GEÇMİŞE TAKILIP KALANLAR SADECE ACI ÇEKER
(11. YAZI)
Rey ehl-i ile hadis ehl-i arasında en önemli tartışma, dini kurallar hakkında aklın kullanılmasının gerekli olup olmadığı ile ilgili olan tartışmadır.
Rey ehl-i dinin emirleri konusunda, özellikle Kur'an'ı anlamada aklın kullanmasını önemserken, hadis ehl-i din alanında aklın kullanmasına şiddetle karşı çıkar.
Ehl-i hadis, Sünni ve Selefi anlayışa göre dini konuda âyetin, hadisin ve sahabe görüşünün dikkate alınması, bunlarda delil bulunmazsa Selef âlimlerinin ictihadlarına tabi olunması gerekir.
Aslında Rey ehl-i de aynen Şia, Ehl-i Sünnet ve Selefiler gibi din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak alıyor değildir.
Rey ehl-i'nin din anlayışı Kur'an ve Sünnet'e dayalı bilginin akıl ve içtihatlarla geliştirilmesi idi.
Bu anlayışın ileri gelen önemli şahsiyeti Ebu Hanife'dir.
Ebu Hanife, dini düşüncede az da olsa aklı kullanmaya değer verdiği için ona karşı büyük bir savaş açılmıştır.
Selefi ve Sünni anlayışa sahip olanlar içinde Ebu Hanife'yi kafir, fasık, sapık ve mürted olarak görmeyen çok azdır.
(Bu konuyu müstakil bir yazı ile facebook'ta paylaşmıştım)
Siyasi iktidarların hadis ehlinden yana tavır almaları ile hicri üçüncü asır ortalarında rivayetçi inanç sahipleri akla değer veren düşünceyi yok etmiştir.
Bu kahrolası cehalet günümüzde de devam etmektedir.
Hanif İslam anlayışını hayat sahnesinden silen mezhebi bağnazlık ümmi insanlara tek hidayet olarak gösterilmiştir.
Ehl-i hadis, Selefi inanç ve Sünni anlayış, İslam dininin tek kaynağından sapmış, Kur'an'ı tek kaynak durumundan çıkarmış, birçok kaynaktan biri olarak görmüştür.
Ebul Hasan el- Aş'ari, Muhammed bin İdris (Şafii) ve Ahmed bin Hanbel ve benzeri mezhep imam ve müctehidler, dinin Allah'ın kitabına ve Resulü'nün sünnetine uymak olduğunu savunmuşlardır.
Ashabul- Hadis' e göre dinde önemli olan Allah Resulü'nün hadisleri ve geçmiş üç neslin (sahabe-tâbiin-tabe'i tâbiin) ictihad ve uygulamalarıdır.
Kur'an'dan kopuk olan Selefi akıl, geleceği planlama ve kurmaya yönelik değil, geçmişin yalan ve iftiralarını gelecek nesillere aktarmaya çalışan tamamen mukallit bir zihin ve inanç şeklidir.
Ehl-i hadis, Şii, Sünni ve Selefi düşünceye göre, İslam dini Allah tarafından tanımlanmış değildir.
Bu anlayışa göre din Muhammed (a.s) ın söz ve uygulamaları ile sahabe- tâbiin-tebe'i tabiin'nin ictihadlarıyla tamamlanmıştır.
Yani artık geçmişte ortaya çıkan mutlak hidayet!!! ve hakikatin! üzerine hiç kimse bir şey koyamaz,
Artık dinde hiç kimsenin söz söyleme hakkı bulunmamaktadır.
Bu gerici ve sefil anlayışa göre Kur'an'ı Mübin yedinci yüzyılın Mekke ve Medine'sine nazil olmuştur.
Yani Kur'an'ın tüm insanları muhatap olması söz konusu değildir.
Dolayısıyla gelecek olan insanlar vahyin değil, mezhep imamlarının ve onların içtihatlarının muhatabıdır.
İşte bu bozuk din yüzünden insanların orijinal ve heyecanlı fikirler üretmelerinin önüne engel koyulmuş, Kur'an'ın sesi susturulmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak : Sadece vahyin muhatabı olması gereken insanlar, kurtuluşu ve hidayeti atalarının zehirli dininde bulmaya çalışan hastalıklı bir akıl yapısı ile dunya ve ahiretleri karartılmıştır.
Gelenekçi inanç ve düşünce rivayetler yoluyla Kur'an'a yabancı olan "Muhammed" hakkında efsaneler geliştirmiştir.
Resul ( a.s) adına iftira ettikleri hadislerle Resulün beşeri yönü mitolojik masal kahramanına dönüştürülmüştür.
Çok ilginçtir, Şia, Ehl-i hadis, Ehli Sünnet ve Selefiler, Kur'an cahili olduklarından dolayı Muhammed (a.s) ın beşer olma özelliğini, Elçi olma niteliğinin önüne geçirmişlerdir.
Yani bu ekollerin hepsi Allah Resulü'ne değil, Kur'an'dan koparılmış Muhammed'e itibar ettiler.
Dolayısıyla geleneksel din mensuplarının yanında hadislerle anlatılan Muhammed, Kur'an'da bulunan Allah Resulü'nden daha önemlidir.
Bu anlayışa göre Allah'ın yüzlerce ayette anlattığı Resul Muhammed diye bir kimse yaşamış değildir.
Buna bağlı olarak gelenekçilerin yanında diğer Allah elçilerinin de itibar gördüklerini söylemek imkansızdır.
Sanki yeryüzünde Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Aişe, Hafsa, Muaviye, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatima'dan başka hiç kimse yaşamamıştır.
Maalesef bu sakat anlayış günümüzde de devam etmektedir.
Kur'an bilinmediği için insanların Allah Resulleri hakkında sahip oldukları bilgi sıfır seviyesindedir.
Mevlid kandilleri ve kutlu doğum merasimleri de onun beşeri ve biyolojik kişiliğini "Allah'ın Resulü olma" misyonunun önüne alan inanç biçiminin göstergesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder