KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER
(40. YAZI)
ÖRNEK 269
Âli İmran süresi "İman edip iyi amellerde bulunanlara gelince, (Allah) onların mükafatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez" 57. âyetinde bulunan "feyüveffihim ucurahum" (Allah) onların mükafatlarını eksiksiz verecektir" kelimesini, Ebu Amr "fenüveffihim ucurahum" "onların mükafatlarını eksiksiz vereceğiz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 270
Âli İmran süresi "Göklerde ve yerde olanlar ister istemez ona teslim olduğu halde onlar, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar.
Halbuki O'na döndürüleceklerdir" 83. âyetinde bulunan "yebğune" "arıyorlar" ve "yurceüne" "döndürüleceklerdir" kelimelerini, Ebu Amr "tebğune" "arıyorsunuz" "turceun" "döndürüleceksiniz" olarak okumuştur.
Bu kıraate göre âyetin meali şöyle oluyor.
"Göklerde ve yerde olanlar ister istemez ona teslim olduğu halde sizler, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorsunuz. Halbuki O'na döndürüleceksiniz"
ÖRNEK 271
Mümin süresi "Allah adaletle hükmeder. O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler..." 20. âyetinde bulunan "yed'une" "taptıkları" kelimesini, Nâfi "ted'une" taptıklarınız" olarak okumuştur.
O zaman âyetin meali şöyle oluyor.
"Allah adaletle hükmeder onu bırakıp taptıklarınız hiçbir şeye hükmedemezler"
ÖRNEK 272
Mümin süresi "...Böylece Firavun'a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı..." 37. âyetinde bulunan "ve sudde anissebil" "ve yoldan saptırıldı" kelimesini, Nâfi "ve sadde anissebil" "ve yoldan saptı" olarak okumuştur.
ÖRNEK 273
Nisa süresi "Allah ve Resulü'ne iman eden ve onlardan hiç birini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatlarını verecektir" 152. âyetinde bulunan "yü'tihim ucurahum" (Allah) mükafatlarını verecektir" kelimesini, Nâfi "nü'tihim ucurahum" "mükafatlarını vereceğiz" olarak okumuştur. ÖRNEK 274
Maide süresi "Ey iman edenler! Salat'ı ikame etmeye kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedip topuklara kadar ayaklarınızı da..." 6. âyetinde bulunan "ercüleküm" "ayaklarınızı" kelimesini, Ebu Amr "ercüliküm" olarak okumuştur.
Yani kelime "ercüleküm" olduğu zaman, âyette bulunan "vucüheküm" "yüzlerinizi" gibi ayaklarda yıkanacaktır.
"ercüliküm" olursa "ruusikim" "başlarınızı" meshetme gibi ayaklarda meshedilecektir. Aslında abdest alırken ayakları yıkamanın veya meshetmenin bir sakıncası yoktur.
Dinde, özellikle ameli konularda zorlama olmadığı için rahat ortamlarda ayakları yıkamak, zor ortamlarda mesh etmek gerekir. Veya sıcak ortamlarda ayakları yıkamak soğuk ortamlarda meshetmek gerekiyor.
Dolayısıyla ameli konularda strese girip psikolojik olarak baskı altında kalmamak çok önemlidir.
22 Şubat 2019 Cuma
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER
(39. YAZI)
ÖRNEK 263
Yunus süresi "...Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri) insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici azabı görünceye kadar iman etmesinler diye mi verdin?..." 88. âyetinde bulunan "liyudillu an sebilike" "senin yolundan saptırsınlar" kelimesini, Ebu Amr "liyâdillu an sebilike" "senin yolundan sapsınlar" olarak olmuştur.
ÖRNEK 264
Hud süresi "Nuh dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından bildirilen apaçık bir delil üzerinde isem ve o bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa buna ne dersiniz?..."
28. âyetinde bulunan "feummiyet aleyküm" "size gizli tutulmuşsa" kelimesini, kıraat imamı Asım'dan başka bütün kıraat imamları "faamiyet aleyküm" "size gizli kalmışsa" olarak olmuştur.
Yoksa Rahmân ve Rahim olan Allah hakikati insanlardan gizli tutmaz.
Din adamları vahyi gizleyerek hakikatın insanlara ulaşmasını engellerler ve bu şekilde Allah'ın dini insanlardan gizli kalır.
ÖRNEK 265
Bakara süresi "Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter..." 271. âyetinde bulunan "ve yükeffirü anküm seyyiétiküm"
(Allah) bu sebeple sizin günahlarınızı örter..." kelimesini, Kisai "ve nükeffirü anküm seyyiétiküm" "bu sebeple sizin günahlarınızı örteriz..." olarak okumuştur.
ÖRNEK 266
Bakara süresi "Resul, Rabb'i tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (İman ettiler) her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine İman ettiler..." 285. ayetinde bulunan "kütübihi" "kitaplarına" kelimesini, Ebu Amr "kitébihi" "kitabına" olarak okumuştur.
Yani Türkiye, İran, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerde okunan Kur'an'da "kitaplar" olarak indirilen tüm kitaplara iman etmek kasdedilirken Fas, Cezayir, Ürdün gibi ülkelerde okunan Kur'an da sadece Allah Resulüne indirilen Kur'an'a iman etmek kasdedilmiş oluyor.
ÖRNEK 267
Âli İmran süresi (Ey Resul! ) İnkar edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz orası kalınacak ne kötü bir yerdir" 12. âyetinde bulunan "setuğlebune" "mağlup olacaksınız" "vetuhşerune" "sürüleceksiniz" kelimelerini, Ebu Amr "seyuğlebune" "mağlup ollacaklar" "veyuhşerune" "sürülecekler" olarak okumuştur. O zaman âyetin meali şöyle oluyor.
(Ey Resul! )İnkâr edenler de ki: Yakında mağlup olacaklar ve cehenneme sürülecekler. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir"
ÖRNEK 268
Âli İmran "Allah ona (İsa'ya) kitab-ı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek" 48. âyetinde bulunan "ve yuallimuhu" "ona öğretecek" kelimesini, Ebu Amr "ve nuallimuhu" "ona (İsa'ya) öğreteceğiz" olarak okumuştur.
(39. YAZI)
ÖRNEK 263
Yunus süresi "...Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri) insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici azabı görünceye kadar iman etmesinler diye mi verdin?..." 88. âyetinde bulunan "liyudillu an sebilike" "senin yolundan saptırsınlar" kelimesini, Ebu Amr "liyâdillu an sebilike" "senin yolundan sapsınlar" olarak olmuştur.
ÖRNEK 264
Hud süresi "Nuh dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından bildirilen apaçık bir delil üzerinde isem ve o bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa buna ne dersiniz?..."
28. âyetinde bulunan "feummiyet aleyküm" "size gizli tutulmuşsa" kelimesini, kıraat imamı Asım'dan başka bütün kıraat imamları "faamiyet aleyküm" "size gizli kalmışsa" olarak olmuştur.
Yoksa Rahmân ve Rahim olan Allah hakikati insanlardan gizli tutmaz.
Din adamları vahyi gizleyerek hakikatın insanlara ulaşmasını engellerler ve bu şekilde Allah'ın dini insanlardan gizli kalır.
ÖRNEK 265
Bakara süresi "Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter..." 271. âyetinde bulunan "ve yükeffirü anküm seyyiétiküm"
(Allah) bu sebeple sizin günahlarınızı örter..." kelimesini, Kisai "ve nükeffirü anküm seyyiétiküm" "bu sebeple sizin günahlarınızı örteriz..." olarak okumuştur.
ÖRNEK 266
Bakara süresi "Resul, Rabb'i tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (İman ettiler) her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine İman ettiler..." 285. ayetinde bulunan "kütübihi" "kitaplarına" kelimesini, Ebu Amr "kitébihi" "kitabına" olarak okumuştur.
Yani Türkiye, İran, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerde okunan Kur'an'da "kitaplar" olarak indirilen tüm kitaplara iman etmek kasdedilirken Fas, Cezayir, Ürdün gibi ülkelerde okunan Kur'an da sadece Allah Resulüne indirilen Kur'an'a iman etmek kasdedilmiş oluyor.
ÖRNEK 267
Âli İmran süresi (Ey Resul! ) İnkar edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz orası kalınacak ne kötü bir yerdir" 12. âyetinde bulunan "setuğlebune" "mağlup olacaksınız" "vetuhşerune" "sürüleceksiniz" kelimelerini, Ebu Amr "seyuğlebune" "mağlup ollacaklar" "veyuhşerune" "sürülecekler" olarak okumuştur. O zaman âyetin meali şöyle oluyor.
(Ey Resul! )İnkâr edenler de ki: Yakında mağlup olacaklar ve cehenneme sürülecekler. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir"
ÖRNEK 268
Âli İmran "Allah ona (İsa'ya) kitab-ı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek" 48. âyetinde bulunan "ve yuallimuhu" "ona öğretecek" kelimesini, Ebu Amr "ve nuallimuhu" "ona (İsa'ya) öğreteceğiz" olarak okumuştur.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
10. YAZI)
26-) ŞÂHİD
Yine bir çok kavram gibi "şâhid" kavramı da Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"De ki: Ey ehl- i kitap! Allah yaptıklarınıza şâhid olurken niçin Allah'ın âyetlerinin üzerini örtüp onları inkar ediyorsunuz"
( Âli İmran- 98)
" De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."
( Enam- 19)
Yukarıdaki ayeti mübine kiyamet gününe kadar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın olmayacağını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani din anlatanlar sadece Kur'an'dan konuşmaları ve sadece Kur'an'ı Mübin ile uyarı ve ikaz yapmaları gerekir.
"Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sabiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde ayrı ayrı hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyin üzerinde şâhid olandır"
(Hac- 17)
Kur'an'da Allah'ın her şeyin üzerinde şâhid olduğu ile ilgili onlarca ayet vardır.
Resul bağlamında kullanıldığı âyetler.
"İşte böyle sizin insanlara şahitler olmanız, Resul'ün de size şahid olması için size vasat bir ümmet kıldık..."
( Bakara- 143)
"Her bir ümmetten bir şâhid getirdiğimiz ve seni de (Ey Resul! )şahid olarak gösterdiğimiz zaman durum nasıl olacak"
( Nisa-41)
"Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o (İsa, Resul olarak) onlara şahitlik edecektir"
( Nisa- 159)
( ...Resul şöyle cevap verdi) içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici sen oldun"
( Maide- 117)
"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz..."
( Nah- 89)
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O,
sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Resul'ün size şahid olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse bunda (Kur'an'da) size Müslümanlar adını verdi..."
(Hac-78)
Kur'an'da bir çok kavram Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılır.
Bazı kavramlar var ki, vahiy ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Bazı kavramlarda vardır ki, Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Kur'an sisteminde vahiyle Resul eşit bir konuma sahiptir.
Fakat nihayette esas hedef olarak vahye yani Kur'an'a tabi olmak ve ondan ayrılmamak gösterilmiştir.
Bu ilâhi emir başta Resul olmak üzere hem Nebi hemde bütün insanlar için aynı öneme sahiptir.
Onlarca âyete göre Allah'ın Resul'ü (a.s) da yalnız vahye tabi olmak ve sadece onu tebliğ etmek zorundadır.
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri bu sistemin cahili olduklarından dolayı Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırarak büyük bir kaos, anarşi ve fitneye sebep olmuşlardır.
Halbuki Allah'ın son mesajı olan Kur'an'da vahiy ile Resul etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayacak, iç içe geçmiş bir şekilde dizayn edilmiştir.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in cahil mezhep imamları Resulü anlamak için Kur'an'a, Kur'an'ı anlamak için Resul'e gitmediler.
Yani vahye gitmiş olsalardı son Nebi ve Resul ile birlikte bütün elçileri hakkıyla anlamış olacaklardı.
Kur'an'da anlatılan Resul yerine uydurdukları hayal mahsulü bir Muhammed'in peşine takılıp helak olmaya doğru yol aldılar.
Yalan ve iftira rivayetlerle Allah'ın Resulü olan Muhammed (a.s) ı tanımanın imkanı var mı?
Yeryüzünde bundan daha ahmakça bir inanç ve ahlak yoktur.
10. YAZI)
26-) ŞÂHİD
Yine bir çok kavram gibi "şâhid" kavramı da Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"De ki: Ey ehl- i kitap! Allah yaptıklarınıza şâhid olurken niçin Allah'ın âyetlerinin üzerini örtüp onları inkar ediyorsunuz"
( Âli İmran- 98)
" De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."
( Enam- 19)
Yukarıdaki ayeti mübine kiyamet gününe kadar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın olmayacağını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani din anlatanlar sadece Kur'an'dan konuşmaları ve sadece Kur'an'ı Mübin ile uyarı ve ikaz yapmaları gerekir.
"Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sabiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde ayrı ayrı hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyin üzerinde şâhid olandır"
(Hac- 17)
Kur'an'da Allah'ın her şeyin üzerinde şâhid olduğu ile ilgili onlarca ayet vardır.
Resul bağlamında kullanıldığı âyetler.
"İşte böyle sizin insanlara şahitler olmanız, Resul'ün de size şahid olması için size vasat bir ümmet kıldık..."
( Bakara- 143)
"Her bir ümmetten bir şâhid getirdiğimiz ve seni de (Ey Resul! )şahid olarak gösterdiğimiz zaman durum nasıl olacak"
( Nisa-41)
"Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o (İsa, Resul olarak) onlara şahitlik edecektir"
( Nisa- 159)
( ...Resul şöyle cevap verdi) içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici sen oldun"
( Maide- 117)
"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz..."
( Nah- 89)
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O,
sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Resul'ün size şahid olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse bunda (Kur'an'da) size Müslümanlar adını verdi..."
(Hac-78)
Kur'an'da bir çok kavram Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılır.
Bazı kavramlar var ki, vahiy ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Bazı kavramlarda vardır ki, Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Kur'an sisteminde vahiyle Resul eşit bir konuma sahiptir.
Fakat nihayette esas hedef olarak vahye yani Kur'an'a tabi olmak ve ondan ayrılmamak gösterilmiştir.
Bu ilâhi emir başta Resul olmak üzere hem Nebi hemde bütün insanlar için aynı öneme sahiptir.
Onlarca âyete göre Allah'ın Resul'ü (a.s) da yalnız vahye tabi olmak ve sadece onu tebliğ etmek zorundadır.
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri bu sistemin cahili olduklarından dolayı Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırarak büyük bir kaos, anarşi ve fitneye sebep olmuşlardır.
Halbuki Allah'ın son mesajı olan Kur'an'da vahiy ile Resul etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayacak, iç içe geçmiş bir şekilde dizayn edilmiştir.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in cahil mezhep imamları Resulü anlamak için Kur'an'a, Kur'an'ı anlamak için Resul'e gitmediler.
Yani vahye gitmiş olsalardı son Nebi ve Resul ile birlikte bütün elçileri hakkıyla anlamış olacaklardı.
Kur'an'da anlatılan Resul yerine uydurdukları hayal mahsulü bir Muhammed'in peşine takılıp helak olmaya doğru yol aldılar.
Yalan ve iftira rivayetlerle Allah'ın Resulü olan Muhammed (a.s) ı tanımanın imkanı var mı?
Yeryüzünde bundan daha ahmakça bir inanç ve ahlak yoktur.
19 Şubat 2019 Salı
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
10. YAZI)
26-) ŞÂHİD
Yine bir çok kavram gibi "şâhid" kavramı da Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"De ki: Ey ehl- i kitap! Allah yaptıklarınıza şâhid olurken niçin Allah'ın âyetlerinin üzerini örtüp onları inkar ediyorsunuz"
( Âli İmran- 98)
" De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."
( Enam- 19)
Yukarıdaki ayeti mübine kiyamet gününe kadar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın olmayacağını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani din anlatanlar sadece Kur'an'dan konuşmaları ve sadece Kur'an'ı Mübin ile uyarı ve ikaz yapmaları gerekir.
"Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sabiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde ayrı ayrı hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyin üzerinde şâhid olandır"
(Hac- 17)
Kur'an'da Allah'ın her şeyin üzerinde şâhid olduğu ile ilgili onlarca ayet vardır.
Resul bağlamında kullanıldığı âyetler.
"İşte böyle sizin insanlara şahitler olmanız, Resul'ün de size şahid olması için size vasat bir ümmet kıldık..."
( Bakara- 143)
"Her bir ümmetten bir şâhid getirdiğimiz ve seni de (Ey Resul! )şahid olarak gösterdiğimiz zaman durum nasıl olacak"
( Nisa-41)
"Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o (İsa, Resul olarak) onlara şahitlik edecektir"
( Nisa- 159)
( ...Resul şöyle cevap verdi) içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici sen oldun"
( Maide- 117)
"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz..."
( Nah- 89)
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O,
sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Resul'ün size şahid olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse bunda (Kur'an'da) size Müslümanlar adını verdi..."
(Hac-78)
Kur'an'da bir çok kavram Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılır.
Bazı kavramlar var ki, vahiy ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Bazı kavramlarda vardır ki, Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Kur'an sisteminde vahiyle Resul eşit bir konuma sahiptir.
Fakat nihayette esas hedef olarak vahye yani Kur'an'a tabi olmak ve ondan ayrılmamak gösterilmiştir.
Bu ilâhi emir başta Resul olmak üzere hem Nebi hemde bütün insanlar için aynı öneme sahiptir.
Onlarca âyete göre Allah'ın Resul'ü (a.s) da yalnız vahye tabi olmak ve sadece onu tebliğ etmek zorundadır.
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri bu sistemin cahili olduklarından dolayı Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırarak büyük bir kaos, anarşi ve fitneye sebep olmuşlardır.
Halbuki Allah'ın son mesajı olan Kur'an'da vahiy ile Resul etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayacak, iç içe geçmiş bir şekilde dizayn edilmiştir.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in cahil mezhep imamları Resulü anlamak için Kur'an'a, Kur'an'ı anlamak için Resul'e gitmediler.
Yani vahye gitmiş olsalardı son Nebi ve Resul ile birlikte bütün elçileri hakkıyla anlamış olacaklardı.
Kur'an'da anlatılan Resul yerine uydurdukları hayal mahsulü bir Muhammed'in peşine takılıp helak olmaya doğru yol aldılar.
Yalan ve iftira rivayetlerle Allah'ın Resulü olan Muhammed (a.s) ı tanımanın imkanı var mı?
Yeryüzünde bundan daha ahmakça bir inanç ve ahlak yoktur.
10. YAZI)
26-) ŞÂHİD
Yine bir çok kavram gibi "şâhid" kavramı da Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"De ki: Ey ehl- i kitap! Allah yaptıklarınıza şâhid olurken niçin Allah'ın âyetlerinin üzerini örtüp onları inkar ediyorsunuz"
( Âli İmran- 98)
" De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."
( Enam- 19)
Yukarıdaki ayeti mübine kiyamet gününe kadar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın olmayacağını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani din anlatanlar sadece Kur'an'dan konuşmaları ve sadece Kur'an'ı Mübin ile uyarı ve ikaz yapmaları gerekir.
"Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sabiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde ayrı ayrı hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyin üzerinde şâhid olandır"
(Hac- 17)
Kur'an'da Allah'ın her şeyin üzerinde şâhid olduğu ile ilgili onlarca ayet vardır.
Resul bağlamında kullanıldığı âyetler.
"İşte böyle sizin insanlara şahitler olmanız, Resul'ün de size şahid olması için size vasat bir ümmet kıldık..."
( Bakara- 143)
"Her bir ümmetten bir şâhid getirdiğimiz ve seni de (Ey Resul! )şahid olarak gösterdiğimiz zaman durum nasıl olacak"
( Nisa-41)
"Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o (İsa, Resul olarak) onlara şahitlik edecektir"
( Nisa- 159)
( ...Resul şöyle cevap verdi) içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici sen oldun"
( Maide- 117)
"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz..."
( Nah- 89)
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O,
sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Resul'ün size şahid olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse bunda (Kur'an'da) size Müslümanlar adını verdi..."
(Hac-78)
Kur'an'da bir çok kavram Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılır.
Bazı kavramlar var ki, vahiy ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Bazı kavramlarda vardır ki, Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
Kur'an sisteminde vahiyle Resul eşit bir konuma sahiptir.
Fakat nihayette esas hedef olarak vahye yani Kur'an'a tabi olmak ve ondan ayrılmamak gösterilmiştir.
Bu ilâhi emir başta Resul olmak üzere hem Nebi hemde bütün insanlar için aynı öneme sahiptir.
Onlarca âyete göre Allah'ın Resul'ü (a.s) da yalnız vahye tabi olmak ve sadece onu tebliğ etmek zorundadır.
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri bu sistemin cahili olduklarından dolayı Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırarak büyük bir kaos, anarşi ve fitneye sebep olmuşlardır.
Halbuki Allah'ın son mesajı olan Kur'an'da vahiy ile Resul etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayacak, iç içe geçmiş bir şekilde dizayn edilmiştir.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in cahil mezhep imamları Resulü anlamak için Kur'an'a, Kur'an'ı anlamak için Resul'e gitmediler.
Yani vahye gitmiş olsalardı son Nebi ve Resul ile birlikte bütün elçileri hakkıyla anlamış olacaklardı.
