılmaya başladı ve İçinden bir karartı belirdi.
 Bir müddet sonra onun üstadın (Said Nursi) kalpaklı portresi olduğunu fark  kettim.
 Ustad, gayet açık bir şekilde bana hitaben "kardeşim! Sen Risale'i Nur'u oku, Korkma, konuş! dedi.
 Bunları gayet net bir şekilde duymuştum.
 Ve konuşması biter bitmez perde kapandı ve kendime geldim, kendime geldim gelmesine, ama her yanım eklemlerinden ayrılmişçasına  sızlıyor, ağrıyordu.
 Hâlâ titremeye devam ediyordum.
 Bütün vücudumu bir titreme kapladı.
 Daha "Neler oluyor! diyemeden karşımda bir güneş belirdi.
 Işınları, vücudumun içine işliyordu.
 Titreme daha da artmıştı.
 Herhalde ölüyorum diye düşündüğümü hatırlıyorum.
 Bu ihtimale binaen hemen kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet getirmek istedim.
 Fakat, "la ilahe illallah" derken, ya la,,, deyip tamamlayamadan ölürsem" endişesi içinde sadece Allah, Allah, Allah  diyebildiğimi hatırlıyorum.
İşte bu halde iken, güneş birden açılmaya başladı ve İçinden bir karartı belirdi.
 Bir müddet sonra onun Üsta'dın kalpaklı portresi olduğunu fark ettim.
Üstad,  gayet açık bir şekilde bana hitaben "kardeşim! sen Risale'i Nur'u oku, korkma, konuş! dedi.
 Bunları gayet net bir şekilde duymuştum.
 Ve konuşması biter bitmez perde kapandı ve kendime geldim.
 Kendime geldim gelmesine, ama her yanım, eklemlerinden ayrılmışcasına sızlıyor,  ağrıyordu.
 Hâlâ titremeye  devam ediyordum.
Bu ikinci olay  eğitimimin yönünü tayin etmemi sağlamış ve artık kararsızlıktan kurtulmuştum.  Tam bir ferahlama hissettim.
 Çünkü "Nasıl yapmalıyım? sorusunun cevabı bizzat Üstad tarafından verilmişti"
( Yeni Asya. Com. TR)
NURCULARDAN BAŞKA BİR ŞİRK SAPIKLIĞI:
 "Kıyamet kopacaktı,  aslında kainatın devamına  gerek kalmamıştı.
 İşlenen günahlar, yapılan  hatalar kıyametin kopmasını netice verecekti.
 Ancak Bediüzzaman Hazretleri Risale'i Nur  külliyatını yazmakla Allah kâinatın  ömrünü uzattı" dediler.
 Demek ki kainat Bediüzzaman'a minnettar, çünkü hayatlarını ona borçlular"
Yukarıdaki cümlelerde Said Nursi (Hâşâ) Allah'ın yerine, Risale'i Nur Külliyatı da Kur'an'ın yerine uygun görülmüştür.
TELEVİZYONDA KONUŞAN İKİ  AHMAĞIN SÖYLEDİKLERİ:
 "Geçenlerde okumuştuk, "içinizde çok alimler, ulemalar,  manevi noktada, ilmi noktada, Kur'an'i noktada olabilir" diyor Üstad!
 "Onlar bizim arkamızda durmaktan çekinmesiner.
Yani bize talebe olmaktan korkmasınlar. Onlarında bizde talebe olmaları lazım.
 Çünkü biz ulum-u imaniye de fetva vazifesiyle tavzif  edilmişiz.
Yani  Allah bizi bu konuda görevlendirmiş.
 İki kere iki dört. Biz  Allah namına gelmişiz,  görev yapıyoruz.
 Kendi keyfimizden bu vazifeye geçmemişiz.  Yani bu göreve Allah murat etmiş.
 Şimdi böyle olunca Risale'i Nur bir anahtar hükmündedir.
 Bazen bir anahtar bir hazineden daha kıymetlidir.
 Çünkü hazine var ama anahtar yok açamıyorsun, sen garibansın canım.
 Hazineyi açamıyorsan istediğin  kadar hazine orada dursun.
 Sen hazinenin sahibi değilsin ki, anahtarla açtığını zaman sen hazinenin sahibisin.
 İçindeki mücevherlerden,  elmaslardan istifade edersin.
 İşte Risale'i Nur  bu zamanda o anahtar hükmüne geçmiş, Kur'an hazinesinin esrarını,  hikmetini bu asrın mizaç  ve idrakine,  cehaletine  bertaraf edecek şekilde yazılmıştır"
Yukarıdaki konuşmada açık olarak "Risale'i Nur Külliyatının" Kur'an'dan daha üstün ve daha değerli olduğu vurgulanıyor.
En kahredici taraf Nurcuların hepsinin  istisnasız bu ahmaklıklara kesin bir şekilde  iman etmeleridir.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN MANASI DEĞİŞEN KELİMELER
(26. YAZI)
ÖRNEK 168
  Mümin Suresi "Hakikatın üstünü örtenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabb'inin sözü böylece gerçekleşti" 6.âyetinde bulunan "kelimetü" "sözü" ibaresini, Nafi kelimétu"  "sözleri" yani çoğul olarak okumuştur.
 ÖRNEK 169:
 Şura Suresi "Dilerse O,  rüzgarı durdururdu onun (denizin) üstünde kalakalırlar,,," 33. âyetinde bulunan "riha" "rüzgarı" kelimesini, Nâfi  "riyâha" "rüzgarları" yani çoğul olarak olmuştur.  ÖRNEK 170:
 Meryem Suresi "Aşağısından (Meryem'e)  seslendi) Tasalanma! Rabb'in senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir" 24. âyetinde bulunan
"fenédéhé  min tehtihé" "aşağısından ona seslendi"  kelimesini, Şu'be "fenédéhé men tehtihé" "aşağısında bulunan ona  seslendi" olarak olmuştur.
 ÖRNEK 171: 
"Meryem Suresi "Ancak tevbe eden,  iman eden ve ameli salih işleyenler hariçtir.
Bunlar hiçbir haksızlığa uğramaksızın cennete girerler"
 60. âyetinde bulunan "yedhulune" "girerler" kelimesini, Şu'be "yudhalune" (Allah tarafından) konulurlar, sokulurlar" olarak okumuştur.
ÖRNEK 172 :
 Ali İmran suresi "Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıklarıyla övülmek isteyenler, evet, "sanma ki onlar"
azaptan kurtulacaklar,,," 188. âyetinde bulunan "lé tehsebennellezine"
"Sanma ki onlar" kelimesini, Nâfi "lé yehsebennellezine" bu âyette bulunan  İki "sanma ki " kelimesini  "sanmasınlar ki" olarak  okumuştur.
 O  zaman âyetin manası şöyle oluyor.  "Sanmasınlar ki ettiklerine sevinen, yapmadıklarıyla övülmek  isteyenler, evet "Sanmasınlar ki onlar" azaptan kurtulacaklar. Onlar için elem verici bir azap vardır"
 ÖRNEK 173:
 Zuhruf suresi "Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması tehlikesi bulunmasaydı,
Rahman-ı inkar edenlerin evlerinin tavanları ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık" 33. âyetinde bulunan "sukufen" "tavanları" kelimesini,
Ebu Amir "sekfen" "tavanı" yani tekil olarak okunmuştur.
 ÖRNEK 174:
 Meryem Suresi "İnsan düşünmez mi ki, daha önce insan  hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır"
67. âyetinde bulunan "evelé yezkürül insan" "insan düşünmez mi ki" kelimesini, Kisai "evvelé yezzekkerül insan" "insan öğüt almaz mı ki" olarak okumuştur.
ÖRNEK 175:  Meryem Suresi "Rahmân çocuk edin 88. 91. 92. âyetlerinde bulunan "velede" "çocuk" kelimesini, Kisai  "vulde" "doğum" olarak okumuştur.
Yani "Allah'ın zatında çocuk yapma özelliği var, çocuğu olur" dediler.
 ÖRNEK 176 :
Taha Suresi ",,,,Büyücü ise, nereye varsa İflah olmaz" 69. âyetinde de bulunan "keydü séhir" "büyücü hilesi" kelimesini, Kisai "keydü sihr" "büyü hilesi" olarak okumuştur.
ÖRNEK 177 :
 Taha Suresi "Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık,,,"
 80. âyetinde bulunan "enceynéküm min adüvviküm" "sizi düşmanınızdan kurtardık" kelimesini, Kisai "enceytüküm min adüvviküm" "sizi düşmanınızdan kurtardım" olarak okumuştur.
ÖRNEK 178:
 Tâhâ süresi "Size rızık olarak verdiklerimizin  temiz olanlarından yiyiniz,,, 81. âyetinde bulunan "razaknékum" "rızık olarak verdiklerimizden" kelimesini, Kisai ""rezektüküm" "rızık olarak verdiğimden" olarak olmuştur.
 ÖRNEK 179:  Enbiya suresi (Muhammed:) Rabbim!
 (Onlar hakkında) adaletinle  hükmet.  Bizim Rabbimiz Rahman'dır. Sizin anlattıklarınıza karşı yardımı umulandır" dedi.
112. âyetinin başında bulunan
 "Kale" "dedi" kelimesini, Kisai "kul" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 180: Hadid suresi "Resul sizi Rabbinize  iman etmeye çağırdığı halde niçin Allah'a iman  etmiyorsunuz?
 Halbuki O, sizden kesin söz de almıştı.Eğer iman ediyorsanız"
8. âyetinde bulunan "veked eheze misekeküm" "sizden  kesin söz almıştı" kelimesini, Ebu Amir "veked uhize misekeküm" "sizden kesin söz alınmıştı" olarak okumuştur.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(12. YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Onlara: Allah'tan başka taptıklarınız hani nerede?
Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir. Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan oraya tepetaklak atılırlar.
Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Allah'a yemin olsun ki, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar (müşrikler) saptırdı.
Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz.
Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden (muvahhidlerden) olsak!"
(Şuara, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102)
İSMAİLAĞA TARİKATININ ŞİRK SAPIKLIĞI:
Türkiye Cumhuriyeti'nde  hiç çekinmeden şirk inancını ortaya koyan en büyük tarikat İsmailağa tarikatıdır.
Şu anda tarikatın başında bulunan cübbeli Ahmet gibi Allah'a, Allah Resulü'ne ve İslam dinine iftira ve hakaret eden birisi herhalde gelmemiştir.
İşte bunlardan bir kaç örnek:
"Şimdi bir rivayet söyleyelim.
 Abdulkadir Geylani (ks)  Hazretlerine ait  faziletli kırk salavatı şerifede geçen bir sahifede, tabi bu 41.sahifedeki beytte var.
"Kabrim  beytullahtır,(Allah'ın evidir)  ziyaretime koşa koşa gelen İzzet ve rıf'at ile döner" diyor.
 Şu feyze bakın.
"Sırrım Allah'ın sırrıdır" diyor.
"Mahlukata sirayet eden Allah'ın sırrı bende sirayet etmiştir"
 Bundan dolayı Abdulkadir Geylani ölüleri diriltiyordu.
 Abdulkadir Geylani "Bana sığın" diyor.
"Emrim Allah'ın emridir" diyor.
