30 Mayıs 2019 Perşembe

KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(19. YAZI)
Aslında sözlü kültür içinde yetişmiş kimseler için yazıya, yazılı kültüre geçiş hiç de kolay olmayan bir durumdur.
 Bundan dolayıdır ki yazıya geçirilen Kur'an'ı Mübin'in, o günkü insanlar üzerinde etkisi günden güne zayıflamaya ve tamamen yok olmaya doğru gitmiştir.
 Hatta mezhep âlimlerinin içtihatlarına sözlü kültür olan rivayetler vahiy'den daha fazla egemen olmuştur.
 Çünkü rivayetler sözlü kültür olarak hafızalarda  taşınmışlardır.
Öte yandan belki de en temeldeki sorun kimin otorite olacağına ilişkin bir sorundur.
 Zira yazı, hakikati tam ve gereği gibi yeniden canlandırma ehil biricik kişi olan öğretmenin meşru otoritesini tehlikeye sokar.
 Yazı, hakikatın öğretimini, otoritenin ( öğretmen) kontrolünden çıkardığı için, yanlış anlama ve tahrifata sebebiyet verir.
 Bu açıdan yazı bilgi aktarımında daha az güvenilir bir yoldur.
İşte bu yüzden Kur'an'ın yazılması esnasında gösterilen haklı ve yerinde tepkileri bu bağlamda düşünmek gerekir.
Bu konuda şu âyet çok önemlidir.
"Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir)  okumakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz"
(Âli İmran-79)
 Allah Resulü (aleyhisselam) ın ardından vahyin  yazıya dökülmesi noktasında çok ciddi tereddüt oldu.
Çünkü bu durumun, yukarıda anlatılanlar dışında daha birçok olumsuz sonucu olacak  gibiydi.
 Mesela konuşmanın kaydedilmesi, bir yere dökülmesi, insanoğluna sözcükleri açık bir biçimde ayırma, sözcük sistemleri oluşturma ve kıyasa bağlı akıl yürütme olanağı sağlar.
Yani yazı, insanın  eleştiri olanağını arttırır.
 Bu ise metnin,  cevaplamayı amaç edinmediği sorularla karşı karşıya kalması, belki de  çarpıtılması demektir.
 Bu açıdan, İbni Hazm'ın  "Kitaplar ve tasnifler  sonradan ortaya çıkmıştır. Zira kitap ve tasnif   sahabe zamanında ve tabiun döneminin başlarında mevcut değildi"
Zehebi'nin  "Kitaplar, ortaya çıkmadan evvel sahabe ve tâbiunun iilmi, göğüslerinde idi. Çünkü onların yanında göğüsler, ilmin muhafaza edildiği yerlerdi"
İbni Haldun'un "Sahabe ve tâbiun döneminde toplum, tâlim, telif ve tedvin nedir bilmez Araplardan müteşekkildi.
Onları buna zorlayan herhangi bir sebep olmadığı gibi,  kendileri de böyle bir şeye ihtiyaç duymamışlardı" şeklindeki sözleri sözlü kültür bağlamında ele alınmalıdır.
 Kur'an, mesajını sözlü kültür  formayla iletmiştir.
 Yani sözlü geleneğe  ait ifade kalıplarını  kullanmıştır.
Mesela borçların yazılmasını en ince detayına kadar anlatan Kur'an (Bakara- 282)
 kendisinin  kayda ve yazıya geçirilmesi ile ilgili hiçbir işaret ortaya koymaz.
  Kur'an'ın Resulü son Nebi olan Muhammed (Aleyhisselam) bu konuda hiçbir çalışma ve çaba içine girmez.
 Konunun başında dile getirilen sözlü kültürle ilgili  iletişim alışkanlıklarını Kur'an'ın metninde çok net bir biçimde görmekteyiz.
Mesela: Kur'an'ı Mübin'de çok belirgin bir ritmik ve ve ahenk yapı mevcuttur.
Özellikle âyet sonlarının türdeş harflerle tamamlandığı görülür.
 Bu durumun i'caz, belağat ve  edebi yönü olmakla birlikte,  asıl amaç hafızadaki kalıcılığı sağlamaktır.
 Yüce Allah tarafından Kur'an'ın ezberlenmesinin kolaylaştırılması, hafıza, zihin ve yüreklerde taşınması, dilden dile sözlü olarak devam etmesi içindir.
 Kur'an, sözlü kültür ile  alakalı bütün yardımcı unsurları bünyesinde barındıran ilâhi bir kelam ve Rabbani bir  hitaptır. 
Yüce Allah, vahyin yüreklerde, zihinlerde yani  canlı organizmalarda taşınmasını murat etmiş, cansız ve  ölü nesnelerde taşınmasını  istememiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder