DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA KAYNAK OLMADIĞI İLE İLGİLİ OLARAK DAHA ALLAH NE DESİN?
(3.YAZI)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA KAYNAĞA İMAN EDİLMEZ.
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar"
(Casiye, 6)
"Onlar artık bu Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar"
( Mürselat, 50)
",,, Ben Allah'ın indirdiği kitaba iman ederim,de,,," (Şura, 15)
İNSANLAR SADECE KUR'AN'DAN SORUMLUDURLAR.
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen (Kur'an sayesinde) dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf-43, 44)
ÂYETLERİ KABUL ETMEYENLERDEN ALLAH VE MÜMİNLER NEFRET EDER.
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler (onları kabul etmede zorlananlar) gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında bu durumları büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin, 35)
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE İNDİRİLEN VAHYİ TEBLİĞ EDERLER.
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini (görevini) yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
( Maide, 67)
"Nuh (as) Daveti kabul etmeyen kavmine şöyle seslendi:
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum. Size vahiy'le öğüt veriyorum ve ben vahiy sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum"
(Âraf, 62)
Yani bütün Allah Elçileri aşağı yukarı aynı şeyi söylemişlerdir.
Dâvetinin sonunda Hud (as) kavmine şöyle seslendi:
"Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi vahiy'le uyarmak için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden bir zikir (öğüt verici kitap) gelmesine şaşırdınız mı?
(Âraf- 68, 69)
Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi:
"Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size vahiy ile nasihat ettim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz"
(Âraf, 79)
"Resul'e düşen vazife, ancak vahyi duyurmadır" (Maide, 99)
"Biz onlara vâdettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40)
"Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni bildirdim,,,"
(Hud, 57)
KUR'AN'I ALLAH AÇIKLAR, TEFSİR ve TAFSİL EDER:
Aslında Kur'an Allah tarafından açıklanmış ve detaylandırılmış bir kitaptır.
Yani vahyin kendisi hem "bayan" hem de "belâğ"dır.
"BEYAN"
"Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklamadır (beyan), takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
"BELÂĞ"
"İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir" (Belâğ)
(İbrahim, 52)
Allah Resulü'nün görevi ise kendisine indirilen vahyi insanlara bildirmek onu gizlemeden beyan etmek, muhataplara eksiksiz ulaştırmaktır.
Dolayısıyla Allah Resulü Kur'an'dan bir şey çıkaramaz, ona bir şey ekleyemez, onu olduğu gibi tebliğ etmekle yükümlüdür.
İnsanların sorumlu oldukları tek şey indirilen vahiy'dir.
Nebi (as) söz ve davranışlarıyla Allah tarafından indirilen vahyin yanında din adına başka bir hüküm ortaya koyamaz.
"TEBYİN"
"İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki kendinizi kötülüklerden korursunuz"
(Bakara, 187)
"işte Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz"
(Bakara, 219)
",,,Ayrıca bu kitabı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN HER TÜRLÜ ŞEKİLDE VE MİSALLERLE ORTAYA KONMUŞTUR:
"Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabul etmediler"
(İsra, 89)
"Gerçekten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat hakikatı kabullenmede en çok zorlanan insandır"
(Kehf, 54)
"Biz akıllarını başlarına toplamaları için bu Kur'an'da çeşitli ikaz ve ihtarları türlü şekillerde tekrar ettik. Fakat bu, onlara, daha da haktan kaçıp uzaklaşmaktan başka bir şey sağlamadı"
(İsra, 41)
"Andolsun Kur'an'ı, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde anlatmışızdır, ama insanların çoğu mutlaka hakka karşı nankörlük edip diretmiştir"
( Furkan, 50)
"Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar bu sayede korunurlar, yahut o Kur'an kendileri için bir ibret ortaya koyar"
( Tâhâ, 113)
"Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kuran'da insanlara her türlü misali verdik"
( Zümer, 27)
"Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her çeşit misâle yer vermişizdir.
Şayet onlara bir âyet getirirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak batıl şeyler ortaya atmaktasınız"
( Rum, 58)
KUR'AN ÇOK KOLAY BİR KİTAPTIR.
"Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. O'ndan öğüt alan yok mu?
( Kamer- 17, 22, 32, 40)
Yukarıdaki âyetler şu şekilde de anlaşılmaya müsaittir.
"Kur'an öğüt almak isteyenler ve düşünenler için kolaylaştırılmış bir kitaptır"
"Biz Kur'an'ı, öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık"
(Duhan, 98)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN AÇIKLANMIŞTIR:
(Ey Resul! ) Vahyi çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak senin kalbine yerleştirmek ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir"
( Kıyame- 16, 17, 18, 19)
( Ey Resul!) Bu sana indirilen, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap "Allah'tan başkasına kulluk etmemeniz için indirildi"
(Hud, 1-2)
KUR'AN ALLAH TARAFINDAN TEFSİR EDİLMİŞTİR:
"Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, onun karşılığında sana doğrusunu ve daha açığını getirmiş olmayalım"
( Furkan, 33)
VAHYİ GİZLEYEN DİN ADAMLARI LANETLENMİŞTİR:
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu- kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
( Bakara, 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
"Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 175)
"O azabın sebebi, Allah'ın, kitab'ı hak olarak indirmiş olmasıdır. Buna rağmen manasını bozup kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
(Bakara, 176)
27 Temmuz 2018 Cuma
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA KAYNAK OLMADIĞI İLE İLGİLİ OLARAK DAHA ALLAH NE DESİN?
(2.YAZI)
Gerçekten de din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olmadığı, insanların sadece indirilen vahiy'den yani Kur'an'dan sorumlu oldukları,
din adına Kur'an'dan başka hiçbir söze mutlak olarak iman edilmeyeceği,
sadece Allah tarafından gelenin hak olduğu, din olarak Kur'an'ın yeterli olduğu ve daha Allah Resulü hayatta iken dinin Allah tarafından tamamlandığı,
fırka ve mezheplerin kabul edilmeyeceği, Allah katında tek geçerli dinin bütün elçilere indirilen tevhid dini İslam olduğu,
Allah elçilerinin sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ettikleri ve sadece vahye uydukları, onların vahyi tebliğ etme ve duyurmadan başka görevlerinin olmadığı,
Kur'an'dan başka bir kaynakta hidayet'in aranmayacağı, Kur'an'ın Allah tarafından "tebyin" (açıklandığı)
"tasrif" (çeşitli şekillerde sindire sindire anlatıldığı) "tafsil" (detaylandırıldığı) "tefsir" (kendi içinde çözüldüğü) bütün
Allah elçilerinin sadece vahiy'le insanları uyardıkları ile alakalı yüzlerce ayet mevcuttur.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynakların şirk olduğu,
Resul'e itaatin Allah'a itaat olduğu, Resul ile Kur'an'ın arasında bir ayrımın yapılmayacağı, "Beşer Resul" vefat edinceye kadar onun canlı Kur'an olduğu,
onun vefatından sonra onu sadece Kur'an'ın temsil edeceği, dolayısıyla başta "itaat" kavramı olmak üzere "ittiba,
küfür, hak, nur, kerim, mübin, helal ve haram kılma, istihza,(alay) örneklik, tekzip (yalanlama) tasdik, İnzar (uyarma)
tebliğ, kitabı okuma, elçi olmadan azap etmeme gibi birçok kavramın Allah, vahiy ve Resul bağlamında
kullanıldığı ile alakalı yüzlerce âyeti görmek mümkündür.
Dolayısıyla Resul ile Kur'an'ın arasında bir farkın olmadığı, aslında ikisinin aynı şey olduğu,
Yani kısacası yüce Allah, Kur'an'dan başka hiçbir kitaba iman edilmemesi, itaat edilmemesi ve ittiba edilmemesi ile ilgili söylemediği hiçbir şey bırakmamıştır.
Hatta aynı şeyleri çeşitli şekillerde tekrar tekrar vurgulayarak önemle Kur'an'a sahip çıkılmasını emretmiştir.
MESELA,
ALLAH HÜKMÜNDE HİÇ KİMSEYİ ORTAK KILMAZ.
"İşte O Allah'tır. O'NDAN başka ilah yoktur. Dünyada da ahirette de hamd ona mahsustur. Hüküm sadece onundur ve ancak O'na döndürüleceksiniz"
( Kasas, 70)
",,,,Allah kendi hükümranlığına kimseyi ortak yapmaz"
(Kehf, 26)
DİN ve HÜKÜM OLARAK VAHİY'DEN BAŞKA KAYNAKLAR ŞİRK'TİR.
"Ey Resul! Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Sadece Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma"
( Kasas, 87)
KUR'AN'DA ÇELİŞKİ YOKTUR.
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda bir çok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
KUR'AN'IN ÜZERİNDE DERİN DERİN TEFEKKÜR EDİLMELİDİR.
"Ey Rasul! Sana bu mübarek kitab-ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"
(Sad, 29)
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?
( Muhammed, 24)
KUR'AN BÜYÜK BİR OLAYDIR, FAKAT TERKEDİLMİŞ BİR KİTAPTIR.
"De ki: Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"
(Sâd, 67, 68)
"Resul der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
( Furkan, 30)
DİN ADAMLARI HER ZAMAN VAHYE İHANET ETMİŞLERDİR.
"Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz"
diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı edip arkalarına attılar, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"
( Âli İmran, 187)
" Ey iman edenler! Biliniz ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollarında yerler ve insanları Allah'ın yolundan engellerler,,,"
( Tevbe, 34)
"İnkâr edenler müstesna, hiç kimse Allah'ın ayetleri hakkında tartışmaz (onları kabul etmede zorlanmaz)
( Mümin, 4)
"Âyetlerimizi ancak kafirler bile bile inkâr eder"
(Ankebut, 47)
"Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder" (Ankebut, 49)
Âyetlerde geçen "Küfür" (inkâr) Hakkın ortaya çıkmasına engel olmak, hakkın üzerine hurafe ve yalanlardan perde çekmek ve onları görmezden gelmek anlamına geliyor.
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHYE UYMUŞLARDIR.
"Rabbinden sana vahyedilene uy. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
"Ben, bana vahyedilendan başkasına uymam. Çünkü Rabbime İsyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım"
( Yunus, 15)
",,,Ben sadece bana vahyedilene tabii olurum. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım"
( Ahkaf, 9)
(2.YAZI)
Gerçekten de din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olmadığı, insanların sadece indirilen vahiy'den yani Kur'an'dan sorumlu oldukları,
din adına Kur'an'dan başka hiçbir söze mutlak olarak iman edilmeyeceği,
sadece Allah tarafından gelenin hak olduğu, din olarak Kur'an'ın yeterli olduğu ve daha Allah Resulü hayatta iken dinin Allah tarafından tamamlandığı,
fırka ve mezheplerin kabul edilmeyeceği, Allah katında tek geçerli dinin bütün elçilere indirilen tevhid dini İslam olduğu,
Allah elçilerinin sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ettikleri ve sadece vahye uydukları, onların vahyi tebliğ etme ve duyurmadan başka görevlerinin olmadığı,
Kur'an'dan başka bir kaynakta hidayet'in aranmayacağı, Kur'an'ın Allah tarafından "tebyin" (açıklandığı)
"tasrif" (çeşitli şekillerde sindire sindire anlatıldığı) "tafsil" (detaylandırıldığı) "tefsir" (kendi içinde çözüldüğü) bütün
Allah elçilerinin sadece vahiy'le insanları uyardıkları ile alakalı yüzlerce ayet mevcuttur.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynakların şirk olduğu,
Resul'e itaatin Allah'a itaat olduğu, Resul ile Kur'an'ın arasında bir ayrımın yapılmayacağı, "Beşer Resul" vefat edinceye kadar onun canlı Kur'an olduğu,
onun vefatından sonra onu sadece Kur'an'ın temsil edeceği, dolayısıyla başta "itaat" kavramı olmak üzere "ittiba,
küfür, hak, nur, kerim, mübin, helal ve haram kılma, istihza,(alay) örneklik, tekzip (yalanlama) tasdik, İnzar (uyarma)
tebliğ, kitabı okuma, elçi olmadan azap etmeme gibi birçok kavramın Allah, vahiy ve Resul bağlamında
kullanıldığı ile alakalı yüzlerce âyeti görmek mümkündür.
Dolayısıyla Resul ile Kur'an'ın arasında bir farkın olmadığı, aslında ikisinin aynı şey olduğu,
Yani kısacası yüce Allah, Kur'an'dan başka hiçbir kitaba iman edilmemesi, itaat edilmemesi ve ittiba edilmemesi ile ilgili söylemediği hiçbir şey bırakmamıştır.
Hatta aynı şeyleri çeşitli şekillerde tekrar tekrar vurgulayarak önemle Kur'an'a sahip çıkılmasını emretmiştir.
MESELA,
ALLAH HÜKMÜNDE HİÇ KİMSEYİ ORTAK KILMAZ.
"İşte O Allah'tır. O'NDAN başka ilah yoktur. Dünyada da ahirette de hamd ona mahsustur. Hüküm sadece onundur ve ancak O'na döndürüleceksiniz"
( Kasas, 70)
",,,,Allah kendi hükümranlığına kimseyi ortak yapmaz"
(Kehf, 26)
DİN ve HÜKÜM OLARAK VAHİY'DEN BAŞKA KAYNAKLAR ŞİRK'TİR.
"Ey Resul! Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Sadece Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma"
( Kasas, 87)
KUR'AN'DA ÇELİŞKİ YOKTUR.
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda bir çok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
KUR'AN'IN ÜZERİNDE DERİN DERİN TEFEKKÜR EDİLMELİDİR.
"Ey Rasul! Sana bu mübarek kitab-ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"
(Sad, 29)
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?
( Muhammed, 24)
KUR'AN BÜYÜK BİR OLAYDIR, FAKAT TERKEDİLMİŞ BİR KİTAPTIR.
"De ki: Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"
(Sâd, 67, 68)
"Resul der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler"
( Furkan, 30)
DİN ADAMLARI HER ZAMAN VAHYE İHANET ETMİŞLERDİR.
"Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz"
diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı edip arkalarına attılar, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"
( Âli İmran, 187)
" Ey iman edenler! Biliniz ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollarında yerler ve insanları Allah'ın yolundan engellerler,,,"
( Tevbe, 34)
"İnkâr edenler müstesna, hiç kimse Allah'ın ayetleri hakkında tartışmaz (onları kabul etmede zorlanmaz)
( Mümin, 4)
"Âyetlerimizi ancak kafirler bile bile inkâr eder"
(Ankebut, 47)
"Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder" (Ankebut, 49)
Âyetlerde geçen "Küfür" (inkâr) Hakkın ortaya çıkmasına engel olmak, hakkın üzerine hurafe ve yalanlardan perde çekmek ve onları görmezden gelmek anlamına geliyor.
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHYE UYMUŞLARDIR.
"Rabbinden sana vahyedilene uy. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
"Ben, bana vahyedilendan başkasına uymam. Çünkü Rabbime İsyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım"
( Yunus, 15)
",,,Ben sadece bana vahyedilene tabii olurum. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım"
( Ahkaf, 9)
MEKKE'DE YAŞAMAK KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERE HARAMDIR.
Allah Resulü (as) ın vefatından sonra, özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an cahili muhaddislerin topladıkları rivayetler ve mezhep âlimlerinin bu rivayetlerden yaptıkları içtihatlarla Kur'an'ın manası tamamen tahrip edilmiştir.
Öyle zor, çelişkili, absürt ve anlaşılmaz bir din ortaya çıkarıldı ki, bu uydurma dinin Kur'an'da bulunan tevhid ve rahmet dini ile zerre kadar bağlantısı bulunmamaktadır.
MESELA:
Bu din sahipleri, en büyük Kur'an düşmanı ve en batıl bir dine bağlı oldukları halde kendi İnanç ve fikirleri dışında kalan diğer bütün din mensuplarını kafir ve cehennemlik olarak görürler.
Allah'ın kitabı Kur'an, tamamen saf dışı edilerek tevhid akidesine ve Allah Resulü'nün ahlakına taban
tabana zıt olan bu uydurma,
hurafe ve iftira dine hem Şiilik, hem Sünnilik, hem de sözde "İslam"
adını vermekle sadece kendilerini ve ümmi halkı kandırmaya çalışırlar.
Halbuki dinlerine baktığımızda Kur'an'ın akıl ve hikmet dinine tamamen aykırı, baştan sona kadar şirk olan bir din ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
MESELA:
Diyanette çalışırken görev icabı Suudi Arabistan'a beş kez gittim.
Mekke ve Medine'de Mescidi Haram ile Mescidi Nebevi'nin fetva makamları ve ilim sahipleri ile günlerce dini tartışmalar yapıyorduk.
Suudi Arabistan'da bulunan inanç, tamamen Emevi- Abbasi- Osmanlı- Ehli Sünnet'in uydurma rivayetlerinden oluşturulan fıkhi anlayış hakimdir.
Yani Suudi Arabistan din anlayışı ve fetva makamlarının inancı ile İhsan Şenocak, Ebubekir sifil,
Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer,
Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu, Ömer Döngeloğlu,
Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan,
Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, Cübbeli Ahmet, Adıyaman uydurma Gavs, Nihat Hatipoğlu'nun dini arasında hiçbir fark yoktur.
Yalnız onlarda evliya inancı yoktur.
Ayrıca Suudi Arabistan'da tasavvuf ve tarikat şirki bulunmaz.
Birde ölülere Kur'an okunmaz ve türbe yapılmaz.
Bunun haricinde Suudi Arabistan'da aynen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Diyanet'inde ve cemaatlerde bulunan rivayet dini ve fıkhı hakimdir.
İlim adamları ile yaptığımız tartışmalarda yalnız âyetleri dile getirdiğimizden dolayı son derece rahatsız oluyorlardı.
Okuduğumuz İki âyete karşılık bize cevap olarak dört beş uydurma hadis ile cevap veriyorlardı.
Hadis kültürü ve geleneği o kadar gelişmiş, o kadar hayata hakim olmuş ki, okuduğunuz hiçbir ayeti anlayacak ve kabul edecek akıl ve iradeleri kalmamıştı.
Onların hurafe rivayetlerine karşı okuduğumuz âyetlere düşmanca bir tavır takınarak bizim sapık olduğunuzu hiç çekinmeden söylüyorlardı.
Sapıklığınızı ortaya koymak için hemen şu soruları soruyorlardı.
Kabir azabına inanıyor musun?
Ahiretteki şefaati kabul ediyor musun?
Bu iki soruya olumsuz cevap verdiğinizde hemen sizi diskalifiye edip sizden uzaklaşıyorlardı.
İster inanın ister inanmayın, bugünkü Mekke Allah Resulü'nün döneminden daha karanlık bir cehalet ve şirk içinde kıvranıyor.
Allah Resulü döneminde Mekke müşriklerinin yazılı bir kutsalları yoktu.
Atalarından kendilerine geleneksel olarak dilden dile intikal eden ilahların ve evliyanın şirk dini hakimdi.
Bundan dolayı Kur'an onlara şöyle seslenir. "Yoksa size ait bir kitap var da,( bu batıl ve şirk inançları) ondan mı ders ediniyorsunuz. Onda, beğendiğiniz herşey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?
(Kalem- 37, 38)
Yani Mekke müşriklerinin bağlı oldukları, içinden ders yaptıkları ve Kur'an'ın karşına delil olarak çıkarabilecekleri kutsal bir kitapları yoktu.
Fakat Allah Resulü'nden iki yüz üç yüz sene sonra Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'a karşı yüzlerce kutsal kitap meydana getirdiler.
Artık Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu uydurma kutsallarını aşarak Kur'an'a ulaşmaları mümkün değildir.
Mescid-i Haram'ın fetva makamı olan şeyh Yusuf'la yaptığım tartışmada yani tevhid inancının merkezinde İbrahim, İsmail ve Muhammed (aleyhimusselam) şehri olan Mekke'de içim hüzünle doldu.
Nasıl oldu da ümmet Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan kitabına karşı bu kadar yabancı ve düşman yapıldı.
Allah'ın âyetlerini okuduğunuzda size mikrop saçan bir hastalık gibi bakıyorlar.
Mescid-i Haram'ın yanında uydurma makamları kolluyor, taşları öpmek için birbirlerini eziyor, neredeyse birbirlerini öldürüyorlar.
Şeyh Yusuf'a, Hacerul- esvedi kaldırıp atın, dediğimde, hayretler içerisinde kalarak hiddetli bir şekilde "Allah Resulü'nün öptüğü, ondan bize Miras kalan bir taşın kaldırılmasını nasıl söylersin" dedi.
İşte bütün bunlardan dolayı Kur'an'ın inmeye başladığı Mekke'de Kur'an ve fikir hürriyeti olmadığı için bir muvahhidin yaşamasının haram olduğunu Kur'an söylüyor.
"Kendilerine zulmeden kimselere melekler, canlarını alırken: Hayat (özgürlük) bakımından durumunuz nasıldı? derler.
Bunlar: Biz yeryüzünde çaresiz eziliyorduk" diye cevap verirler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi?
Hicret etseydiniz ya! derler. İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.
Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. işte bunları, umulur ki Allah affeder, Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır"
(Nisa, 97, 98, 99)
Allah Resulü (as) ın vefatından sonra, özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an cahili muhaddislerin topladıkları rivayetler ve mezhep âlimlerinin bu rivayetlerden yaptıkları içtihatlarla Kur'an'ın manası tamamen tahrip edilmiştir.
Öyle zor, çelişkili, absürt ve anlaşılmaz bir din ortaya çıkarıldı ki, bu uydurma dinin Kur'an'da bulunan tevhid ve rahmet dini ile zerre kadar bağlantısı bulunmamaktadır.
MESELA:
Bu din sahipleri, en büyük Kur'an düşmanı ve en batıl bir dine bağlı oldukları halde kendi İnanç ve fikirleri dışında kalan diğer bütün din mensuplarını kafir ve cehennemlik olarak görürler.
Allah'ın kitabı Kur'an, tamamen saf dışı edilerek tevhid akidesine ve Allah Resulü'nün ahlakına taban
tabana zıt olan bu uydurma,
hurafe ve iftira dine hem Şiilik, hem Sünnilik, hem de sözde "İslam"
adını vermekle sadece kendilerini ve ümmi halkı kandırmaya çalışırlar.
Halbuki dinlerine baktığımızda Kur'an'ın akıl ve hikmet dinine tamamen aykırı, baştan sona kadar şirk olan bir din ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
MESELA:
Diyanette çalışırken görev icabı Suudi Arabistan'a beş kez gittim.
Mekke ve Medine'de Mescidi Haram ile Mescidi Nebevi'nin fetva makamları ve ilim sahipleri ile günlerce dini tartışmalar yapıyorduk.
Suudi Arabistan'da bulunan inanç, tamamen Emevi- Abbasi- Osmanlı- Ehli Sünnet'in uydurma rivayetlerinden oluşturulan fıkhi anlayış hakimdir.
Yani Suudi Arabistan din anlayışı ve fetva makamlarının inancı ile İhsan Şenocak, Ebubekir sifil,
Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer,
Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu, Ömer Döngeloğlu,
Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan,
Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, Cübbeli Ahmet, Adıyaman uydurma Gavs, Nihat Hatipoğlu'nun dini arasında hiçbir fark yoktur.
Yalnız onlarda evliya inancı yoktur.
Ayrıca Suudi Arabistan'da tasavvuf ve tarikat şirki bulunmaz.
Birde ölülere Kur'an okunmaz ve türbe yapılmaz.
Bunun haricinde Suudi Arabistan'da aynen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Diyanet'inde ve cemaatlerde bulunan rivayet dini ve fıkhı hakimdir.
İlim adamları ile yaptığımız tartışmalarda yalnız âyetleri dile getirdiğimizden dolayı son derece rahatsız oluyorlardı.
Okuduğumuz İki âyete karşılık bize cevap olarak dört beş uydurma hadis ile cevap veriyorlardı.
Hadis kültürü ve geleneği o kadar gelişmiş, o kadar hayata hakim olmuş ki, okuduğunuz hiçbir ayeti anlayacak ve kabul edecek akıl ve iradeleri kalmamıştı.
Onların hurafe rivayetlerine karşı okuduğumuz âyetlere düşmanca bir tavır takınarak bizim sapık olduğunuzu hiç çekinmeden söylüyorlardı.
Sapıklığınızı ortaya koymak için hemen şu soruları soruyorlardı.
Kabir azabına inanıyor musun?
Ahiretteki şefaati kabul ediyor musun?
Bu iki soruya olumsuz cevap verdiğinizde hemen sizi diskalifiye edip sizden uzaklaşıyorlardı.
İster inanın ister inanmayın, bugünkü Mekke Allah Resulü'nün döneminden daha karanlık bir cehalet ve şirk içinde kıvranıyor.
Allah Resulü döneminde Mekke müşriklerinin yazılı bir kutsalları yoktu.
Atalarından kendilerine geleneksel olarak dilden dile intikal eden ilahların ve evliyanın şirk dini hakimdi.
Bundan dolayı Kur'an onlara şöyle seslenir. "Yoksa size ait bir kitap var da,( bu batıl ve şirk inançları) ondan mı ders ediniyorsunuz. Onda, beğendiğiniz herşey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?
(Kalem- 37, 38)
Yani Mekke müşriklerinin bağlı oldukları, içinden ders yaptıkları ve Kur'an'ın karşına delil olarak çıkarabilecekleri kutsal bir kitapları yoktu.
Fakat Allah Resulü'nden iki yüz üç yüz sene sonra Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'a karşı yüzlerce kutsal kitap meydana getirdiler.
Artık Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu uydurma kutsallarını aşarak Kur'an'a ulaşmaları mümkün değildir.
Mescid-i Haram'ın fetva makamı olan şeyh Yusuf'la yaptığım tartışmada yani tevhid inancının merkezinde İbrahim, İsmail ve Muhammed (aleyhimusselam) şehri olan Mekke'de içim hüzünle doldu.
Nasıl oldu da ümmet Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan kitabına karşı bu kadar yabancı ve düşman yapıldı.
Allah'ın âyetlerini okuduğunuzda size mikrop saçan bir hastalık gibi bakıyorlar.
Mescid-i Haram'ın yanında uydurma makamları kolluyor, taşları öpmek için birbirlerini eziyor, neredeyse birbirlerini öldürüyorlar.
Şeyh Yusuf'a, Hacerul- esvedi kaldırıp atın, dediğimde, hayretler içerisinde kalarak hiddetli bir şekilde "Allah Resulü'nün öptüğü, ondan bize Miras kalan bir taşın kaldırılmasını nasıl söylersin" dedi.
İşte bütün bunlardan dolayı Kur'an'ın inmeye başladığı Mekke'de Kur'an ve fikir hürriyeti olmadığı için bir muvahhidin yaşamasının haram olduğunu Kur'an söylüyor.
"Kendilerine zulmeden kimselere melekler, canlarını alırken: Hayat (özgürlük) bakımından durumunuz nasıldı? derler.
Bunlar: Biz yeryüzünde çaresiz eziliyorduk" diye cevap verirler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi?
Hicret etseydiniz ya! derler. İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.
Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. işte bunları, umulur ki Allah affeder, Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır"
(Nisa, 97, 98, 99)
23 Temmuz 2018 Pazartesi
ESAS FETÖ'CÜ KİMDİR?
Yeryüzünde her zaman ve zeminde iki din var olmuştur.
Birincisi : Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere indirilen hanif, saf, tevhid dini olan İslam.
İkincisi : Şeytanların vesvese ve ilhamlarıyla insanlar tarafından uydurulan habis, necis baştan sona kadar zulüm olan tağutların şirk dini.
İşte fetö'nün temsil ettiği din, Said Nursi'nin, Celaleddin-i Rumi'nin, Beyazıt'ı Bestami'nin, Muhittin Arabi'nin karmaşık ve karanlık şirk dinidir.
ESAS FETÖ'CÜ KİMDİR?
Benim bu soruya vereceğim cevap şudur. Kendilerine kitap verilen, fakat o kitaptan şu veya bu şekilde uzaklaştırılan, kitabın içeriğinden haberi olmayan,
mezhep fanatikleri tarafından aldatılan. vahyin ve tevhid akidesinin güzelliklerinden haberi olmayan ümmi insanlar gerçek fetö'cü olamazlar.
Bunlar sihirbazlar tarafından gözleri sihirlenmiş, ahlaksızca aldatılmış, akılları iğfal edilmiş, beyin ve zihinlerine tecavüz edilmiş kimselerdir.
Bunlarda gerçeği bulabilecek, akıllarını kullanacak ve sorgulama yapacak kabiliyet bulunmamaktadır.
Bunlar fetö'nün bankasına para da yatırsalar, fetö'nün sendikasına üye de olsalar, fetö'ye sempati ile baksalar da gerçek anlamda fetö'cü olmazlar.
Fetö'cü olmak din, inanç ve fikirle ile alakalı bir olaydır.
İsa'nın gökten ineceğini, Mehdi'nin zuhur edeceğini anlatan herkes fetöcüdür.
Esas FETÖ'CÜ olanlar, Kur'an ve akıl düşmanı olan, İslam adı altında uydurma şirk din anlatan, Allah ile aldatan,
Nebi ( as) adına binlerce rivayet iftira eden ve din diye anlatan,
insanlar tarafından âlim, müctehid, şeyh, evliya, seyda ve molla olarak bilinen ve tanınan uydurma dinin sahtekar ve yalancı din adamlarıdır.
Esas FETÖ'CÜ, F Gülen'in inanç ve fikirlerine sahip olan, fetö'nün dini anlayışı üzerinde hiç durmayan,
fetö'nün dini inancını ve zihniyetini insanların nazarından özenle saklayan ve uzak tutan din anlatan alçaklardır.
Esas FETÖ'CÜ, fetö ile ile aynı inanca sahip olduğu için vatandaşı uyarma gereği duymayan, fetö'nün mağlubiyetine bile üzülen, hiçbir zaman fetö'nün din anlayışına bir eleştiri getirmeyen,
tevhid ve akıl düşmanı cemaat liderleri ve tarikat şeyhleridir.
Esat FETÖ'CÜ, kendisine en az dört bakanlık kadar bütçe ayrılan, fakat din ve ilim, fikir ve hürriyet, hikmet ve basiret, tefekkür ve sorgulama adına hiçbir işe yaramayan Kur'an düşmanı diyanet İşleri Başkanlığıdır.
Esas FETÖ'CÜ, Vahiy'den ve tevhid akidesinden uzak oldukları için tehlikenin farkında olmadan fetö'yü alabildiğine besleyen, devletin taşınmazlarını ve arazilerini parsel parsel veren belediye başkanları ve devlet bürokrasisidir.
Esas FETÖ'CÜ, kendisiyle aynı inanca sahip olan Kur'an'sız ilahiyatçılar ve cahil ekran vaizlerdir.
Ve bunlar ebediyen FETÖ'CÜ kalmaya mahkum Kur'an ve ilim, tevhid ve insanlık düşmanlarıdır.
Bunlar, merhamet ve adalet, insan hakları ve eşitlik, İlim ve tefekkür, irfan ve yenilenme düşmanlarıdır.
Bunlar, Kur'an'sız kaldıkları sürece FETÖ'CÜ olmaya devam edeceklerdir.
Fetö tipi örgütlerin ortak özellikleri Kur'an düşmanı olmalarıdır.
İşte bu yüzden onlara karşı Kur'an ile mücadele etmekten başka hiçbir yol bulunmamaktadır.
Dolayısıyla düşman ile en etkili mucadele en sevmediği, en yabancı olduğu silah ile olacaktır.
Üstü ihanet, ortası ticaret altı cehalet olan fetö'nün cehalet ile ihanet katları arasında bulunan bağları Kur'an'ın hikmeti ile koparmak zorundasınız.
Kur'an'ın akıl ve mantığından başka etkili hiçbir malzeme ve eğitim aracı bulamazsınız.
Emevi ve Abbasilerin uydurma Ehli sünnet dininin kaynaklarına iman ettiğiniz sürece fetö tipi örgütler eksik olmaz.
Dinde ve İnançta tam özgürlük ve bağımsızlık olan Kur'an dini zihin ve fikirlere hakim olmadıkça başınız beladan asla kurtulmayacaktır.
Dolayısıyla Kur'an'ın yanında şirk kaynaklar edinmekle, Allah'ın yanında yedek ilahlar ve uydurma rabler edinmek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
Nasıl ki Allah kendisi ile beraber İlahlar ve uydurma rabler kabul etmiyorsa, Kur'an'da din ve hüküm olarak kendisiyle beraber hiçbir kaynağı kabul etmez.
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yanında başka kaynak edinmek Allah'a şirk koşmak anlamına geldiğini asla aklınızdan çıkmasın.
Bundan dolayı Buhari'den Tirmizi'ye, Müslim'den, Nesai'ye, Ebu Davud'tan İbni Mace'ye,
Malik Bin Enes'in Muvattası'ndan Ahmet Bin Hanbel'in Sünen'ine, Mesnevi'den Risale'i Nur'a kadar insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen bütün eserler Şirk ve küfürdür.
Yeryüzünde her zaman ve zeminde iki din var olmuştur.
Birincisi : Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere indirilen hanif, saf, tevhid dini olan İslam.
İkincisi : Şeytanların vesvese ve ilhamlarıyla insanlar tarafından uydurulan habis, necis baştan sona kadar zulüm olan tağutların şirk dini.
İşte fetö'nün temsil ettiği din, Said Nursi'nin, Celaleddin-i Rumi'nin, Beyazıt'ı Bestami'nin, Muhittin Arabi'nin karmaşık ve karanlık şirk dinidir.
ESAS FETÖ'CÜ KİMDİR?
Benim bu soruya vereceğim cevap şudur. Kendilerine kitap verilen, fakat o kitaptan şu veya bu şekilde uzaklaştırılan, kitabın içeriğinden haberi olmayan,
mezhep fanatikleri tarafından aldatılan. vahyin ve tevhid akidesinin güzelliklerinden haberi olmayan ümmi insanlar gerçek fetö'cü olamazlar.
Bunlar sihirbazlar tarafından gözleri sihirlenmiş, ahlaksızca aldatılmış, akılları iğfal edilmiş, beyin ve zihinlerine tecavüz edilmiş kimselerdir.
Bunlarda gerçeği bulabilecek, akıllarını kullanacak ve sorgulama yapacak kabiliyet bulunmamaktadır.
Bunlar fetö'nün bankasına para da yatırsalar, fetö'nün sendikasına üye de olsalar, fetö'ye sempati ile baksalar da gerçek anlamda fetö'cü olmazlar.
Fetö'cü olmak din, inanç ve fikirle ile alakalı bir olaydır.
İsa'nın gökten ineceğini, Mehdi'nin zuhur edeceğini anlatan herkes fetöcüdür.
Esas FETÖ'CÜ olanlar, Kur'an ve akıl düşmanı olan, İslam adı altında uydurma şirk din anlatan, Allah ile aldatan,
Nebi ( as) adına binlerce rivayet iftira eden ve din diye anlatan,
insanlar tarafından âlim, müctehid, şeyh, evliya, seyda ve molla olarak bilinen ve tanınan uydurma dinin sahtekar ve yalancı din adamlarıdır.
Esas FETÖ'CÜ, F Gülen'in inanç ve fikirlerine sahip olan, fetö'nün dini anlayışı üzerinde hiç durmayan,
fetö'nün dini inancını ve zihniyetini insanların nazarından özenle saklayan ve uzak tutan din anlatan alçaklardır.
Esas FETÖ'CÜ, fetö ile ile aynı inanca sahip olduğu için vatandaşı uyarma gereği duymayan, fetö'nün mağlubiyetine bile üzülen, hiçbir zaman fetö'nün din anlayışına bir eleştiri getirmeyen,
tevhid ve akıl düşmanı cemaat liderleri ve tarikat şeyhleridir.
Esat FETÖ'CÜ, kendisine en az dört bakanlık kadar bütçe ayrılan, fakat din ve ilim, fikir ve hürriyet, hikmet ve basiret, tefekkür ve sorgulama adına hiçbir işe yaramayan Kur'an düşmanı diyanet İşleri Başkanlığıdır.
Esas FETÖ'CÜ, Vahiy'den ve tevhid akidesinden uzak oldukları için tehlikenin farkında olmadan fetö'yü alabildiğine besleyen, devletin taşınmazlarını ve arazilerini parsel parsel veren belediye başkanları ve devlet bürokrasisidir.
Esas FETÖ'CÜ, kendisiyle aynı inanca sahip olan Kur'an'sız ilahiyatçılar ve cahil ekran vaizlerdir.
Ve bunlar ebediyen FETÖ'CÜ kalmaya mahkum Kur'an ve ilim, tevhid ve insanlık düşmanlarıdır.
Bunlar, merhamet ve adalet, insan hakları ve eşitlik, İlim ve tefekkür, irfan ve yenilenme düşmanlarıdır.
Bunlar, Kur'an'sız kaldıkları sürece FETÖ'CÜ olmaya devam edeceklerdir.
Fetö tipi örgütlerin ortak özellikleri Kur'an düşmanı olmalarıdır.
İşte bu yüzden onlara karşı Kur'an ile mücadele etmekten başka hiçbir yol bulunmamaktadır.
Dolayısıyla düşman ile en etkili mucadele en sevmediği, en yabancı olduğu silah ile olacaktır.
Üstü ihanet, ortası ticaret altı cehalet olan fetö'nün cehalet ile ihanet katları arasında bulunan bağları Kur'an'ın hikmeti ile koparmak zorundasınız.
Kur'an'ın akıl ve mantığından başka etkili hiçbir malzeme ve eğitim aracı bulamazsınız.
Emevi ve Abbasilerin uydurma Ehli sünnet dininin kaynaklarına iman ettiğiniz sürece fetö tipi örgütler eksik olmaz.
Dinde ve İnançta tam özgürlük ve bağımsızlık olan Kur'an dini zihin ve fikirlere hakim olmadıkça başınız beladan asla kurtulmayacaktır.
Dolayısıyla Kur'an'ın yanında şirk kaynaklar edinmekle, Allah'ın yanında yedek ilahlar ve uydurma rabler edinmek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
Nasıl ki Allah kendisi ile beraber İlahlar ve uydurma rabler kabul etmiyorsa, Kur'an'da din ve hüküm olarak kendisiyle beraber hiçbir kaynağı kabul etmez.
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yanında başka kaynak edinmek Allah'a şirk koşmak anlamına geldiğini asla aklınızdan çıkmasın.
Bundan dolayı Buhari'den Tirmizi'ye, Müslim'den, Nesai'ye, Ebu Davud'tan İbni Mace'ye,
Malik Bin Enes'in Muvattası'ndan Ahmet Bin Hanbel'in Sünen'ine, Mesnevi'den Risale'i Nur'a kadar insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen bütün eserler Şirk ve küfürdür.
EY KUR'AN'SIZ CAHİLLER!
Kur'an'ın biz muvahhidlere vermiş olduğu ders sayesinde, "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak yoktur, (Casiye, 6; En'am, 114; Kehf, 26)
"Allah Resulü sadece Kur'an'ı tebliğ etmiş, (Mâide, 99; Râd, 40) "İnsanlara sadece onu okumuş,
(Bakara, 151; Âli İmran, 164) ve yalnız onunla insanları uyarmış
( Kaf, 45, Enbiya, 45; En'am, 51)
ve ona tabi olmuştur" (En'am, 106; Yunus, 109, Ahkaf, 9)
dediğimiz zaman, Kur'an'sız cahiller aynen Kur'an câhili ataları gibi
"sadece Kur'an'a göre hareket edecek olursak nasıl namaz kılacağız?
Hacı Nasıl yapacağız?
Zekatı nasıl vereceğiz?
demektedirler.
Halbuki daha Resul (as) hayatta iken Kur'an'ın indirilmesiyle din Allah tarafından tamamlanmıştır.
(",,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum,,,,"
(Mâide, 3)
En önemlisi dinden maksadın tevhid olduğunu ve ibadetlerin dâhi Allah tarafından elçilere öğretildiğinden bu Kur'an düşmanı cahiller nereden haber alacaklar?
"Ey Rabbimiz!
Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet üsüllerimizi göster, tevbemizi kabul et, zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin"
(Bakara, 128)
Yukarıdaki âyette İbrahim ile İsmail (as) ın dualarında ibadetlerin nasıl yapılacağının ancak Allah tarafından indirilen vahiy ile olacağını açık olarak görüyoruz.
Şu âyet de bu gerçeğe en büyük delildir.
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik, (Ey Nebi! vahiy'den yüz çeviren) hainlerden taraf olma"
(Nisa, 105)
Yani Kuran âyetlerinin iniş sebebi Allah Resulü'nün döneminde yaşayan insanların sorunlarına ve sorularına cevap vermek ve ilk etapta onları şirk belasından uzaklaştırmak içindi.
Kur'an'ın indiği Mekke ve Medine toplumu sade bir hayat yaşayan, asgari bir ilim ve anlayışa sahip bir toplum idiler.
Yani Kur'an'ın dili gayet basit, net, sâde, açık ve anlaşılır bir yapıya sahiptir.
Allah'ın kitabını anlamak için yüksek bir ilim ve derin bir felsefe bilgisine sahip olmak gerekmiyor.
Kur'an'ın bilgisine ve hikmetine ulaşmak için ön yargıdan uzak olarak aklı kullanmak ve tefekkür etmek yeterlidir.
İlk etapta Kur'an'ın hedef aldığı kitle Mekke ve Medine toplumunun sade ve basit hayatını yaşayanlardır.
Tarih boyunca zaten insanların ahlak ve karakterleri birbirine benzemektedir.
"İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz.
Andolsun ki, elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler"
( Âraf, 101)
Dolayısıyla Kur'an'ı Mübin Allah Resulü'nün döneminde yaşayan insanlara yeterli gelmiş ise yani Allah Resulü döneminde yaşayan insanlar için vahiy tamamlanmışsa artık kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için yeterlidir anlamına geliyor.
Bunun aksi olsaydı Allah Resulü'nden sonra yeniden Elçiler aracılığıyla vahiy'ler gelmesi gerekirdi.
İşte Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri kendilerini Allah'ın yerine koyarak hayali bir elçi vasıtasıyla iftira bir din meydana getirdiler.
İster inanın ister inanmayın, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri sanal, uydurma, kendi inançlarına göre hayali bir "Resul" ve iftira vahiy'lerle Kur'an'a büyük bir ihanet yaptılar.
İşte meydana getirdikleri bu şirk dinin adı Şiilik ve sünnilik olarak batıl dinler tarihine girmiş oldu.
Şiilik ve sünnilik Kur'an'ın İslam'ına taban tabana zıt hatta tevhid sisteminin en büyük düşmanı olan iki dindir.
Ey Kur'ansız cahiller!
Allah Resulü daha hayatta iken İnen Kur'an'ın kıyamet gününe kadar yeterli olmadığını iddia etmek tam bir küfürdür.
"Ey Resül! De ki: Şahitlik bakımından en büyük kimdir?
De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir.
BU KUR'AN BANA, KENDİSİYLE SİZİ ve ULAŞTIĞI HERKESİ UYARMAM İÇİN VAHYOLUNMUŞTUR,,,,,"
(En'am, 19)
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? " derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır.
Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab-ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut, 50, 51)
Dolayısıyla indirilen vayhin yeterli olmadığını, Nebi (as) söz ve davranışlarıyla bu dinin tamamlandığını iddia etmek, Allah ve Resulü'ne karşı yapılacak en çirkin bir iftiradır.
Kur'an'ın birçok konunun üzerinde tekrar tekrar durması onun her şey için yeterli bir kitap olduğunu göstermek içindir.
(Kehf, 54; İsra, 89; Rum, 58)
Kur'an'ın biz muvahhidlere vermiş olduğu ders sayesinde, "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak yoktur, (Casiye, 6; En'am, 114; Kehf, 26)
"Allah Resulü sadece Kur'an'ı tebliğ etmiş, (Mâide, 99; Râd, 40) "İnsanlara sadece onu okumuş,
(Bakara, 151; Âli İmran, 164) ve yalnız onunla insanları uyarmış
( Kaf, 45, Enbiya, 45; En'am, 51)
ve ona tabi olmuştur" (En'am, 106; Yunus, 109, Ahkaf, 9)
dediğimiz zaman, Kur'an'sız cahiller aynen Kur'an câhili ataları gibi
"sadece Kur'an'a göre hareket edecek olursak nasıl namaz kılacağız?
Hacı Nasıl yapacağız?
Zekatı nasıl vereceğiz?
demektedirler.
Halbuki daha Resul (as) hayatta iken Kur'an'ın indirilmesiyle din Allah tarafından tamamlanmıştır.
(",,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum,,,,"
(Mâide, 3)
En önemlisi dinden maksadın tevhid olduğunu ve ibadetlerin dâhi Allah tarafından elçilere öğretildiğinden bu Kur'an düşmanı cahiller nereden haber alacaklar?
"Ey Rabbimiz!
Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet üsüllerimizi göster, tevbemizi kabul et, zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin"
(Bakara, 128)
Yukarıdaki âyette İbrahim ile İsmail (as) ın dualarında ibadetlerin nasıl yapılacağının ancak Allah tarafından indirilen vahiy ile olacağını açık olarak görüyoruz.
Şu âyet de bu gerçeğe en büyük delildir.
