31 Ağustos 2021 Salı

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(63.YAZI) "Allah râzı olsun sizdən.Yüce Allah'a əmanət olun. Həmin ölkədə dinin necə Ancanlaşıldığı və necə yaşandığı ilə çox maraqlanıram. Ancaq doğru dürüst bir məlumat tapa bilmirdim. Təşəkkür edirəm. Minnətdaram" (Ziyafet İsmailova- Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)Açıklaması: "Suudi Arabistan'ın din anlayışını ve dinin nasıl yaşandığını çok merak ediyordum. Ancak doğru dürüst bir bilgiye de sahip değildim" ----------------------------------------------------"Bu alçaklar, vahiy'le korunan özgür iradeye ipotek koyup, tüm müminleri arap kültürüne mahkum etmeye çalışıyorlar..!!Allah sizden ebediyyen razı olsun hocam. Kocaman yüreğinizle hakkı savunduğunuz için sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum. Allaha emanet olun" (Murat Karadağ "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Esselamü aleyküm verahmetullah. Muhterem kardeşim!Eyvallah, Allah razı olsun. Kur'ani ve ilmi referanslı tebliğinizde size aynen iştirak ediyorum. Muhterem kardeşim! Makalenizde işlediğiniz konu, bütün İslam aleminin en büyük sorunu. İşte bu yüzden yüce Allah, ümmeti perişan ediyor. Ümmeti Muhammed, arızanın sebebini, çok basit (Kur'an'a dönüş) olmasına rağmen, bir türlü çıkış yolu bulamıyor. Muhterem! Kur'ani mesajlarınız, ehli imanın cümlesinin, tez zamanda Kur'an ile dirilişine vesile olsun inşaAllah. Allaha emanet olunuz" (İlyas Kırmaç "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------" Allah razı olsun hocam!Bunların hepsine katılıyorum.Bir gün kâbe'de ikindi namazını kılacaktık, saraydan birisi namaza gelecekmiş.Oradaki tüm halkı kaldırdılar, zabıtalardan bir koridor açtılar, beyefendi öne geldi.Gelene kadar her nereden geçtiyse herkes önünde eğildi.Sonra namazı eda ettik, ama kafamdaki tilkiler, her halde namazı eda edemedik gibime geldi.Çünkü bu durum çok ağırıma gitti"(Taşkın Yılmaz "Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Kur'an'ı ve selim aklı konuşturan, fakat uydurma rivayet dinini henüz susturamayan, Kur'an basiretiyle yazılan yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Hollanda’da 28 yıldır çalışan bir ilahiyatçı olarak söylemek isterim.Bu uydurma din anlayışı, genelde insanları, özelde müslümanlara barış ve huzuru asla getiremez. Mümkün olursa Türkiye’ye gelince sizinle de tanışmak isterim. Mahsus selamlar" (Recep Can "Suudi Arabistanın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli kardeşim!Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir ömür diliyorum.1982 yılında hac yaptığımda gördüm. Benim söyleyeceğim çok şey var fakat bizi kimse dinlemez.Her sene hac ve umre yapan turistlere anlatmak lazım.Selam olsun vahye uyanlara" (Ibrahim Serin- "Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------------------"Hocam! Yazınıza teşekkür ediyorum. Osmanlı 500 -600 yıl hüküm sürmüş.Medreselerde arapça bilen mollalar vardı.Kur'an'ı konuştukları dile çevirmiş olsalardı, herkes islam dinini sağlıklı olarak öğrenirdi. 6oo yıl içinde bir defa Arap olan birine tercüme ettirmişler.Sonra araştırmışlar, onu tercüme edenin Suriyeli bir Yahudi olduğunu ögrenmişler, tercümeyi iptal ettirmişler.1928 de harf devrimi yapılmış, zaten okuma yazma oranı çok düşük, iyice düşmüş.Yine o devirde Elmalı'lı Hamdi Yazır'a tercüme ettirmişler.Hamdi Yazır'da 11 yılda tamamlamıştır.O zamana kadar Kur'an dışında bir sürü din kitabı piyasaya sürülmüş.Tarikatlar, cemaatlar, rivayetler, hadisler piyasayı sarmış.Diyanet dersen uydurulmuş dinin resmi temsilcisidir.Yani suçlu ararsanız birincisi Osmanlı, ikincisi diyanettir. Hocam, Rabbim sizden razı olsun, ilminizi arttırsın. Saygılar" (Feyzullah Selcuk "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------" Kur'an'ın ne kadar doğruları söylediği bugün bütün dehşetiyle ortaya çıkmadı mı?Bugün din anlamında nötr bir İskandinav vatandaşı, hayatı boyunca kimseye haksızlık etmemiş, çalmamış, hak gaspı yapmamış, kimseyi öldürmemiş, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yapmamış; bu adamın ne zararı var? Ama uydurma din adına katliam yapan sünnizmin ileri karakolu olan IŞİD ve Taliban'a bakın, egemen olduğu coğrafya kan banyosunda yüzüyor.(Akın Akın-" Allah Siyasal Anlamda Hakimiyet İstemiyor" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Kur'an'ı ve salim aklı konuşturan fakat uydurma rivayet dinini henüz susturamayan, Kur'an basiretiyle yazılan yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Hollanda’da yirmi sekiz yıldır çalışan bir ilahiyatçı olarak söylemek istiyorum. Bu uydurma din anlayışı genelde insanları özelde müslümanlara barış ve huzuru getirmesi asla mümkün olmayacaktır. Mümkün olursa Türkiye’ye gelince sizinle de tanışmak isterim. Mahsus selamlar" (Recep Can "Suudi Arabistanın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)

ALLAH HİÇ KİMSEYE ZULMETMEZ. (Afgan halkı ve Taliban) Yazıda anlatılan kötü ahlak manzaralarının bir örneğini Mekke'de görmeseydim, bu yazılanlara inanmaz ve paylaşma gereği duymazdım. Bu yazıyı paylaşmamın sebebi, yüce Allah'ın muazzez dinini bunların ahlakından tenzih etmekten başka bir amaç taşımıyor. Konunun iyice anlaşılması açısından ilk önce bir kaç âyetin mealini vereceğim. "İşte bunlar, Allah'ın sana hak (bir amaca yönelik) olarak okuduğumuz Allah'ın âyetleridir. Allah hiç kimseye zulmetmek istemez"(Âli İmran- 38)"Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez,(kulun yaptığı amel bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir) Eğer iyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır) Ayrıca kendinden de azim bir mükafat verir"(Nisa- 40)"Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, dileyen kimseyi de sırat-ı müstakime ulaştırır"(En'am-39)"Gerçek şu ki, halkı (vahiy'den) habersizken, Rabbin zulm ile ülkeleri helak edici değildir"(En'am-131)"Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"(Yunus-44)"Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'a bırakıp (yanında, altında, yöresinde, berisinde) yalvardıkları ilâhları onlara hiç bir yarar sağlamadı. Ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı"(Hud-101)"İşte yaptıkları zulümler yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir toplum için elbette bunda büyük bir ibret vardır" (Neml- 52)"Ey ehli kitap! Resulümüz (Kur'an) size kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu da) affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Sırat'ı mustakime iletir" (Mâide-15,16)-------------------------------------------------------2017 de yazmıştım, artık bu yazının üstünü bir daha açmanın zamanı geldi...Afgan göçü, Suriye yada Irak veya başka mültecilerden çok farklıdır!?Dün birde sakarya taraflarında bir kız çocuğunun kaybını duyunca ruh gibi dolaştım bütün gün. Kimseyle konuşmadan TV’de haberleri seyrettim uzun uzun.Afganistan’da 10-11 yaşındaki oğlan çocuklarının ailelerine para verilerek satın alındığı, kimilerinin sıra gecelerinde köçek olarak yetiştirildiği, kimilerinin babası, dedesi yaşındaki adamların özel hizmetine verildiği, yüzyıllardır süregelen geleneği anlatmıştım 2017 deki yazımda. Belkide geçmişte Afganistan'da bulunduğumdan ilgimi çekmişti bu konu. Her çocuk kaybında olduğu gibi, göç sonrasında bunun denk gelmesi tam şok oldu benim için, yüreğimi burktu, kanattı, korkuttu…Zamanında Sovyetlere karşı savaşan mücahit komutanlarının çoğu, sonrasında nüfuzlu savaş baronu olmuşlardı. Kendilerine paylaştırılan bölgelerde her biri eli kıran baş kesen durumunda, tabii Amerikan ordusunun izni ile idi. Adamların aralarında konuşurlarken “Oğlanların en güzelleri o komutanlara gidiyor” dedikleri anda nasıl imrendiklerini görseniz aklınız almazdı.Çocuklara makyaj yaptırıyorlar, dansöz kıyafeti giydiriyorlar, zil taktırıyorlar. Sıra gecesinde, oturak âleminde oynatıyorlar. Bu arada seyreden adamların yanlarında da kendi hizmetlerine aldıkları çocuklar var. Adama sahip, çocuğa şakirt diyorlar. Elele tutarak, çocuğun saçını okşayarak seyrediyorlar dansözü. Sahip yer sofrasından bir parça et didikliyor, şakirdin ağzına tutarak yediriyor. Aynı adamlar ve çocuklar namaz vakti geldiğinde yan yana safa durup Allah huzurunda secde ediyor, görseniz inanamazsınız.Evlerine de götürüyorlar şakirtleri, her türlü işlerini gördürüyorlar. Adamların karıları ve çocukları da var. Karıları durumu biliyor da çocuklarına nasıl açıklıyorlar bilmiyorum. Kimse orasını sormamış zaten! Karın ne diyor bu işe? diye sormayı akıl etmemiş!!? Bir tanesi pis bir sırıtışla “Ben kültürlü adamım” diyordu, “evvela karımı ikna ettim sonra oğlan aldım kendime!”…Afganistanla ilgili oradan döndükten yıllar sonra izlediğim belgeselde aynen anlattığım bu hikayenin benzeri bir yerinde, 11 yaşındaki bir çocuğun babasına çocuğunu satarken soruyor bir muhabir, “Sadece hizmet değil biliyorsun değil mi, sahip dediğin adam gece çocuğu yanında yatırıyor!” Bin yılların geleneğini ona mı öğretiyorsun, tabii ki biliyor. İyi tarafından bakmaya çalışıyor baba. Diyor ki, “Bu yaşananlar unutulur, gün gelir çocuk büyür, sahibi onu evden çıkarır, evlendirir, belki para bile bağışlar”…Sovyet işgali döneminde Afganistan’ın milli ve manevi değerlerine, aile yapısına saldırmak için!!? Ruslar bol miktarda kadınlara meslek edindirme kursu açmışlar.Çocukların okula gitmesini zorunlu yapmışlar. Çocukların ev hizmeti için başka bir aileye verilmesini şiddetle yasaklamışlar.Neyse ki savaşmışlar ve Batı’nın ahlaksızlığını almamışlar!!? Kendi gelenek, görenek, din ve ahlaklarını korumuşlar!??O meslek edindirme kursları falan hepsi yok olmuştu. Artık sokakta kadın diye bir şeyde yoktu. Burka giymiş kadına bile binde bir rastlanıyordu.ABD ve çok uluslu güç geldiğinde ve kaldığı döneminde. Amerikalılar bu konularda çok daha tecrübeliler. Yerel kültürün unsurları olarak gördükleri ayrıntıları görmezden gelmeyi ve büyük resme bakmayı çok iyi bildiler. Demokrasi havariliği ile geldiler, hiçbirşeyi değiştirmediler. Yani üç maymunu oynadılar…En çok etkilendiğim neresi oldu biliyor musunuz? Afgan toplumu bu kurumsallaşmış pedofiliyi o kadar kanıksamıştı ki, hiç kimse şaşırmıyor, dehşete kapılmıyor, sakin sakin konuşuyorlardı. Adamların pişkin sırıtışları, şimdiye kadar kaç tane şakirdi olduğunu anlatırken böbürlenmeleri hele o gururlu pis sırıtışları bugün bile aklımda. Konuşurken bol bol “elhamdülillah, vallahi'l azim, inşallahül cabbar” diye Allah’ın adını dillerinden düşürmemeleri, sürekli sağ ellerini göğüslerine koyarak birbirlerini selamlamaları ve hiçte kimsenin yadırgamadığı, hatta falancanın çok güzel oğlanı var diye imrendikleri, çocuklar için cehennem olmuş bir toplum düzeni. Bir kez daha hatırlatayım, hamdolsun Batı’nın ahlaksızlığını almadılar!??? Bu sabah uyanınca dünkü haberlere bugünküler eklenince hayata küskünlüğümün artık geçmeyeceğini hissettim. Heleki talibanın yeni yönetim kurallarını okuyunca vah ki insanlık dedim.Talibana kızmıyorum! O kendi gelenek görenek dini emirlerinin gereğini yaşıyor ve yapıyor. Her dini kendine göre yontan yobaz gibi. (Emekli pilot binbaşı Ahmet Soner Kılıç'tan alıntı)

30 Ağustos 2021 Pazartesi

DEMOKRASİ-CUMHURİYET-LAİKLİK İslam dinine engel olduğu zannıyla parti, cemaat ve tarikatlara bağlı siyasal dinciler Cumhuriyet'e ve laiklik sistemine büyük bir düşmanlık besliyorlar Halbuki Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu, laiklik sistemi benimsendiği zaman İslam dininden hiç bir eser kalmamıştı.Siyasalcı cahiller Emevi-Abbasi ve Osmanlı'nın Ehl-i Sünnetini, İslam zannediyorlar. Kaynak, inanç, yaşantı ve ahlak olarak hanif İslam dininin etkinliği, daha Emevi ve Abbasiler döneminde bitmişti. Din ve hüküm olarak Kur'an inkar ve tekzib edilmiş yani din adamları onu rivayetlerle yalanlamış, ictihadlarıyla hayat sahnesinden silmişlerdi. Yani anlayacağınız, Türkiye Cumhuriyetine hiç bir şey bırakılmamıştı. Üç dört muvahhid dışında hâlen bu böyledir. İncil indirilinceye kadar rivayetlerle Tevrat'ın, Kur'an indirilinceye kadar da İncil'in fonksiyonu bitmişti. Binlerce rivayet ve ictihadlarla Emevi ve Abbasiler döneminde de Kur'an'ın işi bitmişti. Pek tâbi ki, ehli sünnet din adamlarının torunları bu gerçeği kabul etmedikleri için sürekli olarak haksız yere laiklik ve Cumhuriyet'e küfredip duruyorlar. Dolayısıyla Emevi-Osmanlı Ehl-i Sünnet dininin kaide ve kuralları topluma egemen olacağına demokrasi ve laiklik sistemi olsun daha iyidir. Bunları bildiğimiz zaman mezhepçilerin yaptıkları zulüm ve katliamlar İslam'ın hesabına yazılmayacakktır. Aslında Allah Resülü'nden sonra olan hiçbir hadise İslam'ı bağlamaz.

29 Ağustos 2021 Pazar

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (6.YAZI)SELEFİLİK :Din ve hüküm olarak Kur'an'ı Mübin'den başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet bulunmaktadır.Yani Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.İnsanlar sadece indirilen vahiy'den sorumlu tutmuşlardır. Fakat SELEFİ anlayış, İslam dini için tâbiin ve tâbe-i tâbiin döneminin görüş ve uygulamalarını tek rehber olarak kabul eder. Selefi inanç ve anlayışa göre Allah Resulü'nden sonra gelen ilk iki nesil islam dinini doğru olarak temsil etmişlerdir.Selefilere göre, sahabe, tâbiin ve tabe-i tâbiinden sonra gelenler tam olarak islamı temsil edemezler.Selefi anlayışa göre Allah Resulü adına nispet edilen yani rivayetler aynen Kur'an gibi dinin bir parçası konumundadırlar.Halbuki Kur'an'a baktığımızda din olarak insanların sadece indirilen vahy'den sorumlu olduklarını görürüz. Allah elçilerinin tek görevi, indirilen mesajı insanlara bildirmekten ibarettir.Elçilerin görevi vahyi tebliğ ve tebyin etmek yani onu ilan etmek ve muhataplarına ulaştırmaktır.Her insan kendi aklı ile karar verme, özgürlüğünü sonuna kadar kullanma, tefekkür etme ve sorgulama yapabilme kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır.Dolayısıyla Selefi inanç biçimi, hem akla ve tefekküre, hem Kur'an'i ilkelere hem de özgürlük ve sorgulamaya karşı mücadele etmiştir. Selefi düşünce aklın kullanılmasına karşı çıkmış, islam dininde tek kaynak olan vahyin yanına "Sünnet" adı altında dünyanın en karanlık rivayetlerini kaynak olarak kabul etmiştir.Selefi akide,Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan, vahyin kavramlarının hangi anlama geldiğinden haberi olmadığı için uydurma rivayetleri Kur'an'ın tefsiri ve açıklaması olarak kabul etmiş, insanların fikir sahibi olma, akıllarını kullanma, geleneği sorgulama ve doğruları bulma hakkına karşı çıkmış, vahyin sorun çözme yöntemini değil, selefin uygulamalarını esas almıştır. Dolayısıyla Selefiler, insanları siyasal anlamda hüküm verebilecek ve kendini yönetecek özgür bir varlık olarak kabul etmezler. Bu Kur'an'sız zihin yapısı, insanların hem onur ve özgürlüklerini hem de sorumluluklarını ortadan kaldırmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır. Selefilik inancı zamanla iman edenleri çok kötü yönde etkilemiş, Selefi ve Sünni inancı her tarafı kaplamıştır.Bugün islam toplumunda Kur'an'sızlığın ve akıl tutulmasının arkasında bu tasavvuftan daha tehlikeli olan Selefi ve Sünni düşünce yatmaktadır. Maalesef Selefi düşünce, rivayetleri kutsayarak Kur'an'ın anlamının buharlaşmasına da ön ayak olmuştur. Atalarından intikal eden iftira rivayetleri sorgulayacak yerde bu yalanların üzerini örten, daha sonra da onları kutsayan ve dinde kaynak olarak görmeye çalışan ilimsiz iman sahiplerine Selefi adı verilir. Allah Resulü'nün vefatından sonra cahiliyenin siyasal taassubu dini hayata el koymuş ve dini hayatı siyasallaştırmıştır. Bundan sonra Allah Resulü'nün Kur'an ile inşa ettiği insanları yönetmek için toplum kesimleri arasında siyasi mücadele dini alana sürüklenmiştir. Artık şahsi çıkarlar ve siyasi sorunlar dini sorunlara dönüşmüştür. İslam toplumunda siyasetten kaynaklanan sorunlar zamanla hız kazanmış, toplumsal ihtilaflara, kavgalara ve savaşlara dönüşmüştür.Üçüncü halife olan Osman başkent Medine'de iman edenler tarafından katledilmiş, dördüncü halife olan Ali döneminde sahabe arasında binlerce insanın ölümüne neden olan Cemel(Ali-Âişe) ve Sıffin (Ali- Muaviye) savaşları meydana gelmiştir.Halbuki Allah'ın mesajına gittiğimizde onun, dünya hayatının en mükemmel mesajı olduğunu, her zaman ve mekana uyum sağladığını görürüz. Kur'an, belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış, statik, durağan bir sistem önermez. Bugün olduğu gibi yirmi bin yıl sonra da vahiy bağlılarına o zamanki hayata dair özel ve modern bir düşünce ve anlayış kazandıracaktır. Ancak Kur'an'ın mesajı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Selefi- Şii-Sünni- Batıni- Vahhabi ve siyasal islamcıların militan nefreti ile karşı karşıyadır. İman ettiklerini zannedenlerin kendi içlerinden çıkan mezhep ve fırkalara karşı Kur'an'ın mesajı çok savunmasız kalmıştır. Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemi ile Allah Resulü adına uydurulan rivayetler (metin değil) mana itibariyle birbirinin içine karıştırılmış, özellikle ilk üç neslin haber ve uygulamaları ile dinin tamamlandığı inancı yerleştirilmiştir. Dinin tek kaynağı olması gereken vahyin yanına birçok kaynaklar eklenerek Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk koşulmuştur. Kur'an'ın mesajına en büyük saldırı ve ihanet Selefi, Sünni ve Şii inanç altyapısından gelmiştir. Bu inanç yapısı, dinde kaynakları çoğaltmış Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmış ve dindeki konumunu yerle yeksan etmiştir.Halbuki Kur'an'ın anlaşılmasında yüce Allah, tek tek her bireyi muhatap almıştır. Yani hanif islam dini topluma birey açısından bakar. Siyaset ise bireyi toplum nazarıyla değerlendirir.Bu durum, din ile siyasetin alanlarının birbirinden çok farklı olduğunu gösterir.Yani siyasetin dinden, dinin siyasetten ayrılması mümkündür. Aslında Emevi ve Abbasi yönetimleri siyasetin dinden ayrılmasının bir zorunluluk olduğunu göstermiştir. Yoksa ezeli ve ebedi ilmiyle yüce Allah, Resülünden sonra hanif dinin tahrif edileceğini ve uydurulan dinin şeriat kuralları ile insanların inanç ve zihinlerinin baskı altına alınacağını biliyordu.Selefi inancın üç esası mevcuttur.1-) Her şeyi "Kur'an" ve Sünnet'e göre dizayn etmek.Bu maddede bulunan Kur'an, sözde kalan bir söylemden ibarettir.Esas olan rivayetlerin yani uydurma sünnetin hayata hakim olmasıdır. Kur'an söylemi sadece ümmi halkı aldatmak ve yanlarına çekmek içindir. 2-) Selefi atalardan intikal etmeyen her şeyin gayri meşru olduğuna iman etmek. 3-) Doğruya ulaşmak için aklı kullanmanın ve akla uygun hüküm vermenin islam dışı olduğuna iman etmek. Allah Resulü'nün tâbi olduğu yalnız indirilen vahiy iken (Ahkaf -9; Yunus-15, 109) kendisinden sonra Kur'an'ın yanına birçok dini kaynaklar konmasına razı olmamak Selefi ve Sünni âlimlerince büyük bir sapıklık olarak kabul edilmiştir.Allah Resulü adına iftira edilen binlerce hadisi sünnet adı altında "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan fakat Kur'an gibi vahiy" olarak değerlendirmek, bu sakat ve hastalıklı zihin yapısından kaynaklanmıştır. Yani bu ahlaksız ve karanlık zihin yapısı Allah'a dinini öğretme cüret ve cesaretini utanmadan göstermeye girişmiştir.Şia ve Ehl-i Sünnet alimleri sadece Kur'an'ın manasını bozarak dinde emir ve yasakları arttımakla kalmamış,Kur'an'daki âyetlerin büyük çoğunluğunun iman edenlerle ilgili olmadığını iddia ederek inanç bakımından apaçık bir sapıklığa düşmüştür. Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an mesajlarının bir bölümü "puta tapan" müşrikleri, bir bölümü kafirleri, bir bölümü münafıkları, bir bölümü Yahudileri, bir bölümü Hıristiyanları çok az bir kısmı da iman edenleri ilgilendirmektedir. Halbuki Kur'an belli bir zaman ve zemine göre değil, evrensel mesajı ile her asırda her ferdi alakadar etmektedir. Fakat Şii, Sünni ve Selefi anlayışa göre, Kur'an'da iman edenleri ilgilendiren âyet sayısı gayet azdır.Açık olarak ortaya çıkıyor ki, vahyin manasını bu hastalıklı işgalden kurtarmadıkça milletin içine düştüğü kaos ve ihtilaf, terör ve anarşi, taklit ve cehalet belasından kurtulma imkân yoktur. Din haline geldiği için çok güçlü olan Sünnetçi gelenek yok edilmedikçe, iman edenlerin zihin ve fikir yapısı değişmeyecektir. İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet dininin doğru bildikleri her şeyi sorgulamak zorundayız. Dolayısıyla Allah'ın hidayetinden yararlanmak için Kur'an'ın dışında baş vuracağımız başka bir kaynak bulunmamaktadır. Allah'tan indirilen aydınlık yol (Yusuf-108; İbrahim-1) ile beşer tarafından uydurulan karanlık yolu birbirinden ayırmak zorundayız. Elçiler tarihinde her zaman iki anlayış var olmuştur. Biri, özgür, kendisini davasının öznesi kabul eden ilim ve tefekkür, akıl ve mantığın gereğini yerine getirmeye çalışan anlayış, diğeri ise, kendisini sınırlayan, başkasının inanç ve fikirlerine göre yaşamayı esas alan, aklını kiraya veren ve daima bir emrin güdümünde olmayı önceleyen anlayıştır.Selefi inanca göre aklı olanın dini olmaz.Akıl, dine girene kadar gereklidir.Dine girdikten sonra akla ihtiyaç kalmamıştır.