"Ey Şah-ı Nakşibend! Sensin benim efendim! Yetiş imdadımıza, Ey Allah'ın  dostu  selam olsun sana, yetiş bize, imdadımıza!
 Tut elimizden"
 Büyük o, Allah ona ne yol verdi.
 Onun yolu kıyamete kadar yürüyecek.
 İslamiyeti muhafaza ediyor"
 Başka bir konuşmasında aynen şunları söylüyor.
"Peygamberler diridirler, hatta kabirlerinde namaz kılıyorlar.
 İslam alimlerinden İbni Akil Hz. leri "Allah resulü kabirde hanımlarıyla zevkleniyor (cinsel ilişkiye giriyor)" demiştir.
Hapisten çıkış  konuşmasında büyük bir kalabalığa  Cübbeli Ahmed'in  söyledikleri şöyledir.
"Geçen hafta Abdulaziz Bayındır dedi ki: Cübbeli, Abdulkadir Geylani'den himmet istemiş, gelsin Abdulkadir Geylani onu (hapisten)  kurtarsın.
Ben de onun lafı üzerine daha çok Abdulkadir Geylani'den himmet istedim( kalabalıktan heyecanlı  bağırışlar, çağırışlar)
 Abdulkadir Geylani kurtarırmıymış görsünler!
Başka bir konuşmasında cübbeli Ahmet diyor ki:
 "Efendi hazretleri( şeyhi Mahmut)  kaç defa vefat edecek zannetti millet, birisi  gördü zuhuratta, Azrail (as) geldi efendi hazretlerine, çok sene oldu, 15 sene, işte efendim(ruhunu) alacak.
 Efendi Hazretleri şöyle yaptı (ellerini kaldırdı Azrail'e)
 "Ben şimdi gelmek istemiyorum!
 Olur mu bu?
 Olur!
 Çünkü hadis-i şerifte diyor ki:
 Her peygambere muhayyerlik verildi.
 Ne demek? İstersen gel, istersen (dünyada)   kal.
Bütün evliyalara bu verildi, bunda ittifak vardır. Yani isterse İster gel, ister kal.
Kur'an ve muvahhid düşmanı cübbeli Ahmet diyor ki:
 "Mahfuz, korunmuş demektir.
 Şimdi bazı veliler var, geçmişinde günah işleyebilirler.
 Hatta büyük günah işleyebilirler,  büyük günah işlemiş sonra tövbe etmiş, makam sahibi olmuş veliler vardır.
 Ama Mahmut efendi hazretleri dediğiniz zaman sicilinde bir seyyie ( günah, hata) yoktur.  Haydar Ali efendimiz ne derdi?
 "Henüz Mahmud'umun  sol tarafında bir günah yazılmamıştır"
 Böyle tertemiz insan, doğuşundan büyümesine kadar hiç görülmemiş bir şey, hayatında pantolon giymemiş, devamlı annesine şalvar getirirdi, şalvar giyerdi.
 Başka bir konuşmasında Kur'an cahili, ilim düşmanı,  akıl yoksunu Cübbeli aynen şunları söylüyor.
 "Bu aracılık işini aradan kaldıranlar(âhirette)  sap gibi  ortada kaldıklarında onlarla görüşeceğiz.
 Çıkmış birisi ben Allah ile aramda aracı kabul  etmem diyor.
 Aracı yok, direk bağlanmış, motoru yakacak sonra, "Ben direk Allah'a bağlanırım" diyor.
 Sen direk bağlan.
 Ondan sonra sahabeler, şeyhler, müritler, hepsi gitti, mezhep sahipleri,  evliyalar hepsi gitti.
 Tek başına durmuş, "Ben direk Allah'a bağlanırım" diyor.
 Direk Allah'a bağlanan şeytana bağlanmıştır. Başka bir konuşmasında cahil ahmak diyor ki:  Beraat günü balıklar bile oruç tutardı.
 Yani yemezler, ama şimdiki balıklar sapıtmış olabilir.
 Eskiler böyleydi,  şimdi ne bileyim bugünkü balıkları, kuşları"
İNSANLARIN BAŞINA MUSALLAT  EDİLEN VAHŞİ  BİR DİN:
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (O'nun birliğini tanıyan saf ve ihlaslı kullar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar  onu uzak bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibidir"
(Hac, 31)
 Uydurma dinlerin ve şirk  mezheplerin insanlığa  yaptığı  kötülüğü düşünerek Allah tarafından indirilen rahmet ve hidayet dini olan İslam'la  büyük bir onur duyuyoruz.
Günümüze kadar şirk dinler  insanlığa ne yaptı,  ve ne yapmaktadır?
 Bir din öbür dinle,  bir mezhep diğer mezheple, bir cemaat öteki cemaatle, bir tarikat başka bir tarikatla hiçbir zaman anlaşamaz ve bir araya gelemez.
 Hatta aynı inanç ve felsefeye  bağlı olanlar bile birçok kola ayrılmışlardır.
 İnsanlık tarihinde de, bugün de "şirk dinler" hep kan, gözyaşı, katliam, kargaşa, şiddet, esaret,  terör, taklit, sömürü,  cehalet ve  karanlık üretmişlerdir. 
 Kur'an'da birçok âyette gördüğümüz gibi bir inanç ve görüşte olanlar başka inançta olanlar eliyle ölümlerin en beterine mahkum edilmişlerdir.
(Bürüc, 1- 10 )
 Diri diri yakılanlar, işkencenin  en  acısına çarptırılanlar, ezilenler, vahşice katledilenler arasında kadınlar, masum çocuklar ve ihtiyarlar da vardı.
 Yahudilerin ilk Hıristiyanlara,  güçlü hale gelen Hristiyanların Yahudilere,  kendini ilâh ilan eden Firavun'un İsrailoğullarına,  Emevilerin  Abbasilere, 
Abbasilerin  Emevilere,  Ehl-i Sünnet'in Şia'ya, Şia'nın  Ehli Sünnet'e, Yezid'in Hüseyin'e, İsrail Devleti'nin Filistin halkına,
Budistlerin Arakanlılara,  ya da biraz özgür düşünceden yana olanlara, dahası kendi dindaşlarına yaptıklarını, gösterdikleri acımasızlıkları, şirk din adına olan türlü işkenceleri, yüzyıllar boyunca süren  engizisyon  mahkemelerini  ve kilise katliamlarını bir düşünün.
 Aynı türden acımasızlıklar yüzünden bir de emevileri düşünün.
 İşte Emeviler,  bir değil binlerce cinayet....
 Nice özgür düşünen bilge insanlar, ilim adamları, muvahhidler her türlü işkenceyle öldürmüşlerdir.
 Ben bu gerçekler için mezhep ve tarikat şirkinden  arınmışlığı önemli  bir insanlık değeri ve büyük bir onur sayıyorum.
 Onun için Allah'tan başka tüm ilahları ve evliyayı  reddediyor, vahye dayanan tevhid inancını açık olarak ilan etmeyi seve seve haykırıyorum.
 Ve onun için diyorum ki, "Vahye dayanan tevhid inancını müşriklerin iddia ettikleri gibi bir sapıklık değil, İnsanlığın en gelişmiş, medeniyetin en derinleşmiş biçimidir.
Vahiy, Allah tarafından indirilen hidayet dışında hiçbir gücün ve inancın  zihinleri, akılları, duyguları ve fikirleri prangalamayacağı bir dünya inşa ediyor.
 Şirk karanlığında her çeşit sapıklık,  tefrika, bölünme, cehalet, akılsızlık ve ahmaklık, taklit ve  bağnazlık, sanat düşmanlığı ve  yobazlık hakimdir.
Yine şirk bataklığında  yüzlerce yıllık ahmaklıkları ve ilkellikleri  insanlığa "asrı saadet devri" diye yutturmalar  vardır.
 Aklın, mantığın,  bilimin, sanatın,  estetiğin, "hak mezheplerin emri" adı altında ezilmesi  ve sindirilmesi mevcuttur.
 Dünya egemenlerinin önünde köpek gibi kuyruk sallarken, kendi halkının yanında, fakir- fukaranın önünde çalım satmak ve kibirlenmeler vardır.
 Vahiy, geçmişten bize, bu günden daha güzel bir dünya bırakabilirdi.
 Bunun olmamasında mezheplerden kaynaklı şirk karanlığının  çok ama çok büyük bir  payı vardır.
 Bu mezhep karanlığı olmasaydı, insanlık bugün  başka türlü bir noktada olacaktı.
 Yüzyıllarca türlü iftira ve entrikalarla  örülen şirk karanlığı  yüzünden tevhid'in medeniyeti ve vahiy ahlakı maalesef  yaşayacak uygun zemin bulamadı.
 Mezhepler, Şialar, fırkalar, insanların geçmişi boyunca ayrılıklar, ihtilaflar, bölünmeler, parçalanmalar, acılar ve  ölümlerin kaynağı olmuştur.
 Çıkar ve menfaatleri şirk  karanlığı üzerine kurulu olanlar, bu karanlıklardan türlü biçimde yaralananlar, tüm karanlık böceklerin korktuğu tek bir şey vardır.
 KUR'AN'IN AYDINLIK VE HİDAYET YOLU Dolayısıyla mezhepler insanlığa çok şey  kaybettirmişlerdir.
 Mezhepler, insanlara sadece esaret, taklit, bağnazlık, yobazlık,  gözyaşı ve cehalet getirmişlerdir.
Mezhepler, aklın ve bilimin yolunda olmaya çalışan birçok bilim adamının öldürülmesine sebep olmuşlardır.
 Mezhepler, sürekli  ölüm getirdikleri için birçok değerimizi yitirtmiştir.
 Mezhepler,  insanların akıllarını ve duygularını prangaladığı ve  hapsettiği için uydurma dinin kendisi baştan baştan terör ve şiddet mekanizmasıdır.
 "Allah" ile "insanlar" arasında aracılık yaptığını ileri sürerek ortaya çıkan cahil ahmaklar, ilkel karanlık zamanların  inançlarını pazarlayagelmişlerdir.
Yalanlarla örülü karanlıklar nedeniyle de milyarlarca insanı bugün dâhi  çevrelerinde toplamayı başarmışlardır.
Çıkarları aynı karanlık ve cehalete bağlı olan egemen güçler de bu geleneğin sürmesinde etkili olmuşlardır.
 İnsanların özgürlükleri, insanca yaşamaları, büyük oranda mezhep ve fırkaların dininden  temizlenmiş olmalarına bağlıdır.
 "Şirk'"in  inanç dünyasının alanı başkadır.
 "Vahy"in ve "tevhid'in  alanı başkadır.
Şirk hep karanlık kesimdedir.
 Vahiy, tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ise aydınlık kesimde  yerini almıştır.

22 Ağustos 2018 Çarşamba

ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(9.YAZI)
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.
İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve
Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
 İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.
 (İlâhlara ve  evliyaya) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha  dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!
Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"
(Bakara, 165, 166, 167)
Menzil tarikatının Semerkand diye bir tv'leri mevcuttur.
İşte bu tv'de bir sapık bir müşrik şu uydurma hikayeyi anlatıyor.
Kur'an cahili sofi  bu saçma sapan, ahmakça hikayeyi  anlatırken,
Dursun Ali Erzincanlı da  hiç itiraz etmeden tebessüm ederek onu  dinlemektedir.