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik, (Ey Nebi! vahiy'den yüz çeviren) hainlerden taraf olma"
(Nisa, 105)
Yani Kuran âyetlerinin iniş sebebi Allah Resulü'nün döneminde yaşayan insanların sorunlarına ve sorularına cevap vermek ve ilk etapta onları şirk belasından uzaklaştırmak içindi.
Kur'an'ın indiği Mekke ve Medine toplumu sade bir hayat yaşayan, asgari bir ilim ve anlayışa sahip bir toplum idiler.
Yani Kur'an'ın dili gayet basit, net, sâde, açık ve anlaşılır bir yapıya sahiptir.
Allah'ın kitabını anlamak için yüksek bir ilim ve derin bir felsefe bilgisine sahip olmak gerekmiyor.
Kur'an'ın bilgisine ve hikmetine ulaşmak için ön yargıdan uzak olarak aklı kullanmak ve tefekkür etmek yeterlidir.
İlk etapta Kur'an'ın hedef aldığı kitle Mekke ve Medine toplumunun sade ve basit hayatını yaşayanlardır.
Tarih boyunca zaten insanların ahlak ve karakterleri birbirine benzemektedir.
"İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz.
Andolsun ki, elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler"
( Âraf, 101)
Dolayısıyla Kur'an'ı Mübin Allah Resulü'nün döneminde yaşayan insanlara yeterli gelmiş ise yani Allah Resulü döneminde yaşayan insanlar için vahiy tamamlanmışsa artık kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için yeterlidir anlamına geliyor.
Bunun aksi olsaydı Allah Resulü'nden sonra yeniden Elçiler aracılığıyla vahiy'ler gelmesi gerekirdi.
İşte Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri kendilerini Allah'ın yerine koyarak hayali bir elçi vasıtasıyla iftira bir din meydana getirdiler.
İster inanın ister inanmayın, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri sanal, uydurma, kendi inançlarına göre hayali bir "Resul" ve iftira vahiy'lerle Kur'an'a büyük bir ihanet yaptılar.
İşte meydana getirdikleri bu şirk dinin adı Şiilik ve sünnilik olarak batıl dinler tarihine girmiş oldu.
Şiilik ve sünnilik Kur'an'ın İslam'ına taban tabana zıt hatta tevhid sisteminin en büyük düşmanı olan iki dindir.
Ey Kur'ansız cahiller!
Allah Resulü daha hayatta iken İnen Kur'an'ın kıyamet gününe kadar yeterli olmadığını iddia etmek tam bir küfürdür.
"Ey Resül! De ki: Şahitlik bakımından en büyük kimdir?
De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir.
BU KUR'AN BANA, KENDİSİYLE SİZİ ve ULAŞTIĞI HERKESİ UYARMAM İÇİN VAHYOLUNMUŞTUR,,,,,"
(En'am, 19)
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? " derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır.
Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab-ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut, 50, 51)
Dolayısıyla indirilen vayhin yeterli olmadığını, Nebi (as) söz ve davranışlarıyla bu dinin tamamlandığını iddia etmek, Allah ve Resulü'ne karşı yapılacak en çirkin bir iftiradır.
Kur'an'ın birçok konunun üzerinde tekrar tekrar durması onun her şey için yeterli bir kitap olduğunu göstermek içindir.
(Kehf, 54; İsra, 89; Rum, 58)
MEHMET GÖRMEZ
Habertürk'te eski diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez gazetecilerin sorularını yanıtlıyor.
Benim dikkatimi çeken şey ise Mehmet Görmez'in tasavvufla ilgili övücü ve benimseyici sözler söylemesi oldu.
Mehmet Görmez diyor ki, İzmir'e bir yıl müftü atayamadık, daha sonra İzmir halkının hoşuna gidecek, İzmir'lilerin itiraz etmeden kabul edecekleri tasavvuf ehli, irfan mektebinden yetişen birisini İzmir'e müftü olarak tayin etmek istedik"
Halbuki İzmir gibi bir şehirde aklını kullanan, tefekkür ve sorgulama ehli, Kur'an'ı iyi bilen bir müftü daha uygun düşerdi.
Neyse, esas beni ilgilendiren şey,
Mehmet Görmez'in ne kadar Kur'an ve tasavvuf cahili bir kişi olduğudur.
Gerçekten çok ilginç, Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış birisinin Kur'an'ın ve İslam'ın en amansız düşmanının tasavvuf olduğunu bilmemesidir.
Mehmet Görmez "Ben hadis hocasıyım, Buhari ve Müslim'de Mehdi ile ilgili hadisler yoktur, diğerlerinde vardır"
"Mehdi'nin zuhuruna inananlara da, inanmayanlara da saygı duyuyorum" dedi.
Yani "Mehdi'nin zuhuru diye bir şey yoktur" diyemedi.
Üç saat oldu Mehmet Görmez hadis, tasavvuf, Mehdi, Papa, Ehli Sünnet'in ana yol olduğunu söyledi yani her şeyden konuştu, daha Kur'an kelimesini ağzından çıkarmadı.
Daha bu ülkede çok sapık mehdiler çıkacak.
Mehmet Görmez diyor ki,
"İlimsiz tasavvuf olmaz, bugün tasavvuf ve tekkelere yol açmak gerekir, biz dindarlığımızı çok yorduk"
Mehmet Görmez, İlim tasavvuf ile buluşursa bir çok sorun yok olur" diyor.
Yani anlaşılan Mehmet Görmez, kurtuluş ve hidayetin Kur'an'da değil, tasavvufta olduğuna inanıyor.
Valla iftira etmiyorum, Mehmet Görmez'in böyle bir yobazlığa imza atacağına ihtimal vermiyordum.
Mehmet Görmez "Tarihi geleneği olan tekkelere devlet baskısı doğru değildir, ülkenin geleceği açısından tekkelerin özerk olmaları daha doğru olacaktır" diyor.
Nedim Şener bile Mehmet Görmez'den daha akıllı ve mantıklı konuşuyor.
Mehmet Görmez'e göre "tekkeler bir ihtiyaç ve bir irfan mektebidir"
Nedim Şener bastırıyor, fakat Mehmet Görmez Kur'an ve tevhid ile ilgili doğru dürüst bir kelime kullanmadı.
15 Temmuz askeri darbe girişimine kadar fetö ile mücadelede bir cümle, bir makale,
en ufak bir çalışma ve bir rapor hazırlamayan diyanet İşleri
Başkanlığından Kur'an ve tevhid adına hayırlı bir hizmet beklemeyin.
Beni en çok kızdıran şey, Mehmet Görmez'in en önemli şirk merkezleri olan tasavvuf ve tekkeler için "birer irfan mektebi" demesi olmuştur.
Allah'a yemin ederim,
Mehmet Görmez gibi tasavvuf sevicilerinin yanında müşriklerin İlahlarının putlarını paramparça eden, tevhid dininin en büyük önderi ve Allah dostu olan İbrahim (as) fanatik bir terörist gibidir.
Dünyanın en ilkel, en hurafe, en absürt, en ahmakça inanca ve akideye sahip bir örgüt neredeyse ülkeyi ele geçirecek fakat sizin hiç haberiniz olmuyor.
Neden biliyor musunuz?
Bunun tek sebebi Allah'ın hidayet, rahmet, feraset ve basiret olan kitabıyla hiç bir bağlantınız olmadığı için.
Kur'an ile bağlantı ve ilgi olmayınca, iyi ile kötüyü, hak ile batılı ayırt edecek FURKAN'I Allah size bağışlamıyor.
Habertürk'te eski diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez gazetecilerin sorularını yanıtlıyor.
Benim dikkatimi çeken şey ise Mehmet Görmez'in tasavvufla ilgili övücü ve benimseyici sözler söylemesi oldu.
Mehmet Görmez diyor ki, İzmir'e bir yıl müftü atayamadık, daha sonra İzmir halkının hoşuna gidecek, İzmir'lilerin itiraz etmeden kabul edecekleri tasavvuf ehli, irfan mektebinden yetişen birisini İzmir'e müftü olarak tayin etmek istedik"
Halbuki İzmir gibi bir şehirde aklını kullanan, tefekkür ve sorgulama ehli, Kur'an'ı iyi bilen bir müftü daha uygun düşerdi.
Neyse, esas beni ilgilendiren şey,
Mehmet Görmez'in ne kadar Kur'an ve tasavvuf cahili bir kişi olduğudur.
Gerçekten çok ilginç, Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış birisinin Kur'an'ın ve İslam'ın en amansız düşmanının tasavvuf olduğunu bilmemesidir.
Mehmet Görmez "Ben hadis hocasıyım, Buhari ve Müslim'de Mehdi ile ilgili hadisler yoktur, diğerlerinde vardır"
"Mehdi'nin zuhuruna inananlara da, inanmayanlara da saygı duyuyorum" dedi.
Yani "Mehdi'nin zuhuru diye bir şey yoktur" diyemedi.
Üç saat oldu Mehmet Görmez hadis, tasavvuf, Mehdi, Papa, Ehli Sünnet'in ana yol olduğunu söyledi yani her şeyden konuştu, daha Kur'an kelimesini ağzından çıkarmadı.
Daha bu ülkede çok sapık mehdiler çıkacak.
Mehmet Görmez diyor ki,
"İlimsiz tasavvuf olmaz, bugün tasavvuf ve tekkelere yol açmak gerekir, biz dindarlığımızı çok yorduk"
Mehmet Görmez, İlim tasavvuf ile buluşursa bir çok sorun yok olur" diyor.
Yani anlaşılan Mehmet Görmez, kurtuluş ve hidayetin Kur'an'da değil, tasavvufta olduğuna inanıyor.
Valla iftira etmiyorum, Mehmet Görmez'in böyle bir yobazlığa imza atacağına ihtimal vermiyordum.
Mehmet Görmez "Tarihi geleneği olan tekkelere devlet baskısı doğru değildir, ülkenin geleceği açısından tekkelerin özerk olmaları daha doğru olacaktır" diyor.
Nedim Şener bile Mehmet Görmez'den daha akıllı ve mantıklı konuşuyor.
Mehmet Görmez'e göre "tekkeler bir ihtiyaç ve bir irfan mektebidir"
Nedim Şener bastırıyor, fakat Mehmet Görmez Kur'an ve tevhid ile ilgili doğru dürüst bir kelime kullanmadı.
15 Temmuz askeri darbe girişimine kadar fetö ile mücadelede bir cümle, bir makale,
en ufak bir çalışma ve bir rapor hazırlamayan diyanet İşleri
Başkanlığından Kur'an ve tevhid adına hayırlı bir hizmet beklemeyin.
Beni en çok kızdıran şey, Mehmet Görmez'in en önemli şirk merkezleri olan tasavvuf ve tekkeler için "birer irfan mektebi" demesi olmuştur.
Allah'a yemin ederim,
Mehmet Görmez gibi tasavvuf sevicilerinin yanında müşriklerin İlahlarının putlarını paramparça eden, tevhid dininin en büyük önderi ve Allah dostu olan İbrahim (as) fanatik bir terörist gibidir.
Dünyanın en ilkel, en hurafe, en absürt, en ahmakça inanca ve akideye sahip bir örgüt neredeyse ülkeyi ele geçirecek fakat sizin hiç haberiniz olmuyor.
Neden biliyor musunuz?
Bunun tek sebebi Allah'ın hidayet, rahmet, feraset ve basiret olan kitabıyla hiç bir bağlantınız olmadığı için.
Kur'an ile bağlantı ve ilgi olmayınca, iyi ile kötüyü, hak ile batılı ayırt edecek FURKAN'I Allah size bağışlamıyor.
"SİZE VE KULLUK ETTİKLERİNİZE YUH OLSUN, AKLINIZI KULLANMAZ MISINIZ?
(Enbiya, 67)
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu- kitapta onu insanlara apaçık olarak göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır.
Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayete bedel olarak sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 174, 175)
"Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"
(Âli İmran, 187)
Fetö'nün 17/25 Aralık emniyet darbesi, 7 Şubat MİT krizi, 15 Temmuz 2016 hain askeri darbesi ve en son Adnan Oktar'a yapılan operasyon ile birlikte TV kanallarında her gün sürekli olarak tarikat ve cemaatlerin yapılanması konuşuluyor.
Bir çok İlahiyatçı, akademisyen, araştırmacı yazar bu meseleleri konuşuyor.
Bir çok yorum yapılıyor, tarikat ve cemaatlerle ilgili her şey konuşuluyor, dış istihbarat örgütleriyle olan bağlantılarından, mali ve ekonomik olarak onları denetim altına alma gerekliliği gibi yüzlerce madde konuşuluyor ve tartışılıyor.
Konunun uzmanları fikir ileri sürüyor, kafa yoruyorlar.
Hatta daha önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Habertürk TV'de bu konu ile ilgili sorulan sorulara üç saatten fazla cevap veriyor.
Onlarca kanalda tarikat ve cemaatlerin insanların dini duygularını nasıl istismar ettikleri, dini nasıl kullandıkları, Allah ile nasıl aldattıkları ile ilgili aylardan beri her şey konuşuluyor.
Sadece bir tek şeyden söz edilmiyor, tek bir şey dile getirilmiyor.
O da Allah'ın indirdiği hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an.
Ben bazen bu programlara denk geldiğimde hayretler içinde kalıyorum.
Bir millet kutsal kitabından ve hidayet kaynağından nasıl bu kadar uzak bir mesafeye savrulabilir?
Bir millet nasıl bu kadar kitapsız olur?
Bir ümmet nasıl bu kadar kitabına karşı kör ve sağır olur?
Bir nesil nasıl bu kadar kitabına karşı ihanet edebilir?
Bir toplum nasıl kitabını bu kadar açık olarak inkar eder?
Tarikat ve cemaatlerin kirliliğine, pisliklerine, akılsızlıklarına, ahlaksızlıklarına ve istismarlarına engel olacak tek bir gerçekten neden hiç kimse söz etmiyor.
Böyle Allah'sızlık, böyle kitap'sızlık, böyle imansızlık, böyle vicdansızlık olacak bir şey midir?
Cahil ahmaklar her şeyi konuşuyorlar, akıllarına tek bir Kur'an gelmiyor.
İnsan bu mürekkep yalamış ahmakları dinlediği zaman Kur'an adında bir kitabın inmediğini, böyle bir kitabın olmadığını zanneder.
Bu ahlaksızlıkların yanında Kur'an'ın hiçbir öneminin olmadığı ortaya çıkıyor.
Yani insanları Allah ile aldatan Fetö tipi yapılanmalara karşı Kur'an'ın söyleyecek bir sözü, yapacak hiçbir şeyi yok mu?
Ey ahmak sürüleri!
Her türlü şirk, tefrika, bölünme, ahlaksızlık, adaletsizlik, akılsızlık ve tefekkürsüzlüğün tek ilacı ve kurtuluş reçetesinin Kur'an olduğunu hiç duymadınız mı?
İnsanları ahmaklıktan, akılsızlıktan, din istismarından kurtaracak tek şeyin Kur'an olduğunu bilmeyenler ve inanmayanlar kahrolsun!
Ahmaklığın, merhametsizliğin, medeniyetsizliğin, ahlaksızlığın ve din istismarının Kur'an'sızlıktan kaynaklandığını idrak edemeyenlere yuh olsun!
Ey Kur'an'ın hidayet ve rahmetini görmeyen ahmaklar!
Sizin vicdanınıza, irfanınıza, ilminize, ahlakınıza, batıl imanınıza, kanınıza, ruhunuza, hayatınıza yuh olsun!
",,,,De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!"
(Bakara, 93)
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"
(Enfal, 22)
Bu kadar Kur'an kursu, imam hatip okulları, bu kadar câmi,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu kadar personeli, bu kadar ilâhiyat Fakültesi,
ilahiyat Prof'u, öğretim üyeleri ve sadece Kur'an'ın anlaşılmayan metni için yapılan bunca savurganlık,
sadece ölülere okunmak, sadece uydurma kutsal gecelerde milleti aldatmak ve Allah'ın hidayet yolundan uzaklaştırmak için yapılan bunca merasim,
Kuran'ı güzel okuma yarışmaları, bunca masraf ve israf, haram olsun, zıkkım, zehir ve cehennem ateşi olsun.
Efendilerinizin türbeleri, düğün merasimleriniz, eğlence törenleriniz olduğu zaman Kur'an aklımıza geliyor.
Peki dünya, şirk, hurafe, yalan, istismar, hayat, hidayet, kurtuluş dendiği zaman neden sessiz şeytan kesiliyorsunuz?
"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.
Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"
(Zümer- 54, 55)
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sığının, fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirilmişti ve onun (tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O (Allah- Kur'an) kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran, 103)
"Ey iman edenler!
Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulü'ne tâbi olun.
Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
(Enfal, 24)
"
(Enbiya, 67)
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu- kitapta onu insanlara apaçık olarak göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara, 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır.
Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayete bedel olarak sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"
(Bakara, 174, 175)
"Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"
(Âli İmran, 187)
Fetö'nün 17/25 Aralık emniyet darbesi, 7 Şubat MİT krizi, 15 Temmuz 2016 hain askeri darbesi ve en son Adnan Oktar'a yapılan operasyon ile birlikte TV kanallarında her gün sürekli olarak tarikat ve cemaatlerin yapılanması konuşuluyor.
Bir çok İlahiyatçı, akademisyen, araştırmacı yazar bu meseleleri konuşuyor.
Bir çok yorum yapılıyor, tarikat ve cemaatlerle ilgili her şey konuşuluyor, dış istihbarat örgütleriyle olan bağlantılarından, mali ve ekonomik olarak onları denetim altına alma gerekliliği gibi yüzlerce madde konuşuluyor ve tartışılıyor.
Konunun uzmanları fikir ileri sürüyor, kafa yoruyorlar.
Hatta daha önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Habertürk TV'de bu konu ile ilgili sorulan sorulara üç saatten fazla cevap veriyor.
Onlarca kanalda tarikat ve cemaatlerin insanların dini duygularını nasıl istismar ettikleri, dini nasıl kullandıkları, Allah ile nasıl aldattıkları ile ilgili aylardan beri her şey konuşuluyor.
Sadece bir tek şeyden söz edilmiyor, tek bir şey dile getirilmiyor.
O da Allah'ın indirdiği hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an.
Ben bazen bu programlara denk geldiğimde hayretler içinde kalıyorum.
Bir millet kutsal kitabından ve hidayet kaynağından nasıl bu kadar uzak bir mesafeye savrulabilir?
Bir millet nasıl bu kadar kitapsız olur?
Bir ümmet nasıl bu kadar kitabına karşı kör ve sağır olur?
Bir nesil nasıl bu kadar kitabına karşı ihanet edebilir?
Bir toplum nasıl kitabını bu kadar açık olarak inkar eder?
Tarikat ve cemaatlerin kirliliğine, pisliklerine, akılsızlıklarına, ahlaksızlıklarına ve istismarlarına engel olacak tek bir gerçekten neden hiç kimse söz etmiyor.
Böyle Allah'sızlık, böyle kitap'sızlık, böyle imansızlık, böyle vicdansızlık olacak bir şey midir?
Cahil ahmaklar her şeyi konuşuyorlar, akıllarına tek bir Kur'an gelmiyor.
İnsan bu mürekkep yalamış ahmakları dinlediği zaman Kur'an adında bir kitabın inmediğini, böyle bir kitabın olmadığını zanneder.
Bu ahlaksızlıkların yanında Kur'an'ın hiçbir öneminin olmadığı ortaya çıkıyor.
Yani insanları Allah ile aldatan Fetö tipi yapılanmalara karşı Kur'an'ın söyleyecek bir sözü, yapacak hiçbir şeyi yok mu?
Ey ahmak sürüleri!
Her türlü şirk, tefrika, bölünme, ahlaksızlık, adaletsizlik, akılsızlık ve tefekkürsüzlüğün tek ilacı ve kurtuluş reçetesinin Kur'an olduğunu hiç duymadınız mı?
İnsanları ahmaklıktan, akılsızlıktan, din istismarından kurtaracak tek şeyin Kur'an olduğunu bilmeyenler ve inanmayanlar kahrolsun!
Ahmaklığın, merhametsizliğin, medeniyetsizliğin, ahlaksızlığın ve din istismarının Kur'an'sızlıktan kaynaklandığını idrak edemeyenlere yuh olsun!
Ey Kur'an'ın hidayet ve rahmetini görmeyen ahmaklar!
Sizin vicdanınıza, irfanınıza, ilminize, ahlakınıza, batıl imanınıza, kanınıza, ruhunuza, hayatınıza yuh olsun!
",,,,De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!"
(Bakara, 93)
"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"
(Enfal, 22)
Bu kadar Kur'an kursu, imam hatip okulları, bu kadar câmi,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu kadar personeli, bu kadar ilâhiyat Fakültesi,
ilahiyat Prof'u, öğretim üyeleri ve sadece Kur'an'ın anlaşılmayan metni için yapılan bunca savurganlık,
sadece ölülere okunmak, sadece uydurma kutsal gecelerde milleti aldatmak ve Allah'ın hidayet yolundan uzaklaştırmak için yapılan bunca merasim,
Kuran'ı güzel okuma yarışmaları, bunca masraf ve israf, haram olsun, zıkkım, zehir ve cehennem ateşi olsun.
Efendilerinizin türbeleri, düğün merasimleriniz, eğlence törenleriniz olduğu zaman Kur'an aklımıza geliyor.
Peki dünya, şirk, hurafe, yalan, istismar, hayat, hidayet, kurtuluş dendiği zaman neden sessiz şeytan kesiliyorsunuz?
"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.
Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"
(Zümer- 54, 55)
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sığının, fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirilmişti ve onun (tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O (Allah- Kur'an) kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran, 103)
"Ey iman edenler!
Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulü'ne tâbi olun.
Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
(Enfal, 24)
"
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA KAYNAK OLMADIĞI İLE İLGİLİ OLARAK DAHA ALLAH NE DESİN.
(1.YAZI)
Hak olan sadece Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edicilerden olmayasın"
( Bakara, 147)
"Hak RABBİNDEN gelendir. Öyleyse şüphecilerden olmayasın"
( Âli İmran, 60)
",,,, Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum,,,,"
(Maide, 3)
inanç, ahlak ve ibadetleriyle daha Allah Resulü hayatta iken din Allah tarafından mükemmel olarak tamamlanmıştır.
Yani inanç ve ibadet olarak hiç kimse dine bir hüküm ekleyip ondan bir şey çıkaramaz. "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitendir, her şeyi bilendir"
(Enam, 115)
Aslında bütün elçilere indirilen din aynıdır.
Bu dinin bütün ilâhi kitaplardaki adı islamdır.
"Allah indinde hak din (tevhid dini olan) islamdır,,,,"
( Âli İmran, 19)
"Kim, (tevhid dini olan) İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana düşenlerden olacaktır"
( Âli İmra, 85)
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı,,,"
(Şura, 13)
İNSANLIK TARİHİNDE HER ZAMAN MÜŞRİKLER ÇOĞUNLUKTADIR.
(Ey Resul!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akibetleri nice oldu görün. Onların çoğu müşrik idi"
(Rum, 47)
"İnsanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir"
(Yusuf, 106)
KUR'AN'DAN YÜZ ÇEVİREN ALLAH'IN YARDIMINI KAYBEDER.
"Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan (Ey Resul!) işte o zaman Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucum vardır"
(Ra'd, 37)
(Ey Resul!) De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur.
Sana gelen bu ilimden sonra ondan arzularına uyacak olursan, andolsun ki, (Ey Resul! ) Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
( Bakara,120)
İSLAM DİNİNDE MEZHEPÇİLİK ve FIRKACILIK YOKTUR.
"Dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılanlar var ya (Ey Resül! ),senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur,,,,"
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"
( Âli İmran, 105)
HİDAYET VE DALALET SADECE KUR'AN İLE ORTAYA ÇIKAR.
"De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir.
Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim"
( Yunus, 108)
"Bana Kur'an okumam emrolundu. Artık kim hidayete gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olacaktır, kim de sapıklığı tercih ederse (Ey Resul! ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım"
(Neml, 92)
",,,,Şaşırmayasınız diye Allah size açıklama yapıyor. Allah herşeyi bilendir"
(Nisa, 176)
MÜSLÜMANLAR İÇİN KUR'AN'DAN BAŞKA SIĞINAK YOKTUR.
"Hep birlikte Allah'ın ipine sığının (onun korunmasına girin) ondan ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman idiniz de O (Allah- Kur'an) gönüllerinizi birleştirmişti ve onun vahiy nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetleri böyle açıklar ki hidayeti bulasınız"
(Âli İmran, 103)
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHİY İLE UYARI YAPMIŞLARDIR.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki kendilerini korurlar"
(En'am, 51)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
KUR'AN'DAN BAŞKA MUCİZE YOKTUR.
"Ona Rabbiden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut, 50)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN YETERLİ BİR KİTAP'TIR.
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut, 51)
ALLAH'IN EMRİ SADECE KUR'AN'A TÂBİ OLMAKTIR.
"Rabbinizden size indirilen Kur'an'a tabi olun. O'nun yanında veya onu bırakıp da başka dostların (evliya) peşinden gitmenin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Âraf,3)
" İşte bu Kur'an, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Bana tabi olun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
(En'am, 155)
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara uymayın, zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır.
İşte korunmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
DİN ADINA KUR'AN'DAN BAŞKA BÜTÜN KAYNAKLAR CAHİLİYEDİR.
"Yoksa onlar cahiliye idaresini ve hükmünü mu arıyorlar? İyi anlayan bir toplum için hükümdarlığı Allah'tan daha güzel kim vardır" (Mâide, 50)
DİNDE SADECE ALLAH FETVA VERİR.
"Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar.
De ki: onlara ait hükmü sadece Allah açıklar,,,"
(Nisa, 127)
"Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkında hükmü şöyle açıklıyor,,,"
( Nisa, 176)
DİN KONUSUNDAKİ SORULARA SADECE ALLAH CEVAP VERİR.
"Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun" (cinsel ilişkiye girmeyin)
(Bakara, 222)
"Sana Allah yolunda ne infak edeceklerini soruyorlar.
De ki: Maldan İnfak yaptığınız şey ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular içindir. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir"
( Bakara, 215)
KUR'AN'DAN BAĞIMSIZ HİDAYET OLMAZ.
Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.
Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
(Ey Resul!) De ki:
Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum.(kendi nefsimdendir) Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır"
(Sebe, 50)
"Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
( Mâide, 15, 16)
KUR'AN OKUMAK SÜNNET DEĞİL FARZDIR.
(Ey Resul! ) Kur'an'ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönecek yere döndürecektir.
De ki: Rabb'im kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir"
( Kasas, 85)
DİNDE HÜKÜM SADECE ALLAH'A AİTTİR. ",,,,Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
( Yusuf 40)
DİNDE TEK HÜKÜM KAYNAĞI İNDİRİLEN VAHİY'DİR.
",,,,Ey Resul! Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma,,,"
( Maide, 48)
"Ey Resul! Sana şu talimatı verdik: Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından (tevhid akidesinden ) seni saptırmamalarına dikkat et,,,"
( Maide, 49)
Yukarıdaki ayette geçen "Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et" denmesinin sebebi şudur.
Mekke müşrikleri Kuran'da var olan ibadetlerin hiç birine karşı gelmiyorlardı.
Onların kabul etmedikleri tek şey ilahlarının ve evliyanın kabul edilmemesi idi.
Mekke müşrikleri ilahlarının reddedilmesine çok şiddetli bir şekilde karşı çıkıyorlardı ve aynen şöyle diyorlardı.
",,,,,ilâhları, tek bir ilâh mı yaptı? Doğrusu bu çok acayip bir şeydir, dediler"
(Sad, 4, 5)
(1.YAZI)
Hak olan sadece Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edicilerden olmayasın"
( Bakara, 147)
"Hak RABBİNDEN gelendir. Öyleyse şüphecilerden olmayasın"
( Âli İmran, 60)
",,,, Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum,,,,"
(Maide, 3)
inanç, ahlak ve ibadetleriyle daha Allah Resulü hayatta iken din Allah tarafından mükemmel olarak tamamlanmıştır.
Yani inanç ve ibadet olarak hiç kimse dine bir hüküm ekleyip ondan bir şey çıkaramaz. "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitendir, her şeyi bilendir"
(Enam, 115)
Aslında bütün elçilere indirilen din aynıdır.
Bu dinin bütün ilâhi kitaplardaki adı islamdır.
"Allah indinde hak din (tevhid dini olan) islamdır,,,,"
( Âli İmran, 19)
"Kim, (tevhid dini olan) İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana düşenlerden olacaktır"
( Âli İmra, 85)
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı,,,"
(Şura, 13)
İNSANLIK TARİHİNDE HER ZAMAN MÜŞRİKLER ÇOĞUNLUKTADIR.
(Ey Resul!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akibetleri nice oldu görün. Onların çoğu müşrik idi"
(Rum, 47)
"İnsanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir"
(Yusuf, 106)
KUR'AN'DAN YÜZ ÇEVİREN ALLAH'IN YARDIMINI KAYBEDER.
"Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan (Ey Resul!) işte o zaman Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucum vardır"
(Ra'd, 37)
(Ey Resul!) De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur.
Sana gelen bu ilimden sonra ondan arzularına uyacak olursan, andolsun ki, (Ey Resul! ) Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
( Bakara,120)
İSLAM DİNİNDE MEZHEPÇİLİK ve FIRKACILIK YOKTUR.
"Dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılanlar var ya (Ey Resül! ),senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur,,,,"
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"
( Âli İmran, 105)
HİDAYET VE DALALET SADECE KUR'AN İLE ORTAYA ÇIKAR.
"De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir.
Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim"
( Yunus, 108)
"Bana Kur'an okumam emrolundu. Artık kim hidayete gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olacaktır, kim de sapıklığı tercih ederse (Ey Resul! ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım"
(Neml, 92)
",,,,Şaşırmayasınız diye Allah size açıklama yapıyor. Allah herşeyi bilendir"
(Nisa, 176)
MÜSLÜMANLAR İÇİN KUR'AN'DAN BAŞKA SIĞINAK YOKTUR.
"Hep birlikte Allah'ın ipine sığının (onun korunmasına girin) ondan ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman idiniz de O (Allah- Kur'an) gönüllerinizi birleştirmişti ve onun vahiy nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetleri böyle açıklar ki hidayeti bulasınız"
(Âli İmran, 103)
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHİY İLE UYARI YAPMIŞLARDIR.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki kendilerini korurlar"
(En'am, 51)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
KUR'AN'DAN BAŞKA MUCİZE YOKTUR.
"Ona Rabbiden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut, 50)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN YETERLİ BİR KİTAP'TIR.
"Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut, 51)
ALLAH'IN EMRİ SADECE KUR'AN'A TÂBİ OLMAKTIR.
"Rabbinizden size indirilen Kur'an'a tabi olun. O'nun yanında veya onu bırakıp da başka dostların (evliya) peşinden gitmenin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Âraf,3)
" İşte bu Kur'an, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Bana tabi olun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
(En'am, 155)
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara uymayın, zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır.
İşte korunmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
DİN ADINA KUR'AN'DAN BAŞKA BÜTÜN KAYNAKLAR CAHİLİYEDİR.
"Yoksa onlar cahiliye idaresini ve hükmünü mu arıyorlar? İyi anlayan bir toplum için hükümdarlığı Allah'tan daha güzel kim vardır" (Mâide, 50)
DİNDE SADECE ALLAH FETVA VERİR.
"Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar.
De ki: onlara ait hükmü sadece Allah açıklar,,,"
(Nisa, 127)
"Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkında hükmü şöyle açıklıyor,,,"
( Nisa, 176)
DİN KONUSUNDAKİ SORULARA SADECE ALLAH CEVAP VERİR.
"Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun" (cinsel ilişkiye girmeyin)
(Bakara, 222)
"Sana Allah yolunda ne infak edeceklerini soruyorlar.
De ki: Maldan İnfak yaptığınız şey ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular içindir. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir"
( Bakara, 215)
KUR'AN'DAN BAĞIMSIZ HİDAYET OLMAZ.
Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.
Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
(Ey Resul!) De ki:
Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum.(kendi nefsimdendir) Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır"
(Sebe, 50)
"Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
( Mâide, 15, 16)
KUR'AN OKUMAK SÜNNET DEĞİL FARZDIR.
(Ey Resul! ) Kur'an'ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönecek yere döndürecektir.
De ki: Rabb'im kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir"
( Kasas, 85)
DİNDE HÜKÜM SADECE ALLAH'A AİTTİR. ",,,,Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
( Yusuf 40)
DİNDE TEK HÜKÜM KAYNAĞI İNDİRİLEN VAHİY'DİR.
",,,,Ey Resul! Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma,,,"
( Maide, 48)
"Ey Resul! Sana şu talimatı verdik: Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından (tevhid akidesinden ) seni saptırmamalarına dikkat et,,,"
( Maide, 49)
Yukarıdaki ayette geçen "Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et" denmesinin sebebi şudur.
Mekke müşrikleri Kuran'da var olan ibadetlerin hiç birine karşı gelmiyorlardı.
Onların kabul etmedikleri tek şey ilahlarının ve evliyanın kabul edilmemesi idi.
Mekke müşrikleri ilahlarının reddedilmesine çok şiddetli bir şekilde karşı çıkıyorlardı ve aynen şöyle diyorlardı.
",,,,,ilâhları, tek bir ilâh mı yaptı? Doğrusu bu çok acayip bir şeydir, dediler"
(Sad, 4, 5)
12 Temmuz 2018 Perşembe
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(9.YAZI)
Yine İnzar (uyarı ve ikaz) kavramı da Kur'an'da sadece Allah, vahiy Ve Resul için kullanılan bir kavramdır.
"İnzar" (uyarı ve ikaz) kavramının Allah için kullandığı âyetler.
"Ha. Mim. Apaçık kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz bir uyarıcıyızdır"
(Kaf- 1,2,3)
"Biz (azimüşşan) yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı olan: "Keşke toprak olsaydım" diyecektir"
(Nebe, 40)
Vahiy yani kur'an için kullanıldığı âyetler.
"Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler"
( Fussilet, 4)
",,,,Bu Kur'an, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, ( kendinden önceki vahiy'leri) doğrulayıcı bir kitaptır"
( Ahkaf, 12)
İnzar kavramının Resul için kullanıldığı âyetler. ",,,,,iyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir"
(Hud, 12) ",,,,Şüphesiz ki ben, O'nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim"
(Hud, 2)
"Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara: "Ben sizin için bir uyarıcıyım"
dedi" (Hud, 25)
"Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Resul olan Muhammed,de ) herhangi bir delilik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır"
(Âraf, 184)
Özellikle Kur'an'da hem vahiy ve hemde Resul için "Mübin" kavramının kullanılması çok önemlidir. Yani vahiy ile Resul arasında bir fark yoktur.
Vahiy ile Resul aynı şeydir.
Beşer Resul olan Muhammed (as)ı vefatından sonra kiyamet gününe kadar sadece vahiy olan Kur'an temsil etmektedir.
Başka hiçbir söz Allah Resulü'nün inanç, ahlak, edep ve sözünu temsil edemez.
Aslında insanları uyaran, ikaz eden dünya hayatında indirmiş olduğu vahiy'le hidayet ve istikamet çizen yalnız Allah'tır.
Fakat bunu "Beşer Resul" vasıtasıyla yerine getiriyor.
Bu işin en sağlıklı ve ideal yolu budur.
Yani Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen vahiy ile uyarı ve ikaz vazifelerini yaptıklarını görüyoruz.
Hiçbir elçi vahiy'den bağımsız olarak kendi söz ve telkinleriyle uyarı yapamaz, yön gösteremez, hidayet veremez, hâdi ve mehdi olamaz"
"De ki: Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
(Sebe, 50)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
(Ey Resul! ) Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
Aynı şekilde Kur'an'da en çok geçen "hidayet" kavramı da Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Yani hidayet vermek sadece ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile alakalı bir keyfiyettir.
Dolayısıyla son indirilen vahiy'den bağımsız olarak hiçbir yerde ve hiç kimsenin yanında hidayet aranamaz.
Kim olursa olsun son Nebi ve son elçinin dilinde hayat bulan ve hayata aktarılan Kur'an haricinde hiçbir mezhep, fırka, cemaat ve tarikat hidayet bağışlayamaz.
"Ey ehli kitap! "Resulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok kursunuzu da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide- 15, 16 )
"Elif. Lam.Ra. Bu Kur'an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için SANA İNDİRDİĞİMİZ BİR KİTAPTIR"
(İbrahim, 1)
Resul ve vahiy bağlamında kullanılan en önemli kavramlarından biri "itaat" kavramıdır.
Fakat "itaat" kavramı ile ilgili çok yazı kaleme aldığımdan dolayı şimdilik bu kadar yeter diyorum.
KUR'AN HÂİNLERİN UYDURDUKLARI GİBİ MANASI BİLİNMEDEN RASTGELE OKUNACAK BİR KİTAP DEĞİLDİR.
(9.YAZI)
Yine İnzar (uyarı ve ikaz) kavramı da Kur'an'da sadece Allah, vahiy Ve Resul için kullanılan bir kavramdır.
"İnzar" (uyarı ve ikaz) kavramının Allah için kullandığı âyetler.
"Ha. Mim. Apaçık kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz bir uyarıcıyızdır"
(Kaf- 1,2,3)
"Biz (azimüşşan) yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı olan: "Keşke toprak olsaydım" diyecektir"
(Nebe, 40)
Vahiy yani kur'an için kullanıldığı âyetler.
"Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler"
( Fussilet, 4)
",,,,Bu Kur'an, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, ( kendinden önceki vahiy'leri) doğrulayıcı bir kitaptır"
( Ahkaf, 12)
İnzar kavramının Resul için kullanıldığı âyetler. ",,,,,iyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir"
(Hud, 12) ",,,,Şüphesiz ki ben, O'nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim"
(Hud, 2)
"Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara: "Ben sizin için bir uyarıcıyım"
dedi" (Hud, 25)
"Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Resul olan Muhammed,de ) herhangi bir delilik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır"
(Âraf, 184)
Özellikle Kur'an'da hem vahiy ve hemde Resul için "Mübin" kavramının kullanılması çok önemlidir. Yani vahiy ile Resul arasında bir fark yoktur.
Vahiy ile Resul aynı şeydir.
Beşer Resul olan Muhammed (as)ı vefatından sonra kiyamet gününe kadar sadece vahiy olan Kur'an temsil etmektedir.
Başka hiçbir söz Allah Resulü'nün inanç, ahlak, edep ve sözünu temsil edemez.
Aslında insanları uyaran, ikaz eden dünya hayatında indirmiş olduğu vahiy'le hidayet ve istikamet çizen yalnız Allah'tır.
Fakat bunu "Beşer Resul" vasıtasıyla yerine getiriyor.
Bu işin en sağlıklı ve ideal yolu budur.
Yani Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen vahiy ile uyarı ve ikaz vazifelerini yaptıklarını görüyoruz.
Hiçbir elçi vahiy'den bağımsız olarak kendi söz ve telkinleriyle uyarı yapamaz, yön gösteremez, hidayet veremez, hâdi ve mehdi olamaz"
"De ki: Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
(Sebe, 50)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
(Ey Resul! ) Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
Aynı şekilde Kur'an'da en çok geçen "hidayet" kavramı da Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Yani hidayet vermek sadece ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile alakalı bir keyfiyettir.
Dolayısıyla son indirilen vahiy'den bağımsız olarak hiçbir yerde ve hiç kimsenin yanında hidayet aranamaz.
Kim olursa olsun son Nebi ve son elçinin dilinde hayat bulan ve hayata aktarılan Kur'an haricinde hiçbir mezhep, fırka, cemaat ve tarikat hidayet bağışlayamaz.
"Ey ehli kitap! "Resulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok kursunuzu da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide- 15, 16 )
"Elif. Lam.Ra. Bu Kur'an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için SANA İNDİRDİĞİMİZ BİR KİTAPTIR"
(İbrahim, 1)
Resul ve vahiy bağlamında kullanılan en önemli kavramlarından biri "itaat" kavramıdır.
Fakat "itaat" kavramı ile ilgili çok yazı kaleme aldığımdan dolayı şimdilik bu kadar yeter diyorum.
KUR'AN HÂİNLERİN UYDURDUKLARI GİBİ MANASI BİLİNMEDEN RASTGELE OKUNACAK BİR KİTAP DEĞİLDİR.
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(9.YAZI)
Yine İnzar (uyarı ve ikaz) kavramı da Kur'an'da sadece Allah, vahiy Ve Resul için kullanılan bir kavramdır.
"İnzar" (uyarı ve ikaz) kavramının Allah için kullandığı âyetler.
"Ha. Mim. Apaçık kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz bir uyarıcıyızdır"
(Kaf- 1,2,3)
"Biz (azimüşşan) yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı olan: "Keşke toprak olsaydım" diyecektir"
(Nebe, 40)
Vahiy yani kur'an için kullanıldığı âyetler.
"Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler"
( Fussilet, 4)
",,,,Bu Kur'an, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, ( kendinden önceki vahiy'leri) doğrulayıcı bir kitaptır"
( Ahkaf, 12)
İnzar kavramının Resul için kullanıldığı âyetler. ",,,,,iyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir"
(Hud, 12) ",,,,Şüphesiz ki ben, O'nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim"
(Hud, 2)
"Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara: "Ben sizin için bir uyarıcıyım"
dedi" (Hud, 25)
"Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Resul olan Muhammed,de ) herhangi bir delilik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır"
(Âraf, 184)
Özellikle Kur'an'da hem vahiy ve hemde Resul için "Mübin" kavramının kullanılması çok önemlidir. Yani vahiy ile Resul arasında bir fark yoktur.
Vahiy ile Resul aynı şeydir.
Beşer Resul olan Muhammed (as)ı vefatından sonra kiyamet gününe kadar sadece vahiy olan Kur'an temsil etmektedir.
Başka hiçbir söz Allah Resulü'nün inanç, ahlak, edep ve sözünu temsil edemez.
Aslında insanları uyaran, ikaz eden dünya hayatında indirmiş olduğu vahiy'le hidayet ve istikamet çizen yalnız Allah'tır.
Fakat bunu "Beşer Resul" vasıtasıyla yerine getiriyor.
Bu işin en sağlıklı ve ideal yolu budur.
Yani Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen vahiy ile uyarı ve ikaz vazifelerini yaptıklarını görüyoruz.
Hiçbir elçi vahiy'den bağımsız olarak kendi söz ve telkinleriyle uyarı yapamaz, yön gösteremez, hidayet veremez, hâdi ve mehdi olamaz"
"De ki: Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
(Sebe, 50)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
(Ey Resul! ) Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
Aynı şekilde Kur'an'da en çok geçen "hidayet" kavramı da Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Yani hidayet vermek sadece ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile alakalı bir keyfiyettir.
Dolayısıyla son indirilen vahiy'den bağımsız olarak hiçbir yerde ve hiç kimsenin yanında hidayet aranamaz.
Kim olursa olsun son Nebi ve son elçinin dilinde hayat bulan ve hayata aktarılan Kur'an haricinde hiçbir mezhep, fırka, cemaat ve tarikat hidayet bağışlayamaz.
"Ey ehli kitap! "Resulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok kursunuzu da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide- 15, 16 )
"Elif. Lam.Ra. Bu Kur'an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için SANA İNDİRDİĞİMİZ BİR KİTAPTIR"
(İbrahim, 1)
Resul ve vahiy bağlamında kullanılan en önemli kavramlarından biri "itaat" kavramıdır.
Fakat "itaat" kavramı ile ilgili çok yazı kaleme aldığımdan dolayı şimdilik bu kadar yeter diyorum.
KUR'AN HÂİNLERİN UYDURDUKLARI GİBİ MANASI BİLİNMEDEN RASTGELE OKUNACAK BİR KİTAP DEĞİLDİR.
(9.YAZI)
Yine İnzar (uyarı ve ikaz) kavramı da Kur'an'da sadece Allah, vahiy Ve Resul için kullanılan bir kavramdır.
"İnzar" (uyarı ve ikaz) kavramının Allah için kullandığı âyetler.
"Ha. Mim. Apaçık kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz bir uyarıcıyızdır"
(Kaf- 1,2,3)
"Biz (azimüşşan) yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı olan: "Keşke toprak olsaydım" diyecektir"
(Nebe, 40)
Vahiy yani kur'an için kullanıldığı âyetler.
"Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler"
( Fussilet, 4)
",,,,Bu Kur'an, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, ( kendinden önceki vahiy'leri) doğrulayıcı bir kitaptır"
( Ahkaf, 12)
İnzar kavramının Resul için kullanıldığı âyetler. ",,,,,iyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir"
(Hud, 12) ",,,,Şüphesiz ki ben, O'nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim"
(Hud, 2)
"Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara: "Ben sizin için bir uyarıcıyım"
dedi" (Hud, 25)
"Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Resul olan Muhammed,de ) herhangi bir delilik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır"
(Âraf, 184)
Özellikle Kur'an'da hem vahiy ve hemde Resul için "Mübin" kavramının kullanılması çok önemlidir. Yani vahiy ile Resul arasında bir fark yoktur.
Vahiy ile Resul aynı şeydir.
Beşer Resul olan Muhammed (as)ı vefatından sonra kiyamet gününe kadar sadece vahiy olan Kur'an temsil etmektedir.
Başka hiçbir söz Allah Resulü'nün inanç, ahlak, edep ve sözünu temsil edemez.
Aslında insanları uyaran, ikaz eden dünya hayatında indirmiş olduğu vahiy'le hidayet ve istikamet çizen yalnız Allah'tır.
Fakat bunu "Beşer Resul" vasıtasıyla yerine getiriyor.
Bu işin en sağlıklı ve ideal yolu budur.
Yani Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen vahiy ile uyarı ve ikaz vazifelerini yaptıklarını görüyoruz.
Hiçbir elçi vahiy'den bağımsız olarak kendi söz ve telkinleriyle uyarı yapamaz, yön gösteremez, hidayet veremez, hâdi ve mehdi olamaz"
"De ki: Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
(Sebe, 50)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
(Ey Resul! ) Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
Aynı şekilde Kur'an'da en çok geçen "hidayet" kavramı da Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Yani hidayet vermek sadece ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile alakalı bir keyfiyettir.
Dolayısıyla son indirilen vahiy'den bağımsız olarak hiçbir yerde ve hiç kimsenin yanında hidayet aranamaz.
Kim olursa olsun son Nebi ve son elçinin dilinde hayat bulan ve hayata aktarılan Kur'an haricinde hiçbir mezhep, fırka, cemaat ve tarikat hidayet bağışlayamaz.
"Ey ehli kitap! "Resulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok kursunuzu da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide- 15, 16 )
"Elif. Lam.Ra. Bu Kur'an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için SANA İNDİRDİĞİMİZ BİR KİTAPTIR"
(İbrahim, 1)
Resul ve vahiy bağlamında kullanılan en önemli kavramlarından biri "itaat" kavramıdır.
Fakat "itaat" kavramı ile ilgili çok yazı kaleme aldığımdan dolayı şimdilik bu kadar yeter diyorum.
KUR'AN HÂİNLERİN UYDURDUKLARI GİBİ MANASI BİLİNMEDEN RASTGELE OKUNACAK BİR KİTAP DEĞİLDİR.
10 Temmuz 2018 Salı
DİKKAT!
İNSAN KAYNAĞIMIZ İSRAF EDİLİYOR.
Kur'an'a baktığımızda Allah'ın en çok değer verdiği ilkelerden birisinin insan hakları ve özgür düşünce olduğunu açık olarak görmekteyiz.
Yüce Allah insanın İradesine ve söz söyleme hakkına çok büyük değer vermiştir.
Zaten Allah'ın insan fıtratına yerleştirdiği değerlerin en önemlisi aklını kullanması, tefekkür etmesi ve özgürce sorgulama yapmasıdır.
Rahmân ve Rahim olan Allah kendi tevhid dinine karşı bile insan iradesini özgür bırakmış, sadece elçileri vasıtasıyla doğru yolu insanlara göstermiştir.
(Ey Resul!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
(Yunus, 99)
Yani iradelerine ipotek koyarak zorla inanmalarını sağlardı.
Bu dinin sahibi olan Allah böyle bir şey yapmadığı için, ey Resul! senin böyle bir şey yapmaya hiç hakkın yoktur.
"O halde (Ey Resul!) öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorlayıcı zorba değilsin"
(Ğâşiye- 21, 22)
Allah elçilerinin devlet kurma, ülkenin kurumlarını zorla ele geçirme, güç devşirme, güçlü olma diye bir davalarının olmadığı ile alakalı yüzlerce âyet vardır.
Allah elçilerinin tek bir görevleri vardır.
O da indirilen vahiy'le tevhid akidesini sevdirmek, toplumda güzel ahlakı yaygınlaştırmak, sosyal hayatı bir dengeye oturtmak, vahiy sayesinde emniyet ve adaleti sağlamaktır.
"Resul'e düşen vazife, ancak duyurmadır,,,"
(Mâide, 99)
",,,,Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl, 35)
Son zamanlarda çocuk istismarı üzerine yoğun bir şekilde fikirler ileri sürülmekte, bu cinsel istismarın topluma vermiş olduğu büyük zararlarının üzerinde herkes bir şey söylemektedir.
Tâbi ki çocukların istismarı meselesi, bu istismarı yapanların cezalandırılmaları, adaletin âcilen yerini bulması çok önemlidir.
Benim esas üzerinde duracağım konu çocuk istismarının başka bir boyutudur.
Çocukların zihin, akıl, fikir ve duygularının yani irade ve inançlarının istismar edilmesidir. Aslında çocuklarını zihin, akıl, irade ve inançlarının istismar edilmesi vücutlarının istismar edilmesinden daha önemsiz bir tehlike değildir.
Benim fetö'ye karşı nefret ve büyük bir öfke ile bakmama sebeb olan en önemli şey, çocuklarımızı istismar ederek bir mankurt haline getirmesidir.
Ben fetö'ye en çok bundan dolayı lânet ediyor ve beddua çekiyorum.
Dolayısıyla fetö'nün toplumda en büyük tahribatı ve yıkımı çocukların zihin ve inanç istismarı olmuştur.
Binlerce gencin dinini, imanını, heyecanını ve geleceğinı çalmış ve onları karanlık bir zihniyete mahkum etmiştir.
Arkadaşlar! Çocuklarımızın akıl ve zihin dünyalarını, özgür iradelerini ellerinden alan cemaat ve tarikatlardan uzak tutmak zorundayız.
Çünkü akıl ve mantığın, bilim ve teknolojinin tarikat ve cemaatlerde bir cazibesi bulunmamaktadır.
Tarikat ve cemaatler İlim- irfan düşmanı, şeytanların en karanlık yuvalarıdır.
Cemaat ve tarikatlar evrensel ahlak ve terbiye sisteminin düşmanıdırlar.
Hak ve hakikat, adalet ve merhamet, eşitlik ve liyakat bu Kur'an düşmanlarını çok rahatsız eder.
Bu insanlık ve akıl düşmanları nesillerin beyinlerini cehaletin karanlığı ile geri dönülmez bir şekilde çürütüyor.
Bu özgür düşünce düşmanları akla ve ilme ihtiyaç duymaz.
Bunlarda hak ve hukuka riayet olmadığı için sadece yandaşlarını ve taraftarlarını koruma altına alırlar.
Kendi yandaşlarını korumak için gayri meşru olan bir şey onların yanında meşru oluyor.
Bence gençlerimizin akıl ve zihinsel istismarları ümmetin en önemli meselesidir.
Çocukların tarikat ve cemaatlere kaptırılması küçümsenecek bir problem değildir.
Özgür irade ve fikir hürriyetinin olmadığı toplumlarda icad, güzel sanatlar, ilim, gelişme, barış, huzur, emniyet, hoşgörü, sevgi ve refah olmaz.
Dolayısıyla fikir hürriyetine sahip olmayanların İstidat ve kabiliyetleri körelir, üstün bir hizmet ortaya koyamazlar.
Cemaat ve tarikatlara bulaşan genç nesiller beynelmilel bir başarıya imza atamazlar. Halbuki Cemaat ve tarikatlara kaptırılan bu gençlerden kim bilir belki uluslararası çapta büyük beyinler ve önemi bilim adamları yetecekti.
Tarikat ve cemaatlerde doğru dürüst ve güzel ahlak sahibi insanların yetişmesi mümkün değildir.
Çünkü tarikat ve cemaatlerde özgürlük ve fikir hürriyeti bulunmaz.
Tarikat ve cemaatler, Kur'an düşmanı gençliğin yetiştiği en önemli merkezlerdir.
Tevhid düşmanı ve vahiy cahili olarak yetişen gençlerin güzel bir ahlak ortaya koymaları mümkün değildir.
Ne olursa olsun çocukların Kur'an ve tevhid düşmanı tarikat ve cemaatlere teslim edilmeleri bütün kötü yollardan daha kötü bir yoldur.
Çocukların tarikat ve cemaatlerin kontrolünde Kur'an ve ilim düşman olarak yetiştirilmeleri bütün kötü alışkanlıklardan daha kötü bir alışkanlıktır.
Çünkü yüce Allah âhirette şirk dışında bütün kötülükleri bağışlayacağını bildiriyor.
Şirk ve sapkın yolda olanlar gittikleri yolun çirkinliğinin farkında olmazlar.
Bundan dolayı şirk dışında bütün günahlardan kurtulma şansı vardır.
İnsanlar sadece fikir ve inançlarının yanlış olduğunu kabul etmezler.
Tarikatlar ümmetin bağlam ve bütünlüğünün düşmanıdırlar.
Cemaat ve tarikatlarda statüko ve tabular hakimdir.
Tarikat ve cemaatler gerici ve yobaz bir anlayışa sahiptirler.
Cemaat ve tarikatlara mensup olanlar yirmi birinci asırda yedinci ve sekizinci asrın karanlık hayatını yaşarlar.
Cemaat ve tarikatlarda hakim olan uydurma ve batıl dindir.
Dünyada uydurma dinlen daha tehlikeli ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir.
Çünkü asırlar boyu nesilleri olumsuz olarak etkileyecektir.
Dolayısıyla çocuklarımızın akıl, zihin ve inançlarının istismar edilmesi sizi rahatsız etmiyorsa diğer istismarlara söz söyleme hakkını kaybedersiniz.
Çünkü bunlar birbirine bağlı olarak gerçekleşen şeylerdir.
İNSAN KAYNAĞIMIZ İSRAF EDİLİYOR.
Kur'an'a baktığımızda Allah'ın en çok değer verdiği ilkelerden birisinin insan hakları ve özgür düşünce olduğunu açık olarak görmekteyiz.
Yüce Allah insanın İradesine ve söz söyleme hakkına çok büyük değer vermiştir.
Zaten Allah'ın insan fıtratına yerleştirdiği değerlerin en önemlisi aklını kullanması, tefekkür etmesi ve özgürce sorgulama yapmasıdır.
Rahmân ve Rahim olan Allah kendi tevhid dinine karşı bile insan iradesini özgür bırakmış, sadece elçileri vasıtasıyla doğru yolu insanlara göstermiştir.
(Ey Resul!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
(Yunus, 99)
Yani iradelerine ipotek koyarak zorla inanmalarını sağlardı.
Bu dinin sahibi olan Allah böyle bir şey yapmadığı için, ey Resul! senin böyle bir şey yapmaya hiç hakkın yoktur.
"O halde (Ey Resul!) öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorlayıcı zorba değilsin"
(Ğâşiye- 21, 22)
Allah elçilerinin devlet kurma, ülkenin kurumlarını zorla ele geçirme, güç devşirme, güçlü olma diye bir davalarının olmadığı ile alakalı yüzlerce âyet vardır.
Allah elçilerinin tek bir görevleri vardır.
O da indirilen vahiy'le tevhid akidesini sevdirmek, toplumda güzel ahlakı yaygınlaştırmak, sosyal hayatı bir dengeye oturtmak, vahiy sayesinde emniyet ve adaleti sağlamaktır.
"Resul'e düşen vazife, ancak duyurmadır,,,"
(Mâide, 99)
",,,,Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl, 35)
Son zamanlarda çocuk istismarı üzerine yoğun bir şekilde fikirler ileri sürülmekte, bu cinsel istismarın topluma vermiş olduğu büyük zararlarının üzerinde herkes bir şey söylemektedir.
Tâbi ki çocukların istismarı meselesi, bu istismarı yapanların cezalandırılmaları, adaletin âcilen yerini bulması çok önemlidir.
Benim esas üzerinde duracağım konu çocuk istismarının başka bir boyutudur.
Çocukların zihin, akıl, fikir ve duygularının yani irade ve inançlarının istismar edilmesidir. Aslında çocuklarını zihin, akıl, irade ve inançlarının istismar edilmesi vücutlarının istismar edilmesinden daha önemsiz bir tehlike değildir.
Benim fetö'ye karşı nefret ve büyük bir öfke ile bakmama sebeb olan en önemli şey, çocuklarımızı istismar ederek bir mankurt haline getirmesidir.
Ben fetö'ye en çok bundan dolayı lânet ediyor ve beddua çekiyorum.
Dolayısıyla fetö'nün toplumda en büyük tahribatı ve yıkımı çocukların zihin ve inanç istismarı olmuştur.
Binlerce gencin dinini, imanını, heyecanını ve geleceğinı çalmış ve onları karanlık bir zihniyete mahkum etmiştir.
Arkadaşlar! Çocuklarımızın akıl ve zihin dünyalarını, özgür iradelerini ellerinden alan cemaat ve tarikatlardan uzak tutmak zorundayız.
Çünkü akıl ve mantığın, bilim ve teknolojinin tarikat ve cemaatlerde bir cazibesi bulunmamaktadır.
Tarikat ve cemaatler İlim- irfan düşmanı, şeytanların en karanlık yuvalarıdır.
Cemaat ve tarikatlar evrensel ahlak ve terbiye sisteminin düşmanıdırlar.
Hak ve hakikat, adalet ve merhamet, eşitlik ve liyakat bu Kur'an düşmanlarını çok rahatsız eder.
Bu insanlık ve akıl düşmanları nesillerin beyinlerini cehaletin karanlığı ile geri dönülmez bir şekilde çürütüyor.
Bu özgür düşünce düşmanları akla ve ilme ihtiyaç duymaz.
Bunlarda hak ve hukuka riayet olmadığı için sadece yandaşlarını ve taraftarlarını koruma altına alırlar.
Kendi yandaşlarını korumak için gayri meşru olan bir şey onların yanında meşru oluyor.
Bence gençlerimizin akıl ve zihinsel istismarları ümmetin en önemli meselesidir.
Çocukların tarikat ve cemaatlere kaptırılması küçümsenecek bir problem değildir.
Özgür irade ve fikir hürriyetinin olmadığı toplumlarda icad, güzel sanatlar, ilim, gelişme, barış, huzur, emniyet, hoşgörü, sevgi ve refah olmaz.
Dolayısıyla fikir hürriyetine sahip olmayanların İstidat ve kabiliyetleri körelir, üstün bir hizmet ortaya koyamazlar.
Cemaat ve tarikatlara bulaşan genç nesiller beynelmilel bir başarıya imza atamazlar. Halbuki Cemaat ve tarikatlara kaptırılan bu gençlerden kim bilir belki uluslararası çapta büyük beyinler ve önemi bilim adamları yetecekti.
Tarikat ve cemaatlerde doğru dürüst ve güzel ahlak sahibi insanların yetişmesi mümkün değildir.
Çünkü tarikat ve cemaatlerde özgürlük ve fikir hürriyeti bulunmaz.
Tarikat ve cemaatler, Kur'an düşmanı gençliğin yetiştiği en önemli merkezlerdir.
Tevhid düşmanı ve vahiy cahili olarak yetişen gençlerin güzel bir ahlak ortaya koymaları mümkün değildir.
Ne olursa olsun çocukların Kur'an ve tevhid düşmanı tarikat ve cemaatlere teslim edilmeleri bütün kötü yollardan daha kötü bir yoldur.
Çocukların tarikat ve cemaatlerin kontrolünde Kur'an ve ilim düşman olarak yetiştirilmeleri bütün kötü alışkanlıklardan daha kötü bir alışkanlıktır.
Çünkü yüce Allah âhirette şirk dışında bütün kötülükleri bağışlayacağını bildiriyor.
Şirk ve sapkın yolda olanlar gittikleri yolun çirkinliğinin farkında olmazlar.
Bundan dolayı şirk dışında bütün günahlardan kurtulma şansı vardır.
İnsanlar sadece fikir ve inançlarının yanlış olduğunu kabul etmezler.
Tarikatlar ümmetin bağlam ve bütünlüğünün düşmanıdırlar.
Cemaat ve tarikatlarda statüko ve tabular hakimdir.
Tarikat ve cemaatler gerici ve yobaz bir anlayışa sahiptirler.
Cemaat ve tarikatlara mensup olanlar yirmi birinci asırda yedinci ve sekizinci asrın karanlık hayatını yaşarlar.
Cemaat ve tarikatlarda hakim olan uydurma ve batıl dindir.
Dünyada uydurma dinlen daha tehlikeli ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir.
Çünkü asırlar boyu nesilleri olumsuz olarak etkileyecektir.
Dolayısıyla çocuklarımızın akıl, zihin ve inançlarının istismar edilmesi sizi rahatsız etmiyorsa diğer istismarlara söz söyleme hakkını kaybedersiniz.
Çünkü bunlar birbirine bağlı olarak gerçekleşen şeylerdir.
9 Temmuz 2018 Pazartesi
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(8.YAZI)
HADİSLER İÇİN "RESÜLÜLLAH ŞÖYLE BUYURUYOR" DEMEK ŞİRK VE KÜFÜRDÜR.
Aynı şekilde "harb etme" "savaş açma, kendilerinden savaş bekleme" kavramı de hem "Allah" hem de "Resul" kavramı
için kullanılmıştır.
"Allah ve Resul'üne karşı savaşanların,,,,,
( Mâide, 33)
",,,Şayet ribâdan vazgeçmezseniz Allah Ve Resulu tarafından açılan savaştan haberiniz olsun,,,,"
( Bakara, 279)
"Münafıklar arasında bir de müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resul'üne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid edinenler,,,,,,"
(Tevbe, 107)
Aynı şekilde "şikak" "Allah ve Resulü'nü birbirinden ayırmak, onlara karşı gelmek" kavramı da sadece "Allah" ve "Resul" kavramları için kullanılmıştır.
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, orası ne kötü bir yerdir"
(Nisa--115; Haşr-4; Tevbe-13))
Yine "hâdd, hudud, ihdâd" "engel olma"
kavramı da sadece "Allah" ve "Resul" kavramları için kullanılmıştır.
"Allah ve Resul'üne engel olanlar, onların davetine karşı gelenler" işte onlar aşağıların aşağısındadırlar"
(Mücadele- 20, 21)
"Galib" kavramı da "Allah" ve "Resul" kavramları niçin kullanmıştır.
"Allah elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür galip olandır"
(Mücadele, 21)
"Nusret" "yardım" kavramı da "Allah" ve "Resul" kavramları için kullanılmıştır.
(Allah'ın verdiği bu ganimet malları) yurtlarında mimarlarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'a ve Resulüne yardım eden fakir muhacirlerindir" (HAŞR, 8 )
MESELA
Müşriklere yapılan ihtar ve ÜLTİMATOM bile "Allah" ve "Resul" kavramları bağlamında kullanılmıştır.
Halbuki İhtar ve ÜLTİMATOM ancak Allah tarafından yapılabilir. Fakat onu okuyan, onu duyuran, tebliğ eden Resul'dür.
Birde kendi vefatından sonra ebedi olarak bâki kalacak olan "kitap Resul" dür.
"Allah ve Resulü'nden kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtardır"
(Tevbe, 1)
Yine "ihanet" kelimesi de "Allah ve "Resul" bağlamında kullanılmıştır.
" Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyen,,,"
( Enfal, 27)
Aynı şekilde "eziyet edilmemesi gereken" iki değerli makamın "Allah" ve "Resul"ü olduğunu da Kur'an'ı Mübin'den öğreniyoruz.
",,,,,Allah Resulü'ne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"
( Tevbe, 61)
Allah ve Resulü'ne eziyet edenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab, 57
"Ahd" kavramı da "Allah" ve Resul" için kullanılan kavramlardandır.
"Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle anlaşma yaptıklarınızın dışındaki müşriklerin Allah ve Resulu yanında nasıl muteber bir "Ahdi" olabilir"
(Tevbe, 7)
Yani Kur'an'da Resul kavramı vahyin içinde öyle bir konuma sahiptir ki, Kur'an'dan Resul kavramını ve misyonunu kaldırdığımızda, Kur'an anlaşılması imkansız bir metin haline gelecektir.
İşte Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri et ve tırnak gibi olan vahiy ve resul kavramlarını birbirinden ayırarak Kur'an'a en büyük ihaneti yapmışlardır.
Halbuki Resulün görevi ve ilgisi tamamen vahiy ile alakalıdır.
Allah Resulü'nden asırlar sonra kendisi adına iftira edilen uydurma hadis dini ile hiçbir alakası yoktur.
"Resul" kendisine Allah tarafından indirilen "vahiy'le" ilgilidir.
Resul sadece vahyi tebliğ eder ve sadece vahye uyar ve yalnız vahiy'den sorumlu olur. Dolayısıyla Resul ve hadisler birbirine son derece yabancı ve birbirine düşman olan kavramlardır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri Hadisler sayesinde dünyanın en uydurma ve şirk dinini ortaya çıkardılar.
"Sekine" kelimesi "Resul" bağlamında kullanılmıştır.
"Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini indirdi,,,"
(Tevbe, 26)
MESELA
"Sevgi" kavramı da "Allah" ve "Resul" bağlamında kullanılmıştır.
Yani Müminler Allah ve Resul'ünü her şeyden fazla değer vereceklerdir, onları her şeyden fazla seveceklerdir,,,
(Tevbe, 24)
Resul'ün müminlerin yanında bulunan değeri kendisine indirilen vahiy sayesindedir. Resul vahiy'den dolayı değerlidir.
(8.YAZI)
HADİSLER İÇİN "RESÜLÜLLAH ŞÖYLE BUYURUYOR" DEMEK ŞİRK VE KÜFÜRDÜR.
Aynı şekilde "harb etme" "savaş açma, kendilerinden savaş bekleme" kavramı de hem "Allah" hem de "Resul" kavramı
için kullanılmıştır.
"Allah ve Resul'üne karşı savaşanların,,,,,
( Mâide, 33)
",,,Şayet ribâdan vazgeçmezseniz Allah Ve Resulu tarafından açılan savaştan haberiniz olsun,,,,"
( Bakara, 279)
"Münafıklar arasında bir de müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resul'üne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid edinenler,,,,,,"
(Tevbe, 107)
Aynı şekilde "şikak" "Allah ve Resulü'nü birbirinden ayırmak, onlara karşı gelmek" kavramı da sadece "Allah" ve "Resul" kavramları için kullanılmıştır.
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, orası ne kötü bir yerdir"
(Nisa--115; Haşr-4; Tevbe-13))
Yine "hâdd, hudud, ihdâd" "engel olma"
kavramı da sadece "Allah" ve "Resul" kavramları için kullanılmıştır.
"Allah ve Resul'üne engel olanlar, onların davetine karşı gelenler" işte onlar aşağıların aşağısındadırlar"
(Mücadele- 20, 21)
"Galib" kavramı da "Allah" ve "Resul" kavramları niçin kullanmıştır.
"Allah elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür galip olandır"
(Mücadele, 21)
"Nusret" "yardım" kavramı da "Allah" ve "Resul" kavramları için kullanılmıştır.
(Allah'ın verdiği bu ganimet malları) yurtlarında mimarlarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'a ve Resulüne yardım eden fakir muhacirlerindir" (HAŞR, 8 )
MESELA
Müşriklere yapılan ihtar ve ÜLTİMATOM bile "Allah" ve "Resul" kavramları bağlamında kullanılmıştır.
