27 Temmuz 2018 Cuma

MEKKE'DE YAŞAMAK KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERE HARAMDIR.
 Allah Resulü (as) ın vefatından sonra, özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an cahili  muhaddislerin topladıkları rivayetler ve  mezhep âlimlerinin bu rivayetlerden yaptıkları içtihatlarla Kur'an'ın manası tamamen tahrip edilmiştir.
Öyle zor, çelişkili, absürt ve anlaşılmaz bir din  ortaya çıkarıldı ki, bu uydurma dinin Kur'an'da bulunan tevhid ve rahmet dini ile zerre kadar  bağlantısı bulunmamaktadır.
 MESELA:
Bu din sahipleri, en büyük Kur'an düşmanı ve en batıl bir dine bağlı oldukları halde  kendi İnanç ve  fikirleri dışında kalan diğer bütün din mensuplarını kafir ve cehennemlik olarak görürler.
Allah'ın kitabı  Kur'an,  tamamen saf dışı edilerek tevhid akidesine ve Allah Resulü'nün ahlakına taban
 tabana zıt olan bu uydurma,
 hurafe ve iftira dine hem Şiilik, hem Sünnilik, hem de sözde "İslam"
adını vermekle sadece kendilerini ve ümmi halkı kandırmaya çalışırlar.
 Halbuki dinlerine baktığımızda Kur'an'ın akıl ve hikmet dinine  tamamen aykırı, baştan sona kadar şirk olan bir din ile  karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. 
MESELA:
Diyanette çalışırken görev icabı Suudi Arabistan'a beş kez gittim.
 Mekke ve Medine'de Mescidi Haram ile Mescidi Nebevi'nin  fetva makamları ve ilim sahipleri ile günlerce dini tartışmalar yapıyorduk.
 Suudi Arabistan'da bulunan inanç,  tamamen Emevi- Abbasi- Osmanlı- Ehli Sünnet'in uydurma rivayetlerinden oluşturulan fıkhi anlayış hakimdir.
 Yani Suudi Arabistan din anlayışı ve  fetva makamlarının inancı ile İhsan Şenocak,  Ebubekir sifil,
Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer,
Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu, Ömer Döngeloğlu,
 Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan,
 Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, Cübbeli Ahmet, Adıyaman uydurma Gavs, Nihat Hatipoğlu'nun dini arasında hiçbir fark yoktur.
Yalnız onlarda evliya inancı yoktur.
Ayrıca Suudi Arabistan'da tasavvuf ve tarikat şirki bulunmaz.
 Birde ölülere Kur'an okunmaz ve  türbe yapılmaz.
 Bunun haricinde Suudi Arabistan'da aynen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Diyanet'inde ve cemaatlerde bulunan rivayet dini ve fıkhı hakimdir.
İlim adamları ile yaptığımız tartışmalarda yalnız  âyetleri dile getirdiğimizden dolayı son derece rahatsız oluyorlardı.
Okuduğumuz İki âyete karşılık bize  cevap olarak dört beş uydurma hadis ile cevap veriyorlardı.
Hadis kültürü ve geleneği o kadar gelişmiş, o kadar hayata hakim olmuş ki, okuduğunuz hiçbir ayeti anlayacak ve kabul edecek akıl ve iradeleri kalmamıştı.
Onların hurafe rivayetlerine  karşı okuduğumuz âyetlere düşmanca bir tavır takınarak bizim  sapık olduğunuzu hiç çekinmeden söylüyorlardı.
Sapıklığınızı ortaya koymak için hemen şu soruları soruyorlardı.
 Kabir azabına inanıyor musun?
 Ahiretteki şefaati kabul ediyor musun?
 Bu iki soruya olumsuz cevap verdiğinizde hemen sizi diskalifiye edip sizden  uzaklaşıyorlardı.
 İster inanın ister inanmayın, bugünkü Mekke  Allah Resulü'nün döneminden daha karanlık bir cehalet ve şirk içinde kıvranıyor.
 Allah Resulü döneminde Mekke müşriklerinin yazılı bir kutsalları yoktu.
Atalarından kendilerine geleneksel  olarak dilden dile intikal eden ilahların ve evliyanın şirk dini hakimdi.
 Bundan dolayı Kur'an onlara şöyle seslenir. "Yoksa size ait bir kitap var da,( bu batıl ve şirk  inançları)  ondan mı ders ediniyorsunuz. Onda, beğendiğiniz herşey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?
(Kalem- 37, 38)
 Yani Mekke müşriklerinin bağlı oldukları,  içinden ders yaptıkları  ve Kur'an'ın karşına delil olarak çıkarabilecekleri kutsal bir  kitapları yoktu.
 Fakat Allah Resulü'nden iki yüz üç yüz  sene sonra Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'a karşı yüzlerce kutsal kitap meydana getirdiler.
Artık Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu uydurma  kutsallarını aşarak Kur'an'a ulaşmaları  mümkün değildir.
 Mescid-i Haram'ın fetva makamı olan şeyh Yusuf'la  yaptığım tartışmada yani tevhid inancının merkezinde  İbrahim,  İsmail ve Muhammed (aleyhimusselam)  şehri olan Mekke'de içim hüzünle doldu.
 Nasıl oldu da ümmet Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan kitabına karşı bu kadar yabancı ve düşman yapıldı.
 Allah'ın âyetlerini okuduğunuzda size mikrop saçan bir hastalık gibi bakıyorlar.
 Mescid-i Haram'ın yanında uydurma  makamları kolluyor, taşları öpmek için birbirlerini eziyor, neredeyse  birbirlerini öldürüyorlar.
 Şeyh Yusuf'a, Hacerul- esvedi kaldırıp atın,  dediğimde, hayretler içerisinde kalarak hiddetli bir şekilde  "Allah Resulü'nün öptüğü, ondan bize  Miras kalan bir taşın kaldırılmasını nasıl söylersin" dedi.
İşte bütün bunlardan dolayı Kur'an'ın inmeye başladığı Mekke'de Kur'an ve fikir hürriyeti olmadığı için bir muvahhidin yaşamasının  haram olduğunu Kur'an söylüyor.
"Kendilerine zulmeden kimselere melekler, canlarını alırken: Hayat (özgürlük)  bakımından durumunuz nasıldı?  derler.
 Bunlar: Biz yeryüzünde çaresiz eziliyorduk" diye cevap verirler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi?
Hicret etseydiniz ya!  derler.  İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.
Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye  gücü yetmeyenler,  hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. işte bunları, umulur  ki Allah affeder,  Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır"
(Nisa, 97, 98, 99)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder