KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(18. YAZI)
Söz mü? Yazı mı?
"Silahlara başvurmadan önce sözün gücünü deneyeceğiz"
(Yevgeni Zamyetin)
Kadim felsefeciler insanı konuşan canlı olma özelliği ile tanımlamışlardır.
Konuşmanın belki de en büyük işlevi iletişim denilen hadiseyi mümkün kılmasıdır.
Zamanla insanlar iletişim olanaklarını konuşma dışında, başka birtakım araçlarla geliştirmişlerdir.
İçinde bulunduğumuz yirmi birinci asır ise bu gelişimin zirvesi sayılabilir.
Öte yandan insanlara önemli bir mesaj sunan ilâhi vahiy'lerin de en önemli özellikleri yazı ve metin değil, bir sözün (kelam-hadis) ürünü olmalarıdır.
Bu anlamda bizim bu yazılarımızda ele almayı düşündüğümüz sorun şudur.
Belli bir iletişim biçimini seçmiş olan son vahiy, sonraki dönemlerde iletişim alanında yaşanan gelişmelerden nasıl etkilenmiştir ve halen nasıl etkilenmektedir.
Daha özelde yazı alanında kaydedilen gelişmeler, Kur'an'ı Mübin'e ( menfi ya da müspet) ne ölçüde etki etmiştir?
Şunu biliyoruz ki Kur'an'ı Mübin, kelimenin bugünkü anlamıyla Allah tarafından bir bütün halinde indirilmiş bir kitap değildir.
Son Nebi'ye indirilen vahiy, belli bir süreç içinde, sorunlar ortaya çıktıkça vahyedilmiş olan bir hitaptır, bir sözdür.
Onun mushaf haline getirilmesinin Allah Resulü ile hiçbir alakası olmayıp kendisinden sonra meydana gelmiştir.
Bir metin ve kitap formuna sokulan, ancak bugünkü anlamda bir kitap özelliği taşımayan Kur'an, Allah ve O'nun Resulüne rağmen kendine zorla giydirilen ancak hiçbir zaman üzerine yakışmayan bu dar elbiseden nasıl etkilenmiştir.
Daha da önemlisi, Allah Resulü'nden sonra ona muhatap olan insanların karşısına çıkan anlama sorunları ne derece bu gelişmelerle bağlantılıdır.
Aslında sözde, yazıda birer iletişim aracıdır. Ancak mesajın sunumu ve sürekliliği açısından ortada temel bir sorun bulunmaktadır.
Bu ikisinden hangisi daha kalıcıdır?
Bu soru yazılı kültür ile sözlü kültür arasındaki ayrımının belkemiği durumundadır.
Sesin zamanla ilişkisi, kaydedilen diğer İnsan duyularının zamanla ilişkisinden oldukça farklıdır.
Mesela ses, ancak varlığını yitirirken işitilir.
Aynı zamanda ses, yalnız yok olabilir değil, özünde geçicidir ve geçici niteliğinde duyulur. "İşitilirken" kelimesini söylerken bile "ken" hecesine geldiğimizde "işitilir" heceleri çoktan yok olmuştur.
Bu hakikat, sözlü kültür içinde yer alan insanları, hafızalarını kuvvetlendirecek araçlar geliştirmeye zorlamıştır.
Zira sözün sürekliliği hafızanın gücü oranındadır.
Bu açıdan bakıldığında sözlü kültürde hafızayı güçlendirme sanatı ve kalıplarının son derece gelişmiş olduğu görülecektir.
Sözlü geleneğe bağlı özel eğitim ve yaşam tarzı, mücadeleci havasıyla okur-yazarları çarpar.
Atasözleri ve bilmeceler yalnız bilgi depolamakla kalmaz, aynı zamanda çevredekileri de sözlü zeka yarışlarına sevk eder.
Sözlü gelenekte konuşma, mesafeli olmak yerine duygu yönü kuvvetli ve katılımlı bir özelliğe sahiptir.
Sözlü gelenek canlı ve samimidir.
Etkisi kuvvetli taraftarı yaygındır.
Sözlü gelenek yayılmacıdır aynı zamanda özgürlükçüdür.
Sözlü kültürde insan, olayların durmadan akıp gittiği evrenin merkezindedir.
30 Mayıs 2019 Perşembe
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(19. YAZI)
Aslında sözlü kültür içinde yetişmiş kimseler için yazıya, yazılı kültüre geçiş hiç de kolay olmayan bir durumdur.
Bundan dolayıdır ki yazıya geçirilen Kur'an'ı Mübin'in, o günkü insanlar üzerinde etkisi günden güne zayıflamaya ve tamamen yok olmaya doğru gitmiştir.
Hatta mezhep âlimlerinin içtihatlarına sözlü kültür olan rivayetler vahiy'den daha fazla egemen olmuştur.
Çünkü rivayetler sözlü kültür olarak hafızalarda taşınmışlardır.
Öte yandan belki de en temeldeki sorun kimin otorite olacağına ilişkin bir sorundur.
Zira yazı, hakikati tam ve gereği gibi yeniden canlandırma ehil biricik kişi olan öğretmenin meşru otoritesini tehlikeye sokar.
Yazı, hakikatın öğretimini, otoritenin ( öğretmen) kontrolünden çıkardığı için, yanlış anlama ve tahrifata sebebiyet verir.
Bu açıdan yazı bilgi aktarımında daha az güvenilir bir yoldur.
İşte bu yüzden Kur'an'ın yazılması esnasında gösterilen haklı ve yerinde tepkileri bu bağlamda düşünmek gerekir.
Bu konuda şu âyet çok önemlidir.
"Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir) okumakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz"
(Âli İmran-79)
Allah Resulü (aleyhisselam) ın ardından vahyin yazıya dökülmesi noktasında çok ciddi tereddüt oldu.
Çünkü bu durumun, yukarıda anlatılanlar dışında daha birçok olumsuz sonucu olacak gibiydi.
Mesela konuşmanın kaydedilmesi, bir yere dökülmesi, insanoğluna sözcükleri açık bir biçimde ayırma, sözcük sistemleri oluşturma ve kıyasa bağlı akıl yürütme olanağı sağlar.
Yani yazı, insanın eleştiri olanağını arttırır.
Bu ise metnin, cevaplamayı amaç edinmediği sorularla karşı karşıya kalması, belki de çarpıtılması demektir.
Bu açıdan, İbni Hazm'ın "Kitaplar ve tasnifler sonradan ortaya çıkmıştır. Zira kitap ve tasnif sahabe zamanında ve tabiun döneminin başlarında mevcut değildi"
Zehebi'nin "Kitaplar, ortaya çıkmadan evvel sahabe ve tâbiunun iilmi, göğüslerinde idi. Çünkü onların yanında göğüsler, ilmin muhafaza edildiği yerlerdi"
İbni Haldun'un "Sahabe ve tâbiun döneminde toplum, tâlim, telif ve tedvin nedir bilmez Araplardan müteşekkildi.
Onları buna zorlayan herhangi bir sebep olmadığı gibi, kendileri de böyle bir şeye ihtiyaç duymamışlardı" şeklindeki sözleri sözlü kültür bağlamında ele alınmalıdır.
Kur'an, mesajını sözlü kültür formayla iletmiştir.
Yani sözlü geleneğe ait ifade kalıplarını kullanmıştır.
Mesela borçların yazılmasını en ince detayına kadar anlatan Kur'an (Bakara- 282)
kendisinin kayda ve yazıya geçirilmesi ile ilgili hiçbir işaret ortaya koymaz.
Kur'an'ın Resulü son Nebi olan Muhammed (Aleyhisselam) bu konuda hiçbir çalışma ve çaba içine girmez.
Konunun başında dile getirilen sözlü kültürle ilgili iletişim alışkanlıklarını Kur'an'ın metninde çok net bir biçimde görmekteyiz.
Mesela: Kur'an'ı Mübin'de çok belirgin bir ritmik ve ve ahenk yapı mevcuttur.
Özellikle âyet sonlarının türdeş harflerle tamamlandığı görülür.
Bu durumun i'caz, belağat ve edebi yönü olmakla birlikte, asıl amaç hafızadaki kalıcılığı sağlamaktır.
Yüce Allah tarafından Kur'an'ın ezberlenmesinin kolaylaştırılması, hafıza, zihin ve yüreklerde taşınması, dilden dile sözlü olarak devam etmesi içindir.
Kur'an, sözlü kültür ile alakalı bütün yardımcı unsurları bünyesinde barındıran ilâhi bir kelam ve Rabbani bir hitaptır.
Yüce Allah, vahyin yüreklerde, zihinlerde yani canlı organizmalarda taşınmasını murat etmiş, cansız ve ölü nesnelerde taşınmasını istememiştir.
(19. YAZI)
Aslında sözlü kültür içinde yetişmiş kimseler için yazıya, yazılı kültüre geçiş hiç de kolay olmayan bir durumdur.
Bundan dolayıdır ki yazıya geçirilen Kur'an'ı Mübin'in, o günkü insanlar üzerinde etkisi günden güne zayıflamaya ve tamamen yok olmaya doğru gitmiştir.
Hatta mezhep âlimlerinin içtihatlarına sözlü kültür olan rivayetler vahiy'den daha fazla egemen olmuştur.
Çünkü rivayetler sözlü kültür olarak hafızalarda taşınmışlardır.
Öte yandan belki de en temeldeki sorun kimin otorite olacağına ilişkin bir sorundur.
Zira yazı, hakikati tam ve gereği gibi yeniden canlandırma ehil biricik kişi olan öğretmenin meşru otoritesini tehlikeye sokar.
Yazı, hakikatın öğretimini, otoritenin ( öğretmen) kontrolünden çıkardığı için, yanlış anlama ve tahrifata sebebiyet verir.
Bu açıdan yazı bilgi aktarımında daha az güvenilir bir yoldur.
İşte bu yüzden Kur'an'ın yazılması esnasında gösterilen haklı ve yerinde tepkileri bu bağlamda düşünmek gerekir.
Bu konuda şu âyet çok önemlidir.
"Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir) okumakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz"
(Âli İmran-79)
Allah Resulü (aleyhisselam) ın ardından vahyin yazıya dökülmesi noktasında çok ciddi tereddüt oldu.
Çünkü bu durumun, yukarıda anlatılanlar dışında daha birçok olumsuz sonucu olacak gibiydi.
Mesela konuşmanın kaydedilmesi, bir yere dökülmesi, insanoğluna sözcükleri açık bir biçimde ayırma, sözcük sistemleri oluşturma ve kıyasa bağlı akıl yürütme olanağı sağlar.
Yani yazı, insanın eleştiri olanağını arttırır.
Bu ise metnin, cevaplamayı amaç edinmediği sorularla karşı karşıya kalması, belki de çarpıtılması demektir.
Bu açıdan, İbni Hazm'ın "Kitaplar ve tasnifler sonradan ortaya çıkmıştır. Zira kitap ve tasnif sahabe zamanında ve tabiun döneminin başlarında mevcut değildi"
Zehebi'nin "Kitaplar, ortaya çıkmadan evvel sahabe ve tâbiunun iilmi, göğüslerinde idi. Çünkü onların yanında göğüsler, ilmin muhafaza edildiği yerlerdi"
İbni Haldun'un "Sahabe ve tâbiun döneminde toplum, tâlim, telif ve tedvin nedir bilmez Araplardan müteşekkildi.
Onları buna zorlayan herhangi bir sebep olmadığı gibi, kendileri de böyle bir şeye ihtiyaç duymamışlardı" şeklindeki sözleri sözlü kültür bağlamında ele alınmalıdır.
Kur'an, mesajını sözlü kültür formayla iletmiştir.
Yani sözlü geleneğe ait ifade kalıplarını kullanmıştır.
Mesela borçların yazılmasını en ince detayına kadar anlatan Kur'an (Bakara- 282)
kendisinin kayda ve yazıya geçirilmesi ile ilgili hiçbir işaret ortaya koymaz.
Kur'an'ın Resulü son Nebi olan Muhammed (Aleyhisselam) bu konuda hiçbir çalışma ve çaba içine girmez.
Konunun başında dile getirilen sözlü kültürle ilgili iletişim alışkanlıklarını Kur'an'ın metninde çok net bir biçimde görmekteyiz.
Mesela: Kur'an'ı Mübin'de çok belirgin bir ritmik ve ve ahenk yapı mevcuttur.
Özellikle âyet sonlarının türdeş harflerle tamamlandığı görülür.
Bu durumun i'caz, belağat ve edebi yönü olmakla birlikte, asıl amaç hafızadaki kalıcılığı sağlamaktır.
Yüce Allah tarafından Kur'an'ın ezberlenmesinin kolaylaştırılması, hafıza, zihin ve yüreklerde taşınması, dilden dile sözlü olarak devam etmesi içindir.
Kur'an, sözlü kültür ile alakalı bütün yardımcı unsurları bünyesinde barındıran ilâhi bir kelam ve Rabbani bir hitaptır.
Yüce Allah, vahyin yüreklerde, zihinlerde yani canlı organizmalarda taşınmasını murat etmiş, cansız ve ölü nesnelerde taşınmasını istememiştir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(20. YAZI)
Kur'an'ı Mübin, onlarca duygu ile yüklü bulunan insan hafızasındaki durumu ile bir bilgisayardaki veya mushaftaki durumu arasında büyük bir fark bulunmaktadır.
"Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana, onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumada acele etme ve "Rabbim benim ilmimi artır" de.
( Tâhâ-114 )
"Şüphesiz onu (Kur'an'ı) toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et"
( Kıyamet- 17,18)
"Kur'an kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir...
(Ankebut- 49 )
Buna paralel olarak Kur'an'da dengeli tekrarların varlığı göze çarpmaktadır.
Harfi tekrarların yanında, bir de muhteva tekrarlarını görebilmekteyiz.
Örnek olarak kıssa anlatımları, aynı kıssanın farklı kelimelerle, yeniden anlatımına çokça rastlanmaktadır.
Bu tekrarlar kitabın özelliğine ve formatına aykırıdır.
Çünkü kitapta tekrar olmaz, kitap tekrar kaldırmaz.
Mesela kitabın başında kullanılan bir cümle artık sonuna kadar kitabın başka bir yerinde kullanılamaz, bu metnin tabiatına aykırı bir durumdur.
Fakat sözde ve hitabette bir saat içinde bir kelime on defa tekrar edilebilir.
Televizyonlarda canlı olarak verildiği halde bir siyaset adamı aynı konuşmayı bir çok yerde tekrar edebilir.
Ve orada hazır olanlar kendilerinde bir usanç meydana gelmeden çok dikkatli bir şekilde onu dinlerler.
Yine bir düşüncenin genellikle antitezlerle ifade edilmesi Kur'an'ın en belirgin özelliğidir.
Bu durum elbette bütünüyle sözlü kültürden kaynaklanan salt bir ifade biçimi olduğunu iddia etmiyoruz.
Temelde sorun tevhid ve şirk ayrımından kaynaklanır; ancak, denilebilir ki bu ayrımın anlatılmasında sözlü kültürdeki bu ifade tekniğinden ziyadesiyle yararlanılmıştır.
Kur'an'ın kendisi zaten en güzel söz ve çağrı, bir mesaj ve mücadeledir.
"O halde kafirlere boyun eğme ve Kur'an'la onlara karşı olanca gücünle büyük bir mucadele ver"
(Furkan- 52)
Bu anlamda "Ey kafirler! Eğer sözünüzde doğru iseniz delilinizi getirin" gibi ifade biçimleri Kur'an'ın mücadeleci uslubuna güzel bir örnektir.
Dünyada kutsal kitaplardan başka hiçbir metin mücadele yöntemine sahip değildir.
Bu da onların sözlü kültüre sahip olmalarından ileri gelmektedir.
Çünkü kutsal kitaplar hafızalarda taşınabilir bir mahiyette vahyedilmişlerdir.
Bu konuda Kur'an hepsinden daha ileri söz ve hitabet tekniğine sahiptir.
Kur'an'da bulunan kelime kullanımı ve hitabet biçimi olağanüstü bir güzellik ve büyük bir heyecana sahiptir.
Kur'an, kendisinde bulunan hitabet tarzına ve söz gücüne karşı gelen Mekke müşriklerine hayret eder.
Çünkü onda karşı konulmaz ve hayret edici bir sözün gücü mevcuttur.
Aslında vahiy ehl-i muvahhidler Kur'an'da bulunan sözün gücüne vakıf olsalardı bir çok şeyin değişmesine neden olabilirlerdi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor.
(Ey Resul! ) Biz Kur'an'ı, sadece, sorumluluk Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle okutarak kolaylaştırdık"
( Meryem- 97)
"Biz Kur'an'ı, öğüt alsınlar diye senin dilinle indirerek kolayca anlaşılmasına sağladık"
(Duhan- 58)
"Andolsun biz Kuran'ı düşünenler için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?
( Kamer- 17, 22, 32, 40)
Tekrar ederek ısrarla vurgulamak gerekir ki Kur'an, kendisinin yazıya geçirilmemesi ve hafızalarda muhafaza edilmesi yani sözün gücüne sahip olduğunu ortaya koymak için elinden gelen her türlü imkanı seferber etmiştir.
Fakat Kur'an'ın ilk nesli bu mesajı hakkıyla anlayıp gereğini yerine getirememişlerdir. Yukarıdaki örnekler bağlamında sözlü ve yazılı kültür ayrımını yeniden düşünürsek, bu ayrımın Kur'an'ı anlamada ne derece hayati bir öneme sahip olduğunu görebiliriz.
Kur'an'ın bu özelliğinin dikkate alınmaması demek yani Kur'an'ı Hakim'deki âyetleri sözlü kültür(hitap-davet-hadis-kelam) bağlamında değil de yazılı kültür (kitap- metin- yazı) bağlamında ele almak bize birçok şeyi kaybettirecektir.
Zira, yazılı kültüre mensup olan bizler yazılı kültüre ait iletişim alışkanlıklarıyla Kur'an'a yöneldiğimizde onun geniş anlam dünyasını, ifade formlarını deforme edebileceğimizin farkında olmalıyız.
Şayet yukarıda anlatmaya çalıştığımız ifade özelliklerini yazılı metine aitmiş gibi değerlendirirsek, bu birçok yanlış anlamaya neden olabileceği gibi, aynı zamanda sözlü kültür içinde yerli yerinde olan birçok vurgu da kaybolacaktır.
Mesela çağrıya dayalı anlatım biçimi sözlü kültürde, bir fikri anlatımda başvurulan en önemli ifade biçimidir. Buna karşın, yazılı metinde bu biçim pek fazla istenmediği gibi şık da durmayacaktır.
(20. YAZI)
Kur'an'ı Mübin, onlarca duygu ile yüklü bulunan insan hafızasındaki durumu ile bir bilgisayardaki veya mushaftaki durumu arasında büyük bir fark bulunmaktadır.
"Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana, onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumada acele etme ve "Rabbim benim ilmimi artır" de.
( Tâhâ-114 )
"Şüphesiz onu (Kur'an'ı) toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et"
( Kıyamet- 17,18)
"Kur'an kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir...
(Ankebut- 49 )
Buna paralel olarak Kur'an'da dengeli tekrarların varlığı göze çarpmaktadır.
Harfi tekrarların yanında, bir de muhteva tekrarlarını görebilmekteyiz.
Örnek olarak kıssa anlatımları, aynı kıssanın farklı kelimelerle, yeniden anlatımına çokça rastlanmaktadır.
Bu tekrarlar kitabın özelliğine ve formatına aykırıdır.
Çünkü kitapta tekrar olmaz, kitap tekrar kaldırmaz.
Mesela kitabın başında kullanılan bir cümle artık sonuna kadar kitabın başka bir yerinde kullanılamaz, bu metnin tabiatına aykırı bir durumdur.
Fakat sözde ve hitabette bir saat içinde bir kelime on defa tekrar edilebilir.
Televizyonlarda canlı olarak verildiği halde bir siyaset adamı aynı konuşmayı bir çok yerde tekrar edebilir.
Ve orada hazır olanlar kendilerinde bir usanç meydana gelmeden çok dikkatli bir şekilde onu dinlerler.
Yine bir düşüncenin genellikle antitezlerle ifade edilmesi Kur'an'ın en belirgin özelliğidir.
Bu durum elbette bütünüyle sözlü kültürden kaynaklanan salt bir ifade biçimi olduğunu iddia etmiyoruz.
Temelde sorun tevhid ve şirk ayrımından kaynaklanır; ancak, denilebilir ki bu ayrımın anlatılmasında sözlü kültürdeki bu ifade tekniğinden ziyadesiyle yararlanılmıştır.
Kur'an'ın kendisi zaten en güzel söz ve çağrı, bir mesaj ve mücadeledir.
"O halde kafirlere boyun eğme ve Kur'an'la onlara karşı olanca gücünle büyük bir mucadele ver"
(Furkan- 52)
Bu anlamda "Ey kafirler! Eğer sözünüzde doğru iseniz delilinizi getirin" gibi ifade biçimleri Kur'an'ın mücadeleci uslubuna güzel bir örnektir.
Dünyada kutsal kitaplardan başka hiçbir metin mücadele yöntemine sahip değildir.
Bu da onların sözlü kültüre sahip olmalarından ileri gelmektedir.
Çünkü kutsal kitaplar hafızalarda taşınabilir bir mahiyette vahyedilmişlerdir.
Bu konuda Kur'an hepsinden daha ileri söz ve hitabet tekniğine sahiptir.
Kur'an'da bulunan kelime kullanımı ve hitabet biçimi olağanüstü bir güzellik ve büyük bir heyecana sahiptir.
Kur'an, kendisinde bulunan hitabet tarzına ve söz gücüne karşı gelen Mekke müşriklerine hayret eder.
Çünkü onda karşı konulmaz ve hayret edici bir sözün gücü mevcuttur.
Aslında vahiy ehl-i muvahhidler Kur'an'da bulunan sözün gücüne vakıf olsalardı bir çok şeyin değişmesine neden olabilirlerdi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor.
(Ey Resul! ) Biz Kur'an'ı, sadece, sorumluluk Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle okutarak kolaylaştırdık"
( Meryem- 97)
"Biz Kur'an'ı, öğüt alsınlar diye senin dilinle indirerek kolayca anlaşılmasına sağladık"
(Duhan- 58)
"Andolsun biz Kuran'ı düşünenler için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?
( Kamer- 17, 22, 32, 40)
Tekrar ederek ısrarla vurgulamak gerekir ki Kur'an, kendisinin yazıya geçirilmemesi ve hafızalarda muhafaza edilmesi yani sözün gücüne sahip olduğunu ortaya koymak için elinden gelen her türlü imkanı seferber etmiştir.
Fakat Kur'an'ın ilk nesli bu mesajı hakkıyla anlayıp gereğini yerine getirememişlerdir. Yukarıdaki örnekler bağlamında sözlü ve yazılı kültür ayrımını yeniden düşünürsek, bu ayrımın Kur'an'ı anlamada ne derece hayati bir öneme sahip olduğunu görebiliriz.
Kur'an'ın bu özelliğinin dikkate alınmaması demek yani Kur'an'ı Hakim'deki âyetleri sözlü kültür(hitap-davet-hadis-kelam) bağlamında değil de yazılı kültür (kitap- metin- yazı) bağlamında ele almak bize birçok şeyi kaybettirecektir.
Zira, yazılı kültüre mensup olan bizler yazılı kültüre ait iletişim alışkanlıklarıyla Kur'an'a yöneldiğimizde onun geniş anlam dünyasını, ifade formlarını deforme edebileceğimizin farkında olmalıyız.
Şayet yukarıda anlatmaya çalıştığımız ifade özelliklerini yazılı metine aitmiş gibi değerlendirirsek, bu birçok yanlış anlamaya neden olabileceği gibi, aynı zamanda sözlü kültür içinde yerli yerinde olan birçok vurgu da kaybolacaktır.
Mesela çağrıya dayalı anlatım biçimi sözlü kültürde, bir fikri anlatımda başvurulan en önemli ifade biçimidir. Buna karşın, yazılı metinde bu biçim pek fazla istenmediği gibi şık da durmayacaktır.
27 Mayıs 2019 Pazartesi
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(16. YAZI)
Kur'an'ın yazıya geçirilmeseydi kaybolurdu, değişirdi diyenlerin Allah Resulü'nden üç asır sonra koruma altında olmayan uydurma beşeri rivayetleri onun ağzından çıkmış gibi kabul etmeleri hayret edilecek bir anlayıştır.
Şu bir gerçektir ki, Kur'an'ı anlama yediden yetmişe her insan için iletilebilir sıradan bir haber ve bilgi değildir.
Her şeyden önce son vahyin nazil olduğu günden bu yana, bu hakikatı bir vakıa olarak bilmekteyiz.
Kur'an'ın kendisi de böyle bir yargıyı destekler mahiyettedir.
Örneğin Kur'an'ı Mübin'de birçok âyette Allah Resulü ( a.s) a hitâben bu mesajın aklını kullananlara ve tefekkür edenlere iletilebileceğinden söz edilir.
Bu bağlamda şu âyetlere göz atmakta fayda vardır.
"İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın bir tek ilah olduğunu bilsinler ve aklını kullananlar düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"
( İbrahim- 52)
"Onlardan seni dinleyenler vardır.
Ancak biz onların, onu anlamamaları için kalplerine perdeler ve de kulaklarına ağırlıklar yerleştirdik. Onlar bütün mucizeleri görseler de ona iman etmezler"
(En'am- 25)
Her ne kadar kabul edilmesi zor olsa da, bu gibi âyetler, Kur'an metninin anlamının herkese açık olmadığını ima eder.
Örneğin, Kur'an her okuyanın okuduğunu anladığı bir romana benzemez.
Onu her okuyanın, onunla istenilen gerçek iletişimi kuramaz.
Bunun birçok sebebi vardır.
Bunlardan birkaçını şöyle sıralamak mümkündür.
1-) Kur'an'ı Mübin'in konuları dağınıktır.
Bir konuyu anlamak için diğer süre ve âyetlerde bulunan bütün parçaları ve detayları bir araya getirip sırasına göre anlamak gerekmektedir.
MESELA
"Ona (Kur'an'a) temiz olmayanlar dokunamaz"
(Vakıa- 79) âyetini ele alalım.
Bu konuyla alakalı Kur'an'da dağınık bir halde bulunan bütün âyetleri bir ayara getirmedikten sonra bu âyeti tam olarak anlamak mümkün değildir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre âyetin iniş sebebi nedir?
Temiz olanlar, olmayanlar kimlerdir?
Ona nasıl dokunamaz.
Âyetteki emir, nehi yani yasaklama mıdır? Yoksa nefi yani mümkün değil, istese de dokunamaz anlamına mı geliyor?
Bu maddelerin hepsi Kur'an'ın diğer sürelerinde serpiştirilmiş durumdadır.
2-) Kur'an'ın kendi içindeki bütünlüğüne sahip olmayanlar Kur'an'a yanlış meal vereceklerinden hiç kimsenin şüphesi olmasın.
3-) Âyetlerin üzerinde uzun bir tedebbür, tezekkür ve tefekkür safhasının geçirilmesi gerekmektedir.
Yani uzun süre âyetler zihin ve fikir mutfağında pişirilmeleri gerekir.
4- ) Ön yargı ile Kur'an'a yaklaşanlar ondan hiçbir şey anlayamazlar.
"Biz Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise sadece husranını arttırır"
( İsra- 82)
5-) Kur'an ara sıra lazım olduğu zaman başvurulacak bir eser değildir.
Kur'an'a hakkıyla iman eden ve sadece ondan konuşan kimse için hayatın her alanını işgal etmesi, âdete onunla yaşaması, onunla haşır neşir olması, onunla hayatını bütünleştirmesi, her yerde derdini paylaşacağı candan bir dost haline gelmesi gerekmektedir.
Yani sürekli olarak Kur'an ile konuşması icap edecektir.
İşte tam o zaman Kur'an sır ve hikmetlerinin hazinesini candan dostuna sonuna kadar açacaktır.
Yoksa ben şahsen bir çok müfessirin, Kur'an'ı tefsir etmelerine karşılık onu tam olarak anlamadıklarını görüyorum.
6-) Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmeyenler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü anlamaktan mahrum olacaklardır.
Bütün bunların sebebi Kur'an'ın olağan (sıradan) bir metin olmadığıyla alakalı bir durumdur.
(16. YAZI)
Kur'an'ın yazıya geçirilmeseydi kaybolurdu, değişirdi diyenlerin Allah Resulü'nden üç asır sonra koruma altında olmayan uydurma beşeri rivayetleri onun ağzından çıkmış gibi kabul etmeleri hayret edilecek bir anlayıştır.
Şu bir gerçektir ki, Kur'an'ı anlama yediden yetmişe her insan için iletilebilir sıradan bir haber ve bilgi değildir.
Her şeyden önce son vahyin nazil olduğu günden bu yana, bu hakikatı bir vakıa olarak bilmekteyiz.
Kur'an'ın kendisi de böyle bir yargıyı destekler mahiyettedir.
Örneğin Kur'an'ı Mübin'de birçok âyette Allah Resulü ( a.s) a hitâben bu mesajın aklını kullananlara ve tefekkür edenlere iletilebileceğinden söz edilir.
Bu bağlamda şu âyetlere göz atmakta fayda vardır.
"İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın bir tek ilah olduğunu bilsinler ve aklını kullananlar düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"
( İbrahim- 52)
"Onlardan seni dinleyenler vardır.
Ancak biz onların, onu anlamamaları için kalplerine perdeler ve de kulaklarına ağırlıklar yerleştirdik. Onlar bütün mucizeleri görseler de ona iman etmezler"
(En'am- 25)
Her ne kadar kabul edilmesi zor olsa da, bu gibi âyetler, Kur'an metninin anlamının herkese açık olmadığını ima eder.
Örneğin, Kur'an her okuyanın okuduğunu anladığı bir romana benzemez.
Onu her okuyanın, onunla istenilen gerçek iletişimi kuramaz.
Bunun birçok sebebi vardır.
Bunlardan birkaçını şöyle sıralamak mümkündür.
1-) Kur'an'ı Mübin'in konuları dağınıktır.
Bir konuyu anlamak için diğer süre ve âyetlerde bulunan bütün parçaları ve detayları bir araya getirip sırasına göre anlamak gerekmektedir.
MESELA
"Ona (Kur'an'a) temiz olmayanlar dokunamaz"
(Vakıa- 79) âyetini ele alalım.
Bu konuyla alakalı Kur'an'da dağınık bir halde bulunan bütün âyetleri bir ayara getirmedikten sonra bu âyeti tam olarak anlamak mümkün değildir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre âyetin iniş sebebi nedir?
Temiz olanlar, olmayanlar kimlerdir?
Ona nasıl dokunamaz.
Âyetteki emir, nehi yani yasaklama mıdır? Yoksa nefi yani mümkün değil, istese de dokunamaz anlamına mı geliyor?
Bu maddelerin hepsi Kur'an'ın diğer sürelerinde serpiştirilmiş durumdadır.
2-) Kur'an'ın kendi içindeki bütünlüğüne sahip olmayanlar Kur'an'a yanlış meal vereceklerinden hiç kimsenin şüphesi olmasın.
3-) Âyetlerin üzerinde uzun bir tedebbür, tezekkür ve tefekkür safhasının geçirilmesi gerekmektedir.
Yani uzun süre âyetler zihin ve fikir mutfağında pişirilmeleri gerekir.
4- ) Ön yargı ile Kur'an'a yaklaşanlar ondan hiçbir şey anlayamazlar.
"Biz Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise sadece husranını arttırır"
( İsra- 82)
5-) Kur'an ara sıra lazım olduğu zaman başvurulacak bir eser değildir.
Kur'an'a hakkıyla iman eden ve sadece ondan konuşan kimse için hayatın her alanını işgal etmesi, âdete onunla yaşaması, onunla haşır neşir olması, onunla hayatını bütünleştirmesi, her yerde derdini paylaşacağı candan bir dost haline gelmesi gerekmektedir.
Yani sürekli olarak Kur'an ile konuşması icap edecektir.
İşte tam o zaman Kur'an sır ve hikmetlerinin hazinesini candan dostuna sonuna kadar açacaktır.
Yoksa ben şahsen bir çok müfessirin, Kur'an'ı tefsir etmelerine karşılık onu tam olarak anlamadıklarını görüyorum.
6-) Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmeyenler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü anlamaktan mahrum olacaklardır.
Bütün bunların sebebi Kur'an'ın olağan (sıradan) bir metin olmadığıyla alakalı bir durumdur.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(15. YAZI)
Kur'an neden kendini "kitap" olarak nitelemektedir?
"Kur'an'ı Mübin özü itibariyle yazılı bir metin (mektup) değildir.
Tam aksine onun hakim özelliği meşfuh (ağızdan çıkan) ve mesmu ( işitilen) bir kitap olmasıdır"
(Zerkeşi- el' Burhan Fi ulumil- Kur'an)
Ayrıca, Kur'an'ı Mübinin "kitap" olması çoğunun zannettiğinin aksine "yazılı" olmasıyla ilgili değil, sözlü olmasıyla ve okunmasıyla ilgilidir. Şöyle ki: Kitap "ke-te-be: fiil kökünden türetilmiştir.
Bu fiilin masdarı olan "el ketb" deriyi deriye veya bir tabakayı diğer tabakaya iple bağlama demektir.
Bu anlamda "ketebtu-ssekae" "torbayı bağladım" denilir.
Terim olarak "harfleri birbirine yazıyla bitiştirmek" anlamına gelir.
Bu bakımdan, ağızdan çıkan seslerin bir tertip halinde olması durumunda, bu seslere de "kitap" denilir.
( Ragıb el- İsfehani, el Müfredat fi garibi'l Kur'an, 423 - Ebul Beka, külliyat- 307)
Şu gerçek bilinmeli ki, Kur'an'da bir çok ayette geçen "kitap" sözcüğü hiçbir zaman Kur'an'ın yazılış şeklini ifade etmek için kullanılmış değildir.
Allah'ın kelâmının bir düzen ve tertip içinde birlik ve bütünlük göstermesi, bir sisteme sahip olması, koruma altında muhafaza edilmesi ile alakalı bir kavramdır.
Aslında Kur'an'da bulunan "kitap" kavramları "vahiy" anlamına gelmektedir.
Kur'an'da Nebi'lere kitap indirildiği ile ilgili âyetler vardır.
(Bakara-213)
Halbuki Nebi'lere "kitap" değil, "vahiy" indirilmiştir.
(Nisa-163)
Pek çok ayette "Allah Resulüne indirilmeden önce Allah katında bulunan Kur'an'ı Mübin için "kitap" kelimesi kullanılmıştır.
"Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"
(Müminün- 62)
"...Yaş kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır" ( Enam- 59)
"Ne zaman (Ey Resul! ) sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidiz. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbine gizli kalmaz. Bundan daha küçüğü ve ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmuş olmasın"
( Yunus- 61)
Demek oluyor ki, Kur'an'da geçen "kitap" bizim anladığımız manada bir kitap olmaktan başka anlamlar ifade eden bir terimdir.
Yani, Kur'an'ın Allah indinde, bizim anladığımız ve bildiğimiz maddi nesnelere yazılı olan bir kitap değil, Allah'ın koruması altında bulunan "vahiy" demektir.
Dolayısıyla yüce Allah, Kur'an'ın insan sözü karışmadan, değişmeden, muhafaza altında olan, kayıtlı, belli, orijinal Allah mesajı olarak indiğini bize anlatmak için onu "kitap" olarak nitelemiştir.
Çünkü, insanlar arasında bir metnin orjinal olarak saklanabilmesi, büyük ölçüde onun yazılı olmasına bağlıdır.
En önemlisi ve asla gözden kaçırılmaması gereken şudur ki, Kur'an'ı Mübin'in ayetleri Resulullah'a yazılı metinler olarak indirilmemiş olmasıdır.
Allah tarafından Resulullah'a Kur'an'ın yazıya aktarılması ile alakalı hiçbir emir ve tavsiyesi bulunmamaktadır.
Allah Resulü'nün Kur'an'ı vahiy katipleri vasıtasıyla yazıya geçirdiği rivayetleri yalan ve uydurmadır.
Allah Resulü (a.s) vahyin, sözün gücüne dayandığını, bir hitap ve çağrı, beyan ve tebliğ, kelam ve hadis, kavl ve dâvet olarak daha etkili olduğunu iyi biliyordu.
Allah Resulü'nün Kur'an'ın belli bir düzen ve tertip üzere bir araya getirmemesi, onu toplamaması ve bildiğimiz anlamda "kitap" a mahkum etmemesinde son derece büyük hikmetler, ince hesaplar, keskin bir zeka, yüce bir akıl ve inanılmaz bir basiret ve feraset mevcuttur.
Kur'an'ı Mübin'den ilk "kitap" olarak bahseden âyet "Sana indirdiğimiz bu kitap mübarektir; âyetlerini İyice düşünsünler, akıllarını kullansınlar da öğüt alsınlar" (Sâd-29) âyetidir.
Bu âyet Mekke'de inmiş bir sürede bulunmaktadır.
Bu ayetin indiği sırada Kur'an henüz tamamlanmamış, bildiğimiz anlamda bir kitap haline gelmemişti.
Kur'an yazılı olarak inmediği de herkes tarafından bilinen gerçektir.
Bu âyetten önce gelen pek çok âyette okumaktan ve okunan şey anlamına "Kur'an"'dan bahsedilmektedir.
Bunun için Kur an önce okunan, Allah Resulü'nden sonra yazıya geçirilip kitap haline getirilen bir hitaptır.
Kur'an'ın Mübin'de, indirilen vahyin, yazılması yazılı metin haline getirilmesi, kayıt altına alınması ile alakalı en ufak bir delil ve işaret bulunmamaktadır.
Fakat onun okunması ve okunarak muhafaza edilmesi ile alakalı yüzlerce âyet mevcuttur.
"Biz onu senin kalbini iyice yerleştirmek için parça parça indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk"
(Furkan-32)
Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okumak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir"
( Kiyame- 17, 18, 19)
Kur'an'ı Hakim'in sözlü kültüre sahip bir topluma, 1400 yıl öncesi nazil olduğunu, bu nedenle de Kur'anın kelime hazinesinin sözlü kültürün normları çerçevesinde şekillendiğini anlayamayan, Kur'an'ın esas itibariyle sözlü metin olduğunun farkına varamayan idraki kör bir zihniyet, hiç tereddüt etmeksizin Kur'an'ın esas hikmet ve maksadını anlamakta gerçekten başarısız kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dolayısıyla bir hitap, "levh-i mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an" (Buruc-21,22) sadece zihinlerde ve gönüllerde yer eden, gözle görülmesi, elle dokunulması mümkün olmayan vahiy için "Kur'an'a cünüp ve abdestsiz dokunulmaz" rivayet ve içtihatları bu cahil, kör ve akılsız zihniyetin ürünüdür.
(15. YAZI)
Kur'an neden kendini "kitap" olarak nitelemektedir?
"Kur'an'ı Mübin özü itibariyle yazılı bir metin (mektup) değildir.
Tam aksine onun hakim özelliği meşfuh (ağızdan çıkan) ve mesmu ( işitilen) bir kitap olmasıdır"
(Zerkeşi- el' Burhan Fi ulumil- Kur'an)
Ayrıca, Kur'an'ı Mübinin "kitap" olması çoğunun zannettiğinin aksine "yazılı" olmasıyla ilgili değil, sözlü olmasıyla ve okunmasıyla ilgilidir. Şöyle ki: Kitap "ke-te-be: fiil kökünden türetilmiştir.
Bu fiilin masdarı olan "el ketb" deriyi deriye veya bir tabakayı diğer tabakaya iple bağlama demektir.
Bu anlamda "ketebtu-ssekae" "torbayı bağladım" denilir.
Terim olarak "harfleri birbirine yazıyla bitiştirmek" anlamına gelir.
Bu bakımdan, ağızdan çıkan seslerin bir tertip halinde olması durumunda, bu seslere de "kitap" denilir.
( Ragıb el- İsfehani, el Müfredat fi garibi'l Kur'an, 423 - Ebul Beka, külliyat- 307)
Şu gerçek bilinmeli ki, Kur'an'da bir çok ayette geçen "kitap" sözcüğü hiçbir zaman Kur'an'ın yazılış şeklini ifade etmek için kullanılmış değildir.
Allah'ın kelâmının bir düzen ve tertip içinde birlik ve bütünlük göstermesi, bir sisteme sahip olması, koruma altında muhafaza edilmesi ile alakalı bir kavramdır.
Aslında Kur'an'da bulunan "kitap" kavramları "vahiy" anlamına gelmektedir.
Kur'an'da Nebi'lere kitap indirildiği ile ilgili âyetler vardır.
(Bakara-213)
Halbuki Nebi'lere "kitap" değil, "vahiy" indirilmiştir.
(Nisa-163)
Pek çok ayette "Allah Resulüne indirilmeden önce Allah katında bulunan Kur'an'ı Mübin için "kitap" kelimesi kullanılmıştır.
"Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"
(Müminün- 62)
"...Yaş kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır" ( Enam- 59)
"Ne zaman (Ey Resul! ) sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidiz. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbine gizli kalmaz. Bundan daha küçüğü ve ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmuş olmasın"
( Yunus- 61)
Demek oluyor ki, Kur'an'da geçen "kitap" bizim anladığımız manada bir kitap olmaktan başka anlamlar ifade eden bir terimdir.
Yani, Kur'an'ın Allah indinde, bizim anladığımız ve bildiğimiz maddi nesnelere yazılı olan bir kitap değil, Allah'ın koruması altında bulunan "vahiy" demektir.
Dolayısıyla yüce Allah, Kur'an'ın insan sözü karışmadan, değişmeden, muhafaza altında olan, kayıtlı, belli, orijinal Allah mesajı olarak indiğini bize anlatmak için onu "kitap" olarak nitelemiştir.
Çünkü, insanlar arasında bir metnin orjinal olarak saklanabilmesi, büyük ölçüde onun yazılı olmasına bağlıdır.
En önemlisi ve asla gözden kaçırılmaması gereken şudur ki, Kur'an'ı Mübin'in ayetleri Resulullah'a yazılı metinler olarak indirilmemiş olmasıdır.
Allah tarafından Resulullah'a Kur'an'ın yazıya aktarılması ile alakalı hiçbir emir ve tavsiyesi bulunmamaktadır.
Allah Resulü'nün Kur'an'ı vahiy katipleri vasıtasıyla yazıya geçirdiği rivayetleri yalan ve uydurmadır.
Allah Resulü (a.s) vahyin, sözün gücüne dayandığını, bir hitap ve çağrı, beyan ve tebliğ, kelam ve hadis, kavl ve dâvet olarak daha etkili olduğunu iyi biliyordu.
Allah Resulü'nün Kur'an'ın belli bir düzen ve tertip üzere bir araya getirmemesi, onu toplamaması ve bildiğimiz anlamda "kitap" a mahkum etmemesinde son derece büyük hikmetler, ince hesaplar, keskin bir zeka, yüce bir akıl ve inanılmaz bir basiret ve feraset mevcuttur.
Kur'an'ı Mübin'den ilk "kitap" olarak bahseden âyet "Sana indirdiğimiz bu kitap mübarektir; âyetlerini İyice düşünsünler, akıllarını kullansınlar da öğüt alsınlar" (Sâd-29) âyetidir.
Bu âyet Mekke'de inmiş bir sürede bulunmaktadır.
Bu ayetin indiği sırada Kur'an henüz tamamlanmamış, bildiğimiz anlamda bir kitap haline gelmemişti.
Kur'an yazılı olarak inmediği de herkes tarafından bilinen gerçektir.
Bu âyetten önce gelen pek çok âyette okumaktan ve okunan şey anlamına "Kur'an"'dan bahsedilmektedir.
Bunun için Kur an önce okunan, Allah Resulü'nden sonra yazıya geçirilip kitap haline getirilen bir hitaptır.
Kur'an'ın Mübin'de, indirilen vahyin, yazılması yazılı metin haline getirilmesi, kayıt altına alınması ile alakalı en ufak bir delil ve işaret bulunmamaktadır.
Fakat onun okunması ve okunarak muhafaza edilmesi ile alakalı yüzlerce âyet mevcuttur.
"Biz onu senin kalbini iyice yerleştirmek için parça parça indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk"
(Furkan-32)
Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okumak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir"
( Kiyame- 17, 18, 19)
Kur'an'ı Hakim'in sözlü kültüre sahip bir topluma, 1400 yıl öncesi nazil olduğunu, bu nedenle de Kur'anın kelime hazinesinin sözlü kültürün normları çerçevesinde şekillendiğini anlayamayan, Kur'an'ın esas itibariyle sözlü metin olduğunun farkına varamayan idraki kör bir zihniyet, hiç tereddüt etmeksizin Kur'an'ın esas hikmet ve maksadını anlamakta gerçekten başarısız kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dolayısıyla bir hitap, "levh-i mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an" (Buruc-21,22) sadece zihinlerde ve gönüllerde yer eden, gözle görülmesi, elle dokunulması mümkün olmayan vahiy için "Kur'an'a cünüp ve abdestsiz dokunulmaz" rivayet ve içtihatları bu cahil, kör ve akılsız zihniyetin ürünüdür.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(14. YAZI)
Kuran'ın kitap haline getirilmesi, Müslümanların onu anlamaları üzerinde olumlu hiçbir bir tesir meydana getirmemiştir.
Allah Resulü (a.s)dan üç asır sonra derlenen uydurma rivayetler bile inananların itikadi ve ameli hayatlarında Allah'ın mesajından daha etkili olmuşlardır.
Bugün dahi normal kitap formuna sokulan ve sıradan bir kitap haline getiren Kur'an'ın kütüphanelerde,
bilgisayarlarda, cep telefonlarında kısaca her yerde olmasına rağmen, yine de çok az sayıdaki vahiy ehli muvahhidin sinesinde gerçek anlamda muhafaza edilmektedir.
Yani Kur'an'ın iki kapak arasına alınması onun gücünü sınırlamaktan başka bir işe yaramamıştır.
Dolayısıyla Allah tarafından tezekkür, tedebbür, taakkul, tefekkür edilmek için indirilen vahiy okuyucu için kaleme alınan yazılı bir metin haline gelmemeliydi.
Bu açıdan bakıldığında ilahi mesajlara metin- kitap denmesi geleneksel olarak yazıya aktarılmış olmalarından dolayı olsa da terimlerin tam anlamıyla metin oldukları söylenemez.
Bir zamanlar kayda geçirilmiş olmaları ve elimizde yazılı bir kitap
(mushaf) olarak tutuyor olmamız onları tam anlamıyla metin saymamız için kesinlikle yeterli değildir.
Yine sözlü kültürlerde bir ifadenin veya kelimenin farklı yerlerde farklı biçimlerde ifade edilmesi normal karşılanan bir durumdur ve bir çelişki değildir.
Anlatılmak istenen muhteva aynı olduğu sürece ifadeler, kelimesi kelimesine söylenmeyebilir.
O halde, Kuran'da yer alan konuyla ilgili farklı ifade biçimleri bu minvalde değerlendirilebilir. mesela,
Kur'an'ı Mübin'de insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerde, insanın hammaddesi olarak su, (Enbiya- 30) çamur,
(En'am-2 Âraf- 12; Secde 17; Sâd- 71, 70; İsra- 61) toprak,( Necim- 32; Tâhâ- 55) çamur, tinin lézibin
( Saffat- 11) değişmiş cıvık balçık= hamain mesnun (Hicr- 26, 28, 33) çamur süzmesi= süleletin min tinin (Müminün- 12 )ateşte pişmiş gibi kuru çamur= salsalin kel fahhar
( Rahman- 14) gibi birbirinden farklı kavramlara rastlanmaktadır.
Halbuki bunlar aynı maddenin çeşitli şekillerde ifade edilmesinden başka bir şey değildir.
Sözlü kültür sahibine zengin bir konuşma alanı açar.
Yine Musa (a.s) ın âsasının yılana dönüşmesi Kur'an da farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Âsanın yılana dönüşmesi bir yerde "hayye" (Tâhâ- 20) bir yerde "su'ban"( Şuara- 32) başka bir yerde de "cân" (Kasas-31) olarak geçmektedir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Dolayısıyla çelişkili gibi görünen bu ifade biçimleri aynı muhtevanın farklı kelimelerle açıklanmasından başka bir şey değildir ve bu durum sözlü kültürün insanına yabancı değildir. Nitekim, Kur'an'ın muarızları tarafından Kur'an'a gölge düşürmek veya onda çelişkili ifadeler olduğunu ispat etmek için bu ifadelerin delil olarak öne sürüldüğüne dair bir haber gelmemiştir.
Özet olarak Kur'an'ın sözlü kültür ortamında yaşayan insanlara konuşma dilinin özelliklerine göre indirilmiş bir vahiy olup, yazı dilinin konuları sistematik bir şekilde ele alan bir kitap asla değildir.
(14. YAZI)
Kuran'ın kitap haline getirilmesi, Müslümanların onu anlamaları üzerinde olumlu hiçbir bir tesir meydana getirmemiştir.
Allah Resulü (a.s)dan üç asır sonra derlenen uydurma rivayetler bile inananların itikadi ve ameli hayatlarında Allah'ın mesajından daha etkili olmuşlardır.
Bugün dahi normal kitap formuna sokulan ve sıradan bir kitap haline getiren Kur'an'ın kütüphanelerde,
bilgisayarlarda, cep telefonlarında kısaca her yerde olmasına rağmen, yine de çok az sayıdaki vahiy ehli muvahhidin sinesinde gerçek anlamda muhafaza edilmektedir.
Yani Kur'an'ın iki kapak arasına alınması onun gücünü sınırlamaktan başka bir işe yaramamıştır.
Dolayısıyla Allah tarafından tezekkür, tedebbür, taakkul, tefekkür edilmek için indirilen vahiy okuyucu için kaleme alınan yazılı bir metin haline gelmemeliydi.
Bu açıdan bakıldığında ilahi mesajlara metin- kitap denmesi geleneksel olarak yazıya aktarılmış olmalarından dolayı olsa da terimlerin tam anlamıyla metin oldukları söylenemez.
Bir zamanlar kayda geçirilmiş olmaları ve elimizde yazılı bir kitap
(mushaf) olarak tutuyor olmamız onları tam anlamıyla metin saymamız için kesinlikle yeterli değildir.
Yine sözlü kültürlerde bir ifadenin veya kelimenin farklı yerlerde farklı biçimlerde ifade edilmesi normal karşılanan bir durumdur ve bir çelişki değildir.
Anlatılmak istenen muhteva aynı olduğu sürece ifadeler, kelimesi kelimesine söylenmeyebilir.
O halde, Kuran'da yer alan konuyla ilgili farklı ifade biçimleri bu minvalde değerlendirilebilir. mesela,
Kur'an'ı Mübin'de insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerde, insanın hammaddesi olarak su, (Enbiya- 30) çamur,
(En'am-2 Âraf- 12; Secde 17; Sâd- 71, 70; İsra- 61) toprak,( Necim- 32; Tâhâ- 55) çamur, tinin lézibin
( Saffat- 11) değişmiş cıvık balçık= hamain mesnun (Hicr- 26, 28, 33) çamur süzmesi= süleletin min tinin (Müminün- 12 )ateşte pişmiş gibi kuru çamur= salsalin kel fahhar
( Rahman- 14) gibi birbirinden farklı kavramlara rastlanmaktadır.
Halbuki bunlar aynı maddenin çeşitli şekillerde ifade edilmesinden başka bir şey değildir.
Sözlü kültür sahibine zengin bir konuşma alanı açar.
Yine Musa (a.s) ın âsasının yılana dönüşmesi Kur'an da farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Âsanın yılana dönüşmesi bir yerde "hayye" (Tâhâ- 20) bir yerde "su'ban"( Şuara- 32) başka bir yerde de "cân" (Kasas-31) olarak geçmektedir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Dolayısıyla çelişkili gibi görünen bu ifade biçimleri aynı muhtevanın farklı kelimelerle açıklanmasından başka bir şey değildir ve bu durum sözlü kültürün insanına yabancı değildir. Nitekim, Kur'an'ın muarızları tarafından Kur'an'a gölge düşürmek veya onda çelişkili ifadeler olduğunu ispat etmek için bu ifadelerin delil olarak öne sürüldüğüne dair bir haber gelmemiştir.
Özet olarak Kur'an'ın sözlü kültür ortamında yaşayan insanlara konuşma dilinin özelliklerine göre indirilmiş bir vahiy olup, yazı dilinin konuları sistematik bir şekilde ele alan bir kitap asla değildir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(13. YAZI)
Bilindiği gibi, yazı, işitmenin değil, görmenin dilidir. Bu yüzden, yazı, tüm gücüyle kelimeleri görsellik boyutuna hapseder.
Yazılı dil, seslerin resmini çizer ve uzayda çizgiseldir.
Sözlü dil ise, fonetiktir ve zamanda çizgiseldir.
Yazılı söz, sabitleşmiş- sabitleştirilmiş sözdür. Kulak düzeninden göz düzenine geçen dilin bir parçası olup, hiç bir diyalog içermez.
Yazılı söz, sürekli tekrarlanan ve aynı olan sözdür.
Oysa işitilen söz böyle değildir.
Zira, sizinle konuşan kişiden ona söylediklerinizi tekrarlamasını isteyin farklı şeyler söyleyecektir.
Ancak, yazı ve yazımda sonsuza kadar tekrar süreci vardır.
Bu süreç diyaloğu imkansızlaştırır.
Zira, söz artık kendisi olmaktan çıkmış, başka bir dünyaya dönüşmüştür.
Yazılı söz, aracıdır; yazı ve kayıt dünyasının böylesine belirsiz ve çok anlamlı olmasının nedeni budur.
Söz yazıya geçirildiğinde, hakikat artık birisi tarafından söylenildiği zamanki etkisini kaybeder.
Dahası hakikat, kendi kendilerine hiçbir anlam ifade etmeyen vizusel göstergelere indirgenir. Söz yazıldığında; soyut, güvenilir tartışma aracına dönüşür.
Yazı işitmeyi görmeyle değiştirir ve sözlerin esrarlı hâlesi ve yankılarıyla birlikte kişinin anlama tarzını bir metni anlamaya dönüştürür.
(Jacgues Ellul. Sözün düşüşü. Çev-Husamettin Arslan. İstanbul. 1998. S. 62-64)
Aslında doğal olarak, sesli ortamında kelime, gerçek ve var olan şimdinin parçasıdır.
Hitap ve söz, gerçek hayatta yaşayan bir insan tarafından kendisi gibi gerçek olarak yaşayan bir insan ve insan topluluğuna belli bir zamanda ve her zaman kelimelerden fazla şeyler de içeren gerçek bir ortamda aktarılır.
Hitap yani söz, her zaman sözel olmaktan öte özellikler taşıyan bir durumu değişime uğratır.
Dünyayı olumlu veya olumsuz olarak değişime hazırlayan ölü metinler değil, sözün gücüne sahip olanlardır.
Söz, hiçbir zaman tek başına, sadece kelimelerden oluşan bir bağlamda ortaya çıkmaz.
Yazın metninde ise kelimeler yalnızdır.
En önemlisi, metni birleştirirken, bir şeyi kaleme alırken, bunu meydana getiren katip de yalnızdır.
Yani yazı yazmak, yalnız başınalık taşıyan bir eylemdir.
Bir eserin metninde var olan bir kelime bütün ses özelliklerinden ve cazibelerinden mahrumdur.
Fakat hitap ederken kelimeler vurgulanır, hatibin sesinden, canlı, heyecanlı, sakin, kızgın ve mutlu olduğunu anlayabiliriz.
Hiç bir zaman, hiç bir kaynak sözün gücü gibi toplumları harekete geçiremez.
Yüce Allah'ın beşer Resul göndermesinin sebebi budur. Vahiy hiçbir zaman onu dillendiren beşer Resul kadar insanların duyguları üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olamaz.
Mesajı ileten kişi hiçbir kelimeyi vurgusuz olarak dile getirmez.
Hatip ilâhi kaynağa canlılık ve dinamizm kazandıran bir özelliğe sahiptir.
Yazılı bir eserde yazım işaretleri, metin tonunu asgari ölçüde yönlendirir
Örneğin soru işareti veya virgülle ses biraz yükseltilir.
Halbuki dilden çıkan sözün müthiş bir yayılma kabiliyeti ve gücü mevcuttur.
Burada bir örnek vermek gerekirse, kaliteli herhangi bir filmin senaryosunu hiç kimse bir defadan fazla okuyamaz, fakat filmini onlarca kez seyredebilir.
Çünkü filmde sözün gücü var, mizah, hareket, canlılık, duygusallık ve heyecan daha fazla yaşatır.
Şimdi bir kez daha belirtmek gerekir ki, Allah'ın mesajı bilinen anlamda bir "kitap" değil, gerçek manada bir kelamdır.
Çünkü Kur'an, bir söz olarak islam davetinin başlangıcı ile aynı anda nazil olmaya başladı.
Ve bu iniş süreci yaklaşık 23 yıl sürdü.
Yani Kur'an'ı Mübin çeşitli bölümleri, islam davetinin çeşitli merhalelerinde ihtiyaçlara ve sorunlara göre vahyedilen ilâhi bir söz ve Rahmâni bir hitaptır.
Kur'an'ın yüzlerce yerinde var olan "söyle, konuş, de, oku, uyar, davet et vs. kelimelerine karşılık bir tane dahi "yaz,yazdır, yazın" kelimesine rastlanmaz.
Bu nedenle, Kur'an'ın masa başında kaleme alınmış bir eserin özelliğine sahip olarak karşılanması son derece hatalıdır.
Allah'ın mesajının tebliğ edilmesinden sorumlu tutulan son Nebi olan Muhammed ( a.s) ın hem akla hem inanca ve hemde duygulara hitap etmek durumundaydı.
Son Nebi risalet görevi sırasında farklı zihin yapısına sahip birçok insanla diyaloğa geçmek zorundaydı.
Böyle bir kimse, son derece önemli olan bir mesajı yaymak ve bir mücadeleye öncülük etmek için insanlara mesajın farklı yönlerini sunmak ve düşmanlarının çok katı olan inançlarına karşı koymak için duygularını da uyandırmak durumdaydı.
İşte bu yüzden vahiy sözün gücüne dayanan ve söz ile tebliğ edilmesi gereken ilâhi bir kelam ve ilâhi bir hitaptır.
Dolayısıyla yüce Allah Kur'an'ın dillerde ve gönüllerde canlı bir söz ve dinamik bir hitap olarak taşınmasını murat etmiştir.
"Hayır, O ( Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder"
(Ankebut- 49)
Yazılı bir metin olarak Kur'an evlerde, kütüphanelerde, bilgisayarlarda olmasına rağmen, neden insanlar onu dillendirecek bir sese, bir sözcüye, bir hatibe, bir gönüllüye, bağlam ve bütünlüğünü bilen birisine müracaat etme ve sorma ihtiyacını duyarlar?
Aslında Arapça diline az vakıf olan biri Kur'an uslubunun bir "kitap" ve metin değil, bir söz, bir hadis, bir dâvet, bir sesleniş, bir nida, karşılıklı etkileşim, canlı bir konuşma, dinamik bir diyalog formatında olduğunu hemen anlayacaktır.
(13. YAZI)
Bilindiği gibi, yazı, işitmenin değil, görmenin dilidir. Bu yüzden, yazı, tüm gücüyle kelimeleri görsellik boyutuna hapseder.
Yazılı dil, seslerin resmini çizer ve uzayda çizgiseldir.
Sözlü dil ise, fonetiktir ve zamanda çizgiseldir.
Yazılı söz, sabitleşmiş- sabitleştirilmiş sözdür. Kulak düzeninden göz düzenine geçen dilin bir parçası olup, hiç bir diyalog içermez.
Yazılı söz, sürekli tekrarlanan ve aynı olan sözdür.
Oysa işitilen söz böyle değildir.
Zira, sizinle konuşan kişiden ona söylediklerinizi tekrarlamasını isteyin farklı şeyler söyleyecektir.
Ancak, yazı ve yazımda sonsuza kadar tekrar süreci vardır.
Bu süreç diyaloğu imkansızlaştırır.
Zira, söz artık kendisi olmaktan çıkmış, başka bir dünyaya dönüşmüştür.
Yazılı söz, aracıdır; yazı ve kayıt dünyasının böylesine belirsiz ve çok anlamlı olmasının nedeni budur.
Söz yazıya geçirildiğinde, hakikat artık birisi tarafından söylenildiği zamanki etkisini kaybeder.
Dahası hakikat, kendi kendilerine hiçbir anlam ifade etmeyen vizusel göstergelere indirgenir. Söz yazıldığında; soyut, güvenilir tartışma aracına dönüşür.
Yazı işitmeyi görmeyle değiştirir ve sözlerin esrarlı hâlesi ve yankılarıyla birlikte kişinin anlama tarzını bir metni anlamaya dönüştürür.
(Jacgues Ellul. Sözün düşüşü. Çev-Husamettin Arslan. İstanbul. 1998. S. 62-64)
Aslında doğal olarak, sesli ortamında kelime, gerçek ve var olan şimdinin parçasıdır.
Hitap ve söz, gerçek hayatta yaşayan bir insan tarafından kendisi gibi gerçek olarak yaşayan bir insan ve insan topluluğuna belli bir zamanda ve her zaman kelimelerden fazla şeyler de içeren gerçek bir ortamda aktarılır.
Hitap yani söz, her zaman sözel olmaktan öte özellikler taşıyan bir durumu değişime uğratır.
Dünyayı olumlu veya olumsuz olarak değişime hazırlayan ölü metinler değil, sözün gücüne sahip olanlardır.
Söz, hiçbir zaman tek başına, sadece kelimelerden oluşan bir bağlamda ortaya çıkmaz.
Yazın metninde ise kelimeler yalnızdır.
En önemlisi, metni birleştirirken, bir şeyi kaleme alırken, bunu meydana getiren katip de yalnızdır.
Yani yazı yazmak, yalnız başınalık taşıyan bir eylemdir.
Bir eserin metninde var olan bir kelime bütün ses özelliklerinden ve cazibelerinden mahrumdur.
Fakat hitap ederken kelimeler vurgulanır, hatibin sesinden, canlı, heyecanlı, sakin, kızgın ve mutlu olduğunu anlayabiliriz.
Hiç bir zaman, hiç bir kaynak sözün gücü gibi toplumları harekete geçiremez.
Yüce Allah'ın beşer Resul göndermesinin sebebi budur. Vahiy hiçbir zaman onu dillendiren beşer Resul kadar insanların duyguları üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olamaz.
Mesajı ileten kişi hiçbir kelimeyi vurgusuz olarak dile getirmez.
Hatip ilâhi kaynağa canlılık ve dinamizm kazandıran bir özelliğe sahiptir.
Yazılı bir eserde yazım işaretleri, metin tonunu asgari ölçüde yönlendirir
Örneğin soru işareti veya virgülle ses biraz yükseltilir.
Halbuki dilden çıkan sözün müthiş bir yayılma kabiliyeti ve gücü mevcuttur.
Burada bir örnek vermek gerekirse, kaliteli herhangi bir filmin senaryosunu hiç kimse bir defadan fazla okuyamaz, fakat filmini onlarca kez seyredebilir.
Çünkü filmde sözün gücü var, mizah, hareket, canlılık, duygusallık ve heyecan daha fazla yaşatır.
Şimdi bir kez daha belirtmek gerekir ki, Allah'ın mesajı bilinen anlamda bir "kitap" değil, gerçek manada bir kelamdır.
Çünkü Kur'an, bir söz olarak islam davetinin başlangıcı ile aynı anda nazil olmaya başladı.
Ve bu iniş süreci yaklaşık 23 yıl sürdü.
Yani Kur'an'ı Mübin çeşitli bölümleri, islam davetinin çeşitli merhalelerinde ihtiyaçlara ve sorunlara göre vahyedilen ilâhi bir söz ve Rahmâni bir hitaptır.
Kur'an'ın yüzlerce yerinde var olan "söyle, konuş, de, oku, uyar, davet et vs. kelimelerine karşılık bir tane dahi "yaz,yazdır, yazın" kelimesine rastlanmaz.
Bu nedenle, Kur'an'ın masa başında kaleme alınmış bir eserin özelliğine sahip olarak karşılanması son derece hatalıdır.
Allah'ın mesajının tebliğ edilmesinden sorumlu tutulan son Nebi olan Muhammed ( a.s) ın hem akla hem inanca ve hemde duygulara hitap etmek durumundaydı.
Son Nebi risalet görevi sırasında farklı zihin yapısına sahip birçok insanla diyaloğa geçmek zorundaydı.
Böyle bir kimse, son derece önemli olan bir mesajı yaymak ve bir mücadeleye öncülük etmek için insanlara mesajın farklı yönlerini sunmak ve düşmanlarının çok katı olan inançlarına karşı koymak için duygularını da uyandırmak durumdaydı.
İşte bu yüzden vahiy sözün gücüne dayanan ve söz ile tebliğ edilmesi gereken ilâhi bir kelam ve ilâhi bir hitaptır.
Dolayısıyla yüce Allah Kur'an'ın dillerde ve gönüllerde canlı bir söz ve dinamik bir hitap olarak taşınmasını murat etmiştir.
"Hayır, O ( Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder"
(Ankebut- 49)
Yazılı bir metin olarak Kur'an evlerde, kütüphanelerde, bilgisayarlarda olmasına rağmen, neden insanlar onu dillendirecek bir sese, bir sözcüye, bir hatibe, bir gönüllüye, bağlam ve bütünlüğünü bilen birisine müracaat etme ve sorma ihtiyacını duyarlar?
Aslında Arapça diline az vakıf olan biri Kur'an uslubunun bir "kitap" ve metin değil, bir söz, bir hadis, bir dâvet, bir sesleniş, bir nida, karşılıklı etkileşim, canlı bir konuşma, dinamik bir diyalog formatında olduğunu hemen anlayacaktır.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(17. YAZI)
Bütün konularda değil, ama birçok konuda Kur'an'ı karmaşık yapıya sahip bir makineye benzeyebiliriz.
Makinenin her bir parçası kendi içinde ve diğer parçalarla olan bağlantıları doğru bir şekilde kurulmayacak olursa sağlıklı ve düzenli çalışmayacağı gibi son derece korkunç zararlar verecektir.
Bir nesne ne kadar yüksek bir mesafeden düşerse parçalanma ve dağılma da o derece şiddetli olacaktır.
Son derece şifalı, faydalı, temiz ve saf olan bir madde bozulduğu andan itibaren son derece zehirli ve ölümcül olacaktır.
Aynen bunun gibi,
mesela, Kur'an'ı iyi bilen, yani onunla arkadaşlık ve dostluk kurabilen bir kişi, ahirette Allah'ın şefaatinden ve kendi amelinden başka hiç bir şefaatin olmadığının bilincinde ve şuurunda olur.
Fakat Kur'an'ı hakkıyla okumayan kimse Allah'ın yanında ve berisinde birçok şefaatçilere iman edecektir.
Hem de Kur'an'ın bir çok âyetini kaynak göstererek bu açık küfür ve şirk zulmünu irtikap edecektir.
Hatim yapma veya sevap kazanma kastıyla Kur'an'ın metnini okuyan kimse onu anlamaktan çok uzak bir mesafeye savrulmuş olacaktır.
"Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetlerinin okunması onların imanını artırır..."
( Enfal- 2 )
"Elçiye indirileni işittiklerinde, tanıdıkları hakikaten dolayı onların gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün..."
( Maide- 83)
"Eğer bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusundan baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..."
(Haşr-21)
Dolayısıyla Kur'an'ı herhangi bir metni okur gibi okuyamayız.
Acaba iman eden bir kişinin kitaptan kalbinin ürpermesi, gönlünün yatışması gibi içsel hadiseler ne anlama gelir?
Her türden kitapla böyle iletişime geçmek mümkün müdür?
Emerson'un kutsal kitaplar yani Allah tarafından indirilen vahiy'ler hakkındaki şu sözleri, bu sorulara açıklık getirir mahiyettedir.
"Kutsal kitapların anlamları ne dille ne de dudakla alınıp verilmeli, yanağın kırmızısında ve yüreğin çırpıntısında ses bulmalıdır.
"İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilen (Yahudi ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
(Hadid-16)
Hakikatle kurulan bu duygusal yön, kutsal kitapları diğer metinlerden ayıran önemli bir yöndür.
Eğer bir kişi bu yoğun iletişimi doğru kuramazsa, Allah mesajının ona iletecek bir şeyi de olmayacaktır.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
( Kehf-57)
"Eğer bu Kur'an ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış, yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı inkarcılar yine de inanmazlardı"
( Ra'd- 31; Kehf-101)
Özetle şunu söyleyebiliriz ki, Kur'an söz konusu olduğunda her okuyanın iletilen gerçek anlamı yakalayabilmesi gibi bir şey söz konusu değildir.
Kur'an bilgi- kültür attırmak, daha fazla bilgilenmiş olmak, estetik bir malzeme, edebiyatta kullanma, teğanni ve zevk almak için değil, Allah'ın kişisel ve toplumsal konulardaki emrini elde etmek, daha ötede elde edilen bu anlamı "pratiğe koymak" yani "onu yaşamak" için okunmalıdır.
Kur'an, her şeyden çok hayırlara sevk edici, hayat bahşeden, dinamik ve canlı bir organizma olarak algılanmalıdır.
Özetle iman eden kişinin Kur'an okuması
"Ne yapmalıyım?
Nasıl bir ahlaka sahip olmalıyım? sorusu eşliğinde cereyan eder.
Oysa bu tasavvur ve anlayış, Şia ve Ehli Sünnet din adamları indinde unutulmuş ve kendilerine yabancılaşmış bir tasavvurdur.
(17. YAZI)
Bütün konularda değil, ama birçok konuda Kur'an'ı karmaşık yapıya sahip bir makineye benzeyebiliriz.
Makinenin her bir parçası kendi içinde ve diğer parçalarla olan bağlantıları doğru bir şekilde kurulmayacak olursa sağlıklı ve düzenli çalışmayacağı gibi son derece korkunç zararlar verecektir.
Bir nesne ne kadar yüksek bir mesafeden düşerse parçalanma ve dağılma da o derece şiddetli olacaktır.
Son derece şifalı, faydalı, temiz ve saf olan bir madde bozulduğu andan itibaren son derece zehirli ve ölümcül olacaktır.
Aynen bunun gibi,
mesela, Kur'an'ı iyi bilen, yani onunla arkadaşlık ve dostluk kurabilen bir kişi, ahirette Allah'ın şefaatinden ve kendi amelinden başka hiç bir şefaatin olmadığının bilincinde ve şuurunda olur.
Fakat Kur'an'ı hakkıyla okumayan kimse Allah'ın yanında ve berisinde birçok şefaatçilere iman edecektir.
Hem de Kur'an'ın bir çok âyetini kaynak göstererek bu açık küfür ve şirk zulmünu irtikap edecektir.
Hatim yapma veya sevap kazanma kastıyla Kur'an'ın metnini okuyan kimse onu anlamaktan çok uzak bir mesafeye savrulmuş olacaktır.
"Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetlerinin okunması onların imanını artırır..."
( Enfal- 2 )
"Elçiye indirileni işittiklerinde, tanıdıkları hakikaten dolayı onların gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün..."
( Maide- 83)
"Eğer bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusundan baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..."
(Haşr-21)
Dolayısıyla Kur'an'ı herhangi bir metni okur gibi okuyamayız.
Acaba iman eden bir kişinin kitaptan kalbinin ürpermesi, gönlünün yatışması gibi içsel hadiseler ne anlama gelir?
Her türden kitapla böyle iletişime geçmek mümkün müdür?
Emerson'un kutsal kitaplar yani Allah tarafından indirilen vahiy'ler hakkındaki şu sözleri, bu sorulara açıklık getirir mahiyettedir.
"Kutsal kitapların anlamları ne dille ne de dudakla alınıp verilmeli, yanağın kırmızısında ve yüreğin çırpıntısında ses bulmalıdır.
"İman edenlerin Allah'ı anma ve ondan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilen (Yahudi ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
(Hadid-16)
Hakikatle kurulan bu duygusal yön, kutsal kitapları diğer metinlerden ayıran önemli bir yöndür.
Eğer bir kişi bu yoğun iletişimi doğru kuramazsa, Allah mesajının ona iletecek bir şeyi de olmayacaktır.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
( Kehf-57)
"Eğer bu Kur'an ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış, yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı inkarcılar yine de inanmazlardı"
( Ra'd- 31; Kehf-101)
Özetle şunu söyleyebiliriz ki, Kur'an söz konusu olduğunda her okuyanın iletilen gerçek anlamı yakalayabilmesi gibi bir şey söz konusu değildir.
Kur'an bilgi- kültür attırmak, daha fazla bilgilenmiş olmak, estetik bir malzeme, edebiyatta kullanma, teğanni ve zevk almak için değil, Allah'ın kişisel ve toplumsal konulardaki emrini elde etmek, daha ötede elde edilen bu anlamı "pratiğe koymak" yani "onu yaşamak" için okunmalıdır.
Kur'an, her şeyden çok hayırlara sevk edici, hayat bahşeden, dinamik ve canlı bir organizma olarak algılanmalıdır.
Özetle iman eden kişinin Kur'an okuması
"Ne yapmalıyım?
Nasıl bir ahlaka sahip olmalıyım? sorusu eşliğinde cereyan eder.
Oysa bu tasavvur ve anlayış, Şia ve Ehli Sünnet din adamları indinde unutulmuş ve kendilerine yabancılaşmış bir tasavvurdur.
22 Mayıs 2019 Çarşamba
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(12. YAZI)
Allah kelâmının iki kapak arasına getirilmesinin gerekli olduğunu savunanların dayandıkları tek argüman onun kaybolma ihtimaldir.
Yani Kur'an'ı Mübin muhafaza altına alınarak korunmuştur.
Fakat Hicri 3. asırdan itibaren yazılıp toplanmaya çalışılan rivayetlerin kaybolma, değişme, uydurulma, Nebi (as) adına iftira edilme ihtimalini de kabul etmezler.
Halbuki vahyin Allah'ın koruması altında olduğunu da bilirler.
Bilindiği gibi Kur'an, vahyin sözcüsü olan Allah Resulü'nün kalbine Arapça bir söz olarak vahyedilmiştir.
Allah Resulü (aleyhisselam) da bu sözü yine bir söz olarak muhataplarına dil ile beyan etmiştir.
Yani vahiy ile ilgili kullanılan bütün kavramlar dil ile duyurma anlamına gelmektedir.
MESELA, vahiy, zikir, beyan, tebliğ, kelam, kavl, dâvet, nida, hadis gibi kavramların hepsi dil ile ilan etme yani okuma anlamındadır.
Allah Resulü'nden sonraki İslam tarihi ile ilgili kaynaklardaki bilgiler, vahyin ilk muhatapları olan Arapların,
sözlü geleneğin hakim olduğu bir kültür dünyasında yaşayan insanlar olduklarını belgelemektedir.
Kur'an'da dönemin Arap toplumunu nitelemek için kullanılan "ümmiler" kelimesi de bir yönüyle aynı hakikatı ortaya koymaktadır.
Zira "ümmilik" kavramı, İlâhi vahye muhatap olmayan bir toplumu ifade ettiği kadar semantik açıdan okuma- yazmanın gerekli kıldığı alışkanlıklara sahip olmamayı da ihtiva eder.
Kısaca "yazıya karşı ilgisizlik" şeklinde tarif edebileceğimiz bu sosyal gerçeği domine eden başlıca faktör, vahyin nüzul dönemi Arap toplumunda sözlü kültürün hayata hakim olmasıdır.
Bu kültürün en temel karakteristiği, yazma eylemine ancak zorunlu olduğu durumlarda ve gerektiği ölçüde başvurma şeklinde tezahür eder.
Yani yazı karşıtı tutumdur.
( İbni Abdilberre (ö. 463- 1071)
göre, bu yazı karşıtı tutum Arap toplumunun doğasında yer edip Araplar, doğuştan ezber yapmaya yatkın insanlardır.
( Ebu Yusuf İbni Abdilberr. Câmi-u beyanil-ilm ve fadlihi. Beyrut 2000. s. 97- 98 )
"Arapların çoğu yazı yazmayı hoş karşılamazlardı"
( Ebu Bekir Ebubekir Celaleddin Abdurrahman es- Suyuti Tedribu'r Râvi, Beyrut-1979.1-88)
Bu noktada, yazıya güvenmenin hafızayı zayıf düşüreceğine ve bilginin ehliyetsiz İnsanların eline geçeceğine ilişkin endişelerin de İslam'ın ilk dönemlerindeki yazı karşıtı tutumu besleyen faktörler arasında yer aldığını zikretmek gerekir.
el- Hatib el-Bağdadi nin (ö. 463- 1070) ifadesiyle, geçmiş dönem alimlerinden herhangi biri, vefat edeceği zaman kitaplarını ya kendisi imha eder veya imha edilmesi için vasiyette bulunurdu.
Muhtemelen bunu, kitaplarının, bilgisel açıdan ehliyetsiz insanların eline geçmesi ve bu insanların söz konusu kitaplardaki tüm bilgileri zahirine hamletmeleri veya ilave ve çıkarmada bulunmaları ve bu türden tasarrufların sonuçta eserin gerçek müellifine nisbet edilmesi endişesiyle yaparlardı.
Kur'an'ın bir söz olarak vahyedilip Allah Resulü tarafından yazısız bir topluma dil ile bir hitap olarak iletilmesi, ister istemez yazılı metin ile sözlü metin arasında ne tür bir farklılık olduğu meselesini gündeme getirmektedir.
Zira bu farkın ortaya çıkarılması bir bakıma Kur'an'ın otantik formunun sağlıklı olarak kavranması, dolayısıyla onun daha doğru anlaşılması demektir.
(12. YAZI)
Allah kelâmının iki kapak arasına getirilmesinin gerekli olduğunu savunanların dayandıkları tek argüman onun kaybolma ihtimaldir.
Yani Kur'an'ı Mübin muhafaza altına alınarak korunmuştur.
Fakat Hicri 3. asırdan itibaren yazılıp toplanmaya çalışılan rivayetlerin kaybolma, değişme, uydurulma, Nebi (as) adına iftira edilme ihtimalini de kabul etmezler.
Halbuki vahyin Allah'ın koruması altında olduğunu da bilirler.
Bilindiği gibi Kur'an, vahyin sözcüsü olan Allah Resulü'nün kalbine Arapça bir söz olarak vahyedilmiştir.
Allah Resulü (aleyhisselam) da bu sözü yine bir söz olarak muhataplarına dil ile beyan etmiştir.
Yani vahiy ile ilgili kullanılan bütün kavramlar dil ile duyurma anlamına gelmektedir.
MESELA, vahiy, zikir, beyan, tebliğ, kelam, kavl, dâvet, nida, hadis gibi kavramların hepsi dil ile ilan etme yani okuma anlamındadır.
Allah Resulü'nden sonraki İslam tarihi ile ilgili kaynaklardaki bilgiler, vahyin ilk muhatapları olan Arapların,
sözlü geleneğin hakim olduğu bir kültür dünyasında yaşayan insanlar olduklarını belgelemektedir.
Kur'an'da dönemin Arap toplumunu nitelemek için kullanılan "ümmiler" kelimesi de bir yönüyle aynı hakikatı ortaya koymaktadır.
Zira "ümmilik" kavramı, İlâhi vahye muhatap olmayan bir toplumu ifade ettiği kadar semantik açıdan okuma- yazmanın gerekli kıldığı alışkanlıklara sahip olmamayı da ihtiva eder.
Kısaca "yazıya karşı ilgisizlik" şeklinde tarif edebileceğimiz bu sosyal gerçeği domine eden başlıca faktör, vahyin nüzul dönemi Arap toplumunda sözlü kültürün hayata hakim olmasıdır.
Bu kültürün en temel karakteristiği, yazma eylemine ancak zorunlu olduğu durumlarda ve gerektiği ölçüde başvurma şeklinde tezahür eder.
Yani yazı karşıtı tutumdur.
( İbni Abdilberre (ö. 463- 1071)
göre, bu yazı karşıtı tutum Arap toplumunun doğasında yer edip Araplar, doğuştan ezber yapmaya yatkın insanlardır.
( Ebu Yusuf İbni Abdilberr. Câmi-u beyanil-ilm ve fadlihi. Beyrut 2000. s. 97- 98 )
"Arapların çoğu yazı yazmayı hoş karşılamazlardı"
( Ebu Bekir Ebubekir Celaleddin Abdurrahman es- Suyuti Tedribu'r Râvi, Beyrut-1979.1-88)
Bu noktada, yazıya güvenmenin hafızayı zayıf düşüreceğine ve bilginin ehliyetsiz İnsanların eline geçeceğine ilişkin endişelerin de İslam'ın ilk dönemlerindeki yazı karşıtı tutumu besleyen faktörler arasında yer aldığını zikretmek gerekir.
el- Hatib el-Bağdadi nin (ö. 463- 1070) ifadesiyle, geçmiş dönem alimlerinden herhangi biri, vefat edeceği zaman kitaplarını ya kendisi imha eder veya imha edilmesi için vasiyette bulunurdu.
Muhtemelen bunu, kitaplarının, bilgisel açıdan ehliyetsiz insanların eline geçmesi ve bu insanların söz konusu kitaplardaki tüm bilgileri zahirine hamletmeleri veya ilave ve çıkarmada bulunmaları ve bu türden tasarrufların sonuçta eserin gerçek müellifine nisbet edilmesi endişesiyle yaparlardı.
Kur'an'ın bir söz olarak vahyedilip Allah Resulü tarafından yazısız bir topluma dil ile bir hitap olarak iletilmesi, ister istemez yazılı metin ile sözlü metin arasında ne tür bir farklılık olduğu meselesini gündeme getirmektedir.
Zira bu farkın ortaya çıkarılması bir bakıma Kur'an'ın otantik formunun sağlıklı olarak kavranması, dolayısıyla onun daha doğru anlaşılması demektir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(10. YAZI)
Kur'an'ı okuyan kişi onun, imanla, ahlaki direktiflerle ilgili bilgiler verdiğini, uyarılarda bulunduğunu, müjdeler verdiğini, onda tehditler olduğunu görür.
Ancak, aynı konu farklı şekillerde birçok yerde tekrar edilir ve görünürde hiç ilgisi olmayan bir konu diğerini takip eder.
Bazen görünür hiçbir sebep yokken bir konunun ortasından başka bir konu devreye girer.
Konuya yazılı kültür- sözlü kültür açısından yaklaşmanın yanı sıra "yazı dili" ve "konuşma dili" açısından da yaklaşılabilir.
Kur'an'ın yazı dilinin özelliklerini mi yoksa konuşma dilinin özelliklerini mi içerisinde barındırdığının tespit edilmesi vahyin daha iyi anlaşılması için önemlidir.
O halde yazı dili ile konuşma dilinin özelliklerini ortaya koymaya çalışalım.
Yazı dili (metin) anlatacağı şeyi başından sonuna kadar okuyucu için tasarlanan bir yazıyı gerektirir.
Yazar, yazı dilinin sınırları ve imkânları çerçevesinde yüzyüze bulunmadığı okuyucuya yazı aracılığıyla hitap etmektedir.
Bu nedenle yazarın hitap ettiği topluluk her zaman hayalidir.
Konuşma dili (söz) ise bir konuşan bir de kendisine konuşulan muhatap ve bir konuşma ortamı gerektirir.
Konuşan kişi konuşurken belli başlı eylemleri yerine getirmeyi amaçlar ve bu amaca bağlı olarak söylediği söz, sorma, bildirme, açıklama, betimleme, buyurma, duyurma, dikkat çekme, hayret ettirme vb. fiili, canlı ve dinamik bir eyleme dönüşür.
Sözün sahibinin amacı salt bilgi verme olabileceği gibi muhatabını sinirlendirme,yönlendirme, teşvik etme, inandırma, eğitme, sevindirme, teselli etme, korkutma, haber verme gibi birçok faaliyeti ve fonksiyonu içinde barındırır.
Metin, yazarın amacının gerçekleşip gerçekleşmediğini görmediği sadece bir bilgi ortamıdır.
Dolayısıyla metinde tekrar yapılmaz.
Ama konuşma, metnin tam tersine konuşmacıya ilmi, hitabeti, güzel ahlakı, kabiliyeti ve etkileme gücüne göre bir çok imkanı tanır.
Bu durumda konuşmacı duruma göre sözünü tekrar edebilir ve istediği şekilde formüle edebilir.
Yazı dili daha ölçülü ve çok kurallıdır.
Konuşma dili ise yazı diline oranla daha hızlı, etkili, özgür bir değişim ve gelişim içindedir.
Bu değişmede kısa anlatım, çeşitli vurgulama biçimleri, duygusal ve mimik hareketler gibi ruhsal nedenlerin yanında hitabetten ileri gelen etkenlerin ve vücut dilinin payı da çok önemlidir.
Bir konuşmacının konuşma esnasında muhataplarına maksadını dile getirme biçimiyle bir makale veya roman yazarının maksadını dile getirme biçimi birbirinden farklı teknikler kullanmayı gerektirir.
Bir makale veya roman yazarı metnini düzgün cümlelerle, noktalama işaretlerine dikkat ederek belli bir plan dahilinde ve bir bütünlük arzedecek şekilde ortaya koyar.
Oysa konuşmacı konuşma esnasında konudan konuya geçebilir ve tekrar yapabilir.
Zira insan düşüncesinin sürekliliğe ihtiyacı vardır.
Yani belli bir konunun insan zihninin dışında seyreden bir süreklilik çizgisi vardır.
Okumakta olduğumuz metnin bağlamını dikkatsizlik sonucu kaçırır, karıştırır veya unutursak metnin başına dönüp konuşmayı tekrarlayabiliriz.
Fakat konuşma esnasında söz ağızdan çıkarken yokluğa karışır ve geriye dönmek mümkün olmaz.
Bu nedenle tekrarlar dinleyicinin dikkatini çekmek ve unutabilecek şeyleri hatırlatmak için gereklidir.
Bu açıdan bakıldığında, Kur'an'ı Mübin'in, yazı dilinin özelliklerinden daha çok konuşma dilinin özelliklerini yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yani Kur'an, sanıldığı gibi asla kitap formatına sahip değildir.
İşte bundan dolayı Allah Resulü kalbine indirilen vahyi hiçbir zaman bir metin (kitap) haline getirmeyi düşünmediği gibi, vasiyet de etmemiştir.
Kur'an'ın 23 yıllık bir zaman zarfında inmesi devamlı muhataplarıyla (Mümin- kafir- müşrik- Hristiyan- Yahudi- münafık)
diyalog halinde olması ve onlara cevap vermesi, sorulan soruları bizzat kendisi yanıtlaması, içerisinde bol tekrarların bulunması, dağınık konuları içinde barındırması gibi hususlar onun kurgulanmış bir metin- kitap olmasından ziyade bir "konuşma" ve "canlı- dinamik- söz- hitap- dâvet olduğunu göstermektedir.
Daha doğrusu Kur'an'ı Mübin tamamen, yazar ve okuyucudan oluşan yazı dilinin özellikleri değil, konuşan ve muhataptan oluşan konuşma dilinin özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu özelliklere sahip bulunan Allah kelâmının kitap haline getirilmesi, insanların onu anlama ve yaşama alanından uzaklaştırmış, akıl, gönül, zihin, idrak ve fikirlerden tecrit edip iki kapak arasına sıkıştırmış, duvara çakmış, işlevsiz bir kutsiyet, iş görmez ölü bir metin, tapınılacak bir kitap haline getirmiştir.
Hicri 3. asırda toplanmaya ve derlenmeye başlanan hadis mecmuaları bile içtihatlar vasıtasıyla insanların dini hayatları ve fikirleri üzerinde Kur'an'dan çok daha etkili olmuş ve insanların hayatlarını bu rivayetler şekillendirmiştir.
Günümüzde bile bu uydurma rivayet dini bütün ağırlığıyla Kur'an'ın önünde hayatiyetini devam ettirmektedir.
Bundan ötürü yazı kültürüne sahip olmayan Allah Resulü'nün arkadaşlarının Kur'an'ı iki kapak arasına almaları son derece şaşırtıcı bir gelişme olmuştur.
(10. YAZI)
Kur'an'ı okuyan kişi onun, imanla, ahlaki direktiflerle ilgili bilgiler verdiğini, uyarılarda bulunduğunu, müjdeler verdiğini, onda tehditler olduğunu görür.
Ancak, aynı konu farklı şekillerde birçok yerde tekrar edilir ve görünürde hiç ilgisi olmayan bir konu diğerini takip eder.
Bazen görünür hiçbir sebep yokken bir konunun ortasından başka bir konu devreye girer.
Konuya yazılı kültür- sözlü kültür açısından yaklaşmanın yanı sıra "yazı dili" ve "konuşma dili" açısından da yaklaşılabilir.
Kur'an'ın yazı dilinin özelliklerini mi yoksa konuşma dilinin özelliklerini mi içerisinde barındırdığının tespit edilmesi vahyin daha iyi anlaşılması için önemlidir.
O halde yazı dili ile konuşma dilinin özelliklerini ortaya koymaya çalışalım.
Yazı dili (metin) anlatacağı şeyi başından sonuna kadar okuyucu için tasarlanan bir yazıyı gerektirir.
Yazar, yazı dilinin sınırları ve imkânları çerçevesinde yüzyüze bulunmadığı okuyucuya yazı aracılığıyla hitap etmektedir.
Bu nedenle yazarın hitap ettiği topluluk her zaman hayalidir.
Konuşma dili (söz) ise bir konuşan bir de kendisine konuşulan muhatap ve bir konuşma ortamı gerektirir.
Konuşan kişi konuşurken belli başlı eylemleri yerine getirmeyi amaçlar ve bu amaca bağlı olarak söylediği söz, sorma, bildirme, açıklama, betimleme, buyurma, duyurma, dikkat çekme, hayret ettirme vb. fiili, canlı ve dinamik bir eyleme dönüşür.
Sözün sahibinin amacı salt bilgi verme olabileceği gibi muhatabını sinirlendirme,yönlendirme, teşvik etme, inandırma, eğitme, sevindirme, teselli etme, korkutma, haber verme gibi birçok faaliyeti ve fonksiyonu içinde barındırır.
Metin, yazarın amacının gerçekleşip gerçekleşmediğini görmediği sadece bir bilgi ortamıdır.
Dolayısıyla metinde tekrar yapılmaz.
Ama konuşma, metnin tam tersine konuşmacıya ilmi, hitabeti, güzel ahlakı, kabiliyeti ve etkileme gücüne göre bir çok imkanı tanır.
Bu durumda konuşmacı duruma göre sözünü tekrar edebilir ve istediği şekilde formüle edebilir.
Yazı dili daha ölçülü ve çok kurallıdır.
Konuşma dili ise yazı diline oranla daha hızlı, etkili, özgür bir değişim ve gelişim içindedir.
Bu değişmede kısa anlatım, çeşitli vurgulama biçimleri, duygusal ve mimik hareketler gibi ruhsal nedenlerin yanında hitabetten ileri gelen etkenlerin ve vücut dilinin payı da çok önemlidir.
Bir konuşmacının konuşma esnasında muhataplarına maksadını dile getirme biçimiyle bir makale veya roman yazarının maksadını dile getirme biçimi birbirinden farklı teknikler kullanmayı gerektirir.
Bir makale veya roman yazarı metnini düzgün cümlelerle, noktalama işaretlerine dikkat ederek belli bir plan dahilinde ve bir bütünlük arzedecek şekilde ortaya koyar.
Oysa konuşmacı konuşma esnasında konudan konuya geçebilir ve tekrar yapabilir.
Zira insan düşüncesinin sürekliliğe ihtiyacı vardır.
Yani belli bir konunun insan zihninin dışında seyreden bir süreklilik çizgisi vardır.
Okumakta olduğumuz metnin bağlamını dikkatsizlik sonucu kaçırır, karıştırır veya unutursak metnin başına dönüp konuşmayı tekrarlayabiliriz.
Fakat konuşma esnasında söz ağızdan çıkarken yokluğa karışır ve geriye dönmek mümkün olmaz.
Bu nedenle tekrarlar dinleyicinin dikkatini çekmek ve unutabilecek şeyleri hatırlatmak için gereklidir.
Bu açıdan bakıldığında, Kur'an'ı Mübin'in, yazı dilinin özelliklerinden daha çok konuşma dilinin özelliklerini yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yani Kur'an, sanıldığı gibi asla kitap formatına sahip değildir.
İşte bundan dolayı Allah Resulü kalbine indirilen vahyi hiçbir zaman bir metin (kitap) haline getirmeyi düşünmediği gibi, vasiyet de etmemiştir.
Kur'an'ın 23 yıllık bir zaman zarfında inmesi devamlı muhataplarıyla (Mümin- kafir- müşrik- Hristiyan- Yahudi- münafık)
diyalog halinde olması ve onlara cevap vermesi, sorulan soruları bizzat kendisi yanıtlaması, içerisinde bol tekrarların bulunması, dağınık konuları içinde barındırması gibi hususlar onun kurgulanmış bir metin- kitap olmasından ziyade bir "konuşma" ve "canlı- dinamik- söz- hitap- dâvet olduğunu göstermektedir.
Daha doğrusu Kur'an'ı Mübin tamamen, yazar ve okuyucudan oluşan yazı dilinin özellikleri değil, konuşan ve muhataptan oluşan konuşma dilinin özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu özelliklere sahip bulunan Allah kelâmının kitap haline getirilmesi, insanların onu anlama ve yaşama alanından uzaklaştırmış, akıl, gönül, zihin, idrak ve fikirlerden tecrit edip iki kapak arasına sıkıştırmış, duvara çakmış, işlevsiz bir kutsiyet, iş görmez ölü bir metin, tapınılacak bir kitap haline getirmiştir.
Hicri 3. asırda toplanmaya ve derlenmeye başlanan hadis mecmuaları bile içtihatlar vasıtasıyla insanların dini hayatları ve fikirleri üzerinde Kur'an'dan çok daha etkili olmuş ve insanların hayatlarını bu rivayetler şekillendirmiştir.
Günümüzde bile bu uydurma rivayet dini bütün ağırlığıyla Kur'an'ın önünde hayatiyetini devam ettirmektedir.
Bundan ötürü yazı kültürüne sahip olmayan Allah Resulü'nün arkadaşlarının Kur'an'ı iki kapak arasına almaları son derece şaşırtıcı bir gelişme olmuştur.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(9. YAZI),
Bilindiği gibi Kur'an 23 yıllık bir zaman diliminde yeryüzünün belli bir bölgesinde yaşayan okuma-yazma oranının az olduğu bir topluma inmiştir.
Yani bu toplumda hakim olan kültür sözlü kültür idi.
Bu nedenle Kur'an'ın böyle bir kültür içerisinde nazil olması aşağıda açıklanacağı üzere onun dilini ve uslubunu etkilemiş, söylem biçimine yön vermiştir.
Kur'an, amacına ulaşmak için, muhatap aldığı Arap toplumuyla sağlıklı bir iletişime girmesi de bunu gerekli kılmıştır.
Kur'an, önceden kurgulanmış, bir hamlede telif edilmiş bir metin değildir.
O, yirmi üç yılda değişik olay ve gelişmeler üzerine bu gelişmelere bağlı olarak vahyedilen, birbirinden bağımsız pasajları içeren ilâhi bir hitaptır.
Dolayısıyla Kur'an'da kronolojik, sistematik ve konularına göre bir düzenleme bulunmamaktadır.
Aslında yazılı kültürün alışık olduğu giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan bir metin yapısını sözlü kültürlerde görmek mümkün değildir.
Mesala, sözlü kültürün şaheserleri olan şiir ve destanlarda şairler ve ozanlar zaman sınırına uymaz.
Şair veya ozan önce bir durumu anlattıktan sonra başa dönüp bu defa ayrıntılarıyla olayı anlatabilir.
Bir çizgide doruğa çıkıp inişe geçen bir olay örgüsü sözlü kültüre yabancı bulunmaktadır.
Sözlü kültür daha kısa anlatıları bile yazılı kültür okurlarının alışık olduğu giriş- gelişme- sonuç biçiminde düzenlemez.
Zaten insan yaşamı da doruğa çıkıp inişe geçen çizgisel olay örgülerinden oluşmaz.
Bu sebeple sözlü kültür anlatımları da insan yaşamının özelliğine göre şekillenir.
Yani o an için insanları ilgilendiren konu ne ise, o konudan başlanarak söylemek istenen şeyler belirli bir çizgide takip edilmeden anlatılmaya çalışılır.
Kuran'ı Mübin bir bütün olarak değerlendirildiğinde onun metin olmadığını bilmek zorundayız.
Kur'an, kendisi ile muhatap olanlara "sözlü bir bildirim" olarak ulaşmış "konuşma" tarzında mesaj ileten bir "okuyuş"tur.
Nitekim Kur'an'ın sözlük anlamı da "ezberden okuma"dır.
Ayrıca Kur'an, kendisini "en güzel söz"
( Zümer- 23) olarak takdim eder.
Bu nedenle Kur'an yazılı metne ait dil kullanımı, kelime ve ibare seçimi, cümle yapısı, anlatım üslubu ve her özelliğiyle metin (kitap) kurgusuna sahip değildir.