Kur'an'da anlatılan Resul yerine uydurdukları hayal mahsulü bir Muhammed'in peşine takılıp helak olmaya doğru yol aldılar.
Yalan ve iftira rivayetlerle Allah'ın Resulü olan Muhammed (a.s) ı tanımanın imkanı var mı?
Yeryüzünde bundan daha ahmakça bir inanç ve ahlak yoktur.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER:
(38. YAZI)
ÖRNEK 255
Hac süresi "İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve vahye dayanan aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde sırf Allah yolundan saptırmak için hakikati eğip bükerek (kibir ve azâmet içinde) Allah hakkında tartışmaya kalkar ..."9. âyetinde bulunan "liyudille" "saptırmak için" kelimesini, "liyadille" "sapıtmak için" olarak okumuştur.
Kıraatlerin birinde kâfir olan hakikatı eğip bükerek hem kendisi sapıp başkalarını saptırırken, diğer kıraate göre ise sadece kendisini saptırmaktadır.
ÖRNEK 256
Hac süresi "Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket halkı zulmetmekte iken, biz onları helak ettik..." 45. âyetinde bulunan "ehleknéhé" "biz o memleketi helak ettik" kelimesini, Ebu Amr "ehlektühe" "ben (azimüşşan) o memleketi helak ettim" olarak okumuştur.
ÖRNEK 257
Hac süresi "Onlar Allah'ı bırakıp, Allah'ın kendisine hiçbir delil indirmediği..." 71. âyetinde bulunan "yünezzil" "indirmediği" kelimesini,
Ebu Amr "yünzil" (Allah tarafından kendisine) hiçbir delil inmeyen" olarak okumuştur.
ÖRNEK 258
Müminun süresi (Ey Resul!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 84 ile 85. âyetlerinde bulunan cevaba göre "seyekulune lilléhi" "Allah'a aittir" kelimesini, Ebu Amr "seyekulunellah" "Allah diyecekler" olarak okumuştur.
ÖRNEK 259
Yine aynı şekilde Mü'minun süresi 86. âyette "yedi kat göklerin Rabbi, azametli arşın sahibi kimdir? sorusuna 87. âyette "seyekulune lilléhi" "Allah'a aittir" kelimesini, Ebu Amr "seyekulunellâh" "Allah diyecekler" olarak olmuştur.
ÖRNEK 260
Kasas süresi "Fakat onlara tarafımızdan o hak (Resul-vahiy) gelince "Musa'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa'ya verileni de inkar etmemişler miydi?
"Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler ve şunu söylemişlerdi: Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz" 48. âyetinde bulunan "sihrâni tezâhârâ" "birbirini destekleyen iki sihir" kelimesini, Nâfi ve Ebu Amr "sâhirâni tezâhârâ" "birbirini destekleyen iki sihirbaz" olarak okumuştur.
Bu durumda Nâfi ile Ebu Amr'ın kıraatleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü açısından daha doğrudur.
Çünkü "sihrâni tezâhâra" "birbirini destekleyen iki sihirin" ne olduğunu bilmek zordur.
Fakat iftira ettikleri ve "sâhirâni tezâhâra" "birbirine destek veren iki sihirbaz" dedikleri sihirbazların (Hâşâ) Musa ile Harun (aleyhimesselem) oldukları hemen anlaşılır.
ÖRNEK 261
Kasas süresi "O (Firavun) ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar" 39. âyetinde bulunan "yurceün" "döndürülmeyeceklerini" kelimesini, Nâfi "yerciün" "dönmeyeceklerini" olarak olmuştur. ÖRNEK 262
Ankebut süresi "Allah, onların kendisini bırakıp da hangi şeye yalvardıklarını şüphesiz bilir. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir" 42. âyetinde bulunan "yed'une" "yalvardıklarını" kelimesini, Nâfi "ted'une" yalvardıklarınızı olarak okumuştur.
(38. YAZI)
ÖRNEK 255
Hac süresi "İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve vahye dayanan aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde sırf Allah yolundan saptırmak için hakikati eğip bükerek (kibir ve azâmet içinde) Allah hakkında tartışmaya kalkar ..."9. âyetinde bulunan "liyudille" "saptırmak için" kelimesini, "liyadille" "sapıtmak için" olarak okumuştur.
Kıraatlerin birinde kâfir olan hakikatı eğip bükerek hem kendisi sapıp başkalarını saptırırken, diğer kıraate göre ise sadece kendisini saptırmaktadır.
ÖRNEK 256
Hac süresi "Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket halkı zulmetmekte iken, biz onları helak ettik..." 45. âyetinde bulunan "ehleknéhé" "biz o memleketi helak ettik" kelimesini, Ebu Amr "ehlektühe" "ben (azimüşşan) o memleketi helak ettim" olarak okumuştur.
ÖRNEK 257
Hac süresi "Onlar Allah'ı bırakıp, Allah'ın kendisine hiçbir delil indirmediği..." 71. âyetinde bulunan "yünezzil" "indirmediği" kelimesini,
Ebu Amr "yünzil" (Allah tarafından kendisine) hiçbir delil inmeyen" olarak okumuştur.
ÖRNEK 258
Müminun süresi (Ey Resul!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 84 ile 85. âyetlerinde bulunan cevaba göre "seyekulune lilléhi" "Allah'a aittir" kelimesini, Ebu Amr "seyekulunellah" "Allah diyecekler" olarak okumuştur.
ÖRNEK 259
Yine aynı şekilde Mü'minun süresi 86. âyette "yedi kat göklerin Rabbi, azametli arşın sahibi kimdir? sorusuna 87. âyette "seyekulune lilléhi" "Allah'a aittir" kelimesini, Ebu Amr "seyekulunellâh" "Allah diyecekler" olarak olmuştur.
ÖRNEK 260
Kasas süresi "Fakat onlara tarafımızdan o hak (Resul-vahiy) gelince "Musa'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa'ya verileni de inkar etmemişler miydi?
"Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler ve şunu söylemişlerdi: Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz" 48. âyetinde bulunan "sihrâni tezâhârâ" "birbirini destekleyen iki sihir" kelimesini, Nâfi ve Ebu Amr "sâhirâni tezâhârâ" "birbirini destekleyen iki sihirbaz" olarak okumuştur.
Bu durumda Nâfi ile Ebu Amr'ın kıraatleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü açısından daha doğrudur.
Çünkü "sihrâni tezâhâra" "birbirini destekleyen iki sihirin" ne olduğunu bilmek zordur.
Fakat iftira ettikleri ve "sâhirâni tezâhâra" "birbirine destek veren iki sihirbaz" dedikleri sihirbazların (Hâşâ) Musa ile Harun (aleyhimesselem) oldukları hemen anlaşılır.
ÖRNEK 261
Kasas süresi "O (Firavun) ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar" 39. âyetinde bulunan "yurceün" "döndürülmeyeceklerini" kelimesini, Nâfi "yerciün" "dönmeyeceklerini" olarak olmuştur. ÖRNEK 262
Ankebut süresi "Allah, onların kendisini bırakıp da hangi şeye yalvardıklarını şüphesiz bilir. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir" 42. âyetinde bulunan "yed'une" "yalvardıklarını" kelimesini, Nâfi "ted'une" yalvardıklarınızı olarak okumuştur.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(9. YAZI)
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeyen Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamayanın Allah'tan, Allah Resulü'nden ve İslam dininden konuşması isabetli bir ahlak değildir.
Çünkü Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamayan dinde sağlam bir usul ve kaide elde edemez.
İkincisi: Allah'ın kitabını hakkıyla anlamak için mana ve hikmetinin inceliklerini kavramak zorunluluğu vardır.
Mana ve hikmetinden uzak sadece Kur'an'ın metnini yani arapçasını okumanın hiç bir faydası yoktur.
Üçüncüsü: Kur'an'ı anlamak için Arapça bilmekten daha önemli olan aklın kullanılması gerektiğini bilmek gerekir.
Batılı ilim adamları her ne kadar Kur'an'ı bilmiyor ve inanmıyor olsalarda sorgulama nimetinden zihinlerini mahrum etmediklerinden dolayı maddi bir ilerleme kaydettiler. .
Yani akıllarına değer vererek başkalarına peşkeş çekmiyorlar.
Hangi dine ve inanca sahip olursa olsun insanların akıl ve zihinlerini, ahlak ve vicdanlarını vahiy'den başka hiçbir şey gerçek anlamda temizleyip arındıramaz.
İşte Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan biri de "tezkiye" "arındırma" "kitap ve hikmeti öğretme" olarak karşımıza çıkmaktadır.
Söz konusu kavramlar Muhammed ve Nebi için kullanılmamaktadır.
"Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitab'ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik"
(Bakara, 151)
"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (şirkten ve küfürden) kendilerini temizleyen, kendilerine kitab ve hikmeti öğreten bir Resul göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler"
(Âli İmran, 164)
"O öyle lütufkar bir Allah ki, ümmilere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları vahiy'le temizleyen, onlara kitab'ı ve hikmeti öğreten bir Resul gönderendir. Kuşkusuz onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler"
(Cuma, 2)
Âyetlere baktığımızda her üç âyette bulunan kavramın Resul olduğunu görüyoruz.
Bunun sebebi şudur.
Beşer Resul vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen vahiy temsil edebilir.
İkincisi: vahiy canlı bir organizma gibidir.
Yani hariçten hiçbir inancın etkisinde kalmayan temiz akıl ve vicdan sahipleri vahyin hidayetine zorlanmadan sahip olabilirler.
Yeter ki, kalp ve zihinlerini ön yargılara mahkum etmeyecekler.
(9. YAZI)
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeyen Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamayanın Allah'tan, Allah Resulü'nden ve İslam dininden konuşması isabetli bir ahlak değildir.
Çünkü Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamayan dinde sağlam bir usul ve kaide elde edemez.
İkincisi: Allah'ın kitabını hakkıyla anlamak için mana ve hikmetinin inceliklerini kavramak zorunluluğu vardır.
Mana ve hikmetinden uzak sadece Kur'an'ın metnini yani arapçasını okumanın hiç bir faydası yoktur.
Üçüncüsü: Kur'an'ı anlamak için Arapça bilmekten daha önemli olan aklın kullanılması gerektiğini bilmek gerekir.
Batılı ilim adamları her ne kadar Kur'an'ı bilmiyor ve inanmıyor olsalarda sorgulama nimetinden zihinlerini mahrum etmediklerinden dolayı maddi bir ilerleme kaydettiler. .
Yani akıllarına değer vererek başkalarına peşkeş çekmiyorlar.
Hangi dine ve inanca sahip olursa olsun insanların akıl ve zihinlerini, ahlak ve vicdanlarını vahiy'den başka hiçbir şey gerçek anlamda temizleyip arındıramaz.
İşte Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan biri de "tezkiye" "arındırma" "kitap ve hikmeti öğretme" olarak karşımıza çıkmaktadır.
Söz konusu kavramlar Muhammed ve Nebi için kullanılmamaktadır.
"Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitab'ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik"
(Bakara, 151)
"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (şirkten ve küfürden) kendilerini temizleyen, kendilerine kitab ve hikmeti öğreten bir Resul göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler"
(Âli İmran, 164)
"O öyle lütufkar bir Allah ki, ümmilere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları vahiy'le temizleyen, onlara kitab'ı ve hikmeti öğreten bir Resul gönderendir. Kuşkusuz onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler"
(Cuma, 2)
Âyetlere baktığımızda her üç âyette bulunan kavramın Resul olduğunu görüyoruz.
Bunun sebebi şudur.
Beşer Resul vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen vahiy temsil edebilir.
İkincisi: vahiy canlı bir organizma gibidir.
Yani hariçten hiçbir inancın etkisinde kalmayan temiz akıl ve vicdan sahipleri vahyin hidayetine zorlanmadan sahip olabilirler.
Yeter ki, kalp ve zihinlerini ön yargılara mahkum etmeyecekler.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER:
(37.YAZI)
ÖRNEK 246
En'am süresi "...Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine (ibretle) bakın..."
99 ile âyetinde bulunan "unzuru ilé semerihi" "meyvesine (ibretle) bakın " kelimesini, Kisai "unzuru ilé sumurihi" "meyvelerine (ibretle) bakın" yani çoğul olarak okumuştur.
ÖRNEK 247
En'am süresi "...Allah mesajını kime vereceğini daha iyi bilir..."
124. âyetinde bulunan "riséletehu" "mesajını" kelimesini, Kisai "risélétehu" "mesajlarını" yani çoğul olarak olmuştur.
ÖRNEK 248
En'am süresi "Allah onların hepsini bir araya topladığı gün... 128. âyetinde bulunan "ve yevme yehşuruhum cemian" " (Allah) onlarıın hepsini bir araya topladığı gün" kelimesini, Kisai "ve yevme nehşuruhum cemian" "onların hepsini bir araya topladığımız gün" olarak okumuştur.
ÖRNEK 249
Araf süresi "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız" dedi. 25. âyetinde bulunan "ve minhé tuh'racun" "ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız" kelimesini, Kisai "ve minhé tehrucun" "ve oradan dirilip çıkacaksınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 250
Araf süresi "Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenenler var ya işte onlara sema'nın kapıları açtırılmayacak..." 40. ayetinde bulunan "lé tufettehu lehum ebvébussémei" " " "semanın kapıları onlara açtırılmayacak" kelimesini, Kisai "lé tuftehu lehum ebvébusseméi" "semanın kapıları onlara açılmayacak" olarak olmuştur.
ÖRNEK 251
Enbiya süresi
"Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını Resul olarak göndermedik.
Eğer bilmiyorsanız Kur'an ehline sorunuz" 7. âyetinde bulunan "nuhi ileyhim" "kendilerine vahyettiğimiz" kelimesini, Ebu Amir "yuha ileyhim" (Allah tarafından) kendilerine vahyedilen" olarak olmuştur.
Aynı zamanda Kur'an'da bulunan bütün "rıcélen nuhi ileyhim" "kendilerine vahyettiğimiz erkekler" kelimelerini kıraat âlimi Âsım'dan başka bütün kıraat imamları "rıcélen yuha ileyhim" (Allah tarafından) "kendilerine vahyedilen erkekler" olarak okumuşlardır.
ÖRNEK 253
Enbiya süresi (Resul) dedi ki: Rabbim, yerde ve gökte söylenmiş her sözü bilir. O, hakkıyla işiten ve bilendir" 4. âyetinde bulunan "kâle" (Resul) dedi ki: kelimesini, Ebu Amir "kul" "(Ey Resul! ) de ki:
Rabbim, yerde ve gökte söylenmiş her sözü bilir" olarak okumuştur.
ÖRNEK 254
Enbiya Suresi "Düşün o günü ki, yazılı kitapların sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz" 104. âyetinde bulunan "kütüb" "kitaplar" kelimesini, Ebu Amir "kitab" yani tekil olarak okumuştur.
o zaman ayetin manası şöyle oluyor.
"Düşün o günü ki yazılı kitabın sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz"
(37.YAZI)
ÖRNEK 246
En'am süresi "...Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine (ibretle) bakın..."
99 ile âyetinde bulunan "unzuru ilé semerihi" "meyvesine (ibretle) bakın " kelimesini, Kisai "unzuru ilé sumurihi" "meyvelerine (ibretle) bakın" yani çoğul olarak okumuştur.
ÖRNEK 247
En'am süresi "...Allah mesajını kime vereceğini daha iyi bilir..."
124. âyetinde bulunan "riséletehu" "mesajını" kelimesini, Kisai "risélétehu" "mesajlarını" yani çoğul olarak olmuştur.
ÖRNEK 248
En'am süresi "Allah onların hepsini bir araya topladığı gün... 128. âyetinde bulunan "ve yevme yehşuruhum cemian" " (Allah) onlarıın hepsini bir araya topladığı gün" kelimesini, Kisai "ve yevme nehşuruhum cemian" "onların hepsini bir araya topladığımız gün" olarak okumuştur.
ÖRNEK 249
Araf süresi "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız" dedi. 25. âyetinde bulunan "ve minhé tuh'racun" "ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız" kelimesini, Kisai "ve minhé tehrucun" "ve oradan dirilip çıkacaksınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 250
Araf süresi "Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenenler var ya işte onlara sema'nın kapıları açtırılmayacak..." 40. ayetinde bulunan "lé tufettehu lehum ebvébussémei" " " "semanın kapıları onlara açtırılmayacak" kelimesini, Kisai "lé tuftehu lehum ebvébusseméi" "semanın kapıları onlara açılmayacak" olarak olmuştur.
ÖRNEK 251
Enbiya süresi
"Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını Resul olarak göndermedik.
Eğer bilmiyorsanız Kur'an ehline sorunuz" 7. âyetinde bulunan "nuhi ileyhim" "kendilerine vahyettiğimiz" kelimesini, Ebu Amir "yuha ileyhim" (Allah tarafından) kendilerine vahyedilen" olarak olmuştur.
Aynı zamanda Kur'an'da bulunan bütün "rıcélen nuhi ileyhim" "kendilerine vahyettiğimiz erkekler" kelimelerini kıraat âlimi Âsım'dan başka bütün kıraat imamları "rıcélen yuha ileyhim" (Allah tarafından) "kendilerine vahyedilen erkekler" olarak okumuşlardır.
ÖRNEK 253
Enbiya süresi (Resul) dedi ki: Rabbim, yerde ve gökte söylenmiş her sözü bilir. O, hakkıyla işiten ve bilendir" 4. âyetinde bulunan "kâle" (Resul) dedi ki: kelimesini, Ebu Amir "kul" "(Ey Resul! ) de ki:
Rabbim, yerde ve gökte söylenmiş her sözü bilir" olarak okumuştur.
ÖRNEK 254
Enbiya Suresi "Düşün o günü ki, yazılı kitapların sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz" 104. âyetinde bulunan "kütüb" "kitaplar" kelimesini, Ebu Amir "kitab" yani tekil olarak okumuştur.
o zaman ayetin manası şöyle oluyor.
"Düşün o günü ki yazılı kitabın sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz"
KUR'AN'DA NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ :
(8.YAZI)
Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan daha bir çok kavram mevcuttur.
Mesela:
Ültimatom:
"Allah ve Resulü'nden kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar bir (ültimatom!)"
(Tevbe, 1)
Meydan okuma:
"Allah'a ve Resul'üne meydan okuyanlar işte onlar aşağıların en aşağısındadırlar"
(Mücadele, 20)
Galip olma, galip gelme:
"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"
( Mücadele, 21)
Enfal ve ganimetler:
"Sana cihattan gelen ganimetler hakkında soruyorlar.
De ki: Cihad'ın bahşettiği bütün gelirler Allah'a ve Resulüne aittir. Şu halde Allah'a karşı sorumluluk bilincinde olun ve aranızdaki ilişkiyi düzgün tutun!
Birde Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer gerçekten hakkıyla iman etmiş olduysanız"
(Enfal, 1)
"Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir"
(Enfal, 41)
24-) KERİM:
Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan biri de "Kerim" kavramıdır.
Allah bağlamında kullanıldığı ayetler.
"Ey insan! seni Kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir?
( İnfitar, 6)
" ...Şükreden ancak kendisi şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, benim rabbim gani ve Kerim olandır"
(Neml, 40)
Vahiy bağlamında kullanıldığı ayetler.
"Şüphesiz bu Kerim bir Kuran'dır"
( Vakıa, 77)
"Resul bağlamında kullanıldığı ayetler.
"Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara: Allah'ın kulları!
Bana gelin! Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm diye davette bulunan Kerim bir Resul gelmişti"
(Duhan- 17, 18)
"Şüphesiz Kur'an Kerim bir Resulün sözüdür" (Hakka, 40)
25-) SIRAT-I MÜSTAKİM:
Sırat-ı müstakim Allah ile vahiy bağlamında kullanılan bir kavramdır.
Allah için kullandığı ayet.
"Ben benimde Rabb'im sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım, çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, boyunu O'nun elinde olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat-ı müstakim üzerindedir"
(Hud, 56)
Yüce Allah'ın sırat-ı müstakim üzerinde olduğunu beyan etmesi, bütün fiillerinin bir hikmete bağlı olması, ancak hakkı söylemesi, keyfi hiçbir şey yapmaması, yaptığı her işte maslahat, rahmet ve adaletin bulunduğunu ifade eder.
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın yarattığı her şeyde ince bir ayar ve hassas bir denge gözetmesi anlamına geliyor.
Dolayısıyla Yüce Allah fiil ve sözlerinde yani Resullere göndermiş olduğu vahiy'lerde hep hak, hidayet, rahmet ve sırat-ı müstakim üzerindedir.
Kullarına asla haksızlık etmez her türlü zulümden uzaktır.
Göklerde, yerde ve bütün eşyada O'nun rahmeti tecelli eder.
Yüce Allah yarattığı her şeye aynı zamanda hayatını sürdürebilecek hidayetini de vermiştir.
Akıl ve fikir sahibi insana Resuller vasıtasıyla vahiy, akıl ve tefekkürden yoksun olan varlıklara da içgüdüsel bir yetenek vermiştir.
Kur'an'da sırat-ı müstakim tamlamasına baktığımızda bazen sırat yerine "hüden" "hidayet" kavramı da gelmektedir.
Demek oluyor ki Allah'ın yarattığı her şeye aynı zamanda bir hidayet, bir yol ve bir yön tayin etmiştir.
"...Sen Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten hidayet olan mustakim bir yol üzerindesin"
(Hac, 67)
Dolayısıyla Allah elçilerinin davet ettikleri dinin bir diğer adı da sırat-ı müstakim'dir.
"Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise sadece ona ona kulluk edin. İşte bu sırat-ı müstakim'dir"
(Meryem, 36)
"Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve itminana kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri kesinlikle sırat-ı müstakime yöneltir"
( Hac, 54)
"Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle sırat-ı müstakime iletilmiştir"
(Âli İmran, 101)
Yukarıdaki ayette bulunan sisteme dikkat etmek gerekiyor.
"Allah'ın âyetleri, Allah Resulü, Allah'a sığınma ve sırat-ı müstakim"
"Rabbimiz! ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Biz sırat-ı müstakime hidayet eyle"
( Fatiha- 5 ,6)
Sonuç olarak:
Son vahyin sisteminde Nebi'nin ailesi, haysiyet ve şerefi koruma altında olmakla beraber sözleri Resul gibi bağlayıcı değildir. İnsanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile sorumlu tutulmuşlardır.
Tek doğru yol, hidayet, rahmet, hak, nur, adalet, sırat-ı müstakim olan sadece Allah tarafından indirilen Kur'an'dır.
Dolayısıyla kiyamet gününe kadar dâvet, uyarı ve ikaz sadece Kur'an ile olacaktır.
(8.YAZI)
Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan daha bir çok kavram mevcuttur.
Mesela:
Ültimatom:
"Allah ve Resulü'nden kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar bir (ültimatom!)"
(Tevbe, 1)
Meydan okuma:
"Allah'a ve Resul'üne meydan okuyanlar işte onlar aşağıların en aşağısındadırlar"
(Mücadele, 20)
Galip olma, galip gelme:
"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"
( Mücadele, 21)
Enfal ve ganimetler:
"Sana cihattan gelen ganimetler hakkında soruyorlar.
De ki: Cihad'ın bahşettiği bütün gelirler Allah'a ve Resulüne aittir. Şu halde Allah'a karşı sorumluluk bilincinde olun ve aranızdaki ilişkiyi düzgün tutun!
Birde Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer gerçekten hakkıyla iman etmiş olduysanız"
(Enfal, 1)
"Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir"
(Enfal, 41)
24-) KERİM:
Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan biri de "Kerim" kavramıdır.
Allah bağlamında kullanıldığı ayetler.
"Ey insan! seni Kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir?
( İnfitar, 6)
" ...Şükreden ancak kendisi şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, benim rabbim gani ve Kerim olandır"
(Neml, 40)
Vahiy bağlamında kullanıldığı ayetler.
"Şüphesiz bu Kerim bir Kuran'dır"
( Vakıa, 77)
"Resul bağlamında kullanıldığı ayetler.
"Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara: Allah'ın kulları!
Bana gelin! Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm diye davette bulunan Kerim bir Resul gelmişti"
(Duhan- 17, 18)
"Şüphesiz Kur'an Kerim bir Resulün sözüdür" (Hakka, 40)
25-) SIRAT-I MÜSTAKİM:
Sırat-ı müstakim Allah ile vahiy bağlamında kullanılan bir kavramdır.
Allah için kullandığı ayet.
"Ben benimde Rabb'im sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım, çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, boyunu O'nun elinde olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat-ı müstakim üzerindedir"
(Hud, 56)
Yüce Allah'ın sırat-ı müstakim üzerinde olduğunu beyan etmesi, bütün fiillerinin bir hikmete bağlı olması, ancak hakkı söylemesi, keyfi hiçbir şey yapmaması, yaptığı her işte maslahat, rahmet ve adaletin bulunduğunu ifade eder.
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın yarattığı her şeyde ince bir ayar ve hassas bir denge gözetmesi anlamına geliyor.
Dolayısıyla Yüce Allah fiil ve sözlerinde yani Resullere göndermiş olduğu vahiy'lerde hep hak, hidayet, rahmet ve sırat-ı müstakim üzerindedir.
Kullarına asla haksızlık etmez her türlü zulümden uzaktır.
Göklerde, yerde ve bütün eşyada O'nun rahmeti tecelli eder.
Yüce Allah yarattığı her şeye aynı zamanda hayatını sürdürebilecek hidayetini de vermiştir.
Akıl ve fikir sahibi insana Resuller vasıtasıyla vahiy, akıl ve tefekkürden yoksun olan varlıklara da içgüdüsel bir yetenek vermiştir.
Kur'an'da sırat-ı müstakim tamlamasına baktığımızda bazen sırat yerine "hüden" "hidayet" kavramı da gelmektedir.
Demek oluyor ki Allah'ın yarattığı her şeye aynı zamanda bir hidayet, bir yol ve bir yön tayin etmiştir.
"...Sen Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten hidayet olan mustakim bir yol üzerindesin"
(Hac, 67)
Dolayısıyla Allah elçilerinin davet ettikleri dinin bir diğer adı da sırat-ı müstakim'dir.
"Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise sadece ona ona kulluk edin. İşte bu sırat-ı müstakim'dir"
(Meryem, 36)
"Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve itminana kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri kesinlikle sırat-ı müstakime yöneltir"
( Hac, 54)
"Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle sırat-ı müstakime iletilmiştir"
(Âli İmran, 101)
Yukarıdaki ayette bulunan sisteme dikkat etmek gerekiyor.
"Allah'ın âyetleri, Allah Resulü, Allah'a sığınma ve sırat-ı müstakim"
"Rabbimiz! ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Biz sırat-ı müstakime hidayet eyle"
( Fatiha- 5 ,6)
Sonuç olarak:
Son vahyin sisteminde Nebi'nin ailesi, haysiyet ve şerefi koruma altında olmakla beraber sözleri Resul gibi bağlayıcı değildir. İnsanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile sorumlu tutulmuşlardır.
Tek doğru yol, hidayet, rahmet, hak, nur, adalet, sırat-ı müstakim olan sadece Allah tarafından indirilen Kur'an'dır.
Dolayısıyla kiyamet gününe kadar dâvet, uyarı ve ikaz sadece Kur'an ile olacaktır.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(7.YAZI)
21-)EMANET
Kur'an'da emanet kavramı Resul için kullanılan bir kavramdır.
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçıyım"
(Âraf, 68)
"Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara- 106,107)
"Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara- 124,125)
"Kardeşleri Salih onlara söyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -142,143)
"Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -161, 162)
"Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara-177,178)
22-) SIDK:
Sıdk yani saf ve mutlak doğruluk Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullandığı âyetler.
"De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine tâbi olunuz. O, hiç bir zaman müşriklerden olmadı"
(Âli İmran- 95)
"... söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır"
( Nisa- 87)
"... söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir"
( Nisa- 122)
Vahiy için kullandığı ayetler.
"Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten uzak olanlar bunlardır"
( Zümer- 33)
"... Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden her şeyi açıklayan bir kitaptır; iman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"
( Yusuf -111)
Resul için kullandığı âyetler.
(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu Rahman'ın vâdettiğidir. Resuller gerçekten doğru söylemişler! derler"
(Yasin, 52)
"Mecnun bir şair için biz ilahlarımızı bırakacak mıyız?" derlerdi. Hayır o Resul gerçeği getirdi ve elçileri doğruladı"
( Saffat- 37, 38)
23-) İSTİ'SAM:
Kur'an'da İsti'sam kavramı da Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Ancak Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bu kavramı da bozarak ona "sımsıkı sarılmak" olarak meal vermişlerdir.
Halbuki "İsti'sam" "Her türlü olumsuz inanç ve fikirden korunmak amacıyla sığınma, sığınılacak, sığınak, sağlam yer" anlamına gelmektedir.
Allah bağlamında kullanıldığı yerler.
"Size Allah'ın âyetleri okunu okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
(Âli İmran-101)
"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"
Ancak tevbe edip hallerinı düzeltenler, Allah'a sığınanlar ve dinlerini yalnız Allah'a özel kılanlar başkadır. İşte bunlar gerçekten müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük bir mükafat hazırlamıştır"
(Nisa, 146)
"Vahiy bağlamında kullanıldı âyetler.
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın; fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idinizde O, gönüllerinizi birleştirilmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran, 103)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Yani onlara vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez. Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan veya Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan çıkan gerçek şudur.
Din ve hüküm olarak Allah ve Resulü'nden başka hiç kimseye mutlak itaat yoktur.
Resul'ün vefatından sonra itaat sadece onun dilinde hayat bulan ve ondan miras kalan Allah'ın âyetlerine olacaktır.
Zaten vahiy ile Resul'ün misyonu arasında bir fark yoktur.
Hangi çağda yaşarsa yaşasın vahye itaat eden aynı zamanda Resul'e itaat etmiş olur.
Nebi (a.s) a bile mutlak itaat emredilmemiştir. Çünkü Nebi(a.s) söz ver fiillerinde hata edebilir.
Hata eden kimseye mutlak itaat caiz olmaz.
Din ve hüküm olarak sadece vahye ve onu dile getiren Resul'e ittiba edilecektir.
Vahiy ve Resul'den başka hiç kimseye uyulmaz. Beşer Resul on dört asır önce vefat ettiğine ve ona tâbi olunamayacağına göre, tâbi olunacak tek bir rehber kalıyor o da Allah tarafından indirilen kitap Resul yani vahiy'dir.
Ancak vahye tâbi olan sırat-ı müstakime ulaşır. Allah ve Resulü'nden başka hiç kimse haram kılamaz.
Kur'an'da bir şey haram kılınmamışsa yiyebilecek kimseler için sağlık açısından zararlı değilse o şey helaldir.
Yüce Allah göndermiş olduğu kitabın âyetlerini tafsil, tasrif, tefsir ve tebyin edip detaylı bir şekilde ortaya koymuştur.
Resul (a.s) âyetlerin manasını açma, onları tefsir etme yetkisi yoktur.
Resul için kullanılan "tebyin" "açıklama" (Nahl, 44) "onu duyurma ve ilan etme" yani gizlememe anlamında kullanılmıştır.
Allah elçileri sadece Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.
Allah Resullerinin vahyi tebliğ etmekten başka görevleri yoktur.
Ancak onlar vahyi en güzel bir şekilde yaşayarak Allah'ın ahlakına sahip olduklarını ortaya koyan örnek şahsiyetlerdir.
Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen âyetleri okur eksiltme ve çoğaltma yapmadan insanlara ulaştırırlar.
Yüce Allah, Resuller göndermeden dünya hayatında ve ahirete hiç kimseye azap etmez.
Ancak burada ister istemez şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor.
Hayatta olduğu sürece insanlar Beşer Resul'den beşer Resul vefat ettikten sonra ise sadece dilinde hayat bulan kitaptan sorumlu tutulmuşlardır.
Yoksa beşer Resul ölümlü olduğu için ona bütün insanların ulaşması ve onunla muhatap olmaları mümkün değildir.
İşte bundan dolayı son vahiy olan Kur'an kıyamet gününe kadar devam edecek kitap Resul kimliğine ve özelliğine sahiptir.
Din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen, Allah tarafından gelmeyen hak olamaz dolayısıyla ona uyma zorunluluğu yoktur.
Kıyamet gününe kadar din ve hüküm olarak sadece vahiy ile olacaktır.
Din Allah'tan indirilendir.
Din Allah'a özel kılınması gerekir.
Resulullah (a.s) daha hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştır.
Bunun aksi inanç ve fikirler Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk olacaktır.
Bakara 89. âyet ile 101. âyet vahiy ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani beşer Resul ile kitab Resul aynı hakikati temsil ediyorlar.
Şimdi bu iki âyete dikkatli bir şekilde göz atalım.
işte 89 ayetin metni "Velemmé céehum kitébun min indilléhi musaddikun limé maahum..."
"Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitap gelip de..."
101. âyet "Velemmé céehum Resulün min indilléhi musaddikun limé maahum..." "Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir Resul gelip de..."
Görüldüğü gibi âyetin başında bulunan metin aynı olmakla beraber, sadece kitap ve Resul kavramları yer değiştirmiştir.
Aynı şekilde "Mübin" kavramı da hem vahiy hemde Resul bağlamında kullanılmıştır.
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Tâ. Sin. Bunlar Kur'an'ın Mübin bir kitabın âyetleridir"
"Neml, 1)
"Mübin olan kitab-a andolsun ki..."
(Duhan, 2)
Resul için kullanıldığı âyetler.
"Nerede onlarda öğüt almak ? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan Mübin bir Resul gelmişti"
(Duhan, 13)
"Doğrusu bunları da atalarını da kendilerine Hak ve onu açıklayan Mübin bir Resul gelinceye kadar onları geçindirdim"
(Zuhruf, 29)
Yani vahiy ile Rasul aynı şeydir.
Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi anlatır ve onu tebliğ ederler.
Nebi'lerin özel hayatlarında konuştukları şeyler din ve hüküm değildir.
Dolayısıyla Nebi'nin sözleri hiçbir zaman ümmeti bağlamaz.
(7.YAZI)
21-)EMANET
Kur'an'da emanet kavramı Resul için kullanılan bir kavramdır.
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçıyım"
(Âraf, 68)
"Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara- 106,107)
"Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara- 124,125)
"Kardeşleri Salih onlara söyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -142,143)
"Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -161, 162)
"Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara-177,178)
22-) SIDK:
Sıdk yani saf ve mutlak doğruluk Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullandığı âyetler.
"De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine tâbi olunuz. O, hiç bir zaman müşriklerden olmadı"
(Âli İmran- 95)
"... söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır"
( Nisa- 87)
"... söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir"
( Nisa- 122)
Vahiy için kullandığı ayetler.
"Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten uzak olanlar bunlardır"
( Zümer- 33)
"... Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden her şeyi açıklayan bir kitaptır; iman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"
( Yusuf -111)
Resul için kullandığı âyetler.
(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu Rahman'ın vâdettiğidir. Resuller gerçekten doğru söylemişler! derler"
(Yasin, 52)
"Mecnun bir şair için biz ilahlarımızı bırakacak mıyız?" derlerdi. Hayır o Resul gerçeği getirdi ve elçileri doğruladı"
( Saffat- 37, 38)
23-) İSTİ'SAM:
Kur'an'da İsti'sam kavramı da Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Ancak Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bu kavramı da bozarak ona "sımsıkı sarılmak" olarak meal vermişlerdir.
Halbuki "İsti'sam" "Her türlü olumsuz inanç ve fikirden korunmak amacıyla sığınma, sığınılacak, sığınak, sağlam yer" anlamına gelmektedir.
Allah bağlamında kullanıldığı yerler.
"Size Allah'ın âyetleri okunu okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
(Âli İmran-101)
"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"
Ancak tevbe edip hallerinı düzeltenler, Allah'a sığınanlar ve dinlerini yalnız Allah'a özel kılanlar başkadır. İşte bunlar gerçekten müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük bir mükafat hazırlamıştır"
(Nisa, 146)
"Vahiy bağlamında kullanıldı âyetler.
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın; fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idinizde O, gönüllerinizi birleştirilmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran, 103)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Yani onlara vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez. Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan veya Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan çıkan gerçek şudur.
Din ve hüküm olarak Allah ve Resulü'nden başka hiç kimseye mutlak itaat yoktur.
Resul'ün vefatından sonra itaat sadece onun dilinde hayat bulan ve ondan miras kalan Allah'ın âyetlerine olacaktır.
Zaten vahiy ile Resul'ün misyonu arasında bir fark yoktur.
Hangi çağda yaşarsa yaşasın vahye itaat eden aynı zamanda Resul'e itaat etmiş olur.
Nebi (a.s) a bile mutlak itaat emredilmemiştir. Çünkü Nebi(a.s) söz ver fiillerinde hata edebilir.
Hata eden kimseye mutlak itaat caiz olmaz.
Din ve hüküm olarak sadece vahye ve onu dile getiren Resul'e ittiba edilecektir.
Vahiy ve Resul'den başka hiç kimseye uyulmaz. Beşer Resul on dört asır önce vefat ettiğine ve ona tâbi olunamayacağına göre, tâbi olunacak tek bir rehber kalıyor o da Allah tarafından indirilen kitap Resul yani vahiy'dir.
Ancak vahye tâbi olan sırat-ı müstakime ulaşır. Allah ve Resulü'nden başka hiç kimse haram kılamaz.
Kur'an'da bir şey haram kılınmamışsa yiyebilecek kimseler için sağlık açısından zararlı değilse o şey helaldir.
Yüce Allah göndermiş olduğu kitabın âyetlerini tafsil, tasrif, tefsir ve tebyin edip detaylı bir şekilde ortaya koymuştur.
Resul (a.s) âyetlerin manasını açma, onları tefsir etme yetkisi yoktur.
Resul için kullanılan "tebyin" "açıklama" (Nahl, 44) "onu duyurma ve ilan etme" yani gizlememe anlamında kullanılmıştır.
Allah elçileri sadece Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.
Allah Resullerinin vahyi tebliğ etmekten başka görevleri yoktur.
Ancak onlar vahyi en güzel bir şekilde yaşayarak Allah'ın ahlakına sahip olduklarını ortaya koyan örnek şahsiyetlerdir.
Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen âyetleri okur eksiltme ve çoğaltma yapmadan insanlara ulaştırırlar.
Yüce Allah, Resuller göndermeden dünya hayatında ve ahirete hiç kimseye azap etmez.
Ancak burada ister istemez şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor.
Hayatta olduğu sürece insanlar Beşer Resul'den beşer Resul vefat ettikten sonra ise sadece dilinde hayat bulan kitaptan sorumlu tutulmuşlardır.
Yoksa beşer Resul ölümlü olduğu için ona bütün insanların ulaşması ve onunla muhatap olmaları mümkün değildir.
İşte bundan dolayı son vahiy olan Kur'an kıyamet gününe kadar devam edecek kitap Resul kimliğine ve özelliğine sahiptir.
Din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen, Allah tarafından gelmeyen hak olamaz dolayısıyla ona uyma zorunluluğu yoktur.
Kıyamet gününe kadar din ve hüküm olarak sadece vahiy ile olacaktır.
Din Allah'tan indirilendir.
Din Allah'a özel kılınması gerekir.
Resulullah (a.s) daha hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştır.
Bunun aksi inanç ve fikirler Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk olacaktır.
Bakara 89. âyet ile 101. âyet vahiy ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani beşer Resul ile kitab Resul aynı hakikati temsil ediyorlar.
Şimdi bu iki âyete dikkatli bir şekilde göz atalım.
işte 89 ayetin metni "Velemmé céehum kitébun min indilléhi musaddikun limé maahum..."
"Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitap gelip de..."
101. âyet "Velemmé céehum Resulün min indilléhi musaddikun limé maahum..." "Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir Resul gelip de..."
Görüldüğü gibi âyetin başında bulunan metin aynı olmakla beraber, sadece kitap ve Resul kavramları yer değiştirmiştir.
Aynı şekilde "Mübin" kavramı da hem vahiy hemde Resul bağlamında kullanılmıştır.
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Tâ. Sin. Bunlar Kur'an'ın Mübin bir kitabın âyetleridir"
"Neml, 1)
"Mübin olan kitab-a andolsun ki..."
(Duhan, 2)
Resul için kullanıldığı âyetler.
"Nerede onlarda öğüt almak ? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan Mübin bir Resul gelmişti"
(Duhan, 13)
"Doğrusu bunları da atalarını da kendilerine Hak ve onu açıklayan Mübin bir Resul gelinceye kadar onları geçindirdim"
(Zuhruf, 29)
Yani vahiy ile Rasul aynı şeydir.
Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi anlatır ve onu tebliğ ederler.
Nebi'lerin özel hayatlarında konuştukları şeyler din ve hüküm değildir.
Dolayısıyla Nebi'nin sözleri hiçbir zaman ümmeti bağlamaz.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(6.YAZI)
18-) NUR:
Kur'an'da Nur kavramı Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Allah için kullanıldığı âyet.
"Allah, göklerin ve yerin nurudur..."
(Nur, 35)
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
(Nisa, 174)
"Ey ehli kitap! Resul'ümüz size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; bir çok kusurunuzuda da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide-15,16)
"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, İman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dileyeni kendisiyle doğru yolu eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin"
(Şura, 52)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Ey Nebi! Biz seni bir şâhit, bir dâvetçi ve saçan bir (Resul olarak gönderdik)
Yukarıdaki ayette her ne kadar Resul kavramı geçmiyorsa da "erselnéke" "seni gönderdik" ibaresi Resulün misyonunu açık olarak ortaya koymaktadır.
19-) MÜJDE:
Kur'an'da Müjde ibaresi vahiy ve Resul bağlamında ele alınmıştır.
Vahiy bağlamında kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"De ki: Mukaddes ruh iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"
(Nahl, 102)
Resul için kullanıldığı âyetler.
"Biz Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(Kehf, 56)
"...Biz, Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(En'am, 48)
"Ey Resul! Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik"
(Furkan, 56)
20-) ÜSVE'İ HASENE:
Üsve'i hasene yani "en güzel örnek" olarak Resûl kavramının kullanması da hakikaten çok önemlidir.
Çünkü Şia ve Ehli Sünnet âlimleri üsve-i hasene ile ilgili Allah Resulü adına uydurulan rivayetleri bu kavrama sığınarak ümmeti aldatmaya çalışmaktadırlar.
Halbuki Ahzab süresi 21. âyetinde bulunan "üsve'i hasene" Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan inanç, ahlak ve mücadelesi anlamına gelmektedir.
Bunu gösteren en güzel delil Mümtehine 4. âyettir.
Bu âyette Allah İbrahim (a.s) ı ve tarihin bütün dönemlerinde yaşamış, onun inancını temsil eden Allah Resullerinin ve muvahhidlerin mücadelelerinin Nebi (a.s) ın arkadaşlarına en güzel örnek olarak gösteriyor.
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."
(Mümtehine, 4)
Şimdi biz İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan Müslümanların mücadelelerini anlatan hangi doğru kaynaktan öğreneceğiz.
Yani İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanların Kur'an'da anlatılan inanç ve mücadeleleri Nebi (a.s) ın arkadaşları ve muvahhidler için en güzel örnektir.
Yoksa Allah Resullerinin inanç ve ahlaklarını öğrenmek için Kur'an'dan başka başvurulacak bir kaynak yoktur.
Dolayısıyla Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklıları anladığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından meali çarpılan bütün âyetlerin gerçek manası tecelli edecektir.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağın olmadığı ortaya çıkacak, rivayet ve içtihatlarla buharlaştırılan ve manası bozulan ayetlerin gerçek manası ortaya çıkmış olacaktır.
Aynı şekilde Allah'tan sonra râzı edilmesi gereken kişi yine Resul oluyor.
Âyet şöyledir.
( Ey Müminler! Rızanızı almak için size gelip Allah'a yemin ediyorlar. Eğer gerçek Mü'minler iseler Allah ve Resûl'ünü razı etmeleri daha doğrudur"
(Tevbe, 62)
Özellikle âyette geçen "Allah ve Resulü'n"den sonra "en yurduhu" "onu razı etmeleri" çok önemlidir.
Yani Resulün razı olması Allah'ın razı olması anlamına geliyor.
Halbuki âyette "Allah ve Resulü" geçtiği için "onları razı etmeleri" olması gerekirdi.
Enfal 20 ile 24. âyetleri de aynı sistemi içlerinde barındırıyorlar.
Birinde "Allah ve Resulüne itaat edin" denildikten sonra "velé tevellev anhu" "ondan yüz çevirmeyin" buyuruyor.
Halbuki "onlardan yüz çevirmeyin" olmadı gerekirdi.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resûl'ünün davetine icabet edin... "
âyetinde "...Allah ve Resulü'nün dâvetine" geçtiği halde "sizi davet ettiği zaman" denilip "sizi davet ettikleri zaman" denilmemiştir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak Kur'an hiçbir zaman kendisinden başka bir kaynağı referans olarak vermez.
Allah Resulü'nün karizmatik kişiliğinden yararlanarak ve onu istismar ederek meydana getirilen bütün rivayetler şirk ve küfürdür.
Bu rivayetlerden din ve hüküm olarak alınamayacakları gibi kültür ve gelenek olarak da hiçbir değer tanımazlar.
Çünkü bu rivayetlerin üzerine bina edilen din ümmeti perişan etmiş kaos, anarşi, zulüm, taklit, düşman istilaları, katliam, kargaşa, terör, cehalet, akılsızlık ve fakirliğin pençesinde kıvranmaya mahkum etmiştir.
(6.YAZI)
18-) NUR:
Kur'an'da Nur kavramı Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Allah için kullanıldığı âyet.
"Allah, göklerin ve yerin nurudur..."
(Nur, 35)
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
(Nisa, 174)
"Ey ehli kitap! Resul'ümüz size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; bir çok kusurunuzuda da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide-15,16)
"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, İman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dileyeni kendisiyle doğru yolu eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin"
(Şura, 52)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Ey Nebi! Biz seni bir şâhit, bir dâvetçi ve saçan bir (Resul olarak gönderdik)
Yukarıdaki ayette her ne kadar Resul kavramı geçmiyorsa da "erselnéke" "seni gönderdik" ibaresi Resulün misyonunu açık olarak ortaya koymaktadır.
19-) MÜJDE:
Kur'an'da Müjde ibaresi vahiy ve Resul bağlamında ele alınmıştır.
Vahiy bağlamında kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"De ki: Mukaddes ruh iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"
(Nahl, 102)
Resul için kullanıldığı âyetler.
"Biz Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(Kehf, 56)
"...Biz, Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(En'am, 48)
"Ey Resul! Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik"
(Furkan, 56)
20-) ÜSVE'İ HASENE:
Üsve'i hasene yani "en güzel örnek" olarak Resûl kavramının kullanması da hakikaten çok önemlidir.
Çünkü Şia ve Ehli Sünnet âlimleri üsve-i hasene ile ilgili Allah Resulü adına uydurulan rivayetleri bu kavrama sığınarak ümmeti aldatmaya çalışmaktadırlar.
Halbuki Ahzab süresi 21. âyetinde bulunan "üsve'i hasene" Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan inanç, ahlak ve mücadelesi anlamına gelmektedir.
Bunu gösteren en güzel delil Mümtehine 4. âyettir.
Bu âyette Allah İbrahim (a.s) ı ve tarihin bütün dönemlerinde yaşamış, onun inancını temsil eden Allah Resullerinin ve muvahhidlerin mücadelelerinin Nebi (a.s) ın arkadaşlarına en güzel örnek olarak gösteriyor.
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."
(Mümtehine, 4)
Şimdi biz İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan Müslümanların mücadelelerini anlatan hangi doğru kaynaktan öğreneceğiz.
Yani İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanların Kur'an'da anlatılan inanç ve mücadeleleri Nebi (a.s) ın arkadaşları ve muvahhidler için en güzel örnektir.
Yoksa Allah Resullerinin inanç ve ahlaklarını öğrenmek için Kur'an'dan başka başvurulacak bir kaynak yoktur.
Dolayısıyla Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklıları anladığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından meali çarpılan bütün âyetlerin gerçek manası tecelli edecektir.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağın olmadığı ortaya çıkacak, rivayet ve içtihatlarla buharlaştırılan ve manası bozulan ayetlerin gerçek manası ortaya çıkmış olacaktır.
Aynı şekilde Allah'tan sonra râzı edilmesi gereken kişi yine Resul oluyor.
Âyet şöyledir.
( Ey Müminler! Rızanızı almak için size gelip Allah'a yemin ediyorlar. Eğer gerçek Mü'minler iseler Allah ve Resûl'ünü razı etmeleri daha doğrudur"
(Tevbe, 62)
Özellikle âyette geçen "Allah ve Resulü'n"den sonra "en yurduhu" "onu razı etmeleri" çok önemlidir.
Yani Resulün razı olması Allah'ın razı olması anlamına geliyor.
Halbuki âyette "Allah ve Resulü" geçtiği için "onları razı etmeleri" olması gerekirdi.
Enfal 20 ile 24. âyetleri de aynı sistemi içlerinde barındırıyorlar.
Birinde "Allah ve Resulüne itaat edin" denildikten sonra "velé tevellev anhu" "ondan yüz çevirmeyin" buyuruyor.
Halbuki "onlardan yüz çevirmeyin" olmadı gerekirdi.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resûl'ünün davetine icabet edin... "
âyetinde "...Allah ve Resulü'nün dâvetine" geçtiği halde "sizi davet ettiği zaman" denilip "sizi davet ettikleri zaman" denilmemiştir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak Kur'an hiçbir zaman kendisinden başka bir kaynağı referans olarak vermez.
Allah Resulü'nün karizmatik kişiliğinden yararlanarak ve onu istismar ederek meydana getirilen bütün rivayetler şirk ve küfürdür.
Bu rivayetlerden din ve hüküm olarak alınamayacakları gibi kültür ve gelenek olarak da hiçbir değer tanımazlar.
Çünkü bu rivayetlerin üzerine bina edilen din ümmeti perişan etmiş kaos, anarşi, zulüm, taklit, düşman istilaları, katliam, kargaşa, terör, cehalet, akılsızlık ve fakirliğin pençesinde kıvranmaya mahkum etmiştir.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(5.YAZI)
12-) İHANET:
Kur'an'da ihanet kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"
( Enfal- 27)
13-) İSYAN:
Kur'an'da isyan kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Kim Allah'a ve Resul'üne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"
( Nisa- 14)
Kur'an'da Resul'e karşı gelmek büyük bir sapıklık olarak görülürken, Nebi'ye karşı gelmek ve onu dinlememek günah bile sayılmamıştır.
Şimdi aşağıdaki iki âyete dikkat edin.
"Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"
(Ahzab, 36)
(Ey Nebi! ) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde geziyordun.
Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"
(Ahzab-37)
Yukarıdaki ayette Nebi (a.s) Zeyd'e "Eşini yanında tut, Allah'tan kork! "
dediği halde Zeyd onu dinlemeyerek hanımını boşamış ve Nebi'ye karşı gelmenin günah olmadığını ortaya koymuştur.
Halbuki Resul'e karşı gelmek ve ona isyan etmek Kur'an'da büyük bir günah olarak görülmüştür.
"Küfür yoluna sapıp Resul'ü dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir sözleri gizli kalmaz"
( Nisa- 42)
14-) KÜFÜR
Küfür kavramı da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır.
"Allah'ı ve Resullerini inkâr edenler ve inanma hususunda Allah ile Resullerini birbirinden ayırmak isteyip
"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
(Nisa-150,151)
Allah Resullerinin ve âyetlerinin inkâr edilmesi ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
15-) İCABET VE DÂVET:
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resulü'ne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplayacaksınız"
(Enfal, 24)
"Onlara (müşrikleri): Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış doğru yolu da bulamamış idiyseler?
Hidayet çağrısına kulak vermeyen kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara--170, 171)
16-) AZİZ:
Kur'an'da Aziz kavramı dahi Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullanıldığı yerler.
"...Çünkü Allah azizdir kimsenin yaptığını yanına bırakmaz"
(İbrahim, 47)
"...Şüphesiz Allah, güçlüdür, azizdir"
(Hac, 74)
Vahiy için kullanıldığı âyet.
"...Halbuki Ku'ran aziz bir kitaptır"
(Fussilet, 41)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Andolsun size kendinizden aziz bir Resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere çok şefkatlidir, merhametlidir"
(Tevbe-128)
17-) RAHMET:
Kur'an'da rahmet kavramı vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Ona Rabbinden bir mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut-50,51)
Resul için kullanıldığı yerler.
"Ey Resul! Biz seni âlemlere ( insanlara) rahmet olarak gönderdik"
( Enbiya-107)
"...Çünkü biz onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız..."
(Meryem-21)
Aslında Allah'ın insanlara vahiy aracılığıyla Resul göndermesinin amacı rahmet ve mağfiretinin gereğidir.
(5.YAZI)
12-) İHANET:
Kur'an'da ihanet kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"
( Enfal- 27)
13-) İSYAN:
Kur'an'da isyan kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Kim Allah'a ve Resul'üne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"
( Nisa- 14)
Kur'an'da Resul'e karşı gelmek büyük bir sapıklık olarak görülürken, Nebi'ye karşı gelmek ve onu dinlememek günah bile sayılmamıştır.
Şimdi aşağıdaki iki âyete dikkat edin.
"Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"
(Ahzab, 36)
(Ey Nebi! ) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde geziyordun.
Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"
(Ahzab-37)
Yukarıdaki ayette Nebi (a.s) Zeyd'e "Eşini yanında tut, Allah'tan kork! "
dediği halde Zeyd onu dinlemeyerek hanımını boşamış ve Nebi'ye karşı gelmenin günah olmadığını ortaya koymuştur.
Halbuki Resul'e karşı gelmek ve ona isyan etmek Kur'an'da büyük bir günah olarak görülmüştür.
"Küfür yoluna sapıp Resul'ü dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir sözleri gizli kalmaz"
( Nisa- 42)
14-) KÜFÜR
Küfür kavramı da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır.
"Allah'ı ve Resullerini inkâr edenler ve inanma hususunda Allah ile Resullerini birbirinden ayırmak isteyip
"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
(Nisa-150,151)
Allah Resullerinin ve âyetlerinin inkâr edilmesi ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
15-) İCABET VE DÂVET:
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resulü'ne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplayacaksınız"
(Enfal, 24)
"Onlara (müşrikleri): Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış doğru yolu da bulamamış idiyseler?
Hidayet çağrısına kulak vermeyen kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara--170, 171)
16-) AZİZ:
Kur'an'da Aziz kavramı dahi Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullanıldığı yerler.
"...Çünkü Allah azizdir kimsenin yaptığını yanına bırakmaz"
(İbrahim, 47)
"...Şüphesiz Allah, güçlüdür, azizdir"
(Hac, 74)
Vahiy için kullanıldığı âyet.
"...Halbuki Ku'ran aziz bir kitaptır"
(Fussilet, 41)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Andolsun size kendinizden aziz bir Resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere çok şefkatlidir, merhametlidir"
(Tevbe-128)
17-) RAHMET:
Kur'an'da rahmet kavramı vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Ona Rabbinden bir mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut-50,51)
Resul için kullanıldığı yerler.
"Ey Resul! Biz seni âlemlere ( insanlara) rahmet olarak gönderdik"
( Enbiya-107)
"...Çünkü biz onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız..."
(Meryem-21)
Aslında Allah'ın insanlara vahiy aracılığıyla Resul göndermesinin amacı rahmet ve mağfiretinin gereğidir.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(4.YAZI)
8-)TEKZİB
Tekzib yani yalanlamanın da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
"...Allah ve Resulü'nün (vaadlerini) yalanlayıp (sefere çıkmayarak) oturup kaldılar..."
(Tevbe, 90)
"Andolsun ki (Ey Resul!) senden önceki Resuller de yalanlanmıştı..."
(En'am, 35)
"Eyke halkı ve Tübba' kavmi de. Bütün bunlar Resulleri yalanladılar da azabım onlara hak oldu"
(Kaf, 14)
"Onlar kitab-ı ve elçilerimiz'e gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Onlar yakında gerçeği anlayacaklar"
(Mümin, 70)
Bu konuda en önemli âyet şudur.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
(En'am, 33)
Resul ve vahyin yalanlanması ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
9-) İSTİHZA:
İstihza yani Resul ile alay etme, vahyi alaya alma kavramı da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Eğer onlara niçin alay ettiklerini sorarsan elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, onun âyetleriyle ve O'nun Resulü ile mi alay ediyorsunuz?
(Tevbe, 65)
"Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir"
(En'am, 5)
"Senden önceki elçilerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri azap kuşatıvermişti"
(En'am, 10)
10-) HAK:
Hak kavramı da sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hak yoktur.
Din ve hüküm olarak vahiy'den başka bütün sözler batıldır.
Allah için kullanıldığı âyetler.
"İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne kalır..."
(Yunus, 32)
"Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah çok yüce çok büyüktür"
(Lokman, 30)
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde şüphe edenlerden olmayasın"
(Bakara, 147)
"...Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Yunus, 94)
Resul için kullanıldığı âyet.
"İman etmelerinden, Resul'ün hak olduğuna şâhit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir topluma Allah nasıl hidayet nasip eder. Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Âli İmran, 86)
11-) İNZAR:
İnzar yani insanları uyarma ve onları ikaz etme sadece vahiy ile olacaktır.
Allah için kullanıldığı yerler.
"Apaçık olan kitab-a andolsun ki, biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz uyarıcıyızdır"
( Duhan-3,4)
"Biz (Azimüşşan) yakın bir azap ile sizi uyardık..."
(Nebe, 40)
Vahiy için kullanıldığı yer.
"...Bu Kur'an da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş bir kitaptır"
( Ahkaf, 12)
Resul için kullanıldığı yerler.
"Bu Kur'an üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Ataları uyarılmamış bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir"
( Yasin- 5,6 )
Aslında Allah'ın elçileri kavimlerini sadece vahiy'le uyarı ve ikaz ederler.
Dolayısıyla Kur'an'da çok ilginç sistemler kurulmuştur.
Bu sistemler içinde en önemli sistem Allah, vahiy ve Resul sistemidir.
Bu sistemleri anladığımız zaman ilâh ve rab konumuna sokulan cahil yobazların yalan ve iftiralarına kendimizi mahkum etmemiş olacağız.
Çünkü bu iftiracı yalancılar uydurma rivayetleriyle dinimiz ile birlikte özgürlüğümüzü de almış ve bizi İslam düşmanlarının önünde rezil etmişlerdir.
İşte bundan dolayı Yusuf (a.s) zindan arkadaşlarına şöyle sesleniyor.
"Ey zindan arkadaşlarım! çeşitli rabler edinmek mi daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?
(Yusuf, 39)
Allah elçileri Allah'tan gelen vahiy ile insanlara tebliğ eder ve sadece onunla insanları uyarırlardı. "
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
Bu yol ve yöntem davet metodu için en önemli yol ve yöntemdir.
Çünkü insanlık tarihinde Allah'a iman etmeyen bir millet gelmemiştir.
Allah'ın Resulleri örnek ahlak ve yaşantılarıyla kavimlerini Allah'tan gelen vahiy ile baş baş bırakmış oluyorlardı.
(4.YAZI)
8-)TEKZİB
Tekzib yani yalanlamanın da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
"...Allah ve Resulü'nün (vaadlerini) yalanlayıp (sefere çıkmayarak) oturup kaldılar..."
(Tevbe, 90)
"Andolsun ki (Ey Resul!) senden önceki Resuller de yalanlanmıştı..."
(En'am, 35)
"Eyke halkı ve Tübba' kavmi de. Bütün bunlar Resulleri yalanladılar da azabım onlara hak oldu"
(Kaf, 14)
"Onlar kitab-ı ve elçilerimiz'e gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Onlar yakında gerçeği anlayacaklar"
(Mümin, 70)
Bu konuda en önemli âyet şudur.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
(En'am, 33)
Resul ve vahyin yalanlanması ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
9-) İSTİHZA:
İstihza yani Resul ile alay etme, vahyi alaya alma kavramı da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Eğer onlara niçin alay ettiklerini sorarsan elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, onun âyetleriyle ve O'nun Resulü ile mi alay ediyorsunuz?
(Tevbe, 65)
"Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir"
(En'am, 5)
"Senden önceki elçilerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri azap kuşatıvermişti"
(En'am, 10)
10-) HAK:
Hak kavramı da sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hak yoktur.
Din ve hüküm olarak vahiy'den başka bütün sözler batıldır.
Allah için kullanıldığı âyetler.
"İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne kalır..."
(Yunus, 32)
"Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah çok yüce çok büyüktür"
(Lokman, 30)
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde şüphe edenlerden olmayasın"
(Bakara, 147)
"...Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Yunus, 94)
Resul için kullanıldığı âyet.
"İman etmelerinden, Resul'ün hak olduğuna şâhit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir topluma Allah nasıl hidayet nasip eder. Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Âli İmran, 86)
11-) İNZAR:
İnzar yani insanları uyarma ve onları ikaz etme sadece vahiy ile olacaktır.
Allah için kullanıldığı yerler.
"Apaçık olan kitab-a andolsun ki, biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz uyarıcıyızdır"
( Duhan-3,4)
"Biz (Azimüşşan) yakın bir azap ile sizi uyardık..."
(Nebe, 40)
Vahiy için kullanıldığı yer.
"...Bu Kur'an da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş bir kitaptır"
( Ahkaf, 12)
Resul için kullanıldığı yerler.
"Bu Kur'an üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Ataları uyarılmamış bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir"
( Yasin- 5,6 )
Aslında Allah'ın elçileri kavimlerini sadece vahiy'le uyarı ve ikaz ederler.
Dolayısıyla Kur'an'da çok ilginç sistemler kurulmuştur.
Bu sistemler içinde en önemli sistem Allah, vahiy ve Resul sistemidir.
Bu sistemleri anladığımız zaman ilâh ve rab konumuna sokulan cahil yobazların yalan ve iftiralarına kendimizi mahkum etmemiş olacağız.
Çünkü bu iftiracı yalancılar uydurma rivayetleriyle dinimiz ile birlikte özgürlüğümüzü de almış ve bizi İslam düşmanlarının önünde rezil etmişlerdir.
İşte bundan dolayı Yusuf (a.s) zindan arkadaşlarına şöyle sesleniyor.
"Ey zindan arkadaşlarım! çeşitli rabler edinmek mi daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?
(Yusuf, 39)
Allah elçileri Allah'tan gelen vahiy ile insanlara tebliğ eder ve sadece onunla insanları uyarırlardı. "
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
Bu yol ve yöntem davet metodu için en önemli yol ve yöntemdir.
Çünkü insanlık tarihinde Allah'a iman etmeyen bir millet gelmemiştir.
Allah'ın Resulleri örnek ahlak ve yaşantılarıyla kavimlerini Allah'tan gelen vahiy ile baş baş bırakmış oluyorlardı.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(3.YAZI)
3-) HELAL VE HARAM KILMA
Kur'an'da helal ve haram kılma Allah ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin nasıl Kur'an'dan uzak cahil kişiler oldukları ortaya çıkacaktır.
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Nebi olan Resul'e uyanlar (var ya) işte o Resul onlara iyiliği emreder onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resul'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'an'a) uyanlara var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır"
(Âraf, 157)
(....Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan...."
(Tevbe, 29)
Yani Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığında haram kılma yetkisinin sadece Allah'a ait bir yetki ve hak olduğunu anlamış olacağız.
"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..."
(Âraf, 32)
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler"
( Nahl, 116)
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy'de haram edilmeyen bir şeyin başkaları tarafından haram kılanmasının Allah'a karşı haddi aşmak olduğunu bilmiş olacağız.
4-) TEBYİN:
Tebyin kavramının Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şii ve Sünni ilim adamlarının Nahl süresi 44. âyetini istismar ederek "vahyi gayri metlüv" için delil gösteremeyeceklerdir.
Yani Kur'an'ı Mübin'in Allah tarafından hem tebyin, hem tasrif, hem tafsil hemde tefsir edildiği ve Resul'ünün görevinin sadece onu duyurma anlamında tebyin olduğunu öğrenmiş olacağız.
"....Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1)
Aslında vahyin kendisi beyandır, Resul sadece onu okuyor, ilan edip duyuyor.
"Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, (beyan) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
Dolayısıyla Nahl 44'te bulunan "litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" "duyurasın onu sakın gizlemeyesin" olduğunu anlayacağız.
(Mâide- 66, 67, 68; Âli İmran-187)
5-) TEBLİĞ:
Yine bir çok kavram gibi tebliğ kavramının da sadece vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
"...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl-35)
"Resule düşen vazife, ancak duyurmadır..."
(Mâide, 99)
"Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de (Ey Resul! ) sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40)
"Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum..."
(Âraf-62)
6-) KİTAB-I TİLAVET:
Kkitab-ı Tilavet kavramına baktığımızda sadece Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Yani Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara okurlar.
Resullerin vahyi tefsir etme ve onu detaylandırma görevleri yoktur.
"Küfredenler bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara:
Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi? derler..."
(Zümer, 71)
7-) RESULLER GÖNDERİLMEDEN AZAP YOKTUR:
Allah Resul göndermeden hiçbir topluma dünya hayatında ve ahirette azap etmez.
Ancak Resul denildiğinde hem beşer Resul'ü hemde kitap kitap Resul'ü anlamak gerekir. Çünkü beşer Resulü'n bütün insanlara ulaşması mümkün değildir.
Beşer Resul ölümlü yani fânidir. O halde onu sadece kitap Resul temsil edebilir.
Dolayısıyla beşer Resul ile vahiy yani Kur'an arasında bir fark yoktur.
Beşer olan Resul'e ulaşamayanların Allah'a karşı bir mazeretleri olmayacaktır.
Eğer "vahiy" aynı zamanda "Resul" anlamına gelmeyecek olursa işte o zaman insanların Allah'a karşı mazeret ileri sürmesi bir hak olacaktı.
Bundan dolayı Resul'ü vahiy'den başka hiçbir şeyin temsil etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'a ve Resul'e itaat olacaksa, ittiba, helal ve haram kılma, inzar ve tebliğ etme kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa beşer olan Resul'ün ölümünden sonra onu temsil eden kitap Resul yani vahiy olması gerekir.
Yoksa Allah'a ve Resul'e itaat etme, Resul'e tabi olmanın bir anlamı olmazdı.
Çünkü herkesin beşer Resul ile muhatap olması mümkün değildir.
O halde hayatta iken kendi çağdaşları için Resul konuşan Kuran'dır.
Vefatından sonra beşer Resul'ü sadece Allah tarafından indirilen vahiy temsil edebilir.
Bunun başka bir çözümü ve alternatifi yoktur ve olamaz.
Hangi zamanda ve coğrafyada olursa olsun vahye giden aynı zamanda Resul'e gitmiş sayılır.
Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy'den başka rahmet, hidayet, doğru söz ve kesin bir delil yoktur.
Dinin Allah'a özel kılınması gerekir.
Din Allah'ın olduğu için hüküm olarak dinde O'ndan başka hiç kimse konuşamaz.
(3.YAZI)
3-) HELAL VE HARAM KILMA
Kur'an'da helal ve haram kılma Allah ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin nasıl Kur'an'dan uzak cahil kişiler oldukları ortaya çıkacaktır.
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Nebi olan Resul'e uyanlar (var ya) işte o Resul onlara iyiliği emreder onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resul'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'an'a) uyanlara var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır"
(Âraf, 157)
(....Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan...."
(Tevbe, 29)
Yani Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığında haram kılma yetkisinin sadece Allah'a ait bir yetki ve hak olduğunu anlamış olacağız.
"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..."
(Âraf, 32)
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler"
( Nahl, 116)
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy'de haram edilmeyen bir şeyin başkaları tarafından haram kılanmasının Allah'a karşı haddi aşmak olduğunu bilmiş olacağız.
4-) TEBYİN:
Tebyin kavramının Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şii ve Sünni ilim adamlarının Nahl süresi 44. âyetini istismar ederek "vahyi gayri metlüv" için delil gösteremeyeceklerdir.
Yani Kur'an'ı Mübin'in Allah tarafından hem tebyin, hem tasrif, hem tafsil hemde tefsir edildiği ve Resul'ünün görevinin sadece onu duyurma anlamında tebyin olduğunu öğrenmiş olacağız.
"....Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1)
Aslında vahyin kendisi beyandır, Resul sadece onu okuyor, ilan edip duyuyor.
"Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, (beyan) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
Dolayısıyla Nahl 44'te bulunan "litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" "duyurasın onu sakın gizlemeyesin" olduğunu anlayacağız.
(Mâide- 66, 67, 68; Âli İmran-187)
5-) TEBLİĞ:
Yine bir çok kavram gibi tebliğ kavramının da sadece vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
"...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl-35)
"Resule düşen vazife, ancak duyurmadır..."
(Mâide, 99)
"Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de (Ey Resul! ) sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40)
"Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum..."
(Âraf-62)
6-) KİTAB-I TİLAVET:
Kkitab-ı Tilavet kavramına baktığımızda sadece Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Yani Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara okurlar.
Resullerin vahyi tefsir etme ve onu detaylandırma görevleri yoktur.
"Küfredenler bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara:
Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi? derler..."
(Zümer, 71)
7-) RESULLER GÖNDERİLMEDEN AZAP YOKTUR:
Allah Resul göndermeden hiçbir topluma dünya hayatında ve ahirette azap etmez.
Ancak Resul denildiğinde hem beşer Resul'ü hemde kitap kitap Resul'ü anlamak gerekir. Çünkü beşer Resulü'n bütün insanlara ulaşması mümkün değildir.
Beşer Resul ölümlü yani fânidir. O halde onu sadece kitap Resul temsil edebilir.
Dolayısıyla beşer Resul ile vahiy yani Kur'an arasında bir fark yoktur.
Beşer olan Resul'e ulaşamayanların Allah'a karşı bir mazeretleri olmayacaktır.
Eğer "vahiy" aynı zamanda "Resul" anlamına gelmeyecek olursa işte o zaman insanların Allah'a karşı mazeret ileri sürmesi bir hak olacaktı.
Bundan dolayı Resul'ü vahiy'den başka hiçbir şeyin temsil etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'a ve Resul'e itaat olacaksa, ittiba, helal ve haram kılma, inzar ve tebliğ etme kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa beşer olan Resul'ün ölümünden sonra onu temsil eden kitap Resul yani vahiy olması gerekir.
Yoksa Allah'a ve Resul'e itaat etme, Resul'e tabi olmanın bir anlamı olmazdı.
Çünkü herkesin beşer Resul ile muhatap olması mümkün değildir.
O halde hayatta iken kendi çağdaşları için Resul konuşan Kuran'dır.
Vefatından sonra beşer Resul'ü sadece Allah tarafından indirilen vahiy temsil edebilir.
Bunun başka bir çözümü ve alternatifi yoktur ve olamaz.
Hangi zamanda ve coğrafyada olursa olsun vahye giden aynı zamanda Resul'e gitmiş sayılır.
Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy'den başka rahmet, hidayet, doğru söz ve kesin bir delil yoktur.
Dinin Allah'a özel kılınması gerekir.
Din Allah'ın olduğu için hüküm olarak dinde O'ndan başka hiç kimse konuşamaz.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(2.YAZI)
Bu konu üzerinde çok durduğumun farkındayım.
Aslında bu konunun tekrar edilmesi Kur'an'ın tam olarak anlaşılması açısından çok önemlidir.
Çünkü bu konu anlaşılmadan dinin Allah'a özel kılınması ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy dininin yaşanması asla mümkün olmayacaktır.
Bu konu anlaşıldığında din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kaynak olduğu anlaşılacak, rahmet ve hidayet bakımından indirilen vahiy'den başka kaynağın olmadığı ortaya çıkacaktır.
Bu Konu anlaşıldığı zaman uydurma rivayet ve içtihatların yerine Kur'an hakkettiği gerçek yerini alacak ve Müslümanların dağılmasına sebep olan mezheplerin sadece ayrımcılık yarattıkları ortaya çıkacaktır.
Kur'an'da bulunan sistemler keşfedildiği zaman vahyin rastgele bir metin olmadığı arkasında üstün bir aklın ve sonsuz bir gücün bulunduğu bilinecektir.
Şimdi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farkları veya Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bazı kavramları el alacağız.
1--) İTAAT:
İtaat kavramı yüzlerce âyette sadece Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Yani dinde itaat mutlak anlamda sadece Allah'a ve Resul'üne olacaktır.
Din ve hüküm olarak Allah ve Resulü'nden başka hiç kimseye mutlak olarak itaat emredilmemiştir.
Yani Kur'an'ın hiçbir âyetinde Nebi (a.s) a itaat etme emri yoktur.
Çünkü Nebi'ler özel hayatlarında söz ve davranışlarında Allah'a karşı hata ettikleri görülmüştür.
Mesela:
"...Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı"
(Tâhâ, 121)
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne Nebi'ye yakışır ne de iman edenlere"
( Tevbe, 113)
Yukarıdaki âyette Nebi (a.s) ve müminlerin müşrik akrabalarına dua ve istiğfarda bulundukları anlaşılıyor.
Fakat Resul Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
"Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."
(Nisa, 80)
Çünkü Resülün Allah'a karşı hata yapması mümkün değildir.
Böyle bir şey olursa hemen cezalandırılır.
(Hakka- 44; İsra--73,74 75; Yunus, 15
Kur'an'da Allah'a itaat etme emirlerinin bulunduğu bütün âyetlerde mutlaka Resül kavramı de mevcuttur.
Çünkü Allah'a itaat etme ancak vahye veya onu tebliğ edene yani onu dillendiren Resul'e itaat etmekle gerçekleşir.
"....Allah ve Resulü'ne itaat edin"
(Enfal, 1)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin..."
(Enfal, 20)
"Allah ve Resulüne itaat edin..."
(Enfal, 46)
"....Allah ve Resulü'ne itaat ederler..."
(Tevbe, 71)
"Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse..."
(Nur, 52)
"...Allah'a ve Resulüne itaat edin..."
(Ahzab, 33)
Fakat Kur'an'da bazı yerlerde Allah lafzı geçmeden sadece Resul'e itaat etme emredilmiştir.
"Salat'ı ikame edin; zekatı verin; Resul'e itaat edin ki size merhamet edilsin"
(Nur, 56)
Nebi ile Resul'ün bulunan farkları veya Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramları anladığımızda Kur'an'da geçen "Allah'a itaat etmekten" masadın "Kur'an" "Resul'e itaatten" maksadın uydurma rivayetler olmadığı anlaşılacaktır.
İtaatin sadece Allah ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda din ve hüküm olarak Allah tarafından ve Resulün pak lisanında hayat bulan vahiy'den başka hiçbir şeyin insanları bağlamadığını öğrenmiş olacağız.
2--) İTTİBA:
İttiba kavramı Kuran'da sadece vahiy ve Resul bağlamında kullanmıştır.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "İttiba" kavramının tek hedefinin vahiy dolayısıyla yalnız Allah olduğu çok net görülür.
Fakat Allah beşeri duyularla idrak edilen somut bir varlık yani tâbi olunacak maddi bir varlık olmadığı için ittiba Resul'e ve vahye yapılması emredilmiştir.
"Rabbinizden size indirilene tâbi olun. O'nu bırakıp da başka dostların ( evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
"Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Resul'e tâbi olduk..."
(Âli İmran, 53)
Allah'ın Resulü de sadece vahye uymakla emredilmiştir.
"Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus, 109)
İttiba kavramını gerçek olarak anladığımızda "(Ey Resul! De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki (bana uyunuz ki) Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" Âli İmran 31. âyetiyle rivayetleri bize din olarak dayatmalarına aldanmamış olacağız.
Yani bu âyette bulunan "fettebiuni" "bana tabi olun" dan maksadın "Muhammed" veya "Nebi" değil, Resulün olduğunu bilmiş olacağız.
İşte Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemlidir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak vahiy ve Resulden başka hiç kimseye tâbi olunamaz.
"Derken şehrin diğer kısmından bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu Resullere uyunuz! "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir"
( Yasin- 20, 21)
(2.YAZI)
Bu konu üzerinde çok durduğumun farkındayım.
Aslında bu konunun tekrar edilmesi Kur'an'ın tam olarak anlaşılması açısından çok önemlidir.
Çünkü bu konu anlaşılmadan dinin Allah'a özel kılınması ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy dininin yaşanması asla mümkün olmayacaktır.
Bu konu anlaşıldığında din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kaynak olduğu anlaşılacak, rahmet ve hidayet bakımından indirilen vahiy'den başka kaynağın olmadığı ortaya çıkacaktır.
Bu Konu anlaşıldığı zaman uydurma rivayet ve içtihatların yerine Kur'an hakkettiği gerçek yerini alacak ve Müslümanların dağılmasına sebep olan mezheplerin sadece ayrımcılık yarattıkları ortaya çıkacaktır.
Kur'an'da bulunan sistemler keşfedildiği zaman vahyin rastgele bir metin olmadığı arkasında üstün bir aklın ve sonsuz bir gücün bulunduğu bilinecektir.
Şimdi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farkları veya Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bazı kavramları el alacağız.
1--) İTAAT:
İtaat kavramı yüzlerce âyette sadece Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Yani dinde itaat mutlak anlamda sadece Allah'a ve Resul'üne olacaktır.
Din ve hüküm olarak Allah ve Resulü'nden başka hiç kimseye mutlak olarak itaat emredilmemiştir.
Yani Kur'an'ın hiçbir âyetinde Nebi (a.s) a itaat etme emri yoktur.
Çünkü Nebi'ler özel hayatlarında söz ve davranışlarında Allah'a karşı hata ettikleri görülmüştür.
Mesela:
"...Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı"
(Tâhâ, 121)
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne Nebi'ye yakışır ne de iman edenlere"
( Tevbe, 113)
Yukarıdaki âyette Nebi (a.s) ve müminlerin müşrik akrabalarına dua ve istiğfarda bulundukları anlaşılıyor.
Fakat Resul Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
"Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."
(Nisa, 80)
Çünkü Resülün Allah'a karşı hata yapması mümkün değildir.
Böyle bir şey olursa hemen cezalandırılır.
(Hakka- 44; İsra--73,74 75; Yunus, 15
Kur'an'da Allah'a itaat etme emirlerinin bulunduğu bütün âyetlerde mutlaka Resül kavramı de mevcuttur.
Çünkü Allah'a itaat etme ancak vahye veya onu tebliğ edene yani onu dillendiren Resul'e itaat etmekle gerçekleşir.
"....Allah ve Resulü'ne itaat edin"
(Enfal, 1)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin..."
(Enfal, 20)
"Allah ve Resulüne itaat edin..."
(Enfal, 46)
"....Allah ve Resulü'ne itaat ederler..."
(Tevbe, 71)
"Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse..."
(Nur, 52)
"...Allah'a ve Resulüne itaat edin..."
(Ahzab, 33)
Fakat Kur'an'da bazı yerlerde Allah lafzı geçmeden sadece Resul'e itaat etme emredilmiştir.
"Salat'ı ikame edin; zekatı verin; Resul'e itaat edin ki size merhamet edilsin"
(Nur, 56)
Nebi ile Resul'ün bulunan farkları veya Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramları anladığımızda Kur'an'da geçen "Allah'a itaat etmekten" masadın "Kur'an" "Resul'e itaatten" maksadın uydurma rivayetler olmadığı anlaşılacaktır.
İtaatin sadece Allah ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda din ve hüküm olarak Allah tarafından ve Resulün pak lisanında hayat bulan vahiy'den başka hiçbir şeyin insanları bağlamadığını öğrenmiş olacağız.
2--) İTTİBA:
İttiba kavramı Kuran'da sadece vahiy ve Resul bağlamında kullanmıştır.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "İttiba" kavramının tek hedefinin vahiy dolayısıyla yalnız Allah olduğu çok net görülür.
Fakat Allah beşeri duyularla idrak edilen somut bir varlık yani tâbi olunacak maddi bir varlık olmadığı için ittiba Resul'e ve vahye yapılması emredilmiştir.
"Rabbinizden size indirilene tâbi olun. O'nu bırakıp da başka dostların ( evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
"Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Resul'e tâbi olduk..."
(Âli İmran, 53)
Allah'ın Resulü de sadece vahye uymakla emredilmiştir.
"Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus, 109)
İttiba kavramını gerçek olarak anladığımızda "(Ey Resul! De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki (bana uyunuz ki) Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" Âli İmran 31. âyetiyle rivayetleri bize din olarak dayatmalarına aldanmamış olacağız.
Yani bu âyette bulunan "fettebiuni" "bana tabi olun" dan maksadın "Muhammed" veya "Nebi" değil, Resulün olduğunu bilmiş olacağız.
İşte Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemlidir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak vahiy ve Resulden başka hiç kimseye tâbi olunamaz.
"Derken şehrin diğer kısmından bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu Resullere uyunuz! "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir"
( Yasin- 20, 21)
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(1.YAZI)
Nebi ile arasında bulunan farkları anlamak neden çok önemlidir?
Çünkü Kur'an'ın en önemli iki kavramı Nebi ile Resul kavramlarıdır.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anladığımızda hangi hakikatlar ortaya çıkacaktır?
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamakla "Nebi" veya "Resul" adına nispet edilen bütün rivayetlerin yalan olduğu anlaşılacaktır.
Bundan önemlisi binlerce rivayetin üzerine bina edilen tüm içtihatların ve mezheplerin din adına iftira edilmiş korkunç bir parçalanma, kaos, anarşi, zulüm, şirk ve küfür yani büyük bir fitne oldukları ortaya çıkacaktır.
Nebi ile Resul arasında bulunan farklar anlaşıldığında Şia ve Ehl-i sünnet âlimlerinin Allah'ın Resulü'nü Kur'an'dan koparıp uydurma rivayetlere götürmelerinin nasıl ölümcül bir cinayet olduğu görülecektir.
Yani Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları çözdüğümüzde gerçek olarak bütün Resulleri anlamının yolunun sadece vahiy'den geçtiğinin farkına varacağız.
Daha önemlisi Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anladığımızda bir rivayetin %100 Nebi'den geldiği bilinse bile insanları bağlayamacağı orta çıkacaktır.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığında rivayet yani uydurma dinin Kur'an'a karşı en büyük bir şirk olduğunun farkına varılacaktır.
Esasen şirk'in ortaya çıkmasının en büyük sebebinin Kur'an kavramlarının anlaşılmaması ilgili bir durumdur.
MESELA:
İhlas, itikadi ve imâni bir kavram iken yani "Dini Allah'a özel kılmak" anlamına geldiği halde Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri ihlası ameli bir kavram olarak "ibadetleri Allah için yapmak" olarak anlamışlardır.
Halbuki din Allah'a özel kılınınca otomatikman ibadetler Allah için yapılmış olacaktır.
Nebi'nin haysiyet ve şerefi koruma altında olmakla beraber sözleri Resul gibi bağlayıcı değildir.
İnsanlar sadece Allah tarafından gönderilen vahiy'den sorumlu tutulmuşlardır.
Ve bu gerçek Kur'an'ın yüzlerce âyetinde kayıt altına alınarak Allah tarafından kesin bir hükme bağlanmıştır.
Nebi ve Resul arasında bulunan farklar ortaya çıktığında asırlardan beri insanların sırtında bir yük ve kambur olan iftira ve yalan din büyük bir darbe yiyecektir.
Belki de bu sayede insanlar uzak kaldıkları rahmet ve hidayet olan hanif dine dönerek hem dünya hayatında hem de âhirette mutlu olacaklardır.
İşte bütün bu gerçeklerden dolayı Kur'an ehli muvahhidler olarak ilk önce biz Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamak ve çevremizdeki insanlara anlatmak durumundayız.
Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir.
Nebi ve Resul nedir?
Nebi, yirmi dört saat, gece gündüz, her zaman, bütün özel hallerinde Nübüvvet kimliğine sahiptir.
Nebi'lik makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, sürekli onunla beraberdir.
Resul, Allah tarafından kendisine indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı andaki konumudur.
Yani Resul denildiği zaman aklımıza indirilen vahiy gelmesi gerekiyor.
Risalet misyonu ile vahiy arasında hiçbir fark yoktur.
Resul'ler değerlerini Allah tarafından indirilen vahiy'den alırlar.
Elçiler vahiy sayesinde değerlidir.
Yani Allah'ın Resulleri vahiy kadar değerli kılınmışlardır.
Beşer Resul vefat edinceye kadar konuşan Kuran'dır.
Beşer Resul vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen kitap Resul yani vahiy temsil etmektedir.
Kur'an âyetlerinde geçen Resul kavramlarının bir çoğu vahiy anlamında kullanılmıştır.
Yani Resul aynı zamanda Kur'an anlamına geliyor.
Yoksa insanların büyük çoğunluğunun beşer Resul'e ulaşmaları mümkün değildir.
Beşer Resul'e ulaşmayan insanlar kitap Resulden sorumlu tutulmuşlardır.
Beşer Resulü'n daveti de zaten Allah tarafından indirilen vahiy'den başka bir şey değildir.
"Rabbinizden size indirilen (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da başka dostların (evliya )peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
Allah'ın Resulleri de sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ eder ve sadece ona uyarlar.
Aslında Resullerin yalanlanması, onlarla alay edilmesi, onların inkar edilmesi tamamen Allah'ın yalanlaması, Allah ile alay edilmesi, O'nun inkar edilmesi demektir.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( Enam, 33)
Anlattığımız bu gerçeklerden sonra "peygamber" kelimesinin ne kadar tehlikeli ve Kur'an'ı nasıl tahrif ettiği daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Nebi ile Resul'ün bulunan farkları fark ettiğimizde Allah Resulü'ne karşı ne kadar korkunç iftiralar atıldığı anlaşılacaktır.
Yani sahte yüceler ve dokunulmaz mâsumların ne kadar Kur'an cahili oldukları ortaya çıkacak, gerçek kimliklerine kavuşarak aşağılık seviyelerine inmiş olacaklardır.
(1.YAZI)
Nebi ile arasında bulunan farkları anlamak neden çok önemlidir?
Çünkü Kur'an'ın en önemli iki kavramı Nebi ile Resul kavramlarıdır.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anladığımızda hangi hakikatlar ortaya çıkacaktır?
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamakla "Nebi" veya "Resul" adına nispet edilen bütün rivayetlerin yalan olduğu anlaşılacaktır.
Bundan önemlisi binlerce rivayetin üzerine bina edilen tüm içtihatların ve mezheplerin din adına iftira edilmiş korkunç bir parçalanma, kaos, anarşi, zulüm, şirk ve küfür yani büyük bir fitne oldukları ortaya çıkacaktır.
Nebi ile Resul arasında bulunan farklar anlaşıldığında Şia ve Ehl-i sünnet âlimlerinin Allah'ın Resulü'nü Kur'an'dan koparıp uydurma rivayetlere götürmelerinin nasıl ölümcül bir cinayet olduğu görülecektir.
Yani Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları çözdüğümüzde gerçek olarak bütün Resulleri anlamının yolunun sadece vahiy'den geçtiğinin farkına varacağız.
Daha önemlisi Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anladığımızda bir rivayetin %100 Nebi'den geldiği bilinse bile insanları bağlayamacağı orta çıkacaktır.
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığında rivayet yani uydurma dinin Kur'an'a karşı en büyük bir şirk olduğunun farkına varılacaktır.
Esasen şirk'in ortaya çıkmasının en büyük sebebinin Kur'an kavramlarının anlaşılmaması ilgili bir durumdur.
MESELA:
İhlas, itikadi ve imâni bir kavram iken yani "Dini Allah'a özel kılmak" anlamına geldiği halde Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri ihlası ameli bir kavram olarak "ibadetleri Allah için yapmak" olarak anlamışlardır.
Halbuki din Allah'a özel kılınınca otomatikman ibadetler Allah için yapılmış olacaktır.
Nebi'nin haysiyet ve şerefi koruma altında olmakla beraber sözleri Resul gibi bağlayıcı değildir.
İnsanlar sadece Allah tarafından gönderilen vahiy'den sorumlu tutulmuşlardır.
Ve bu gerçek Kur'an'ın yüzlerce âyetinde kayıt altına alınarak Allah tarafından kesin bir hükme bağlanmıştır.
Nebi ve Resul arasında bulunan farklar ortaya çıktığında asırlardan beri insanların sırtında bir yük ve kambur olan iftira ve yalan din büyük bir darbe yiyecektir.
Belki de bu sayede insanlar uzak kaldıkları rahmet ve hidayet olan hanif dine dönerek hem dünya hayatında hem de âhirette mutlu olacaklardır.
İşte bütün bu gerçeklerden dolayı Kur'an ehli muvahhidler olarak ilk önce biz Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamak ve çevremizdeki insanlara anlatmak durumundayız.
Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir.
Nebi ve Resul nedir?
Nebi, yirmi dört saat, gece gündüz, her zaman, bütün özel hallerinde Nübüvvet kimliğine sahiptir.
Nebi'lik makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, sürekli onunla beraberdir.
Resul, Allah tarafından kendisine indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı andaki konumudur.
Yani Resul denildiği zaman aklımıza indirilen vahiy gelmesi gerekiyor.
Risalet misyonu ile vahiy arasında hiçbir fark yoktur.
Resul'ler değerlerini Allah tarafından indirilen vahiy'den alırlar.
Elçiler vahiy sayesinde değerlidir.
Yani Allah'ın Resulleri vahiy kadar değerli kılınmışlardır.
Beşer Resul vefat edinceye kadar konuşan Kuran'dır.
Beşer Resul vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen kitap Resul yani vahiy temsil etmektedir.
Kur'an âyetlerinde geçen Resul kavramlarının bir çoğu vahiy anlamında kullanılmıştır.
Yani Resul aynı zamanda Kur'an anlamına geliyor.
Yoksa insanların büyük çoğunluğunun beşer Resul'e ulaşmaları mümkün değildir.
Beşer Resul'e ulaşmayan insanlar kitap Resulden sorumlu tutulmuşlardır.
Beşer Resulü'n daveti de zaten Allah tarafından indirilen vahiy'den başka bir şey değildir.
"Rabbinizden size indirilen (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da başka dostların (evliya )peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( En'am, 153)
Allah'ın Resulleri de sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ eder ve sadece ona uyarlar.
Aslında Resullerin yalanlanması, onlarla alay edilmesi, onların inkar edilmesi tamamen Allah'ın yalanlaması, Allah ile alay edilmesi, O'nun inkar edilmesi demektir.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( Enam, 33)
Anlattığımız bu gerçeklerden sonra "peygamber" kelimesinin ne kadar tehlikeli ve Kur'an'ı nasıl tahrif ettiği daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Nebi ile Resul'ün bulunan farkları fark ettiğimizde Allah Resulü'ne karşı ne kadar korkunç iftiralar atıldığı anlaşılacaktır.
Yani sahte yüceler ve dokunulmaz mâsumların ne kadar Kur'an cahili oldukları ortaya çıkacak, gerçek kimliklerine kavuşarak aşağılık seviyelerine inmiş olacaklardır.
9 Şubat 2019 Cumartesi
HANGİ MUHAMMED?
(2.YAZI)
Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparıp uydurma rivayetlerle yepyeni bir din inşa etmişlerdir.
Yani Kur'an'da var olan "Allah Resulü Muhammed" yerine kendi dinleri için hayali bir Muhammed yarattılar.
İşte bunların yalan ve iftira dinlerini yıkmanın en önemli şartı sürekli olarak Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resul olan Muhammed'i ön plana çıkarmak olacaktır.
Çünkü Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Nebi ve Allah'ın Resulü Muhammed (a.s) ile araları gerçekten çok bozuktur.
Dinlerine tamamen muhalif olduğu için Allah Resulü olan Muhammed (a.s) dan çok korkarlar.
İnanç ve dinleri açısından Mekke vatandaşı olan Muhammed, Allah'ın Resulü olan Muhammed'den iyidir.
MESELA:
Mekke vatandaşı olan Muhammed onların evliya ve ilahlarına karışmayan bir Muhammed'tir.
Fakat Allah'ın Resulü Muhammed "Ey müşrikler! Siz ve Allah'ın dışında, yöresinde, berisinde taptığınız evliya ve ilahlar cehennem yakıtısınız" (Enbiya, 98) diyen bir Muhammed'tir.
İşte bundan dolayı Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Allah Resulü Muhammedi hiçbir zaman anlamadılar, onu hiçbir zaman sineye çekmediler.
Dolayısıyla muvahhidler Kur'an'da yüzlerce ayette anlatılan Resul Muhammed'i iyi tanımalı ve bütün elçilerle beraber sadece onu ön plana çıkarmalıdırlar.
Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Resulleri arasında ayrım yapmazlar.
Kur'an'da bulunan Resul Muhammed ile Allah'ın Resulleri Nuh, Hud, İbrahim, İsmail, İshak, Musa, İsa ve Zekeriya arasında hiçbir fark yoktur.
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri evliya ve İlâhlara karşı gelen Resul İbrahim'i, Musa'yı , İsa'yı sevmezler.
Müşrikler, "Size ve kulluk ettiklerinize yazıklar olsun" (Enbiya, 67) diyen Allah'ın Resulü İbrahim'i benimsemezler.
Müşrikler, tağutlara meydan okuyan Allah'ın Resullerini tanımazlar.
Şia ve Ehl-i Sünnet'in âlimleri, evliya ve İlâhlara kulluğu öngören Allah Resulü Muhammed(a.s) ı nasıl kabul edecekler?
Onun için Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah'ın Resulü Muhammed yerine kendi dinlerinin Muhammed'ini icat ettiler.
Çünkü kendi icatları olan Muhammed'e istedikleri her şeyi yaptırma imkanına sahip olacaklardı.
Fakat Kur'an'da bulunan Allah'ın Resulüne uymak ve sadece ona itaat etmek zorunda idiler.
Hangi Muhammed?
İstediklerini yaptırma imkânına sahip oldukları Mekke vatandaşı Muhammed mi, kendisine uymak ve itaat etmek zorunda oldukları Allah Resulü Muhammed mi?
Evliya ve ilahlarına yol veren her türlü şirki onaylayan Muhammed mi, evliya ve İlâhlara savaş açan Allah Resulü Muhammed mi?
Kur'an'da anlatılan vahyin mahsulü Muhammed mi, uydurma dinin Muhammed'i mi?
Özgürlük savaşçısı Allah'ın Resul'ü Muhammed mi, kula kul olmaya öncülük eden hayal mahsulü Muhammed mi?
Hangi Muhammed?
"Bütün ilahları tek ilah yapan (Sâd, 5) Allah'ın Resulü Muhammed mi, sayısız ilah yaratan Şia ve Ehli Sünnet'in Muhammed'i mi?
Rahmet ve hidayete rehberlik eden Resul Muhammed mi, her türlü yalan ve iftiraya, şirk ve hurafeye âlet ve yol edilen uydurma Muhammed mi?
Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!
Böyle bir Muhammed yok!
Siz var ya siz! Hayal mahsulü, hiç bir zaman var olmayan, masal ve efsane bir Muhammed'in peşindesiniz.
Siz, Allah'ın Resulü Muhammed'in izinde değil, yoktan yarattığınız Muhammed'in yolunda cehenneme doğru yol almaktasınız.
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'an bilmez cahilleri!
"Kertenkele ve siyah köpekleri öldürme emri veren bir Muhammed hiçbir zaman olmadı, böyle bir Muhammed yok!
Gece geç saatlere kadar evinde oturanlara "geç oldu evinize gidin" diyemeyen utangaç ve son derece mahcup bir Nebi Muhammed var.
(Ahzab, 53)
Ey Resul tanımaz münkirler!
"Sağ elle yemek yiyemeyen çocuklara beddua eden bir Muhammed gelmedi, öyle bir Muhammed yok!
Yanında yüksek sesle bağırıp çağıranlara "arkadaşlar susun bağırmayın" diyemeyen mükemmel bir edebe sahip olan Nebi ve Allah Resulü Muhammed var.
(Hucurat, 1-2-3)
Ey cahiller!
Önüne gelene beddua eden ve lanet okuyan bir Muhammed hiçbir zaman olmadı, savaştan kaçanlara karşı merhamet ile yaklaşan bir Nebi Muhammed var.
Camiiye gitmeyenlerin evlerini yakmayı düşünen (Buhari) Muhammed yok, insanlara rahmet olarak gönderilen Resul Muhammed vardır.
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davut, İbni Mace, Nesai ,Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel'in hayali ve efsane Muhammed'inden, güneş kadar gerçek olan Allah Resulü Muhammed(a.s) sizi davet ediyoruz.
Dinde Allah'ın ortağı olan Muhammed diye bir kimse yoktur.
Sadece kendisine vahyedilene sımsıkı sarılan, (Zuhruf, 43-44) sadece kendisine gönderilen vahyi tebliğ eden
(Mâide, 99) sadece vahye tabi olan(Yunus, 109) sadece vahiyle insanları uyaran (Enbiya, 45, Kaf, 45)
Allah Resulü Muhammed vardır.
Yedi kat göğü dolaşan bir Muhammed asla olmamıştır.
Sokaklarda dolaşan ve herkes gibi acıkan ve yemek yiyen (Furkan, 7) herkese örnek olan Resul Muhammed vardır.
Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!
Siz! batıl bir inanç, olmayan bir Muhammed'in peşine takılıp helak olmaya doğru yol alıyorsunuz.
Kur'an'da anlatılan ve daha kendisi hayatta iken indirilen vahiy ile dini tamlanan Allah'ın Resulünden başka Muhammed yeryüzünde yaşamadı.
Kutsal gecelerinizde ve mevlütlerinizde anlattığınız masal kahramanı Muhammed diye bir kimse Mekke ve Medine'de yaşamadı. Ümmetin ümmilerine yalan söylemekten vazgeçin, insanları aldatmaya hakkınız yoktur. Allah'tan korkun ve dürüst olun.
(2.YAZI)
Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparıp uydurma rivayetlerle yepyeni bir din inşa etmişlerdir.
Yani Kur'an'da var olan "Allah Resulü Muhammed" yerine kendi dinleri için hayali bir Muhammed yarattılar.
İşte bunların yalan ve iftira dinlerini yıkmanın en önemli şartı sürekli olarak Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resul olan Muhammed'i ön plana çıkarmak olacaktır.
Çünkü Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Nebi ve Allah'ın Resulü Muhammed (a.s) ile araları gerçekten çok bozuktur.
Dinlerine tamamen muhalif olduğu için Allah Resulü olan Muhammed (a.s) dan çok korkarlar.
İnanç ve dinleri açısından Mekke vatandaşı olan Muhammed, Allah'ın Resulü olan Muhammed'den iyidir.
MESELA:
Mekke vatandaşı olan Muhammed onların evliya ve ilahlarına karışmayan bir Muhammed'tir.
Fakat Allah'ın Resulü Muhammed "Ey müşrikler! Siz ve Allah'ın dışında, yöresinde, berisinde taptığınız evliya ve ilahlar cehennem yakıtısınız" (Enbiya, 98) diyen bir Muhammed'tir.
İşte bundan dolayı Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Allah Resulü Muhammedi hiçbir zaman anlamadılar, onu hiçbir zaman sineye çekmediler.
Dolayısıyla muvahhidler Kur'an'da yüzlerce ayette anlatılan Resul Muhammed'i iyi tanımalı ve bütün elçilerle beraber sadece onu ön plana çıkarmalıdırlar.
Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Resulleri arasında ayrım yapmazlar.
Kur'an'da bulunan Resul Muhammed ile Allah'ın Resulleri Nuh, Hud, İbrahim, İsmail, İshak, Musa, İsa ve Zekeriya arasında hiçbir fark yoktur.
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri evliya ve İlâhlara karşı gelen Resul İbrahim'i, Musa'yı , İsa'yı sevmezler.
Müşrikler, "Size ve kulluk ettiklerinize yazıklar olsun" (Enbiya, 67) diyen Allah'ın Resulü İbrahim'i benimsemezler.
Müşrikler, tağutlara meydan okuyan Allah'ın Resullerini tanımazlar.
Şia ve Ehl-i Sünnet'in âlimleri, evliya ve İlâhlara kulluğu öngören Allah Resulü Muhammed(a.s) ı nasıl kabul edecekler?
Onun için Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah'ın Resulü Muhammed yerine kendi dinlerinin Muhammed'ini icat ettiler.
Çünkü kendi icatları olan Muhammed'e istedikleri her şeyi yaptırma imkanına sahip olacaklardı.
Fakat Kur'an'da bulunan Allah'ın Resulüne uymak ve sadece ona itaat etmek zorunda idiler.
Hangi Muhammed?
İstediklerini yaptırma imkânına sahip oldukları Mekke vatandaşı Muhammed mi, kendisine uymak ve itaat etmek zorunda oldukları Allah Resulü Muhammed mi?
Evliya ve ilahlarına yol veren her türlü şirki onaylayan Muhammed mi, evliya ve İlâhlara savaş açan Allah Resulü Muhammed mi?
Kur'an'da anlatılan vahyin mahsulü Muhammed mi, uydurma dinin Muhammed'i mi?
Özgürlük savaşçısı Allah'ın Resul'ü Muhammed mi, kula kul olmaya öncülük eden hayal mahsulü Muhammed mi?
Hangi Muhammed?
"Bütün ilahları tek ilah yapan (Sâd, 5) Allah'ın Resulü Muhammed mi, sayısız ilah yaratan Şia ve Ehli Sünnet'in Muhammed'i mi?
Rahmet ve hidayete rehberlik eden Resul Muhammed mi, her türlü yalan ve iftiraya, şirk ve hurafeye âlet ve yol edilen uydurma Muhammed mi?
Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!
Böyle bir Muhammed yok!
Siz var ya siz! Hayal mahsulü, hiç bir zaman var olmayan, masal ve efsane bir Muhammed'in peşindesiniz.
Siz, Allah'ın Resulü Muhammed'in izinde değil, yoktan yarattığınız Muhammed'in yolunda cehenneme doğru yol almaktasınız.
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'an bilmez cahilleri!
"Kertenkele ve siyah köpekleri öldürme emri veren bir Muhammed hiçbir zaman olmadı, böyle bir Muhammed yok!
Gece geç saatlere kadar evinde oturanlara "geç oldu evinize gidin" diyemeyen utangaç ve son derece mahcup bir Nebi Muhammed var.
(Ahzab, 53)
Ey Resul tanımaz münkirler!
"Sağ elle yemek yiyemeyen çocuklara beddua eden bir Muhammed gelmedi, öyle bir Muhammed yok!
Yanında yüksek sesle bağırıp çağıranlara "arkadaşlar susun bağırmayın" diyemeyen mükemmel bir edebe sahip olan Nebi ve Allah Resulü Muhammed var.
(Hucurat, 1-2-3)
Ey cahiller!
Önüne gelene beddua eden ve lanet okuyan bir Muhammed hiçbir zaman olmadı, savaştan kaçanlara karşı merhamet ile yaklaşan bir Nebi Muhammed var.
Camiiye gitmeyenlerin evlerini yakmayı düşünen (Buhari) Muhammed yok, insanlara rahmet olarak gönderilen Resul Muhammed vardır.
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davut, İbni Mace, Nesai ,Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel'in hayali ve efsane Muhammed'inden, güneş kadar gerçek olan Allah Resulü Muhammed(a.s) sizi davet ediyoruz.
Dinde Allah'ın ortağı olan Muhammed diye bir kimse yoktur.
Sadece kendisine vahyedilene sımsıkı sarılan, (Zuhruf, 43-44) sadece kendisine gönderilen vahyi tebliğ eden
(Mâide, 99) sadece vahye tabi olan(Yunus, 109) sadece vahiyle insanları uyaran (Enbiya, 45, Kaf, 45)
Allah Resulü Muhammed vardır.
Yedi kat göğü dolaşan bir Muhammed asla olmamıştır.
Sokaklarda dolaşan ve herkes gibi acıkan ve yemek yiyen (Furkan, 7) herkese örnek olan Resul Muhammed vardır.
Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!
Siz! batıl bir inanç, olmayan bir Muhammed'in peşine takılıp helak olmaya doğru yol alıyorsunuz.
Kur'an'da anlatılan ve daha kendisi hayatta iken indirilen vahiy ile dini tamlanan Allah'ın Resulünden başka Muhammed yeryüzünde yaşamadı.
Kutsal gecelerinizde ve mevlütlerinizde anlattığınız masal kahramanı Muhammed diye bir kimse Mekke ve Medine'de yaşamadı. Ümmetin ümmilerine yalan söylemekten vazgeçin, insanları aldatmaya hakkınız yoktur. Allah'tan korkun ve dürüst olun.
HANGİ MUHAMMED?
(1.YAZI)
Allah tarafından seçilinceye kadar müşrikler Nebi ile Resulleri benimser onlara ciddi saygı duyar ve onları severler.
Resul oluncaya kadar aralarında önemli bir sorun yaşanmaz.
Fakat ne zaman Allah tarafından Resul olarak gönderilirlerse şirk ve tevhid (İslam) mücadelesi yüzünden çatışma ve ayrışma başlar.
Buna en güzel örnek Salih (a.s) dır.
Elçilik görevi verildikten sonra kavmi aynen şunları söyledi.
"Dediler ki: Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına kulluk etmekten bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine kulluğa çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz"
(Hud, 62)
İşte bunun gibi, Şia ve Ehli sünnet âlimleri Muhammed'i çok severler! ama Allah Resulü olan Muhammed (a.s) ı değil, Mekke vatandaşı olan Muhammed'i severler.
Müşriklerin özelliği budur.