28 Ağustos 2021 Cumartesi

GÜZEL AHLAK VE NEZAKET GİBİSİ YOKTUR. 1-) Pikniğe gittiğinizde ormanlık alanda asla ateş yakmayın, piknik yerinde yakılan ateşin söndüğünden emin olun, piknik alanında çöp bırakmayın, arabanın penceresinden dışarıya sigara izmariti atmayın. 2-) Komşunuzun bahçe ve balkonuna hiçbir şey atmayın, Allah'ın cezalandırmasından korkun. 3-) Misafirlerinizi araçlarına kadar uğurlayın, ufak çocuğunuz olsa dahi jest yaparak aracın kapısını ona siz açın. 4-) Arkanızda bulunan araçların geçişleri için kolaylık sağlayın, sizi ikaz etmelerine fırsat vermeyin, yol dar ise kenara çekilerek yol verin, güzel ahlak gibisi yoktur. 5-) Bir kişiyi telefonla üç defadan fazla çaldırmayın. Çağrınızı anında yanıtlamazsa, ilgilenmesi gereken önemli işlerinin olduğunu farz edin. 6-) Borcunuzun vâdesi dolduğunda size borç veren arkadaş hatırlatmadan önce mutlaka iade edin. Bu hareket sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.7-) Hangisinin hayırlı olduğunu bilmediğiniz için kız ile erkek çocukların arasında maddi-manevi asla ayırım yapmayın. 8-) Karşınızdaki insanın dinini, fikrini ve kültürünü bilmeden genelleme yaparak rastgele konuşmayın. 9-) Erkek, kadın, yaşlı genç fark etmez misafirleriniz için arabanın veya evin kapısını siz açın, toplum içinde birine iyi davranmak insanı küçültmez.10-) İsterse zengin olsun bir arkadaşınız size bir ikramda bulunduysa, durumunuz el veriyorsa bir dahaki sefere siz ikramda bulunun. 11-) Mirasınızı erkek çocuklarının üzerine tapulayarak kız çocuklarını mahrum etmek büyük bir zulüm ve son derece çirkin bir harekettir, sakın böyle bir şeye tevessül etmeyin. 12-) İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin, yanlış olanları güzel bir üslupla dile getirin. İnsanların hakkı kabul etmeleri, onu duymaları kadar değerli değildir.Yani önemli olan hakkı duymalarıdır. 13-) Özellikle toplu taşıma araçlarında konuşurken sesinizi fazla yükselterek insanları rahatsız etmeyin. 14-) Size yapılan iyiliği dile getirmenin hiçbir sakıncası yoktur.İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. 15-) Dost ve arkadaşlarla karşılaşıldığında "seni çok iyi gördüm" demek, gönüllerini kazanmanızı sağlayacaktır. Kötümser olmanın hiçbir mantığı yoktur. 16-) Kendi çocuklarınız dahi olsa hiç kimsenin özel eşyasını karıştırmayın, özellikle cep telefonlarını, empati yapın. 17-) Irkçılık hastalığına yakalananlara asla yüz vermeyin, insanın kendisini cehennem azabından kurtarmasından daha büyük bir sorunu yoktur. 18-) Konuşmalarınızda son derece nezaket sahibi olun, doğru olan "çöpçü" değil, "temizlik görevlisi" demenizdir. 19-) Kendi çocuğunuz da olsa basit bir şey istediğiniz zaman "sana zahmet" demenizin hiçbir zararı yoktur.20-) Ticaret dahil bütün insani ilişkilerde karşı tarafı daha fazla düşünün, Allah'ın ihsan ve nimetinin her şeyden daha engin olduğuna iman edin. 21-) Mabedlere değil, insanlara yardım edin. Bir fakirin bir damla gözyaşının kâbe dahil bütün mabedlerden daha değerli olduğunu hiç bir zaman unutmayın. 22-) İnsanların ne kadar maaş aldıkları, gelirlerinin ne kadar olduğu sizi ilgilendirmez. 23-) Maddi durumu yerinde olanlarla durumu düşük olanlar arasında saygıda ayırım yapmak çok çirkin bir ahlaktır. 24-) Daima islah edici olmak Allah Resüllerinin mesleğidir. 25-) Özellikle kapalı mekanlarda ve toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile konuşurken, başkalarının rahatsız olmamasına dikkat edin.26-) Her zaman ve her yerde hakkınızdan vazgeçerek başkalarını kendinize tercih edin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 27-) İhtiyaç sahibi olduklarından dolayı değil, alışkanlık ve meslek edindiklerinden dolayı çocuklu dilencilere bir şey vermeyin. Yaz kış, sıcak soğuk demeden zavallı çocukları hem istismar ediyor, hemde zulmediyorlar Onlara bir şey vermek Kur'an'a aykırıdır. (Bakara-273)İnfak yapmada akraba, komşu ve tanıdıklarınız içinde çocuk sahibi olanları tercih edin. 28-) Toplu taşıma araçlarında yaşlı ve özürlü olanlara anında yer verin, hiçbir zaman zarar etmezsiniz. 29-) Dağ başında da olsanız elinizdeki çöpü yere atmayın, doğanın çöpünüze ihtiyacı yoktur. 30-) Cimri olmayalım, çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır. Biz ölüp gittikten sonra malın kime kalacağı önemli değildir. 31-) Göçmenlere kin beslemeyin hiç kimse vatanını keyfinden bırakacak değildir. İnsanların daha özgür yaşama hakları vardır. Aynı zamanda bu Allah'ın emridir. Yeryüzü hiç kimsenin malı-mülkü değildir. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın'dır. İnsanların ülkenize gelmesi, korkulacak bir olay değil, onur duyulacak bir olaydır. Çünkü insanlar özgürlük ve güvene doğru giderler. 32-) Ahlakınız güzel değilse, ibadet etmenize gerek yoktur, çünkü ahlakı güzel olmayanın ibadeti yoktur. 33-) Çocuklarınız evde mutlaka misafir görsünler, yoksa bu değerli ahlak zamanla kaybolacaktır. 34-) Çocuklarınızın yanında dostlarınıza ikramda bulunun ki, onlarda bu güzel ahlaka sahip olsunlar. 35-) Çay ocağında, özellikle restoran veya lokantada içtiğiniz çay için kötü ve pis kelimelerini kullanmayınız, sizin bu kelimeleri kullanmanız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. 36-)(Keşke bırakbilseniz) sigara içtiğinizde hiç kimsenin dumanınızdan rahatsız olmadığına dikkat edin. En doğrusu temiz havada yani hiç kimsenin rahatsız olmayacağı bir ortamda için. 37-) Ağız kokusu sarımsak kokusundan çok daha rahatsız edici bir özelliğe sahiptir. 38-) Nerede olursa olsun elinde ağır yük taşıyan kadın ve ihtiyarlara yardım edin. Çok büyük bir zevk ve makbul dua alacaksınız. 38-) Söz verdiğinizde mutlaka sözünüze sadık kalın, söze sadakatsizlik, yüce Allah'ın hoşuna gitmeyen kötü bir ahlak ve büyük bir sorumluluktur. (İsra-34)Yukarıdaki özellikten dolayı yüce Allah, İsmail (a.s) ı Kur'an'da övmüştür. (Meryem-54)39-) Yediğiniz ve içtiğiniz maddenin arta kalanlarını yere atmayın, medeni ve temiz olan zarar etmez. Hatta dinlendiğiniz yerde başkasından kalan maddeleri toplamaktan büyük bir haz alacaksınız. 40-) Ortalık aydınlık olsa dahi banyo ve lavabo gibi yerlere girdiğiniz zaman ışığı yakın, ev halkı için ani korku ve paniklemeyi engellemiş olursunuz. 41-) Bir kaç günlüğüne evden ayrıldığınızda, bir iki odanın ışığını açık bırakın, hırsızları uzaklaştırmaya yarayacaktır. 42-) Evinizde para, antika ve değerli ziynet eşyası bulunduğuna dair yabancı kimseye hiç bir şey söylemeyin. 43-) Değerli bir şey gizlediğinizde ev halkından bir iki kişinin nerede olduğundan haberi olsun. 44-) Cimrilik, dünya hayatında fakir yaşama, âhirette zengin olarak hesap vermektir. Hiç bir zaman bunu unutmayın. Malınızın hepsini çocuklarınıza miras olarak bırakmayın, ilk önce kendinizi cehennem azabından koruyun. (Bakara-254)Bir insan cimrilikten dolayı cehenneme girdikten sonra, malının çocuklarına veya bir vakfa ya da düşmanlarına kalması arasında hiç bir fark yoktur. 45-) Günlük hayatta, özellikle trafikte hakkınızdan vazgeçin, büyük olayların çıkmasına engel olacaksınız. 46-) Çocuklarınıza ve hanımınıza sakın sert davranmayın, özellikle insanların içinde onlara bağırıp çağırmayın, son derece sabırlı olun. Asla pişman olmazsınız.

27 Ağustos 2021 Cuma

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(62.YAZI) "Ali Hocam!Bilgiye dayalı bu paylaşım, benim yaklaşık onbeş yıldır yaşayarak şahit olduğum Arap toplumlarının bire bir aynası gibidir. Hocam Gazze'li damadım aracılığı ile Arap dünyası ile yaptığı işbirliği (ticaret) nedeniyle onları çok iyi analiz ettiğimi düşünüyorum. Bunların arasında Suudi üst düzey generalden değişik Arap ülkelerden doktorundan mühendisine iş insanlarına varıncaya kadar istisnasız hepsi sizin paylaşıminiza bire bir aynı din anlayışına sahiptirler. Bunların arasında yirmi yılı aşkın Türkiye'de yaşayanlar da var.Din anlayışı bakımından bir arpa boyu yol almadıklarını maalesef üzülerek görüyoruz. Ne demeli? Ali Hocam sayenizde bu toplumda hiç değilse birileri bunları sizden öğreniyor.Allah razı olsun" (Hayri Sipahi- Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Bir çok şeyi anlayabiliyorum.Ama diyanet işleri başkanlığının daha hâla hadislerle hareket ettiğini anlayamıyorum.Camilerde diyanetin vaazlarında Kur'an'dan çok hadislerden konu ediliyor. Sanki bizim kutsal kitabımız Kur'an değil de, hadislermiş gibi vaaz veriyorlar.Bizim diyanet doğru yolu götürmezse bizler nerden öğreneceğiz? Dinimizi anlamış değilim.Yazınız için teşekkür ederim.Bir nebze de olsa aydınlanıyoruz" (Mehmet Ali Geren- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam, merhaba, hayırlı günler dilerim. Sizi bir vesile bu platform üzerinden tanımış oldum. Yazılarınız dikkatimi çekti.Bütün yazılarınızı okudum. Bende bir şekilde bazı konularda araştıma yapıyordum.İnanın hocam sizden çok şey öğrendim. Öğrendiklerimi toplum içinde anlatarak paylaşıyorum. Özellikle Nebi- Resul ayrımı çok doğru bir tesbitti. Allah razı olsun. İyiki tanıdım sizi. Doğruları öğrenmeye başladık. Sağolunuz" (Hüseyin Çelebi) ------------------------------------------------------"Kur'an'ı anlamak isteyene Arapça gerekmez. Kendi dilimizde anlamamız için, âyetleri eğip bükmeden Kur'an'ın kavramlarını çok iyi bilen mealcilere ihtiyaç vardır. Arapça, Yüce Allah'ın dili değildir. Resul'ün dili Arapça olduğundan, vahyin dili de Arapça olmuştur o kadar. Asıl olan dil değil, manadır. Kısa bir not: "Kur’an doğası gereği, anlaşılır ve bilinir bir hitaptır. Ana dili Arapça olan bir kimse onu okuduğunda, ondan ne anlıyorsa, ana dili Arapça olmayan bir kimse de Türkçe bir çeviriyi okuduğunda, ondan en az o kadar anlar. O halde, Kur’an okuyan bir Arab’ın okuduğu ve “okuduğundan anladığı şey” ne kadar Kur’an’sa, Kur’an çevirisini okuyanın da “okuduğundan anladığı şey” o kadar Kur’an’dır. Zira çeviri, en az bir Arap kadar, hatta gramer olarak ondan daha fazla Arapça bilgisine sahip olan birileri tarafından yapılmaktadır.Saygılar"(Hasan Torun- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorumu)--------------------------------------------------------"Kuranı anlamamış, bir kenara atmış, hurafe rivayetlere itibar eden İslam alemi, özellikle arapça dil kullanan ülke ve toplumların sefil hali ortada duruyor.İstedikleri kadar arapça kutsal dil desinler.Ne Allah'ın indinde, ne de insanların yanında itibarları yoktur.İlla ilim ve bilim, illa aklı kullanma ve Kur'an'ın hidayetinden başka çıkar yol yoktur" (Mevlüt Özcan- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Muslümanlar "Allahın akletmezmisiniz" emrini hice sayıp uydurma ve hurafe hadislere taparlarsa, hiç bir zaman ezilmekten kurtulamazlar. Ortadoğu coğrafyası, Afganistan ve diğer ülkelerdeki müslümanların hali nedir?Namaz kıl, oruç tut, hacca ve umreye git.Diger emir ve nehiyleri yani Kur'an'ın büyük bir bölümünü terket ve hiçe say. Mezhepcilik yap, müslüman kardeşini öldür.Maalesef bu gidişle düzeleceği de yok.İslam'ın dünyanın gözünde rezil hale düşmesine kahroluyorum. Allah bizi cezalandırıyor(Halide Unsoy "Siz İslam'ın Yüz Karasısınız" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Aynen hiç bir müslümanın Kur'an'ı Kerim'i inkâr etmesi mümkün değildir.Lakin belirttiğiniz gibi cemaatler, siyasi partiler, gurublar, Kur'an'ı kendi menfaatlerine göre yorumlayıp insanları kandırmışlar, kandırmaya da devam etmektedirler.Yapılması gereken ise yüce Allah'ın ilk emrinde olduğu gibi, Kur'an'ı Mubin'i insanın anlayacağı dilde okuması olacaktır" (Malkoç Oğlu- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (5.YAZI)Kur'an'a baktığımızda üç çeşit hükmün (hakimiyetin) olduğunu görüyoruz. 1-) Göklerde ve yerde olan Allah'ın mutlak hüküm ve hakimiyeti. 2-) İndirilen vahiy yoluyla kurulan Allah'ın hakimiyeti yani yaşam alanında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmayacağı ile ilgili hakimiyet. Kur'an en çok bu iki hakimiyetin üzerinde durur."...Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(Maide-44)"... Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(Maide -45)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"(Maide- 47) âyetleri, ikinci şıkta bulunan hakimiyet ile ilgilidir ve devlet adamlarından daha çok ilim adamlarını ilgilendirmektedir. Yani bu hükum ve hakimiyette bireysel ve sivil yaşam için Allah'ın indirdiği vahiy dışında hüküm ortaya koyan ve kabul eden din adamları hedef alınmaktadır. Dolayısıyla ilk iki hakimiyetin alanı Allah'a aittir.3-) Siyasal hakimiyet yani devlet ve halkın idare edilmesi ise, hukuku ve adalet sistemiyle tamamen insanların ortak aklına aittir.İnsan bu siyasal hakimiyet ile Allah'a karşı sorumludur.Bu hüküm ve hakimiyet, siyaset, din, dil, ırk, kültür, gelenek, inanç, mezhep, ekonomi, eğitim yani toplumun farklı kesimlerinin haklarının adalet sisteminde eşit olarak karşılanması demektir. Fakat maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet devlet ve din adamları siyaseti kişisel kudret ve hakimiyet alanı kurma ve gücü elde etme olarak değerlendirmişlerdir. Mesela, daiş, el Kâide, tâlibân, Boko Haram ve Fetö gibi bütün terör örgütleri bu siyasal anlayış ve batıl inançtan doğmuştur. Siyasi mücadeleyi bir fazilet ve hayır yarışı olarak Allah'ın emri gibi değerlendirmek sadece kan ve kaos, terör ve anarşi, zulüm ve zillet doğurur.Siyasetin, islam dininin önemli bir bölümü olduğu yolundaki inanç ilk defa Şii mezhebi tarafından benimsenmiştir. Şii inanç ve anlayışına göre her türlü günah ve hatalardan korunmuş imamlar hem dini hem de siyasi otoritedir. Bu inanca göre siyaset, toplumdaki adalet ve hukuku yani insanların haklarını koruma sanatı olmaktan çıkıp kutsal bir inanç ve kimliğe bürünmüştür.Bu inanç ve anlayışa sahip olan siyasette, devlet adamlarını ve idarecileri eleştirmek mümkün olmuyor.Çünkü artık siyaset Allah'ın yüce ve kutsal bir emri olarak mübarek bir zırha bürünmüş oluyor. Hatta gücü elde eden siyaset ve devlet adamlarının tasarruflarına karşı gelenler hain damgası yemekten kurtulamıyorlar. Geçmişte Katolik mezhebinin siyaset anlayışı da bundan farklı değildi.Mesala:Din ile siyasetin birbirinden ayrılması esasına dayanan "laiklik dinsizliktir" anlayışı Şia ve Ehl-i Sünnetten önce Hristiyanlığın Katolik mezhebinin inancını ortaya koymaktadı. Aslında laiklik bireysel bir anlayış olmadığı için laik olan kişi hiçbir zaman dininden ve imanından bir şey kaybetmez.Laiklik siyasi ve sosyal bir düşünce ve anlayıştır.İman edenler bireysel olarak laik olmayabilirler, fakat kurdukları devletin laik olmasında bir sakınca yoktur.Aslında Allah'ın sorumluluğu toplum ve cemaat olarak değil de, bireysel olarak yani tek tek insanlara yüklemesinin önemli hikmetleri vardır.Bu hikmetlerin en önemlilerinden biri, vahiy'le Resullere indirilen hükümlerin hayata hakim olmasının uzun süre almasıdır. Yani Allah Resulü'nden hemen sonra insanlar vahiy'den yani Allah'ın hükümlerinden yüz çevirdiklerinde kuracakları devletin esasları hangi kaynağa göre oluşacaktır.

26 Ağustos 2021 Perşembe

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (4.YAZI) Adem'in yaratılış gerekçesinde onun yeryüzünde "halife" olduğu bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir.(Bakara- 30; Enam-165 )Şia ve Ehl-i Sünnet'in din ve devlet adamları, siyasi hakimiyetin millete ait bir hak olmasından hiçbir zaman hoşlanmadılar. Aslında Allah'a iman eden ülkelerde hakimiyetin kişi ve ailelerden daha çok halka ait olması siyaset konusundaki birçok sorunu çözebilecek niteliktedir. İşte bütün bu gerçeklerden dolayı, iman edenlerin özgürlükçü ruha dayalı bir siyasi yapılanmaya geçmeleri, Şia ve Ehl-i Sünnet zihninin hatalarını devam ettirmemeleri gerekmektedir. Yüce Allah, özgür olma ya da hürriyeti sonuna kadar kullanma imkanını fert fert her insana sunmuş ve insandan sosyal hakimiyetini tam olarak kullanmasını istemiştir.İman edenler, bulundukları durumdan hoşnut değillerse, kendi yönlerini değiştirmek zorundadırlar. Allah'ın toplumlar için değişmez kanunu bu yönde tecelli ediyor. (Râd-11; 11 Enfal-53) Siyasi ve toplumsal olayların kötü sonuçları ile ümmetin karşılaşacak olması bile, siyasal hakimiyetin millete ait bir hak olduğunu kesin olarak ortaya koyar. Toplum hüküm ve hakimiyetini şura ve istişare dışında hiç kimseye devredemez. Eğer toplum hüküm ve hakimiyetini meclis ve şura yerine kral ve padişah gibilerine devrederse, bunun acı sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır. Kur'an, toplumsal ve siyasal ilişkilerin, ümmetin davranışlarının sonucuna göre şekilleneceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla siyasi ve ictimai konudaki sıkıntılarımız Allah'ın kitabından değil, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayışından kaynaklanmaktadır.Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet geleneği, devleti yönetenlerin arzu ve istekleri doğrultusunda oluşturulmuş, din adamları da hukuk ve adaletin yanında değil, idarecilerin tarafında yer almışlardır.Kur'an'ın manası bozulmuş, sistem dağıtılmış, kavramların yeri değiştirilmiş, vahyin içindeki düzen bozulmuş, dedikodularla yeni bir din inşa edilmiştir.Bu yeni dinin hadis ve ictihadlarıyla yöneticiler kutsanmış israf ve yolsuzlukları her zaman örtbas edilmiştir. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından yaşatılmaya çalıştırılan atalar dininin hakimiyet konusundaki yanlış uygulamalarının düzeltilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.İnsan iradesinin Allah'a ait olduğu yolundaki inanç, hem dinin sömürülmesine, hem de müminlerin ahlâken çökmesine sebep olmaktadır. İman edenler, idarecilerin kendi vekilleri olduğunu, onların Allah'ın vekili olamayacaklarını kavramak zorundadırlar.Çok ilginç, iman edenleri hayat sahnesinden silen zihniyet her zaman kurtarıcı olarak gösterilmiştir.Kesin olarak bir şey söylemek gerekirse, bu ümmetin sorunu, Kur'an'ın ortaya koyduğu hanif İslam dini değildir. Sorun: Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani din adamlarının oluşturduğu mezhepler dinidir. (En'am-159; Rum-30,31,32)Kur'an, vahyi tebliğ eden elçilerin dahi Allah'ın vekili olmadıklarını ve olamayacaklarını açıkça ortaya koymuşken, diğer insanların Allah'ın vekili olabileceklerini ve Allah adına hüküm verebileceklerini yani O'nun adına hareket edebileceklerini söylemek her şeyden önce vahye aykırı düşmektedir. Hiçbir beşer'in -Nebi'ler dahil- Allah adına hüküm koyma ve Allah adına insanları idare etmeye hakkı bulunmamaktadır. Nebiler bile yüce Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi Resül sifatıyla sadece beyan "tebliğ" görevini yerine getirirler.Yani Nebi ve Resüllerin, fetö misali, devlet kurma ve Allah adına insanların üzerinde hakimiyet kurma iddiaları yoktur. Kur'an'da bulunan "...Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ..." (Mâide-48)(Sana da şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ınindirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma..."(Mâide-49)Ve benzeri âyetler, Allah tarafından indirilen vahiy haricinde kaynak oluşturulmayacağı yani helal ve haram, din ve hüküm ile ilgili inmişlerdir.Allah'ın Resulleri vahyin üzerine, yanına, yöresine kendilerinden bir kelime bile ekleyemezler.(Hakka- 44; İsra- 72, 73, 74; Yunus-15)Dolayısıyla Nebiler dahil hiçbir beşer'in yüce Allah adına konuşmaması ve O'nun adına hüküm koymaması için vahiy koruma altında nazil olmuştur. Kur'an'ı yegane kaynak olarak görmeyen toplumun özgürlükçü bir anlayışa sahip olması mümkün değildir. Maalesef Allah'a iman ettiğini iddia eden toplumun, hem dini, hem siyasi anlayışı Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarına ve uygulamalarına dayanmaktadır. İslam ülkelerinde bulunan siyasi kaos, kargaşa ve krizlerin en önemli sebebi budur. Bu geleneksel mezhebi anlayış yok olmadığı sürece, iman edenlerin demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmaları mümkün değildir. Öyle görülüyor ki devlet, siyaset ve din adamlarımız özgürlükçü yapının gelişmesi için mevcut parçalayıcı mezhepsel zihniyetin değiştirilmesinin önemini henüz anlayamamışlardır.