Dolayısıyla Kur'an'ı incelemeye başlamadan önce okuyucu onun diğer kitaplardan farklı ve eşsiz bir kitap olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
Normal kitapların aksine, Kur'an edebi bir sıraya göre tertip edilmiş, belirli konular hakkında bilgi, fikir ve tartışmaları ele almamaktadır.
Bu nedenle Kuran'a yabancı olan kişi, onunla ilk karşılaştığında bölümler ve kısımlara ayrılmamış veya farklı konuların farklı bir şekilde ele alınmamış ve hayatın farklı yönleriyle ilgili emirlerin düzenli bir şekilde verilmemiş olduğunu görünce şaşkınlığa düşebilir.
Buna mukabil daha önce hiç karşılaşmadığı ve onun kitap anlayışına hiç uymayan bir şeyle karşılaşır.
(9. YAZI),
Bilindiği gibi Kur'an 23 yıllık bir zaman diliminde yeryüzünün belli bir bölgesinde yaşayan okuma-yazma oranının az olduğu bir topluma inmiştir.
Yani bu toplumda hakim olan kültür sözlü kültür idi.
Bu nedenle Kur'an'ın böyle bir kültür içerisinde nazil olması aşağıda açıklanacağı üzere onun dilini ve uslubunu etkilemiş, söylem biçimine yön vermiştir.
Kur'an, amacına ulaşmak için, muhatap aldığı Arap toplumuyla sağlıklı bir iletişime girmesi de bunu gerekli kılmıştır.
Kur'an, önceden kurgulanmış, bir hamlede telif edilmiş bir metin değildir.
O, yirmi üç yılda değişik olay ve gelişmeler üzerine bu gelişmelere bağlı olarak vahyedilen, birbirinden bağımsız pasajları içeren ilâhi bir hitaptır.
Dolayısıyla Kur'an'da kronolojik, sistematik ve konularına göre bir düzenleme bulunmamaktadır.
Aslında yazılı kültürün alışık olduğu giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan bir metin yapısını sözlü kültürlerde görmek mümkün değildir.
Mesala, sözlü kültürün şaheserleri olan şiir ve destanlarda şairler ve ozanlar zaman sınırına uymaz.
Şair veya ozan önce bir durumu anlattıktan sonra başa dönüp bu defa ayrıntılarıyla olayı anlatabilir.
Bir çizgide doruğa çıkıp inişe geçen bir olay örgüsü sözlü kültüre yabancı bulunmaktadır.
Sözlü kültür daha kısa anlatıları bile yazılı kültür okurlarının alışık olduğu giriş- gelişme- sonuç biçiminde düzenlemez.
Zaten insan yaşamı da doruğa çıkıp inişe geçen çizgisel olay örgülerinden oluşmaz.
Bu sebeple sözlü kültür anlatımları da insan yaşamının özelliğine göre şekillenir.
Yani o an için insanları ilgilendiren konu ne ise, o konudan başlanarak söylemek istenen şeyler belirli bir çizgide takip edilmeden anlatılmaya çalışılır.
Kuran'ı Mübin bir bütün olarak değerlendirildiğinde onun metin olmadığını bilmek zorundayız.
Kur'an, kendisi ile muhatap olanlara "sözlü bir bildirim" olarak ulaşmış "konuşma" tarzında mesaj ileten bir "okuyuş"tur.
Nitekim Kur'an'ın sözlük anlamı da "ezberden okuma"dır.
Ayrıca Kur'an, kendisini "en güzel söz"
( Zümer- 23) olarak takdim eder.
Bu nedenle Kur'an yazılı metne ait dil kullanımı, kelime ve ibare seçimi, cümle yapısı, anlatım üslubu ve her özelliğiyle metin (kitap) kurgusuna sahip değildir.
Dolayısıyla Kur'an'ı incelemeye başlamadan önce okuyucu onun diğer kitaplardan farklı ve eşsiz bir kitap olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
Normal kitapların aksine, Kur'an edebi bir sıraya göre tertip edilmiş, belirli konular hakkında bilgi, fikir ve tartışmaları ele almamaktadır.
Bu nedenle Kuran'a yabancı olan kişi, onunla ilk karşılaştığında bölümler ve kısımlara ayrılmamış veya farklı konuların farklı bir şekilde ele alınmamış ve hayatın farklı yönleriyle ilgili emirlerin düzenli bir şekilde verilmemiş olduğunu görünce şaşkınlığa düşebilir.
Buna mukabil daha önce hiç karşılaşmadığı ve onun kitap anlayışına hiç uymayan bir şeyle karşılaşır.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(11. YAZI)
Aslında Allah'ın muradı ve Resulullah (a.s) ın amacı, Kuran'ı Mübin'i canlı bir hitap, hayat veren bir organizma gibi beyinlerde, gönüllerde, akıllarda, dillerde, zihinlerde, uygulamada gürül gürül akan bir nehir misali hayatın içinde akması ve toplumu diriltmesi için söz ile taşınması olmuştur.
Çünkü Kur'an'ın kimlik ve formatı bunu gerektiriyordu.
Bu yüzden Allah resulü (a.s) vahyi yazdırmamış, kitap haline getirilmesi için en ufak bir çalışma içine girmemiş ve bir metin haline getirilmesi içinde hiçbir vasiyette dahi bulunmamıştır.
Dolayısıyla ilk dönem muhatapları açısından "konuşan- muhatap" merkezli gerçekleşen iletişimin yönü, dolaylı muhataplar açısından "yazar- okuyucu" merkezli bir iletişim şekline dönüşmüş ve bu durum Allah'ın kitabının anlaşılmasında birçok problemi beraberinde getirmiştir.
Dolayısıyls Kur'an, yazı dilinden çok konuşma dili ile alakalı olduğunu anlamak gerçekten çok önemlidir.
Kur'an'ı Mübin'in başlangıçta bir risale şeklinde yayınlanmadığı herkesin kabul ettiği bir durumdur.
Kur'an İslam davetinin gelişim süreci içerisinde muhtelif zamanlarda, Allah resulü (a.s) a hitap şeklinde tedricen nazil olmuş, Allah resulü (a.s) da kalbine indirilen vahyi muhataplarına sözlü olarak beyan etmiştir.
İnen vahyin yazıldığına dair Kur'an'da hiçbir ize rastlanmaz ve bu konudaki rivayetler de gerçeği yansıtmamaktadır.
İnen vahyin yazıldığını ortaya koyan rivayetlerin uydurulma sebepleri Müslüman olmayanların Kur'an aleyhindeki dedikodularını savma, vahye gelebilecek sorgulama ve eleştirileri baştan bertaraf etmeye yönelik gerçeği yansıtmayan çabalardır.
Buna bağlı olarak da vahiy katipliği diye bir şey söz konusu olmamıştır.
Yazı dili ile konuşma dili arasında çok önemli bir fark daha vardır.
Mesala, bir meseleyi yazarak izah edeceksek ilk önce sorunu ortaya koyar, daha sonra onu izah etmeye geçeriz.
Oysa hitabette zaten söz konusu meseleyi ortaya atanlar hazır bulunduğundan, muhaliflerin her dediğini beyan etmeye her zaman gerek duyulmaz.
Ancak hatip, sözün gelişi içerisinde bir cümleyle onların dediklerine değinir.
Yazarken başka bir hususa değinilmek istenildiğinde sözün akışının bozulmaması için bu husus bir ara cümleyle ele alınır.
Fakat hatip ses tonunu kullanarak birçok ara cümleler kullanabilir ve buna rağmen sözün akışında bir kopukluk meydana gelmez.
Yine bir konu yazılarak ifade edilecekse, konunun geçtiği ortamın hiç değilse bir iki cümleyle ayrıca aktarmaya gerek duyulur.
Oysa konuşma esnasında, ortam ile konuşma doğal olarak bağlantılıdır ve konuşmacı çevreye işaret etmeye gerek duymaksızın konuşsa dahi konuşmada bir kopukluk ortaya çıkmaz.
Konuşmacı (hatip) muhatap kalıplarını sürekli değiştirerek kullanabilir.
Konuşma yeteneğine göre hatip yer ve zaman unsurlarını dikkate alarak karşısında hazır bulunan topluluğa bazen üçüncü şahıs, bazen ikinci şahıs, bazen tekil, bazen çoğul, bazen kendi adına, bazen ilahi bir kuvvet adına, bazen ilahi kuvvetin kendisinden naklen konuşabilir ve tüm bunlar bir konuşmanın en güzel yönleri olarak takdir toplar.
Fakat ayın uslup yazı yazılırken kullanılırsa bir irtibatsızlık, bir kopukluk meydana gelir.
Bu nedenle bir konuşma yazıya döküldüğünde okuyucunun, konuşmanın yapıldığı yerden ve konuşmanın zamanından uzak olduğu ölçüde bu kopukluğu daha çok hissedeceği muhakkaktır.
Bu yüzden Arapça bildiği halde birçok kimse, sırf Kur'an'ın üslubunu kavramadığı için Kur'an uslubuundaki irtibatsızlık ve kopukluktan şikayet etmektedir.
Bu nedenle, Kur'an ifadelerine konuşma dilinin özellikleri açısından bakıldığında, kopukluk ve irtibatsızlık gibi görünen hususların doğal olduğu görülür.
Allah Resulü'nün arkadaşları arasında tam bir icma oluşmadan, Kur'an'ı iki kapak arasına getirmeleriyle belki vücudunu koruma altına almış, fakat ruhunu ve etkisini yok etmişlerdir.
(11. YAZI)
Aslında Allah'ın muradı ve Resulullah (a.s) ın amacı, Kuran'ı Mübin'i canlı bir hitap, hayat veren bir organizma gibi beyinlerde, gönüllerde, akıllarda, dillerde, zihinlerde, uygulamada gürül gürül akan bir nehir misali hayatın içinde akması ve toplumu diriltmesi için söz ile taşınması olmuştur.
Çünkü Kur'an'ın kimlik ve formatı bunu gerektiriyordu.
Bu yüzden Allah resulü (a.s) vahyi yazdırmamış, kitap haline getirilmesi için en ufak bir çalışma içine girmemiş ve bir metin haline getirilmesi içinde hiçbir vasiyette dahi bulunmamıştır.
Dolayısıyla ilk dönem muhatapları açısından "konuşan- muhatap" merkezli gerçekleşen iletişimin yönü, dolaylı muhataplar açısından "yazar- okuyucu" merkezli bir iletişim şekline dönüşmüş ve bu durum Allah'ın kitabının anlaşılmasında birçok problemi beraberinde getirmiştir.
Dolayısıyls Kur'an, yazı dilinden çok konuşma dili ile alakalı olduğunu anlamak gerçekten çok önemlidir.
Kur'an'ı Mübin'in başlangıçta bir risale şeklinde yayınlanmadığı herkesin kabul ettiği bir durumdur.
Kur'an İslam davetinin gelişim süreci içerisinde muhtelif zamanlarda, Allah resulü (a.s) a hitap şeklinde tedricen nazil olmuş, Allah resulü (a.s) da kalbine indirilen vahyi muhataplarına sözlü olarak beyan etmiştir.
İnen vahyin yazıldığına dair Kur'an'da hiçbir ize rastlanmaz ve bu konudaki rivayetler de gerçeği yansıtmamaktadır.
İnen vahyin yazıldığını ortaya koyan rivayetlerin uydurulma sebepleri Müslüman olmayanların Kur'an aleyhindeki dedikodularını savma, vahye gelebilecek sorgulama ve eleştirileri baştan bertaraf etmeye yönelik gerçeği yansıtmayan çabalardır.
Buna bağlı olarak da vahiy katipliği diye bir şey söz konusu olmamıştır.
Yazı dili ile konuşma dili arasında çok önemli bir fark daha vardır.
Mesala, bir meseleyi yazarak izah edeceksek ilk önce sorunu ortaya koyar, daha sonra onu izah etmeye geçeriz.
Oysa hitabette zaten söz konusu meseleyi ortaya atanlar hazır bulunduğundan, muhaliflerin her dediğini beyan etmeye her zaman gerek duyulmaz.
Ancak hatip, sözün gelişi içerisinde bir cümleyle onların dediklerine değinir.
Yazarken başka bir hususa değinilmek istenildiğinde sözün akışının bozulmaması için bu husus bir ara cümleyle ele alınır.
Fakat hatip ses tonunu kullanarak birçok ara cümleler kullanabilir ve buna rağmen sözün akışında bir kopukluk meydana gelmez.
Yine bir konu yazılarak ifade edilecekse, konunun geçtiği ortamın hiç değilse bir iki cümleyle ayrıca aktarmaya gerek duyulur.
Oysa konuşma esnasında, ortam ile konuşma doğal olarak bağlantılıdır ve konuşmacı çevreye işaret etmeye gerek duymaksızın konuşsa dahi konuşmada bir kopukluk ortaya çıkmaz.
Konuşmacı (hatip) muhatap kalıplarını sürekli değiştirerek kullanabilir.
Konuşma yeteneğine göre hatip yer ve zaman unsurlarını dikkate alarak karşısında hazır bulunan topluluğa bazen üçüncü şahıs, bazen ikinci şahıs, bazen tekil, bazen çoğul, bazen kendi adına, bazen ilahi bir kuvvet adına, bazen ilahi kuvvetin kendisinden naklen konuşabilir ve tüm bunlar bir konuşmanın en güzel yönleri olarak takdir toplar.
Fakat ayın uslup yazı yazılırken kullanılırsa bir irtibatsızlık, bir kopukluk meydana gelir.
Bu nedenle bir konuşma yazıya döküldüğünde okuyucunun, konuşmanın yapıldığı yerden ve konuşmanın zamanından uzak olduğu ölçüde bu kopukluğu daha çok hissedeceği muhakkaktır.
Bu yüzden Arapça bildiği halde birçok kimse, sırf Kur'an'ın üslubunu kavramadığı için Kur'an uslubuundaki irtibatsızlık ve kopukluktan şikayet etmektedir.
Bu nedenle, Kur'an ifadelerine konuşma dilinin özellikleri açısından bakıldığında, kopukluk ve irtibatsızlık gibi görünen hususların doğal olduğu görülür.
Allah Resulü'nün arkadaşları arasında tam bir icma oluşmadan, Kur'an'ı iki kapak arasına getirmeleriyle belki vücudunu koruma altına almış, fakat ruhunu ve etkisini yok etmişlerdir.
17 Mayıs 2019 Cuma
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(8.YAZI)
Kur'an'ı Hakim Allah'ın kelamı olmakla birlikte, onun insanlara tebliğ edilmesi bir beşer lisanı olan Arapça dilinin belağat ve kurallarıyla gerçekleşmiştir.
Çünkü Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de "(Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın (tebyin etsin- açıklasın- ulaştırsın-tebliğ etsin-okusun) diye her Resulü kendi kavminin lisanı ile gönderdik..."
(İbrahim-4)
buyurmaktadır.
Dolayısıyla Allah'ın emir ve yasaklarının daha kolay anlaşılması ve iletişimin daha sağlıklı gerçekleşmesi için, Allah insana onun konuştuğu dille hitap etmiştir.
Ancak sorun burada bitmemektedir.
İnsana Allah tarafından gönderilen bir kitap- hitap yani ilâhi bir kelam ve hadis olan Kur'an'ı Hakim'in kendisine ait yapısını ve kimliğinin özelliğini kavramadan ve bu konudaki problemli konuları açıklığa kavuştırmadan yani Kur'an'ı Hakim'in bir kitap olarak özelliğini, üslubunu bilmeden, Arapça mahiyetine, indirildiği kültür zeminine ve dilsel özelliklerine akıl yormadan ve vahiy'de yer alan kavramların anlam çerçevesini tam olarak belirlemeden gerçekleştirilen anlama faaliyetleri birçok eksikliği beraberinde getirecektir.
Nitekim günümüzde insanlar Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamadan, hikmet gibi en önemli kavramlarının hangi anlama geldiğini bilmeden, bağlam ve bütünlükten uzak, tek başlarına meal okumaya yönlendirilmekte ve bu sayede Kur'an'ı Hakim'in kendisine özel, hikmetli bir kitap olma özelliğini idrak etmeyen birçok kişi Kur'an'dan istifade edecekleri yerde, kendi fikirlerinde cevaplandırılması zor olan bir çok problemle karşılaşabilmekte, hatta hayal kırıklığına uğramaktadır.
Dolayısıyla Kuran'ı Hakim'i okuma ve eksiksiz olarak anlamaya çalışma öncesi yukarıda belirtilen problemlerin ortaya konmasında ve açıklığa kavuşturulmasında büyük yarar vardır.
Mesajda esas olan onun anlaşılır olmasıdır. Anlaşılmayan bir mesajın iletilmesi veya gönderilmesi anlamsızdır ve amacından yoksundur.
Dolayısıyla Rahmân ve Rahim olan Allah emir ve yasaklarını insanların anlayışlarına uygun olarak göndermiş; kitabını insanlar için anlaşılır bir düzeyde olmasını göz önünde bulundurmuştur.
"Andolsun biz Kuran'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?" (Kamer- 17, 22,40, 47)
Ancak vahye karşı gelen müşrikler dahil ilk muhataplar açısından genelde anlaşılır bir "söz" olan Kur'an'ın, daha sonraki insanlar için neden anlaşılması zor olan bir metin haline gelmiştir?
Bu sorun üzerinde ciddiyetle durulması gerekli olan çok önemli bir konudur.
Bu bağlamda Kuran'ın bir kitap olarak ne olduğunun yani nasıl bir kitap olduğunu veya Kur'an aslında kitap olup olmadığı ortaya konmasında hayati menfaatler vardır.
Zira Kur'an'da bulunan konuların çokça tekrar edilmesi ve dağınık bir şekilde yer alması gibi hususlar ilk bakışta Kur'an'ın bir kitap olarak eksikliği ve kusuru olarak görülebilir.
Bu özellikler bir kitabın karakteri ve yapısı ile uyuşmayan unsurlardır.
Ancak Kur'an yazının sevilmediği hatta nefret edildiği, bundan dolayı yazılı kaynağın bulunmadığı yani yazılı kültürün hiç olmadığı, söz ve hitabetin egemen olduğu ve sözün gücünün hayat alanlarını belirlediği bir ortam içerisinde nazil olmuştur.
Bu bakımdan yazılı dilin egemen olduğu giriş- gelişme- sonuç sistemini Kur'an'da bulmak mümkün değildir.
Yaşanılan olaylar üzerine indirilen mesajın bu anlamda önceden kurgulanmış, başı ve sonu belli olan bir metin olma özelliği bulunmamaktadır.
Son Nebi'ye indirilen vahiy, olay örgülerinin çizgisel bir düzlemde işlenmediği, kaotik konu anlatım yapısının bulunduğu, bir çok tekrarla, etkileyici hitapların yapıldığı, sözlü kültür içerisinde ve konuşma dili çerçevesinde iletilmiştir.
Dolayısıyla yazılı kültür içerisinde yaşayan insanlar açısından Kur'an'ın bu yapısı bir problem oluşturmaktadır ve bu durum, sorunun sözlü kültür- yazılı kültür veya yazı dili- konuşma dili çerçevesinde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
(8.YAZI)
Kur'an'ı Hakim Allah'ın kelamı olmakla birlikte, onun insanlara tebliğ edilmesi bir beşer lisanı olan Arapça dilinin belağat ve kurallarıyla gerçekleşmiştir.
Çünkü Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de "(Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın (tebyin etsin- açıklasın- ulaştırsın-tebliğ etsin-okusun) diye her Resulü kendi kavminin lisanı ile gönderdik..."
(İbrahim-4)
buyurmaktadır.
Dolayısıyla Allah'ın emir ve yasaklarının daha kolay anlaşılması ve iletişimin daha sağlıklı gerçekleşmesi için, Allah insana onun konuştuğu dille hitap etmiştir.
Ancak sorun burada bitmemektedir.
İnsana Allah tarafından gönderilen bir kitap- hitap yani ilâhi bir kelam ve hadis olan Kur'an'ı Hakim'in kendisine ait yapısını ve kimliğinin özelliğini kavramadan ve bu konudaki problemli konuları açıklığa kavuştırmadan yani Kur'an'ı Hakim'in bir kitap olarak özelliğini, üslubunu bilmeden, Arapça mahiyetine, indirildiği kültür zeminine ve dilsel özelliklerine akıl yormadan ve vahiy'de yer alan kavramların anlam çerçevesini tam olarak belirlemeden gerçekleştirilen anlama faaliyetleri birçok eksikliği beraberinde getirecektir.
Nitekim günümüzde insanlar Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamadan, hikmet gibi en önemli kavramlarının hangi anlama geldiğini bilmeden, bağlam ve bütünlükten uzak, tek başlarına meal okumaya yönlendirilmekte ve bu sayede Kur'an'ı Hakim'in kendisine özel, hikmetli bir kitap olma özelliğini idrak etmeyen birçok kişi Kur'an'dan istifade edecekleri yerde, kendi fikirlerinde cevaplandırılması zor olan bir çok problemle karşılaşabilmekte, hatta hayal kırıklığına uğramaktadır.
Dolayısıyla Kuran'ı Hakim'i okuma ve eksiksiz olarak anlamaya çalışma öncesi yukarıda belirtilen problemlerin ortaya konmasında ve açıklığa kavuşturulmasında büyük yarar vardır.
Mesajda esas olan onun anlaşılır olmasıdır. Anlaşılmayan bir mesajın iletilmesi veya gönderilmesi anlamsızdır ve amacından yoksundur.
Dolayısıyla Rahmân ve Rahim olan Allah emir ve yasaklarını insanların anlayışlarına uygun olarak göndermiş; kitabını insanlar için anlaşılır bir düzeyde olmasını göz önünde bulundurmuştur.
"Andolsun biz Kuran'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?" (Kamer- 17, 22,40, 47)
Ancak vahye karşı gelen müşrikler dahil ilk muhataplar açısından genelde anlaşılır bir "söz" olan Kur'an'ın, daha sonraki insanlar için neden anlaşılması zor olan bir metin haline gelmiştir?
Bu sorun üzerinde ciddiyetle durulması gerekli olan çok önemli bir konudur.
Bu bağlamda Kuran'ın bir kitap olarak ne olduğunun yani nasıl bir kitap olduğunu veya Kur'an aslında kitap olup olmadığı ortaya konmasında hayati menfaatler vardır.
Zira Kur'an'da bulunan konuların çokça tekrar edilmesi ve dağınık bir şekilde yer alması gibi hususlar ilk bakışta Kur'an'ın bir kitap olarak eksikliği ve kusuru olarak görülebilir.
Bu özellikler bir kitabın karakteri ve yapısı ile uyuşmayan unsurlardır.
Ancak Kur'an yazının sevilmediği hatta nefret edildiği, bundan dolayı yazılı kaynağın bulunmadığı yani yazılı kültürün hiç olmadığı, söz ve hitabetin egemen olduğu ve sözün gücünün hayat alanlarını belirlediği bir ortam içerisinde nazil olmuştur.
Bu bakımdan yazılı dilin egemen olduğu giriş- gelişme- sonuç sistemini Kur'an'da bulmak mümkün değildir.
Yaşanılan olaylar üzerine indirilen mesajın bu anlamda önceden kurgulanmış, başı ve sonu belli olan bir metin olma özelliği bulunmamaktadır.
Son Nebi'ye indirilen vahiy, olay örgülerinin çizgisel bir düzlemde işlenmediği, kaotik konu anlatım yapısının bulunduğu, bir çok tekrarla, etkileyici hitapların yapıldığı, sözlü kültür içerisinde ve konuşma dili çerçevesinde iletilmiştir.
Dolayısıyla yazılı kültür içerisinde yaşayan insanlar açısından Kur'an'ın bu yapısı bir problem oluşturmaktadır ve bu durum, sorunun sözlü kültür- yazılı kültür veya yazı dili- konuşma dili çerçevesinde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
16 Mayıs 2019 Perşembe
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(6.YAZI)
Kur'an öyle bir yapıya sahiptir ki, bazen çok ince mana bağlarını yakalayabilmek için onu baştan sona kadar defalarca titiz bir şekilde gözden geçirmek gerekir.
Kur'an'ı bir problemi çözer gibi sevgi ve merakla okumak ve üzerinde tefekkür etmek gerekir.
Bundan dolayı ben, Kur'an'ın metnini okumanın değil, manasını araştırmanın ibadet olduğuna inanıyorum.
Dolayısıyla Kur'an, herhangi bir kitap gibi okunmamalı Allah'ın kelamı ve mesajı olarak okunmalıdır.
Kur'an âdeta şu görünen varlık âlemi gibi, dengeleri, fikirleri, ibretlik manzaraları, haberleri, hazineleri olan tükenmez bir kaynaktır.
Yüce Allah, göklerde ve yerde var ettiği ince ayar ve hassas denge gibi ona da belli ölçüler ve kanunlar koymuştur.
Bu kanunlar, göklerde ve yerde olan hadiseleri araştırırken olduğu gibi ancak araştırma ve inceleme, geliştirme ve düşünme sonucu tesbit edilmektedir.
İşte bu yüzden Hakim ve Alim olan Allah şöyle buyuruyor.
"Onlar Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"
(Muhammed-24)
Herhalde Kur'an'ı dinamik kılan da onun bu muhteşem özelliğidir.
Aslında Kur'an ve insan karşılıklı olarak birbirlerine canlı bir organizma gibi hayat verirler.
İnsan Kur'an'ı yaşayarak ona canlılık kazandırır, hareket alanını genişletir.
Onunla hayata merhamet, canlılık, özgürlük ve ruh katar.
Kur'an da insanın önünü açar, yolunu aydınlatır, eşyaya ve olaylara geniş bakış açısı kazandırarak hayatın gerçek mahiyetini öğretir. "Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indirmeye devam ediyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca husranlarını arttırır"
(İsra-82)
"Bu Kuran, insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum içinde hidayet ve rahmettir"
( Casiye- 20)
Genel olarak İslam tarihinde Kur'an'ın kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılmadığı hususu bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çünkü elimizdeki veriler, onun kendi içinde anlaşılmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Günümüzdeki cehalet ve ihtilafların bir çoğu Kur'an'ın kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılmadından ileri gelmektedir.
İşte bu noktada Kur'an'ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılmaması hangi sebeplere dayanıyordu? Yani Kur'an'ın kendi sistemi içinde anlaşılmasına engel faktörler nelerdir? gibi sorular gündeme gelmektedir.
Uydurma rivayetlerden sonra Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün anlaşılmasını imkansız kılan en önemli faktör Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.
(6.YAZI)
Kur'an öyle bir yapıya sahiptir ki, bazen çok ince mana bağlarını yakalayabilmek için onu baştan sona kadar defalarca titiz bir şekilde gözden geçirmek gerekir.
Kur'an'ı bir problemi çözer gibi sevgi ve merakla okumak ve üzerinde tefekkür etmek gerekir.
Bundan dolayı ben, Kur'an'ın metnini okumanın değil, manasını araştırmanın ibadet olduğuna inanıyorum.
Dolayısıyla Kur'an, herhangi bir kitap gibi okunmamalı Allah'ın kelamı ve mesajı olarak okunmalıdır.
Kur'an âdeta şu görünen varlık âlemi gibi, dengeleri, fikirleri, ibretlik manzaraları, haberleri, hazineleri olan tükenmez bir kaynaktır.
Yüce Allah, göklerde ve yerde var ettiği ince ayar ve hassas denge gibi ona da belli ölçüler ve kanunlar koymuştur.
Bu kanunlar, göklerde ve yerde olan hadiseleri araştırırken olduğu gibi ancak araştırma ve inceleme, geliştirme ve düşünme sonucu tesbit edilmektedir.
İşte bu yüzden Hakim ve Alim olan Allah şöyle buyuruyor.
"Onlar Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"
(Muhammed-24)
Herhalde Kur'an'ı dinamik kılan da onun bu muhteşem özelliğidir.
Aslında Kur'an ve insan karşılıklı olarak birbirlerine canlı bir organizma gibi hayat verirler.
İnsan Kur'an'ı yaşayarak ona canlılık kazandırır, hareket alanını genişletir.
Onunla hayata merhamet, canlılık, özgürlük ve ruh katar.
Kur'an da insanın önünü açar, yolunu aydınlatır, eşyaya ve olaylara geniş bakış açısı kazandırarak hayatın gerçek mahiyetini öğretir. "Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indirmeye devam ediyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca husranlarını arttırır"
(İsra-82)
"Bu Kuran, insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum içinde hidayet ve rahmettir"
( Casiye- 20)
Genel olarak İslam tarihinde Kur'an'ın kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılmadığı hususu bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çünkü elimizdeki veriler, onun kendi içinde anlaşılmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Günümüzdeki cehalet ve ihtilafların bir çoğu Kur'an'ın kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılmadından ileri gelmektedir.
İşte bu noktada Kur'an'ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılmaması hangi sebeplere dayanıyordu? Yani Kur'an'ın kendi sistemi içinde anlaşılmasına engel faktörler nelerdir? gibi sorular gündeme gelmektedir.
Uydurma rivayetlerden sonra Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün anlaşılmasını imkansız kılan en önemli faktör Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(7.YAZI)
Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılmasının vazgeçilmezlerinden biri belki de en önemlisi Kur'an'a temiz bir zihinle önyargısız yaklaşmaktır.
Hissi yaklaşımlarla kişiler daha önceden kabullendikleri batıl sonuçlardan başka hiçbir başarı elde edemezler, olumlu hiçbir sonuca ulaşamazlar.
İnsanların inanç ve fikirlerini batıl sarmalamış ise artık Kur'an'ın anlaşılması imkansız olacaktır.
Bu bakımdan hele kendisinin Allah katından tek gerçek olarak takdim eden Kur'an'ın
"De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır..."
( Enam- 149)
anlaşılması ve yorumlanmasında vazgeçilmez en temel ilkelerden biri, önyargıdan uzak durma ilkesidir.
Yani Kur'an'ı Mübin'den azami istifade etmek isteyen, Nebi adına iftira edilen bütün rivayetler başta olmak üzere,
kimin eseri olursa olsun, isterse büyük olarak tabir edilen muhaddis ve mezhep imamlarından geldiği iddia edilsin,
isterse zamanın âlimi, kutbu olarak inanılan şahsiyetlerin fikirleri ve eserleri olsun, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kitaba mutlak olarak iman etmemek Kur'an'ın anlaşılmasında önemli bir meseledir.
Aksi takdirde en doğruya ulaştırdığı iddiasında olan Allah'ın kelâmını, insanların peşin hükümle yorumlamaları onun indiriliş gayesinin gözardı edilmesi demektir ki buda, Kur'an'ın tek hidayet ve rehber kaynak olma özelliğini hükümsüz kılacaktır.
Kur'an, kendi ifadesiyle, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi, bağlam ve bütünlüğü içerisinde her türlü çelişkiden uzak bir kitaptır.
Bu sebeple onun maksadını kavramının en önemli yolu, hiç şüphe edilmesin, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları idrak ederek, bağlam ve bütünlük içinde, mezhep ve fırka taassubundan uzak kalarak, önyargısız, temiz bir zihin ve safi bir inançla anlaşılmasından geçmektedir.
Kur'an bir araştırma kitabı değil, bir gönül, sevgi tezekkür, tedebbür, taakkul, tefekkür ve merak ile kendine yaklaşılması gereken ve yaşanan yani inanç ve ahlakı hayata hakim kılınması gerekli olan ilahi bir mesajdır.
Kur'an, tevhid, adalet, merhamet ve güzel ahlak kitabıdır.
Dolayısıyla bugün Kur'an'ı Mübin'in anlaşılmamasının en büyük nedenlerinden birisi rivayetlerin ve ictihadların inanç hayatımızdaki etkinliğinden kaynaklandığını söylersek abartmış olmayız.
Biz Kuran'ı tekrar tekrar bir bütün olarak ele aldığımızda, onun ön yargılardan arınmış bir bakış açısıyla incelediğimizde,
özellikle Müslümanlar arasında derin fikir ayrılıklarına ve çatışmalara yol açan ihtilafların önemli ölçüde azaltılabileceğini ve Kur'an'ın ifade etti o çelişkisizlik niteliğine ulaşma yolunda büyük ilerlemeler kaydedileceği inancını taşıdığımızı söylüyoruz.
Kur'an muayyen konulardaki zihniyetini verirken muhataplarına, kendisine özel bir üslupla hitap eder.
O, bazen insani duygular coşturan, gönüllerin derinliğine tercüman olan eşsiz bir edebi parçanın, ruhlarda icra ettiği etkiyle kıyaslanmayacak bir şekilde karşımıza çıkarken, bazen akla ve muhakemeye hitap eden ilmi bir eserden daha üstün bir ifade tarzı ortaya koyar.
Bu ilâhî kelâmı indiren, yarattığı İnsanın bütün özelliklerini bildiği içindir ki, insanı bütün duyguları ile muhatap alır.
Onun zaaflarını duygularını ve aklını birlikte mütalaa eder.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'ın nazmı ile ilgili özelliklerini, ifadelerinde bulunan edebi sanatları ele alırken o kadar ileri gitmişlerdir ki bu konuda Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tamamen ihmal etmişlerdir.
Kur'an hiç şüphesiz Allah tarafından elimizdeki şekilde gelmiştir.
Yapısının güzelliklerini, ender özelliklerini, insicamını, edebi ve belağatini ele almanın gereksiz solduğunu söyleyemiyoruz.
Fakat asıl maksadı olanı gerçekleştirmemişse en azından enerjilerin en önemli olanların yerine daha aşağı derecede önemli konularda harcadığımızı itiraf etmemizde bir mahzur olmasa gerektir.
(7.YAZI)
Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlaşılmasının vazgeçilmezlerinden biri belki de en önemlisi Kur'an'a temiz bir zihinle önyargısız yaklaşmaktır.
Hissi yaklaşımlarla kişiler daha önceden kabullendikleri batıl sonuçlardan başka hiçbir başarı elde edemezler, olumlu hiçbir sonuca ulaşamazlar.
İnsanların inanç ve fikirlerini batıl sarmalamış ise artık Kur'an'ın anlaşılması imkansız olacaktır.
Bu bakımdan hele kendisinin Allah katından tek gerçek olarak takdim eden Kur'an'ın
"De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır..."
( Enam- 149)
anlaşılması ve yorumlanmasında vazgeçilmez en temel ilkelerden biri, önyargıdan uzak durma ilkesidir.
Yani Kur'an'ı Mübin'den azami istifade etmek isteyen, Nebi adına iftira edilen bütün rivayetler başta olmak üzere,
kimin eseri olursa olsun, isterse büyük olarak tabir edilen muhaddis ve mezhep imamlarından geldiği iddia edilsin,
isterse zamanın âlimi, kutbu olarak inanılan şahsiyetlerin fikirleri ve eserleri olsun, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kitaba mutlak olarak iman etmemek Kur'an'ın anlaşılmasında önemli bir meseledir.
Aksi takdirde en doğruya ulaştırdığı iddiasında olan Allah'ın kelâmını, insanların peşin hükümle yorumlamaları onun indiriliş gayesinin gözardı edilmesi demektir ki buda, Kur'an'ın tek hidayet ve rehber kaynak olma özelliğini hükümsüz kılacaktır.
Kur'an, kendi ifadesiyle, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi, bağlam ve bütünlüğü içerisinde her türlü çelişkiden uzak bir kitaptır.
Bu sebeple onun maksadını kavramının en önemli yolu, hiç şüphe edilmesin, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları idrak ederek, bağlam ve bütünlük içinde, mezhep ve fırka taassubundan uzak kalarak, önyargısız, temiz bir zihin ve safi bir inançla anlaşılmasından geçmektedir.
Kur'an bir araştırma kitabı değil, bir gönül, sevgi tezekkür, tedebbür, taakkul, tefekkür ve merak ile kendine yaklaşılması gereken ve yaşanan yani inanç ve ahlakı hayata hakim kılınması gerekli olan ilahi bir mesajdır.
Kur'an, tevhid, adalet, merhamet ve güzel ahlak kitabıdır.
Dolayısıyla bugün Kur'an'ı Mübin'in anlaşılmamasının en büyük nedenlerinden birisi rivayetlerin ve ictihadların inanç hayatımızdaki etkinliğinden kaynaklandığını söylersek abartmış olmayız.
Biz Kuran'ı tekrar tekrar bir bütün olarak ele aldığımızda, onun ön yargılardan arınmış bir bakış açısıyla incelediğimizde,
özellikle Müslümanlar arasında derin fikir ayrılıklarına ve çatışmalara yol açan ihtilafların önemli ölçüde azaltılabileceğini ve Kur'an'ın ifade etti o çelişkisizlik niteliğine ulaşma yolunda büyük ilerlemeler kaydedileceği inancını taşıdığımızı söylüyoruz.
Kur'an muayyen konulardaki zihniyetini verirken muhataplarına, kendisine özel bir üslupla hitap eder.
O, bazen insani duygular coşturan, gönüllerin derinliğine tercüman olan eşsiz bir edebi parçanın, ruhlarda icra ettiği etkiyle kıyaslanmayacak bir şekilde karşımıza çıkarken, bazen akla ve muhakemeye hitap eden ilmi bir eserden daha üstün bir ifade tarzı ortaya koyar.
Bu ilâhî kelâmı indiren, yarattığı İnsanın bütün özelliklerini bildiği içindir ki, insanı bütün duyguları ile muhatap alır.
Onun zaaflarını duygularını ve aklını birlikte mütalaa eder.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'ın nazmı ile ilgili özelliklerini, ifadelerinde bulunan edebi sanatları ele alırken o kadar ileri gitmişlerdir ki bu konuda Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü tamamen ihmal etmişlerdir.
Kur'an hiç şüphesiz Allah tarafından elimizdeki şekilde gelmiştir.
Yapısının güzelliklerini, ender özelliklerini, insicamını, edebi ve belağatini ele almanın gereksiz solduğunu söyleyemiyoruz.
Fakat asıl maksadı olanı gerçekleştirmemişse en azından enerjilerin en önemli olanların yerine daha aşağı derecede önemli konularda harcadığımızı itiraf etmemizde bir mahzur olmasa gerektir.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER
(46. YAZI)
ÖRNEK 301
Arkadaşlar!
Kur'an'da bulunan kıraat farklılıkları Arapça dilinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Bu kıraat farklılıklarının tek sebebi Kur'an harflerinin üzerinde bulunan hareke ve noktalama işaretlerinin Allah Resulü'nden sonra konulmasından dolayıdır.
Dolayısıyla bu kıraat farklılıkları Kur'an'ın manasını tahrif eden ve bozan değil, zenginlik ve çeşitliliğine yol açmaktadır.
İşte bundan dolayı Kur'an âyetlerinde bulunan değişik manaları görme açısından herkesin bu yazıları okumasını tavsiye ediyorum.
O zaman âyetlerin tek bir meale sahip olmadıkları görülecektir.
ÖRNEK 301
Hucurat süresi "Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir, Allah yaptıklarınızı görendir"
18. âyetinde bulunan "te'melune" "yaptıklarınızı" kelimesini İbni Kesir El Mekki "ye'melune" "yaptıklarını" olarak okumuştur.
Yani birinci mealde Allah Resulü'nün arkadaşlarının menfi hareketlerinin Allah tarafından bilindiğini anlatırken, ikinci mealde "Ey Allah Resulü'nün arkadaşları!
Allah sadece sizin yaptıklarınızı değil, bütün insanların yaptıklarını görendir" buyuruyor.
Veya "Ey Resul! İnsanların olumsuz hareketlerine karşı sabırlı ol, Allah onların yaptıklarını görendir" buyurarak elçisini teselli etmektedir.
ÖRNEK 302
Hud süresi "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır.
Yemin olsun ki (ey resul) "ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar hemen!
"Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derler. 7. âyetinde bulunan "sihrun mübin" "apaçık sihir" kelimesini,
Kisai "séhirun mübin" "apaçık bir sihirbaz" olarak okumuştur.
İlk kıraate göre kafirler, Resulün okuduğu vahye "apaçık bir sihirdir" derken diğer karate göre vahyi tebliğ eden Resul'e "apaçık bir sihirbazdır" diyorlar.
ÖRNEK 303
Hud süresi "Allah buyurdu ki:
Ey Nuh! O (kurtulması için yalvardığın oğlun) asla senin ailenden değildir.
Çünkü onun ameli (şirk) kötü bir iştir" 46. âyetinde bulunan "innehu amelun gayri salihin" "onun ameli kötü bir iştir" kelimesini, Kisai "innehu amile gayri salihin" "salih olmayan bir amel (şirk) yapmıştır" olarak okumuştur.
Yukarıda bulunan cümleye şöyle bir meale de verilmiştir.
"Ey Nuh! (Müşrik oğlun için bana yalvarman) doğru olmayan bir ameldir, doğru bir iş değildir" ÖRNEK 304
Kehf süresi
"Onlara şunu da misal göster "Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi önce gelişip birbirine karışmış;
arkasından rüzgarların savurduğu çerçöp haline gelmiştir..." 45. ayetinde bulunan "tezruhurriyehu" "rüzgarların savurduğu" kelimesini, Kisai "tezruhurrihu" "rüzgarın savurduğu" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 305
Kehf süresi "Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Allah'ın kullarından olan âlim) gemiyi deldi.
Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen büyük bir iş yaptın! dedi" 71. âyetinde "lituğrika ehlehe" "halkını boğmak için" kelimesini, Kisai "liyuğraka ehlehe" "halkının boğulması için" olarak okumuştur.
ÖRNEK 306
Meryem süresi "Allah öyledir, dedi: Rabbin: O bana kolaydır.
Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de ben yaratmıştım" buyurdu. 9. âyetinde bulunan "halaktuke" "seni de ben yaratmıştım" kelimesini,
Kisai "haleknéke" "seni de biz yaratmıştık" olarak okumuştur.
Yani ilk mealde "halaktuke" "ben yarattım" olurken, ikinci manada "haleknéke" "biz yarattık" oluyor.
(46. YAZI)
ÖRNEK 301
Arkadaşlar!
Kur'an'da bulunan kıraat farklılıkları Arapça dilinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Bu kıraat farklılıklarının tek sebebi Kur'an harflerinin üzerinde bulunan hareke ve noktalama işaretlerinin Allah Resulü'nden sonra konulmasından dolayıdır.
Dolayısıyla bu kıraat farklılıkları Kur'an'ın manasını tahrif eden ve bozan değil, zenginlik ve çeşitliliğine yol açmaktadır.
İşte bundan dolayı Kur'an âyetlerinde bulunan değişik manaları görme açısından herkesin bu yazıları okumasını tavsiye ediyorum.
O zaman âyetlerin tek bir meale sahip olmadıkları görülecektir.
ÖRNEK 301
Hucurat süresi "Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir, Allah yaptıklarınızı görendir"
18. âyetinde bulunan "te'melune" "yaptıklarınızı" kelimesini İbni Kesir El Mekki "ye'melune" "yaptıklarını" olarak okumuştur.
Yani birinci mealde Allah Resulü'nün arkadaşlarının menfi hareketlerinin Allah tarafından bilindiğini anlatırken, ikinci mealde "Ey Allah Resulü'nün arkadaşları!
Allah sadece sizin yaptıklarınızı değil, bütün insanların yaptıklarını görendir" buyuruyor.
Veya "Ey Resul! İnsanların olumsuz hareketlerine karşı sabırlı ol, Allah onların yaptıklarını görendir" buyurarak elçisini teselli etmektedir.
ÖRNEK 302
Hud süresi "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır.
Yemin olsun ki (ey resul) "ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar hemen!
"Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derler. 7. âyetinde bulunan "sihrun mübin" "apaçık sihir" kelimesini,
Kisai "séhirun mübin" "apaçık bir sihirbaz" olarak okumuştur.
İlk kıraate göre kafirler, Resulün okuduğu vahye "apaçık bir sihirdir" derken diğer karate göre vahyi tebliğ eden Resul'e "apaçık bir sihirbazdır" diyorlar.
ÖRNEK 303
Hud süresi "Allah buyurdu ki:
Ey Nuh! O (kurtulması için yalvardığın oğlun) asla senin ailenden değildir.
Çünkü onun ameli (şirk) kötü bir iştir" 46. âyetinde bulunan "innehu amelun gayri salihin" "onun ameli kötü bir iştir" kelimesini, Kisai "innehu amile gayri salihin" "salih olmayan bir amel (şirk) yapmıştır" olarak okumuştur.
Yukarıda bulunan cümleye şöyle bir meale de verilmiştir.
"Ey Nuh! (Müşrik oğlun için bana yalvarman) doğru olmayan bir ameldir, doğru bir iş değildir" ÖRNEK 304
Kehf süresi
"Onlara şunu da misal göster "Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi önce gelişip birbirine karışmış;
arkasından rüzgarların savurduğu çerçöp haline gelmiştir..." 45. ayetinde bulunan "tezruhurriyehu" "rüzgarların savurduğu" kelimesini, Kisai "tezruhurrihu" "rüzgarın savurduğu" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 305
Kehf süresi "Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Allah'ın kullarından olan âlim) gemiyi deldi.
Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen büyük bir iş yaptın! dedi" 71. âyetinde "lituğrika ehlehe" "halkını boğmak için" kelimesini, Kisai "liyuğraka ehlehe" "halkının boğulması için" olarak okumuştur.
ÖRNEK 306
Meryem süresi "Allah öyledir, dedi: Rabbin: O bana kolaydır.
Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de ben yaratmıştım" buyurdu. 9. âyetinde bulunan "halaktuke" "seni de ben yaratmıştım" kelimesini,
Kisai "haleknéke" "seni de biz yaratmıştık" olarak okumuştur.
Yani ilk mealde "halaktuke" "ben yarattım" olurken, ikinci manada "haleknéke" "biz yarattık" oluyor.
12 Mayıs 2019 Pazar
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(2.YAZI)
Kur'an'da bulunan özellikler başka hiçbir kitapta bulunmaz.
Bu özelliklerden en önemli olanları, bağlam ve bütünlüğünün bulunması, bir hikmete sahip olması, apaçık ve anlaşılır olması, her türlü ihtilaftan uzak olmasıdır.
Bilindiği gibi Kur'an'ın bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlıkları ve tâli başlıkları olan bir kitap değildir.
Beşeri kaynaklarda genellikle bilgiler, düşünceler ve mantıki deliller, te'lif metodu ile düzenli bir şekilde belli bir konunun etrafında döner.
Fakat sözün gücüne ve söz kültürüne sahip bulunan Kur'an'ın tertibi tamamen alışılmışın dışında bir görünüm arz eder.
Kitap şeklinden çok hitap (söz) olarak kendini ortaya koyar.
Zaten hayatı bütünüyle kucaklayan, insanların yollarını aydınlatan, adeta onlarla canlı bir diyaloğa geçen, tüm insanlığa dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren bir hitabın (sözün) sadece belli konuları işlemesi beklenemez.
Kur'an'da en başta inanç esasları (İslam-Tevhid) ahlaki prensipler daha sonra ilâhi hükümler, kıssalar, göklerde ve yerde Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren âyetler, davetler, nasihatler, ibretler, uyarmalar, korkutmalar, müjde, emir ve yasaklar, teşvikler ve sakındırmaların iç içe alındığı özel bir hitap, bir kelamı ilâhi, eşsiz bir hadis, hikmetli bir çağrı, merhamet yüklü bir sesleniş özelliği taşır.
Kur'an'ın bu özelliklerinin okuyucuyu baktırmayan, onu pasifize etmeyip aksine şuur ve bilincini sonuna kadar açan, onu söz söylemeye teşvik eden, derinlemesine düşündüren, fikrine canlılık kazandıran, "haydi sende konuş" diyerek özgür yaratıldığını ortaya koyan bir nitelikte olduğunu ifade etmek gerekir.
Kur'an tekrar edildiğinde, en küçük birimi olan harflere, kelimelere, yan cümlelere, ana cümlelere, cümlelerden oluşmuş âyetlere ve bu âyetlerin oluşturduğu daha büyük konulara kadar her Kur'an parçasının başlı başına görevler üstlendiği gibi, Kur'an'ın bütünlüğü içinde birbiriyle bağlantılı bir makinenin parçaları, bir saatin çarkları gibi bir mekanizma oluşturduğu görülür.
Kur'an'ı herhangi bir aygıta benzetirsek sözünü ettiğimiz irili ufaklı bu parçaları aygıtı oluşturan a b c ç gibi unsurlar olarak düşünebiliriz.
Bu parçaları tek başlarına muayyen bir rol üstlenmekle birlikte onları aygıtın tümünün ahenkli ve uyumlu çalışmasını sağlayan fonksiyonları vardır.
Yani anlayacağınız Kur'an canlı bir organizma gibidir.
Dolayısıyla Kur'an'ın parçaları yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan, birbirlerine yol gösteren nitelikleriyle birbirinden ayrılmayacak ve kopmayacak bir bütün oluştururlar.
Kur'an ekolojik dengede bulunan canlıların birbirlerine olan ihtiyacı gibi, kendi bütünlüğü içinde en ufak elemanlara ihtiyaç içinde kendisini hisseder.
Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde açık, bir yerde muhtasar olarak verilen inanç, diğer tarafta detaylı, bir yerde mutlak olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekilde geçebilir.
Buna bağlı olarak, aynı kökten türeyen kelimeler değişik ortamlarda farklı manalar kazandığı gibi kök itibariyle büsbütün farklı olan kelimeler birçok yerde aynı anlamı vurgulamaktadır. Yani Kur'an, edebiyat ve belağati ile Arap dilinin bütün özelliklerini bünyesinde barındıran bir hitaptır.
Kur'an'ı bir madene benzetecek olursak, bu madenden azami derecede yararlanabilmek için onun tüm elementlerini yani kavramlarının ortaya çıkarılıp bir sürü işlemden geçirillmesi gerekmektedir.
Kur'an üzerine yaptığı semantik çalışmalarıyla tanınan Japon asıllı Prof. Tashihito İzutsu, Kur'an'ın bütünlüğü ile ilgili şu çarpıcı tespiti yapar.
"Kur'an'da kelimeler arası ilişki son derece ilgi çekicidir.
Mesela: Allah, Resul, Nebi, İslam, şefaat, din gibi gibi birçok önemli Kur'an sözlerini toplayıp, Kur'an'da ne anlama geldiğini bakmakla kavranabileceği zannedilir.
Fakat hakikatte mesele öyle sanıldığı kadar basit değildir.
Çünkü bu kelimeler, Kur'an'da birbirinden ayrı, yalın halde bulunmazlar.
Her birini ötekiyle yakın bir ilişkisi vardır.
Bu kelimeler, müşahhas anlamlarını, birbirleriyle olan bir bu ilişki sisteminden alırlar.
Diğer bir ifade ile bunlar, kendi aralarında büyük, küçük çeşitli gruplar teşkil ederler ve birbirlerine muhtelif yollarla bağlanırlar.
Bu suretle sonunda gayet düzenli bir bütün, son derece karışık kavramsal ve mükemmel bir münasebet ağı kurarlar.
İşte önemli olan husus, bu anlam sistemini yakalamaktır"
(Tashihito İzutsu Kur'an'da Allah ve insan (Çev. Süleyman Ateş) Ankara 1975, s. 15- 16 )
Bundan da anlaşılıyor ki manalar yalnız başlarına değil, daima bir sistem içinde değer kazanırlar.
(2.YAZI)
Kur'an'da bulunan özellikler başka hiçbir kitapta bulunmaz.
Bu özelliklerden en önemli olanları, bağlam ve bütünlüğünün bulunması, bir hikmete sahip olması, apaçık ve anlaşılır olması, her türlü ihtilaftan uzak olmasıdır.
Bilindiği gibi Kur'an'ın bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlıkları ve tâli başlıkları olan bir kitap değildir.
Beşeri kaynaklarda genellikle bilgiler, düşünceler ve mantıki deliller, te'lif metodu ile düzenli bir şekilde belli bir konunun etrafında döner.
Fakat sözün gücüne ve söz kültürüne sahip bulunan Kur'an'ın tertibi tamamen alışılmışın dışında bir görünüm arz eder.
Kitap şeklinden çok hitap (söz) olarak kendini ortaya koyar.
Zaten hayatı bütünüyle kucaklayan, insanların yollarını aydınlatan, adeta onlarla canlı bir diyaloğa geçen, tüm insanlığa dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren bir hitabın (sözün) sadece belli konuları işlemesi beklenemez.
Kur'an'da en başta inanç esasları (İslam-Tevhid) ahlaki prensipler daha sonra ilâhi hükümler, kıssalar, göklerde ve yerde Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren âyetler, davetler, nasihatler, ibretler, uyarmalar, korkutmalar, müjde, emir ve yasaklar, teşvikler ve sakındırmaların iç içe alındığı özel bir hitap, bir kelamı ilâhi, eşsiz bir hadis, hikmetli bir çağrı, merhamet yüklü bir sesleniş özelliği taşır.
Kur'an'ın bu özelliklerinin okuyucuyu baktırmayan, onu pasifize etmeyip aksine şuur ve bilincini sonuna kadar açan, onu söz söylemeye teşvik eden, derinlemesine düşündüren, fikrine canlılık kazandıran, "haydi sende konuş" diyerek özgür yaratıldığını ortaya koyan bir nitelikte olduğunu ifade etmek gerekir.
Kur'an tekrar edildiğinde, en küçük birimi olan harflere, kelimelere, yan cümlelere, ana cümlelere, cümlelerden oluşmuş âyetlere ve bu âyetlerin oluşturduğu daha büyük konulara kadar her Kur'an parçasının başlı başına görevler üstlendiği gibi, Kur'an'ın bütünlüğü içinde birbiriyle bağlantılı bir makinenin parçaları, bir saatin çarkları gibi bir mekanizma oluşturduğu görülür.
Kur'an'ı herhangi bir aygıta benzetirsek sözünü ettiğimiz irili ufaklı bu parçaları aygıtı oluşturan a b c ç gibi unsurlar olarak düşünebiliriz.
Bu parçaları tek başlarına muayyen bir rol üstlenmekle birlikte onları aygıtın tümünün ahenkli ve uyumlu çalışmasını sağlayan fonksiyonları vardır.
Yani anlayacağınız Kur'an canlı bir organizma gibidir.
Dolayısıyla Kur'an'ın parçaları yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan, birbirlerine yol gösteren nitelikleriyle birbirinden ayrılmayacak ve kopmayacak bir bütün oluştururlar.
Kur'an ekolojik dengede bulunan canlıların birbirlerine olan ihtiyacı gibi, kendi bütünlüğü içinde en ufak elemanlara ihtiyaç içinde kendisini hisseder.
Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde açık, bir yerde muhtasar olarak verilen inanç, diğer tarafta detaylı, bir yerde mutlak olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekilde geçebilir.
Buna bağlı olarak, aynı kökten türeyen kelimeler değişik ortamlarda farklı manalar kazandığı gibi kök itibariyle büsbütün farklı olan kelimeler birçok yerde aynı anlamı vurgulamaktadır. Yani Kur'an, edebiyat ve belağati ile Arap dilinin bütün özelliklerini bünyesinde barındıran bir hitaptır.
Kur'an'ı bir madene benzetecek olursak, bu madenden azami derecede yararlanabilmek için onun tüm elementlerini yani kavramlarının ortaya çıkarılıp bir sürü işlemden geçirillmesi gerekmektedir.
Kur'an üzerine yaptığı semantik çalışmalarıyla tanınan Japon asıllı Prof. Tashihito İzutsu, Kur'an'ın bütünlüğü ile ilgili şu çarpıcı tespiti yapar.
"Kur'an'da kelimeler arası ilişki son derece ilgi çekicidir.
Mesela: Allah, Resul, Nebi, İslam, şefaat, din gibi gibi birçok önemli Kur'an sözlerini toplayıp, Kur'an'da ne anlama geldiğini bakmakla kavranabileceği zannedilir.
Fakat hakikatte mesele öyle sanıldığı kadar basit değildir.
Çünkü bu kelimeler, Kur'an'da birbirinden ayrı, yalın halde bulunmazlar.
Her birini ötekiyle yakın bir ilişkisi vardır.
Bu kelimeler, müşahhas anlamlarını, birbirleriyle olan bir bu ilişki sisteminden alırlar.
Diğer bir ifade ile bunlar, kendi aralarında büyük, küçük çeşitli gruplar teşkil ederler ve birbirlerine muhtelif yollarla bağlanırlar.
Bu suretle sonunda gayet düzenli bir bütün, son derece karışık kavramsal ve mükemmel bir münasebet ağı kurarlar.
İşte önemli olan husus, bu anlam sistemini yakalamaktır"
(Tashihito İzutsu Kur'an'da Allah ve insan (Çev. Süleyman Ateş) Ankara 1975, s. 15- 16 )
Bundan da anlaşılıyor ki manalar yalnız başlarına değil, daima bir sistem içinde değer kazanırlar.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(1.YAZI)
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ı anlama ve açıklama işi hiçbir zaman herhangi bir mezhebin, bir kişinin veya bir grubun tekelinde olmamıştır.
Fakat samimi bir şekilde Kur'an'ı anlama gayretinde olmayan Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri mezhebi düşüncelerini ön plana çıkarmallarıyla ona kendi inançlarını ve doğrularını onaylatmak istemişlerdir.
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri hikmetten uzak bir şekilde Kur'an'a yakaşmaları bağlam ve bütünlüğüne gölge düşürmüş, manasını tahrif etmiş, sisteminin tamamen dağılmasına sebep olmuştur.
Özellikle Nebi ile Resul arasında bulunan farklardan habersiz olmaları ilahi hitabın hatalı yorumlanmasına yol açmıştır.
Bu tür hikmetsiz anlayışlar geçmişten günümüze kadar aralıksız devam edip gelmektedir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, tevhid sistemi içinde onu anlama meselesi çok önemli olmasına rağmen bu esasın pratikte her zaman ihmal edildiğini görüyoruz.
Burada her şeyden önce Kur'an'ın bir bütün olduğunu, kendi içinde bir sisteminin (Hikmet) bulunduğunu ve tutarlılığından hareketle onun, mutlaka kendi bütünlüğü içinde anlaşılması, dilinin özelliklerinin bilinmesi ve o şekilde çözüme kavuşturulması gerektiğini ortaya koymak istiyoruz.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyen, Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamayan kimse Kur'an'a meal verip tefsir etse dahi kendisini bir çok çelişkinin içinde bulacağından şüphe etmesin.
Allah Resulü'nden sonra Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar anlaşılmadığından vahiy açıklanırken gerekli olan bağlam ve bütünlük yerine getirilmemiş, sonu gelmez ihtilaflar çok ciddi boyutlara varmış anlamsızca çatışmalar meydana gelmiştir.
Öncelikle şu gerçeği ortaya koyalım:
Kur'an; "Allah kelamı" (Tevbe-6; Fetih- 15) olması hasebiyle "her türlü çelişkiden uzak" (Nisa- 82) inanç ve tevhid, güzel ahlak ve ameller bakımından insicamı olağanüstü ilahi bir hitaptır.
Allah'ın hitabında anlatılan olaylara ve konulara Kur'an dışındaki bir yola gitmek isteyen başarısızlığa mahkum olacaktır.
Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmeme veya Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamama Kur'an'ı hiç anlamama gibi bir sonuca götürür.
Dolayısıyla Kur'an'ın sistemini gözardı ederek rivayetlerle açıklamaya çalışmak Allah'ın kitabından uzaklaşmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Aslında Kur'an bir "kitap" değildir.
Onun kendisini "kitap" olarak nitelemesi bağlam ve bütünlüğünün bulunması, bir sisteme sahip olması, ilahi bir koruma altında indirilmesi ve kendi içinde bir çözümünün bulunmasından dolayıdır.
Dolayısıyla Kur'an'da geçen "kitap" kavramını "vahiy" olarak anlamak gerekir.
Çünkü bütün Nebi'lere vahiy indirilmesine rağmen müstakil bir kitapları olmaması bu gerçeği gösteriyor.
Halbuki Kur'an'da bütün Nebilere kitab indirildiği haber verilmiştir.
İşin esası Nebilere "kitap" değil, "vahiy" indirilmiştir.
"İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebiler gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hakkı gösteren "kitapları" da gönderdi..."
(Bakara-213)
Yani Kur'an'da geçen "kitap" kavramının, bizim bildiğimiz ve insanların akgılarında var olan iki kapak arasında maddi nesnelere yazılı bir şey olmadığını şu âyet ortaya koyar.
"Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. İndimizde hakkı söyleyen kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"
(Müminün- 62)
Aslında Allah'ın indinde maddi materyallere yazılı bir kitap bulunmaz.
İnsanların amellerini tam olarak kayıt altına alan ve yaptıklarını kaydeden bir hafıza, bir bellek bulunur.
İşte Kur'an âyetlerinde geçen "kitap" bellek, hafıza, bağlam ve bütünlüğü olan insanların hafızalarında yer edinen ve Allah'ın koruması altında bulunan "vahiy"dir.
Dolayısıyla âyetlerde anlatılan "kitap" nitelemesi "vahiy" anlamına gelmektedir.
Çünkü vahiy Allah tarafından direkt olarak Resul'ün kalbine indiriliyordu.
"Ey Resul! Onu Ruhu'l-emin uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir"
(Şuara- 193, 194,195)
"Kitap" kavramının "vahiy" olduğu ve maddi nesnelere yazılı bir metin olmadığı ile ilgili âyet çoktur.
"Hakikatte o (yalanladıkları) levh-i mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an'dır"
( Buruc- 21, 22)
" Hayır, o (Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile İnkar ederler"
(Ankebut- 49)
İşte bütün bu gerçekleri bilmeyen mezheplerin sözde ilim adamları yani muhaddis ve mezhep imamları büyük bir cehaletle "Kur'an'a abdestsiz ve cünup olarak dokunulmaz" demişlerdir.
Halbuki Allah tarafından direkt olarak Resul'ün kalbine indirilen vahiy elle dokunabilecek ve gözle görebilecek bir şey değildir.
"Temiz olmayanlar ona dokunamaz"
(Vakıa-79) demek, vahyin Allah tarafından Resul (as) a ulaşıncaya kadar koruma altında olması ve Mekke müşriklerinin "onu Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşı verilmiş bir cevaptır.
(Şuara-210,211)
(1.YAZI)
Allah Resulü'nden sonra Kur'an'ı anlama ve açıklama işi hiçbir zaman herhangi bir mezhebin, bir kişinin veya bir grubun tekelinde olmamıştır.
Fakat samimi bir şekilde Kur'an'ı anlama gayretinde olmayan Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri mezhebi düşüncelerini ön plana çıkarmallarıyla ona kendi inançlarını ve doğrularını onaylatmak istemişlerdir.
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri hikmetten uzak bir şekilde Kur'an'a yakaşmaları bağlam ve bütünlüğüne gölge düşürmüş, manasını tahrif etmiş, sisteminin tamamen dağılmasına sebep olmuştur.
Özellikle Nebi ile Resul arasında bulunan farklardan habersiz olmaları ilahi hitabın hatalı yorumlanmasına yol açmıştır.
Bu tür hikmetsiz anlayışlar geçmişten günümüze kadar aralıksız devam edip gelmektedir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, tevhid sistemi içinde onu anlama meselesi çok önemli olmasına rağmen bu esasın pratikte her zaman ihmal edildiğini görüyoruz.
Burada her şeyden önce Kur'an'ın bir bütün olduğunu, kendi içinde bir sisteminin (Hikmet) bulunduğunu ve tutarlılığından hareketle onun, mutlaka kendi bütünlüğü içinde anlaşılması, dilinin özelliklerinin bilinmesi ve o şekilde çözüme kavuşturulması gerektiğini ortaya koymak istiyoruz.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyen, Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamayan kimse Kur'an'a meal verip tefsir etse dahi kendisini bir çok çelişkinin içinde bulacağından şüphe etmesin.
Allah Resulü'nden sonra Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar anlaşılmadığından vahiy açıklanırken gerekli olan bağlam ve bütünlük yerine getirilmemiş, sonu gelmez ihtilaflar çok ciddi boyutlara varmış anlamsızca çatışmalar meydana gelmiştir.
Öncelikle şu gerçeği ortaya koyalım:
Kur'an; "Allah kelamı" (Tevbe-6; Fetih- 15) olması hasebiyle "her türlü çelişkiden uzak" (Nisa- 82) inanç ve tevhid, güzel ahlak ve ameller bakımından insicamı olağanüstü ilahi bir hitaptır.
Allah'ın hitabında anlatılan olaylara ve konulara Kur'an dışındaki bir yola gitmek isteyen başarısızlığa mahkum olacaktır.
Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmeme veya Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamama Kur'an'ı hiç anlamama gibi bir sonuca götürür.
Dolayısıyla Kur'an'ın sistemini gözardı ederek rivayetlerle açıklamaya çalışmak Allah'ın kitabından uzaklaşmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Aslında Kur'an bir "kitap" değildir.
Onun kendisini "kitap" olarak nitelemesi bağlam ve bütünlüğünün bulunması, bir sisteme sahip olması, ilahi bir koruma altında indirilmesi ve kendi içinde bir çözümünün bulunmasından dolayıdır.
Dolayısıyla Kur'an'da geçen "kitap" kavramını "vahiy" olarak anlamak gerekir.
Çünkü bütün Nebi'lere vahiy indirilmesine rağmen müstakil bir kitapları olmaması bu gerçeği gösteriyor.
Halbuki Kur'an'da bütün Nebilere kitab indirildiği haber verilmiştir.
İşin esası Nebilere "kitap" değil, "vahiy" indirilmiştir.
"İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebiler gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hakkı gösteren "kitapları" da gönderdi..."
(Bakara-213)
Yani Kur'an'da geçen "kitap" kavramının, bizim bildiğimiz ve insanların akgılarında var olan iki kapak arasında maddi nesnelere yazılı bir şey olmadığını şu âyet ortaya koyar.
"Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. İndimizde hakkı söyleyen kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"
(Müminün- 62)
Aslında Allah'ın indinde maddi materyallere yazılı bir kitap bulunmaz.
İnsanların amellerini tam olarak kayıt altına alan ve yaptıklarını kaydeden bir hafıza, bir bellek bulunur.
İşte Kur'an âyetlerinde geçen "kitap" bellek, hafıza, bağlam ve bütünlüğü olan insanların hafızalarında yer edinen ve Allah'ın koruması altında bulunan "vahiy"dir.
Dolayısıyla âyetlerde anlatılan "kitap" nitelemesi "vahiy" anlamına gelmektedir.
Çünkü vahiy Allah tarafından direkt olarak Resul'ün kalbine indiriliyordu.
"Ey Resul! Onu Ruhu'l-emin uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir"
(Şuara- 193, 194,195)
"Kitap" kavramının "vahiy" olduğu ve maddi nesnelere yazılı bir metin olmadığı ile ilgili âyet çoktur.
"Hakikatte o (yalanladıkları) levh-i mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an'dır"
( Buruc- 21, 22)
" Hayır, o (Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile İnkar ederler"
(Ankebut- 49)
İşte bütün bu gerçekleri bilmeyen mezheplerin sözde ilim adamları yani muhaddis ve mezhep imamları büyük bir cehaletle "Kur'an'a abdestsiz ve cünup olarak dokunulmaz" demişlerdir.
Halbuki Allah tarafından direkt olarak Resul'ün kalbine indirilen vahiy elle dokunabilecek ve gözle görebilecek bir şey değildir.
"Temiz olmayanlar ona dokunamaz"
(Vakıa-79) demek, vahyin Allah tarafından Resul (as) a ulaşıncaya kadar koruma altında olması ve Mekke müşriklerinin "onu Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşı verilmiş bir cevaptır.
(Şuara-210,211)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(3.YAZI)
Kur'an'ı incelediğimizde onun Mekki ve Medeni âyetleri ile tarih itibariyle önce indirilen sonra indirilen âyetleriyle bir bütünlük içinde olduğunu görürüz.
Bunun anlamı şudur:
Kur'an'ı Mübin bilinen tertibi ile bir bütünlük arz etmektedir.
Esasen Kur'an kendisini bir kitap olarak takdim ettiğine göre onda bir iç dizayn bir ahenk bulunduğundandır.
Çünkü yüzlerce olay üzerine ve ancak yirmi üç yılda tamamlanan normalde fikri düzeninden ve mantıki tutarlıktan mahrum gelişigüzel indirilen bir metnin eksiklikten kurtulamayacağı muhakkaktır.
Sonsuz bir ilme ve sisteme (hikmet) dayalı olarak indirilmiş (Nisa-166; Araf- 52)
ve âyetleri de ona göre tertip edilmiş bir kitabın her şeyden önce bütünlük arz eden insicamlı bir iç dizayna sahip olması gerekir.
Kur'an kendisini "tek bir söz" hükmünde olduğunu ifade ederken, onun bir bütün olduğunu ve bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Evet gerçekten de Kur'an kendisinden söz ederken "hadis, kelam, öğüt, hak, kavl, davet gibi tekil ibareler kullanarak tek bir söz hükmünde olduğunu ortaya koyar.
Kur'an'ın en önemli özelliklerinden biri de kendi bağlam ve bütünlüğü içinde açık ve anlaşılır olmasıdır.
Eğer Kur'an yukarıda anlatmaya çalıştığımız bağlam ve bütünlüğü çerçevesinde açık ve anlaşılır bir kitap kimliğinde ise o kendisini tebyin, tasrif, tafsil ve tefsir ediyor demektir.
Kur'an, kendisinin açık ve anlaşılır olduğunu yüzlerce âyette ortaya koyar.
Mâide-15; Hicr- 1; Nur- 34, 46; Şuara- 2; Kasas-2; Neml-1; Duhan 2;Talak- 11)
Bir çok ayette geçen "Ha Mim, apaçık kitab-a andolsun ki...." ve "Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın âyetleridir" gibi ifadelerden, Kur'an'ın hem kendi iç yapısında açık olduğu, hemde insanların ihtiyaç duydukları hususları açıklayan ve Allah katından inzal edildiğine şüphe edilmeyen bir kitap olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca "apaçık" gibi ifadeler de Kur'an'ın açık ve anlaşılır olduğunun delili sayılırlar.
Yine "Biz Kur'an'ı her şeyi açıklayıcı olarak sana indirdik..." (Nahl- 89 gibi ifadelerle Kur'an'ın açıklayıcılık özelliğini vurgularken "âyetleri geniş geniş açıkladık..."
( Enam- 97)
"O Allah ki kitabı size genişçe açıklanmış olarak indirdi..."
( Enam- 6) gibi ayetlerde de Kur'an ayetlerinin geniş ve detaylı olarak açıklandığını ifade etmektedir.
Çünkü "muhataplarını tek doğruya yönelttiğini (İsra-9) onlara gerekli bütün genel prensipleri açıkladığını, yine kendi beyanlarından öğrendiğimiz Kur'an'ın açıklayıcılık özelliğini taşıyabilmesi için kendisinin büyük ölçüde açık olması gerekir.
Burada açıklayan şey, Kur'an olduğuna ve açıkladıklarını da birtakım kelimelerle izah etme durumunda bulunduğuna göre onun ifadelerinin de anlaşılır olması gerekiyor.
Bu itibarla "Kur'an'ın açık bir söz, aynı zamanda bir açıklama, bir belâğ, bir bayan olması, bizi onun açık ve anlaşılır bir kitap olduğu sonucuna götürmektedir.
Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü İçinde açık ve anlaşılır oluşuyla yukarıda ifade ettiğimiz gibi ondaki ifadelerin iletmek istediği mesajın kavranması için muhataplarından istediği tek şey din ve hüküm olarak sadece kendisine başvurulması gerektiğidir.
Muhammed süresi'nin 24. Müminün süresi'nin 68 ve Nisa süresinin 82. âyetlerine dayanarak, Kuran'ın, kafir ve münafıkları düşünmeye teşvik ettiğini dolayısıyla âyetlerinin anlaşılmasının inkârcı ve münafıklar tarafından bile anlaşılabileceğini gösteriyor.
Kur'an'ın müminler için daha anlaşılır bir kitap olduğunu kim reddedebilir?
Yine Kamer süresinde tam dört defa (17, 22, 32, 40) tekrarlanan "Biz Kur'an'ı öğüt almak isteyenler için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?" ifadesi ile Kur'an'ın anlaşılabilir bir nitelik taşını göstermektedir.
(3.YAZI)
Kur'an'ı incelediğimizde onun Mekki ve Medeni âyetleri ile tarih itibariyle önce indirilen sonra indirilen âyetleriyle bir bütünlük içinde olduğunu görürüz.
Bunun anlamı şudur:
Kur'an'ı Mübin bilinen tertibi ile bir bütünlük arz etmektedir.
Esasen Kur'an kendisini bir kitap olarak takdim ettiğine göre onda bir iç dizayn bir ahenk bulunduğundandır.
Çünkü yüzlerce olay üzerine ve ancak yirmi üç yılda tamamlanan normalde fikri düzeninden ve mantıki tutarlıktan mahrum gelişigüzel indirilen bir metnin eksiklikten kurtulamayacağı muhakkaktır.
Sonsuz bir ilme ve sisteme (hikmet) dayalı olarak indirilmiş (Nisa-166; Araf- 52)
ve âyetleri de ona göre tertip edilmiş bir kitabın her şeyden önce bütünlük arz eden insicamlı bir iç dizayna sahip olması gerekir.