Hikaye şu:
"Ebu Hasan El Harakani'ye  bir kafile ziyarete gider.
 Oradan ayrılacakları sırada Ebu Hasan onlara şöyle der:
"Başınıza herhangi bir şey gelirse, beni vesile ederek Allah'tan yardım isteyin.
 Kafile oradan ayrıldıktan sonra hırsızlar, yol kesiciler, eşkiyalar kervanı soyuyor.
 Ve bu arada kervanda bulunan insanların tamamı "Allah, Allah" diyerek Allah'tan yardım istiyorlar.
 Ama o anda müritlerinden birisi Ebu Hasan El Harakani'nin  tavsiyesine uyarak "Ebu Hasan el-Haraka'nin yüzü suyu hürmetine bizi kurtar" diye dua ediyor.
 Sabah olduğunda bakıyorlar ki herkes soyulmuş,  herkesin malı, mülkü, eşyası alınmış, ama "Ebu Hasan El Harakani" diyenin malına  hiçbir şey olmamış.
Sabah olduğunda Hasan El Harakani'ye giderek  diyorlar ki,  "Biz Allah dedik  soyulduk, bu Ebu Hasan dedi kurtuldu.
 Bunun sebebi nedir?
 Hasan el- Harakani şöyle cevap veriyor. "Evlatlarım!
Siz İsyan ettiğiniz için, günah  işlediğiniz için Allah  sizin duanıza icabet etmez, ama siz beni aracı yapınca Allah'a dua ettim, benim duamı kabul etti"
Yukarıda bulunan hikaye en az Kur'an'ın iki yüz âyetine aykırıdır.
Fakat bu zındık müşriklerin hiçbir zaman Allah, vahiy, tevhid, İslam,  Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama diye bir dertleri olmamıştır.
Yine menzil Gavs-ına ölümüne bağlı bağlı olan bir müşrik cemaate karşı yaptığı konuşmada aynen şunları söylemektedir.
 "Eğer biz bir insan olmuşsak bu gavs-ın (menzil şeyhi)  sayesindedir.
 Herkes bizi seviyor sayıyorsa bu gavs'ın sayesindedir.
Onun için canımızda  ruh olduğu müddetçe o aileye köle olacağız.
 Biz başımızı yere koyacağız, bütün gavs  çocukları  başımıza basıp geçecekler.
 Gene de gavs'ın  hakkını eda etmemiz mümkün değildir.
 Biz ve sizde,  ömrümüz olduğu müddetçe gavs'ın  evlatlarına kölelik edeceğiz, yapmaya da mecburuz,
üzerimize farzdır, vaciptir. Ölünceye kadar gavs'ın  evlatlarına boyun eğmeye, hizmet etmeye devam edeceğiz.
AYNI ŞAHSIN BAŞKA BİR KONUŞMASI
 Bizim için gavs'ın köyü, sultan hazretleri'nin köyü her an için mukaddestir, toprağı mukaddestir,
köpeği mukaddestir.
 Hele de gavs'ın  çocukları  ben onların kölesiyim"
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler!  Müşrikler ancak bir pisliktir,,,,"
(Tevbe, 28)
Yine menzil şeyhine nispet edilen ahmakça bir cümle daha vardır.
Güya şeyh demiş ki:
"Biz istersek ahırı meleklere temizletebiliriz"
Aslında ben bu Kur'an'sız cahillere diyecek fazla bir şey bulamıyorum.
Esas sorun onlara iman eden milyonlarca insanın sapıklığıdır.
Milyonlarca insan bir cahilin arkasından nasıl gidiyor?
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(10. YAZI)
Kendilerini ehli sünnet mezheplerine nispet  edenlerin ülkelerini dolaşıp görün, inanç ve fikirde  birbirlerinden hiçbir farklarının olmadığını göreceksiniz.
MESELA,
Dünya İslam âlimleri birliği başkanı Mısırlı meşhur âlim  Prof. Dr. Yusuf El- Kardavi aynen şöyle diyor.
"Şüphesiz Kur'an'da öyle cümleler vardır ki, onları o halleriyle almış olsak, o konuda nasıl amel edeceğimizi bilemeyiz.
 İşte böylesi konuların hepsinde, kendisine başvurulacak kaynak ancak "peygamber" (sav) den hadis ve sünnetlerin ifadesi olarak yapılan nakildir.
İcma da böyledir.
 Ancak az sayıdaki meseleler üzerinde İcma olduğu için, zaruri olarak hadislere başvurulması gerekir.
 Eğer bir kimse, biz ancak Kur'an da bulduğumuzu alırız, derse, ümmetin icma'ı (söz birliği)  ile kafir olur.
 Artık o kimsenin,  güneşin (ufuktan aşağı) kayması ile gecenin kararmasına kadar ki zaman arasında bir rekat ve bir  rekat da  sabah vaktinde (olmak üzere yalnızca iki rekat) namaz kılması gerekirdi.
( İsra, 78)
 Çünkü bu bir rekat, namaz denilebilecek ibadetin en az miktarıdır ve onun fazlası için bir sınır yoktur.
 Dolayısıyla ibadetler için Kur'an yeter sözünü söyleyenin kanı ve malı helal olan bir kafirdir, müşriktir"
( Sünnet Araştırmalarına Giriş, Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri,   Prof. Dr.  Yusuf El kardavi Nida Yayınları sayfa 84 çeviri Prof. Dr. Bünyamin Erol)
Suudi Arabistan'dan Afganistan'a, Pakistan'dan Suriye'ye kadar, nereye giderseniz gidin bu Kur'an cahili dincilerin aşağı yukarı aynı inanca sahip olduklarını göreceksiniz.
MESELA, bir bakalım bizdeki Kur'an cahili dincilerin sapıklığı nasıldır?
"Size beş yüz âyet de  getirseler, eğer selefin (din ataları)  onayından geçmiyorsa, biz buna bid'at  hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz"
(Ebubekir sifil)
 "Mümkün yok, Kur'an hadissiz anlaşılmaz"
 (Cübbeli Ahmet)
"Sen hadisleri yok sayarsan Kur'an'ı nasıl anlarsın? Bana Kur'an yeter diyenler, çağımızın en büyük fitnesidir"
(Prof. Dr.  Nihat Hatipoğlu)
"Hadisin Kur'an'dan çok Kur'an'ın hadise ihtiyacı vardır. Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı"
( F, Gülen)
"Kur'an'a uymuyor diye sahih bir hadisi reddeden kimse kafirdir, Müslüman değildir) (Mehmet Emin Akın)
"Madem Kur'an her şeyi açıklıyor, bana müziğin haram olduğuna dair Kur'an'dan delil getirin"
(Ubeydullah Aslan)
"Oynama Buhari ile,  oynama Müslim ile, Buhari  çökerse İslam çöker, Müslim  çökerse İslam çöker"
( İhsan Şenocak)
"Buhari'de gök aşağı, yer yukarıdır yazsa benim için bitmiştir. Artık yer gök, gökde yerdir"  Taş sıvı, su katıdır, derim"
 (Nurettin Yıldız)
 Yukarıda bulunan bu cümlelerin  hepsi şirk ve küfürdür.
 Bu inanç ve söyleme sahip olan din adamları   müşrik ve kafir olurlar.
 Peki yukarıda bulunan ahmakça sözlerin  söylenme sebebi nedir?
 Yukarıda bulunan bu sözlerin tek bir açıklaması vardır.
 Kur'an'a olan düşmanlık,  Kur'an'a karşı önyargı, Kur'an'ın bilinmemesi ve Kur'an'dan yüzlerin çevrilmesidir.
 Kur'an'ı Mübin'e  karşı böyle bir cehalet ve yobazlık  olunca ahmaklıkta bütün sınırlar altüst oluyor.
Artık kişi insanlıktan çıkıp akılsız ve düşüncesiz vahşi bir hayvan oluyor.
 Bu inancın ve ahlakın Kuran'daki karşılığı ve tanımı şöyledir.
"Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır!
Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler.
Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler.
(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.
 Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve kördürler. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara, 170, 171)
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir"
(Enfal, 22)
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
Dolayısıyla uydurma dini reddeden muhlis  olur, hurafe dini kabul etmeyen muvahhid ve hanif Müslüman olur.
Allah ve Resulü'ne yapılan iftiraları kabul etmeyenler nasıl kafir olur?
Küfür, şirk ve zulüm Kur'an'ın tek kaynak alınmaması ile ilgili bir durumdur.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE  ATALARINDAN MİRAS KALDI :
(11. YAZI)
Emevi-Abbasi  Ehli Sünnet dininin uydurma ve iftira olduğunun en büyük delillerinden biride şudur.
Bu hurafeci mezhepçiler hiçbir zaman tarikatçıların şirkine ses çıkarmaz bir şey demezler.
 Hatta içlerinde hiçbir rahatsızlık duymadan tarikatçı müşriklerin televizyonlarına çıkar saatlerce konuşurlar.
Bunun sebebi şeyhlerini ilâh ve rab edinen tarikatçılarla, imamlarının ve âlimlerinin ictihadlarını din edinen mezhepçilerin arasında bir fark olmadığındandır. 
KUR'AN'IN İLMİ VE HİKMETİ OLMAYINCA AHMAKLIKTA SINIR KALMIYOR.
Şimdi yukarıdaki cümlede ne demek istediğimi Kur'an cahili yobazların dillerinden dinleyeceksiniz.
"Ahmet Akgündüz'e sorarsanız, ben Bediüzzaman hazretlerinin ahir zamanda beklenen Hz. Mehdi olduğuna İki kere iki dört eder derecesinde iman eden insanlardan biriyim"
(Prof. Dr. Ahmet Akgündüz)
"Aleyhissalâtu vesselam efendimiz, bir kere şunu çok net olarak ifade edelim.
 Aleyhissalâtu vesselam efendimiz herhangi bir ölümlü gibi bu dünya ile bağlantısı kesilmiş bir peygamber değildir.
 Buyuruyor ki:
 "Bana sık salâtü selam getiriniz, yeryüzünde Allah'ın dolaşan melekleri vardır.
 O melekler her kim bana salatü selam getirdiğinde onu alır bana getirirler.
 Bana ruhum iade edilir ve onun selamına mukabele ederim"
( İlahiyatçı Ebubekir Sifil)
 "Hâfi ne demek bilir misiniz?
 Hâfi, yalınayak demektir.
 Bişr-i Hâfi  yolda yürürken o yoldaki hayvanlar, o kasabadaki hayvanlar Bişr-i Hafi üzerine basmasın diye pislik yapmazlarmışşşş,
  büyük abdestlerini dökmezlermişşşş.
 Bişrin ayağı kirlenmesin diye,
(Kur'an cahili ahmak bakın şimdi neyi pazarlıyor)
 "Evet kadem-i şerif, Hz. Peygamberin nal-ı şerif diye de biliniyor.
(Kendisi "peygamber" kelimesini kullandığı için yazıyorum)
 Sevgili Peygamberimizin ayak izi alınmış ve nesilden nesile aktarılmıştır ve şu anda da Hz. Peygamberin kademi şerifi vardır.
 Bu bizim tarihimizde önemli bir yer tutar.
 Evet kademi şerif budur işte.
 Nal-ı şerif, kademi şerif yani esasen Peygamber efendimizin ayağının oturduğu alanı gösteriyor.