Halbuki İhtar ve ÜLTİMATOM ancak Allah tarafından yapılabilir. Fakat onu okuyan, onu duyuran, tebliğ eden Resul'dür.
Birde kendi vefatından sonra ebedi olarak bâki kalacak olan "kitap Resul" dür.
"Allah ve Resulü'nden kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtardır"
(Tevbe, 1)
Yine "ihanet" kelimesi de "Allah ve "Resul" bağlamında kullanılmıştır.
" Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyen,,,"
( Enfal, 27)
Aynı şekilde "eziyet edilmemesi gereken" iki değerli makamın "Allah" ve "Resul"ü olduğunu da Kur'an'ı Mübin'den öğreniyoruz.
",,,,,Allah Resulü'ne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"
( Tevbe, 61)
Allah ve Resulü'ne eziyet edenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"
( Ahzab, 57
"Ahd" kavramı da "Allah" ve Resul" için kullanılan kavramlardandır.
"Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle anlaşma yaptıklarınızın dışındaki müşriklerin Allah ve Resulu yanında nasıl muteber bir "Ahdi" olabilir"
(Tevbe, 7)
Yani Kur'an'da Resul kavramı vahyin içinde öyle bir konuma sahiptir ki, Kur'an'dan Resul kavramını ve misyonunu kaldırdığımızda, Kur'an anlaşılması imkansız bir metin haline gelecektir.
İşte Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri et ve tırnak gibi olan vahiy ve resul kavramlarını birbirinden ayırarak Kur'an'a en büyük ihaneti yapmışlardır.
Halbuki Resulün görevi ve ilgisi tamamen vahiy ile alakalıdır.
Allah Resulü'nden asırlar sonra kendisi adına iftira edilen uydurma hadis dini ile hiçbir alakası yoktur.
"Resul" kendisine Allah tarafından indirilen "vahiy'le" ilgilidir.
Resul sadece vahyi tebliğ eder ve sadece vahye uyar ve yalnız vahiy'den sorumlu olur. Dolayısıyla Resul ve hadisler birbirine son derece yabancı ve birbirine düşman olan kavramlardır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri Hadisler sayesinde dünyanın en uydurma ve şirk dinini ortaya çıkardılar.
"Sekine" kelimesi "Resul" bağlamında kullanılmıştır.
"Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini indirdi,,,"
(Tevbe, 26)
MESELA
"Sevgi" kavramı da "Allah" ve "Resul" bağlamında kullanılmıştır.
Yani Müminler Allah ve Resul'ünü her şeyden fazla değer vereceklerdir, onları her şeyden fazla seveceklerdir,,,
(Tevbe, 24)
Resul'ün müminlerin yanında bulunan değeri kendisine indirilen vahiy sayesindedir. Resul vahiy'den dolayı değerlidir.
7 Temmuz 2018 Cumartesi
MÜSLÜMAN OLMAYANLARLA EVLENMEK CAİZ MİDİR?
Gayri müslimlerle evlenme konusu, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne götürüldüğünde Allah'ın izin ve inayetiyle çözülmesi kolay olan konulardandır.
Yeryüzünün bütün bölgelerinde din ve inanç sahiplerinin bir arada yaşamak zorunda olması gayri müslimlerle evlenme konusunun önemini artırmaktadır.
İlk önce konu ile ilgili âyetlere bir göz atalım.
"İman etmedikçe "müşrik" kadınlarla evlenmeyin.
Hoşunuza gitse bile, "müşrik" bir kadından, iman sahibi bir cariye kesinlikle daha hayırlıdır.
İman etmedikçe "müşrik" erkeklerle de evlenmeyin.
Hoşunuza gitse bile, müşrik birisinden iman etmiş bir köle kesinlikle daha hayırlıdır.
Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır.
Allah ise izni (ve tevhid dini) ile cennete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar"
Yukarıdaki âyette bulunan "Müşrikler cehenneme çağırır" cümlesi önemlidir.
Yani din konusunu bilmeyen birine şirk dinini kabul ettirmede müşrikler bir bilgi ve yeteneğe sahip olmaları gerekir.
(Bakara, 221)
",,,, Mümin kadınlardan İffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden İffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla namuslu olmak,
zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir.
Kim Allah'ın hükümlerine iman etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır"
( Maide, 5)
"Ey iman edenler!
Mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir.
Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir.
Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirlerini) geri verin.
Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.
Kafir kadınları nikahınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin.
Onlarda sarf ettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda sadece o hükmeder. Allah herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"
(Mümtehine, 10)
Âyetlerde gördüğümüz gibi "müşrik" ve "kafir"lerle evlenmenin caiz olmadığı açık olarak ortaya konmaktadır.
Peki Yahudi ve ve Hristiyanlar "müşrik" ve "kafir" değiller mi?
Aslında Yahudi ve Hristiyanların "kafir" ve "müşrik" olduklarını Kur'an bir çok ayette söylüyor.
(Yahudiler) Allah ile beraber bilginlerini (hahamlarını), (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak tekbir İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir olarak tanıyan dosdoğru hanif bir Müslüman idi, müşriklerden de değildi"
(Âli İmran, 67)
" Ey ehli kitap! Hakikatı görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın ayetlerini inkar(tekfürüne) edersiniz"
( Âli İmran, 70)
"Andolsun ki, "Meryem oğlu Mesih Allah'tır" diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih "Ey İsrailoğulları!
Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a şirk koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar, artık onun yeri ateştir ve için yardımcılar yoktur" demişti"
(Mâide, 72)
Dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların "kafir" ve "müşrik" oldukları ile ilgili Kur'an'da onlarca ayet vardır.
Konu ile alakalı âyetlere dikkatlice baktığımızda bu konuda belirleyici olan şeyin "şirk" ve "küfür" kavramlarının olduğunu görebiliriz.
Yani hangi dinden olursa olsun, ister Şii, ister Sünni, ister Alevi, ister Yahudi ve Hristiyan, isterse Budist olsun, bir kişi eğer taklidi bir imana sahipse,
yani atalarının dini üzerinde bilgisiz ve ilgisiz bir imanı bulunuyorsa, ister kadın, ister erkek olsun onunla evlenmenin hiçbir sakıncası yoktur.
Çünkü Kur'an'ın kullandığı "müşrik, kafir, mümin, müslüman, münafık" kavramları, bir bilinç, şuur, irâde, inanç, araştırma ve inceleme gerektiren kavramlardır.
Özellikle Mumtehine suresi 10.âyette bulunan "Ey iman edenler!
Mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer sizde onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin,,,," denilmesi çok önemlidir.
Yani küfrünü ve şirk dinini mudafa edebilecek kabiliyet ve kapasiteye sahip olan fanatiklerle evlenilmez.
Evlenilecek gayri müslim erkek ve kadın şirk ve batıl dinini bir şuur ve inançla sahipleniyorsa, şirk dinine bir ilim ve araştırma ile sahip bulunuyorsa onunla evlenilmez.
Fakat anadan babadan, geleneksel olarak yani atalarından gelen taklidi bir imana sahipse, din hakkında fazla bir bilgiye,
araştırmaya sahip değilse, hangi dinden olursa olsun İslam dini açısından onunla evlenmenin hiç bir sakıncası yoktur.
Aynı şekilde tevhid akidesinden ve Kur'an ahlakından uzak bulunan aşırı derecede mezhep fanatikleriyle yani
din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyen, Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğuna inanmayan, Kur'an müslümanlığını sapık olarak gören,
sünnet (hadisler)
Kur'an'a egemendir diyen, Allah'ın yanında şefaatçi olduğuna iman eden,
veya bir şeyh'e, bir lidere, bir cemaate ve bir tarikata aşırı bir şekilde bağlı olanlar da müşrik olduklarından dolayı onlarla evlenmek câiz değildir.
Hatta en tehlikeli olanlar bunlardır.
Çünkü cemaat ve tarikatlarda şirk inancı ve batıl din çok daha dinamik ve canlı olarak yaşanır.
Bunların atalarından kendilerine intikal eden uydurma dini aşarak tevhid akidesini ve indirilen vahyi kabul etmeleri imkânsızdır. Elçiler tarihinde bunu başarmış bir millet gelmemiştir.
Sonuç :
Yaşayış bakımından atalarından gelen, dine bir kültür ve gelenek olarak bakan, taklidi imana sahip olan, Şii, Sünni, Yahudi, Hristiyan, Alevi ve Budistlerin arasında hiçbir fark yoktur.
Hatta Yahudi ve Hristiyan ümmilerin vahiy dinini ve tevhid akidesini kabul etmeleri Şii ve Sünni ümmilerden daha kolay olduğu için din ve iman açısından onlarla evlenmenin avantajları daha fazladır.
Nur süresi 3.âyeti nasıl anlamak gerekir?
"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir.
Bu, müminlere haram kılınmıştır"
Daha önce söylediğim gibi evlilik konusunda belirleyici olan şey şirk'tir.
Yani onun nüfus cüzdanının din hanesinde "İslam" kelimesinin yazılı olması veya kendini müslüman olarak görmesi önemli bir şey değildir.
Bir mezhebin, cemaatin veya tarikatın uydurma kurallarını Allah'ın emirleri gibi sorgulanamaz ve karşı gelinemez bir dini ibadet olarak görüyor ve o şekilde iman ediyorsa onunla evlilik hayatı kurmak caiz değildir.
Gelelim nur süresinin 3.âyetine,
Aslında şu veya bu şekilde günaha girerek zina eden bir kadın veya bir erkekle evlenmenin dinen hiçbir sakıncası yoktur.
Âyette yasaklanan şey "fahişelik" ve "ahlaksızlık"tır.
Yani zina etmeyi bir ahlak ve huy edinmiş, ondan kendini kurtarmaya çalışmayan ve bu meslekten Tevbe etmeyenlerle evlenilmez.
Erkek içinde durum aynıdır.
Nur süresi 3. âyette geçen "zâni" ve "zâniye" lafızları zina etmeyi sürekli olarak yapmayı ifade etmek için kullanılan kelimelerdir.
Yoksa "ellezine yeznune" "zina edenler, onlar ki zina ettiler" denilirdi.
Peki bu âyette noksan sıfatlardan münezzeh olan yüce Allah neden fahişeliği şirk'e benzetmiş ve şirk'le beraber anmıştır.
Bunun bir çok sebebi vardır.
Şirk'in ve fahişeliğin pisliğinden kurtulmak kolay değildir.
Birisi inanç yönünden diğeri amel yönünden en kötü yoldur.
Şirk zihni, akli, beyni, gönlü hakketmeyene vermek diğeri, arzuyu, vücudu, emaneti, sevgiyi yabancıya teslim etmektir.
Bu konuda daha bir çok şey söylemek mümkündür.
Gayri müslimlerle evlenme konusu, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne götürüldüğünde Allah'ın izin ve inayetiyle çözülmesi kolay olan konulardandır.
Yeryüzünün bütün bölgelerinde din ve inanç sahiplerinin bir arada yaşamak zorunda olması gayri müslimlerle evlenme konusunun önemini artırmaktadır.
İlk önce konu ile ilgili âyetlere bir göz atalım.
"İman etmedikçe "müşrik" kadınlarla evlenmeyin.
Hoşunuza gitse bile, "müşrik" bir kadından, iman sahibi bir cariye kesinlikle daha hayırlıdır.
İman etmedikçe "müşrik" erkeklerle de evlenmeyin.
Hoşunuza gitse bile, müşrik birisinden iman etmiş bir köle kesinlikle daha hayırlıdır.
Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır.
Allah ise izni (ve tevhid dini) ile cennete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar"
Yukarıdaki âyette bulunan "Müşrikler cehenneme çağırır" cümlesi önemlidir.
Yani din konusunu bilmeyen birine şirk dinini kabul ettirmede müşrikler bir bilgi ve yeteneğe sahip olmaları gerekir.
(Bakara, 221)
",,,, Mümin kadınlardan İffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden İffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla namuslu olmak,
zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir.
Kim Allah'ın hükümlerine iman etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır"
( Maide, 5)
"Ey iman edenler!
Mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir.
Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir.
Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirlerini) geri verin.
Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.
Kafir kadınları nikahınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin.
Onlarda sarf ettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda sadece o hükmeder. Allah herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"
(Mümtehine, 10)
Âyetlerde gördüğümüz gibi "müşrik" ve "kafir"lerle evlenmenin caiz olmadığı açık olarak ortaya konmaktadır.
Peki Yahudi ve ve Hristiyanlar "müşrik" ve "kafir" değiller mi?
Aslında Yahudi ve Hristiyanların "kafir" ve "müşrik" olduklarını Kur'an bir çok ayette söylüyor.
(Yahudiler) Allah ile beraber bilginlerini (hahamlarını), (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak tekbir İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir olarak tanıyan dosdoğru hanif bir Müslüman idi, müşriklerden de değildi"
(Âli İmran, 67)
" Ey ehli kitap! Hakikatı görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın ayetlerini inkar(tekfürüne) edersiniz"
( Âli İmran, 70)
"Andolsun ki, "Meryem oğlu Mesih Allah'tır" diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih "Ey İsrailoğulları!
Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a şirk koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar, artık onun yeri ateştir ve için yardımcılar yoktur" demişti"
(Mâide, 72)
Dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların "kafir" ve "müşrik" oldukları ile ilgili Kur'an'da onlarca ayet vardır.
Konu ile alakalı âyetlere dikkatlice baktığımızda bu konuda belirleyici olan şeyin "şirk" ve "küfür" kavramlarının olduğunu görebiliriz.
Yani hangi dinden olursa olsun, ister Şii, ister Sünni, ister Alevi, ister Yahudi ve Hristiyan, isterse Budist olsun, bir kişi eğer taklidi bir imana sahipse,
yani atalarının dini üzerinde bilgisiz ve ilgisiz bir imanı bulunuyorsa, ister kadın, ister erkek olsun onunla evlenmenin hiçbir sakıncası yoktur.
Çünkü Kur'an'ın kullandığı "müşrik, kafir, mümin, müslüman, münafık" kavramları, bir bilinç, şuur, irâde, inanç, araştırma ve inceleme gerektiren kavramlardır.
Özellikle Mumtehine suresi 10.âyette bulunan "Ey iman edenler!
Mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer sizde onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin,,,," denilmesi çok önemlidir.
Yani küfrünü ve şirk dinini mudafa edebilecek kabiliyet ve kapasiteye sahip olan fanatiklerle evlenilmez.
Evlenilecek gayri müslim erkek ve kadın şirk ve batıl dinini bir şuur ve inançla sahipleniyorsa, şirk dinine bir ilim ve araştırma ile sahip bulunuyorsa onunla evlenilmez.
Fakat anadan babadan, geleneksel olarak yani atalarından gelen taklidi bir imana sahipse, din hakkında fazla bir bilgiye,
araştırmaya sahip değilse, hangi dinden olursa olsun İslam dini açısından onunla evlenmenin hiç bir sakıncası yoktur.
Aynı şekilde tevhid akidesinden ve Kur'an ahlakından uzak bulunan aşırı derecede mezhep fanatikleriyle yani
din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyen, Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğuna inanmayan, Kur'an müslümanlığını sapık olarak gören,
sünnet (hadisler)
Kur'an'a egemendir diyen, Allah'ın yanında şefaatçi olduğuna iman eden,
veya bir şeyh'e, bir lidere, bir cemaate ve bir tarikata aşırı bir şekilde bağlı olanlar da müşrik olduklarından dolayı onlarla evlenmek câiz değildir.
Hatta en tehlikeli olanlar bunlardır.
Çünkü cemaat ve tarikatlarda şirk inancı ve batıl din çok daha dinamik ve canlı olarak yaşanır.
Bunların atalarından kendilerine intikal eden uydurma dini aşarak tevhid akidesini ve indirilen vahyi kabul etmeleri imkânsızdır. Elçiler tarihinde bunu başarmış bir millet gelmemiştir.
Sonuç :
Yaşayış bakımından atalarından gelen, dine bir kültür ve gelenek olarak bakan, taklidi imana sahip olan, Şii, Sünni, Yahudi, Hristiyan, Alevi ve Budistlerin arasında hiçbir fark yoktur.
Hatta Yahudi ve Hristiyan ümmilerin vahiy dinini ve tevhid akidesini kabul etmeleri Şii ve Sünni ümmilerden daha kolay olduğu için din ve iman açısından onlarla evlenmenin avantajları daha fazladır.
Nur süresi 3.âyeti nasıl anlamak gerekir?
"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir.
Bu, müminlere haram kılınmıştır"
Daha önce söylediğim gibi evlilik konusunda belirleyici olan şey şirk'tir.
Yani onun nüfus cüzdanının din hanesinde "İslam" kelimesinin yazılı olması veya kendini müslüman olarak görmesi önemli bir şey değildir.
Bir mezhebin, cemaatin veya tarikatın uydurma kurallarını Allah'ın emirleri gibi sorgulanamaz ve karşı gelinemez bir dini ibadet olarak görüyor ve o şekilde iman ediyorsa onunla evlilik hayatı kurmak caiz değildir.
Gelelim nur süresinin 3.âyetine,
Aslında şu veya bu şekilde günaha girerek zina eden bir kadın veya bir erkekle evlenmenin dinen hiçbir sakıncası yoktur.
Âyette yasaklanan şey "fahişelik" ve "ahlaksızlık"tır.
Yani zina etmeyi bir ahlak ve huy edinmiş, ondan kendini kurtarmaya çalışmayan ve bu meslekten Tevbe etmeyenlerle evlenilmez.
Erkek içinde durum aynıdır.
Nur süresi 3. âyette geçen "zâni" ve "zâniye" lafızları zina etmeyi sürekli olarak yapmayı ifade etmek için kullanılan kelimelerdir.
Yoksa "ellezine yeznune" "zina edenler, onlar ki zina ettiler" denilirdi.
Peki bu âyette noksan sıfatlardan münezzeh olan yüce Allah neden fahişeliği şirk'e benzetmiş ve şirk'le beraber anmıştır.
Bunun bir çok sebebi vardır.
Şirk'in ve fahişeliğin pisliğinden kurtulmak kolay değildir.
Birisi inanç yönünden diğeri amel yönünden en kötü yoldur.
Şirk zihni, akli, beyni, gönlü hakketmeyene vermek diğeri, arzuyu, vücudu, emaneti, sevgiyi yabancıya teslim etmektir.
Bu konuda daha bir çok şey söylemek mümkündür.
"ŞERİAT" AMA HANGİ ŞERİAT?
Şeriat kelimesi "ş-r-a" kökünden gelmekte olup türevleri ile birlikte Kur'an'da dört yerde geçmektedir.
Sözlükte "su yolu, bir ırmak veya herhangi bir su kaynağından su içmek ve almak için gidilen yol, büyük ve geniş cadde, suyun kaynağı" anlamlarına gelmektedir.
Istılahta yani din dilinde ise, "Allah tarafından indirilen tevhid dini, hak din yolu, aydınlık ve ışık" gibi manalara gelmektedir.
Milletler için itikadi ve ameli hükümler, emir ve yasaklar anlamına gelen "şeriat" bütün ilahi vahiy'lerde elçiler aracılığıyla gönderilen kuralların ortak adıdır.
"Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma"
(Casiye, 18)
Şeriat meselesi İnsanların en çok konuştukları, istismar ettikleri, tartışma konusu yaptıkları ve çeşitli spekülasyonlara sebep olan önemli bir konudur.
Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi yüce Allah'ın, elçisi Muhammed ( as) a emirlerinden birisi de kendisine indirilen dinin yani şeriatın üzerinde sabırla durmasını ve ondan ayrı bir yola sapmamasıdır.
O halde şeriat Allah tarafından elçilere indirilen yolun değişik bir adıdır.
"Sana da, daha önceki kitab-ı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitab-ı gönderdik.
Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik,,,"
Mâide, 48)
Ben müslümanım diyen şuurlu ve aklı başında hiç kimsenin yüce Allah tarafından indirilen emirlere dolayısıyla şeriata karşı gelmesi düşünülemez.
Hakiki mümin ve hanif Müslüman olan Allah'ın eşsiz iradesine ve sonsuz hikmetine karşı gelmez.
Fakat Allah elçilerinden sonra din adamları tarafından her zaman din ve şeriat dejenere olmuş,
indirilen vahiy bozulmuş, hak dine batıl karışmış ve ilahi emirlerin bazıları metin bazıları da mana yönünden tahrif edildikleri de bir gerçektir.
"Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak yoktur,,," (Yusuf, 40)
Yani son vahye baktığımız zaman "dinin Allah tarafından indirildiğini ve daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlandığını,( Enam, 115; Maide 3)
"Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini, (Maide, 99; Râd, 40; Nahl, 35)
"Elçilerin sadece vahye tabi olduklarını,( En'am 106; Yunus, 15, 109 ; Ahkaf, 9)
"Allah elçilerinin sadece indirilen vahiy'le insanları uyardıklarını, (Enbiya, 45; Kaf, 45; En'am, 51; Araf- 62, 67, 68, 69) bu ayetler gibi yüzlerce âyette görüyoruz.
Yani din ve şeriat dediğimiz zaman aklımıza Allah'ın indirdiği vahiy ve hak dinden başka bir şey gelmemesi gerekir.
Şu halde şeriat dediğimiz zaman, Allah tarafından Resul kimliğiyle Muhammed (as) a indirilen din ve şeriat ise bunda asla bir sorun yoktur.
Bu şeriat baştan sona kadar barış ve ilimdir, olduğu gibi hidayet ve rahmettir, hüküm ve hikmettir,
akıl ve mantıktır, kurtuluş ve mutluluktur, cennet ve Allah'ın rızasıdır.
Fakat "şeriat'"tan maksat Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace,
Ebu Davud ve Nesai'nin uydurma ve yalan rivayetleri ile oluşturulan şeriat ise orada biraz durun, bu şeriata bizim vicdanımız tamamen kapalıdır.
Yani "şeriat'"tan maksat, Ahmed bin Hanbel'in, Malik Bin Enes'in, Muhammet bin İdris'in, Numan bin Sabit'in,
Ebu Yusuf'un, imamı Muhammed'in, İmam Nevevi'nin iftira "şeriat"ı ise milleti aldatmaktan ve yalan söylemekten vazgeçin bu şeriat'a karşı irfanımız yol vermiyor.
Sizin "şeriat" dediğiniz şey Allah'ın indirdiği vahye karşı uydurulmuş,
Emevi Abbasi iftiralarıyla oluşturulmuş, paralel ve katliamcı "şeriat"'a aklımız ve şuurumuz kesinlikle el vermiyor.
Biz, Allah'ın indirmiş olduğu şeriat'tan başka bir "şeriat"ı kabul etmiyoruz.
Kur'an ehli muvahhidler olarak mezheplerin karanlık "şeriat"ını reddediyoruz.
"Dinden döneni öldüren, zina edenleri recmeden, namaz kılmayanları tekfir edip ölüme mahkum eden,
kertenkeleleri öldürmeyi sevap sayan, kara köpekler için ölüm fermanı çıkaran, insanların saçına ve sakalına karışan,
kargaları bile fasık olarak gören, ressamları cehennemin en alt tabakasına gönderen, sanat ve estetik düşmanı "şeriat'ı" şiddetle reddediyoruz.
Biz, Kur'an ehli muvahhidler, Tevhid ve güzel ahlakı, merhamet ve adaleti, akıl ve mantığı, tefekkür ve hürriyeti olmayan "şeriat"ın düşmanıyız.
Siz hangi şeriattan söz ediyorsunuz?
Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası İbrahim'in hanif ve saf şeriat'ından mı?
Yoksa şirk ve zulüm olan Nemrud'un şeriat'ından mı?
Tağutların ve iblislerin uydurma şeriat'ı mı? Allah elçilerinin uymak zorunda oldukları ilâhi şeriat'mı?
F Gülen, Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu,
Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, İhsan Şenocak, Ebubekir sifil, Nurettin Yıldız, Diyanet İşleri Başkanlığı,
Nihat Hatipoğlu, Cubbeli Ahmet, Adıyaman şeyhinin zorba "şeriat"ı ile hayat sürmektense, biz Kur'an ehli muvahhidlere cennetin yolu daha sevimli geliyor.
İŞTE SİZE EVRENSEL ŞERİAT İLKELERİ
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini
(Ey Resul! ) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.
Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid-islam)dini müşriklere ağır gelir. Allah dilediğini kendisine Resul seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"
( Şura, 13)
Şeriat kelimesi "ş-r-a" kökünden gelmekte olup türevleri ile birlikte Kur'an'da dört yerde geçmektedir.
Sözlükte "su yolu, bir ırmak veya herhangi bir su kaynağından su içmek ve almak için gidilen yol, büyük ve geniş cadde, suyun kaynağı" anlamlarına gelmektedir.
Istılahta yani din dilinde ise, "Allah tarafından indirilen tevhid dini, hak din yolu, aydınlık ve ışık" gibi manalara gelmektedir.
Milletler için itikadi ve ameli hükümler, emir ve yasaklar anlamına gelen "şeriat" bütün ilahi vahiy'lerde elçiler aracılığıyla gönderilen kuralların ortak adıdır.
"Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma"
(Casiye, 18)
Şeriat meselesi İnsanların en çok konuştukları, istismar ettikleri, tartışma konusu yaptıkları ve çeşitli spekülasyonlara sebep olan önemli bir konudur.
Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi yüce Allah'ın, elçisi Muhammed ( as) a emirlerinden birisi de kendisine indirilen dinin yani şeriatın üzerinde sabırla durmasını ve ondan ayrı bir yola sapmamasıdır.
O halde şeriat Allah tarafından elçilere indirilen yolun değişik bir adıdır.
"Sana da, daha önceki kitab-ı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitab-ı gönderdik.
Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik,,,"
Mâide, 48)
Ben müslümanım diyen şuurlu ve aklı başında hiç kimsenin yüce Allah tarafından indirilen emirlere dolayısıyla şeriata karşı gelmesi düşünülemez.
Hakiki mümin ve hanif Müslüman olan Allah'ın eşsiz iradesine ve sonsuz hikmetine karşı gelmez.
Fakat Allah elçilerinden sonra din adamları tarafından her zaman din ve şeriat dejenere olmuş,
indirilen vahiy bozulmuş, hak dine batıl karışmış ve ilahi emirlerin bazıları metin bazıları da mana yönünden tahrif edildikleri de bir gerçektir.
"Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak yoktur,,," (Yusuf, 40)
Yani son vahye baktığımız zaman "dinin Allah tarafından indirildiğini ve daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlandığını,( Enam, 115; Maide 3)
"Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini, (Maide, 99; Râd, 40; Nahl, 35)
"Elçilerin sadece vahye tabi olduklarını,( En'am 106; Yunus, 15, 109 ; Ahkaf, 9)
"Allah elçilerinin sadece indirilen vahiy'le insanları uyardıklarını, (Enbiya, 45; Kaf, 45; En'am, 51; Araf- 62, 67, 68, 69) bu ayetler gibi yüzlerce âyette görüyoruz.
Yani din ve şeriat dediğimiz zaman aklımıza Allah'ın indirdiği vahiy ve hak dinden başka bir şey gelmemesi gerekir.
Şu halde şeriat dediğimiz zaman, Allah tarafından Resul kimliğiyle Muhammed (as) a indirilen din ve şeriat ise bunda asla bir sorun yoktur.
Bu şeriat baştan sona kadar barış ve ilimdir, olduğu gibi hidayet ve rahmettir, hüküm ve hikmettir,
akıl ve mantıktır, kurtuluş ve mutluluktur, cennet ve Allah'ın rızasıdır.
Fakat "şeriat'"tan maksat Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace,
Ebu Davud ve Nesai'nin uydurma ve yalan rivayetleri ile oluşturulan şeriat ise orada biraz durun, bu şeriata bizim vicdanımız tamamen kapalıdır.
Yani "şeriat'"tan maksat, Ahmed bin Hanbel'in, Malik Bin Enes'in, Muhammet bin İdris'in, Numan bin Sabit'in,
Ebu Yusuf'un, imamı Muhammed'in, İmam Nevevi'nin iftira "şeriat"ı ise milleti aldatmaktan ve yalan söylemekten vazgeçin bu şeriat'a karşı irfanımız yol vermiyor.
Sizin "şeriat" dediğiniz şey Allah'ın indirdiği vahye karşı uydurulmuş,
Emevi Abbasi iftiralarıyla oluşturulmuş, paralel ve katliamcı "şeriat"'a aklımız ve şuurumuz kesinlikle el vermiyor.
Biz, Allah'ın indirmiş olduğu şeriat'tan başka bir "şeriat"ı kabul etmiyoruz.
Kur'an ehli muvahhidler olarak mezheplerin karanlık "şeriat"ını reddediyoruz.
"Dinden döneni öldüren, zina edenleri recmeden, namaz kılmayanları tekfir edip ölüme mahkum eden,
kertenkeleleri öldürmeyi sevap sayan, kara köpekler için ölüm fermanı çıkaran, insanların saçına ve sakalına karışan,
kargaları bile fasık olarak gören, ressamları cehennemin en alt tabakasına gönderen, sanat ve estetik düşmanı "şeriat'ı" şiddetle reddediyoruz.
Biz, Kur'an ehli muvahhidler, Tevhid ve güzel ahlakı, merhamet ve adaleti, akıl ve mantığı, tefekkür ve hürriyeti olmayan "şeriat"ın düşmanıyız.
Siz hangi şeriattan söz ediyorsunuz?
Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası İbrahim'in hanif ve saf şeriat'ından mı?
Yoksa şirk ve zulüm olan Nemrud'un şeriat'ından mı?
Tağutların ve iblislerin uydurma şeriat'ı mı? Allah elçilerinin uymak zorunda oldukları ilâhi şeriat'mı?
F Gülen, Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu,
Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Alparslan Kuytul,
Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, İhsan Şenocak, Ebubekir sifil, Nurettin Yıldız, Diyanet İşleri Başkanlığı,
Nihat Hatipoğlu, Cubbeli Ahmet, Adıyaman şeyhinin zorba "şeriat"ı ile hayat sürmektense, biz Kur'an ehli muvahhidlere cennetin yolu daha sevimli geliyor.
İŞTE SİZE EVRENSEL ŞERİAT İLKELERİ
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini
(Ey Resul! ) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.
Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid-islam)dini müşriklere ağır gelir. Allah dilediğini kendisine Resul seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"
( Şura, 13)
1 Temmuz 2018 Pazar
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ RİVAYET VE İÇTİHATLARIYLA KUR'AN'IN MANASINI TAHRİF ETMİŞLERDİR.
Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ve manasını bozmadıkları âyet bırakmamışlardır.
Özellikle Osmanlı'dan itibaren hem Nebi hemde Resul yerine kullanılan "peygamber" kelimesi Kur'an'ı korkunç bir şekilde tahrif etmiş Nebi ile Resul'ün arasında bulunan sistemi darmadağın etmiştir.
Onlarca ayette gördüğümüz üzere, daha önceki vahiy sahipleri olan Yahudi ve Hristiyan din adamları gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri de son vahyi yalanlamış, inkar etmiş, unutmuş, arkalarına atmış ve onu bir rant ve menfaat aracı yapmışlardır.
Fakat yüce Rabbimizin rahmet ve inayetiyle Kur'an'ın metninin tahrif edilmeden Allah tarafından korunması sebebiyle manası buharlaştırılan âyetlerin gerçek manasını Allah'ın yardım ve desteği sayesinde ortaya koymaya çalışıyoruz.
Altı Prof'un kaleme aldığı Diyanet Vakfı mealinde ele alacağımız âyetlere şöyle bir mana verilmiştir.
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır"
(Tevbe, 32)
O Allah, Müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"
(Tevbe, 33)
"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır"
(Saf, 8)
"Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için "peygamberini" hidayet ve hak ile gönderen odur"
(Saf, 9 )
"Bütün dinlerden üstün kurmak üzere "peygamberini" hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah yeter"
( Fetih, 28)
Bu âyetlerde belirleyici olan ve âyetlere hatalı bir yön veren "liyuzhirahu" yani "zahara" fiilidir.
"Zahara" hangi anlama gelmektedir ?
"Zaharaş-Şey'ü" sözü aslında bir nesnenin görünürdeki dış tarafında olup gizli olmadığını" ifade eder.
Yani "göz ve basiret, gözlem ve araştırmak isteyenler için çok açık, âşikâr hale gelen, açığa çıkan her türlü şeyle" ile ilgili kullanılan bir kelimedir.
(Rağıb, müfredat, zahara kelimesi)
"De ki: Rabbim ancak açık (zahara) ve gizli kötülükleri haram kılmıştır,,,"
(Araf, 33)
" Karada ve denizde fesat arttı, yayıldı, açık hale (zahara) geldi,,,,"
(Rum, 41)
"Allah'ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık (zâhireten) ve gizli olarak size bolca İhsan ettiğini görmediniz mi,,,"
( Lokman, 20)
Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam diğer bütün şirk dinlerine karşı zaten üstündür.
Allah tarafından indirilen tevhid anlamında olan İslam dini şirk dinlerinden üstünlüğü tartışılmaz bir gerçektir.
Fakat insanlık tarihinde inanç, ahlak, yaşantı, hayat tarzı ve amel olarak hiçbir zaman tevhid dini olan İslam diğer şirk dinlerine karşı bir üstünlük sağlamamıştır.
Tam aksine Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda tevhid ehlinin her zaman ve zeminde azınlıkta kaldıklarını ve özellikle tevhid ehlinin öncüleri olan Allah elçilerinin büyük ızdıraplara muhatap olduklarını açık olarak görüyoruz.
Yani şirk dinine mensup olan zalim zorbalar son vahiy'den öncede sonrada yaşantı ve ahlak bakımından
her zaman ve zeminde hakimiyeti ve üstünlüğü ellerinde bulundurmuşlardır.
O halde Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda
söz konusu ayetlerde geçen "liyuzhirahu" kelimesine
"üstün kılmak için" gibi bir anlamın verilmesi âyetlerin manalarını tahrif etmiştir.
Halbuki âyetlerde geçen
"liyuzhirahu" fiiline "açık olarak ortaya koymak için" gibi bir mealin verilmesi,
Kur'an'ın sistemine son derece uygun düşmektedir.
Çünkü Kur'an'ı Mübin İslam dininin yani tevhid inancının üzerinde o derece durmuş, o kadar yoğun misaller ve anlatımlar ortaya koymuş ki,
artık tevhid konusunda hiç kimsenin Allah'a karşı bir bahane ve mazeret ileri sürmesi mümkün değildir.
Hatta birisi Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabıdır" demiş olsa, hakikaten doğru söylemiş olur.
insanlar Kur'an'ı ilk duydukları zaman akıllarına sadece tevhid inancının güzelliği ve şirk'in çirkinliği gelecektir.
Dolayısıyla âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak için" değil, "açık olarak ortaya koymak için" anlamına gelmektedir.
Zaten Tevbe 32 ile Saf 8 bu anlama destek
vermektedir.
O halde söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak" anlamında değil, "açık olarak bütün yönleriyle ortaya koymak" anlamına kullanılmıştır.
Tekrar ederek söylüyoruz.
Tevhid dini insanlık tarihinde yaşayış ve amelde, inanç ve ahlakta, fikir ve erdemde diğer şirk dinlere karşı hiçbir zaman bir üstünlük sağlamamıştır.
Muvahhidler her zaman ve zeminde yok denecek az ve etkisiz bir konuma sahip olmuşlardır.
Hatta Allah elçilerinin yaşadıkları zamanda da böyledir.
Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ve manasını bozmadıkları âyet bırakmamışlardır.
Özellikle Osmanlı'dan itibaren hem Nebi hemde Resul yerine kullanılan "peygamber" kelimesi Kur'an'ı korkunç bir şekilde tahrif etmiş Nebi ile Resul'ün arasında bulunan sistemi darmadağın etmiştir.
Onlarca ayette gördüğümüz üzere, daha önceki vahiy sahipleri olan Yahudi ve Hristiyan din adamları gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri de son vahyi yalanlamış, inkar etmiş, unutmuş, arkalarına atmış ve onu bir rant ve menfaat aracı yapmışlardır.
Fakat yüce Rabbimizin rahmet ve inayetiyle Kur'an'ın metninin tahrif edilmeden Allah tarafından korunması sebebiyle manası buharlaştırılan âyetlerin gerçek manasını Allah'ın yardım ve desteği sayesinde ortaya koymaya çalışıyoruz.
Altı Prof'un kaleme aldığı Diyanet Vakfı mealinde ele alacağımız âyetlere şöyle bir mana verilmiştir.
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır"
(Tevbe, 32)
O Allah, Müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"
(Tevbe, 33)
"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır"
(Saf, 8)
"Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için "peygamberini" hidayet ve hak ile gönderen odur"
(Saf, 9 )
"Bütün dinlerden üstün kurmak üzere "peygamberini" hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah yeter"
( Fetih, 28)
Bu âyetlerde belirleyici olan ve âyetlere hatalı bir yön veren "liyuzhirahu" yani "zahara" fiilidir.
"Zahara" hangi anlama gelmektedir ?
"Zaharaş-Şey'ü" sözü aslında bir nesnenin görünürdeki dış tarafında olup gizli olmadığını" ifade eder.
Yani "göz ve basiret, gözlem ve araştırmak isteyenler için çok açık, âşikâr hale gelen, açığa çıkan her türlü şeyle" ile ilgili kullanılan bir kelimedir.
(Rağıb, müfredat, zahara kelimesi)
"De ki: Rabbim ancak açık (zahara) ve gizli kötülükleri haram kılmıştır,,,"
(Araf, 33)
" Karada ve denizde fesat arttı, yayıldı, açık hale (zahara) geldi,,,,"
(Rum, 41)
"Allah'ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık (zâhireten) ve gizli olarak size bolca İhsan ettiğini görmediniz mi,,,"
( Lokman, 20)
Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam diğer bütün şirk dinlerine karşı zaten üstündür.
Allah tarafından indirilen tevhid anlamında olan İslam dini şirk dinlerinden üstünlüğü tartışılmaz bir gerçektir.
Fakat insanlık tarihinde inanç, ahlak, yaşantı, hayat tarzı ve amel olarak hiçbir zaman tevhid dini olan İslam diğer şirk dinlerine karşı bir üstünlük sağlamamıştır.
Tam aksine Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda tevhid ehlinin her zaman ve zeminde azınlıkta kaldıklarını ve özellikle tevhid ehlinin öncüleri olan Allah elçilerinin büyük ızdıraplara muhatap olduklarını açık olarak görüyoruz.
Yani şirk dinine mensup olan zalim zorbalar son vahiy'den öncede sonrada yaşantı ve ahlak bakımından
her zaman ve zeminde hakimiyeti ve üstünlüğü ellerinde bulundurmuşlardır.
O halde Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda
söz konusu ayetlerde geçen "liyuzhirahu" kelimesine
"üstün kılmak için" gibi bir anlamın verilmesi âyetlerin manalarını tahrif etmiştir.
Halbuki âyetlerde geçen
"liyuzhirahu" fiiline "açık olarak ortaya koymak için" gibi bir mealin verilmesi,
Kur'an'ın sistemine son derece uygun düşmektedir.
Çünkü Kur'an'ı Mübin İslam dininin yani tevhid inancının üzerinde o derece durmuş, o kadar yoğun misaller ve anlatımlar ortaya koymuş ki,
artık tevhid konusunda hiç kimsenin Allah'a karşı bir bahane ve mazeret ileri sürmesi mümkün değildir.
Hatta birisi Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabıdır" demiş olsa, hakikaten doğru söylemiş olur.
insanlar Kur'an'ı ilk duydukları zaman akıllarına sadece tevhid inancının güzelliği ve şirk'in çirkinliği gelecektir.
Dolayısıyla âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak için" değil, "açık olarak ortaya koymak için" anlamına gelmektedir.
Zaten Tevbe 32 ile Saf 8 bu anlama destek
vermektedir.
O halde söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak" anlamında değil, "açık olarak bütün yönleriyle ortaya koymak" anlamına kullanılmıştır.
Tekrar ederek söylüyoruz.
Tevhid dini insanlık tarihinde yaşayış ve amelde, inanç ve ahlakta, fikir ve erdemde diğer şirk dinlere karşı hiçbir zaman bir üstünlük sağlamamıştır.
Muvahhidler her zaman ve zeminde yok denecek az ve etkisiz bir konuma sahip olmuşlardır.
Hatta Allah elçilerinin yaşadıkları zamanda da böyledir.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(21. YAZI)
ÖRNEK 126:
Talak suresi "iman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir"
11. âyetinde bulunan "éyétin mübeyyinétin" "apaçık âyetler" kelimesini, Nâfi "éyétin mübeyyenétin" "açıklanmış âyetler" olarak okumuştur.
Kıraat âlimlerinin bazıları Türkiye, İran, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan'da okunan Kur'an'da yani Âsım kıraatına göre bütün "mübeyyinétin" "apaçık" olan kelimeleri "mübeyyenétin" "açıklanmış" olarak okumuşlardır.
Yani bu kıraatlara göre vahiy yüce Allah tarafından açıklanmış olarak Resul (as) gelmektedir.
Zaten âyetlerin açıklanmasının Allah'a ait olduğunu Kur'an'dan öğreniyoruz.
(Kiyame, 19)
Artık sadece bağlam ve bütünlüğünü yani hikmeti üzerinde tefekkür edilerek herkes tarafından bilinmeyen konular çözüme kavuşacaktır.
ÖRNEK 127:
Talak suresi "Kim Allah'a İnanır ve faydalı amel yaparsa Allah onu, altından nehirler akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyar"
11 . âyetinde bulunan "yudhilhu" "koyar" kelimesini, Nâfi "nudhilhu" "koyarız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 28:
Tahrim Suresi "iffetini kurulmuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi)
Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabb'inin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti"
12. âyetinde bulunan "ve kütübihi" "ve kitaplarını" kelimesini, Nâfi "ve kitébihi" "ve kitabını" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 129:
Kalem Suresi "Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir" 32. âyetinde bulunan "en yubdilené" "verir" kelimesini, Nâfi "en yubeddilené" "daha iyisiyle değiştirir" olarak okumuştur.
ÖRNEK 130:
ÂLİ İmran suresi "Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz" 5. âyetinde bulunan "lé yehfe" "gizli kalmaz" kelimesini, Kisai "lé yehfi" "saklı kalmaz, saklanamaz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 131:
ÂLİ İmran suresi (Ey Resul! ) inkar edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz" 12 . âyetinde bulunan "setuğlebune"
"mağlup olacaksınız" "vetuhşerune" "cehenneme sürüleceksiniz" kelimelerini, Kisai "seyuğlebune" mağlup olacaklar"
"veyuhşerune" "cehenneme sürülecekler" olarak okumuştur.
Kisai'ye göre âyetin manası şöyle oluyor.
(Ey Resul! ) inkar edenlere de ki:
Yakında mağlup olacaklar ve cehenneme sürülecekler"
ÖRNEK 132: ÂLİ İmran suresi "Allah ona (İsa'ya) yazmayı, hikmeti, tevrat'ı ve İncil'i öğretecek,,,"
48. ayetinde bulunan "ve yuallimuhu" "öğretecek" kelimesini, Kisai "ve nuallimuhu" "öğreteceğiz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 133:
ÂLİ İmran suresi "iman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükafatlarını eksiksiz verecektir"
57. âyetinde bulunan "feyuveffihim" "verecek" kelimesini, Kisai "fenuveffihim" "vereceğiz" olarak okumuştur.
(21. YAZI)
ÖRNEK 126:
Talak suresi "iman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir"
11. âyetinde bulunan "éyétin mübeyyinétin" "apaçık âyetler" kelimesini, Nâfi "éyétin mübeyyenétin" "açıklanmış âyetler" olarak okumuştur.
Kıraat âlimlerinin bazıları Türkiye, İran, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan'da okunan Kur'an'da yani Âsım kıraatına göre bütün "mübeyyinétin" "apaçık" olan kelimeleri "mübeyyenétin" "açıklanmış" olarak okumuşlardır.
Yani bu kıraatlara göre vahiy yüce Allah tarafından açıklanmış olarak Resul (as) gelmektedir.
Zaten âyetlerin açıklanmasının Allah'a ait olduğunu Kur'an'dan öğreniyoruz.
(Kiyame, 19)
Artık sadece bağlam ve bütünlüğünü yani hikmeti üzerinde tefekkür edilerek herkes tarafından bilinmeyen konular çözüme kavuşacaktır.
ÖRNEK 127:
Talak suresi "Kim Allah'a İnanır ve faydalı amel yaparsa Allah onu, altından nehirler akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyar"
11 . âyetinde bulunan "yudhilhu" "koyar" kelimesini, Nâfi "nudhilhu" "koyarız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 28:
Tahrim Suresi "iffetini kurulmuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi)
Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabb'inin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti"
12. âyetinde bulunan "ve kütübihi" "ve kitaplarını" kelimesini, Nâfi "ve kitébihi" "ve kitabını" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 129:
Kalem Suresi "Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir" 32. âyetinde bulunan "en yubdilené" "verir" kelimesini, Nâfi "en yubeddilené" "daha iyisiyle değiştirir" olarak okumuştur.
ÖRNEK 130:
ÂLİ İmran suresi "Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz" 5. âyetinde bulunan "lé yehfe" "gizli kalmaz" kelimesini, Kisai "lé yehfi" "saklı kalmaz, saklanamaz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 131:
ÂLİ İmran suresi (Ey Resul! ) inkar edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz" 12 . âyetinde bulunan "setuğlebune"
"mağlup olacaksınız" "vetuhşerune" "cehenneme sürüleceksiniz" kelimelerini, Kisai "seyuğlebune" mağlup olacaklar"
"veyuhşerune" "cehenneme sürülecekler" olarak okumuştur.
Kisai'ye göre âyetin manası şöyle oluyor.
(Ey Resul! ) inkar edenlere de ki:
Yakında mağlup olacaklar ve cehenneme sürülecekler"
ÖRNEK 132: ÂLİ İmran suresi "Allah ona (İsa'ya) yazmayı, hikmeti, tevrat'ı ve İncil'i öğretecek,,,"
48. ayetinde bulunan "ve yuallimuhu" "öğretecek" kelimesini, Kisai "ve nuallimuhu" "öğreteceğiz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 133:
ÂLİ İmran suresi "iman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükafatlarını eksiksiz verecektir"
57. âyetinde bulunan "feyuveffihim" "verecek" kelimesini, Kisai "fenuveffihim" "vereceğiz" olarak okumuştur.
KUR'AN'DA MEZHEPLER VE FIRKALAR NEDEN REDDEDİLMİŞTİR?
MEZHEPLER NEDEN KÖTÜDÜR?
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur.
Vahiy'le Allah tarafından indirilen tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.
(Bakara, 170; Mâide,104; Lokman,21; Zuhruf,23,24)
Kur'an'ın dini olan İslam insanların önünü açan bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir.
Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların bütün akıl ve fikirlerini aşacak bir güzelliğe ve mükemmelliğe sahiptir.
İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kuran'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir.
Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli bir standart yakalamak mümkün değildir.
Kur'an bütün insanları muhatap alırken yani vahyin hedef aldığı kitle bir aile gibi bütün insanlık âlemidir.
Bundan dolayı hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine hiçbir zaman engel koymaz.
İndirilen vahiy dini insanların üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.
(Yunus, 99; Ğaşiye, 21, 22)
İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece dini ve inanç olarak tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler.
Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle bir özgür anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir.
Mezheplerde ve fıkralarda koyu bir taassup, karanlık bir cehalet, tefekkürsüz bir taklit hakimdir.
Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, Şia,
cemaat ve tarikatlarda birisi hariçten seslenerek içerisinin oksijensiz, ve havasız olduğunu mutlaka söylemesi gerekiyor.
Çünkü içeriden hiç kimse bunun farkına varamaz.
İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerinin önemi burada kendini gösteriyor.
Yani mezhep ve fırkalarda zehirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan biri uyarması ve uyandırması son derece önemlidir.
Çünkü fırka ve mezheplerde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür bir düşünceye sahip birisini bulmak mümkün değildir.
Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar bundan kurtulamazlar.
Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar yani inanç ve fikirlerinin sapık ve kötü olduğunu asla kabul etmezler.
",,,,,,Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"
(Âraf, 30)
"Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar"
( Zuhruf-- 36, 37)
Dolayısıyla mezhep ve fırkalara BAĞLI olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar.
Çünkü mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesini ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez.
Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.
Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, vicdan ve tefekkür, irfan ve yenilenme meydana gelmeyecektir.
Toplumda, tefekkür ve sorgulama, aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.
İlim ve fikirde, icat ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.
Bundan dolayı kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye başlayacaklardır.
İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey insanlar! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi evrensel mesajın dar bir alana hapsedilmesinin mümkün olmadığını öğretmektedir.
Din tevhid olarak zaten Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almıştır.
Ahlak ve ibadet açısından da Kur'an karanlık bir nokta bırakmamıştır.
Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, savaşta ve barışta nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal hayat için Kur'an birçok detay vermektedir.
İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir.
Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.
Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.
Vahiy evrensel ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.
Allah'ın dini hak, ilâhların din batıldır.
(İsra, 81)
Allah'ın dini hidayet, mezheplerin dini sapıklıktır.
(Yunus, 32)
Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür (En'am, 159)
Allah'ın dini bir bütün, fırkaların dini paramparçadır.
Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır.
Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder.
Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder.
Uydurma şeytanın şirk dininde ilmi ve teknolojik bir gelişme olmaz.
Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini İstemez, birbirini sevmez, hiçbir zaman bir araya gelmez, birbirlerinden nefret ederler.
Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik Allah ve din düşmanı haricinde kalan bütün İnsanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.
(Mümtehine--8,9 )
Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi batıl dinlerine karşı gelen herkesi kafir ilan ederler.
Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.
(Nisa, 140)
Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.
Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.
(Fetö'de olduğu gibi)
SONUÇ OLARAK:
Mezhepçi, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki İslam'a, fırkasını ihlasa, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.
Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır.
"Hep birlikte Allah'ın ipi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(ÂLİ İmran,103)
MEZHEPLER NEDEN KÖTÜDÜR?
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur.
Vahiy'le Allah tarafından indirilen tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.
(Bakara, 170; Mâide,104; Lokman,21; Zuhruf,23,24)
Kur'an'ın dini olan İslam insanların önünü açan bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir.
Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların bütün akıl ve fikirlerini aşacak bir güzelliğe ve mükemmelliğe sahiptir.
İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kuran'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir.
Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli bir standart yakalamak mümkün değildir.
Kur'an bütün insanları muhatap alırken yani vahyin hedef aldığı kitle bir aile gibi bütün insanlık âlemidir.
Bundan dolayı hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine hiçbir zaman engel koymaz.
İndirilen vahiy dini insanların üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.
(Yunus, 99; Ğaşiye, 21, 22)
İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece dini ve inanç olarak tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler.
Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle bir özgür anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir.
Mezheplerde ve fıkralarda koyu bir taassup, karanlık bir cehalet, tefekkürsüz bir taklit hakimdir.
Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, Şia,
cemaat ve tarikatlarda birisi hariçten seslenerek içerisinin oksijensiz, ve havasız olduğunu mutlaka söylemesi gerekiyor.
Çünkü içeriden hiç kimse bunun farkına varamaz.
İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerinin önemi burada kendini gösteriyor.
Yani mezhep ve fırkalarda zehirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan biri uyarması ve uyandırması son derece önemlidir.
Çünkü fırka ve mezheplerde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür bir düşünceye sahip birisini bulmak mümkün değildir.
Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar bundan kurtulamazlar.
Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar yani inanç ve fikirlerinin sapık ve kötü olduğunu asla kabul etmezler.
",,,,,,Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"
(Âraf, 30)
"Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar"
( Zuhruf-- 36, 37)
Dolayısıyla mezhep ve fırkalara BAĞLI olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar.
Çünkü mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesini ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez.
Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.
Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, vicdan ve tefekkür, irfan ve yenilenme meydana gelmeyecektir.
Toplumda, tefekkür ve sorgulama, aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.
İlim ve fikirde, icat ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.
Bundan dolayı kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye başlayacaklardır.
İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey insanlar! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi evrensel mesajın dar bir alana hapsedilmesinin mümkün olmadığını öğretmektedir.
Din tevhid olarak zaten Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almıştır.
Ahlak ve ibadet açısından da Kur'an karanlık bir nokta bırakmamıştır.
Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, savaşta ve barışta nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal hayat için Kur'an birçok detay vermektedir.
İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir.
Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.
Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.
Vahiy evrensel ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.
Allah'ın dini hak, ilâhların din batıldır.
(İsra, 81)
Allah'ın dini hidayet, mezheplerin dini sapıklıktır.
(Yunus, 32)
Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür (En'am, 159)
Allah'ın dini bir bütün, fırkaların dini paramparçadır.
Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır.
Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder.
Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder.
Uydurma şeytanın şirk dininde ilmi ve teknolojik bir gelişme olmaz.
Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini İstemez, birbirini sevmez, hiçbir zaman bir araya gelmez, birbirlerinden nefret ederler.
Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik Allah ve din düşmanı haricinde kalan bütün İnsanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.
(Mümtehine--8,9 )
Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi batıl dinlerine karşı gelen herkesi kafir ilan ederler.
Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.
(Nisa, 140)
Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.
Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.
(Fetö'de olduğu gibi)
SONUÇ OLARAK:
Mezhepçi, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki İslam'a, fırkasını ihlasa, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.
Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır.
"Hep birlikte Allah'ın ipi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(ÂLİ İmran,103)
TEKFİR MESELESİ, KİMLER KAFİRDİR?
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, kendi içinde bulunan çözümüne baktığımızda anlaşılmayacak bir konu kalmayacaktır.
Fakat bunu yaparken sağduyu sahibi ortak bir akıl, sadece Kur'an'ın sistemine ve kainatta bulunan Allah'ın ayetlerinden yaralanmak en akılcı bir yol olacaktır.
Kur'an'da, kimin kafir, zalim, fasık, müşrik, mümin, hanif müslüman, muhlis olduğu açık olarak ortaya konmuştur.
Kur'an âyetlerine dikkatlice baktığımızda şanı yüce olan Allah'ın, saf, aldatılmış ümmi insanları dini anlatan alçak İlim!! adamlarından ayırdığını görüyoruz.
Yani uydurma, yalan, iftira din anlatan, Allah ile aldatan, dini rant ve menfaat aracı yapan aşağılık dinciler ile Allah yolundan şu veya bu şekilde engellenenler bir olmazlar.
Çünkü tarihin bütün zamanlarında Allah'ın muhlis elçilerinden sonra insanları uydurma din ile aldatan alçaklar var olduğu Kur'ani bir gerçektir.
Özellikle "uydurma ve iftira din" dememin sebebi şudur.
Allah tarafından indirilen hanif, hakiki İslam dinini anlatanlara Allah, böyle bir alçaklığa mahkum etmez.
Yani Allah tarafından indirilen dini anlatan muvahhidler dünyevi çıkar ve menfaatlere tenezzül etmezler.
Çünkü din o kadar yüce bir değer ki, dünyada bulunan hiçbir maddi menfaat ve yaşantı onun değerine ulaşamaz.
Fakat uydurma din anlatan adilerin suç dosyaları çok kabarıktır, suçlarını saymakla bitiremeyiz.
MESELA:
Allah'ın mesajından saparak rivayet dini anlatanlar "kitap yüklü eşeklerdir"
(Cuma, 5)
"Dini değerleri dünya malı için satan, dinin sırtından dünyalık devşiren dolayısıyla âyetlerden sıyrılıp çıkanlar köpekler gibidir, cehenneme gireceklerdir"
( Araf- 175, 176; Tevbe- 34, 35)
"Uydurma dinin yalancıları Allah yerine alimlerini ilah ve Rab edindiler"
(Tevbe, 31)
"Allah'ın indirdiğini gizlediler,,,
( Bakara-- 159, 160, 161, 162, 174, 175, 176;
Ali İmran- 187)
"Allah'ın âyetlerini hükümsüz bırakmak için birbirleriyle yarış içine girdiler"
(Sebe- 5, 38)
"Rivayet ve içtihatlarıyla ilâhi vahyin manasını tahrif ettiler"
(Bakara, 42)
"Boş sözleri satın alarak, insanları Allah'ın hidayet yolundan engellemişlerdir. Allah'a karşı yalan uydurup Kur'an'ı yalanlamışlardır"
( Lokman, 6; Zümer, 32)
Dolayısıyla uydurma din anlatan alçak dinciler Allah tarafından indirilen İlahi vahye yapmadıkları kötülük ve ihanet bırakmamışlardır.
İnsanları "Allah'ın dininden uzaklaştırdıkları, Allah'ın dinini yamuk gösterdikleri, hakikatın üstünü örttükleri" için din anlatanların "kafir" olduklarından asla şüphe yoktur.
Fakat Allah yolundan uzaklaştırılan ümmi halkı "kafir" ve "müşrik" olarak görmek asla doğru değildir.
Çünkü "Allah Elçi göndermeden azap etmez"
(Şuara- 208, 209; İsra- 15; Nisa- 165)
Ümmi saf İnsanları kendilerine Resul gelmemiş kabul etmek gerekir.
Ümmi insanlar "güzel ahlak, adalet, merhamet, infak ve İnsanlık adına ortaya koydukları salih amellerle" hesaba çekileceklerdir.
Dolayısıyla taklidi imana sahip olanlar hangi dinden ve milletten olurlarsa olsunlar amel bakımından aralarında bir fark yoktur.
Yeter ki fanatik, körü körüne "bir şeyh'e, bir siyasi ve cemaat liderine, bir tarikata bağlı" olmasınlar.
Çünkü Kur'an'daki âyetlere baktığımızda "küfür, şirk, yalanlama, fısk, zulüm, Allah yolundan engelleme,
Allah'a iftira, helal olan bir şeyi haram kılma, Allah'ın yolundan alıkoyma, doğru yolu yamuk gösterme gibi alçaklıklar şuur, uydurma da olsa ilim, bilinç ve din adına önderlik yapma ile ilgili şeylerdir.
Kitap ve ilimden haberi olmayanlar bu gibi şeyleri yapamazlar.
Yani insanları Allah adına aldatanlar uydurma de olsa "din, iman, kitap ve inanç anlatma kabiliyetine sahip olanlardır.
İşte bütün bu gerçeklerden sadece Allah tarafından indirilen vahyi anlatmaları gerekirken bunun yerine uydurma din ile ümmi halkı Allah'ın yolundan engelleyen mezhep imamları, muhaddis ve müctehidler,
ilahiyatçılar, din adamları, cemaat liderleri ve tarikat şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanlar kafirdir,müşriktir, zalimdir ve cehenneme gireceklerdir.
DELİL :
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.
İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler
azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.
(Kötülere) uyanlar şöyle derler. Ah keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları ki bizde onlardan uzaklaşsaydık.
Böylece Allah onlara işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"
(Bakara- 165,166, 167)
"Cehennem de azgınlara gösterilir. Onlara Allah'tan başka taptıklarınız hani nerede?
Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu?
denilir.
Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan oraya tepetaklak atılırlar.
Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler. Vallahi biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar saptırdı. Çimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz"
(Şuara- 91, 101)
Yukarıda geçen
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler,,," (Bakara, 165) ile "Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk" (Şuara, 98) âyetleri çok önemlidir.
Uydurma dine, herhangi bir cemaate ve tarikata fanatik bir şekilde bağlı olmayan ümmi insanlar için "kafirdir, müşriktir, veya cehenneme gireceklerdir" sözünü ben kendi şahsım adına doğru bulmuyorum.
Çünkü 1400 yıldan beri büyük bir kavram kargaşası ve bilgi kirliliği insanların akıl, fikir ve inanç dünyalarını alt üst etmiştir.
Bu kargaşa ve bilgi kirliliği içinde Allah'ın yolundan engellenen halkın büyük çoğunluğunun doğru yolu bulması ve doğruya ulaşması son derece zordur.
Olayı somut bir şekilde ortaya koyalım.
"Azap melekleri birini alıp cehenneme götürürken ben
Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar, biz müritlerimizi Allah'a göstermeden, hesap kitap görmeden cennete götürüp bırakacağız, size 500 âyet getirilmesi halinde bile selefin yolundan ayrılmayın,
Buhari, Müslim çökerse İslam çöker, Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı, hadisler olmazsa Kur'an anlaşılmaz,
Kur'an sünnete muhtaçtır, essünnetü kâdiyetün alel kitéb yani "sünnet Kur'an'a egemendir"
diyenlerin ve onları itiraz etmeden dinleyenlerin hepsi kafirdir, müşriktir, zalimdir ve cehenneme gireceklerdir.
ALLAH EN DOĞRUSUNU BİLİR.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, kendi içinde bulunan çözümüne baktığımızda anlaşılmayacak bir konu kalmayacaktır.
Fakat bunu yaparken sağduyu sahibi ortak bir akıl, sadece Kur'an'ın sistemine ve kainatta bulunan Allah'ın ayetlerinden yaralanmak en akılcı bir yol olacaktır.
Kur'an'da, kimin kafir, zalim, fasık, müşrik, mümin, hanif müslüman, muhlis olduğu açık olarak ortaya konmuştur.
Kur'an âyetlerine dikkatlice baktığımızda şanı yüce olan Allah'ın, saf, aldatılmış ümmi insanları dini anlatan alçak İlim!! adamlarından ayırdığını görüyoruz.
Yani uydurma, yalan, iftira din anlatan, Allah ile aldatan, dini rant ve menfaat aracı yapan aşağılık dinciler ile Allah yolundan şu veya bu şekilde engellenenler bir olmazlar.
Çünkü tarihin bütün zamanlarında Allah'ın muhlis elçilerinden sonra insanları uydurma din ile aldatan alçaklar var olduğu Kur'ani bir gerçektir.
Özellikle "uydurma ve iftira din" dememin sebebi şudur.
Allah tarafından indirilen hanif, hakiki İslam dinini anlatanlara Allah, böyle bir alçaklığa mahkum etmez.
Yani Allah tarafından indirilen dini anlatan muvahhidler dünyevi çıkar ve menfaatlere tenezzül etmezler.
Çünkü din o kadar yüce bir değer ki, dünyada bulunan hiçbir maddi menfaat ve yaşantı onun değerine ulaşamaz.
Fakat uydurma din anlatan adilerin suç dosyaları çok kabarıktır, suçlarını saymakla bitiremeyiz.
MESELA:
Allah'ın mesajından saparak rivayet dini anlatanlar "kitap yüklü eşeklerdir"
(Cuma, 5)
"Dini değerleri dünya malı için satan, dinin sırtından dünyalık devşiren dolayısıyla âyetlerden sıyrılıp çıkanlar köpekler gibidir, cehenneme gireceklerdir"
( Araf- 175, 176; Tevbe- 34, 35)
"Uydurma dinin yalancıları Allah yerine alimlerini ilah ve Rab edindiler"
(Tevbe, 31)
"Allah'ın indirdiğini gizlediler,,,
( Bakara-- 159, 160, 161, 162, 174, 175, 176;
Ali İmran- 187)
"Allah'ın âyetlerini hükümsüz bırakmak için birbirleriyle yarış içine girdiler"
(Sebe- 5, 38)
"Rivayet ve içtihatlarıyla ilâhi vahyin manasını tahrif ettiler"
(Bakara, 42)
"Boş sözleri satın alarak, insanları Allah'ın hidayet yolundan engellemişlerdir. Allah'a karşı yalan uydurup Kur'an'ı yalanlamışlardır"
( Lokman, 6; Zümer, 32)
Dolayısıyla uydurma din anlatan alçak dinciler Allah tarafından indirilen İlahi vahye yapmadıkları kötülük ve ihanet bırakmamışlardır.
İnsanları "Allah'ın dininden uzaklaştırdıkları, Allah'ın dinini yamuk gösterdikleri, hakikatın üstünü örttükleri" için din anlatanların "kafir" olduklarından asla şüphe yoktur.
Fakat Allah yolundan uzaklaştırılan ümmi halkı "kafir" ve "müşrik" olarak görmek asla doğru değildir.
Çünkü "Allah Elçi göndermeden azap etmez"
(Şuara- 208, 209; İsra- 15; Nisa- 165)
Ümmi saf İnsanları kendilerine Resul gelmemiş kabul etmek gerekir.
Ümmi insanlar "güzel ahlak, adalet, merhamet, infak ve İnsanlık adına ortaya koydukları salih amellerle" hesaba çekileceklerdir.
Dolayısıyla taklidi imana sahip olanlar hangi dinden ve milletten olurlarsa olsunlar amel bakımından aralarında bir fark yoktur.
Yeter ki fanatik, körü körüne "bir şeyh'e, bir siyasi ve cemaat liderine, bir tarikata bağlı" olmasınlar.
Çünkü Kur'an'daki âyetlere baktığımızda "küfür, şirk, yalanlama, fısk, zulüm, Allah yolundan engelleme,
Allah'a iftira, helal olan bir şeyi haram kılma, Allah'ın yolundan alıkoyma, doğru yolu yamuk gösterme gibi alçaklıklar şuur, uydurma da olsa ilim, bilinç ve din adına önderlik yapma ile ilgili şeylerdir.
Kitap ve ilimden haberi olmayanlar bu gibi şeyleri yapamazlar.
Yani insanları Allah adına aldatanlar uydurma de olsa "din, iman, kitap ve inanç anlatma kabiliyetine sahip olanlardır.
İşte bütün bu gerçeklerden sadece Allah tarafından indirilen vahyi anlatmaları gerekirken bunun yerine uydurma din ile ümmi halkı Allah'ın yolundan engelleyen mezhep imamları, muhaddis ve müctehidler,
ilahiyatçılar, din adamları, cemaat liderleri ve tarikat şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanlar kafirdir,müşriktir, zalimdir ve cehenneme gireceklerdir.
DELİL :
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.
İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler
azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.
(Kötülere) uyanlar şöyle derler. Ah keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları ki bizde onlardan uzaklaşsaydık.
Böylece Allah onlara işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"
(Bakara- 165,166, 167)
"Cehennem de azgınlara gösterilir. Onlara Allah'tan başka taptıklarınız hani nerede?
Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu?
denilir.
Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan oraya tepetaklak atılırlar.
Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler. Vallahi biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar saptırdı. Çimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz"
(Şuara- 91, 101)
Yukarıda geçen
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler,,," (Bakara, 165) ile "Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk" (Şuara, 98) âyetleri çok önemlidir.
Uydurma dine, herhangi bir cemaate ve tarikata fanatik bir şekilde bağlı olmayan ümmi insanlar için "kafirdir, müşriktir, veya cehenneme gireceklerdir" sözünü ben kendi şahsım adına doğru bulmuyorum.
Çünkü 1400 yıldan beri büyük bir kavram kargaşası ve bilgi kirliliği insanların akıl, fikir ve inanç dünyalarını alt üst etmiştir.
Bu kargaşa ve bilgi kirliliği içinde Allah'ın yolundan engellenen halkın büyük çoğunluğunun doğru yolu bulması ve doğruya ulaşması son derece zordur.
Olayı somut bir şekilde ortaya koyalım.
"Azap melekleri birini alıp cehenneme götürürken ben
Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar, biz müritlerimizi Allah'a göstermeden, hesap kitap görmeden cennete götürüp bırakacağız, size 500 âyet getirilmesi halinde bile selefin yolundan ayrılmayın,
Buhari, Müslim çökerse İslam çöker, Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı, hadisler olmazsa Kur'an anlaşılmaz,
Kur'an sünnete muhtaçtır, essünnetü kâdiyetün alel kitéb yani "sünnet Kur'an'a egemendir"
diyenlerin ve onları itiraz etmeden dinleyenlerin hepsi kafirdir, müşriktir, zalimdir ve cehenneme gireceklerdir.
ALLAH EN DOĞRUSUNU BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)