24 Ağustos 2021 Salı

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (61.YAZI) Sayın Ali hocam!Yazınız çok ispatlı.Şeriatı bu kadar delilli ve ispatlı anlatmışsınız ki, şeriatın ne olduğunu ne olmadıgını çok açık ifade etmişsiniz. Elinize yüreğinize sağlık. Şeriat bundan daha detaylı anlatılmazdı. "Ben müslümanım deyip de şeriat istemiyorum" diyenler hangi şeriatı isteyip istemediğinin bilincine sahip olsunlar isterim.İnsanlar şeriatın hangi anlama geldiğinden haberleri yoktur. Bu yazınızı okuyup da şeriatın ne olup olmadığını anlamalarını çok istiyorum.Rabbim ilminizi arttırsın. Saygılarımla"(Feyzullah Selcuk- "Hangi Şeriat" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Allah razı olsun hocam!Bu konuşmayı duymayanlara da duyurmuş oldunuz. Yani hizmette sınır yok maşallah. Mehmet Çelik hocamdan da Allah razı olsun inşaallah.Onu muhabbetle yad ediyorum"(Gürkan Kaçaran- "Siz İslam'ın Yüz Karasısınız" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------------"15 dakka önce bu yazıyı yazdım, tevafuk olmuş. Düşünün ki, alim- ulema, Kur'an'dan yüce Allah'ın uluhiyetini biliyor. Sünnetullâhı biliyor.Yüce Allahın emir ve yasaklarına harfiyen uyduğunu iddia ediyor. Bütün bunlardan sonra günahsız olduğuna inandığı kişi için "şeyh, evliya, gavs-ı azam, kutbu-l aktap, mevlana, bediüzaman" diyecek kadar da cehalet sergiliyor. Bir mümin, yüce Allahın zatı için, "Ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü" cümlesini söyleyebilir mi? Bu insanlar yukarıdaki cümlenin ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar gaflet içinde iseler. Bu alimlik- ulemalık ya da hangi makamda kendilerini görüyor iseler, bu makam ve sıfatları hak ettiklerine dâir Allah'tan gelen bir delilleri ve bürhanları var mı? Bu makam ve sıfatları onlara veren otorite kimdir? Ve insanlar burdaki şirk unsurlarını göremeyecek kadar nasıl cahil bırakılmışlar?Bu nasıl bir din algısıdır ki, bütün tarikat ve cemaat önderleri aynı zihniyetle bu makamları almışlar ve bu öğreti yani şirk üzere bir din yaşıyorlar ve milyonlarca insanı da peşlerinden sürüklüyorlar. İbn-i Arabi’nin “Arif için din yoktur” Celaleddin-i Rumi'nin “Ne olursan ol yine gel”Hacı Bektaş'ın “Ne ararsan kendinde ara”Hallac-ı Mansur’un “Ene’l Hakk” Yunus Emre'nin ''Bir ben vardır, benden içeru''Niyazi Mısrinin ''Derdim bana derman imiş"'Ve buna benzer bir çok şirk sözleri var olan mutasavvıflar! "Aslında o bu sözünde şunu demeye çalışıyor" deyip, manevra yapıp konuyu şirkten kurtardığını düşünen zihniyetler! Zan haktan hiç bir şey içermez. Zanni düşünceler insanı helaka götürür demek çokmu zor. "Kimya hatun ve şems hikayesi" "Celaleddin-i Rumi'nin eşek ve hizmetçi kadın hikayeleri" Ve İslam ahlakına aykırı bir sürü hikayeleri bunlar mecaz deyip masum göstermek nasıl bir hayasızlık ve vicdansızlıktır?Nasıl bir garabet, nasıl bir gaflettir ki, kendilerini "Allah" yerine koyan bu insanlar, hâlâ itibar görüp, hala bu inanç ve öğretilerle tarikat ve cemaat olmaya devam edebiliyorlar. Bunların sapkınlıklarına Kur'an ve ilimle dur diycek bir Allah'ın kulu yokmu. Bir kurum, bir otorite, bir akıl, bir İbrahim yokmu? Var değil mi, var tabi ki. Yüce Allah'ın mübin kitabı. Ama onu anlamak isteyenlere de sapık denen bir islam toplumu içinde yaşamak, nasıl bir ızdırap ve acı olduğunu kime anlatabiliriz? Hiç imseye. Çünkü insanlar din hususunda ölüler gibi yaşıyorlar. Âyette denildiği üzere. "Sen ölülere işittiremezsin" (Rum-52) sözünün muhatabı olmuşlar. "Onların gözü var görmezler, kulakları var işitmezler, hiç düşünmezler, hiç akletmezler. Ne kadar da az düşünürler"(Âraf-179; Furkan- 44)gibi ayetler kimlere söyleniyor? Müşriklere mi, kafirlere mi, ateistlere mi?Yoksa Afrika’da güneşe, aya, ateşe tapanlara mı söylüyor âlemlerin Rabbi. Bu kadar uyuşturulmuş bir toplum olabilir mi? Yazık, çok yazık!Hemde Resülüllâhın kemikleri sızlamaz mı? "...Benim bu kavmim Kur'an'ı terketti"(Furkan-30) derken ne demek istedi acaba. Bu kadar inanç ve bilgi kirliliği, hadis, sünnet adı altında beşeri kaynaklara göre din yaşamak nasıl bir akıl tutulmasıdır? Ey Rabbim! Sen ne büyüksün ki, geçmişte helak edilen kavimlerden bile berbat haldeyken bu insanlığa merhamet ediyorsun! Sana binlerce kez hamd olsun. Benim bu ümmetten umudum yok. Bir toplum ancak bu kadar kendi kitabına, kendi dinine uzak bir hayat yaşar. Namaz, oruç ve hac içine sıkışmış bir din olabilir mi? Bu nasıl bir itikat, nasıl bir iman iddiasıdır? Ey Rabbim! Müslüman olduğunu iddia eden topluma aklını kullanmayı hakkı bulmayı ve doğru yola girmeyi nasip et. Duadan başka yapacak birşey kalmadı bu topluma" (Yusuf Han Türk- "Siz İslam'ın Yüz Karasısınız" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Hocam, can hocam!Dillerin de sahibi ebediyen senden Razı olsun inşallah.Size çok teşekkür ediyorum. Demem o ki, "yüdhilü men yeşaaü fii rahmetihi" âyeti vallâhi bende tecelli ediyor, elhamdülillah. Yıllardır hiç içime oturmuyordu.Lakin ne yapacağımı bilemiyordum malesef.Hamdolsun niyetim halisti ve samimiydim. Yüce Rabbim iki yıl önce sizinle yollarımızı kesiştirdi ve Kur'an merkezli yürümeye çalışıyorum.Nasıl mı?Mihengim Kur'an. Dil, din, sosyoloji...Her konuda Kur'an arz ediyorum.Uyarsa devam.Uymazsa red ediyorum. Mevzu beni aşarsa mutmain olmak için sizi arıyorum"Selam saygı ve dua ile"(Ismail Kilic- "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------" Ali Aydın hocam!Yine isabetli bir yazı olmuş.Elinize, yüreğinize sağlık hocam.Eğer bir kişi hadislerin de vahiy olduğunu kabul edip, onlara iman ediyorsa, o iman ettiği hadisleri de namazda okuması gerekir. Aaksi taktirde kendisi de onlardan emin değildir.Doğru tektir, oda Rabbimizin koruması altındaki sorumlu olduğumuz tek hidayet rehberi yüce kitabımızdır.Tarihten ancak ders alınır, iyi ve güzel sözden de faydalanılır.Sorun bu sözlerin Allahın kitabının önüne geçirilmesi onlara Kur'an gibi iman edilmesidir.(Meral Ince Celik-"Kur'an'a İhanet Tarihi"adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------------"Değerli hocam!Çok teşekkür ederim, Allah razı olsun. Arif hocama da selamlar.Tarif ettiğiniz şirk ehlini yakın tanıyorum. Vahiy ehli çoğaldıkça kinleriartıyor.Biz inanıyoruz, aynı zamanda güveniyoruz. Rabbimize onlar inandıklarını zannediyorlar. (Ibrahim Serin "Hangi Şeriat? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------"Güzel bir şablon ortaya koymuşsun Ali abi.İslam aleminin bütün ayrılıklarını, hiçbir şüpheye yol açmayacak şekilde birleştirebilecek bir şablon oluşturmak mümkün mü? Kur'an'a iman edenler için, bu kesinlikle mümkün.Ki bu Kur'an'ın iddası(karanlıklardan aydınlığa çıkarır)(İbrahim-1)(Yasin Tokat" "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum) ----------------------------------------------"Aydın hocam!Tarihi bir döküman gibi bir yazı olmuş. Kalemine sağlık. Şeytanla mücadelenin çok zor olduğu gibi, müritleşmiş bir toplumla da mücadele etmek çok zor. Sevgiler" (Ender Ansan "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (3.YAZI)Nebi(a.s) dan sonra siyasi düşüncede meydana gelen iki ayrı ucu teşkil eden Sünni ve Şii din adamları "hüküm" konusunda aynı inancı paylaşmaktadır. Yani Sünnilere göre yüce Allah siyasi hakimiyetini iman eden toplum vasıtasıyla daha doğrusu devleti idare eden "Kral, halife ve padişah" vasıtasıyla, Şiilere göre ise "masum imamlar" vasıtasıyla gerçekleştirmektedir. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları "hüküm" ve "hakimiyet" âyetleriyle aslında atalar dininin sorgulandığını akıl edemediler. Yani hanif İslam'a vurdukları darbeler düşmanlık, kin ve nefretten değil, Kur'an'a karşı olan cehaletten kaynaklnmıştır. Bununda en önemli üç sebebi mevcuttur. 1-)"Nebi ile Resul'ün" arasında bulunan onlarca farktan haberleri olmamaları yani Nebi ve Resülün hangi anlama geldiğini çözememeleri, Muhammed (a.s) gerçek konumunu bilmemeleri. 2-) Vahyin bağlam ve bütünlüğüne karşı kayıtsız kalmaları yani vahyi parçalayıp çok sınırlı âyetlerde zihinlerinin kitli kalması. 3-) Kur'an'ın kavramlarına karşı ilgisiz kalmaları.Bir düşünün, beşeri kaynak olan hadisler için binlerce kavram geliştirirken, Kur'an'ın en basit kavramlarını anlamaktan uzak kalmışlardır. Mesela:Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarına göre "Resul'e itaat etmek" rivayetleri benimseyip din olarak almak anlamına gelmektedir.Dolayısıyla bütün mesele Kur'an'a karşı olan cehalette gelip düğümleniyor. Şii din adamlarına göre toplumun kendisine özgü bir anlayışı ve gerçekliği yani siyasal bir hakimiyet-i bulunmamaktadır. Çünkü toplum Kur'an'ı tam olarak anlamaktan mahrumdur. Şii din adamlarına göre, Kur'an'ı tam olarak anlama ve hayata aktarma sadece "Allah tarafından masum kılınmış on iki imam" tarafından gerçekleştirilir.Şia âlimleri, "Temiz olmayanlar ona dokunamaz" (Vakıa-79) âyetini "on iki imamdan başka gerçek olarak kimse Kur'an'ı anlayamaz" olarak okumuşlardır.Onlara göre Ahzap süresi 33. âyetiyle Allah, Ehl-i Beyti her türlü günahtan korumuştur. On iki imamın otoritesini temin eden şey onların Allah tarafından tayin edilen hakları ve bütün hatalardan masum olmalarıdır.Şia'ya göre zamanın imamını tanımayanlar gerçek Müslüman olmazlar.Diğer taraftan Sünni anlayışa göre ise Allah'ın vekili ve gölgesi padişahlar ve devlet adamlarıdır.Yani her ikisinde de Allah'a ait olduğunu inandıkları siyasal egemenlik O'nun vekilleri tarafından kullanılmaktadır."Haricilik mezhebi, isim olarak sevilmemesine rağmen, hüküm ve hakimiyet olayında Şia ve Ehl-i Sünnet'in anlayışına damgasını vurmuştur. Yani Şia ve Ehli Sünnet'te, siyasi ve devlet yönetiminde genelde harici anlayış hakim olmuştur.Bugün de hüküm âyetlerinin Hârici yorumu, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayışına hakimdir. Sadece hakimiyet meselesi değil, Kur'an'da geçen pek çok kavramın içeriği Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları tarafından yanlış yorumlanmış ve bu yanlışlıklar hâlâ devam etmektedir. Halbuki hüküm ve hakimiyetle ilgili âyetlerin devletin yönetimi ile yani siyasetle ilgili olmadığı, göklerde ve yerde mutlak güç sahibinin Allah olduğu âyetlerde vurgulandığı görülmektedir. Mutlak gücün Allah'a ait olduğu konusunda Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bir ihtilaf söz konusu değildir.Esas ihtilaf, yüce Allah'ın, devlete ve insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olan siyasi egemenliği verip vermediği konusundadır. Kur'an'a göre siyasi hakimiyetin insana ait olduğu açıkça ortaya konmaktadır.Devlet ve toplum idaresinde Allah'ın emri, topluma ait işlerin toplumsal idare yani Şura tarafından bir düzene sokulmasıdır.(Âli İmran-159; Şura-38)

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (2.YAZI)Şiilik ve Sünniliğin oluşmasında referans çerçevesi olan "tedvin devri" yani hadislerin toplanıp kitaplaştırılması siyasi, dini ve ilmi sahalarda kırılmaların gerçekleştiği bir dönemdir.Bu dönemde Allah'ın indirdiği vahiy, akıl ve ilim, iftira ve hurafelerin enkazı altında kalmıştır. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesi, Kur'an'da var olan kavramlarıın değiştirilmesi, islam dininin kaynağı konusunda büyük bir çelişkiye düşülmüş ve dinin kaynakları çoğaltılarak kavram kargaşası ile iman edenlerin zihni inanç krizine sürüklenerek allak bullak edilmiştir.Yani hadislerin her alanda hayata hakim kılınması neticesinde hanif İslam dini Emevi ırkçılığının kurbanı olmuştur. Allah'ın kitabı Arapların şirk dinine büyük bir darbe vurmuş, fakat Emevi ırkçılığını değiştirememiştir. Çünkü medeniyetin oluşması ve zihin değişikliği için uzun bir zamanın geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sadece Kur'an'dan hareket ederek yeniden hanif bir inanç ve sağlam bir zihin inşa edilmesi bir zorunluluk halini almıştır.Aslında iman edenleri, din düşmanlarının İslam'a verdiği zarar değil, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin kendi dinlerine verdikleri zarar ilgilendirmektedir. Her din ve inanç, düşmanlarının acımasız saldırılarından değil, en çok bağlılarının cehalet ve bağnazlığından zarar görmektedir. İman edenlerin huzur ve mutluluk ekseninde gelişmesi, ancak dini anlayışın Kur'an'a ve akla göre dizayn edilmesi, hayatlarını yaşadıkları çağın gereklerine göre ayarlanması ile mümkün olabilir.Tarihsel süreçte geleneksel mezhebi inanç ve anlayışlar hanif İslam'a dönüşmedikçe, gelişmeye değil, çürümeye ve yok oluşa şahit olacağız. Kur'an'ın herhangi bir âyetinden çıkardığımız doğru bilgi, o âyetin uygulanmasından çok daha önemlidir. Çünkü inanç ve ameller sağlam bilgi yani Kur'an'a göre inşa edilmeleri şarttır.Sağlam ve sahih bilgi üzerine inşa edilmeyen inanç ve fiiller insanlara ızdırap ve acıdan başka bir şey kazandırmazlar. Ayrıca doğru ve erdemli bilgi, asırları ve coğrafyaları aşar, uygulama ve yaşama ise tarihsel ve bölgesel kalmaya mahkum olan sınırlı bir hayattır. Dolayısıyla insanların sahip oldukları kaynaklar sağlam ve sahih bilgiye dayanmak zorundadır.Bilgi, çağları aşarak her zaman kendisine geniş bir manevra alanı bulur.On dört asırdan beri insanların başına musallat olan cehalet ve taklit, yalan ve iftiralar, kaos ve kargaşa, terör ve anarşi üreten bilgi bunun en büyük kanıtıdır. Evet Kur'an bilgisinin insanlara doğru olarak ulaştırılması onu yaşamaktan daha önemli bir görevdir. Allah Resulü İslam dininin ortağı değil, Kur'an'ın sözcüsü ve mübelliğidir. Yüce Allah'ın en önemli emri, Rahmân tarafından indirilen ve Resul'ün dilinde hayat bulan vahye tabi olmaktır. Nebi'nin hadislerinin! ve uygulamalarının! Kur'an'ın bazı âyetlerini "nesh ettiği" yolundaki inançları, İslam dininin temeline çirkin bir saldırı olarak değerlendirmek gerekir.Kur'an'ın yorumlanmasını Ehl-i Sünnet ve Şia'nın oluşturduğu zihin yapısının hakimiyetinden kurtarmak ve onu zaman ve zemine göre güncellemek gerekir. Bu görev, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlerin sorumluluğundadır.Muvahhid, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen, aklını kullanabilme cesaretine sahip olan özgür bireye denir.Muvahhid, "rüşde" ermiş, yüce Allah'a karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini, kendi aklı ve Kur'an bilgisi doğrultusunda bizzat kendisinin belirlediği kimsedir. Bu nedenle muvahhid, Allah'tan başka hiç kimsenin hakimiyetini kabul etmeyen kişidir."Hakimiyet" kelimesi, inanç ve zihniyetini hiçbir engele veya denetlemeye bağlı olmaksızın devam ettiren, hiç kimseye bağımlı olmayan" anlamına gelmektedir. Son vahyin indirilmesinden sonra hüküm ve hakimiyet tartışmasını ilk başlatanlar hariciler olmuştur.Muaviye'ye karşı Ali'nin tarafında savaşırken "hakem" olayı sebebiyle meşru halifenin yanından ayrılarak farklı bir grup oluşturan hariciler "Hüküm Allah'ındır, insanlar hakem tayin edemez" iddiasında bulunmuştur.Hariciler bu görüşlerini yanlış yorumladıkları âyetlere bağlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda "hüküm" ve "hakimiyet" denildiği zaman hanif İslam dininden başka din edinmemek anlamında kullanılmıştır.Yani "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını" ortaya koymak istenmiştir. Kur'an'ın "hakimiyet" kavramını kullanması siyasal anlamda yani devleti yönetme ve insanların üzerinde hüküm kurma anlamında değildir.Yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahiden başka bir kaynağın rehber olmaması, indirilen vahye beşeri inanç ve fikirlerin ortak yapılmaması, hak olana batılın karışmaması, din ile insanların aldatılmaması,vahyin eksik muhataplarına ulaştırılmaması, Allah kelâmının gizlenmeden beyan edilmesi, Kur'an'a karşı sınır ve engel konulmaması, Kur'an dışında beşerin helal-haram, farz, vacip, sünnet, mekruh, mubah gibi kavramların dayatılmaması ile ilgilidir. Kur'an'ın indiği coğrafyada özellikle Mekke'de nasıl bir evliya ve ilâhlar hegemonyasının olduğunu unutmayalım.Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün "hüküm" kavramları siyasal anlamda değil, vahyin din olarak tek kaynak kabul edilmesi ile alakalı kullanılmıştır.Bunun en büyük delili "hüküm" kavramının geçtiği âyetlerde devlet adamlarının değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarının muhatap alınmasıdır.Haricilerin, halifeye karşı isyanlarını meşru göstermek için ileri sürdükleri ve Kur'an'daki hüküm âyetlerine dayandırdıkları "Hakimiyet Allah'ındır" ya da "hüküm vermek Allah'a mahsustur" görüşü iman edenlerin siyasi düşüncesini derinden etkilemiş ve harici mezhebine karşı olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bile bu yanlış inancı benimsemişlerdir.Halbuki Kur'an'da var olan "hüküm ancak Allah'a aittir" ifadesi atalardan intikal eden inanç ve kaidelere iman eden din adamları hedef alınarak söylenmiştir.( Yusuf- 40; Maide- 44, 45,47, 48, 49, 50)Mekke ve Medine'de kurulmuş bir hukuk ve adalet sistemi ve mahkeme binası bulunmuyordu.Mekke ve Medine'de evliya ve ilahların dini yani şirk'in inanç ve hakimiyeti ile Yahudi ve Hristiyanların hurafe ve uydurmaları hayata hakimdi.Yani "Hüküm Allah'ındır" sözü, "Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir dini kaynak hüküm ortaya koyamaz, vahiy haricinde hiçbir kaynaktan hüküm çıkarılamaz" demektir. Dolayısıyla "hüküm Ancak Allah'a aittir" sözünü işittiğimiz zaman aklımıza devlet ve siyaset değil, hadisler, mezhepler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar, içtihatlar gelecektir.Yoksa belli başlı ilkeler ve emirler dışında Allah, idarecilere ve hukukçulara siyasal anlamda çok geniş bir yer ayırmıştır.Yüce Allah siyasal anlamda değil, tevhid ve güzel ahlakta hakimiyet istiyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Yüce Allah'ın siyasal anlamda değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istediğini görüyoruz.Yani Kur'an'da var olan "inil hükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" (Yusuf-40) ile "ve kâtiluhum hatté lé tekûne fitnetun ve yuküneddinu küllühü lilléhi" "din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal-39) gibi âyetler, Allah'a karşı gelen ona iman etmeyen dinsizler bağlamında değil, Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeyen müşrikler hakkında inmişlerdir. Mekke ve Medine'de Allah'a karşı gelen dinsizler yoktu.Tam aksine Allah'a iman eden ve uydurma dinlerine son derece bağlı olan Yahudi, Hristiyan ve Mekke müşrikleri vardı. Dolayısıyla Kur'an'ın 23 yıllık hayatında hedef alınanlar, dinsizler ve imansızlar değil, dinlerinden taviz vermeyen müşriklerdi. Yüce Allah siyasal (yönetim- idareyi ele geçirme) anlamında değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istiyor.Yani din ve hüküm (sosyal hayat -ahlak -ibadet) olarak indirdiği vahiy'den başka kaynak olmayacaktır. Dolayısıyla Kur'an'ın hedefinde Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik vardır. Kur'an'a göre esas kafir, zalim, müşrik ve fâsık bunlardır.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin Allah'ın hakimiyeti!!! adına savaşmaları cehalet ve yalandan ibarettir.Esasında Kur'an'ın savaşı bunların din ve imanlarına karşıdır. (En'am-153, 155, 159; Âraf; 3, Rum-30,31,32)