 Daha sonraları oraya değişik övgüler yazılmıştır ve bu kademi şerif bu şekilde yazılı olanlar var, yazılı olmayanlar vardır.
İmamı Nebhâni  kademi şerifi taşımanın yüzlerce faydasından bahseder.
 Onun için evlerimizde bulunmalıdır diye düşünüyorum ben.
 Kademi şerif mutlaka bulunmalı evimizde, arabamızda bunu taşımaya gayret etmeliyiz"
(Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, YÖK üyesi)
 "Peygamber (as) a cinlerde iman etmekle mükelleftir ve cinler üç bin (3000) yıl yaşadıklarından belki bu alemde, şu salonda sahabe cinni  vardır.
 İmamı Buhari Hazretleri topladığı hadisi şerifleri önüne koymuş sahabe cinnileri  çağırmış, 
Tarihi bir rivayet size söylüyorum!
 Benim bu kitabımda Allah Resulü'nden işittiğiniz  hadislere şu işareti koyun,  işitmediğiniz hadislere şu işareti koyun dedi. Sayfalar kendiliğinden döndü, bütün hadislere cinniler  işaret koydular"
(Ünlü tarihçi Kadir Mısıroğlu)
 "Şeytanın düdüğü insanlar, dudaklarına götürüyor şeytan, onlara üflüyor, onlarda etraflarında buldukları üç beş tane safderun. Usulü dini bilmeyen,
usulü tefsiri bilmeyen, usulü hadisi bilmeyen, usul fıkhı bilmeyen, kelamı bilmeyen bir kısım nâdanlar.
 Birde Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı.
 Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı.
Usulü din ulaması "hadisin Kur'an'a ihtiyacından daha fazla,  Kur'an'ın hadise ihtiyacı vardır" diyorlar"
(Fetö başı )

18 Ağustos 2018 Cumartesi

ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(6.YAZI)
Said Nursi'nin Risale'i Nur külliyatında hurafe, uydurma, yalan, Nebi (as) a  bir çok iftira  ve açık şirk mevcuttur.
Risale'i Nur külliyatında bulunan sapık inanç ve fikirlerden bir kaçı şöyledir.
Said Nursi diyor ki:
"Ehl-i keşifçe vâki olmuş latif bir manevi tasarruf vakıası :
"Hazreti Mevlana(Hâlidi Bağdadi)  Hindistan'dan tarik-i Nakşiyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi(Nakşiliğin Bağdad kolu) Şah-ı  Geylani'nin(ks) ba'del-memat ( ölümünden sonra ) hayatta olduğu gibi taht-ı tasarrufunda idi.
 "Hz Mevlana'nın (ks)manen tasarrufu, bidayeten cayı kabul görmedi.
 Şah-ı Nakşibent ile İmam-ı Rabbani'nin ruhaniyetleri (Ruhları) Bağdat'a gelip Şah-ı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki,
"Mevlana Halid senin evladındır, kabul et" Şah-ı  Geylani,  onların İltimaslarını kabul ederek Mevlana Hâlidi  kabul etmiş,  ondan sonra Mevlana Halid birden parlamış"
 Yani Said Nursi'ye göre,
"Hâlidi Bağdadi Hindistan'dan Nakşibendi tarikatını Bağdat'a getirdiği zaman,  insanların kararları ve dini hayatları üzerinde  aynen ölümünden önce olduğu gibi ölümünden sonra da Abdulkadir Geylani tasarrufunda idi.
 Bağdat'a gelen Mevlana Hâlid insanlar arasında pek ilgi görmedi.
  Said Nursi'ye göre bunun sebebi "Bağdat halkının üzerinde  hâlâ tasarrufu devam eden Abdulkadir Geylani buna müsaade etmemesi idi.
 Yani ölü olan Abdulkadir Geylani insanların Mevlana Hâlide gitmelerini engelledi.
 Çünkü onların üzerinde onları yönlendirecek bir  tasarrufa sahipti.
 Sait Nursi devamla diyor ki,
"Bunun üzerine Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbani'nin ruhaniyetleri(ruhları)Bağdat'a Şah-ı  Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler,  "Mevlana Halid (Bağdadi) senin evladındır,  onu kabul et"
 Şah-ı Geylani onların İltimaslarını ( aracı olmalarını)  kabul ederek Mevlana Hâlidi kabul etmiştir"
 Ondan sonra Mevlana Hâlid birden parlamış.
SAİD NURSİ'DEN  AHMAKÇA BİR HURAFE DAHA
 "Bir zaman, Hazretleri Gavs-ı Azam (ks) Şah-ı Geylani'nin, terbiyesinde nazdar ve ihtiyare  bir hanımın bir tek evladı bulunuyormuş.
 O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor.
 O riyazattan zaafiyetiyle,  validesinin şefkatini celb etmiş.
 Ona acımış.
 Sonra Hazreti Gavs-ın  yanına şekva(şikayet)  için gitmiş.
 Bakmış ki, Hazreti Gavs kızartılmış tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş! "Ya Üstad!  Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!"
 Hazreti Gavs tavuğa demiş "kum biiznillah" "Allah'ın izniyle kalk"
o pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kapından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazreti Gavs gibi 
keramât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın kerameti olarak, manevi tevatürle nakledilmiş"
SAİD NURSİ VE ŞAKİRTLERİNE GÖRE RİSALE'İ NUR'DA HİÇ BİR HATA YOKTUR.
"Kimin haddi var ki, risalelerin birine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini tenkid etsin,
veyahut bir kelimesini hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun"
( Barla Lahikası 194, yedinci  mektuptan, Hüsrev,  üstadının kendi hakkında  hiddetini zannedip, bir meseleye dair, müteessir yazdığı mektuptan bir fıkradır)
 (Talebesi Ahmet Hüsrev risalelerde bulunan hurafelerden rahatsızlığını bir mektupla Said Nursi'ye bildirir.
 Said Nursi buna çok şiddetli bir şekilde  öfkelenir.
 Bunun üzerine Ahmet Hüsrev hakikatten  çark  ederek özür mahiyetinde olan yukarıdaki satırları Said Nursi'ye gönderir)
 Ahmet Hüsrev Arapça ve Osmanlıca hat sanatı iyi olan bir hafızdır.
Kur'an'ı ve Risale'i Nur külliyatının tümünü elle yazmıştır.
Fakat ne yazık ki  Kur'an'ın zerresini anlamamıştır.
Said Nursi,  kendini Allah'ın resülü, eserini de bir vahiy gibi görerek  yalan, hurafe  ve uydurmalarını eleştirenleri tehdit ederek aynen şöyle söylüyor.
"Bize ilişenler âhirette şiddetli tokatlar yiyecekleri gibi, dünyada dâhi bir kısmı çabuk çarpılır"
(Emirdağ Lahikası, s,494)
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(7.YAZI)
Tarikat ve cemaatlerin ortak özellikleri Kur'an düşmanı olmalarıdır.
 İstisnasız bu müşriklerin tümü vahye ve ona   tabi olanlara düşmandırlar.
 Çok ilginç bu hurafeci yobazlar Kur'an düşmanı oldukları için akıl, ilim, tefekkür ve sorgulamadan da nefret ederler.
Bu mezhepçi gelenekçiler tamamen taklitçi bir anlayışa sahiptirler.
İşte bu yüzden ebediyen sırat-ı müstakim'i bulamazlar.
Hayatları sürekli Allah'a ve Resulüne ihanet etme ve iftira yapmakla geçecektir.
Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca da akılları şaşkın  ve mantıkları iflas etmiştir.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden,
kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır!
Biz onların kalplerine Kur'an'ı anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik.
Sen onları hidayete dâvet etsen de  artık ebediyen hidayete eremiyeceklerdir"
(Kehf, 57)
"Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar ancak  yalan uydurur. işte onlar yalancıların kendileridir"
( Nahl, 104, 105)
Kur'an'ı Mübin'i  okuduğum zaman dikkatimi çeken şeylerden biri de şu olmuştur.
Tevhid dininin Allah'ı, Resulleri, vahiy'leri olduğu halde, tevhid dini insana özgür bir zeka ve temiz bir  akıl kazandırdığı, fıtrat  ve güzel ahlaka en uygun sistem olduğu halde her zaman kesintiye uğramıştır.
Fakat şirk hiçbir zaman tarihin hiçbir döneminde asla bir kesintiye uğramadan çok dinamik bir şekilde devam etmiştir.
Tevhid hiçbir zaman şirk ve hulul inancı kadar insanları etkilememiştir.
ZAHİD KOTKU'NUN İNANCI
Bütün tarikatlarda hulul inancı hakimdir.
Tarikatlarda şeyhe verilen önem hulul inancından ileri gelmektedir.
İşte bunlardan biri de Zahid Kotku ve ve ona bağlı olan müritlerdir.
Zahid Kotku diyor ki,
"Bu tarikde (yolda, tarikatta) şeyh, kemâli  marifet ile mutahakkık olursa, ifâzâda  (insanlara yardım etme konusunda) ölü ile diri musâvi olurlar"
(Mehmet Zahid Kotku-Tasavvufi Ahlak- c- 2-  s- 277)
Yani Zahid Kotku'ya göre ölü olan şeyh'in bile  insanlara yardım etmeye ve faydalı olmaya gücü vardır.
 Zahid Kotku Mürşidi Kamil'i şöyle tarif ediyor.  "İnsanı Kamil mirat-ı  haktır.
(Allah'ın aynasıdır)
 Her kim kamil insanın ruhaniyetine basiret gözüyle bakarsa onda Cenab-ı Hakk'ın tecellisini görür, sıfatının zuhurunu idrak eder"
(M. Zahid Kotku Tasavvufi Ahlak-  2- 272)
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(8.YAZI)
Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca ahmaklıkta sınır kalmıyor.
İşte size kendi sesinden  Menzil Gavs-ının!!! şirk sapıklığı, YouTube girin "kibrit kutusu" yazın Menzil şeyhinin bu konuşmasını dinleyin, hayretler içinde kalacaksınız.
Bu konuşma gerçekten  akıl ve mantığın sınırlarını zorluyor.
Nasıl olur da milyonlarca insan böyle Kur'an cahili, akıl ve  düşünce yoksunu bir adamın peşinden gider ?
Yirmi birinci yüzyılda her meslekten entelektüel bir birikime sahip vatandaşlar akıllarını nasıl  böyle açık bir şirke ve sapıklığa satarlar ?
Halbuki insanlar böyle bir inanca ve cehalete teslim olacaklarına hayatları boyunca içki içseler, zina etseler, kumar oynasalar kendileri için daha hayırlıdır.
Çünkü bu inançta Allah'ın âyetleriyle, akıl ve mantıkla, tefekkür ve özgür düşünce ile alay etmek vardır.
"Şirk en büyük zulümdür"
(Lokman, 13)
"Şirk affedilmeyen tek günahtır"
(Nisa, 48, 116)
Dolayısıyla yalancı iftiracıların "bunlar insanları günahlardan kurtarıyorlar" sözü, tam bir aldatma ve büyük bir yalandır.
Bütün Allah elçilerinin gönderiliş amaçları tevhid akidesidir.
"Ey Resul! Senden önce hiç bir Resul göndermedik ki ona: " Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"
(Enbiya, 25)
Konuşması çok bozuk olduğundan bazı yerlerini düzeltmek zorunda kaldım.
Ancak kendisine haksızlık ve iftira olmaması için de konuşmanın orijinalini bozmamaya çalıştım.
Menzil Gavs-ı aynen şunları söylüyor.
"Büyüklerden birisi bir rüya görmüş,
rüyada bakmış ki ahirette kendisini büyük bir yolun kenarında boğazına kadar bir bataklığa, bir çamura girmiş,
 kıyamet günüdür, bütün insanlar haşre gelmiş Allah'ın huzuruna çıkıyorlar.
 Kafile kafile ifadesini alıp, şefaatini yapıp herkesin kendi kavminden, herkesin kendi ailesinden,
kafile kafile Allah'u Teala'nın huzurunda gelip çıkıp gidiyor.
 Babamız Hz. Adem ( as) dan  Allah Resulü'ne kadar herkes geçiyor.
O boğazına kadar bataklığa saplanan kişi bütün bu Allah elçilerine bağırıyor,
çağırıyor, figan ediyor, hiç kimse o bataklığa saplanan kişinin yüzüne bakıp yardım etmiyor.
Sahabeler de gelip geçiyor, evliyalar da gelip geçiyor, bağırdım,  çağırdım hiç kimse bana bakmadı.
 Eyvah dedim, ben burada kaldım, ebedül ebed (sonsuza kadar)  daha ümidimi kestim, bir baktım ki, bir sofi geldi.
 Sofi kıyafetinde elini sırtladı böyle vurdu.
 O asfaltın kenarından geliyor.
 ümidimi kestiğim anda onu çağırsam mı, çağırmasam mı!
 Nasıl olacak?
 tereddüd ederken o da tam karşıma geldi.
 Daha çağırmadan dedi ki, seni kurtarayım mı ? Ben şok geçirdim!
 Daha ben bundan başka ne isteyeyim?
 Hemen elini uzattı o çamurdan beni kurtardı. Asfaltın üzerine beni   bırakıp haydi gidelim dedi.
 Ben birkaç adım gittim, bir düşündüm bu kadar peygamberler, evliyalar, bu kadar sahabeler geldi geçti, kimse bana el atmadı, beni kurtarmadı, bu beni kurtardı.
 Kimdir bu, bir sorayım!
 Sen kimsin ?
 Birden bana dönerek, ben Şah-ı Nakşibendiyim
(cemaatten bağırtılar, çağırtılar) 
Böyle söyleyince ben yine şok geçirdim.
 Birkaç adım gittikten sonra bir daha aklıma geldi.
 Şah-ı Nakşibendinin dünyada  çok ismi  vardı,  çok büyüktü, o kadar sofileri vardı, o kadar halifeleri vardı,
 o kadar bağlıları,  salikleri vardı, onların hepsini bırakıp böyle tek başına nereye gidiyorsun?
 Ben bir sorayım,
 Kurban dedim
Dünyada Şah-ı Nakşibendinin ismi çok büyüktü, çok sofileri vardı,
çok da sâlikleri vardı, onları bırakıp nereye gidiyorsun? diye sordum.
 Hemen elini kolunun altına koyarak bir kutu çıkardı.
Kutunun içinde  çok ince ince sinekler var,
Dedi ki, bu sineklerin hepsi sofimizdir.
 Bunların hepsi kabirden kalkınca, onları topladım, bu kutulara doldurdum, ben istedim ki haşır- neşir, kıyamet görmesinler.
 Allah'ın huzuruna çıkıp utanmasınlar  diye bu kutulara koydum.
 Onların şefaatlerini yaptırdık,  işlerini bitirdik, evrakları düzelttirdik,  onları cennete götürüp  her kesin kendi makamlarına bırakıp  haşır- neşir görmesinler.
 Allah'ın huzuruna  gidip utanmasınlar.
 Böyle niyet ettik, Allahu Teala da niyet ve şefaatimizi  kabul etti.
 Onu götürüyoruz.
 Biz de çalışalım o kutuları girelim"
Evet her sen  milyonlarca insanın ayağına kadar gittiği menzil şeyhi bunları söylüyor.
Ve şimdiye kadar yapılan bütün eleştiri ve kınamalara bir cevap verilmiş değildir.
Yani menzil  şeyhinin bu  konuşması  hiçbir zaman reddedilmemiştir.
Vahyin İslam'ı, evrensel tevhid ve güzel ahlak kitabı nerde?
İnsan hakları, özgür düşünce, Allah'ın saf ve hanif hidayeti nerde?
Bizim bu halimiz nasıl olacak?
Biz bu yobaz anlayışla nasıl iflah olacağız?
Kur'an gibi bir kitaba sahip iken Allah bizim belamızı en şiddetli, en acı, en acımasız bir şekilde vermez mi?

15 Ağustos 2018 Çarşamba

ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(5.YAZI)
"Tanrı, iradesini  hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır.
 Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar"
(Giordano Bruno)
HULUL İNANCININ EN ÖNEMLİ ÖNCÜLERİNDEN OLAN
 BEYAZİD'I BESTAMİ'NİN SAPIKLIĞI:
 "Kendimi tenzih ederim, şânım ne yücedir" "Cübbemin içinde Allah'tan başkası değildir" "Benim sancağın Muhammed'in sancağından  büyüktür"
"Çadırımı arşın hizasında kurdum"
 ABDÜLKERİM EL-CİLİ'NİN  SAPIKLIĞI:
El-cili,
 "Kendisiyle Allah'ın aynı isim ve sıfatlara sahip olduğunu, dünya ve ahiret gününün mâliki de kendisinin olduğunu
söyleyerek, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı ve kendine yeterli olduğunu, kimseden hiçbir nimet istemediğini,
çünkü nimetleri kendisinin verdiğini" iddia etmektedir.
 El-cili,
"Halkın rabbi ve efendisi benim, bütün âlem isim, zâtım  onun müsemmasıdır.
Mülk  benimdir.  Melekût benim dokumam ve sanatımdır.
Gayb ve ceberrut benimdir ve benden meydana gelmiştir" demiştir.
( el- insanul kâmil, 1-19, 20- kahire, 13/ 6 h) CELALEDDİN-İ RUMİ'NİN İNANCI:
Hulul inancının  ağa babalarından olan  Celaleddin-i Rumi mesnevisini  Kur'an'ı Mübin'e eşdeğer  tutarak eseri  hakkında aynen  şunları söylemektedir.
"Bu Mesnevi kitabıdır. O,  ulaşma ve kesin bilme  sırlarını açıklamada dinin asıllarının asıllarının asıllarının asıllarıdır.
 O, Allah'ın en büyük fıkhıdır.  (Din bilgisidir )Allah'ın en aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delilidir.
 "Işığının hali,  içinde kandil bulunan kandillik gibidir. Kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkasının ona  dokunmasını men eder.
 Âlemlerin rabbinden indirilmedir. Batıl ona önünden ve arkasından gelmez. Allah onu gözetir ve korur. O en iyi koruyucudur"
( Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi, Yeni Şafak kültür hizmeti- cilt- 1, sayfa 36- hazırlayan Pr. Dr. Adnan karaismailoğlu- Ulus- Ankara)
 Celaleddin-i Rumi mesnevisi için sarfettiği bu cümleleri Yüce Allah âyetlerde Kur'an'ı Mübin için kullanmıştır.
( Nur, 35; Hakkı, 50; Bakara, 26; Yunus, 57 ; Abese,  11- 12; Vakıa, 79- 80; Fussilet, 42) Celaleddin-i Rumi Divan'ı Kebirinde hulul  inancına bağlı bir müşrik olduğunu gösteren yüzlerce şiirinden bir tanesi şöyledir.
O (Ali)  sefa ehlinin vücut güneşidir.
O açıklayıcı İmam, hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır. Ali'den ayrı değildir.
Çünkü o haktan hakla görülmüştür. Onun toprağı birlik alemidir.
Allah'ın ilminden maksat Ali'dir. Her şey fanidir. Fakat can yanar, hakkın hikmetini Ali'den  başkası bilmez. 
Yaratıkları yaratan zat gibi bakidir. İbtidasız  evvel o idi sonsu âhirde o odur.
 Resullere yardım eden o idi.
Velilerin gören gözü de  hakikaten odur. O yüzünün gizli parıltısından bir güneş yarattı. O hak iledir.
Hak onda görülür. O hak ile ebedidir. Allah'ın isimleri onda belirdi"
( Divan'ı Kebir- Milli Eğitim Bakanlığı, cilt 1, sayfa 35)
MUHYİDDİN'İ  ARABİ'NİN SAPIKLIKLARI:
"O (Allah) bana hamd eder, ben ona hamd ederim. O, bana kulluk eder ben de ona kulluk ederim"
 İbni Arabi'nin Nuh (as) ile ilgili
"Eğer Nuh, tesbih ile tenzihi cemetse, kavmini de  bunlara  davet etseydi,  bu ikisi konusunda ona kesinlikle olumlu cevap verirlerdi (imana gelirlerdi)
Fakat o, onları açık bir şekilde tesbihe  çağırdı,  sonra gizlice tenzihe davet etti"  gibi karmaşık sözleri muvahhidler tarafından  küfür olarak kabul edilmiştir.
Daha Muhyiddin'i Arabi'nin Allah elçilerine bunun gibi  birçok saldırıları vardır.
 Muhyiddin'i Arabi Allah Resulü ile ilgili bölümde diyor ki,
 "İnanan kimse inandığı şeyi över, sena  eder,  ona bağlanır.
 Kendisine inanılan ilâha yapılan övgü,  aslında bizzat  kişinin kendisine övgüdür.  Bu bakımdan o kimse başkasının inancını ya da inandığını kötülememelidir"
 "Âlemin işlerini tedvir  konusunda benim velayetimle  ilgili olarak, bu yazdıklarımla hak  beni durdurmuş değildir.
Tâki  bana, benim Muhammed'i velayetinin hatemi (sonuncusu) olduğumu da bildirilmiştir"
 YUNUS EMRE'NİN İNANCI:
Yunus Emre bağlı olduğu hulul inancını  bir şiirinde şu şekilde dile getirmiştir.
"İnsanlar, cinler, periler, devler hepsi benim hükmüm, emrim  altındadır. Tahtımı yeller  götürmüş olsa da Hz Süleyman'ın mührü benim elimdedir.
 İnsanları doğru yoldan çıkaran, azdıran şeytan ve doğru yoldan çıkarak azan  Adem de kim  oluyorlar?
 İyi işleri de kötü işleri de yaptıran  hakikatte benim.
 Herkese her yerde benim hükmüm geçer.
(S, 178)
 Hululiyyet inancını en net olarak ortaya koyduğu şiirlerinden bir tanesi şudur. "Nebi  gökyüzüne çıkıp mirac'ı  gerçekleştirdiği zaman onunla beraber bulunan benim,
Nebi'nin  yanında olan ve sofrasında oturan, yakınları ile çıplak ve samimi sohbet eden gene benim.
Sabır etmeyi ve kanaati hoş gören,  kırıklarla olan ve kırk  kişiyle tek bir gömleğe  kanaat eden gene benim.
 Hem halife Ömer'e  adalet işlerinde yardım ettim, hem de oğluyla günah işleyip cezaya çarpıldım.