Onlar hiçbir zaman kendisine Allah tarafından vahiy indirilen "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i sevemediler.
Hiçbir zaman "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i görmek istemediler.
Görmek istedikleri tek kişi Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed'dir.
İşte bundan dolayı "(Ey Resul! )Biz seni âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik"
(Enbiya, 107)
âyetinde bulunan "rahmet" kelimesini "Resullük" makam ve mertebesini "risalet ve vahiy" ile değil, Muhammed ile ilişkilendirdiler. Risalet misyonunu ve vahyin rahmetini umursamadılar.
Halbuki "rahmet" tamamen "vahiy" ve "risalet" yani "Allah" ile alakalı bir lütuftu.
Onlar "Allah ve meleklerinin "Nebi"ye olan salat'ı" (yardım ve desteğini" de bağlam ve bütünlüğünden (Ahzab, 56) kopararak "Muhammed'e salâvât getirme" olarak yamadılar.
Onlar için "Nübüvvet, vahiy" ve "risalet" önemli değildir. Varsa yoksa "Muhammed" sadece ve sadece "Muhammed'"dir!
Aslında Mekke müşrikleri de vatandaş Muhammed'e râzı idiler.
Mekke müşrikleri Muhammed'i çok seviyor, saygı duyuyor, onların kaynaklarına göre aralarında hakem oluyor, kutsal siyah taşı yerine o koyuyordu.
Önemli mallarını ve ziynet eşyalarını ona teslim ediyorlardı.
Mekke müşriklerinin vatandaş Muhammed ile hiçbir sorunları yoktu.
Tek sorun evliya ve ilahlarına karşı çıkan "Allah'ın Resulü" Muhammed idi.
Yani sorun vahiy idi.
Şia ve Ehli sünnet muhaddis ve müctehiderini de Kur'an'daki "Allah Resulü" olan Muhammed hiç ilgilendirmiyor.
Onların tek ilgilendikleri rivayetlerdeki saf, ümmi, hiçbir şeyden haberi olmayan, evliya ve İlâhlarına karışmayan vatandaş Muhammed'dir.
Peki rivayetlerini uydururlarken neden "kale Muhammed'ün" "Muhammed şöyle dedi" değil de, "kâle Rasulullah" olarak yayınlamayı daha uygun gördüler?
Onu da ümmi halkı aldatmak için yaptılar.
Yani "Resul'ün" karizmasını kullandılar.
Yoksa "Muhammed'ün Resulullah" onlarda sadece anlamsız ve kuru bir slogandır.
Onlar da "Resul" önemli değildir.
Çünkü "Resul" kavramının nasıl ehemmiyetli bir mana taşıdığından zerre kadar bir bilgileri yoktur.
Eğer olsaydı yalan haberlerinin başına "kâle Resulullah" iftirasını atamazlardı.
(1.YAZI)
Allah tarafından seçilinceye kadar müşrikler Nebi ile Resulleri benimser onlara ciddi saygı duyar ve onları severler.
Resul oluncaya kadar aralarında önemli bir sorun yaşanmaz.
Fakat ne zaman Allah tarafından Resul olarak gönderilirlerse şirk ve tevhid (İslam) mücadelesi yüzünden çatışma ve ayrışma başlar.
Buna en güzel örnek Salih (a.s) dır.
Elçilik görevi verildikten sonra kavmi aynen şunları söyledi.
"Dediler ki: Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına kulluk etmekten bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine kulluğa çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz"
(Hud, 62)
İşte bunun gibi, Şia ve Ehli sünnet âlimleri Muhammed'i çok severler! ama Allah Resulü olan Muhammed (a.s) ı değil, Mekke vatandaşı olan Muhammed'i severler.
Müşriklerin özelliği budur.
Onlar hiçbir zaman kendisine Allah tarafından vahiy indirilen "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i sevemediler.
Hiçbir zaman "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i görmek istemediler.
Görmek istedikleri tek kişi Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed'dir.
İşte bundan dolayı "(Ey Resul! )Biz seni âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik"
(Enbiya, 107)
âyetinde bulunan "rahmet" kelimesini "Resullük" makam ve mertebesini "risalet ve vahiy" ile değil, Muhammed ile ilişkilendirdiler. Risalet misyonunu ve vahyin rahmetini umursamadılar.
Halbuki "rahmet" tamamen "vahiy" ve "risalet" yani "Allah" ile alakalı bir lütuftu.
Onlar "Allah ve meleklerinin "Nebi"ye olan salat'ı" (yardım ve desteğini" de bağlam ve bütünlüğünden (Ahzab, 56) kopararak "Muhammed'e salâvât getirme" olarak yamadılar.
Onlar için "Nübüvvet, vahiy" ve "risalet" önemli değildir. Varsa yoksa "Muhammed" sadece ve sadece "Muhammed'"dir!
Aslında Mekke müşrikleri de vatandaş Muhammed'e râzı idiler.
Mekke müşrikleri Muhammed'i çok seviyor, saygı duyuyor, onların kaynaklarına göre aralarında hakem oluyor, kutsal siyah taşı yerine o koyuyordu.
Önemli mallarını ve ziynet eşyalarını ona teslim ediyorlardı.
Mekke müşriklerinin vatandaş Muhammed ile hiçbir sorunları yoktu.
Tek sorun evliya ve ilahlarına karşı çıkan "Allah'ın Resulü" Muhammed idi.
Yani sorun vahiy idi.
Şia ve Ehli sünnet muhaddis ve müctehiderini de Kur'an'daki "Allah Resulü" olan Muhammed hiç ilgilendirmiyor.
Onların tek ilgilendikleri rivayetlerdeki saf, ümmi, hiçbir şeyden haberi olmayan, evliya ve İlâhlarına karışmayan vatandaş Muhammed'dir.
Peki rivayetlerini uydururlarken neden "kale Muhammed'ün" "Muhammed şöyle dedi" değil de, "kâle Rasulullah" olarak yayınlamayı daha uygun gördüler?
Onu da ümmi halkı aldatmak için yaptılar.
Yani "Resul'ün" karizmasını kullandılar.
Yoksa "Muhammed'ün Resulullah" onlarda sadece anlamsız ve kuru bir slogandır.
Onlar da "Resul" önemli değildir.
Çünkü "Resul" kavramının nasıl ehemmiyetli bir mana taşıdığından zerre kadar bir bilgileri yoktur.
Eğer olsaydı yalan haberlerinin başına "kâle Resulullah" iftirasını atamazlardı.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(7.YAZI)
21-)EMANET
Kur'an'da emanet kavramı Resul için kullanılan bir kavramdır.
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçıyım"
(Âraf, 68)
"Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara- 106,107)
"Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara- 124,125)
"Kardeşleri Salih onlara söyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -142,143)
"Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -161, 162)
"Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara-177,178)
22-) SIDK:
Sıdk yani saf ve mutlak doğruluk Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullandığı âyetler.
"De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine tâbi olunuz. O, hiç bir zaman müşriklerden olmadı"
(Âli İmran- 95)
"... söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır"
( Nisa- 87)
"... söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir"
( Nisa- 122)
Vahiy için kullandığı ayetler.
"Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten uzak olanlar bunlardır"
( Zümer- 33)
"... Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden her şeyi açıklayan bir kitaptır; iman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"
( Yusuf -111)
Resul için kullandığı âyetler.
(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu Rahman'ın vâdettiğidir. Resuller gerçekten doğru söylemişler! derler"
(Yasin, 52)
"Mecnun bir şair için biz ilahlarımızı bırakacak mıyız?" derlerdi. Hayır o Resul gerçeği getirdi ve elçileri doğruladı"
( Saffat- 37, 38)
23-) İSTİ'SAM:
Kur'an'da İsti'sam kavramı da Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Ancak Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bu kavramı da bozarak ona "sımsıkı sarılmak" olarak meal vermişlerdir.
Halbuki "İsti'sam" "Her türlü olumsuz inanç ve fikirden korunmak amacıyla sığınma, sığınılacak, sığınak, sağlam yer" anlamına gelmektedir.
Allah bağlamında kullanıldığı yerler.
"Size Allah'ın âyetleri okunu okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
(Âli İmran-101)
"İüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"
Ancak tevbe edip hallerinı düzeltenler, Allah'a sığınanlar ve dinlerini yalnız Allah'a özel kılanlar başkadır. İşte bunlar gerçekten müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük bir mükafat hazırlamıştır"
(Nisa, 146)
"Vahiy bağlamında kullanıldı âyetler.
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın; fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idinizde O, gönüllerinizi birleştirilmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran, 103)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Yani onlara vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez. Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
Sonuç olarak, Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan veya Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan çıkan gerçek şudur.
Din ve hüküm olarak Allah ve Resulü'nden başka hiç kimseye mutlak itaat yoktur.
Resul'ün vefatından sonra itaat sadece onun dilinde hayat bulan ve ondan miras kalan Allah'ın âyetlerine olacaktır.
Zaten vahiy ile Resul'ün misyonu arasında bir fark yoktur.
Hangi çağda yaşarsa yaşasın vahye itaat eden aynı zamanda Resul'e itaat etmiş olur.
Nebi (a.s) a bile mutlak itaat emredilmemiştir. Çünkü Nebi(a.s) söz ver fiillerinde hata edebilir.
Hata eden kimseye mutlak itaat caiz olmaz.
Din ve hüküm olarak sadece vahye ve onu dile getiren Resul'e ittiba edilecektir.
Vahiy ve Resul'den başka hiç kimseye uyulmaz. Beşer Resul on dört asır önce vefat ettiğine ve ona tâbi olunamayacağına göre, tâbi olunacak tek bir rehber kalıyor o da Allah tarafından indirilen kitap Resul yani vahiy'dir.
Ancak vahye tâbi olan sırat-ı müstakime ulaşır. Allah ve Resulü'nden başka hiç kimse haram kılamaz.
Kur'an'da bir şey haram kılınmamışsa yiyebilecek kimseler için sağlık açısından zararlı değilse o şey helaldir.
Yüce Allah göndermiş olduğu kitabın âyetlerini tafsil, tasrif, tefsir ve tebyin edip detaylı bir şekilde ortaya koymuştur.
Resul (a.s) âyetlerin manasını açma, onları tefsir etme yetkisi yoktur.
Resul için kullanılan "tebyin" "açıklama" (Nahl, 44) "onu duyurma ve ilan etme" yani gizlememe anlamında kullanılmıştır.
Allah elçileri sadece Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.
Allah Resullerinin vahyi tebliğ etmekten başka görevleri yoktur.
Ancak onlar vahyi en güzel bir şekilde yaşayarak Allah'ın ahlakına sahip olduklarını ortaya koyan örnek şahsiyetlerdir.
Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen âyetleri okur eksiltme ve çoğaltma yapmadan insanlara ulaştırırlar.
Yüce Allah, Resuller göndermeden dünya hayatında ve ahirete hiç kimseye azap etmez.
Ancak burada ister istemez şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor.
Hayatta olduğu sürece insanlar Beşer Resul'den beşer Resul vefat ettikten sonra ise sadece dilinde hayat bulan kitaptan sorumlu tutulmuşlardır.
Yoksa beşer Resul ölümlü olduğu için ona bütün insanların ulaşması ve onunla muhatap olmaları mümkün değildir.
İşte bundan dolayı son vahiy olan Kur'an kıyamet gününe kadar devam edecek kitap Resul kimliğine ve özelliğine sahiptir.
Din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen, Allah tarafından gelmeyen hak olamaz dolayısıyla ona uyma zorunluluğu yoktur.
Kıyamet gününe kadar din ve hüküm olarak sadece vahiy ile olacaktır.
Din Allah'tan indirilendir.
Din Allah'a özel kılınması gerekir.
Resulullah (a.s) daha hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştır.
Bunun aksi inanç ve fikirler Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk olacaktır.
Bakara 89. âyet ile 101. âyet vahiy ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani beşer Resul ile kitab Resul aynı hakikati temsil ediyorlar.
Şimdi bu iki âyete dikkatli bir şekilde göz atalım.
işte 89 ayetin metni "Velemmé céehum kitébun min indilléhi musaddikun limé maahum..."
"Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitap gelip de..."
101. âyet "Velemmé céehum Resulün min indilléhi musaddikun limé maahum..." "Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir Resul gelip de..."
Görüldüğü gibi âyetin başında bulunan metin aynı olmakla beraber, sadece kitap ve Resul kavramları yer değiştirmiştir.
Yani vahiy ile Rasul aynı şeydir.
Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi anlatır ve onu tebliğ ederler.
Nebi'lerin özel hayatlarında konuştukları şeyler din ve hüküm değildir.
Dolayısıyla Nebi'nin sözleri hiçbir zaman ümmeti bağlamaz.
(7.YAZI)
21-)EMANET
Kur'an'da emanet kavramı Resul için kullanılan bir kavramdır.
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçıyım"
(Âraf, 68)
"Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara- 106,107)
"Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara- 124,125)
"Kardeşleri Salih onlara söyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -142,143)
"Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
( Şuara -161, 162)
"Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir Resulüm"
(Şuara-177,178)
22-) SIDK:
Sıdk yani saf ve mutlak doğruluk Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullandığı âyetler.
"De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine tâbi olunuz. O, hiç bir zaman müşriklerden olmadı"
(Âli İmran- 95)
"... söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır"
( Nisa- 87)
"... söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir"
( Nisa- 122)
Vahiy için kullandığı ayetler.
"Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten uzak olanlar bunlardır"
( Zümer- 33)
"... Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden her şeyi açıklayan bir kitaptır; iman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"
( Yusuf -111)
Resul için kullandığı âyetler.
(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu Rahman'ın vâdettiğidir. Resuller gerçekten doğru söylemişler! derler"
(Yasin, 52)
"Mecnun bir şair için biz ilahlarımızı bırakacak mıyız?" derlerdi. Hayır o Resul gerçeği getirdi ve elçileri doğruladı"
( Saffat- 37, 38)
23-) İSTİ'SAM:
Kur'an'da İsti'sam kavramı da Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır.
Ancak Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bu kavramı da bozarak ona "sımsıkı sarılmak" olarak meal vermişlerdir.
Halbuki "İsti'sam" "Her türlü olumsuz inanç ve fikirden korunmak amacıyla sığınma, sığınılacak, sığınak, sağlam yer" anlamına gelmektedir.
Allah bağlamında kullanıldığı yerler.
"Size Allah'ın âyetleri okunu okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
(Âli İmran-101)
"İüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"
Ancak tevbe edip hallerinı düzeltenler, Allah'a sığınanlar ve dinlerini yalnız Allah'a özel kılanlar başkadır. İşte bunlar gerçekten müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük bir mükafat hazırlamıştır"
(Nisa, 146)
"Vahiy bağlamında kullanıldı âyetler.
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın; fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idinizde O, gönüllerinizi birleştirilmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Âli İmran, 103)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
Yani onlara vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez. Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
Sonuç olarak, Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan veya Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan çıkan gerçek şudur.
Din ve hüküm olarak Allah ve Resulü'nden başka hiç kimseye mutlak itaat yoktur.
Resul'ün vefatından sonra itaat sadece onun dilinde hayat bulan ve ondan miras kalan Allah'ın âyetlerine olacaktır.
Zaten vahiy ile Resul'ün misyonu arasında bir fark yoktur.
Hangi çağda yaşarsa yaşasın vahye itaat eden aynı zamanda Resul'e itaat etmiş olur.
Nebi (a.s) a bile mutlak itaat emredilmemiştir. Çünkü Nebi(a.s) söz ver fiillerinde hata edebilir.
Hata eden kimseye mutlak itaat caiz olmaz.
Din ve hüküm olarak sadece vahye ve onu dile getiren Resul'e ittiba edilecektir.
Vahiy ve Resul'den başka hiç kimseye uyulmaz. Beşer Resul on dört asır önce vefat ettiğine ve ona tâbi olunamayacağına göre, tâbi olunacak tek bir rehber kalıyor o da Allah tarafından indirilen kitap Resul yani vahiy'dir.
Ancak vahye tâbi olan sırat-ı müstakime ulaşır. Allah ve Resulü'nden başka hiç kimse haram kılamaz.
Kur'an'da bir şey haram kılınmamışsa yiyebilecek kimseler için sağlık açısından zararlı değilse o şey helaldir.
Yüce Allah göndermiş olduğu kitabın âyetlerini tafsil, tasrif, tefsir ve tebyin edip detaylı bir şekilde ortaya koymuştur.
Resul (a.s) âyetlerin manasını açma, onları tefsir etme yetkisi yoktur.
Resul için kullanılan "tebyin" "açıklama" (Nahl, 44) "onu duyurma ve ilan etme" yani gizlememe anlamında kullanılmıştır.
Allah elçileri sadece Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.
Allah Resullerinin vahyi tebliğ etmekten başka görevleri yoktur.
Ancak onlar vahyi en güzel bir şekilde yaşayarak Allah'ın ahlakına sahip olduklarını ortaya koyan örnek şahsiyetlerdir.
Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen âyetleri okur eksiltme ve çoğaltma yapmadan insanlara ulaştırırlar.
Yüce Allah, Resuller göndermeden dünya hayatında ve ahirete hiç kimseye azap etmez.
Ancak burada ister istemez şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor.
Hayatta olduğu sürece insanlar Beşer Resul'den beşer Resul vefat ettikten sonra ise sadece dilinde hayat bulan kitaptan sorumlu tutulmuşlardır.
Yoksa beşer Resul ölümlü olduğu için ona bütün insanların ulaşması ve onunla muhatap olmaları mümkün değildir.
İşte bundan dolayı son vahiy olan Kur'an kıyamet gününe kadar devam edecek kitap Resul kimliğine ve özelliğine sahiptir.
Din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen, Allah tarafından gelmeyen hak olamaz dolayısıyla ona uyma zorunluluğu yoktur.
Kıyamet gününe kadar din ve hüküm olarak sadece vahiy ile olacaktır.
Din Allah'tan indirilendir.
Din Allah'a özel kılınması gerekir.
Resulullah (a.s) daha hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştır.
Bunun aksi inanç ve fikirler Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk olacaktır.
Bakara 89. âyet ile 101. âyet vahiy ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını açık olarak ortaya koyuyor.
Yani beşer Resul ile kitab Resul aynı hakikati temsil ediyorlar.
Şimdi bu iki âyete dikkatli bir şekilde göz atalım.
işte 89 ayetin metni "Velemmé céehum kitébun min indilléhi musaddikun limé maahum..."
"Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitap gelip de..."
101. âyet "Velemmé céehum Resulün min indilléhi musaddikun limé maahum..." "Kendilerine Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir Resul gelip de..."
Görüldüğü gibi âyetin başında bulunan metin aynı olmakla beraber, sadece kitap ve Resul kavramları yer değiştirmiştir.
Yani vahiy ile Rasul aynı şeydir.
Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi anlatır ve onu tebliğ ederler.
Nebi'lerin özel hayatlarında konuştukları şeyler din ve hüküm değildir.
Dolayısıyla Nebi'nin sözleri hiçbir zaman ümmeti bağlamaz.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(6.YAZI)
18-) NUR:
Kur'an'da Nur kavramı Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Allah için kullanıldığı âyet.
"Allah, göklerin ve yerin nurudur..."
(Nur, 35)
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
(Nisa, 174)
"Ey ehli kitap! Resul'ümüz size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; bir çok kusurunuzuda da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide-15,16)
"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, İman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dileyeni kendisiyle doğru yolu eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin"
(Şura, 52)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Ey Nebi! Biz seni bir şâhit, bir dâvetçi ve saçan bir (Resul olarak gönderdik)
Yukarıdaki ayette her ne kadar Resul kavramı geçmiyorsa da "erselnéke" "seni gönderdik" ibaresi Resulün misyonunu açık olarak ortaya koymaktadır.
19-) MÜJDE:
Kur'an'da Müjde ibaresi vahiy ve Resul bağlamında ele alınmıştır.
Vahiy bağlamında kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"De ki: Mukaddes ruh iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"
(Nahl, 102)
Resul için kullanıldığı âyetler.
"Biz Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(Kehf, 56)
"...Biz, Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(En'am, 48)
"Ey Resul! Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik"
(Furkan, 56)
20-) ÜSVE'İ HASENE:
Üsve'i hasene yani "en güzel örnek" olarak Resûl kavramının kullanması da hakikaten çok önemlidir.
Çünkü Şia ve Ehli Sünnet âlimleri üsve-i hasene ile ilgili Allah Resulü adına uydurulan rivayetleri bu kavrama sığınarak ümmeti aldatmaya çalışmaktadırlar.
Halbuki Ahzab süresi 21. âyetinde bulunan "üsve'i hasene" Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan inanç, ahlak ve mücadelesi anlamına gelmektedir.
Bunu gösteren en güzel delil Mümtehine 4. âyettir.
Bu âyette Allah İbrahim (a.s) ı ve tarihin bütün dönemlerinde yaşamış, onun inancını temsil eden Allah Resullerinin ve muvahhidlerin mücadelelerinin Nebi (a.s) ın arkadaşlarına en güzel örnek olarak gösteriyor.
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."
(Mümtehine, 4)
Şimdi biz İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan Müslümanların mücadelelerini anlatan hangi doğru kaynaktan öğreneceğiz.
Yani İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanların Kur'an'da anlatılan inanç ve mücadeleleri Nebi (a.s) ın arkadaşları ve muvahhidler için en güzel örnektir.