23 Ağustos 2021 Pazartesi

KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (1.YAZI)Din ve hüküm olarak yalnız indirilen vahye tâbi olunmayınca, tek ve Kahhar olan Allah'a iman edilmiş olmuyor.İman tam ve mükemmel olmayınca İhlas (dini Allah'a özel kılma) yani hanif İslam olmuş olmuyor. Dolayısıyla bir insan hem Yahudi hem Müslüman, hem Hristiyan hem Müslüman, hem Şii hem Müslüman, hem Sünni hem Müslüman olamaz. Bir insan ya sadece Allah'ın kitabına teslim olacak veya Allah'a iman eden bir müşrik olacaktır.(Yusuf-106)Çünkü bu inançların kaynakları birbirinden çok farklıdır.Bu din ve inançlar birbirinden o kadar farklı ki, sadece biri ilâhi, orijinal ve organik diğerleri beşeri, batıl ve sanaldırlar. Tam ve mükemmel olarak Allah'a iman etmek için sadece indirilen vahiy dinine tabi olmak şarttır. Allah'ın kim olduğunu ve kendisine nasıl iman edileceğini tam olarak son indirilen vahiy haricinde hiçbir kaynak ortaya koyamaz.Dolayısıyla doğru ve sahih olarak Allah'a iman etmek için tek hidayet kaynağına ulaşmaktan başka bir yol bulunmamaktadır. Kur'an, Ehl-i kitabın âlimlerini tek bir gerçeğe davet eder.(Ey Resül!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim; ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanız! deyiniz"(Âli İmran-64) Biz vahiy ehl-i muvahhidler de Şia ve Ehli Sünnet âlimlerini aynı gerçeğe davet ediyor ve onlara bir soru soruyoruz."Dünya hayatında sizi cehennemin mutfağına mahkum edip acı çektiren bir din ve inanç, niye cennete götürsün? Kur'an'a gerçek olarak iman edenler mukallit bir zihin ve inanç yapısına değil, mukemmel bir inanç, güzel bir ahlak ve fikir üreten zihin yapısına sahip olurlar. İşte bundan dolayı, ilk önce Kur'an'ın temel değer yargılarını ortaya koymak çok önemli bir görevdir. Bu temel değerlerdeki barış bize yepyeni bir bakış açısı kazandıracaktır.İnanç konularında uzlaşma sağlanırsa, ayrıntılardaki ihtilaflar problem teşkil etmeyecektir.Atalar'dan intikal eden geleneksel din Kur'an'ın gölgesinde sorgulanmaya tabi tutulduğunda bütün kaos ve ihtilafların, anarşi ve terörün rivayet ve içtihatlardan kaynaklandığı görülecektir. Kur'an'a tamamen aykırı olan bu rivayet ve ictihadları inanç dünyalarından uzaklaştırdığında islam milleti yepyeni bir başlangıç yapacaktır. Kur'an'a sığınma olmadan veya Kur'an konusundaki cehaleti yok etmeden mezhebi geleneği sorgulamaya da değiştirmeye de imkan ve ihtimal yoktur."Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun ( vahiy) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)Milletin başına musallat olan kahrolası cehaletin tek sebebi Kur'an'ın bilinmezliğine gelip dayanıyor.Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının zihinleri Kur'an cehaletinden kaynaklanan hurafelerle kuşatılmış durumdadır.Özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an'ın ilim ve ahlakı olmadan iman sahibi olmanın benimsenmesi insanların aklını tefekkürsüz bırakmıştır.Halbuki Kur'an'ın ilim ve hikmetini öncelemek Resul (a.s) a ve müminlere verilen en önemli emirler arasında yar almaktadır.(Bakara-120, 231) Değişim ve dönüşümün temelinde Kur'an'ın ahlak ve ilmi olmak zorundadır.Din alanındaki taklit ve cehaleti ön planda tutan mezhep inancını değiştirmeden mevcut sorunlardan kurtulmanın imkanı yoktur.Cemalettin Afgani ile başlayan ilmi hareketin başarıya ulaşamamasının nedeni iman edenlerin geri kalmalarının sebebini kendi dinlerinde değil, dışarıda aramaları yani atalarından intikal dini sorguya tâbi tutmamaları olmuştur. Aynı hataya düşmemek için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamak, vahyin kavramlarını çözmek, Kur'an'ın gerçek yerini tespit etmek, Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet ve mezheplerinden kurtulmakla mümkün olacaktır.Çünkü din alanındaki ihtilaflarını çözmek zorunda olan Şia ve Ehli Sünnet aklın ironisi, Kur'an cahili atalarını sorgulayacak yerde (Bakara-170,171) uydurulan bu çağdışı vahşi geleneği hala çözüm olarak görmesi, problemlerin sebeplerini sorgulama ihtiyacı duymamasıdır. Dolayısıyla çatışma, kaos, kargaşa, ihtilaf, terör istiyorsak geçmişe, uzlaşma, barış, huzur, mutluluk, merhamet, medeniyet, adalet ve güzel ahlak istiyorsak ileriye bakmamız gerekir.Zira geçmişe takılıp kalanlar sadece acı ve ızdırap çekerler.Geçmiş uyulmak ve tapınmak için değil sadece ders çıkarmak ve ibret almak içindir.Şia ve Ehli Sünnet geleneğinde bulunan itikadi ve ameli mezhepler siyasi ve sosyolojik bir olgudur.Yani din ve davalarının Kur'an'da var olan hanif islam dini ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadırMüminlerin tek ortak değeri Kur'an'ın gösterdiği hanif dindir. Dolayısıyla gerçek mümin, Kur'an'ın dışında kalan bütün dini kaynaklara bozulma ve yozlaşma olarak bakmak zorundadır. İslam dininin sahibi yüce Allah'tır.İman edenler dini Allah'a özel kılmak zorundadır.Çünkü islam dini elçilere indirilen vahiy'den ibarettir.Yani Kur'an'dan bağımsız olarak Nebi (a.s) adına uydurulan rivayet ve mezheplerin iman edenler açısından ortak değer olma imkanı bulunmamaktadır. Beşeri rivayet ve yorumlar, mezhep ve fırkalar din sayılmazlar.Çünkü beşeri rivayet ve içtihatlar, tarihsel ve yöresel oldukları için, zaman ve mekana göre değişkenlik arzederler. Her ümmetin yaşam ilkeleri, geleneğin yani atalar dininden değil, vahiy'de var olan haktan çıkartılması gerekir.Muvahhidlerin görevi, milletin içinde bulunduğu ve hiç kimsenin memnun olmadığı Kur'an dışı vaziyeti doğru tespit ederek toplumu bu hale getiren süreci Kur'an'ın ışığında sorgulamalarıdır.Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarının insanlara yol gösterme özelliği bulunmamaktadır. Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet ve içtihatlarına mahkum olmak bir çeşit ruhban sınıfı ortaya çıkarmıştır. Halbuki Kur'an ilim ve ahlakında ruhban sınıfı yoktur. İşin esası ise her müslüman millet yaşadığı zaman ve zemine göre kendi çözümünü kendisi bulmak zorundadır. Bu nedenle günümüzde artık İslam'ın hayata aktarılma biçimi Şiilik ve Sünnilik tasallutundan kurtarılması gerekir. Müslümanların Kuran'dan yana hiçbir sorunlar yoktur. Allah Resulü'nün vefatından hemen sonra iman edenler önce siyasi, sonra dini ve daha sonra da ilmi alanda son derece yanlış bir yola sürüklenmişlerdir.Allah Resulü'nün arkadaşları arasında siyaset ve taht kaygısından kaynaklanan savaşları algılamakta zorlanan zihinler, geçmişi yani sahabe ve tabiin dönemini kutsallaştırarak, menfaatten kaynaklanan bu iç savaşların faturasını müşriklerin inançları arasında bulunan keder inancına yani Allah'ın takdir hakkına havale etmişlerdir.Emevi Ehl-i Sünnet dininin âlimleri, Siyaset ve taht kavgasına dayalı çatışmaların takdir-i ilahi olduğunu imanın esaslarına ekleyerek, sözde ideal nesilleri (ashab-tabiin-tebe'i tâbiin) sorgulama alanının dışına çıkarmıştır. Emevi ve Abbasi yönetimleri ilim adamlarının bu tasarrufundan çok memnun olmuş bu konuda yapılan rivayet ve içtihatlara büyük maddi destekle karşılık vermişlerdir.Özellikle dini ve siyasi meşruiyet sıkıntısı çeken Emevi saltanatı, hicri yüzüncü yıllarda Allah Resulü referanslı uydurma hadis piyasası oluşturmuştur. Emevi saltanatının hadis uydurmacılığı, Arapların din üzerindeki etkinliğini kaybetmelerine karşı geliştirilen ve satılık ilim adamları tarafından desteklenen planlı ve programlı bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. Hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ile iman edenlerin Allah'ın kitabına yani saf İslam'dan uzaklaşma süreci başlamıştır. Allah Resulü döneminde dinin tek kaynağı Kur'an iken, hadislerin toplanmasından sonra Kur'an devre dışı bırakılmıştır. İlk önce Kur'an'ın karşısına hadis adı altında sünnet çıkarılmış, daha sonra hadislerin ayetleri "nesh" edeceğine yani hükümsüz bırakacağına ilişkin inançlar ortalığı kaplamıştır. Allah Resulü'ne indirilen vahiy koruma altına alınmasına ve milletin hafızasında yer almasına karşılık, "vahy-i gayr-i metlüv" yolu açılarak hanif dinin tek kaynağı olan Kur'an'ın hükmü yok edilmiştir.VAHY-İ GAYR-İ METLÜV:Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerine yani âlimlerine göre Allah tarafından Resul (a.s) a indirilen fakat namazda okunmayan vahiy (hadisler) demektir. Dolayısıyla bu "vahy-i gayr-i metlüv" yalanı ile yepyeni bir din ortaya çıkarılmıştır. Hanif İslam dini ile beşer tarafından uydurulan ataların şirk dininin birbiriyle çatışması kaçınılmaz olmuştur.Vahiy ehl-i muvahhidlerin milletin ümmilerini suçlamalarına gerek yoktur.Şuurlu müminler, mezheplerin şirk dini ile yüzeysel değil, derin ve köklü bir hesaplaşmayı göze almaları gerekmektedir.

22 Ağustos 2021 Pazar

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (60. YAZI) "Ali Hocam!Her zamanki gibi, Müslümanların en temel sorunlardan birini daha çok güzel anlatmışsınız.Yüreğinize sağlık. Şahsen benim feyz aldığım bu paylaşımlarınızı tanıdıklarımla tartışmak ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunduğunda referans olarak yararlanıyorum.Ali Hocam!Belli oluyor ki, eksikliğimden olsa gerek, maalesef bir arpa boyu yol alamıyorum. Bu durum beni umutsuzluğa itiyor. Bin yılı aşkın bir süreden beri mühürlenmiş bu beyinleri sizlerin, çok yerinde tespitleriniz bile sorgulamaya yetmiyorsa, benim gibilerin çaresizliğine ne demeli bilemedim. Sağlıklı günler dilerim" (Hayri Sipahi "Ehli Sünnet Dininin Doğduğu Zemin" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------"Hocam!Kendinize çok iyi bakın.Bakın ki, bizler doğruları ögrenelim. Bilmeden Muaviye'ye hizmet etmeyelim.Doğru bildiğimiz yanlışlarla yaşamayalım.Size ve tüm Kur'an öğrencilerine selam olsun! (Fahriye Cihan- "Ehli Sünnet Dininin Doğduğu Zemin" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali hocam!Yüce Allah'ım, bilgini, ilmini, sıhhat ve afiyetle ömrünü uzatsın ve bizleri de Kur'an'ı anlayan ve anladıgı gibi yaşamayı nasip etsin.Selam olsun sizin gibi vahyi anlatanlara!Hocam! Size Ezher mezunu bir vaizin yazısını gönderiyorum" (Tahsin Yörükoğlu- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------------"Böyle kapsamlı ve anlaşılır birçalışmayı yaptığınız için sizitebrik ediyorum.Allah sizden razı olsun inşaallah. Bu gün benim için özel bir gün. Yazdığınız bu doğrular benim doğum günümün hediyesi.Âlemi İslam'ın kurtuluşuna vesile olmasını Rabbim'den dilerim. Selam olsun vahye uyanlara (Ibrahim Serin- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Allah razı olsun Hocam!Bu güzel açıklamalarınız sayesinde din sandığım birçok hurafeden uzaklaştım.Şükürler olsun. Selam ve sevgiler👋" (Eyup Acıktepe- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------------"Kardeşim!Allah razı olsun.Böylesine açık ve net bir yazı.Rabbim bizlere tam idrak ederek amel etme şuuru versin.Lütfen hizmete devam edin" (Mevlüt Özcan- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Ah hocam!İçimiz kan ağlıyor.Bugün Afganistan'da yaşananlar ortada.Taliban sözde tevhid bayrağını direklere çekiyor.İslam'ı temsil ediyor.Ama biz biliyoruz ki, bunların zerre kadar İslam'la alakaları yok. Fakat dış dünyaya böyle yansımıyor. İnsanlar canı pahasına, öleceğini bile bile uçağın kanadına binerek resmen intihar ediyor. Bu insanlar can havliyle neden kaçıyor? Peki İslam bu kadar ürkütücü ve dehşet verici bir din mi ? Tabi ki değil, fakat algı dış dünyada böyle cereyan ediyor. İslam'a bundan daha büyük nasıl kötülük yapılabilir ve nasıl iftira edilebilir. Hocam! Bu nasıl bir oyundur, nasıl bir cehalettir, nasıl bir vahşettir, nasıl bir ahmaklıktır, nasıl bir zehirlenmedir? İşte bir çok yazınızda vurguladığınız gerçeklerin canlı delili Afganistan'da şuan yaşanıyor malesef(Muammer Aydın- "Tarih Tekerrürden İbarettir" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Ali hocam!Yüce Allah sizlerden razı olsun. Toplumun büyük çoğunluğu Kur'an cahili, yani ben kendimi öyle hissediyorum. Ana sınıfında çocuk gibi, her gün birşeyler öğreniyorum" Selamlar" (Mustafa Şencan- "Allah Siyasal Anlamda Hakimiyet İstemiyor" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Allah razı olsun inşallah!Harika anlatmışsınız.Ağzına sağlık, ömrünüze bereket versin. Yüce Allah, Afganistan'dan dolayı ortaya çıkan kafa karışıklığını gidersin.Çok teşekkürler, saygılar, sevgiler sunuyorum" (Halil Erkan- "Hangi Şeriat" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Allah razı olsun!Âyetlerle gerçekler birleşince inancım mutmain oluyor.Ali Hocam! Allah ebeden razı olsun. senin anlatımın çok muhteşem.🌿🤲🌿(Mücahit Güleç! "Hangi Şeriat? " adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Ülkelerine Şeriatı getirelim diyenler, Kur'an'ın şeriatı yerine, kendi kurguladıklari siyasal dinin şeriatıni insanlara reva görüyor ve bunu da "İslam" kılıfı altında piyasaya sürüyorlar. Öncelikle bu zihniyetten kurtulmadıkça, laiklik uygulaması gerçek müslümanların sığındığı bir sistem olmaya devam edecektir"(Burhan Karakoç- "Hangi Şeriat? adlı yazıya yaptığı yorum)

HANGİ ŞERİAT? (2.YAZI) Yüce Allah tarafından gönderilen tüm Resüllerin görevi vahyi tebliğ etmekten başka bir şey değildir. (Nahl-35)Yani Resüllerin siyasal anlamda devlet kurma, kanun yapma ve insanları yönetme gibi bir görev ve amaçları yoktur. Vahyin biricik amacı İslam dinini yani tevhid sistemini ve güzel ahlakı tabana yaymaktır, tepeden darbe yapmak değildir. Zaten Kur'an'da var olan hüküm-hakem kavramlarının tümü "vahiy'den başka bir kaynak olmadığı" ile ilgilidirYani hüküm kavramlarının muhatapları devlet adamları değil, din adamlarıdır. Siyasal dincilerin yani Şii ve Sünni din ve devlet adamlarının ümmi halka dayattıkları "şeriat'ın" Allah'ın indinde zerre kadar değeri olmayan uydurma bir şeriattır. Dolayısıyla mezheplerin şeriatı: Kur'an cahili vahşilerin hanif İslam dininin adını kullanarak kurdukları karanlık bir şeriattır. Yani iman eden ümmi halkı Allah adına kendi kurdukları şeytani ideolojilerine taptıran anonim şirket şeriatıdır. Onların şeriatı: İslam dinine paralel olarak Allah Resülü (a.s) ın pak dilini yalanlarına âlet ederek fosillerin hadislerle kurdukları çürümüş, zehir saçan bir şeriattır.Onların şeriatı: "İnsanın özgür iradesini engelleyen, aklı öldüren, tefekkürü reddeden, hanif dine karşı savaş açan şeytanların ve tağutların kapkaranlık şeriatıdır.Onların şeriatı: Zulmün, taklidin, vahşetin, cehaletin, hakka batılın karıştırıldığı acımasız bir şeriattır. Onların şeriatı: Allah Resülü (a.s) ın Kur'an'dan uzaklaştırıldığı, akıl ve mantığın kabul edilmediği, kadınların hak ve hürriyetlerinin yok sayıldığı, muvahhidlerin Kur'an sapkını olarak ilan edildiği, ümmi insanların cehenneme doldurulduğu lanetlik bir şeriattır. Onların şeriatı: Zorluk ve zorbalık üzerine kurulu sadece münafık üretme merkezi olan sapkınların şeriatıdır. Onların şeriatı: Ümmi halkın emeği ve alın teriyle, şeytanların semirtildiği azgınların şeriatıdır. Onların şeriatı: Şirk'e ve hurafelere karşı gelen muvahhide Ferhundeyi acımasızca katleden, her türlü rezalete, uyuşturucu ve kadın ticaretine kılıf olan, Allah gibi helal ve haram koyan, insanları kendilerine kulluk ettiren iblislerin şeriatıdır. Onların şeriatı: Düğun salonlarına, pazaryerlerine, taziye çadırlarına hatta Kur'an kurslarına canlı bomba koyan katliamcı bir şeriattır. Onların şeriatı: "Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm, Buhari çökerse İslam çöker, bir konu hakkında 500 âyet de getirseler atalarımızdan onay almamışsa ona bid'at hükmü vermekte tereddüt etmeyiz, birde Kur'an sapkınlığı diye bir sapkınlık çıktı, evlilikte yaş haddi yoktur" diyen şarlatanların şeriatıdır. Onların şeriatı: Kur'an'ın yok sayıldığı, akıl ve mantığın kabul edilmediği, göklerde ve yerde bulunan âyetlerin es geçildiği, bilim ve sanat düşmanı yobaz bir şeriattır. Onların şeriatı: Ümmeti fırka ve mezheplere bölerek onların güç ve kuvvetini dağıtan, milletin birlik ve beraberliğini bozan fitne fesat bir şeriattır. Yüce Allah'ın şeriatına, yani hidayetine, yani ihlasa, yani indirilen vahye, yani hanif İslam dinine gelecek olursak. Özgür iradeleriyle insanların yüreğinde yer etmiş, rahmet ve mağfiret, adalet ve güzel ahlak, tevhid ve ihlas, hoşgörü ve sabır, temiz bir hayat, hayırlı bir ölüm, cehennemden kurtuluş ve cennete giriş olan bereketli bir şeriattır. Allah'ın şeriatı: Kula kul olmaktan engelleyen, el etek öpmekten koruyan, insanı bencilliğe değil, salih amellere yönelten, kafirler karşısında onurlu bir duruş bahşeden şerefli bir şeriattır. (Ey Nebi!) Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir.(En'am- 106)"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara tâbi olmayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. Sorumluluk bilincine sahip olasınız diye Allah size bunları vasiyet ediyor" (Enam- 153)"İşte bu Kur'an, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna tâbi olun ve sorumluluk bilincine sahip olun ki size merhamet edilsin"(En'am- 155)"... O (Allah) rahmet etmeyi kendi zatına yazdı (gerekli kıldı)..."(En'am- 12)"...Rabbiniz (olan Allah) rahmet etmeyi kendi nefsine yazdı (gerekli kıldı)..."( En'am- 54)"... Allah sadece hakkı söyler ve yalnız o hidayete ulaştır" (Ahzab-4)"Hidayeti göstermek yalnız bize aittir" (Leyl- 12)Konu ile ilgili Arif Kılıç hocanın güzel bir yorumu. "Şeriata Dair!Şeriat, (baskıyla dahi olsa) İslam'ı seçtiklerini deklare eden toplumların "mitolojilerini ve kültürlerini" günlük hayata şırınga ederek oluşturdukları kırmızı çizgiler veya mayınlı sahadır.. Bu sahanın "geçmiş kültür olarak" değişmez aktörü 15 asır önceki Mekke örfüdür.. Dolayısıyla, (hemen hemen her zaman) yöresel kültürlerle çatışır.. Bir adım daha atarak şunu söyleyebilirim: Tarihte ve günümüzde yani realitede, şeriattan bahseden "yöneticilerin" toplumu tekdüze haline dönüştürmek için Allah'ı kalkan olarak kullanmaya kalkıştıkları apaçık görülmektedir.. Sokaklarda "Şeriat isteriz" çığırtkanlığı yapanlar ise topluma uymayan veya umduğunu bulamayan/ itilmiş ve sevgiye susamış/ mutsuz kesimdir.. Velhasılı, her "Allah" diyene de/ her "şeriat" diye avaz avaz bağırana da aldanmayın. Bunlar, istismarcıların önde gidenidir..Kimse, Allah'ın vekili değildir. Bunların hepsi uydurma dinin bezirganlarıdır!Benim anladığım veya kesin hüküm olarak gördüğüm şeriat ise -işi ehline vermek, -adaletli davranmak ve -hayırda yarışmaktır.. Selam ve muhabbetle

21 Ağustos 2021 Cumartesi

SUUDİ ARABİSTAN'IN VE TALİBAN'IN DİN ANLAYIŞI ? Suudi Arabistan'a görevli olarak gittiğimde ilim!! adamlarıyla günlerce yapmış olduğumuz sohbetlerdeSuudilerin din anlayışlarına yakından şahit oldum.Suud ailesinin ve ilim adamlarının kitapları Kur'an, dinleri Allah tarafından  Elçilere  indirilen İslam değildir.Kesinlikle Abartmıyorum, Suudi Arabistan, aynen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi kurumu olanDiyanet İşleri Başkanlığı gibi, Kur'an, sadece sevap amaçlı okunduğu, onu  anlama ve hayata aktarma gibi bir dertlerinin olmadığını aynel yakin gördüm.Suudi Arabistan Kralı ve ilim!! adamları da aynen Osmanlı Devleti ilim!! adamlarında olduğu gibi  muteber olan Allah'ın dini değil, Ehli Sünnet dininin hurafeleri ve uydurmalarıdır.Suudilerin sözde  ilim adamlarının zihinlerine  hakim olan Allah'ın kitabı değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace gibi hadis kaynaklarıdır. Başta Buhari olmak üzere hadis kitaplarına çok büyük bir değer verirler.Hadisleri Kur'an'ın tefsiri olarak,   Allah Resulü'nün dilinden çıkmış vahiy gibi telakki ederler.Hadislerden bağımsız olarak yalnız Kur'andan konuştuğunuzda sizi mezhep düşmanı bir sapık olarak görürler. Suudi Arabistan Kralı ve ilim adamları aynen  bizim Diyanet İşleri Başkanlığı gibi 1300 sene öncesindeki atalarının şirk dinine çakılıp kalmışlardır.Suudi Arabistan, Kur'an ahlak ve hikmetinin 1300 sene gerisinde ilkel ve karanlık bir cehalete yenik düşmüştür.Yahudi ve Hıristiyanlar, Suudi Arabistan'ın yaşadığı dini  hayattan daha kaliteli bir hayat  standartına sahiptirler.Suud ailesini ve ilim adamlarını müslüman olarak görmek Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı bir iftira ve hakaret olarak kabul edilmelidir.Suudi Arabistan'da Kur'an ahlakı olmadığı gibi, müspet ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama dahi mevcut değildir.Suudi kralları o derece akılsız ve mantıksız, Kur'an ve muvahhid düşmanı olmuşlar ki, İslam düşmanlarıyla her konuda içli dışlı oldukları halde, sol elle kahve içmeyecek kadar sünneti seniyyeye!! bağlıdırlar.Kadim Mekke müşriklerinin inançları günümüz Suudi Arabistan'ın ilim adamlarının din anlayışından daha kalitelidir.Kur'an'ın özgürlük standartına sahip olan bir muvahhid Kur'an'ın nazil olduğu bugünkü Mekke'de bir ömür geçiremez.İşte insanların Afganistan'dan ölüm pahasına kaçmalarının esas sebebi budur. Taliban'ın, daiş'in, el Kâide'nin inancı ve kuracakları "şeriat" da insanın iradesini mahkum eden zalim bir şeriattır. Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Ey iman edenler! Müminleri bir kenara bırakıp da kafirleri dost edinmeyin, (böyle bir günahı irtikap ederek) Allah'a aleyhinizde apaçık bir delil mi  vermek istiyorsunuz"(Nisa- 144)Yani dünya hayatında ve ahirette Allah'ın lânetine uğramanızın en büyük sebeplerden biri de bu korkunç günahtır.ŞU MUHTEŞEM AYETE DİKKAT!"EY iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir..."(Mumtehine- 1)

19 Ağustos 2021 Perşembe

KUR'AN'I ANLAMAK İÇİN ARAPÇA GEREKLİ MİDİR? Arap olmayanların Müslüman olabilmeleri için veya Kur'an'ı öğrenmeleri için öncelikle Arap yazısını kullanmaları gerektiği yalanın bin yıl önce olduğu gibi, maalesef bugünde fanatik ve cahil savunucuları vardır.Bu uydurma dinin tarihçileri bile şunu söylüyorlar. "1928 yazı devrimi ile kullanılmakta olan Kur'an alfabesi bir gece içinde değiştirilerek bu toplum cehaletin karanlığına itildi""Müslümanları alfabesi değiştirildi, böylece Müslümanlar İslam'dan şiddetle uzaklaştırıldı, İslam alfabesi yasak olduğu halde, Müslüman Türk halkı İslam'dan ayrılmadı" Halbuki 1928 yazı devrimi'yle toplumsal iletişim aracı olmaktan çıkartılan yazı, bu cahillerin iddia ettiği gibi "Kur'an alfabesi, Müslüman alfabesi, İslam yazısı" değil, "Osmanlı yazısıdır"Dolayısıyla 1928 yazı devrimi ile kullanımdan kaldırılan "Osmanlı yazısı"nı ümmi halka "Kur'an yazısı, Müslüman yazısı, İslam yazısı" gibi yaldızlı nitemelerle sunmak yalandan öteye hiçbir değer taşımaz. "Kur'an Arapça olarak indirilmiştir"(Yusuf- 2) Kur'an, Mekke, Medine ve çevresinde konuşulan Arapların dili ile indirilmiştir. Yani Kur'an Müşrik Arapların Allah'ın elçisi Muhammed (a.s) ın risaletinden önce kullandıkları bir yazıyla nazil olmuştur. Bu yazıyla Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an yazılabildiği gibi, Kur'an'ın anlamını yok eden, onu kaybeden, delillerini karartan uydurma ve iftira ictihadlar da Arapça olarak yazılmıştır. Kur'an'a, Allah Resulü'ne, hanif İslam'a ve tevhid dinine en büyük hakaret olan hadisler de Arapça olarak yazılmışlardır.Hemde bu ihaneti yapan kişiler Arapçayı çok iyi bilen ve Allah Resülün'e en yakın bir çağda yaşayanlardı. Kur'an'ın ortaya koyduğu din ile hadislerin uydurma dini arasında gece ile gündüz, aydınlıkla karanlık, gölge ile sıcak, doğu ile batı kadar fark vardır.Yani biri aydınlık, hanif din İslam olurken, diğeri karanlık şirk ve küfür oluyor. Dolayısıyla Arapça ile Kur'an yazılabildiği gibi nice yüz kızartıcı sövgüler de yazılabilir. Biraz akıllı ve mantıklı olun.Yazının dini yoktur, yazı bir gelenek, bir kültür, bir medeniyet ve bir mirastır.Mesela: Arapça olarak "Allah'tan başka ilah yoktur" tevhid cümlesi yazılabileceği gibi, "Allah üçtür, Meryem oğlu Mesih Allah'tır" cümlesi de yazılabilir. Allah Resulü döneminde şirk koşan Mekke'liler ve Necran Hristiyanları Araptı.Ve bunlar Arapça olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne reddiyeler yazarak, Kur'an'ın indiği Arapça'yla ona karşı gelerek her türlü küfür ve hakareti yaptılar. Öyleyse sanki Arapça yazısı Kur'an'a ve Müslümanlara özgü bir dilmiş gibi, "Kur'an, İslam, Müslüman alfabesi" adlarını ümmilere lanse etmek cahilce bir harekettir. Arapça dilinin üzerinde bu kadar durmak, ona gerektiğinden fazla değer vermek, "Arapça yazısının kutsallığı, Arapça cennet dilidir" meselesi Emevi ırkçılığından başka bir şey değildir. Bugün yeryüzünde Kur'an'dan en uzak olan toplum, Arapça yazan ve Arapça okuyan Arap toplumu ve Arapçayı çok iyi bilen medrese mollalarıdır. Dünyada bulunan tüm halklardan sonra ancak Arap milleti Kur'an'ı anlamaya başlayacaklardır. Kur'an'ı anlama dil ile ilgili bir şey değil, aklı kullanma ve tefekkür ile ilgili bir olaydır.Mesela: Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaat ve tarikatların kutsal kitabı Kur'an değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Malik bin Enes'in Muvatta'sı, Ahmet Bin Hanbel'in Sünen'i gibi uydurma ve iftira hadis kitapları hayata hakimdir. Mekke'de, Mescid-i Haram'ın beş yüz metre yakınında gençler arasında meydana gelen bir kavgaya şahit oldum, birbirlerine öyle küfürler ediyorlardı ki, yaptıkları sövgüler, kullandıkları ağır cümleler dünyada başka hiçbir dilde bulunmaz.Dolayısıyla Emevi ırkçılığını ev Ehl-i Sünnet dinini bırakın da Kur'an'a, evrensel ahlaka ve tevhid akidesine gelin, işte o zaman doğru yolu bulursunuz. Emevi ırkçılığında ve uydurma Ehli Sünnet dininde hiç bir hayır ve fazilet yoktur. Madem Osmanlı "Kur'an alfabesini, İslam yazısını" kullanıyor idiyse neden Kur'an'dan hiçbir şey anlamamış, hiçbir ders çıkarmamış, hiçbir ibret almamıştır. Neden Arapça eğitim veren medrese mollaları ve tarikat şeyhleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamıyorlar. Kur'an Arapça inmiş olmasına rağmen ona en sert tepkiyi Arapça konuşan Mekke müşrikleri vermiştir ve hâlen o tepk kesintisiz devam etmektedir. Allah Resulü'nün vefatından kısa süre sonra Kur'an'ı en iyi anlaması gereken Araplar, neden binlerce hadis uydurarak Kur'an'dan yüz çevirmişlerdir? Edebiyat ve belağat olarak bazı diller diğerlerinden daha geniş ve evrensel olabilir.Fakat dini açıdan hiç bir dilin başka bir dile üstünlüğü yoktur. Hiçbir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü olmadığı gibi. "O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"(Rum-22)Arapçanın diğer dillerden farklı olarak Allah'ın indinde zerre kadar bir değeri yoktur. Siz Arapçayı bir kenara bırakın, bakın ben size daha ağırını ve doğrusunu söyliyeyim. Dini Allah'a özel kılmadan yani dinde tek kitabınız Kur'an olmadan, yani bu yalan hadis ve mezheplerinizle beraber, imanınızın da, mabedlerinizin de, hac ve umrelerinizin de dularınızın da yüce Allah indinde zerre kadar bir değeri yoktur.