Hristiyan bir dilber uğruna dinini değiştiren Abdurrezzak beni kendisine yoldaş etti. "Allah benim" diyen Hallacı Mansur ile birlikte asılan benim.
Musa Peygamber ile çok görüştüm, çok konuştum. İsa Nebi  ile göklere çıkan benim.
Adımı Yunus diye taktım. Sırrımı âleme açıkladım.
Bundan sonra da dilde söylenen benim. Ben öyle bir sultanım ki kadimden ( Ezelden) başlayıp sonsuza kadar hükmüm sürecektir.
Benim zevalim yoktur.
 Gene yedi iklime hükmeden, insanlara hükmedip  onları diri tutan sultan gene benim. Yer yüzünü yaratan, üzerine gök kubbeyi oturtan,
büyük denizleri ve dalgaları meydana getiren ben olduğum gibi, tufanı meydana getiren ve  Nuh Nebi  ile ailesini tufan felaketinden kurtaran da benim.
 Dur emrini ve verince göklere, gökler hemen  durdu ve benim istediğim gibi karar kıldı.  Dünyaya yüz bin  çeşit insanı getirip gönderen de gene benim.
Yusuf Nebi  ile kuyuya inen, erzak almak için Mısır'a gelen kardeşlerinin terazilerini altın dolduran, hepsini zengin eden Mısır'ın sultanı benim.
 Dervişlerle derviş olan, onlarla aynı safta duran ben olduğum gibi, sofularla el bağlayıp ibadet eden o merhamet sahibi, o rahman olan merhametli varlık da benim.
 Ben kaf dağı'ndan kaf dağı'na kadar her tarafa hükmederim.
Devler ancak benim emrinde olup bu emrin dışına çıkamazlar.
Rüzgarlara binerek seyran eden bu mülkün Süleyman'ı da benim. Bunları diyen Yunus değildir.
 Bunları söyleyen sadece kudret dilidir.
 Benim ilk (Ezel) ve son (Ebed)  olduğuma inanayan kafir olsun"
( Yunus Emre Divanı- Sağlam Yayınevi- Murat Sertoğlu, sayfa 193- 194)

12 Ağustos 2018 Pazar

ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(4.YAZI)
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin en büyük Kur'an cahillerinden biri Muhammed Bin İdris (İmamı Şafii) dir.
Muhammed Bin İdris "Allah Resulü'nden rivayet edilen bir hadisi duyduğum zaman aklımı hemen  devre dışı bırakırım" diyecek kadar cahil bir adamdır.
İmamı Şafii, ",,Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi,,,,"
 Nisa-113. âyetinde bulunan "kitap"tan maksadın "Kur'an"
"hikmet"ten maksadın ise "sünnet"in yani hadislerin olduğunu söyleyerek bağlılarına  korkunç bir cehalet ve şirk'i miras olarak bırakmıştır.
Halbuki Kur'an âyetlerinde geçen
"kitap"tan maksat "vahiy" yani "Kur'an" "hikmet"ten
maksat ise "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve kendi içindeki sistemidir.
Bu gerçeği gösterende Bakara 231. âyette geçen ",,,,,Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size "onunla öğüt vermek" üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın,,," cümlesidir.
 Yukarıdaki âyette aynen "Allah ve Resulü'ne itaat" gibi bir sistem kurularak  "kitap" ve "hikmet"
 denildiği halde "yeizüküm bihi"  "onunla öğüt vermek" buyrulması muhteşem bir sistem ve bir  kombinasyonu göstermektedir.
Yani "kitap" ve "hikmet" iki ayrı şey değildir.
"Kitap"ve "hikmet" aynı şeydir.
 Ama hakikate karşı beynini  ve zihnini kapatan  Kur'an cahili  Muhammed Bin İdris bunu nereden bilsin?
Aynı şekilde "Essünnet'ü kâdiyetün alel kitéb"
"Sünnet Kur'an'a egemendir" diyen Ehl-i Sünnet âlimi Evzai" de büyük bir cehalete ve açık bir küfre kapı aralamıştır.
EHL-İ SÜNNET MUHADDİSLERİNİN CEHALET VE SAPIKLIKLARI :
 Ehli Sünnet ve Şia'nın muhaddisleri  Kur'an'a aykırı, aklın ve güzel ahlakın kabul etmeyeceği birçok yalan haber toplayıp, Allah Resulü'ne İsnat ederek büyük  iftiralara ve ihanete imza attılar.
 BUNLARIN BAZILARI ŞÖYLEDİR:
"Namaz kılan bir adamın önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozulur"
( Buhari- Ahmet Bin Hanbel)
"Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama (recm)  cezasını uyguluyorlardı. Onlara bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim"
( Buhari)
 Bu yalanı Allah Resulü'nün ağzından uyduran ahmak cahiller akıllarınca şunu demek istemişlerdir "recm cezasını uygulamayan Müslümanlar maymunlardan daha aşağı bir  seviyeye sahiptirler)
"Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev ve kadın"
( Buhari)
"liderler mutlaka Kureyş kabilesinden seçilmelidir"
( Buhari)
"Tüm Kara köpekleri öldürünüz, çünkü onlar şeytandır"
( Ahmet Bin Hanbel)
"Karga fasıktır"
( Buhari- Ahmet Bin Hanbel)
"Allah ahirette elçilere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir"
(Buhari)
  "Allah Resulü Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi.  Günlerce ne yaptığını bilmez bir durumda ortalıkta deliler gibi dolaştı"
( Buhari- Ahmet Bin Hanbel)
"Sol elinizle yemeyiniz,  içmeyiniz; çünkü şeytan sol eliyle yer içer"
( Ahmet Bin Hanbel)
"Melekler, içerisinde köpek veya resim bulunan eve girmezler"
( Buhari)
"Ahzab suresi mushafa eksik yazılmıştır"
( Ahmet Bin Hanbel- Suyuti)
"Beyyine süresi mushafa eksik yazılmıştır"
(Tirmizi)
"Felak ve Nas sureleri aslında birer Kur'an suresi değildir"
( Ahmet Bin Hanbel-Taberani- Bezzar  )
"Allah Resulü'nün dokuz zevcesi olduğu halde, tek bir gecede hepsi ile cinsel ilişkiye girerdi"
(Buhari)
 "Kim faiz yerse sanki annesiyle Kabe'de zina etmiş gibi olur"
"Yılan, karga ve akrep fasıktır"
(İbni mace)
 "Bulaşıcı bir hastalık yoktur"
 (Buhari- Müslim- Tirmizi- Ebu Davut-Haysemi)  "Etin kokuşmasının sebebi İsrailoğullarıdır" (Buhari- Müslim)
"Kişi sabahleyin yedi acve hurması yerse, ardından kilolarca zehir içse bile ölmez"
( Buhari- Müslim- Ebu Davut )
Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muhaddisleri daha bu uydurma ve absürt hurafeler gibi binlerce yalanı  Allah Resulü'ne isnat ederek ne kadar Kur'an cahili olduklarını göstermişlerdir.
İşin ilginç yönü ise mezhep imamları ve müctehidler bu yalan ve iftiralar üzerine dini bina etmişlerdir. 
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri hep yalan, iftira, hurafe ve akılsızlıktan beslenmişlerdir.
Kur'an'a gitmek, ondan faydalanmak hiçbir zaman akıllarına gelmemiştir.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(3.YAZI)
Bütün inançları ve dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey ise şirk'tir.
Yani tevhid yoksa adı ne olursa olsun  bütün dinler eşit olur.
ASHAB-I KEHF'İN KAVMİNİN ŞİRK SAPIKLIĞI:
"Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka İLAHLAR edindiler.
Bari bu İLÂHLAR konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün! ) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim kim vardır?"
(Kehf, 15)
İnsanlık tarihinde Allah elçilerinin kavimleri istisnasız hepsi İLAHLARA ve EVLİYAYA kulluk ediyorlardı.
MEKKE MÜŞRİKLERİNİN SAPIKLIĞI:
Aslında Mekke müşriklerinin Allah'a çok kuvvetli bir imanları mevcuttu.
Fakat dünyanın ve insanların  idaresinde  ilahlarının ve evliyanın reddedilmesini kabul etmiyorlardı.
"Şayet İLÂHLARIMIZA iman etmekte sabır göstermeseydik, gerçekten (bu resul) bizi neredeyse İLAHLARAMIZDAN saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun  sapık olduğunu bilecekler"
 (Furkan, 42)
"Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İLAHLARI tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler"
(Sad, 4, 5)
 EHLİ SÜNNET VE ŞİA  ÂLİMLERİNİN CEHALET ve SAPIKLIKLARI:
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmediklerinden dolayı âyetlerde geçen "Allah'a itaatten" kastedilen emrin "Kur'an'ın emirlerine tâbi olmak"
 "Resul'e itaatten" kasdedilen emrin ise "hadislere!!! yani Kur'an'dan ayırdıkları, Allah'ın kitabından bağımsız olarak uydurdukları Resul'e  "tâbi olmak" olarak kabul etmişlerdir.
 Onlara göre "Allah'a itaatten" kastedilen Allah'ın gönderdiği kitab-a yani Kur'an'a,  Kur'an'ın emir ve yasaklarına itaattir.
 "Resul'üne itaat" ise sağlığında bizzat kendisine, onun emir ve talimatlarına, vefatından sonra da "sünnetine (hadislerine) itaat" anlamındadır.
 Yani Allah Resulü'nün hüküm  ve kararlarına boyun eğmek,
 sağlığında kendisinin çeşitli konularda verdiği hüküm ve kararlara itaat etmek,
vefatından sonra ise benzer konular karşısında Allah Resulü'nün ortaya koyduğu çözümleri esas almak anlamına gelir.
Sünnete uymak, sağlığında bizzat O'nun kendisine itaat ve boyun eğmekle olduğu halde, bugün için
sünnete uymak, sünneti bize aktaran hadisler aracılığıyla gelen "Allah Resulü'nün mesajını" anlamakla mümkündür.
 Gerek Allah'a itaat ile Resulüne itaatin yan  yana zikredildiği ayetler gerekse sadece Resul'e itaatten, O'nun hüküm  ve kararlarına boyun eğmenin gerekliliğinden bahseden ayetler bugüne kadar birçok İslam alimi tarafından hep bu şekilde anlaşılmıştır.
Ve sünnetin (hadislerin) İslam'da delil oluşu  bu tür bir yaklaşımla temellendirilmeye çalışılmıştır.
(Hadis ve Sünnet anlayışımız, Prof. Dr. Kadir Gürler. S. 43)
Şia ile ilgili, onların inanç ve fikirleri hakkında  daha önce bir çok yazı kaleme aldığım için burada onlar hakkında bir şey yazmıyorum.
 Ancak Şia'nın  Kur'an'dan ne kadar uzak olduğunu anlamak İsteyen arkadaşlara  "İmamet konusunu,  mehdinin zuhurunu  ve Ğadir Hum" meselesini araştırmalarını öneriyorum.
 Hanbeli Mezhebinin imam-ı olan Ahmet Bin Hanbel  ile Malik-i Mezhebinin imam-ı olan Malik Bin Enes son derece Kur'an cahili kimselerdi.