Yoksa Allah Resullerinin inanç ve ahlaklarını öğrenmek için Kur'an'dan başka başvurulacak bir kaynak yoktur.
Dolayısıyla Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklıları anladığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından meali çarpılan bütün âyetlerin gerçek manası tecelli edecektir.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağın olmadığı ortaya çıkacak, rivayet ve içtihatlarla buharlaştırılan ve manası bozulan ayetlerin gerçek manası ortaya çıkmış olacaktır.
Aynı şekilde Allah'tan sonra râzı edilmesi gereken kişi yine Resul oluyor.
Âyet şöyledir.
( Ey Müminler! Rızanızı almak için size gelip Allah'a yemin ediyorlar. Eğer gerçek Mü'minler iseler Allah ve Resûl'ünü razı etmeleri daha doğrudur"
(Tevbe, 62)
Özellikle âyette geçen "Allah ve Resulü'n"den sonra "en yurduhu" "onu razı etmeleri" çok önemlidir.
Yani Resulün razı olması Allah'ın razı olması anlamına geliyor.
Halbuki âyette "Allah ve Resulü" geçtiği için "onları razı etmeleri" olması gerekirdi.
Enfal 20 ile 24. âyetleri de aynı sistemi içlerinde barındırıyorlar.
Birinde "Allah ve Resulüne itaat edin" denildikten sonra "velé tevellev anhu" "ondan yüz çevirmeyin" buyuruyor.
Halbuki "onlardan yüz çevirmeyin" olmadı gerekirdi.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resûl'ünün davetine icabet edin... "
âyetinde "...Allah ve Resulü'nün dâvetine" geçtiği halde "sizi davet ettiği zaman" denilip "sizi davet ettikleri zaman" denilmemiştir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak Kur'an hiçbir zaman kendisinden başka bir kaynağı referans olarak vermez.
Allah Resulü'nün karizmatik kişiliğinden yararlanarak ve onu istismar ederek meydana getirilen bütün rivayetler şirk ve küfürdür.
Bu rivayetlerden din ve hüküm olarak alınamayacakları gibi kültür ve gelenek olarak da hiçbir değer tanımazlar.
Çünkü bu rivayetlerin üzerine bina edilen din ümmeti perişan etmiş kaos, anarşi, zulüm, taklit, düşman istilaları, katliam, kargaşa, terör, cehalet, akılsızlık ve fakirliğin pençesinde kıvranmaya mahkum etmiştir.
(6.YAZI)
18-) NUR:
Kur'an'da Nur kavramı Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Allah için kullanıldığı âyet.
"Allah, göklerin ve yerin nurudur..."
(Nur, 35)
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
(Nisa, 174)
"Ey ehli kitap! Resul'ümüz size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; bir çok kusurunuzuda da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık kitap geldi"
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
(Mâide-15,16)
"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, İman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dileyeni kendisiyle doğru yolu eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin"
(Şura, 52)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Ey Nebi! Biz seni bir şâhit, bir dâvetçi ve saçan bir (Resul olarak gönderdik)
Yukarıdaki ayette her ne kadar Resul kavramı geçmiyorsa da "erselnéke" "seni gönderdik" ibaresi Resulün misyonunu açık olarak ortaya koymaktadır.
19-) MÜJDE:
Kur'an'da Müjde ibaresi vahiy ve Resul bağlamında ele alınmıştır.
Vahiy bağlamında kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"De ki: Mukaddes ruh iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından hak olarak indirdi"
(Nahl, 102)
Resul için kullanıldığı âyetler.
"Biz Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(Kehf, 56)
"...Biz, Resulleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz..."
(En'am, 48)
"Ey Resul! Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik"
(Furkan, 56)
20-) ÜSVE'İ HASENE:
Üsve'i hasene yani "en güzel örnek" olarak Resûl kavramının kullanması da hakikaten çok önemlidir.
Çünkü Şia ve Ehli Sünnet âlimleri üsve-i hasene ile ilgili Allah Resulü adına uydurulan rivayetleri bu kavrama sığınarak ümmeti aldatmaya çalışmaktadırlar.
Halbuki Ahzab süresi 21. âyetinde bulunan "üsve'i hasene" Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan inanç, ahlak ve mücadelesi anlamına gelmektedir.
Bunu gösteren en güzel delil Mümtehine 4. âyettir.
Bu âyette Allah İbrahim (a.s) ı ve tarihin bütün dönemlerinde yaşamış, onun inancını temsil eden Allah Resullerinin ve muvahhidlerin mücadelelerinin Nebi (a.s) ın arkadaşlarına en güzel örnek olarak gösteriyor.
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."
(Mümtehine, 4)
Şimdi biz İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan Müslümanların mücadelelerini anlatan hangi doğru kaynaktan öğreneceğiz.
Yani İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanların Kur'an'da anlatılan inanç ve mücadeleleri Nebi (a.s) ın arkadaşları ve muvahhidler için en güzel örnektir.
Yoksa Allah Resullerinin inanç ve ahlaklarını öğrenmek için Kur'an'dan başka başvurulacak bir kaynak yoktur.
Dolayısıyla Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklıları anladığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından meali çarpılan bütün âyetlerin gerçek manası tecelli edecektir.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağın olmadığı ortaya çıkacak, rivayet ve içtihatlarla buharlaştırılan ve manası bozulan ayetlerin gerçek manası ortaya çıkmış olacaktır.
Aynı şekilde Allah'tan sonra râzı edilmesi gereken kişi yine Resul oluyor.
Âyet şöyledir.
( Ey Müminler! Rızanızı almak için size gelip Allah'a yemin ediyorlar. Eğer gerçek Mü'minler iseler Allah ve Resûl'ünü razı etmeleri daha doğrudur"
(Tevbe, 62)
Özellikle âyette geçen "Allah ve Resulü'n"den sonra "en yurduhu" "onu razı etmeleri" çok önemlidir.
Yani Resulün razı olması Allah'ın razı olması anlamına geliyor.
Halbuki âyette "Allah ve Resulü" geçtiği için "onları razı etmeleri" olması gerekirdi.
Enfal 20 ile 24. âyetleri de aynı sistemi içlerinde barındırıyorlar.
Birinde "Allah ve Resulüne itaat edin" denildikten sonra "velé tevellev anhu" "ondan yüz çevirmeyin" buyuruyor.
Halbuki "onlardan yüz çevirmeyin" olmadı gerekirdi.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resûl'ünün davetine icabet edin... "
âyetinde "...Allah ve Resulü'nün dâvetine" geçtiği halde "sizi davet ettiği zaman" denilip "sizi davet ettikleri zaman" denilmemiştir.
Dolayısıyla din ve hüküm olarak Kur'an hiçbir zaman kendisinden başka bir kaynağı referans olarak vermez.
Allah Resulü'nün karizmatik kişiliğinden yararlanarak ve onu istismar ederek meydana getirilen bütün rivayetler şirk ve küfürdür.
Bu rivayetlerden din ve hüküm olarak alınamayacakları gibi kültür ve gelenek olarak da hiçbir değer tanımazlar.
Çünkü bu rivayetlerin üzerine bina edilen din ümmeti perişan etmiş kaos, anarşi, zulüm, taklit, düşman istilaları, katliam, kargaşa, terör, cehalet, akılsızlık ve fakirliğin pençesinde kıvranmaya mahkum etmiştir.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(5.YAZI)
12-) İHANET:
Kur'an'da ihanet kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"
( Enfal- 27)
13-) İSYAN:
Kur'an'da isyan kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Kim Allah'a ve Resul'üne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"
( Nisa- 14)
Kur'an'da Resul'e karşı gelmek büyük bir sapıklık olarak görülürken, Nebi'ye karşı gelmek ve onu dinlememek günah bile sayılmamıştır.
Şimdi aşağıdaki iki âyete dikkat edin.
"Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"
(Ahzab, 36)
(Ey Nebi! ) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde geziyordun.
Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"
(Ahzab-37)
Yukarıdaki ayette Nebi (a.s) Zeyd'e "Eşini yanında tut, Allah'tan kork! "
dediği halde Zeyd onu dinlemeyerek hanımını boşamış ve Nebi'ye karşı gelmenin günah olmadığını ortaya koymuştur.
Halbuki Resul'e karşı gelmek ve ona isyan etmek Kur'an'da büyük bir günah olarak görülmüştür.
"Küfür yoluna sapıp Resul'ü dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir sözleri gizli kalmaz"
( Nisa- 42)
14-) KÜFÜR
Küfür kavramı da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır.
"Allah'ı ve Resullerini inkâr edenler ve inanma hususunda Allah ile Resullerini birbirinden ayırmak isteyip
"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
(Nisa-150,151)
Allah Resullerinin ve âyetlerinin inkâr edilmesi ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
15-) İCABET VE DÂVET:
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resulü'ne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplayacaksınız"
(Enfal, 24)
"Onlara (müşrikleri): Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış doğru yolu da bulamamış idiyseler?
Hidayet çağrısına kulak vermeyen kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara--170, 171)
16-) AZİZ:
Kur'an'da Aziz kavramı dahi Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullanıldığı yerler.
"...Çünkü Allah azizdir kimsenin yaptığını yanına bırakmaz"
(İbrahim, 47)
"...Şüphesiz Allah, güçlüdür, azizdir"
(Hac, 74)
Vahiy için kullanıldığı âyet.
"...Halbuki Ku'ran aziz bir kitaptır"
(Fussilet, 41)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Andolsun size kendinizden aziz bir Resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere çok şefkatlidir, merhametlidir"
(Tevbe-128)
17-) RAHMET:
Kur'an'da rahmet kavramı vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Ona Rabbinden bir mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut-50,51)
Resul için kullanıldığı yerler.
"Ey Resul! Biz seni âlemlere ( insanlara) rahmet olarak gönderdik"
( Enbiya-107)
"...Çünkü biz onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız..."
(Meryem-21)
Aslında Allah'ın insanlara vahiy aracılığıyla Resul göndermesinin amacı rahmet ve mağfiretinin gereğidir.
(5.YAZI)
12-) İHANET:
Kur'an'da ihanet kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"
( Enfal- 27)
13-) İSYAN:
Kur'an'da isyan kavramı Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Kim Allah'a ve Resul'üne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"
( Nisa- 14)
Kur'an'da Resul'e karşı gelmek büyük bir sapıklık olarak görülürken, Nebi'ye karşı gelmek ve onu dinlememek günah bile sayılmamıştır.
Şimdi aşağıdaki iki âyete dikkat edin.
"Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"
(Ahzab, 36)
(Ey Nebi! ) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde geziyordun.
Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"
(Ahzab-37)
Yukarıdaki ayette Nebi (a.s) Zeyd'e "Eşini yanında tut, Allah'tan kork! "
dediği halde Zeyd onu dinlemeyerek hanımını boşamış ve Nebi'ye karşı gelmenin günah olmadığını ortaya koymuştur.
Halbuki Resul'e karşı gelmek ve ona isyan etmek Kur'an'da büyük bir günah olarak görülmüştür.
"Küfür yoluna sapıp Resul'ü dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir sözleri gizli kalmaz"
( Nisa- 42)
14-) KÜFÜR
Küfür kavramı da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır.
"Allah'ı ve Resullerini inkâr edenler ve inanma hususunda Allah ile Resullerini birbirinden ayırmak isteyip
"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
(Nisa-150,151)
Allah Resullerinin ve âyetlerinin inkâr edilmesi ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
15-) İCABET VE DÂVET:
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resulü'ne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplayacaksınız"
(Enfal, 24)
"Onlara (müşrikleri): Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış doğru yolu da bulamamış idiyseler?
Hidayet çağrısına kulak vermeyen kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara--170, 171)
16-) AZİZ:
Kur'an'da Aziz kavramı dahi Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Allah için kullanıldığı yerler.
"...Çünkü Allah azizdir kimsenin yaptığını yanına bırakmaz"
(İbrahim, 47)
"...Şüphesiz Allah, güçlüdür, azizdir"
(Hac, 74)
Vahiy için kullanıldığı âyet.
"...Halbuki Ku'ran aziz bir kitaptır"
(Fussilet, 41)
Resul için kullanıldığı âyet.
"Andolsun size kendinizden aziz bir Resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere çok şefkatlidir, merhametlidir"
(Tevbe-128)
17-) RAHMET:
Kur'an'da rahmet kavramı vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
Vahiy için kullanıldığı âyetler.
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Ona Rabbinden bir mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut-50,51)
Resul için kullanıldığı yerler.
"Ey Resul! Biz seni âlemlere ( insanlara) rahmet olarak gönderdik"
( Enbiya-107)
"...Çünkü biz onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız..."
(Meryem-21)
Aslında Allah'ın insanlara vahiy aracılığıyla Resul göndermesinin amacı rahmet ve mağfiretinin gereğidir.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ:
(3.YAZI)
3-) HELAL VE HARAM KILMA
Kur'an'da helal ve haram kılma Allah ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin nasıl Kur'an'dan uzak cahil kişiler oldukları ortaya çıkacaktır.
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Nebi olan Resul'e uyanlar (var ya) işte o Resul onlara iyiliği emreder onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resul'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'an'a) uyanlara var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır"
(Âraf, 157)
(....Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan...."
(Tevbe, 29)
Yani Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığında haram kılma yetkisinin sadece Allah'a ait bir yetki ve hak olduğunu anlamış olacağız.
"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..."
(Âraf, 32)
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler"
( Nahl, 116)
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy'de haram edilmeyen bir şeyin başkaları tarafından haram kılanmasının Allah'a karşı haddi aşmak olduğunu bilmiş olacağız.
4-) TEBYİN:
Tebyin kavramının Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şii ve Sünni ilim adamlarının Nahl süresi 44. âyetini istismar ederek "vahyi gayri metlüv" için delil gösteremeyeceklerdir.
Yani Kur'an'ı Mübin'in Allah tarafından hem tebyin, hem tasrif, hem tafsil hemde tefsir edildiği ve Resul'ünün görevinin sadece onu duyurma anlamında tebyin olduğunu öğrenmiş olacağız.
"....Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1)
Aslında vahyin kendisi beyandır, Resul sadece onu okuyor, ilan edip duyuyor.
"Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, (beyan) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
Dolayısıyla Nahl 44'te bulunan "litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" "duyurasın onu sakın gizlemeyesin" olduğunu anlayacağız.
(Mâide- 66, 67, 68; Âli İmran-187)
5-) TEBLİĞ:
Yine bir çok kavram gibi tebliğ kavramının da sadece vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
"...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl-35)
"Resule düşen vazife, ancak duyurmadır..."
(Mâide, 99)
"Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de (Ey Resul! ) sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40)
"Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum..."
(Âraf-62)
6-) KİTAB-I TİLAVET:
Kkitab-ı Tilavet kavramına baktığımızda sadece Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Yani Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara okurlar.
Resullerin vahyi tefsir etme ve onu detaylandırma görevleri yoktur.
"Küfredenler bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara:
Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi? derler..."
(Zümer, 71)
7-) RESULLER GÖNDERİLMEDEN AZAP YOKTUR:
Allah Resul göndermeden hiçbir topluma dünya hayatında ve ahirette azap etmez.
Ancak Resul denildiğinde hem beşer Resul'ü hemde kitap kitap Resul'ü anlamak gerekir. Çünkü beşer Resulü'n bütün insanlara ulaşması mümkün değildir.
Beşer Resul ölümlü yani fânidir. O halde onu sadece kitap Resul temsil edebilir.
Dolayısıyla beşer Resul ile vahiy yani Kur'an arasında bir fark yoktur.
Beşer olan Resul'e ulaşamayanların Allah'a karşı bir mazeretleri olmayacaktır.
Eğer "vahiy" aynı zamanda "Resul" anlamına gelmeyecek olursa işte o zaman insanların Allah'a karşı mazeret ileri sürmesi bir hak olacaktı.
Bundan dolayı Resul'ü vahiy'den başka hiçbir şeyin temsil etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'a ve Resul'e itaat olacaksa, ittiba, helal ve haram kılma, inzar ve tebliğ etme kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa beşer olan Resul'ün ölümünden sonra onu temsil eden kitap Resul yani vahiy olması gerekir.
Yoksa Allah'a ve Resul'e itaat etme, Resul'e tabi olmanın bir anlamı olmazdı.
Çünkü herkesin beşer Resul ile muhatap olması mümkün değildir.
O halde hayatta iken kendi çağdaşları için Resul konuşan Kuran'dır.
Vefatından sonra beşer Resul'ü sadece Allah tarafından indirilen vahiy temsil edebilir.
Bunun başka bir çözümü ve alternatifi yoktur ve olamaz.
Hangi zamanda ve coğrafyada olursa olsun vahye giden aynı zamanda Resul'e gitmiş sayılır.
Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy'den başka rahmet, hidayet, doğru söz ve kesin bir delil yoktur.
Dinin Allah'a özel kılınması gerekir.
Din Allah'ın olduğu için hüküm olarak dinde O'ndan başka hiç kimse konuşamaz.
(3.YAZI)
3-) HELAL VE HARAM KILMA
Kur'an'da helal ve haram kılma Allah ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin nasıl Kur'an'dan uzak cahil kişiler oldukları ortaya çıkacaktır.
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Nebi olan Resul'e uyanlar (var ya) işte o Resul onlara iyiliği emreder onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resul'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'an'a) uyanlara var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır"
(Âraf, 157)
(....Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan...."
(Tevbe, 29)
Yani Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığında haram kılma yetkisinin sadece Allah'a ait bir yetki ve hak olduğunu anlamış olacağız.
"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..."
(Âraf, 32)
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler"
( Nahl, 116)
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy'de haram edilmeyen bir şeyin başkaları tarafından haram kılanmasının Allah'a karşı haddi aşmak olduğunu bilmiş olacağız.
4-) TEBYİN:
Tebyin kavramının Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını anladığımızda Şii ve Sünni ilim adamlarının Nahl süresi 44. âyetini istismar ederek "vahyi gayri metlüv" için delil gösteremeyeceklerdir.
Yani Kur'an'ı Mübin'in Allah tarafından hem tebyin, hem tasrif, hem tafsil hemde tefsir edildiği ve Resul'ünün görevinin sadece onu duyurma anlamında tebyin olduğunu öğrenmiş olacağız.
"....Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
"Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1)
Aslında vahyin kendisi beyandır, Resul sadece onu okuyor, ilan edip duyuyor.
"Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, (beyan) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(Âli İmran, 138)
Dolayısıyla Nahl 44'te bulunan "litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" "duyurasın onu sakın gizlemeyesin" olduğunu anlayacağız.
(Mâide- 66, 67, 68; Âli İmran-187)
5-) TEBLİĞ:
Yine bir çok kavram gibi tebliğ kavramının da sadece vahiy ve Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
"...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"
(Nahl-35)
"Resule düşen vazife, ancak duyurmadır..."
(Mâide, 99)
"Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de (Ey Resul! ) sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40)
"Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum..."
(Âraf-62)
6-) KİTAB-I TİLAVET:
Kkitab-ı Tilavet kavramına baktığımızda sadece Resul bağlamında kullanıldığını görüyoruz.
Yani Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara okurlar.
Resullerin vahyi tefsir etme ve onu detaylandırma görevleri yoktur.
"Küfredenler bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara:
Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi? derler..."
(Zümer, 71)
7-) RESULLER GÖNDERİLMEDEN AZAP YOKTUR:
Allah Resul göndermeden hiçbir topluma dünya hayatında ve ahirette azap etmez.
Ancak Resul denildiğinde hem beşer Resul'ü hemde kitap kitap Resul'ü anlamak gerekir. Çünkü beşer Resulü'n bütün insanlara ulaşması mümkün değildir.
Beşer Resul ölümlü yani fânidir. O halde onu sadece kitap Resul temsil edebilir.
Dolayısıyla beşer Resul ile vahiy yani Kur'an arasında bir fark yoktur.
Beşer olan Resul'e ulaşamayanların Allah'a karşı bir mazeretleri olmayacaktır.
Eğer "vahiy" aynı zamanda "Resul" anlamına gelmeyecek olursa işte o zaman insanların Allah'a karşı mazeret ileri sürmesi bir hak olacaktı.
Bundan dolayı Resul'ü vahiy'den başka hiçbir şeyin temsil etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'a ve Resul'e itaat olacaksa, ittiba, helal ve haram kılma, inzar ve tebliğ etme kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa beşer olan Resul'ün ölümünden sonra onu temsil eden kitap Resul yani vahiy olması gerekir.
Yoksa Allah'a ve Resul'e itaat etme, Resul'e tabi olmanın bir anlamı olmazdı.
Çünkü herkesin beşer Resul ile muhatap olması mümkün değildir.
O halde hayatta iken kendi çağdaşları için Resul konuşan Kuran'dır.
Vefatından sonra beşer Resul'ü sadece Allah tarafından indirilen vahiy temsil edebilir.
Bunun başka bir çözümü ve alternatifi yoktur ve olamaz.
Hangi zamanda ve coğrafyada olursa olsun vahye giden aynı zamanda Resul'e gitmiş sayılır.
Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy'den başka rahmet, hidayet, doğru söz ve kesin bir delil yoktur.
Dinin Allah'a özel kılınması gerekir.
Din Allah'ın olduğu için hüküm olarak dinde O'ndan başka hiç kimse konuşamaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)