Kur'an kendisini "tek bir söz" hükmünde olduğunu ifade ederken, onun bir bütün olduğunu ve bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Evet gerçekten de Kur'an kendisinden söz ederken "hadis, kelam, öğüt, hak, kavl, davet gibi tekil ibareler kullanarak tek bir söz hükmünde olduğunu ortaya koyar.
Kur'an'ın en önemli özelliklerinden biri de kendi bağlam ve bütünlüğü içinde açık ve anlaşılır olmasıdır.
Eğer Kur'an yukarıda anlatmaya çalıştığımız bağlam ve bütünlüğü çerçevesinde açık ve anlaşılır bir kitap kimliğinde ise o kendisini tebyin, tasrif, tafsil ve tefsir ediyor demektir.
Kur'an, kendisinin açık ve anlaşılır olduğunu yüzlerce âyette ortaya koyar.
Mâide-15; Hicr- 1; Nur- 34, 46; Şuara- 2; Kasas-2; Neml-1; Duhan 2;Talak- 11)
Bir çok ayette geçen "Ha Mim, apaçık kitab-a andolsun ki...." ve "Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın âyetleridir" gibi ifadelerden, Kur'an'ın hem kendi iç yapısında açık olduğu, hemde insanların ihtiyaç duydukları hususları açıklayan ve Allah katından inzal edildiğine şüphe edilmeyen bir kitap olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca "apaçık" gibi ifadeler de Kur'an'ın açık ve anlaşılır olduğunun delili sayılırlar.
Yine "Biz Kur'an'ı her şeyi açıklayıcı olarak sana indirdik..." (Nahl- 89 gibi ifadelerle Kur'an'ın açıklayıcılık özelliğini vurgularken "âyetleri geniş geniş açıkladık..."
( Enam- 97)
"O Allah ki kitabı size genişçe açıklanmış olarak indirdi..."
( Enam- 6) gibi ayetlerde de Kur'an ayetlerinin geniş ve detaylı olarak açıklandığını ifade etmektedir.
Çünkü "muhataplarını tek doğruya yönelttiğini (İsra-9) onlara gerekli bütün genel prensipleri açıkladığını, yine kendi beyanlarından öğrendiğimiz Kur'an'ın açıklayıcılık özelliğini taşıyabilmesi için kendisinin büyük ölçüde açık olması gerekir.
Burada açıklayan şey, Kur'an olduğuna ve açıkladıklarını da birtakım kelimelerle izah etme durumunda bulunduğuna göre onun ifadelerinin de anlaşılır olması gerekiyor.
Bu itibarla "Kur'an'ın açık bir söz, aynı zamanda bir açıklama, bir belâğ, bir bayan olması, bizi onun açık ve anlaşılır bir kitap olduğu sonucuna götürmektedir.
Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü İçinde açık ve anlaşılır oluşuyla yukarıda ifade ettiğimiz gibi ondaki ifadelerin iletmek istediği mesajın kavranması için muhataplarından istediği tek şey din ve hüküm olarak sadece kendisine başvurulması gerektiğidir.
Muhammed süresi'nin 24. Müminün süresi'nin 68 ve Nisa süresinin 82. âyetlerine dayanarak, Kuran'ın, kafir ve münafıkları düşünmeye teşvik ettiğini dolayısıyla âyetlerinin anlaşılmasının inkârcı ve münafıklar tarafından bile anlaşılabileceğini gösteriyor.
Kur'an'ın müminler için daha anlaşılır bir kitap olduğunu kim reddedebilir?
Yine Kamer süresinde tam dört defa (17, 22, 32, 40) tekrarlanan "Biz Kur'an'ı öğüt almak isteyenler için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?" ifadesi ile Kur'an'ın anlaşılabilir bir nitelik taşını göstermektedir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(4.YAZI)
Kur'an ilahi bir hitap ve dâvet olması bakımından kendisinde özel ifade ve özellikler taşır ve buna paralel olarak da özel bir yapısı bulunmaktadır.
Onun hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ve onun sözün gücüne ve kültürüne sahip yapısını ve karakterini gereği gibi kavrayamamış bir okuyucu bazı konularda âyetler arasında çelişki olduğunu zannedebilir.
Tabiatıyla bu zannın onu ilahi hitabın kendi içinde tutarsız olduğu şeklinde yanlış bir inanca sevk etmesi her zaman ihtimal dahilindedir. Kur'an'ı anlamaya çalışan arkadaşların, zaman, mekan ve şartlar itibarıyla sözün gücüne dayanan Kur'an'ın bir çok özelliğini dikkate almadıklarından bazı âyetler arasında çelişki varmış algısına kapılıyorlar ve var zannedilen çelişkileri ortadan kaldırmak için çok anlamsız yorumlara ve zorlamalara gidebiliyorlar.
Peki, hakikaten bazılarının algıladığı gibi, acaba Allah'ın kelamında birbirini tutmayan ve birbiriyle çelişen ifadeler var mıdır?
Yani, Kur'an'ın kendi iç yapısı, mana sistemi, bağlam ve bütünlüğü içerisinde tutarsızlığı söz konusu olabilir mi?
Bu sorulara Kur'an'ın verdiği cevap, hayırdır. Nisa süresinin 82. âyetinde Yüce Allah şöyle buyurur.
"Onlar (ataların dinini taklit eden müşrikler) Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda bir çok çelişki bulurlardı"
Âyette baktığımızda, Kur'an'ın ihtilaf ve çelişkiden uzak; hem lafız hemde mana yönünden birbirini doğrulayan ve birbirini destekleyip tamamlayan ifadeleri bünyesinde barındıran bir hitap, bir çağrı ve bir kitap olduğu anlaşılır.
Yüce Allah, kelamının tutarsızlıktan, çelişkiden ve ihtilaftan uzak olduğunu açık bir şekilde ortaya koyduğuna göre,
Kur'an'ı anlamaya ve açıklamaya çalışanların, onun çelişkisiz özelliğini tam olarak kavramaya çalışmaları gerekir.
Aslında yüce Allah, Kur'an'da çelişkinin bulunmayışını ifade ederken, âdeta insanlardan, onda çelişkili gibi görünen hususlar üzerinde yoğunlaşıp,
onu kendi sistemi (hikmet) içinde tutarlı bir kitap olduğu sonucuna, yine kendi çabalarıyla varmalarını istemiş ve bunu hedef olarak göstermiş olabilir.
Çünkü bu yolla, onların hem Kur'an üzerinde yeterince tefekkür etmeleri sağlanmış hem de Kur'an'i anlayışta, ihtilafa değil, birliğe varmaları istenmiştir.
Ancak Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü (hikmet) içinde anlayabilmek ve kavrayabilmek için mutlaka önyargılardan uzak kalınması gerekmektedir.
Kur'an'a temiz bir akıl, inanç ve anlayışla yaklaşmayanlar, Kur'an'ı sadece sevap kazanma amaçlı okuyabileceklerdir.
Aklını başkalarına kiraya verenler yani akıllarını devre dışı bırakanlar Kur'an'dan hiçbir şey anlamayacak, ebediyen Kur'an'ın hidayetine sahip olmayacaklardır.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona nasıl çevrenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen (Ey Resul! ) onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
( Kehf-57)
Kur'an, insan düşüncesine ve iradesine değer verdiğinden dolayı, kendisine önyargıyla yaklaşanlara zorla bir şeyler verme çabası içine gelmez.
Kur'an, insanların iradesine ipotek koyarak zorla kendisine yönlendirmez.
Kur'an, inanç hususunda insanları özgür iradeleriyle baş başa kalarak tercih yapmalarını arzu eder.
Dolayısıyla Kur'an, insanların iradesi üzerine asla baskı kurmaz.
MESELA:
Beşeri bir eserin ve kaynağın mahkumiyeti altında Kur'an'a yaklaşmak isteyenlere Kur'an'ın verebileceği bir şey olmayacaktır.
Çünkü Kur'an din ve hüküm olarak kendisinin yanında başka bir söze ve esere değer vermez.
Yani yüce Allah, nasıl ki kendisine şirk koşulmasını kabul etmiyorsa, Kur'an'ı Mübin'de din ve hüküm olarak kendisine ortak koşulacak bütün eserleri reddeder.
"Göklerin ve yerin hükümdarlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olduğuna bakmıyorlar mı? O halde Kur'an'dan başka hangi söze inanacaklar"
(Âraf-185)
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze (hadisin) inanacaklar?
(Casiye-6)
Dolayısıyla Kur'an'da bulunan konulara yine Kur'an'dan yol bularak gitmek son derece önemli bir görevdir.
(4.YAZI)
Kur'an ilahi bir hitap ve dâvet olması bakımından kendisinde özel ifade ve özellikler taşır ve buna paralel olarak da özel bir yapısı bulunmaktadır.
Onun hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ve onun sözün gücüne ve kültürüne sahip yapısını ve karakterini gereği gibi kavrayamamış bir okuyucu bazı konularda âyetler arasında çelişki olduğunu zannedebilir.
Tabiatıyla bu zannın onu ilahi hitabın kendi içinde tutarsız olduğu şeklinde yanlış bir inanca sevk etmesi her zaman ihtimal dahilindedir. Kur'an'ı anlamaya çalışan arkadaşların, zaman, mekan ve şartlar itibarıyla sözün gücüne dayanan Kur'an'ın bir çok özelliğini dikkate almadıklarından bazı âyetler arasında çelişki varmış algısına kapılıyorlar ve var zannedilen çelişkileri ortadan kaldırmak için çok anlamsız yorumlara ve zorlamalara gidebiliyorlar.
Peki, hakikaten bazılarının algıladığı gibi, acaba Allah'ın kelamında birbirini tutmayan ve birbiriyle çelişen ifadeler var mıdır?
Yani, Kur'an'ın kendi iç yapısı, mana sistemi, bağlam ve bütünlüğü içerisinde tutarsızlığı söz konusu olabilir mi?
Bu sorulara Kur'an'ın verdiği cevap, hayırdır. Nisa süresinin 82. âyetinde Yüce Allah şöyle buyurur.
"Onlar (ataların dinini taklit eden müşrikler) Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda bir çok çelişki bulurlardı"
Âyette baktığımızda, Kur'an'ın ihtilaf ve çelişkiden uzak; hem lafız hemde mana yönünden birbirini doğrulayan ve birbirini destekleyip tamamlayan ifadeleri bünyesinde barındıran bir hitap, bir çağrı ve bir kitap olduğu anlaşılır.
Yüce Allah, kelamının tutarsızlıktan, çelişkiden ve ihtilaftan uzak olduğunu açık bir şekilde ortaya koyduğuna göre,
Kur'an'ı anlamaya ve açıklamaya çalışanların, onun çelişkisiz özelliğini tam olarak kavramaya çalışmaları gerekir.
Aslında yüce Allah, Kur'an'da çelişkinin bulunmayışını ifade ederken, âdeta insanlardan, onda çelişkili gibi görünen hususlar üzerinde yoğunlaşıp,
onu kendi sistemi (hikmet) içinde tutarlı bir kitap olduğu sonucuna, yine kendi çabalarıyla varmalarını istemiş ve bunu hedef olarak göstermiş olabilir.
Çünkü bu yolla, onların hem Kur'an üzerinde yeterince tefekkür etmeleri sağlanmış hem de Kur'an'i anlayışta, ihtilafa değil, birliğe varmaları istenmiştir.
Ancak Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü (hikmet) içinde anlayabilmek ve kavrayabilmek için mutlaka önyargılardan uzak kalınması gerekmektedir.
Kur'an'a temiz bir akıl, inanç ve anlayışla yaklaşmayanlar, Kur'an'ı sadece sevap kazanma amaçlı okuyabileceklerdir.
Aklını başkalarına kiraya verenler yani akıllarını devre dışı bırakanlar Kur'an'dan hiçbir şey anlamayacak, ebediyen Kur'an'ın hidayetine sahip olmayacaklardır.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona nasıl çevrenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen (Ey Resul! ) onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
( Kehf-57)
Kur'an, insan düşüncesine ve iradesine değer verdiğinden dolayı, kendisine önyargıyla yaklaşanlara zorla bir şeyler verme çabası içine gelmez.
Kur'an, insanların iradesine ipotek koyarak zorla kendisine yönlendirmez.
Kur'an, inanç hususunda insanları özgür iradeleriyle baş başa kalarak tercih yapmalarını arzu eder.
Dolayısıyla Kur'an, insanların iradesi üzerine asla baskı kurmaz.
MESELA:
Beşeri bir eserin ve kaynağın mahkumiyeti altında Kur'an'a yaklaşmak isteyenlere Kur'an'ın verebileceği bir şey olmayacaktır.
Çünkü Kur'an din ve hüküm olarak kendisinin yanında başka bir söze ve esere değer vermez.
Yani yüce Allah, nasıl ki kendisine şirk koşulmasını kabul etmiyorsa, Kur'an'ı Mübin'de din ve hüküm olarak kendisine ortak koşulacak bütün eserleri reddeder.
"Göklerin ve yerin hükümdarlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olduğuna bakmıyorlar mı? O halde Kur'an'dan başka hangi söze inanacaklar"
(Âraf-185)
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze (hadisin) inanacaklar?
(Casiye-6)
Dolayısıyla Kur'an'da bulunan konulara yine Kur'an'dan yol bularak gitmek son derece önemli bir görevdir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(5.YAZI)
Kur'an'ın kendi iç yapısı ve sistemi içinde tutarlı oluşu bir yana o, aynı zamanda inanç ve muamalatla ilgili ihtilafları çözümleyici olarak karşımıza çıkmaktadır.
"Eğer bir hususta ihtilafa düşerseniz, onun çözümünü Allah'a ve Resul'üne havale ediniz..."
(Nisa-59)
(Ey Resul! Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik; hainlerden yana olma"
( Nisa- 105)
"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbim'dir. O'na dayanıp ve O'na yönelirim
(Şura-10)
gibi ayetler, Kur'an'ın ihtilafları çözümleyici özelliğini bildirmektedir.
Kur'an'ı Mübin'in ihtilafları çözümleyici oluşu, onun kendi içinde tutarlı ve çelişkiden uzak olduğunu gerektirir.
Çünkü bağlam ve bütünlüğü açısından çelişkili bir özellik arz eden bir kitabın, ihtilafları çözümleyiciliği şöyle dursun aksine her türlü çatışmaya davetiye çıkarır.
Kur'an'ı Mübin'de ilk bakışta çelişkili gibi görünen ifadelerle karşılaşılabilir.
Fakat onu kendi bağlam ve bütünlüğü içinde ele aldığımızda hiç de sanıldığı gibi olmadığı anlaşılacaktır.
Kur'an'ın bir bütün olduğu gerçeği öteden beri bilinen bir husus olmakla birlikte asrımızda, özellikle son yıllarda üzerinde daha çok durulan bir konu haline gelmiştir.
Kur'an ehli muvahhidler beklentilerinin her geçen gün hızla değiştiğinin farkına vararak, Kur'an'ın hayata, eşyaya, tabiata, beşere ve kainata bakışını daha net, anlaşılır ve daha bütüncül bir yaklaşımla insanlığa sunma gayreti içine girdiler.
Kur'an'ı Mübin'in göz ardı edilmemesi gereken bazı önemli özelliklerine işaret etmeye çalıştık.
Şimdi, aklı kullanmanın ve Kur'an üzerinde tefekkür etmenin rolüne de temas etmek yerinde olacaktır.
Kur'an'ı Mübin'in konularına göre tertip edilmiş düzenli bir kitap olmadığı göz önüne alınırsa onun kendi bütünlüğü içinde anlaşılması aklı kullanmaya ve muhakeme yapmaya önemli ölçüde ihtiyaç gösteriyor.
Aklı kullanmanın bu konudaki fonksiyonu, Kur'an'ın parçaları arasında esasen mevcut olan irtibatları tespit etmek ve bu parçalardaki açıklayıcı unsurları bir cerrah hassasiyetle bulup çıkarmaktır.
İç bağlantılar, bazen açık iken çoğu zaman fevkalede yoğun bir konsantrasyon, zihni bir çaba ve sabır gerektirecek ölçüde kapalı olabilmektedir.
O halde Kur'an'da bulunan konuların bağlantılarını ortaya çıkarmak için yılların uzmanlaşmış bir madencinin göstermiş olduğu çabayı göstermek icap edecektir.
Kur'an, hemen bir anda yani aklı kullanmadan ve üzerinde tefekkür etmeden meallerden okunarak asgari bir çalışma ile anlaşılacak bir kitap değildir.
Bazı konuları vardır ki insan onlara uzun bir zaman çalışarak, çabalayarak, yoğunlaşarak, tefekkür ederek, sabır göstererek ve Allah'tan yardım dileyerek ulaşabilir.
Bunun en büyük sebebi Allah Resulü'nden sonra uydurulan binlerce rivayetle ve bu rivayetlerin üzerine bina edilen dinle Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün yani anlamının buharlaştırılması olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer Şii ve Sünni âlimler beyhude emeklerle ilk başta uydurma rivayetlerin kavramları üzerinde değilde, Kur'an'da bulunan kavramlar üzerinde çalışma yapmış olsalardı, karşımıza böyle bir zorluk çıkmayacaktı.
Nasıl ki insan kainat kitabının üzerinde araştırma yaparak maddi ilerleme kaydediyorsa, aynı şekilde inanç ve ahlakta terakki etmesi için de yoğun bir şekilde Kur'an'ı Mübin'i inceleme ve araştırma yapması gerekecektir.
Onun değerli manevi madenlerini ortaya çıkarmak kolay değildir.
Onun madenlerini ortaya çıkarabilmek için ona yoğunlaşmak lazımdır.
Hatta şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Kur'an'a aklı kullanarak yaklaşanlar sözde ilim adamlarından ve müfessirlerden daha isabetli fikirlere sahip olmaktadırlar.
Kur'an'ı Hakim, üslubu gereği, kendisini açıklarken araştıracılarını hazırcı bir yaklaşıma götürmez.
Üzerinde derin derin düşünmelerini ister, hemen kendini göstermez.
Okuyucu ve araştırıcıyı kendine çeker.
Eğer okuyucu merak ederse, güzel ahlaklı olur ve sabırlı davranırsa Kur'an gide gide onu daha fazla kendi içine ve güzelliklerine çekmeye çalışır.
Araştırmacı Kur'an'daki inanç, güzel ahlak, elçi kıssaları, fikir, tarih, ve harikulade anlatımların içine çekildikçe artık onların içinden çıkmak istemeyecektir.
Bu şekilde artık Kur'an üzerinde tefekkür eden meraklısına bilinmezliğe dair kapı ve pencerelerini sonuna kadar açık bulunduracaktır.
Kur'an tam olarak meraklısının akıl ve fikrine yerleşince dışarıdan gelebilecek menfi inanç, fikir ve hurafeleri hemen anında sahibine bildirecektir.
Çünkü Kur'an'ın temiz özelliği ve yapısı şirk, hurafe ve yalanlarla yaşamaya ve bir arada barınmaya müsait değildir.
(5.YAZI)
Kur'an'ın kendi iç yapısı ve sistemi içinde tutarlı oluşu bir yana o, aynı zamanda inanç ve muamalatla ilgili ihtilafları çözümleyici olarak karşımıza çıkmaktadır.
"Eğer bir hususta ihtilafa düşerseniz, onun çözümünü Allah'a ve Resul'üne havale ediniz..."
(Nisa-59)
(Ey Resul! Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik; hainlerden yana olma"
( Nisa- 105)
"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbim'dir. O'na dayanıp ve O'na yönelirim
(Şura-10)
gibi ayetler, Kur'an'ın ihtilafları çözümleyici özelliğini bildirmektedir.
Kur'an'ı Mübin'in ihtilafları çözümleyici oluşu, onun kendi içinde tutarlı ve çelişkiden uzak olduğunu gerektirir.
Çünkü bağlam ve bütünlüğü açısından çelişkili bir özellik arz eden bir kitabın, ihtilafları çözümleyiciliği şöyle dursun aksine her türlü çatışmaya davetiye çıkarır.
Kur'an'ı Mübin'de ilk bakışta çelişkili gibi görünen ifadelerle karşılaşılabilir.
Fakat onu kendi bağlam ve bütünlüğü içinde ele aldığımızda hiç de sanıldığı gibi olmadığı anlaşılacaktır.
Kur'an'ın bir bütün olduğu gerçeği öteden beri bilinen bir husus olmakla birlikte asrımızda, özellikle son yıllarda üzerinde daha çok durulan bir konu haline gelmiştir.
Kur'an ehli muvahhidler beklentilerinin her geçen gün hızla değiştiğinin farkına vararak, Kur'an'ın hayata, eşyaya, tabiata, beşere ve kainata bakışını daha net, anlaşılır ve daha bütüncül bir yaklaşımla insanlığa sunma gayreti içine girdiler.
Kur'an'ı Mübin'in göz ardı edilmemesi gereken bazı önemli özelliklerine işaret etmeye çalıştık.
Şimdi, aklı kullanmanın ve Kur'an üzerinde tefekkür etmenin rolüne de temas etmek yerinde olacaktır.
Kur'an'ı Mübin'in konularına göre tertip edilmiş düzenli bir kitap olmadığı göz önüne alınırsa onun kendi bütünlüğü içinde anlaşılması aklı kullanmaya ve muhakeme yapmaya önemli ölçüde ihtiyaç gösteriyor.
Aklı kullanmanın bu konudaki fonksiyonu, Kur'an'ın parçaları arasında esasen mevcut olan irtibatları tespit etmek ve bu parçalardaki açıklayıcı unsurları bir cerrah hassasiyetle bulup çıkarmaktır.
İç bağlantılar, bazen açık iken çoğu zaman fevkalede yoğun bir konsantrasyon, zihni bir çaba ve sabır gerektirecek ölçüde kapalı olabilmektedir.
O halde Kur'an'da bulunan konuların bağlantılarını ortaya çıkarmak için yılların uzmanlaşmış bir madencinin göstermiş olduğu çabayı göstermek icap edecektir.
Kur'an, hemen bir anda yani aklı kullanmadan ve üzerinde tefekkür etmeden meallerden okunarak asgari bir çalışma ile anlaşılacak bir kitap değildir.
Bazı konuları vardır ki insan onlara uzun bir zaman çalışarak, çabalayarak, yoğunlaşarak, tefekkür ederek, sabır göstererek ve Allah'tan yardım dileyerek ulaşabilir.
Bunun en büyük sebebi Allah Resulü'nden sonra uydurulan binlerce rivayetle ve bu rivayetlerin üzerine bina edilen dinle Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün yani anlamının buharlaştırılması olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer Şii ve Sünni âlimler beyhude emeklerle ilk başta uydurma rivayetlerin kavramları üzerinde değilde, Kur'an'da bulunan kavramlar üzerinde çalışma yapmış olsalardı, karşımıza böyle bir zorluk çıkmayacaktı.
Nasıl ki insan kainat kitabının üzerinde araştırma yaparak maddi ilerleme kaydediyorsa, aynı şekilde inanç ve ahlakta terakki etmesi için de yoğun bir şekilde Kur'an'ı Mübin'i inceleme ve araştırma yapması gerekecektir.
Onun değerli manevi madenlerini ortaya çıkarmak kolay değildir.
Onun madenlerini ortaya çıkarabilmek için ona yoğunlaşmak lazımdır.
Hatta şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Kur'an'a aklı kullanarak yaklaşanlar sözde ilim adamlarından ve müfessirlerden daha isabetli fikirlere sahip olmaktadırlar.
Kur'an'ı Hakim, üslubu gereği, kendisini açıklarken araştıracılarını hazırcı bir yaklaşıma götürmez.
Üzerinde derin derin düşünmelerini ister, hemen kendini göstermez.
Okuyucu ve araştırıcıyı kendine çeker.
Eğer okuyucu merak ederse, güzel ahlaklı olur ve sabırlı davranırsa Kur'an gide gide onu daha fazla kendi içine ve güzelliklerine çekmeye çalışır.
Araştırmacı Kur'an'daki inanç, güzel ahlak, elçi kıssaları, fikir, tarih, ve harikulade anlatımların içine çekildikçe artık onların içinden çıkmak istemeyecektir.
Bu şekilde artık Kur'an üzerinde tefekkür eden meraklısına bilinmezliğe dair kapı ve pencerelerini sonuna kadar açık bulunduracaktır.
Kur'an tam olarak meraklısının akıl ve fikrine yerleşince dışarıdan gelebilecek menfi inanç, fikir ve hurafeleri hemen anında sahibine bildirecektir.
Çünkü Kur'an'ın temiz özelliği ve yapısı şirk, hurafe ve yalanlarla yaşamaya ve bir arada barınmaya müsait değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)