 Eğer Kuran cahili olmasalardı, Kuran'ı yeterli görüp, Kur'an'ın yanında ikinci bir  kaynak edinme yollarını aramaz, Nebi (as) adına iftira edilen ahmakça  rivayetlerin peşine düşmezlerdi.
 Malik Bin Enes ve Ahmet Bin Hanbel, Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmediklerinden dolayı, aynen Ebu Yusuf, imamı Muhammed  ve Muhammed Bin İdris gibi mezheplerini tamamen yalan ve uydurma  rivayetler üzerine bina etmişlerdir.
Hatta  Ehl-i Sünnet'in bazı âlimleri ana hadis kitaplarının (Kütübü Sitte) ve Malik Bin Enes'in Muvatta'sı  olmak üzere yedi  tane olduğunu kabul ederler.
 Ahmed bin Hanbel'in birçok eseri vardır.
 Fakat en meşhur olan eseri Müsned'dir.
 Bu hadis kitabında kırk bin Müsned  hadis vardır.
 Bunlardan on bini mükerrerdir.
 Bu Kuran cahillinin  binlerce hadis ezberlediği söylenmektedir.
 ARKADAŞLAR!
 Size şunu açık yüreklilikle söylüyorum.
 İyi ki hadis tarihi, hadis ilmi  ve muhaddislerin hayatları hakkında geniş  bir bilgiye sahip değilsiniz.
 Allah'a yemin ediyorum.
 Kur'an'ı bilen için dünyada en büyük ızdırap ve kahredici olay, muhaddislerin ve mezhep imamlarının ne kadar Kur'an cahili  olduklarını bilmesidir.
Halbuki 1350 yıldan beri  milyonlarca  insan bunların gerçekten  âlim olduklarını zannederek Allah'ın emir ve hükmünden daha fazla bu cahillerin tamamen şirk olan hükümlerine tâbi olmuştur.
 Eğer Şia ve Ehli Sünnet'in  kaynaklarını bilmiş olsaydınız, 
Kur'an'ın hikmet ve ahlakının, İlim ve mantığının  yanında bu hurafeci yobazlara lanet okumayı tesbih ve  zikir haline getirirdiniz.
 Adem (as) dan  kıyamet gününe kadar hiçbir zaman böyle vahiy  düşmanlığı,
 böyle cehalet, böyle ahmaklık ve akılsızlık, Allah'ın âyetlerine karşı böyle düşüncesizlik ve ihanet, Allah'a ve Resulü'ne  böyle yalan ve iftira atılmamıştır.
 Binlerce insan hayatını bir hiç uğruna, hurafe, şirk ve  yalan haberler toplama adına israf etmiştir.
Hem de Allah ve Resulü'ne iftira üzerine bir din kurmak için ömürlerini şeytanın yolunda tüketmişlerdir.
 MESELA:
Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri boğazlarına kadar şirk  sapıklığına  batmamış olsalardı, kitaplarında şirk ile alakalı bir bölüm olurdu.
 Adamlar o kadar Kur'an'dan uzak bir mesafeye savrulmuşlar ki, hiçbir zaman şirk ve tevhid diye  bir dertleri olmamıştır.
Halbuki insan akıl, araştırma,  fikir ve bilgi demektir, aklı kullanma, araştırma, tefekkür  ve bilgi yoksa insan yok demektir.
Koca koca binlerce adam yüzlerce âyette dile getirilen, "Dinin Allah tarafından tamamlandığını,,(Mâide, 3)
"Allah Resulü'nün sadece vahyi tebliğ etmekle yükümlü olduğunu, (Mâide, 99)
"Allah Resulü'nün  vahye tâbi olmakla emrolunduğunu,(Yunus, 109)
 "Sadece Kur'an ile uyarı vazifesini yaptığını, (En'am, 51; Kaf,45; Enbiya, 45) "Dinin Allah'a özgü kılınması gerektiğini,
(Zümer, 2, 3, 11, 12)
 "İnsanların sadece indirilen vahiy'den yani Kur'an'dan sorumlu olduklarını,
 (Zuhruf, 43, 44) "Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olamayacağını, (Casiye, 6; Ankebut, 50, 51)
anlayamamışlardır.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI.
(2.YAZI)
Şirk sapıklığına kendilerini mahkum eden ahmakların  ortak özellikleri  Kur'an düşmanı olmalarıdır.
İstisnasız bu müşriklerin tümü, ilkinden sonuncusuna kadar hepsi amansız bir vahiy ve muvahhid  düşmanıdırlar.
NUH (AS) IN KAVMİNİN ŞİRK SAPIKLIĞI :
"Ve dediler ki: Sakın İLÂHLARINIZI bırakmayın; hele Ved'den, Suva'dan, Yeğüs'ten, Ye'uk'ten ve Nesr'den asla vazgeçmeyin"
(Nuh, 23)
 HUD ( AS) IN  KAVMİNİN ŞİRK SAPIKLIĞI:  "Dediler ki: Ey Hud!  Sen bize açık bir mucize getirmedin, bizde senin sözünle İLAHLARIMIZI bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz"
( Hud, 53)
"Ey Hud!  Sen bizi İLÂHLARIMIZDAN  çevirmek için mi bize geldin ? Haydi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.
(Ahkaf, 22)
 İBRAHİM (AS) IN KAVMİNİN ŞİRK SAPIKLIĞI : "Bunu İLÂHLARIMIZA  kim yaptı?  Muhakkak o,  zalimlerden biridir, dediler"
(Enbiya, 59)
 "Bunu İLÂHLARIMIZA sen mi yaptın ey İbrahim? dediler"
( Enbiya, 62)
 "Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik.
Biz onu iyi tanıdık. O,  babasına ve kavmine şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?  demişti.
 Dediler ki : Biz, babalarımızı bunlara takarken  bulduk. Doğrusu, sizde, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi"
( Enbiya, 51, 52, 53, 54)
İnsanlık tarihinde Allah  elçilerinin kavimleri ibadetlere karşı gelmediler.
Karşı geldikleri ve şiddetle tepki gösterdikleri tek şey ilahlarının ve evliyanın reddedilmesi ve kabul edilmemesi idi. 
 İSRAİL OĞULLARININ ŞİRK  SAPIKLIĞI:
"Samiri, onlar için böğürebilen  bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine : İşte dediler, bu, sizin de, Musa'nın da İLÂHIDIR. Fakat onu unuttu"
(Tâhâ, 88)
"İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar.  Bunun üzerine: Ey Musa! Onların İLAHLARI olduğu gibi, sen de bizim için bir İLÂH yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi"
( Araf, 138)
 FİRAVUN KAVMİNİN ŞİRK  SAPIKLIĞI:
"Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve İLAHLARINI ( başka bir okuyuşta : İLAHLIĞINI) bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi serbest  bırakacaksın?"
(Araf, 127)
 FİRAVUN'UN ŞİRK  SAPIKLIĞI:
"Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için BENDEN BAŞKA İLAH tanımıyorum dedi ,,,,"
 (Kasas, 38)
 "Firavun, derhal adamlarını topladı ve onları seslendi : Ben, SİZİN EN YÜCE RABBİNİZİM! dedi"
(Naziat, 23, 24)
 HRİSTİYANLARIN ŞİRK  SAPIKLIĞI:
"Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler andolsun ki kafir olmuşlardır,,,"
( Maide, 17)
"Rahman çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak,  dağlar yığılıp düşecekti! Rahman'a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden"
( Meryem, 88, 89, 90, 91)
 YAHUDİ VE HRİSTİYAN DİNCİLERİN ŞİRK  SAPIKLIĞI:
(Yahudi din adamları) Allah ile beraber bilginlerini (Hristiyan din adamları) da rahiplerini (azizlerini)  ve Meryem oğlu mesih'i RAPLER edindiler,,,"
(Tevbe, 31)
YAHUDİLERİN SAPIKLIĞI:
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler, bu dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! bilakis , Allah'ın elleri açıktır ,,,"
(Mâide, 64)
"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin(Yahudilerin) sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere Nebileri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!"
(Âli İmran, 181)
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN MANASI DEĞİŞEN KELİMELER.
(22. YAZI)
ÖRNEK 134:
ÂLİ İmran suresi
 "Göklerde ve yerdekiler,  ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar,  Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
Halbuki O'na döndüreceklerdir"  83. âyetinde bulunan "yebğune" "arıyorlar" kelimesini, Kisai "tebğune" "arıyorsunuz" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 135 :
 ÂLİ İmran süresi "Allah'ın, hakkında hiçbir delil  indirmediği şeyleri O'na şirk  koşmaları sebebiyle, kafirlerin kalplerine yakında korku salacağız 151. âyetinde bulunan "ru'be"  "korku" kelimesini, Kisai "ru'ube" "korkular"  olarak okumuştur.
 ÖRNEK 136 :
 Furkan süresi
"Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak  eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerinin öncülerinden kıl,,,
74. âyetinde bulunan zürriyyétine" "zürriyyetler" kelimesini, Ebu Amir "zürriyetine" "zürriyet" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 137 :
 Şuara süresi "Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir"
137. âyetinde bulunan "hulukul" "geleneklerinden" kelimesini, Ebu Amir "hulkul" "geleneğinden" olarak okumuştur.
ÖRNEK 138 :
Neml süresi (şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı  bilen Allah'a secde  etmesinler,,," 25. âyetinde bulunan
"tuhfune" ve "tu'linune" "gizlediğinizi" ve "açıkladığınızı" kelimelerini, Ebu Amir "yuhfune" ve "yu'linune" "gizlediklerini" ve "açıkladıklarını" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 139 : 
Duhan süresi "Muttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar" 21. âyetinde bulunan "makam" kelimesini Nafi "mukam" "konum" olarak okumuştur.
ÖRNEK 140 :
 Tevbe Suresi "Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri  kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir,,,"
 115. âyetinde bulunan "hette yubeyyine lehum" "Kendilerine  açıklayıncaya kadar" kelimesini, Kisai "hette yubeyyene lehum" (kendilerine  açıklanıncaya kadar"  olarak okumuştur.
ÖRNEK 141:
 Bakara süresi ",,,,,,keşke zalimler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetini Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu görebilselerdi"
165. âyetinde bulunan "velev yerallezine" "görebilselerdi" kelimesini, Nâfi "velev terallezine" "onları bir görseydin" olarak okumuştur.
 O zaman âyetteki cümlenin anlamı şöyle oluyor.
",,,keşke zalimler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli  olduğunu (Ey Resul! ) onların durumlarını  bir görseydin.
 ÖRNEK 142 :
",,,, Oruç tutmaya güçleri yetenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir,,,"
184. âyetinde bulunan "fidyetün taâmu miskin" "bir miskini doyuracak  fidye gerekir"  kelimesini, "fidyetün taâmu mesékin" "miskinleri doyuracak fidye gerekir" yani "miskin" kelimesini, "mesékin" çoğul  olarak olmuştur.
ÖRNEK 143 :
 Enam süresi (De ki) :
"Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size
kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler,
 Kur'an'ın gerçekten Rabbin  tarafından indirilmiş olduğunu bilirler.
 Sakın şüpheye düşenlerden olmayasın!  114.  âyetinde bulunan
 "münezzelün min rabbike" "Rabbin tarafından indirilmiş" kelimesini, Kisai "münzelün min Rabbike" "Rabbin tarafından inmiş" olarak okumuştur.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN MANASI DEĞİŞEN KELİMELER.