SİZ İSLAM'IN YÜZ KARASISINIZ"Uydurma dinin yani mezhepler dininin yani evliya ve ilahların şirk dininin yani fosillerin ictihadlarına tapmanın ne kadar korkunç olduğunu, birde Prof.Dr. Mehmet Çelik'in söyledikleri üzerinden düşünmek gerekir. Ülke TV de Turgay Güler'in "sıradışı tarih" programına katılan Mehmet Çelik, bu uydurma din hakkında çizdiği olağanüstü manzara aynen şöyledir. "Tarih boyunca, biz millet olarak da, bunun (islam dininin) bin yıl bayraktarlığını yapmışız, Allah'ın kelamını, emirlerini, yasaklarını ve bu barış dinini kâinatta her yere ulaştırmak ve her insana ulaştırmak.Bu nasıl ulaştırmak ya, ya sizin bu halinizden ancak nefret edilir kardeşim, nefret edilir.Ne Müslümanlığı?Neden bahsediyorsunuz?Yani günde beş sefer spor yaparak, takla atarak Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz?Senede bir ay aç durarak (oruç tutarak) Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz? Siz islam'ın yüz karasısınız, yüz karası. Siz insanlığın yüz karasısınız.Batı kötü, batı hain, batı şöyle, batı böyle de, sen ne haltsın sen ?Sen insan değilsin.Senin insanlık sınıfında yerin yok senin.Ve sen islam'ın üzerinde bir yüksün. Keşke putperest olaydın, keşke ateist olaydın, keşke şintoist olaydın, hatta keşke hayvan olaydın. Sen insan olmayaydın.Kim üretti kardeşim?Bu algıyı kim üretiyor?Batı üretmiyor.Boşu boşuna hedef saptırır da kendi içimizi rahatlatmayalım. Dokuz ay on gün anne karnında, anne rahminde yetişen bir çocuk, çıkıyor o.Siz onun sağ kulağına ezan okuyorsunuz, sol kulağına kamet okuyorsunuz.İsmini bir müslüman ismi koyuyorsunuz.Bilmem dişi çıktığında hedik (kaynamış buğday) yapıp dağıtıyorsunuz. Bilmem doğduğunda akika kurbanları yapıyorsunuz.Bilmem törenlerle sünnet ediyorsunuz. Siz bu masum bebekten bir canavar yaratıyorsunuz sonunda. Bir katil yaratıyorsunuz sonunda. Başında sarığı var bunların, yüzlerinde sakalı var, ellerinde kalaşnikofları var, ağızlarında cihad âyetleri var.Siz Allah'a iftira ediyorsunuz. Allah'ın kitabını ve dinini ters çevirdiniz. Neyin bahsini yapıyorsunuz?Esad orada öldürmüş, vay vay vay, Esad böyle zalim. Sadece bir iktidarı devirdiğiniz zaman iş bitiyor mu?Bakın bütün İslam dünyasında kan var.Bütün İslam dünyasında gözyaşı var. Amerika gelmiş burayı işgal etmiş, zemin hazırlama. Amerika böyle kötü, siz temiz misiniz?Siz temiz misiniz?Yani Mısır'daki NUSRA'dan tut da, bilmem Suriye'deki IŞİD'den tut da, Afganistan'daki TALİBAN'dan tut da. Ben sizinle aynı camide olmak istemiyorum.Ben sizinle o inandığınız Allah'a secde etmek istemiyorum. O elinizdeki kitap sizin, Allah'ın gönderdiği Kur'an olamaz.Sonra anlamıyor, algılayamıyorsunuz bile.Ve şu düştüğünüz duruma bakın ya! Neden böyle?Hanginiz Kur'an'a göre yaşıyorsunuz?Hani o meşhur hikayedir. İncil'de anlatılan bir hikayedir.Bir kadın zina suçu işliyor, recmedilecek.İnsanlar toplanıyor, âdeta büyük bir kin ve öfke ile toplanıyorlar. Hahamlar da orada. İsa orada onlara diyor ki:İlk taşı günahsız olan atsın diyor içinizden.Hepsi birbirlerine bakıyorlar. Kimsenin eli gitmiyor ilk taşı atmaya.Önce insan olarak kendi kendimizi sorgulayalım.Yalan söylemeyen, iftira atmayan, dedikodu yapmayan, tarikat şeyhinden tut, sokaktaki çocuğa kadar.Herkesin günlük hayatında olan bir şey.Bence bu dinden vazgeçin. Bu dinin yakasından düşün kardeşim!

18 Ağustos 2021 Çarşamba

ŞERİAT" AMA HANGİ ŞERİAT?"Şeriat" kelimesi "ş-r-a" kökünden gelmekte olup türevleri ile birlikte Kur'an'ı Mübin'de dört yerde geçmektedir.Sözlükte ise"su yolu, herhangi bir su kaynağından su içmek ve almak için gidilen yol, büyük ve geniş cadde, suyun kaynağı" anlamlarına gelmektedir.Istılahta yani din dilinde ise, "Allah tarafından indirilen tevhid dini, hak din yolu, aydınlık ve ışık" gibi manalara gelmektedir. Milletler için itikadi ve ameli hükümler, emir ve yasaklar anlamına gelen "şeriat" bütün ilahi vahiy'lerde elçiler aracılığıyla gönderilen emir ve kuralların ortak adıdır.Şeriat, zannedildiği gibi, siyasal anlamda hukukla ilgili bir kavram değildir. Şeriat, Kur'an'ın tümüdür. "Sonra da seni din konusunda bir "şeriat" sahibi kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma"(Casiye-18)Şeriat kelimesi, cemaat ve tarikatların en çok konuştukları, istismar ettikleri, tartışma konusu yaptıkları ve çeşitli spekülasyonlara sebep olan önemli bir kavramdır. Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi yüce Allah'ın, elçisi Muhammed (a.s) a emirlerinden birisi de kendisine indirilen vahyin yani şeriatın üzerinde sabırla durmasını ve ondan ayrı bir yola sapmamasıdır.O halde şeriat Allah tarafından elçilere indirilen yolun yani dinin bir diğer adıdır."Sana da, daha önceki kitab-ı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitab-ı gönderdik.Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..."(Mâide-48) Ben müslümanım diyen şuurlu ve aklı başında hiç kimsenin yüce Allah tarafından indirilen emirlere dolayısıyla şeriata karşı gelmesi düşünülemez. Hiç bir mü'min ve hanif Müslüman, Allah'ın eşsiz iradesine ve sonsuz hikmetine karşı gelmez. Fakat Allah elçilerinden sonra, din adamları tarafından her zaman şeriat yani hanif din dejenere olmuş,indirilen vahiy bozulmuş, hak dine batıl karışmış ve ilahi emirlerin bazıları metin bazıları da mana yönünden tahrif edildikleri de bir gerçektir. "Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak yoktur..." (Yusuf- 40; Şura-10) Yani son vahye baktığımız zaman "dinin Allah tarafından indirildiğini ve daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din, Allah tarafından tamamlandığını..."(Enam-115; Maide- 3)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini..." (Maide- 99; Râd- 40; Nahl- 35)"Nebi (a.s) ın sadece vahye tabi olduğunu..."( En'am- 106; Yunus- 15, 109 ; Ahkaf- 9)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahiy'le insanları uyardıklarını, (Enbiya-45; Kaf- 45; En'am-51; Araf- 62, 67, 68, 69) açık ve net olarak görüyoruz. Yani şeriat dediğimiz zaman aklımıza Allah'ın indirdiği vahiy ve hak dinden başka bir şey gelmemesi gerekir. Şu halde şeriat denildiğinde, Allah tarafından Resul misyonu ile Muhammed (as) a indirilen İslam dini kasdediliyorsa bunda bir sorun yoktur. Bu şeriat baştan sona kadar barış ve ilimdir, olduğu gibi hidayet ve rahmettir, hüküm ve hikmettir, akıl ve mantıktır, kurtuluş ve mutluluktur, cennet ve Allah'ın rızasıdır. Fakat "şeriat'"tan maksat Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud ve Nesai'nin uydurma ve yalan rivayetleri ile oluşturulan mezheplerin vahşi "şeriatı" ise orada biraz durun, bu "şeriat"a aklımız ve vicdanımız kapalıdır.Yani "şeriat'"tan maksat, Ahmed bin Hanbel'in, Malik Bin Enes'in, Muhammet bin İdris'in, Numan bin Sabit'in, Ebu Yusuf'un, İmam-ı Muhammed'in, İmam-ı Nevevi'nin, Evzai'nin iftira "şeriat"ı ise, peşkeş çekilecek bir aklımız ve zihnimiz mevcut değildir. İslam milletini aldatmaktan ve yalan söylemekten vazgeçin.Bu "şeriat"a ilmimiz ve irfanımız yol vermiyor.Sizin "şeriat" dediğiniz şeyi, yani Allah'ın indirdiği vahye karşı uydurulmuş rivayet ve iftiralarla, paralel, vahşi ve katliamcı "şeriat" nızı şuurumuz, kitabımız ve hikmetimiz reddediyor. Biz, Allah'ın indirmiş olduğu şeriat'tan başka bir "şeriat"ı kabul etmiyoruz.Kur'an ehli muvahhidler olarak mezheplerin karanlık "şeriat"ını reddediyoruz."Dinden döneni öldüren, zina edenleri recmeden, namaz kılmayanları tekfir edip ölüme mahkum eden, kertenkeleleri öldürmeyi sevap sayan, kara köpekler için ölüm fermanı çıkaran, insanların saçına ve sakalına karışan, kadın düşmanı olan, kargaları bile fasık olarak gören, ressamları cehennemin en alt tabakasına gönderen, sanat ve estetik düşmanı "şeriat'ı" şiddetle reddediyoruz.Biz, Kur'an ehli muvahhidler, tevhid ve güzel ahlakı, merhamet ve adaleti, akıl ve mantığı, tefekkür ve hürriyeti olmayan "şeriat"ın düşmanıyız. Siz hangi şeriattan söz ediyorsunuz?Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası İbrahim'in hanif ve saf şeriat'ından mı?Yoksa şirk ve zulüm olan Firavun ve Nemrud'un "şeriat"ından mı?Tağutların ve iblislerin uydurma şeriat'ı mı? Allah elçilerinin uymak zorunda oldukları ilâhi şeriat'mı? F Gülen, Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu,Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Alparslan Kuytul,Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil, Nurettin Yıldız, Diyanet İşleri Başkanlığı,Nihat Hatipoğlu, Cubbeli Ahmet, dâiş,tâliban, boko haram, Adıyaman şeyhinin "şeriat"ı ile bir hayat sürmektense, biz Kur'an ehli muvahhidlere ahiretin yolu daha sevimli geliyor.İŞTE SİZE EVRENSEL ŞERİAT İLKELERİ"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini(Ey Resul! ) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid-islam) dini müşriklere ağır gelir. Allah dilediğini kendisine Resul seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"( Şura-13)"Ey iman edenler! Allah'tan ona yaraşır bir şekilde sorumluluk bilincine sahip olun ve ancak kendisine (Kur'an'a) teslim olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın himayasine (Kur'an'a) sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, günüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi o kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"(Âli İmran-102,103,104,105) "Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da (yanında, yöresinde, berisinde) kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman şahit olun ki biz sadece Allah'a (Kur'an'a) teslim olanlardanız, deyiniz"( Âli İmran-64)"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten temiz) bir Müslüman idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran-67)Güncelleme açısından yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesinin yerine "Şii" "Hristiyan" kelimesinin yerine de "Sünni" kelimesini koyarak okumak gerekiyor. Yoksa Kur'an okumamızın bir anlamı olmaz.

17 Ağustos 2021 Salı

EHLİ SÜNNET DİNİNİN DOĞDUĞU ZEMİN:"Şeytan her insanı doğarken yaralar.Ancak Meryem oğlu İsa'yı yaralayamamış, yaralamak için gittiğinde onun sadece örtüsüne vurmuştur" (Buhari, Ahmet b. Hanbel)Yukarıdaki hadis, Ehli Sünnet dinince "En doğru hadis kitabı" kabul edilen Buharı ile Hanbeli mezhebinin imam-ı Ahmet Bin hanbel tarafından rivayet edilmiştir.  Ehli Sünnet âlimlerine göre hadisleri inkar eden kafir olur.Bu Kur'an'sızlara göre "En doğru hadis kitabı" ise Buhari'dir.  İşte Ehl-i Sünnet din kaynağının en doğru hadisi, işte Kur'an dışında başka hadis (söz) arayanların düştüğü cehennem çukuru. Şam vâlisi Muaviye, meşru hâlife Ali'ye isyan etmesi sonucunda Sıffin'de yapılan savaşta binlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Emevi saltanatı müddetince tam 90 sene Emevi hakimiyetinin minberlerinde Ali'ye lanet okutturulmuştur. Muaviye'nin oğlu Yezid'in gaddar ordusu Kerbela'da Allah Resulü'nün ailesini vahşice katletmiştir.Emevi ordusu Yezid'e biat etmeyen Abdullah Bin Hanzala ve taraftarlarını yok etmek için Medine'ye girerek üç gün boyunca şehri yağma edip (harre olayı) Allah Resulün'ün arkadaşlarının  hanımlarına,  kızlarına ve gelinlerine bile tecavüz etmiştir. Emevi köpeği olarak şöhret  bulan Haccac bin Yusuf,  Emevi sultasına biat etmeyen Abdullah b.Zübeyr'i  cezalandırmak için Mekke'ye girdiğinde Kabe'yi bile mancınığa  tutarak taş üstünde taş  bırakmamıştır. İşte islam tarihinde  ortaya çıkan dini tablonun, Ehli Sünnet akide  ve mezhebinin oluşumunda ilk basamağı teşkil eden Emevilerin ahlaki durumları. Ömer devrinden sonra İslam tarihinde Müslümanların günümüze kadar yaşadığı Müslümanlık bir  Emevi dinidir. Bu Emevi dinini en çok benimseyen ve zirveye çıkaran ise Osmanlı Devletidir.Emeviler döneminde uydurulan rivayet  ve içtihatlar en fanatik bir şekilde Osmanlı döneminde hayat bulmuştur. Bu yüzden ben diyorum ki Osmanlı ilim ve fikir hayatı hurafelerden ibarettir. Kur'an ve ilim adına Osmanlı Devleti'nin hanif dine zerre kadar bir hizmeti olmamıştır.Sadece Emevi dinine ve Arap milliyetçiliğine sıkı sıkıya bağlı olduğunu kanıtlamıştır.Yani anlayacağınız Omanlı Devleti iyi bir Emevi ulusalcısıydı.Emeviler bile uydurdukları bu ırkçı dini Osmanlı gibi yaşayamadılar. Osmanlı âlimleri  bize din ve fikir namına Emevi Devleti'nin uydurma Dinini ve Arap ırkının üstünlüğünü miras bırakmıştır.Sanki Emeviler bu uydurma dini Osmanlıların yaşaması için çıkarmışlardı.Abbasiler döneminde (bu dönemin uydurmaları de eklenerek) hadis kitaplarına dönüştü.Bu hadisler mezheplerin dinine temel oldu. Emevi ve Abbasi halifelerinin nezaretinde yığınla hadis külliyatları meydana getirildi.  Kuran'ın bir kenara itildiği, daha doğrusu bilinmediği, Allah Resulü'nün torunlarının katillerin hüküm sürdüğü, her türlü fitne, katliam ve sindirmenin zirvede olduğu bir zeminde oluşturulan hadislere asla güvenilmez. Çünkü Emevi beslemesi ehli sünnet din adamlarına göre binlerce insanın öldüğü Sıffin savaşı sadece "Muaviye'nin bir ictihad hatası" neticesinde olmuştur.  Onlara göre "bu hatalı ictihatta Ali iki Muaviye bir sevap almıştır"Bu Kur'ansız cahillere  göre binlerce insanın ölmesi bile sevap kazanmaya sebep olmuştur.

16 Ağustos 2021 Pazartesi

TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR. Nuh (a.s) ın kavmi, tek başına bir ümmet olan İbrahim (a.s) ın kavmi, Hud (a.s) ın kavmi Âd, Salih (a.s) ın kavmi Semud, Şuayb (a.s) ın kavmi Medyen ve Eyke ashabı, Musa (a. s)ın gönderildiği Firavun'un kavmi ve İsrailoğulları, Allah Resulü'nün Elçi olarak gönderildiği Mekke müşrikleri ve bütün zamanların müşrikleri Allah'ın altında, berisinde evliya ve ilahlara taparlardı. Günümüzde Ehl-i Sünnet ve Şia'ya baktığımızda, muhaddis ve müctehidlerinin uydurmalarına, cemaat liderlerinin yalanlarına, tarikat şeyhlerinin şirkine olan bağlılıkları Allah'ın kitabının çok üzerinde olduğu için, eski müşrikler gibi Allah'ın yanında, ötesinde, altında, yöresinde ve berisinde değil, Allah'ın da üzerinde bir yüceliğe yükselterek onlara kulluk yapmaktadırlar.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, Allah'ın kitabına çekinerek, korku içinde, şüphe ile yaklaşırken, alimlerinin hurafe rivayetlerini, iftira ictihatlarını ve uydurma eserlerini hiç düşünmeden ve sorgulamaya tâbi tutmadan, kayıtsız şartsız kabul etmektedirler. Demek ki, kadim kavimler şirkte Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri kadar fanatik değillerdi. Kadim ümmetlerin şirkleri çok sınırlıydı, belli şahıs ve belirli bir nesneye tapıyorlardı.Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, bin üç yüz yıldan beri tapmadıkları hiç bir şey kalmadı. Şia, eski İran inanç ve hurafelerini saf, hanif, arı duru, tertemiz, tevhid dini olan İslam'a taşıyarak, İslam'ın akıl ve hikmetine aykırı yeni bir din ve akıl almaz bir inanç geliştirdi. Şia, imamet ve mehdiyet inancıyla İslam'ın temeline dinamiti yerleştirip darmadağın etti. Gerçekten de dünyada hanif İslam dinine ve tevhid sistemine kökten aykırı bir inanç ve din varsa, o inanç ve din Şiilik'tir.Ehl-i Sünnet dininin âlimlerine gelecek olursak, Ehli Sünnet âlimleri (ümmilerle bir işimiz yoktur ) ise, olağanüstü bir sisteme sahip olan Allah'ın kitabını terkederek Emevi-Abbasi Devletleri zamanında oluşturulan uydurma rivayetlerle, vahşi, ilkel, ırkçı bir din meydana getirdiler. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, oluşturdukları kaynaklarla Allah'tan ve onun kitabından bağımsız olarak, ilk önce halifelere, sonra sahabelere, daha sonra tahta ve devlete, daha sonra siyasete ve meliklere, daha sonra müctehidlere, liderlere, sonraları ise uydurdukları evliya ve ilahlara taptılar. Bir tek yüce Allah'a kulluk yapmayı başaramadılar.Yani din ve hüküm olarak her kaynağa razı oldular, sadece Kur'an'ı kabul edemediler.Yüce Allah'ın ezeli ve ebedi ilmiyle haber verdiği gibi, "Onlar Hahamlarını ve Rahiplerini (Din adamlarını ) Allah'ın yanında, altında, berisinde rabler edindiler..."(Tevbe-31) Azim ve Yüce olan Allah her zaman doğruyu söyler.

15 Ağustos 2021 Pazar

MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(5.YAZI)"VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ. "Nebi (a.s) eşlerinden Hafsa'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Nebi (a.s) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi. Eşi, Nebi (a.s) a bu sırrın ifşa edildiğini kimden öğrendiğini sordu. Nebi (a.s), bunun Allah tarafından haber verildiğini söyledi" Bu olay Kur'an'ı Mübin'de şu âyetle haber veriliyor."Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye haber verince, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi : Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim-3)Ehl-i Sünnet'e göre, yukarıdaki âyette geçen "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" ifadesi, söz konusu sırrın ifşa edildiğini Nebi (a.s) a yüce Allah tarafından haber verildiğini göstermektedir.Bu haber verme olayı Kur'an'ın hiç bir yerinde geçmez. Dolayısıyla bu âyet, Allah Resulü'nün Kur'an'da yer alan vahiy dışında Allah'tan başka vahiy aldığının da bir göstergesidir"Kur'an ehli muvahhidler her ne kadar"Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın ümmeti bağlamadığını, ümmetin sadece vahiy'den sorumlu bulunduğunu" delilleriyle ortaya koysalar da sıra mukallit mezhepçilere geldiğinde, hadislerin üzerine inşa ettikleri dinlerine alan açabilmek yani dinlerini halkın yanında meşru göstermek için bunun gibi deliller ileri sürüyorlar. Bu durum Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin hiç bir zaman Allah'ın kitabına itibar etmediğini açık olarak gösteriyor.Öncelikle Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin mezheplerinde "vahyi gayri metlüv" inancıyla ne kasdedildiğini anlamaya çalışalım."Allah Resulü'ne genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'an'da olmayan hususlarda ona haram ve helal koyma yetkisi de verilmiştir"(Hayrettin Karaman, "Kur'an'ın Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği değer, sünnetin Dindeki yeri, tartışmalı ilmi toplantılar dizisi, s, 68, Ensar yayınları)Ehli Sünnet ve Şia alimlerinin anlayışına göre dinde hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere iki çeşittir."Vahyi metlüv" "okunan vahiy" demektir. Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, Namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi metlüv" (okunan vahiy) namazda okunmadığı halde aynen Kur'an âyetleri gibi insanları bağlayıcı farzlar, hükümler, haramlar ve helaller bildiren hadislere de "vahyi gayri metlüv" "okunmayan vahiy" adı vermişlerdir.Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv" üzerine bina ettiklerini görürüz.Dini hayatlarını sözde Kur'an, özde "vahyi gayri metlüv" yani uydurma hadisler şekillendirmiştir.Mezhep âlimleri, Resul (as)'a Kur'an dışında hükümler verildiğine dâir Tahrim süresinin 3.âyetini delil olarak gösterirler. Oysa daha ilk bakışta bu âyetin "gayri metlüv" vahiy ile hiçbir alakasının olmadığını görmeleri gerekirdi. Çünkü âyette şöyle bir ifade geçiyor; "...O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."(Tahrim-3)Eğer bu âyette geçen olay, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin iddia ettiği gibi "gayri metluv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Allah Resulü'nün birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey midir?Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.Yüce Allah şöyle buyurur."Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et!Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez!"(Maide-67) Tahrim suresinde anlatılan olayda ise Nebi (as)'ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.Zaten bu olay bir aile meselesi yani özel bir durum olduğu ve aile içinde gizli kalması gerektiği için, âyette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır. Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" nasıl örnek olabilir? Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir. Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar. Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini âyetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer. Sonuç olarak:"Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu onun için açığa çıkarınca, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi.Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi" (Tahrim-3)Bu ayet ailevi ve özel bir meseleyi anlattığı için hep Nebi kavramı kullanılmıştır.Aslında bu âyette ümmeti ilgilendiren bir şey yoktur, fakat yüce Allah, vahiy ile nebilerin beşeri özelliklerini ortaya koyması gerekir ki, insanlar âlimlerini ve liderlerini yüceltmesinler.Aslında bu olayda kasdedilen haberi Nebi (a. s)'a yüce Allah haber vermemiştir.Nebi (a. s)'ın hanımları tarafından olay yayılınca Nebi (a.s) da başkalarından duymuştu.Fakat Nebi (a.s) yüksek ahlakı gereği kendisine dedikodu yapmayı yakıştırmadığı için bu duyma ve haber almayı yüce Allah'a izafe etmiştir.Kur'an'da bu güzel ahlaka işaret eden âyetler vardır. Mesela:"Her ne zaman Zekeriya Meryem'in yanına gidip onun yanında bol bol rızık gördüğünde "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorduğunda, Meryem, "Bu, Allah tarafındandır. Allah dilediğine sayısız rızık verir, derdi."(Âli İmran-37)Yani Meryem insanların kendisine hediye olarak getirmiş oldukları yiyecekleri, nimetlerin esas sahibi olan yüce Allah'a izafe etmiştir.Yoksa sürekli olarak Allah tarafından Meryem'e yiyecek gelmiyordu.Mesela:Nasıl ki çalışıp çabalayarak, emek sarfederek ekonomik bakımdan durumu yerinde olan birine, "Hayırdır, bu variyet nereden? diye sorulduğunda, nezaket ve güzel ahlak gereği, "Allah tarafından" demesi gerekiyorsa. Allah tarafından bu olay(Tahrim-3) ile alakalı Nebi'ye bir haber veya vahiy gelmiş değildir.Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia alimlerinin bu âyeti vahyi gayri metlüv İçin delil göstermeleri tam bir cehalettir.

13 Ağustos 2021 Cuma

MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(4.YAZI)Şia ve Ehli Sünnet alimleri uydurma dinin rivayetlerine yani hadislere alan açmak ve yol vermek için manasını değiştirdikleri âyetlerden bir tanesi de Nahl süresi 44. âyettir.Âyet şöyldir. "Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni" açıklaman için" ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik."Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yani müfessirleri ve muhaddisleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne kör,Kur'an'ın sistemine sağır,Kur'an'ın hikmetine dilsiz ve duygusuz bir şekilde onlarca âyete rağmen söz konusu âyette geçen "litubeyyine" (açıklaman için) kelimesini "tefsir etmen" olarak yorumlamışlardır.Yani Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimlerine göre kendisinden asırlar sonra onun adına yalan ve iftira edilen hadisler Kur'an'ın tefsiri sayılırlar.Peki gerçekte yukarıdaki âyette bulunan "litubeyyine" " açıklaman için" kelimesi, "tefsir etme" anlamına mı, yoksa "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, gizlemeden açıklama, onu okuma ve dile getirme" anlamına geliyor?Bu konu Kur'an'da çözülecek çok kolay bir konudur. Çünkü bununla ilgili onlarca âyet mevcuttur.Yani âyette geçen "litubeyyine" (açıklaman için) kelimesi "tefsir etme" anlamında değil, "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, onu okuma ve dile getirme" anlamında kullanılmıştır. Yani "vahyi olduğu gibi aktarma, gizlememe" anlamına geldiği çok açıktır. Nahl 44.âyetin vahyi gizlemeden aktarma, beyan etme anlamına geldiğini en güzel gösteren Âli İmran 187. âyetidir.Âyet şöyledir. "Allah, kendilerine kitap verilenlerden "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, "letubeyyinunnehu linnési" onu gizlemeyeceksiniz "velé tektümünehu" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu (emri- vahyi? kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur" "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" cümlesi, Nahl 44.âyette bulunan "litubeyyine" (açıklaman için) kelimesinin hangi anlama geldiğini gösteriyor. Kur'an'ın bir çok âyetinde vahyin Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından açıklanıp detaylandırıldığı ortaya konmuştur."... Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HERŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik."(Nahl-89)"Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır), iman eden millet için bir rahmet ve bir hidayettir."(Yusuf- 111)"Elif. Lam. Ra.(Bu sana indirilen) hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonrada detaylandırılmış bir kitaptır."(Hud- 1) "Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana daha doğrusunu ve daha açığını getirmiş olmayalım.(tefsiran)(Furkan-33)DolayısıylaElçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak, muhataba ulaştırmak ve vahiy ile ikaz etmektir. Elçilerin vahyi tefsir etmek gibi bir görevleri yoktur.Elçiler indirilen vahye bir şey ekleyip içinden bir şey çıkaramazlar.Onlar vahyi geldiği gibi aktarmak zorundadırlar.Ehli Sünnet ve Şia'nın Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ayet bırakmamışlardır.Hemde manası en açık olan, manası en basit ve kolay olan âyetlerin manasını bozmuşlardır.Hatta tek manası olan, başka bir manaya gelmesi mümkün olmayan âyetlerin mealini bozmuşlardır.Yani muteşabih değil, muhkem olan, tek anlamı bulunan âyetleri tahrif etmişlerdir.Bunu yapmalarının bir çok sebepleri vardır.İslam karşısında mağlup olduklarından dolayı düşmanlık diyebilirsiniz.Cehalet, akılsızlık ve mantıksızlık olarak adlandırabilirsiniz.Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olduklarını söyleyebilirsiniz.Ancak bunun en büyük sebebi uydurma hadis dinlerini meşru göstermek için bu korkunç cinayeti işlemişlerdir.Manasını tahrif ettikleri âyetlerden bir tanesi deşudur."...Resul (Elçi) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı çetindir."(Haşr-7)Şia ve Ehli Sünnet alimleri o derece cahiller ki,Resul (Elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı bilmediklerinden dolayı bu âyette geçen "Resul" kavramını es geçerek, bu meali apaçık olan âyete şöyle bir mana vermişlerdir."Peygamber"size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının..."Yani onların anlayışlarına göre uydurma rivayetlerle kendilerine intikal etmiş bütün hadisler, "peygambere" gelen vahiy mesabesinde Allah'ın kesin emirleri gibidir.Dolayısıyla onlara göre "peygamber heva ve hevesine göre konuşmayacağı, Kuran'ı tefsir etme görevi de olduğu için" artık Allah Resulü adına yalan ve iftira olan bütün rivayetlerle Kur'an'a paralel hatta ondan daha da önemli bir din oluşturmuşlardır.Halbuki yukarıda söz konusu edilen Haşr süresinin 7.âyetinin gerçek meali şöyledir."Resul (Elçi) (Allah tarafından kendisine indirileni size tebliğ ettiği için) o size ne verdiyse alın, size (Elçi sıfatıyla) neyi yasakladıysa ondan da sakının!" demektir.Yani âyetin manasını esas belirleyici unsur Allah'ı temsil makamında bulunan "Resul"kavramı oluyor.Resul (Elçi) kavramına "peygamber" kelimesi ile mana verilince Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi darmadağın oluyor.Dolayısıyla benim Kur'an ehli muvahhidlerden ricam Kur'an'ın manasını korkunç bir şekilde bozan, anlamını tahrif eden, anlaşılmasını son derece zorlaştıran en tehlikeli kelime olan "peygamber" kelimesini kullanmamalarıdır.İşte Şia ve Ehli Sünnetin sözde âlimleri "Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmediklerinden dolayı Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan bütün hadisleri ondan gelmiş ilâhi vahiy olarak kabul etmişlerdir.Cehaletin böylesi ancak tahsil ile elde edilir.Allah'a yemin ediyorum tahsil haricinde böyle bir cehalet elde edilmez.Onların tahsil ettikleri tek şey, Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan ilahların ve evliyanın batıl ve şirk dinidir.Resül insanlara sadece vahiy'le uyarır, vahyi verir, vahiy ile helal ve haram kılar. Yani belirleyici olan, aslında helal ve haram kılan sadece Allah'tır. Allah'ın helal ve haram kılması da ancak vahiy ile olur. Vahyin sözcüsü ve duyurucusu da Resül'dür.

MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(3.YAZI)Kur'an'ı önemsemeyen, onun anlaşılmasını engelleyen, onun yerine uydurulmuş dine tâbi olan mukallit mezhepçilerin, ikinci argümanları ve Kur'an'dan kaçış bahaneleri Necm suresi 3.ve 4. âyetleridir.Mukallit cahillerin ataları bu iki âyeti şu şekilde anlamışlar."Allah Resulü (aleyhisselam) ın hadisleri de birer vahiy'dir!!Çünkü o hevasından konuşmaz. Dolayısıyla ondan rivayet edilen bütün hadisler de Kur'an gibi Allah'tan gelmiş vahiy gibi kabul edilmeleri gerekiyor"Onları kabul etmeyen Resulüllâhı reddetmiş olacağından dolayı dinden çıkmış olur!!"CEVAP:Peki, Necm suresi 3.ve 4.âyetleri Kur'an'ın bağlamına göre hangi anlama geliyor.Daha önceki yazılarımızda Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının Kur'an'dan hiçbir şey anlamadıklarını yazmıştık.Hatta Şia ve Ehli Sünnet alimlerinin Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha bozuk bir din oluşturduklarını da sürekli olarak söylüyoruz. Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'da manasını bozmadıkları bir kavram bırakmadılarını da sürekli olarak tekrar ediyoruz.Şimdi Sünni ve Şii âlimlerin şu karanlık üstüne karanlık cehaletlerine bir göz atalım.Necm süresinin ilk âyetlerinde geçen, "O, kendi heva ve arzusuna göre nutuk atmaz (konuşmaz) onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir" mealindeki âyetler delil gösterilerek, Resul (a.s) dan asırlar sonra onun adına iftira edilen hadislerin de vahiy mahsulü olduğu iddia edilmiştir.Oysa bu âyetlerde "vahiy ürünü" olduğu bildirilen sözler, Nebi (a.s) den sonra onun adına iftira edilen sözleri (hadisleri) değil, Resul'ün okuduğu, onun dilinde hayat bulan yani Allah'tan gelen âyetlerdir.Yani onun Allah'tan getirdiği Kur'an âyetleridir, Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Bu kadar basit ve kolay anlaşılması gereken âyetler nasıl başka bir şekle sokulup çarpıtılır? Olay şudur: Mekke müşrikleri iftira ederek Nebi (a.s) ın, Resul olarak okuduğu sözlerin Allah'ın âyetleri (Allah'tan aldığı vahiy'ler) olmadığını ve bunları kendisinin uydurduğunu yani kendi (heva ve hevesi ile söylediğini) iddia ettiler.İşte Mekke müşriklerinin bu iddiaları ile alakalı bu âyetlere benzer bir çok âyet nazil olmuştur.Mesela:"Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar?De ki:Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"(Hud-13)"Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?De ki :Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir süre getirin"(Yunus-38)İşte müşriklerin bu iddialarına cevap olarak Necm suresinin ilgili on beş âyeti nazil olmuştur.Şimdi Şia ve ehli Sünnet âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını anladınız mı?Şiilik ve Sünnilik, insanın düşünmesini engelleyen, aklı dumura uğratan, statik, durağan iki batıl dindir. Akıllı bir mümin elinden geldiği kadar inancını, aklını, zihnini Ehli Sünnet ve Şia'nın karanlık dininden korumaya çalışır.Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin manasını bozdukları âyetlerden bir tanesi de şudur. Bu âyeti örnek göstererek hadisleri dini bir kaynak ve Allah Resulü'nün hayatına örnek metinler olarak kullanıyorlar."Andolsun ki, Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzab- 21) Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bu âyeti tamamen tahrif ederek şöyle yorumlamışlardır."Andolsun ki, (Hadislerde anlatılan) Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir." Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, Resülüllah'tan asırlar sonra ona iftira edilen rivayetleri onun örnekliğini gösteren kaynaklar olarak görmüşlerdir.Peki bu âyette anlatılmak istenen gerçek nedir?Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kitabın hikmeti, vahyin çözümü ne buyuruyor?Kur'an'da aktarıldığı gibi Resulullah'ın bizim için örnek olduğu, (Ahzab- 21) fakat Resulullah (a.s)a dair bilgiler için tek geçerli ve yeterli kaynağın Kur'an olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Mesela:Yüce Allah, Mumtehine süresi 4.âyette şöyle buyuruyor. "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için güzel bir örnek vardır.Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah ile beraber taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkâr ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir..."Şimdi bu âyet İbrahim (a.s)'ın örnekliğini, geleneklerin ve ona atfedilen uydurma sözlerin arasından seçeceğimizi mi söylüyor? Kesinlikle hayır, bu âyet öyle söylemiyor.Âyette anlatılmak istenen İbrahim (a.s)'ın davranışlarının, tevhid mücadelesinin ve ahlakının Kur'an'da açıklanan şeklinin inananlar için örnek olduğu ve inananlarının onun örneğinde olduğu gibi hareket etmeleri gerektiğidir. Aynı şekilde Resülüllâh (a.s) da bu âyette iman edenlere (Ahzab- 21) örnek gösterilmiştir.Yani Kur'an'da iman ve güzel ahlakı anlatılan Allah Resülü sizin için engel güzel bir örnektir.Yoksa Kur'an haricinde bulunan hiçbir eserde anlatılan bilgilerden örneklik çıkarılamaz ve onlardan Allah Resulü örnek alınamaz.En akılsız kişi bilir ki Resulullah (aleyhisselam) dan yüzlerce yıl sonra uydurulan ve bir çok iftira içeren hadislerle Elçi örnek alınamaz. Örnekli Kur'an'daki Elçinin tevhid, ihlas, iman ahlak ve hayatıdır.Aynı zamanda beşer olan Resül'ün vefatından sonra Kur'an'ın ebedi bir örneklik teşkil ettiğini ortaya koymak içindir.Yani "üsve'i hasene" (güzel örnek) olarak "Nebi" değil de, Resül kavramının seçilmesi muhteşem bir seçimdir.Çünkü Nebi tarihseldir, Resül evrenseldir.Tarihsel ve bölgesel, yerel ve çevresel olan tüm insanlığa örnek olamaz.

12 Ağustos 2021 Perşembe

ALLAH SİYASAL ANLAMDA HAKİMİYET İSTEMİYORKur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Yüce Allah'ın siyasal anlamda değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istediğini görüyoruz.Yani Kur'an'da var olan "inil hükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" (Yusuf-40) ile "ve kâtiluhum hatté lé tekûne fitnetun ve yuküneddinu küllühü lilléhi" "din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal-39) gibi âyetler, Allah'a karşı gelen ona iman etmeyen dinsizler bağlamında değil, Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeyen müşrikler hakkında inmişlerdir. Mekke ve Medine'de Allah'a karşı gelen dinsizler yoktu.Tam aksine Allah'a iman eden ve uydurma dinlerine son derece bağlı olan Yahudi, Hristiyan ve Mekke müşrikleri vardı. Dolayısıyla Kur'an'ın 23 yıllık hayatında hedef alınanlar, dinsizler ve imansızlar değil, dinlerinden taviz vermeyen müşrikler vardı. Yüce Allah siyasal (yönetim- idareyi ele geçirme) anlamında değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istiyor.Yani din ve hüküm (sosyal hayat -ahlak -ibadet) olarak indirdiği vahiy'den başka kaynak olmayacaktır. Dolayısıyla Kur'an'ın hedefinde Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik vardır. Kur'an'a göre esas kafir, zalim, müşrik ve fâsık bunlardır.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin Allah'ın hakimiyeti!!! adına savaşmaları cehalet ve yalandan ibarettir.Esasında Kur'an'ın savaşı bunların din ve imanlarına karşıdır. (En'am-153, 155, 159; Âraf; 3, Rum-30,31,32)

MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(2.YAZI)Yani Allah Resulü ile Mekke'li müşriklerin yapmış oldukları münazara sanal bir âlemde yapılmıyordu.Karşınızda, batıl dini adına size hakaret eden adamı silemiyor, ona engel koyamıyordunuz.Dolayısıyla Mekke ve Medine'nin sert ortamını bilmeyen günümüz insanları bazı Kur'an âyetlerini şiddet içerikli bulabilirler.Mekke müşriklerinin dinlerine olan aşırı bağlılıkları, Medine'ye Allah Resulü ile münazaraya gelen Hristiyanların küfür ve inatları, Medineli Yahudilerin kendilerini Araplardan üstün görmeleri, kibir ve gururları, hakaret ve Allah Resulü'nü yalanlamaları, Kur'an âyetleri üzerinde sert söylemlere sebep oluyordu. Yani şimdi siz hanif bir müslüman olarak sadece Kur'an okuyor, yalnız Kur'an'a iman ediyor ve tek Kur'an'dan beslenen biri olarak ataların uydurma dinine bağlı yaşayan Cübbeli Ahmet, Nihat Hatipoğlu, Tuğrul İnançer, Fatih Çıtlak, Cevat Akşit, Ramazan Ayvalı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Osman Ünlü, İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı gibi Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyen ve Dinin Allah tarafından tamamlandığına inanmayanlarla Mekke gibi bir yerde her gün karşı karşıya geldiğinizi bir düşünün. Yukarıdaki kişiler Allah Resulü'nün döneminde yani Mekke ve Medine'de yaşamış olsalardı, haklarında en az iki bin âyet nazil olurdu.Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden biz muvahhidler, ataların dinine uyanlarla gerçek bir dünyada karşı karşıya gelmiyoruz.Gelmiş olsak bile bizim yol değiştirme ve onlarla karşı karşıya gelmeme imkanımız vardır. Kur'an'a karşı olan inatlarından dolayı onlarla münazaradan çekilme imkanı vardır.Fakat Allah Resulü kendisine indirilen vahyi tebliğ etme, gelen âyetleri herkese okuma ve duyurma emrine muhataptı. Allah Resulü'nün bir kenara çekilme ve onlardan uzaklaşma gibi bir alternatifi bulunmuyordu.Aslında ben sözü şuraya getirmek istiyorum.Mekke müşrikleri inançlarını ve ataların dinini korumaya çalıştıkları gibi 1400 seneden beri Kur'an karşısında alternatif, paralel bir din çıkaran Ehli Şünnet ve Şia din adamları da kendilerine göre bazı argümanlar geliştirerek, uydurma rivayetlerle oluşturulan dinlerini korumaya çalışıyorlar.Yüce Allah'ın izniyle, bu uydurma ve batıl dinlerine karşı, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan sistemi yani vahyin hikmetiyle cevap vereceğiz.Allah Resulü'nün dönemindeki müşriklerle günümüzün müşrikleri arasında aleyhimize görünen tek bir şey vardır. Yani Allah Resulü'nün dönemi daha zor ve çetin olmakla beraber Mekke müşriklerinin atalarından kendilerine intikal etmiş bir kitapları bulunmuyordu."Yoksa size ait bir kitap varda, (bu batıl inançları ve fikirleri) ondan mı okuyorsunuz?(Kalem-37)Fakat bizim başımıza musallat olan müşriklerin atalarından intikal eden yüzlerce hadis ve fıkıh kitapları vardır.Bizim tek dezavantajımız budur. Şimdi gelelim Kur'an'ı anlamak istemeyen mezhepçi müşriklerin argümanlarına: 1-)"Allah ve Resulüne itaat edin..." Kur'an'ı anlamak istemeyen cahillere göre Allah'ı Kur'an, Resul'ü de hadisler temsil etmektedir.Hadisleri inkar eden Allah Resulü'nün sözlerini inkar etmiş olur.Dolayısıyla Allah Resulü'nün düşmanı bir kafir olur. CEVAP:Kur'an'ın hiç bir âyetinde Nebi'ye ve Muhammed'e itaat edin diye bir emir bulunmaz.Dolayısıyla Resul'ün görevi vahyi tebliğ etmek, onu duyurmak olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.Elçi konuşan Kur'andır. Elçiyi hidayete ulaştıran vahiydir, ancak Resul olmadan da vahiy hayat bulamaz.Vahiy elçinin dilinde hayat bulur. Elçi olmazsa vahiy, din diye bir şey olmaz. Elçiyi değerli kılan şey vahiy'dir. Elçi kendisine Allah'tan indirilen vahiy sayesinde değerlidir.Fakat Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmeyen mukallit mezhepçilere hadislerin Resül (a.s) ı temsil etmediklerini anlatmak oldukça zor görünüyor. Çünkü Nebi ile Resulün arasında bulunan farklar gibi, Kur'an'ın bir çok konusu hâlâ atalarının dinine bağlı olan hurafecilere kapalıdır.Uydurma dinlerine körü körüne bağlılıklarından dolayı mukallitler hiçbir zaman Kur'an'ı anlayamayacaklardır.Rahman ve rahim olan Allah şöyle buyuruyor;"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir."(Kehf-57)Kur'an'ın çok ilginç bir ahlakı vardır.Mesela:Kur'an kendisi ile beraber bir kaynak kabul etmediği için, kendisini din ve hüküm olarak tek müracaat edilecek kaynak kabul etmeyenlere kendisini kapatır. İster inanın ister inanmayın Ehli Sünnet (Diyanet, Cemaat, Tarikatlar) ve Şia istedikleri kadar Kur'anı okusunlar hiçbir zaman onu anlayamayacaklardır.Bu mümkün değildir.Dillerinden kalplerine bir şey intikal etmeyecektir. Bu Kur'an'ın en önemli kanunu ve sünnetidir.Allah'ın sünnetinde hiç bir zaman değişme olmaz. Şia ve Ehli Sünnet alimleri maalesef Kur'an'ın bütün kavramlarını tahrif ettikleri gibi Kur'an'ın en önemli kavramı olan "Resul" (Elçi) kavramını da tahrif etmişlerdir.Resul kavramı tahrif edilince onu Kur'an'dan koparmaları ve ona başka anlamlar yüklemeleri kolaylaşmış oldu.Aslında Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının cinayet ve küfürlerini anlatmakla bitiremeyiz.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet din adamları Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi ve Resûl'ü anlayamamışlardır.Allah için söyleyin, Kur'an'ın en önemli kavramı olan "Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmeyenlerle neyi oturup konuşacaksınız.Bundan dolayı mukallit mezhepçiler eğer Kur'an'a iman ediyorlarsa Kur'an'daki kavramları yine Kur'an'ın kendisinden çözmeye çalışmaları gerekir.Yani aydınlıkta kaybettiklerini karanlıkta arama akılsızlığına düşmeyeceklerdir. Kur'an'da geçen bir kavrama onun bağlam ve bütünlüğünden başka hiç bir kaynak sağlıklı bir açıklama getiremez.Eğer kavram Kur'an'da tek bir yerde geçiyorsa, işte o zaman diğer kaynaklara bakılabilir. Yani bir kavram Kur'an'da yeteri kadar geçiyorsa onun gerçek çözümünü bağlam ve bütünlüğünden çıkarabilirsiniz. Dinde en büyük yıkım "Nebi" ile "Resul" kavramlarının anlaşılmaması olmuştur.Bu iki kavramın tahrif edilmesi dinin tamamen değişmesini beraberinde getirmiştir. Allah Resulün'den sonra ilk büyük cinayet "Resül" kavramlarını hadislerle Kur'an'dan koparmaları olmuştur.İkinci büyük cinayet ise İran'ın fethinden sonra "Nebi" ve "Resul" kavramları yerine kullanılmaya başlanan "Peygamber" kelimesi ile olmuştur.

11 Ağustos 2021 Çarşamba

MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER (1.YAZI)Dinin en temel kavramlarının bile doğru bilinmediği bir dünyada ayrışmaların ve tartışmaların, fırkalaşmaların ve mezhepleşmelerin bu denli yaygınlaşması şaşılacak bir şey değildir.Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü, Kur'an'ın sistemi olan hikmetin de ne anlama geldiği bilinmeyince fıkıh usulümüz Kur'an'a uymaktan ziyade kitabına uydurma sahtekarlığına dönüşmüştür.İlahların ve evliyanın şirk dininin yanlış kavramları ve hurafe algılarıyla çürümüş zihinlerle aynı frekansta iletişim kurabilmek imkansız bir olaydır.İki kişinin değişik dillerle aralarında anlaşmaları imkansızdır.Eğer bu tartışma alanı din olursa imkansızlık yüz bin kat daha artacaktır.Belki de dünya hayatında en zor şey ataların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan gelenekçi hurafecilerle Allah tarafından indirilen orijinal vahiy dinine iman eden muvahhidlerin bir araya gelmesidir.Bu yüzden insanlık tarihinde hiç bir Allah Elçisi gönderildiği küfür milleti ile ortak bir zeminde buluşma imkanını yakalayamamıştır.Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy dini ile uydurulanEmevi Abbasi Ehli Sünnet ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan ilahların ve evliyanın şirk dini hiç bir zaman bir araya gelme ve iki din arasında ortak bir zeminde buluşma ihtimali doğmayacaktır.Çünkü indirilen tevhid dini ile uydurulan beşeri din arasında kalın duvarlar, aşılamaz engeller, geçilemez bataklıklar vardır."Andolsun, senden önceki ümmetler arasında bir Elçi gönderdik. Onlara bir Elçi gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi"(Hicr-10,11)"İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"(Zâriyat-52, 53)Kur'an bu iki ayrı dünya ve anlayışı şu şekilde ortaya koymaktadır."Şimdi (bir düşünün), yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?(Mülk-22)Peki, bunlardan hangisi hüsran ve sapıklık içindedir.Kur'an ehli muvahhidler mi?Ataların dininden taviz vermeyen gelenekçi mukallitler mi?Ona da Kur'an cevap versin.(Ey RESUL! ) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah'tır! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya apaçık bir sapıklık içindedir"(Sebe-24)Bu yazılarımızda uydurulmuş Ehli Sünnet ve Şia dini ile Allah tarafından indirilen din arasında örülen kalın duvarları ve zor engelleri görmeye çalışacağız. Vahyin ilk nazil olmaya başladığı yıllarda Kur'an'ın evliya ve ilahlarayaptığı saldırılardan dolayı, Mekke müşrikleri de evliya ve ilahlarını koruma amaçlı olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne karşı saldırılara başladılar. Kur'an etkin belağat ve edebiyatıyla batıl ve zulüm olan inançları üzerinde yoğun bir baskı kurmaya başlayınca,Mekke müşrikleri de Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı hakaret ve iftiralarını artırmaya başladılar. Mesela: Allah Resulü'ne "Sen Resul (Elçi) değilsin" dediler. Allah da onlara karşı şöyle cevap verdi"De ki: Benimle sizin aranızda şahit şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi olan (Kur'an ehli muvahhidler) yeter"(Ra'd-43) Mekke müşriklerinin her iftiralarına Kur'an tarafından cevap veriliyordu. Yüce Allah hiç bir zaman müşriklere karşı Resülünü tek başına bırakmıyordu.Mesela:"Kur'an'ı kendisi uydurdu" diyorlardı.Allah da Kur'an'da onlara şöyle cevap veriyordu. "De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"(Hud- 13)Mesela:"Kur'an'ı ona ancak bir beşer öğretiyor" diyorlardı. Yine cevaplarını Allah'tan alıyorlardı.Mesela:"Sen ancak bir iftiracısın" diyorlardı. Allah ise "onların çoğunun hiçbir şey bilmediklerini" söylüyordu. (Nahl-101) Mekke müşrikleri Allah Resulü'ne "Sen delisin" diyorlardı.Yüce Allah yine Kur'an ile cevap veriyordu. ( Ey Mekkeliler! ) Arkadaşınız (Muhammed) deli değildir"(Tekvir, 22)diye cevap veriyordu.Sürekli hakaret, iftira, istihza ve yalanlama geliyor, her zaman Allah da onların iftiralarına karşılık Allah Resulü'nü teselli ediyor, sabretmesini tavsiye ediyordu.Bu kavga ve tartışmalar, karşılıklı münazaralar ve cedelleşme yüzlerce âyette haber verildiği gibi hergün devam edip gidiyordu. Tam on üç sene Mekke müşrikleri ile gerçek anlamda, aynı zaman ve zeminde, karşı karşıya gelerek bunlar oluyordu. Yani sanal alemde değil, gerçek bir hayatta bu olaylar ve tartışmalar gerçekleşiyordu. Karşı karşıya, yüz yüze, kolay değil tam karşınızda Ebu Cehil ve Velid bin Muğire Allah Resulü'ne hakaretler ediyor, küfrediyor, alay ediyor ver hakkı reddediyorlardı.Allah'da onlara cevap veriyor, Resulü'nü teselli ediyordu."Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"(En'am-33)"Andolsun ki senden önceki RESÜLLER de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrattiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi."(En'am-34)

10 Ağustos 2021 Salı

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER.(8.YAZI)Sonuç olarak Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Biz de Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalıştık.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük.Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan son Nebi'nin hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibretler ve dersler çıkaracağız.Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin muhatabının inanç, güzel ahlak, söz ve hareketlerini veya üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından elbette ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanı bulmaları imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz. Yani şunu demek istiyoruz. Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak vefat etmiştir. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi şarttır. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir. Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur. Fakat ona karşı da saygısızlık yapılamaz. Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah'ın Resulünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"( Hucurat- 3) Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyurmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrumuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu için yani vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı için (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek: "Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52) Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi ( a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir. Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir. O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile gelmektedir. Mesela: "Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil, Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir. Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile kıyamet saatine kadar devam edecektir. Mesela: "Kim Allah ve Resulü'ne doğru hicret ederek evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatın Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"( Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Dolayısıyla kiyamet gününe kadar Resule hicret etmek devam edecektir. Kitap Resule hicret edenler aynı zamanda beşer Resule hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonunu devam ettirmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir. Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)MESELA: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkumdur. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olacaklardır.Nebi'ye Kur'an'a intiba etmesi emredilirken, (Ahzab 1,2) Resul'e tebliğ etmesi emredilmiştir. (Maide-67)

9 Ağustos 2021 Pazartesi

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER(7.YAZI) Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Bizde Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalışacağız.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük. Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Daha sonraki asırlarda gelen müminlerin, Nebi (a.s) ın yaşadığı zaman ve zemini yani Nebi'nin Medine hayatını bilmeleri çok önemlidir. Eğer Nebi(a.s) ın Medine'de yaşadığı sosyal ve sivil hayat Kur'an tarafından haber verilmeseydi, binlerce yalan ve iftira rivayete inanmak zorunda kalacaktık. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibret ve ders çıkarırız. Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin muhatabının inanç, güzel ahlak, söz ve hareketlerini veya üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanları bulunması imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz. Yani şunu demek istiyoruz. Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak son bulmuştur. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi gerekir. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir.Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur. Fakat kendi döneminde yaşayan müminler ona karşı saygısızlık yapmamaları gerekirdi. Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah'ın Resulünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"(Hucurat- 3) Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyrulmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel, bölgesel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrulmuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu, vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı, (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek: "Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52) Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi ( a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir. Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir.O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile gelmektedir.Mesela: "Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil," Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir.Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile kıyamet saatine kadar devam edecektir. Mesela: "Kim Allah ve Resulü'ne doğru hicret ederek evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatın Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"( Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Dolayısıyla kiyamet gününe kadar insanlar Resül'e hicret etmeye devam edeceklerdir Kitap Resüle hicret edenler aynı zamanda beşer Resule hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonunu devam ettirmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir. Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)Mesela: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkum olacaklardır. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olmak durumundadırlar. Nebi'ye Kur'an'a ittiba etmesi emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resul'e tebliğ etmesi emredilmiştir. (Maide-67)

8 Ağustos 2021 Pazar

ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(59.YAZI) "Saygıdeğer Ali hocam!Şirk/Mezhep hakkındaki yazı ve yorumlarınızı yakından sevinçle takip ediyorum. Akla, hayata, ilme ve Kur'an'a uygundur. İnsana bilgi ve bilinçlendirme kazandırıyor. Aklı, gönlü açık olanlara.Ama Müslüman ve Türk olarak üzerimizdeki ÖLÜ toprağını bir türlü atamıyoruz. Her halde uzun yüzyılların getirdiği korku, baskı, sindirilmişlik, cehennemde yanma tehdidi bütün hücrelerimize işlemiş. Söküp atamıyoruz" (Fuat Ceylan Ceylan- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------" Ali Aydın hocam!Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Allah sizden razı olsun. Ufkumuzu açıyorsunuz. Bu yazıların gelecek nesillere ışık kaynağı olmasını umuyor ve istiyorum. Geleneksel ve rivayet kültürünü din olarak kabul eden toplumların ve kitlelerin insanlığa pozitif yönde ön olacağını düşünmüyorum. Teşekkür ederim"(Hasan Karadayi- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------------"Allah razı olsun değerli Ali hocam! Yazılarınız, çalışmalarınız ufkumuzu açıp genişletiyor.Her bir yazınızı titizlikle okuyor ve kendime ders çıkarıyorum. Rabbim her iki dünyanızı cennete çevirsin inşallah. Selam ve dua ile saygı ve sevgilerimi sunuyorum" (Abdülkadir Demirdizen- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------" Teşekkürler Ali Aydın hocam!Şirk ehli ile olduğum 35 sene bunları yakınen tanırm.Kur'an'sız insanları öyle kolayavlarlar ki, farkında bile olmazsınız. Rabbim bana yardım etti.Geçte olsa Rabbimin rahmeti ile kurtuldum.Rabbim rahmeti ile muamele etsin mekanı cennet olsun inşaallah Yaşar Nuri Öztürk hocamın"(Ibrahim Serin- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------"Kardeşim! Emeğine sağlık. Teşekkürler. Bizleri nasıl kandırdıklarını, sorgulamadan, eleştirmeden ve aklına vurmadan nasıl bizi inandırdıklarını Kur'an ve Kur'an'ı anlatan arkdaşlar sayesinde şimdi daha iyi anlıyoruz. Hâlâ Kur'an'ı her gün biraz olmak üzere üçüncü defa okumaya devam eden birisi olarak yeniden doğmuş gibi, bir şeyler öğrenmenin mutluluğunu yaşıyorum. Tabi ki Kur'an'ı daha iyi bilen dostlardan da çok faydalanıyorum! Sağ olun. Hepinize teşekkürler, sevgiler" (Hüseyin Bostan- "Hüküm" Kavramı Hangi Anlama Geliyor? adlı yazıya yaptığı yorum)

7 Ağustos 2021 Cumartesi

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. (6.YAZI) Nebi kavramının kullanıldığı yerlerde gelecek nesiller için ders ve ibret vardır. Resul kavramının kullanıldığı âyetlerde ise din ve hüküm yani bütün insanları ilgilendiren bir emir vardır. Resul'ün evrenselliğine örnek olarak bir kaç âyet şöyledir. "İman etmelerinden, Resul'ün ( Kur'an'ın) hak olduğuna şahit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme (vahiy'den bağımsız olarak) Allah nasıl hidayet verir? Allah zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez" (Âli İmran-86 )"Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah'ın Resulü de (Kur'an) aranızda iken nasıl küfre saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle sırat-ı müstakime iletilmiştir"(Âli İmran-101 )"Allah'a ve Resulü'ne (Kur'an'a) itaat edin ki rahmete ulaştırılasınız"(Âli İmran- 132 )"Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Resulü'ne(Kur'an'a) itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere koyacaktır..."( Nisa -13 )"Kim Allah'a ve Resul'üne (Kur'an'a) isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"( Nisa- 14) "Küfür yoluna sapıp Resul'e (Kur'an'a) isyan edenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni edecekler ve Allah'tan hiçbir sözü gizliyemezler"(Nisa- 42) "İtaat, Allah ve Resul-- küfür, Allah, vahiy ve Resul-- ittiba, vahiy ve Resul-- İsyan, Allah ve Resul- - tekzib, Allah, vahiy ve Resul-- Kerim, Allah, vahiy ve Resul-- Aziz, Allah, vahiy ve Resul-- davet, Allah, vahiy ve Resul-- icabet, Allah ve Resul-- hıyanet, Allah ve Resul-- emanet, Resul-- sıdk, Allah ve Resul-- İnzar, Allah, vahiy ve Resul-- şikak, Allah ve Resul, hâdd, Allah ve Resul-- Hak, Allah, vahiy ve Resul-- Nur, Allah, vahiy ve Resul-- mubin, vahiy ve Resul-- Üsve-i hasene yani örnek olma Resul-- tebliğ, vahiy ve Resul-- helal ve haram kılma, Allah ve Resul-- nehiy Allah ve Resul-- âyetleri tilavet etme Allah ve Resul-- âyetleri tebyin etme Allah, vahiy ve Resul-- tezkiye, vahiy ve Resul bağlamında kullanmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi belki en önemlisi Resûl kavramının evrensel bir anlama sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla "Nebi" kavramı, yöresel ve tarihsel bir anlam ifade ederken, "Resul" kavramı, genel ve evrensel bir anlama sahiptir. Mesela, şu âyetlere bir bakalım."Onlara, Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman, (Ey Resul) münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün" (Nisa- 61 )Âyette "Allah'ın indirdiği ve Resul" denilmesinin sebebi, iki ayrı otorite olmasından dolayı değildir.İlk başta vahyin Resul'ün kalbine indirilmesinden dolayıdır.Yani başlangıçta Kur'an ile Resul birbirinden bağımsız değillerdi. Âyetlere ulaşmanın biricik kaynağı Resul (a.s) idi. Aynı zamanda vahyin, yani Kur'an'ın Muhammed ( a.s) ile bağlantılı olmadığını ortaya koymak için Allah'ın indirdiğine gelin buyrulmuştur.

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER (5.YAZI) Kur'an'a baktığımızda "Resûl" kavramının kullanıldığı yerlerde evrensel bir dâvetin olduğunu ve geniş bir misyonun bulunduğunu görüyoruz."Nebi" kavramının kullanıldığı yerlerde Medine'nin dar alanı, Nebi'nin ve çağdaşı olan müminler, Yahudi ve Hristiyanların dini ve özel hayatları varsa, "Resul" kelimesinin kullanıldığı yerlerde ise, bir genişlik, evrensellik, tüm insanlık ve bütün bir dünya mevcuttur.Bunun en büyük sebebi Nübüvvet makamının Medine'de son bulduğu ve orada kaldığı ile ilgilidir. Yani artık Nebi'nin hanımlarıyla evlenilmesinden, evlerine girilmesinden, sesinin işitilmesinden ve rahatsız edilmesinden söz edilemez. Fakat risâlet iki anlamda ve makamda kiyamet gününe kadar devam etmektedir.1-) Kitap Resul: Kıyamet gününe kadar kendisine itaat ve ittiba edenleri, ona bağlı olanları ve ona hicret edenleri aydınlatmaya devam edecektir. İşte bundan dolayı "Resul" bağlamında kullanılan birçok evrensel kavram ve geniş görevler "Nebi" bağlamında değil, "Resul" bağlamında kullanılmıştır.2-) Kimlikleri belli olmadan sadece Kur'an okuyan ve yalnız vahye davet eden isimsiz Resuller: (Zümer-71; Âraf-35; Nisa 165) Mesela Bakara 89. âyetin ilk cümlesi ile 101 âyetin ilk cümlesi aynı olmakla beraber sadece üçüncü kelime değişmiştir. 89. âyetin üçüncü kelimesi "kitabün" "kitap" iken, 101. âyetin üçüncü kelimesi "resulün" "Resul" olarak yer almaktadır. Kur'an'da var olan bu kurulu sistem, "vahiy" yani "kitab" ile "Resul'ün" aynı misyona sahip olduklarını göstermektedir.Kitap yani vahiy ile Resul evrensel bir konuma ve misyona sahiptirler. Dolayısıyla onları anlatan kavramlarda evrenseldir. Aslında bazı şeyleri birbirine karıştırmamak gerekir. Biz "Nebi" kavramının geçtiği âyetlerin tarihsel olduğunu söylediğimizde hiçbir zaman onların gereksiz olduklarını iddia etmiyoruz. Sadece onların üzerine din ve hüküm inşa etmenin mümkün olmadığını, onlardan ders ve ibret alınacağını söylüyoruz. Zaten Kur'an'da var olan kıssalardan yaşadığımız hayata dair din ve hüküm çıkarmak mümkün değildir. Yani Kur'an'da çok geniş olarak anlatılan bu kıssaların en büyük sebebi, Mekke'de binbir zorluk içinde görev yapan Allah Resulü'ne ve iman edenlere sabır tavsiye etme ve güven vermeye yönelik moral verme ve motivasyon sağlamaya yönelik olarak inmişlerdir."Andolsun onların (geçmiş Nebi'lerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Bu Kur'an uydurabilecek bir hadis değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır iman eden bir toplum için rahmet ve hidayettir" ( Yusuf- 111) Dolayısıyla Kur'an, Yusuf (a.s) rüyası, çocukluğu, gençliği, kuyuya atılması, oradan çıkarılması, para karşılığında satılması, İsa (a.s) ın bebeklik hali, beşikte konuşması, Musa( a.s) çocukluğu, annesi dışında kalan kadınlardan süt emmemesi, ücretle çalıştırılması gibi yüzlerce olayı ders ve ibret verme amacına yönelik olarak anlatmıştır. Yani şunu demek istiyorum. "Bütün bu anlatılanlar (Hâşâ) gereksizdir, Allah bunları boşuna anlatmış, artık bugün onlardan ders alınmaz bu kasaların bir faydası yoktur" olarak anlaşılmaması gerekiyor.Yüce Allah Kur'an'da bir şey anlatmışsa kiyamet gününe kadar kadar ondan ders ve ibret çıkarmak mümkündür.

6 Ağustos 2021 Cuma

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER (4.YAZI) Aslında Muhammed (a.s) Nübüvvet'e bağlı bir Resul'dür. Yani Nübüvvet makam ve mertebesine, Risalet misyonuna sahip bulunuyordu. Fakat âyetlerde "Nebi" ve "Resül" kavramlarının kullanılmasının mutlaka bir çok neden ve hikmeti vardır.Zira yüce Allah hiçbir zaman abes bir şey yapmaz. Kur'an'da "Nebi" kavramını kullanmakla yüce Allah, son Nebi'nin yaşamış olduğu tarihi ve insanları da muhatap almıştır.Nebi'nin yaşamış olduğu Medine coğrafyasıyla kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve gelenekleri hiç şüphesiz ki birbirinden farklı olacaktır. Yani şimdi Medine halkının yaşamış olduğu ekonomik, sosyal, psikolojik, aile, gelenek ve kültürleri, kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve geleneklerinden birçok yönden ayrılmaktadır. İşte yüce Allah, az bir zaman dilimi ve az bir nüfusa sahip olduğu halde Medine ve çevresinde yaşayan Nebi'nin özel ve sosyal hayatını, Allah'a karşı olan hatalarını, ailesi ile olan ilişkilerini ve müminlerin sorunlarını anarak onları da muhatap almıştır.Kur'an'a baktığımızda âyetlerde Nebi"ye ayrılan yer ile Resul'e ayrılan yer arasında büyük bir açının olduğunu görüyoruz. Yani genellikle Resül ve mesaj ön planda tutulmuştur.Kur'an, mübarek bir kitap olduğu için bereketi gereği, hem Nebi (a.s) döneminde yaşayan insanların inanç ve sorunlarını ele almış, hemde Resul kavramını kullanarak kıyamet gününe kadar gelecek insanların inanç, ibadet ve ahlaki sorunlarını kayıt altına almıştır. Yani Kuran, hem din, hem güzel ahlak, hem hidayet, hem merhamet, hem öğüt olarak kıyamet gününe kadar gelecek tüm insanlara yeterli bir kitaptır.Dolayısıyla Nebi (a.s) ın Medine'sinde yaşanan bazı mahalli ve özel sorunlara parmak basması Kur'an'ın özelliğinden ve bereketinden hiçbir şey kaybettirmez. Yani Kur'an, kadim tarihte yaşayan bir çok Nebi ve kavimden söz ederken, Nebi (a.s) ın yaşamış olduğu zaman ve zemini ihmal etmesini bekleyemeyiz. Veya Nebi (a.s) ın yaşamış olduğu çevrenin yerel sorunları ile kıyamet gününe kadar gelecek olan insanların sorunlarını aynı derecede değerlendirebilir miyiz? Halbuki Kur'an, "Allah'a davet, taat, isyan, hidayet, rahmet, aydınlık, sırat-ı müstakim, helal ve haram kılma, istihza, iman, küfür, hak, mübin, tebliğ, kitabı tilavet, ittiba, kerim, aziz, hakem olma, tebyin, karanlıklardan aydınlığa çıkarma, üsve-i hasene" gibi birçok kavramı "Resul" bağlamında kullanmıştır. Evrensel kavramlardan sadece iman kavramı iki âyette Nebi bağlamında kullanılmıştır.(Bakara-177; Mâide- 81)Bunun sebebi de Medine'de yaşayan Yahudiler bağlamında geçtiğinden dolayıdır.Yani Nebi kavramı Medine ve çevresinde cerayan eden hadise ve kişiler bağlamında kullanılmıştır.Bu konuda şu ayet önemlidir.İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Nebi ve iman edenlerdir. Allah mü'minlerin dostudur"(Âli İmran-68)Halbuki Nebi (a.s) aynı zamanda Resül misyınuna sahiptir.Yani hem Nebi hemde Resüldür.Fakat ayetin hitap bağlamı Medine'de yaşayan Yahudiler olduğu için Resül değil, Nebi kavramı kullanılmıştır.Evrensel kavramların Resül bağlamında kullanılmasının sebebi, Medine'de yaşayan son Nebi'den sonra onu "kitap Resul'ün" yani Kur'an'ın temsil etmesidir.Yani Nebi Medine'de vefat etmiştir, Nübüvvet kurumu Medine'de kapanmış ve kapısına kilit vurulmuştur. Fakat Resul'den kalan tek mesaj kıyamet gününe kadar aydınlık saçmaya ve hidayet vermeye devam edecektir.Yüce Allah, bu önemli noktaları ve ayrımı akıl ve tefekkür sahipleri için "Nebi" ile "Resul" kavramlarının içine yerleştirmek suretiyle, vahyin hikmet ve sistemini apaçık olarak ortaya koymuştur. Yani Nebi (a.s) bağlamında kullanan âyetlerin tarihsel olması Kur'an için bir daralma ve eksiklik meydana getirmez.Mesele şu ayetlere bir bakalım."Ey Nebi! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü ( refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Resul'ünü ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır. Ey Nebi'nin hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkartılır. Bu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızık hazırlamışlardır. Ey Nebi'nin hanımlar! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salat'ı ikame edin, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günah gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmet hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin hiç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır"(Ahzab-28,29,30,31,32,33 34) Yani az bir zaman dilimi olsa dahi Kur'an'ın, Nebi (a.s) ın hatalarını aile hayatını ve Medine'de yaşanan sorunları görmezlikten gelmesini bekleyemeyiz. Aslında görevinin başında, evinde ve özel hayatında olan diplomat aynı kişi olmakla birlikte konumu ve misyonu farklıdır. İş başında, mesai saatlerinde resmi olan bir diplomatın görev ve sorumluluğu ile evinde ve özel hayatında olan diplomatın görev ve sorumluluğu birbirinden farklı özellikler taşır. Hatta görev başında olan bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlık ile mesai dışında ve özel hayatındaki bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlığın kanundaki karşılığı bir değildir. Dolayısıyla görev başında devleti temsil eden bir memurun gayri meşru hareket yapması ve görevini kötüye kullanması da kabul edilmez bir suçtur. Fakat sivil hayatta yapmış olduğu olumsuz hareketler kanun karşısında o derece büyük bir ihanet olarak görülmez. Hangi yönden bakarsak bakalım Nebi ile Resul'ün arasında birçok farklar olduğu bir gerçektir. Yani yüce Allah'ın, kadim Resüllerin ve Nebilerin hayat mücadelelerini geniş şekilde anlatmasının sebebi insanlara ders vermek içindir. Nebiler hakkında insanların meraklarını gidermek içindir. Dolayısıyla Nebi (a.s) Medine'de yaşadığı yerel ve bölgesel hayatın Kur'an'da yer almaması olacak bir şey değildir. İnsanlar sadece Resul'ün Risalet misyonuna ait bilgilerle yetinmek istemezler. Nebi'nin resmi olmayan özel hayatını da merak ederler. Dolayısıyla yüce Allah hem Resullerin tebliğ ve tevhid mücadelesini hem de özel, beşeri zaaf ve hatalarını ele almıştır. Mesela: Kur'an'da, Musa (a.s) doğumu, emzirilmesi, Firavun tarafından yetiştirilmesi, İsa (a.s) doğumu ve çocukluğu, Yusuf (a.s) kuyuya atılması, satın alınıp Mısır'a götürülmesi gibi Risalet görevi ile ilgili olmayan bir çok hadise nakledilir.