(23. YAZI)
ÖRNEK 144:
Yasin suresi "Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektık de onları kapattık, artık göremezler" 9.âyetinde bulunan "sedden" "set" kelimesini, Nâfi "sudden" "engel" olarak okumuştur.
ÖRNEK 145 :
 Saffat suresi "Sonra gelenler içinde, kendisine bir nam bıraktık, "İlyas'a selam olsun! dedik" 130. âyetinde bulunan "ilyésin" "İlyas" kelimesini, Nâfi "éli yâsin" "yâsin ailesine selam olsun" olarak okumuştur.
ÖRNEK 146 :
 Hud Suresi (Nuh) dedi ki:
 Ey kavmim! Eğer ben  Rabbim tarafından bildirilen açık bir delil
 üzerinde isem ve O  bana kendi katından bir rahmet vermişse bu rahmet (vahiy)  size gizli tutulmuşsa,  buna ne dersiniz?,,,,
28. âyetinde bulunan "fe ummiyet aleyküm" "size gizli tutulmuşsa" kelimesini,  Ebu Amir "fe amiyet aleyküm" "size gizli kalmışsa" olarak okumuştur.
ÖRNEK 147 :
 Hud Suresi "Dediler ki: Ey Şuayb!  Babalarımızın taptıkları (ilahları), yahut mallarımız hususunda  dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana  "salatın" mı emrediyor?,,,,"
87. âyetinde bulunan "eselétüke" "Salatın"  "namazın" kelimesini, Nâfi "eselévétüke" "salavatların" "namazların" yani çoğul olarak okumuştur.
ÖRNEK 148:
Hud süresi "Mutlu olanlara gelince, onlarda cennettedirler,,," 108. âyetinde bulunan "feemmellezine suidu" "Mutlu olanlara gelince" kelimesini, Nâfi "feemmellezine saidu"Mutlu edilenlere gelince" olarak okumuştur.
ÖRNEK 149:
 "Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir.  Her iş ona döndürülür,,," 123. âyetinde bulunan "ileyhi yurceul emru" "Her iş ona döndürülür" kelimesini, Ebu Amir "ileyhi yerciul emru" "Her iş ona döner" olarak okumuştur.
ÖRNEK 150 :
 Ahkaf suresi
"Ondan önce de bir rahmet ve rehber olmak üzere Musa'nın kitabı vardı.
Bu Kur'an'da,  zulmedenleri "uyarmak" ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla  indirilmiş,
(daha önceki vahiy'leri) doğrulayıcı bir kitaptır" 12.âyetinde bulunan "liyünzira" "uyarmak için" kelimesini, Nâfi "litünzira" (Ey Resul! ) uyarman için" olarak okumuştur.
Yani vahiy ile  Resul arasında bir fark bulunmuyor.
 Dolayısıyla Suudi Arabistan, Türkiye, İran, Mısır gibi ülkelerde okunan Kur'an'a  göre "uyarıcı" "vahiy" olurken diğer karate göre "uyarıcı" vahiy ile uyaran "Resul" oluyor.
ÖRNEK 151:
Ahkaf süresi "İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar,,," 16. âyetinde bulunan "netekebbelu" ve "netecevézü" "kabul edeceğimiz" ve "başlayacağımız" kelimelerini, Nâfi "yetekebbelü" ve "yetecévezü" (Allah'ın) kabul edeceği ve bağışlayıcağı" olarak okumuştur.
ÖRNEK 152 :
Ahkaf suresi "Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir,,,"
19. âyetinde bulunan "veliyüveffiyehum e'melehum"
 "(Allah) onlara  yaptıklarının karşılığını verir" kelimesini, Nâfi "velinüveffiyehum e'melehum"  "onlara  yaptıklarının karşılığını veririz" olarak okumuştur.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN MANASI DEĞİŞEN KELİMELER.
(24.YAZI)
ÖRNEK 153:
Ahkaf suresi "o (rüzgar)  Rabb'inin emri ile her şeyi yıkar, mahveder. Nitekim (o kasırga gelince) onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu,,,,"
25. âyetinde bulunan "lé yurâ" "görülmez oldu" kelimesini,
Nâfi "lé terâ" "(Ey Resul! orada olsaydın) evlerinden başka bir şeyi  görmez olurdun" olarak okumuştur.
ÖRNEK 154 :
 Muhammed suresi ",,,,Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz"
4. âyetinde bulunan "vellezine  kutilu fi sebililléhi" "Allah yolunda öldürülenlere gelince" kelimesini,
Ebu Amir "vellezine kâtelu fi sebililléhi" "Allah yolunda savaşanlara gelince" olarak okumuştur.
ÖRNEK 155 :
 Yusuf suresi ",,,,Allah en hayırlı koruyucudur,,,," 64. âyetinde bulunan "fallâhu hayrun hâfizan" "Allah en hayırlı koruyucudur" kelimesini, Kisai "fallâhu hayrun hifzan" "Allah en hayırlı sığınaktır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 156 :
 Yusuf Suresi " Nihayet elçiler ümitlerini yitirip  de kendilerinin yalana  çıkarıldıklarını  sandıkları sırada  onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşu erdirilir,,,"
 110. âyetinde bulunan "kuzibu" "yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada" kelimesini, Kisai "kuzzibu" "yalanladıklarını sandıkları sırada" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 157 :
 ÂLİ İmran suresi ",,,,Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izniyle o kuş oluverir,,,," 49. âyetinde bulunan "tayran" "kuş" kelimesini, Kisai "tâiran"  "uçuverir" olarak okunmuştur.
Yani Hz. İsa'nın çamurdan yaptığı kuş uçuveriyor, kuş olduktan sonra hemen uçuyor, anlamına geliyor.
 ÖRNEK 158 :
 Ali İmran suresi "iman edip iyi davranışlarda  bulunanlara gelince,  Allah onların mükafatlarını eksiksiz verecektir,,,,,"
57. âyetinde  bulunan "feyüveffihim ucurahum" "(Allah) mükafatlarını eksiksiz verecektir" kelimesini,
Kisai "fenüveffihim ucurahum"  "mükafatlarını eksiksiz vereceğiz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 159 :
 Zümer Suresi " eleysellâhu bikéfin abdehu,,," "Allah kuluna yetmez mi?
36. âyetinde bulunan "abdehu" "kuluna" kelimesini, 
Kisai "eleysellâhu bikéfin ibédehu" "Allah kullarına yetmez mi?"  olarak okumuştur.
Yani "abd" "kul" kelimesini çoğul "ibéd" "kullar" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 160 :
 Zümer Suresi "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de  uykusunda iken canlarını alır da  ölümüne hükmettiği canı alır,,,," 42.  âyetinde bulunan "kadâ" "hükmettiği" kelimesini, Kisai, "kudiye" "ölümüne hükmedilen" olarak okumuştur. ÖRNEK 161 :
 Talak suresi "İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir,,,,"
11.  âyetinde bulunan "mübeyyinétin"  "apaçık" kelimesini,
Nâfi "mübeyyenétin" "açıklanmış" olarak okumuştur. 
Nafi gibi bir çok kıraat âlimi Kur'an'daki bütün "mübeyyinétin" "apaçık"  kelimelerini "mübeyyenétin" "açıklanmış" olarak okumuşlardır.
Yani  bu âlimlerin  kıraatlarına göre Kur'an âyetleri Allah tarafından  açıklanmış olarak indirilmiştir.
Allah'ın elçisi sadece onları duyuruyor, tebliğ ediyor, onları okuyor, ilan edip dile getiriyor anlamına geliyor.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI.
(1 YAZI)
ALLAH'IN ELÇİLERE EN ÖNEMLİ  EMRİ TEVHİD AKİDESİDİR.
"Senden önce hiç bir Resul göndermedik ki ona:
"Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"
(Enbiya, 25)
(Ey Resul! ) Şüphesiz sana da senden önceki(Resullere) de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a ortak koşarsan işlerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun"
(Zümer, 65)
 DİNDE MEZHEPLER VE FIRKALAR  OLMAYACAK.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı.
 Fakat kendilerini çağırdığın bu din (İslam-Tevhid), müşriklere ağır gelir,,,"
(Şura, 13)
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılınlar var ya, ( EyResul! )
senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"
(En'am, 159)
( EyResul! )Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.
Allah'ın yaratışında(İslam dininde)  değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur Fakat insanların çoğu bilmezler"
"Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin, müşriklerden olmayın.
Dineriniparçalayan ve fırka fırka olanlardan olmayın. Bunlardan her fıkra kendilerinde olan inanç ile böbürlenip sevinmektedir"
(Rum, 30, 31, 32)
DİN SADECE  ALLAH'A ÖZGÜ KILINMASI GEREKİR.
(Ey Resul! )Şüphesiz ki Kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a özel kılarak kulluk et.
 Dikkat edin, halis din yalnız Allah'ındır. O'nun yanında veya onu bırakıp da başka dostların ( evliya) edinenler:
Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler,,,"
(Zümer, 2, 3)
"Kafirlerin hoşuna gitmese de dini Allah'a özel kılarak kulluk edin"
(Mümin, 14)
"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların ( muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu.
(Zümer, 11, 12)
ŞİRK EN BÜYÜK ZULÜMDÜR.
"Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"
(Lokman, 13)
ÂHİRETTE AFFEDİLMEYECEK TEK GÜNAH ŞİRK'TİR
"Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"
(Nisa, 116)
ELÇİLERİN ÇOCUKLARINA EN ÖNEMLİ MİRASLARI TEVHİD DİNİNİN MUHAFAZA EDİLMESİDİR.
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerindendir"
"Çünkü Rabbi ona: MÜSLÜMAN ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti"
"Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, "Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz" dediler.
"Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız? O zaman Yakub oğullarına :
 (Ey Oğullarım!) Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.
Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuz, dediler"
(Bakara, 130, 131, 132, 133) 
 Bu yazılarımda ele alacağım konu ilk atalarından günümüz müşriklerine miras olarak intikal eden şirk sapıklığı olacaktır.
 Nuh(as) ın kavminden F Gülen kavmine kadar şirk sapıklığında hiçbir zaman kesintinin olmadığı ve ilk atalarından günümüze şirk'te  hiçbir şeyin değişmediğini göreceksiniz.
 Çünkü insanların inanç ve ahlakları  asla değişmez,  değişen zamandır.
 Ehli sünnet etiketi taşıyan müşriklerle tarikatçı müşrikler arasında bir fark yoktur.
 Tarikatçı müşrikler tasavvuf yoluyla  direk Allah'a şirk koşarken, Ehli sünnet dincileri ise muhaddislerin topladıkları rivayetleri ve  alimlerinin  fikirlerini Kur'an'a eşdeğer görmekle şirk  koşmuşlardır.
(Tevbe 31)
"İşte böylece, onlardan  öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür  veya delidir, dediler. BUNU NESİLDEN NESİLE BİRBİRLERİNE VASİYET Mİ ETTİLER? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"
(Zariyat,  52, 53)
"İşte o ülkeler,,,, Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki,  elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. FAKAT ÖNCEDEN YALANLADIKLARI GERÇEKLERE İMAN EDECEK DEĞİLLERDİ. işte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler"
(Âraf, 101)