5 Ağustos 2021 Perşembe

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER (3.YAZI) "Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiçbir Nebi'ye esirleri bulunması yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah azizdir, hakimdir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azab dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah günahları bağışlayan, merhamet edendir. Ey Nebi! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse (şirki bırakıp İslam'ı kabul ederseniz) sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah günahları bağışlayan merhamet edendir.(Enfal-67,68,69,70)"Ey Nebi! diyerek başlayan yukarıdaki âyetlerin tümü tarihseldir ve sadece Nebi'ye (a.s) ın yaşadığı zaman dilimini ilgilendirmektedir. Yani Medine'de cereyan eden bir savaşı ve o savaşla ilgili olayları ele almaktadır.Çünkü dünyada savaş şartları, silahları, imkanları, kanunları, kuralları ve anlaşmaları sürekli değişmekte ve islam toplumu bu şartlara ve hükümlere riayet etmek ve ayak uydurmak zorundadır.Dolayısıyla esirlerle ilgili Nebi'ye ve iman edenlere yapılan uyarılar geçerliliğini kaybetmiştir. "Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!"(Tevbe-73) "Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötü bir yerdir"(Tahrim-9)Yukarıdaki iki âyet tarihsel olmak durumundadır. Çünkü münafıkları sadece Allah ve Nebi(a.s) biliyordu.Nebi (a.s) ın vefatından sonra artık hiç kimse bir başkasını nifakla suçlama hakkına sahip değildir.Yani kimin gerçek mümin, kimin munafık olduğunu sadece yüce Allah bilir. Medine'de münafıklar ciddi bir güce sahip idiler. Yani tehlikeleri toplumu tehdit edebilecek bir seviyede idi. "Ey Nebi! Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara itaat etme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerinde yapmaktadır"( Ahzab-1) Nübüvvet, Resul olan kişinin özel hayatını temsil ettiği için bu âyette "Ey Resul! diye değil, Ey Nebi! denilerek hitap edilmiştir. Bunun sebebi, görevi sadece indirilen vahyi tebliğ eden Allah Resul'ünün kafir ve münafıklara itaat etmesinin imkansızlığından kaynaklanmaktadır.Yani Resul'ün kafir ve münafıklara itaat etmesi mümkün değildir. Fakat Nebi, Resul olan kişinin özel hayatını temsil ettiği için kafir ve münafıklara karşı az da olsa meyletme ihtimali olabilir.İşte bundan dolayı âyet "Ey Nebi! diyerek başlamaktadır. İkincisi, âyet "Ey Resul! diye hitap etmiş olsaydı, Resul, vahiy ile aynı düzleme sahip olduğu için vahiy hakkında bir şüphe ortaya çıkarmış olurdu. Dolayısıyla kafir ve münafıklara itaat etme ihtimali Resul hakkında mümkün olmadığı için âyetin "Ey Resul! diye başlaması anlamsız olurdu."Ey Nebi! Kadınları boşayacağınızda, onların iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır.İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya meşru ölçüler içerisinde ( nikahınız altında) tutun veya onlardan meşru ölçülere göre ayrılın. içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. İşte bu, Allah'a ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, adet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları)dır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını arttırır"(Talak- 1,2, 3, 4, 5) Boşanma ile ilgili olan bu âyetlerin "Ey Nebi! diye başlamasının sebebi, Medine'de yaşayan Nebi ile müminlere o günün şartlarına göre nikah kurallarını ve hükmünü ortaya koymaktadır.Birinci âyetin sonunda bulunan "Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır" cümlesi, nikahla ilgili kural ve kaidelerin değişkenliğine işaret etmektedir. Yoksa bu âyetlerin geçerliliğini kıyamete kadar sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü insanlar çoğalmakta evlilik hukuku, erkek ile kadın arasında oluşacak olayların çeşitliliği ve adli sistem yirmi- otuz âyet veya beş-on madde ile çözülemez. Üçüncü âyette geçen "...Allah her şey için bir ölçü koymuştur" cümlesine dikkatinizi çekiyorum. Yani Allah bazı ölçüler koyarak gerisini zamanın şartlarına, devletlerin kanunlarına ve hukuk adamlarının oluşturacakları hukuk kurallarına bırakmıştır. Yani her ülkenin ve toplumun ahlak, kültür, medeniyet ve örfüne göre hukuk adamları kanun maddelerini koyarlar.Sosyal düzen ve evlilik hayatı ile ilgili düzenlemeler, sorunlar ve geçimsizlikler meydana geldikçe güncellenmeye, yeni kural ve kanunlara ihtiyaç olacaktır. Dolayısıyla aile hukuku, boşanma ve eşlerin arasındaki ilişkiler üç dört sayfa, on beş yirmi âyetle sınırlandırılacak ve çözülebilecek bir mesele değildir. Belki bu konuda yüzlerce- binlerce sayfalık kanun maddeleri gerekecek bir meseledir. İşte onun için âyet "Ey Resul! değil, "Ey Nebi! diye başlıyor.

3 Ağustos 2021 Salı

KAFİR, ZALİM VE FASIK OLANLAR KİMLERDİR? VEYA "HÜKÜM" KAVRAMI HANGİ ANLAMA GELİYOR? Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "Hakka batılı karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara-42)Ali ile Muaviye'nin arasında yapılan Sıffin savaşından sonra "hakem" olayı ile dini ilk siyasallaştıran Hariciler olmuştur. Çok ilginçtir, Şia ve Ehli Sünnet'in din adamları, Haricileri benimsemedikleri halde dini siyasallaştırma çabalarına karşı gelmemişlerdir. Dolayısıyla buradan hareketle Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri âyetleri bağlamından kopararak şu Kur'an cümleleriyle sürekli olarak devlet adamlarını tekfir etmişlerdir. "...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(Mâide-44)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(Mâide-45)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"(Mâide-47)Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "hüküm" kavramının devlet adamları ile ilgili değil, din adamlarıyla ilgili kullanıldığını çok açık olarak görüyoruz. Yani bu âyetlerde kasdedilen şey, devlet adamlarının çıkardıkları kanun ve kaideler, karar ve tasarrufları, beşeri hukuk, hakimler ve adliye saraylarında verilen hükümler değil, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibâr edilmemesi ile ilgilidir. Dolayısıyla Kur'an'da var olan "hüküm" kavramları devlet ve hukuk adamlarından daha çok insanlara din anlatan ilim adamlarını ilgilendirmektedir. Çünkü mahafazakâr ve geleneklere bağlı ülkelerde devlet adamları, din adamlarının önlerine koyduğu dini kurallara göre hareket etmek zorundadırlar. Âyetlere dikkat edildiğinde hepsinde "Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" buyrularak, "hüküm" (din- güzel ahlak, hayat-yaşantı-inanç) anlamında olup sosyal, ictima'i, ekonomik, kültür olarak Allah'ın indirdiği vahiy'den başka hiçbir kaynak olmaması ile ilgili bir kavramdır. Peki Şia ve Ehl-i Sünnet dininin sözde âlimleri vahyi tek kaynak kabul eden muvahhidleri "sapık" ve "en büyük fitne" olarak görüyorlarsa, devlet adamları "Allah'ın indirdiği" ile nasıl hükmedeceklerdir. Yok eğer atalarının söz ve ictihadlarını Allah'ın dini gibi kabul ediyorlarsa, bu da çok çirkin bir yalan ve Allah'ın üzerine atılmış büyük bir iftiradır. Siz müşrik atalarınızdan gelen yalan ve iftiraları Allah'ın indirdiği vahyin yerine koyamazsınız. Kur'an'da bulunan "hüküm" kavramının "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak edinmemekle ilgili olduğunu" gösteren âyetler. "Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizşe yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir" (Ey Resül! Sana da şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer hükümden (Kur'an'dan) yüz çevirirlerse bil ki bununla Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. "Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliyehükümlerini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır"(Maide- 48, 49, 50 )"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıkların ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut'un (hadisler-ictihatlar -mezhepler) önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara Allah'ın indirdiğine (kitab-a) ve Resul'e gelin (onlara balvuralım, sadece onları kaynak kabul edelim) denilğildi zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir, onlara aldırma, kendilerine öğüt ver onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle. Biz her Resulü-- Allah'ın izniyle(emriyle) ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar (vahiy'den başka kaynaklara başvurarak) kendilerine zulmettikleri zaman (kendisine vahiy indirilen Allah'ın Resulü olarak) sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler. Resul de onlar için istiğfar etseydi (vahiy indirerek) Allah'ı ziyadesiyle affedeci bulurlardı."Hayır Rabbine andolsun ki aralarında çıkan (dini) anlaşmazlık hususunda (Allah'ın Resulü olarak) seni hakem kılıp sonra da (indirilen vahiy ile) verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı durmaksızın onu tam manasıyla kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar"(Nisa-60/65)Sonuç olarak:"Allah'ın indirdiği hükümler" den maksat Kur'an'ın tek kaynak kabul edilmesi olduğu için asıl ve gerçek olarak kafir, zalim ve fasık olanlar devlet adamları değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarıdır.Dikkatli bir şekilde bakıldığında âyetlerde bulunan "tağut" kavramlarının da, devlet adamları hakkında değil, Kur'an'dan başka kaynakları din ve hüküm olarak kabul eden din adamları hakkında oldukları görülecektir. Çünkü Medine'de tek devlet başkanı Nebi (a.s) idi. Fakat onlarca din adamı yani tağut vardı. Nahl süresi 36.âyet hariç tağut kelimelerinin hepsi Medine'de inen sürelerde yer alırlar. Nahl süresinin 36.âyet şöyledir. "Andolsun ki biz" Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının" diye her ümmete bir Resül gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını (vahiy'le) hidayete iletti. Onlardan bir kısmı da (vahiy'den yüz çevirerek) sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün,(Resülleri-vahyi) yalanlayanların sonu nasıl olmuştur! "Kur'an, geçmiş kavimlerin ileri gelenlerine ve yöneticilerine "mele" ve "mütref" kavramlarını kullanırken, vahye ve Resüllere karşı gelen din adamlarına da "tağut, evliya, erbéb, cibt, kübarâ, sâdat, ahbar, ruhban, rabbeniyyun, ilâhlar" gibi kavramları kullanmıştır. Kavramların çeşitliliğinden de anlaşılacağı üzere din adamları her zaman ve zeminde devlet adamlarından daha baskın çıkmışlardır. Kur'an'ın en büyük düşmanı şirk zulmu olduğu için, en önemli hedefi de müşrik din adamlarıdır. Muhafazakar ve gelenekçi bir toplumda devlet adamları en basit dini bir kurala en absürt bir hurafeye bile karşı gelemezler.Yani uydurma evliya ve tağutların dininde devlet adamları, din adamları karşısında bir hiçtir. Fakat müşrik mezhepçiler, müctehid ve muhaddislerine bir eleştirinin yapılmaması için, din adamlarından devlet adamlarına karşı hedef saptırıyorlar. Firavun'un üzerinde Kur'an'ın bu kadar durmsının sebebi, devlet adamı ve yönetici olması değil, kendisini en büyük ilâh ve rab olarak kabul etmesiydi. (Kasas-38; Naziat-24)Yani nasıl ki, "hüküm" kavramı, "tevhid, güzel ahlak, salih ameller, ibadetler ve öğütler dahil olmak üzere baştan sona kadar "Kur'an'ın tümü" anlamına geliyorsa, "tağut" kavramı da siyasal bir anlamda değil, dini bir kavram olarak kullanılmıştır. Kur'an'ın tümünün adı hükümdür. Kur'anda bulunan "inilhükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" cümlesi, "din sadece Allah'ındır, Allah'ın dininden başka hak din yok" demektir. (En'am-57; Yusuf-40,67

2 Ağustos 2021 Pazartesi

NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. (2.YAZI) Nebi'nin tarihselliği, Resül'ün ise evrenselliği temsil ettiğini tam olarak anlayabilmek için Kur'an'da var olan Nebi kavramları üzerinde durmak gerekiyor.İnşallah daha sonra "Resul'ün evrenselliği" ile ilgili yazılarımız gelecektir.Sorunları çözme ve müracaat edilecek merci Nebi değil, âyetlerde her zaman Resul olarak gösterilir. Âyetlerde Nebi'ye değil, Resule davet vardır. (Maide- 104)Çünkü son Nebi olan Muhammed(a.s) vefat etmiştir.Nebi'nin hayatı, makam ve mertebesi yani konumu tarihselliği temsil etmektedir. Fakat Kur'an, "Resul" misyonuyla din ve hüküm olarak kıyamet gününe kadar uyarı görevini yapmaya devam edecektir. Bu önemli konuyu anlamayı bize bağışlayan yüce Allah'a sonsuz hamd olsun.Her ümmet için bir Resul varken, her ümmet için bir Nebi yoktur.(Yunus-47)"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resul'e karşı çıkar ve (vahyi tek kaynak kabul eden) müminlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; orası ne kötü bir yerdir"(Nisa- 115)İlk iki yazımızda Nebi kavramı ile ilgili Ahzab 28- 53- 56- 59; Enfal 67- 117; Tevbe 61-113; Hücurat 1-2; Âli İmran 67- 68- 69- 161; Maide- 81 ve Tahrim 3. âyetini ele almıştık.Şimdi içinde Nebi kavramı bulunan diğer âyetlere bakalım."Ey Nebi! Allah, sana ve sana uyan müminlere yeter. Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa; iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi bulunursa kâfirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur" (Enfal- 64-65)"Ey Nebi!..." diye başlayan yukarıdaki iki âyet, savaşla ilgili nazil olmuşlardır. Yani tamamen Nebi (a.s) ın yaşadığı zamanı ilgilendirmektedir.Müminlerin savaşa teşvik edilmesiyle ilgili olarak Nebi lafzının kullanılmasının sebebi şudur.Vahiy haricinde Nebi kendine ait sözlerle orduyu harekete geçirip, ilgili savaşın ne kadar önemli ve hayati bir değere sahip olduğunu kendine ait sözlerle anlatacaktır.Yani ordunun komutanı olarak, sözünün gücü ile otoritesini ortaya koyacak, ordunun savaş kabiliyetine stratejik ve psikolojik katkıda bulunacaktır. Çünkü savaşta ordunun motivasyonu için, komutanın taktik ve cesareti çok önemlidir. İşte bu yüzden âyetler tarihsel oldukları için âyetlerde "Ey Resul! değil, "Ey Nebi!..."diye hitap edilmektedir. Zaten bu iki âyetten önceki âyetin meali şöyledir. "Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen (Ey Nebi!) yeryüzünde bulunan her şeyi infak etseydin, yine de onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı.Çünkü O, mutlak galiptir, yegane hikmet sahibidir" (Enfal- 63) Nebi (a.s) ın vefatından sonra özellikle Emevilerle başlayan süreçte indirilen tevhid sistemi dejenere edildiği yani Kur'an bir kenara atılıp din rivayetlerin üzerine inşa edildiği için, artık islâmi bir fetihten ve kutsal bir cihattan bahsetmek mümkün değildir.Savaşın farz kılınması savunma amaçlı ve zalimlerin zulmünu engellemek içindir.(Hac- 39) Yoksa Kur'an dininin ve ahlakının olmadığı bir dünyada Allah yolunda kutsal bir savaştan ve cihattan söz edilemez. Dolayısıyla "Ey Nebi!..." diye başlayan âyetlerin hepsi tarihseldir. Yani sadece Nebi (a.s) ın yaşadığı Medine dönemini ve çevresini ilgilendirir. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, üzerine dinlerini inşa ettikleri tüm rivayet ve içtihatlarını yani bağlandıkları mezheplerini terk edip Kur'an'a dönmedikçe düşmanlarıyla yaptıkları hiçbir savaş islami olmayacaktır. Onların savaşları Allah'ı, Resulünü ve hanif İslam dinini ilgilendirmemektedir.Çünkü din Allah'a özel kılınmayınca yani din ve hüküm olarak Kur'an tek kaynak olarak kabul edilmeyince hiçbir fiil ve amel geçerli olmayacaktır. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet'in Yahudi ve Hristiyanlarla olan savaşları kutsal değil, kendilerini savunma, mezhep taassubu, menfaat ve ekonomik çıkarlarla alakalıdır. İşte bundan dolayı mezhebi savaşlarında Allah'ı ve İslam dinini kullanmaları doğru bir hareket olmamıştır. Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri dinlerini rivayetlerin üzerine inşa ettikleri için Yahudi ve Hiristiyanlardan bir farkları kalmamıştır.

NEBİ, TARİHSELLİĞİ, RESUL, EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. (1.YAZI) Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları düşünürken aklımıza takılan farklardan biri de Nebi kavramının kullanıldığı yerlerde özel ve dar konuların, Resûl kavramının kullanıldığı yerlerde ise, genel ve evrensel konuların işlendiğini görüyoruz. Yani Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerde Nebi'nin kendi yerel hayatı, özel durumu, hataları, hanımları, ailesi veya sadece ona iman eden müminlerin hataları, Medine'de yaşayan insanların ve olayların konu edildiğini görüyoruz. Resûl kavramının kullanıldığı âyetlerde ise, genel, külli, evrensel, zamanları ve coğrafyaları aşan bir hitabın var olduğunu yani tüm insanları ilgilendiren dâvet, emir, yasak ve öğütlerin olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu yönüyle "Nebi" tarihselliği yani sadece kendi döneminde yaşanan sorunları temsil eden, dar bir makam ve mertebe ilgili bir kavram iken, "Resul" bütün insanları ilgilendiren bir misyona sahip olduğunu görüyoruz.Kur'an'da bulunan Nebi kavramı, ister tekil olsun, ister çoğul olsun hepsi tarihseldir.Yani Nebi kavramının geçtiği âyetlerden ders çıkarılır ve onlardan ibret alınır.Fakat üzerlerine din ve hüküm bina edilemez.Nebi kavramının "tekil" olarak geçtiği âyetler.NEBİY :(Âli İmran- 68; Maide- 81; Araf- 157, 158; Enfal- 64, 65, 70; Tevbe- 61,73, 117; Ahzab- 1,6, 13, 28, 30, 32, 38, 45, 50, 53, 56, 59, Hucurat- 2, Mümtehine-12; Talak- 1; Tahrim- 1,3,8,9)Nebi kavramının "çoğul" olarak geçtiği âyetler.NEBİYYÜNE : (Bakara-136; Âli İmran-84; Mâide-44)NEBİYYİNE :(Bakara- 61, 117, 213; Âli İmran- 21, 80, 81; Nisa- 69, 163; İsra- 55; Meryem-58; Ahzab- 7,40; Zümer-69 69Şimdi konuyla alakalı âyetlere bir göz atalım.1-) "Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına diş örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en uygun olan budur. Allah bağışlayandır, merhamet edendir"(Ahzab-59)Bu âyet o günün ahlak, gelenek ve şartlarında inmiş olan yani sadece Medine halkının yaşamış olduğu sorunla ilgili bir durumdan bahsetmektedir. Artık bugün aynı şartların yani dünyanın başka yerinde kadınlara karşı böyle rahatsız edici ve eziyet verici durumların yaşatılması imkânsızdır.Çünkü devletlerin kanunu ve hukuki düzenlemeleri, adalet mekanizması buna fırsat vermeyecektir.Çok ilginçtir, Nebi(a.s) yaşadığı Medine'nin sosyal hayatında böyle bir sorun vardı.Bu sorunun tüm insanlığı ilgilendirdiğini söylemek doğru değildir.Yani bu olay risâlet misyonunun alanına girmiyor. 2-) "Allah ve melekleri, Nebi'ye (Muhammed'e değil) salat (yardım) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat (yardım) edin ve tam olarak (Allah'a) teslimiyet gösterin"( Ahzab- 56 )Bu âyette Medine'de yaşayan müminlerin Nebi (a.s) ı yalnız bırakmamalarını, ona destek olmalarını Nübüvvet'in haysiyet ve şerefini korumalarını istemektedir. Yani âyetin konusu ve hitap bağlamı Nebi(a.s) ın döneminde yaşayan müminlerdir. 3-) Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Nebi'nin evlerine girmeyin. Ancak davet edilğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o size bunu söylemekten utanmaktadır..." (Ahzap- 53) Bu âyette de sadece Nebi'nin evlerine giren ve gece geç saatlere kadar kalarak Nebi'yi rahatsız eden müminlere hitap edilmektedir.Bu emir o zaman yaşayan insanları ilgilendimektedir.Zaten âyette geçen "bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o size bunu söylemekten utanmaktadır" cümlesi bu işin risâletle ilgili olmadığını, özel bir durumun kasdedildiğini göstermektedir. Yoksa genel bir sorun ve risâletle ilgili bir durum olsaydı Nebi bunu söylemekten utanmazdı yani onu duyurmak ve ilan etmek zorunda kalırdı. 4-) Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiç bir Nebi'ye esirleri bulunması yakışmaz. Siz geçici dünya hayatını istiyorsunuz, halbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah azizdir, hikmet sahibidir"( Enfal- 67) Yukarıdaki âyet Nebi ve iman edenlerin zaaf ve hatalarını anlatmaktadır. İman edenler savaştan önce mallarına konmak için karşı tarafın askerlerini öldürme yerine esir almalarının hesabını yapmamaları gerekir. Halbuki bugün uluslararası antlaşmalar var. Esirler konusunda iman edenler kendi kafalarına göre kanun belirleyemez, kendi akıllarına göre hareket edemezler. 5-) "Cehennem ehl-i oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne nebi'ye ne de iman edenler yakışmaz"(Tevbe-113) Bu âyette nebi ile iman edenler müşrik akrabalarına dua ettiklerinden dolayı Allah tarafından uyarılıyorlar. Yani hitap bağlamı özel bir hareket ve dar bir insan topluluğu ile ilgilidir. Ancak bundan iman edenler de ders çıkarabilirler. 6-) "Andolsun ki Allah, bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Nebi'yi ve zor zamanda ona uyan muhacirlerle ensarı affeti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O onlara karşı çok şefkatli çok merhametlidir" (Enfal- 117) Yukarıdaki âyet Müslümanlardan hata eden az bir grup hakkında nazil olmuştur. 7-)Ey Nebi! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) İstiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim"(Ahzab-28)Bu âyette dünyalık mal- mülk ve ziynet eşyası isteyen Nebi'nin hanımlarına Allah tarafından bir uyarı yapılıyor. 8-) Nebi, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye haber verince, nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim-3)Yukarıdaki âyet Nebi ve hanımları arasında geçen özel bir konuya temas ettiği için sadece Nebi ibaresinin kullanıldığını görüyoruz.(Yine o münafıklardan) O (Nebi her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek nebi'yi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a iman eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"(Tevbe-61)Dikkat edilirse yine belli bir grup hakkında yani Nebi döneminde yaşayan münafıklar hakkında âyetin nazil olduğunu görüyoruz. Âyette bir incelik daha vardır. Şöyle ki, nebi için "sizden iman edenler için bir rahmettir" derken, Enbiya süresi 107.âyette, misyon olarak Resülün "bütün insanlara rahmet olduğu" vurgulanıyor.Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün evrenselliği temsil ettiğini misallerle görelim. 9-)Bir Nebi'nin emanete ihanet etmesi mümkün değildir. Kim emanete (devlet malına) ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese ( asla haksızlığa uğratılmaksızın) kazandığı tam olarak verilir"( Âli İmran-161)Siyer kitaplarının yazdığına göre, Bedir savaşı'nda elde edilen ganimetlerin paylaşımı sırasında, kayıp bir eşya için, münafıkların "herhalde Muhammed almıştır" demeleri üzerine bu âyetin indiği söylenir.Âyette görüldüğü gibi "bazı münafıkların" Nebi(a.s) hakkındaki dedikodularına cevap veriliyor. Yani âyet yine yerel, yine Medine yani tarihsel bir olaya değinmekte, dar bir alan ve özel bir durum hakkında bilgi vermektedir.10-) "Ey iman edenler! Allah ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun şüphesiz Allah işitendir, bilendir" "Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Nebiye yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" (Hücurat-1, 2) Birinci âyette "Allah ve Resul'ünün önüne geçmeyin" derken, ikinci âyette "seslerinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin" buyurmaktadır. Kur'an'da hiç bir âyette "Resul'ün sesi" diye bir şey geçmez.Çünkü "Resul" görev icabı evrensel bir kimliğe sahiptir. Yani beşer Resul'den sonra kitap Resul aynı misyonla kiyamet gününe kadar tebliğ ve irşada devam edecektir. "Nebi'nin sesi" ise Medine'nin sınırları içinde kalan, onun yaşadığı özel hayattaki konuşmasından başka bir şey değildir. Sadece kendi döneminde yaşayan arkadaşlarına "Nebi'nin şahsına saygısızlık yapmamalarını" öğütlemektedir.Zaten Resüllere hitap olan yani Resül bağlamında kullanılan evrensel kavramlar hayata hakim olmazsa diğer ibadetlerin hiç bir önemi kalmıyor.Dinde esas olan Resülün evrenselliğidir, nebinin tarihselliği değil. Çünkü Nebinin tarihselliği 10 yıllık gibi dar bir zaman dilimini içine alırken, Resülün evrenselliği ve misyonu kiyamet gününe kadar devam edecektir. Dolayısıyla Resülün görevi, binlerce, belki milyonlarca, hatta milyarlarca yıl sürebilir.